Good Night Hoseok | Hoseok

By mitsurine

130K 13.3K 14.8K

"Ve bu gecede kalbimde seninle uyuyacağım." More

ʟɪᴛᴛʟᴇ ʀᴇᴠᴇɴɢᴇ
ʟɪᴀʀ ʟɪᴀʀ
ᴜɴᴀɴsᴡᴇʀᴇᴅ
ʙᴀᴄᴋɢᴀʀᴅᴇɴ
sᴄᴀᴘᴇɢᴏᴀᴛ
ᴀᴄᴄᴏᴜɴᴛ ᴅᴀʏ
ᴍᴏᴏɴʟɪɢʜᴛ
ɪᴄᴇ ʜᴇᴀʀᴛs
ᴄᴏʟᴅ ɴɪɢʜᴛ
ᴘᴀᴘᴇʀ ᴄʀᴏᴡɴ
ʙᴀᴅ ʜᴀʙɪᴛs
ʜᴀᴘᴘʏ ᴅᴀʏ
sᴛʀᴏɴɢ ʀᴇᴀsᴏɴ
sʟᴇᴇᴘʟᴇss ʜᴏᴜsᴇ
ᴘʀɪɴᴄᴇss ᴄᴀᴋᴇ
ᴄʟɪғғ ᴄᴏʀɴᴇʀ
ʙʀɪɢʜᴛ ɢʀᴀss
ᴅᴏᴏʀs ᴄʟᴏsᴇᴅ
ᴡʜᴏ ᴀʀᴇ ʏᴏᴜ?
ᴍɪᴍɪ x ʏᴏᴏɴɢɪ
ᴛᴡᴏ ʙᴏʏs
ғᴀᴋᴇ ᴡɪɴᴅ
ʙʟᴜᴇ ᴡᴀᴠᴇ
ʟᴏsᴇ ᴛʜᴇ ɢᴀᴍᴇ
sᴀᴅᴅᴇsᴛ sᴏɴɢ
ᴏᴘᴇɴ ʏᴏᴜʀ ᴇʏᴇs
ᴜɴᴅᴇʀᴡᴀᴛᴇʀ
sᴍᴀʟʟ ᴘɪʟʟ
sᴛᴏᴘ ᴛʜᴇ ʀᴀɪɴ
ʜᴏᴘᴇ ʙᴇɢɪɴs
sᴏʙᴇʀ ᴍɪɴᴅ
sᴛᴏʀᴍ ᴠᴀʟʟᴇʏ
ʙᴜᴛᴛᴇʀғʟɪᴇs
ᴍᴀᴋᴇ ɪᴛ ʀɪɢʜᴛ
ʙʟᴏᴏᴅ ᴀɴᴅ ʙᴏɴᴇs
Final
and the end
Teşekkürler ft. Delilah

ᴍʏ ᴛʀᴜᴇ ʜᴇᴀʀᴛ

2.5K 293 247
By mitsurine

Şimdi perdeleri kapatın, çok uzaklara gideceğiz.
Tüm herkese mutsuzluk şarkısını söyleyip geri döneceğiz.

Bazen içinizde büyük bir yumru oluşur. Yutkunursunuz ama o takılmış bir lokmadır ve kolaylıkla gitmez.
Su içsem geçer miydi? Kendimi  cimciklesem uyanır mıydım?
Veya çok uzaklara kaçsam geçer miydi?

Bugünden itibaren sanki bileklerime, kollarıma kırmızı ipler bağlanmıştı ve her ipin ucunu tanımadığım insanlar tutuyordu.

Şimdiden çekelenmekten yorulmuş ve sıkılmıştım. Bayık bakan gözlerim kapanacağının sinyallerini veriyordu.
Bu muhteşem okul gününü bu halde nasıl bitirecektim.

O kadar kötüydüm ki ara sıra başım dönüyor, midem başıma eşlik ediyor ve gözlerim sulanıyordu.

Mimi teneffüs zili çaldığında ayağa kalkıp eteğini düzeltti.
"Otur otur bir yerlerim acıdı. Hadi biraz gezinelim."

Ellerime bakıyor elimdeki yarayla oynuyordum. Açıkcası hiçbir yere gitmek istemiyordum. Hatta mümkünse görünmez olmak istiyordum.

"Dünyadan Jiho'ya tepki verelim. Hayatta mıyız belli edelim."

Yüzüme doğru eğildiğinde saklanmak için başımı biraz daha eğdim. Kısa bir bekleyişin ardından Mimi bir sorun olduğu fark etmişti.

"Bir dakika. Sen iyi değilsin ve bu bir şaka değil."

Mimi kalktığı sıraya geri çökerken ilgi istediğim son şeydi. Ben sadece yalnız kalmak istiyordum.

"Jiho hadi söyle bana bir şey mi oldu?"

Kafamı iki yana salladım. Konuşursam ağlardım. Ve boğazımda bir aç ayın toplaması olan bugünün hıçkırığı vardı.
Elimi yüzüme götürdüğümde Mimi gelen gözyaşlarımı önceden anlamış gibi bana sarıldı.

Yüzüm Mimi'nin omzunda kayboldu ve sessiz birkaç yaş ceketine damlamaya başladı. Mimi ise yüzümü saklamama yardım ediyor bastırmaya çalıştığım iç çekişlerimi görmezden geliyordu.

Ağlamaktan ne kadar nefret ettiğimi biliyordu Mimi. Ağladığım nadir zamanlarda da hep benden uzağa giderdi. Çünkü ağlarken görünmez olmak istediğimi bilirdi.

Bir süre öylece ağlamış söyleyemediklerimi, içimdeki çığlıkları sessizce dışarı çıkarmıştım.

Şu an gözlerimin kızardığına ağlak bir bebek gibi gözüktüğüme emindim. Ve beyaz tenim bana hiç yardımcı olmuyordu.

Mimi bir peçete uzattı ve bunu yaparken hiç konuşmadı. Acaba neye ağladığımı düşünüyordu.

Elimdeki peçeteyi gözlerime bastırıp biraz bekledim sanırım bugün okulda duramayacaktım. Eve gitmek istiyordum. Sadece eve gitmek ve uzunca bir süre düşünmek.

Kafamı kaldırmadan konuştum.
"Eve gitmek istiyorum Mimi."

Mimi anlayışla bileğime dokundu. "Tamam senin için izin kağıdı almamı ister misin?"
Sesi şevkat doluydu ve bu beni daha çok üzüyordu.

Kafamı iki yana salladım.
"Ben kendim isterim."

Kitaplarımı etrafıma bakınmadan çantama tıktım Mimi'de yardım etmiş kabanımı getirmişti.
Ona teneffüsünü benimle harcamamasını Arin'in yanına gitmesini tembih ettim. Başta mızmızlanmış daha sonra üstüme gelmemek için kabul etmişti.

Müdürden izin kağıdını koparmak kolay olmuştu. Kızarmış sulu gözlerime bakmış ve temiz öğrenci sicilimi göz önünde bulundurarak hasta olduğuma inanmıştı.

Merdivenlerleri kafamı bir an bile kaldırmadan indim. Kimseyi görmek istemiyordum. Sanki bütün okul biliyormuş gibi hissediyordum. Sanki herkes öğrenmişti ve bana bakıyorlardı. Etrafıma bakmasamda öyle hissediyordum.

"Jiho mavi kapüşon-"

Seokjin yanımdan geçerken selam vermeye çalıştı. Bense ona bakmadan hızlıca yanından geçtim. Oda bir terslik olduğunu anlamış ve cümlesini yarıda kesmişti. Yanında biri var mıydı bilmiyordum.

Belki de bodrum katında olan diğer kişi içlerinden biriydi. Bana mesaj gönderen kişi belki de Seokjindi.

Ne bekliyordum ki Soojin'in arkadaşlarının güvenilir, dürüst göründükleri gibi tatlı çocuklar olduklarını falan mı?

Evet tam da onu bekliyordum. Ve şimdi ağlamayı hak ediyordum.

Sanırım bugün ağlamam için bana verilen bir gündü çünkü güvenliğe izin kağıdını verirken elimin tersiyle burnumu kapattım.
Güvenlik birkaç dosyayı işaretlerken arkamdan birisi ismimi söyledi.

"Kim Jiho."

O tarafa dönmedim sadece güvenliğin bir an önce tamam gidebilirsin demesini bekliyor ve buradan uzaklaşmak istiyordum.

Güvenlik uyuşukça tamam dediğinde demir kapıdan hızlıca sıyrıldım ve sıkıca kabanımı tuttum.

"Jiho."

Güvenlik demir kapıyı kilitleyip onu durdurdu.

"Hey okul saatinde nereye böyle? Geri çekil çocuk."

Hoseok güvenliğin uyarısını dinleyip üstelemeden geri çekildi. O uslu yalancı bir çocuktu tabii ki dinleyecekti.

Kendimi yolun aşağısına doğru bırakırken gözlerim acıyordu ve yüzüme esen soğuk rüzgarın bana pek yardımcı olduğu söylenemezdi.

Uzun bir süre Hoseok'u görmek istemiyordum. O görmek istediğim son kişiydi. Bana yalan söylemiş beni kandırmıştı. En başta, en başta ona güvenerek hata etmiştim.

Sağımda kalan okul duvarında bir hareketlilik fark ettiğimde duracak gibi oldum.
Hoseok duvarın üzerinden kendini önüme bıraktığında şaşkınca bir iki adım geriledim ve kıpırdayamadım. O kadar yükseğe nasıl tırmanmıştı.

Duvarın arkasından Seokjin'in homurtulu sesi duyuldu.
"Omuzum kırıldı Hoseok akşama söz verdiğin gibi bana yemek ısmarlayacaksın."

Hoseok yüzünü buruşturup ona doğru seslendi.
"Tamam dedim ya."

Bana doğru attığı ilk adımda yüzünü buruşturdu.
Büyük ihtimalle duvardan atladığında ayağı incinmişti. Birkaç küçük topallamanın ardından yanıma gelmeye çalıştı.

Fakat ben çoktan yanından geçmiş hızlıca yürümeye başlamıştım. Kabanımı sıkıca kavramış ellerim sinirli bir göktaşı olduğumun habercisiydi. Ama Hoseok bundan habersizdi.

"Okuldan kaçmayalı uzun zaman oldu paslanmışım."

Gözlerimi sıkıca kapattım sesini duymak istemiyordum bana rahatsızlık veriyordu. O huzur bulduğum ses bugün bir ateş gibi kulaklarımı yakıyordu.

Aramızdaki mesafe kısalırken biraz daha hızlandım.

"Jiho yavaşlar mısın? Ayrıca neden konuşmuyorsun?"

Sus sus sus.

Derin bir nefes alıp tekrar elimle gözümün altını sildim.
Hoseok bu duruma sinir olmuş olacak ki kolumu tutup beni durdurdu.

"Şaka yapıyorsan sırası değil bileğim acıyor ve-"

Kolumu hızlıca çektiğimde sözü yarım kaldı.
Yüzümü gördüğünde duraksamış huysuzca kalkan kaşları aşağı inmişti. Böyle bir ifade beklemiyor gibiydi çünkü o afallamıştı.

Aslında o eserine bakıyordu. Zayıf birkaç güven tuğlasıyla yaptığı eserinin çökmüş haline bakıyordu.
Yaşlı gözlerime ters bir şekilde gülerek sordum.
"Şaka yapıyorum öyle mi?"

"Jiho sorun ne?"

Ses tonu yardım etmek ister gibi çıkmıştı. Yumuşak bir o kadar da güven verici.
Sesiyle yaptıkları çok ayrı şeylerdi.
Yavaş adımlarla yanıma geldi ve önümde durdu.
"Neden ağlıyorsun?"

Gözümden birkaç tane daha damla akarken gözlerinin tam içine bakıyordum. Ağlarken annesinin gözlerine bile bakamayan ben.
Kırgınlıkla bu leylak kokulu çocuğa bakıyordum.

Hoseok yutkunduğunda yüzüme daha dikkatli baktı. Sanırım ağlamamdan hoşlanmamıştı. O iyi bir oyuncuydu.

Kendimde konuşacak biraz güç bulduğumda önce gözlerimi silmek için elimi kaldırdım.
Hoseokta aynı anda bana uzandığında geri çekildim.

"Neden mi ağlıyorum?"

Hoseok tekrar yutkunup kafasını salladı. Üzgün gibi bakmasından nefret ediyordum. Üzgün falan değildi. Her şey gibi bu bakışlarıda yalandı.
Yanağımın içini ısırıp titreyen elimle çantamın kenarını tutundum.

"Bana sana güvenmemi söylemiştin."

"Jiho..-"

"Bende güvendim inanmayacaksın ama çok güvendim."

Tekrar bana doğru adım attığında onu durdurmadım.

"Ama sen bana yalan söyledin peki neden?"

Sona doğru sesim kısılmış ve oldukça çaresiz çıkmıştı. Kendime engel olamamış öfkemi saklayamamıştım.

Hoseok yanıma gelip kollarımı tutmaya çalıştı. Hızlıca ellerini savuşturdum.

"Dinle."

"İstemiyorum tamam mı. Artık seni dinlemek istemiyorum. Seni görmek istemiyorum sesini duymak istemiyorum şaçma sapan emirlerini yerine getirmek istemiyorum."

Sesimin ayarını kaybettiğimde Hoseok etrafına bakındı. Karşı kaldırımda yürüyen iki yaşlı kadın bize bakıyordu. Büyük ihtimalle bizi kavga eden iki aşık liseli sanıyorlardı.

Fısıldadı.
"Jiho sakin ol."

"Beni rahat bırak olur mu."

"Her şeyi yanlış anlıyorsun."

Biraz daha sesimi yükselttim sanırım küçük çaplı bir kriz geçiriyordum. Çünkü hem ağlıyor hem de bağırıyordum.
"Yanlış mı anlıyorum? O mesajlarıda, kutuyuda biliyordun. Söylesene neyi yanlış anlıyorum belki Soojin'e bile söyledin değil mi?"

"Eğer bağırmayı kesersen-"

"Kesmeyeceğim ve seni dinlemek istemiyorum. Hele sesini duymak..." Yüzümü buruşturdum. "Yalancının tekisin sen. Başka hiç bir halt değilsin."

Hoseok daha fazla dayanamamış ve sıktığı ellerini serbest bırakıp elimden tutmuştu.
Elimi çekmeye çalıştım fakat öyle sıkı tutuyordu ki buna imkan yoktu.

Beni okul duvarının bittiği boşluğa çektiğinde tekrar elimi ondan kurtarmaya çalıştım. Fakat kaçacağımı bildiği için sadece sıkı sıkı tutuyordu.

"Eğer beni dinlersen daha iyi anlaşabiliriz Jiho."

"İstemiyorum..."

"Neden duymak istemiyorsun? Yanlış anlayıp üzülmek hoşuna mı gidiyor?"

Artık Hoseok'ta sesine hakim olmuyordu.

"Seni dinlemek falan istemiyorum."
Gözlerinin içine bakıp bir daha söyledim.
"Senin gibi bir yalancıyı dinlemek istemiyorum. Zaman kaybısın."

Bardağı taşıran son damlada yerini bulurken Hoseok'un gözleri alev aldı ve yakacak kurbanı tam kollarındaydı.

Önce tuttuğu elimi daha sonra beni belimden tutup kendine çekti.
Hâlâ elimi tutarken bedenlerimiz birleşmiş gözlerimizin arasında ise santimler vardı.

Sıcak nefesi dudaklarıma değe değe konuştu. Artık titreyen elim görevini kalbime devretmişti.

"Ben yalancı değilim." Soluklandı. "Şimdi tıkadığın kulaklarını iyi aç. Ben senin kötülüğün için hiçbir şey yapmadım."

Aklımı kullanıp geri çekileceğim sırada belimi daha sıkı tutup beni biraz daha yakınına çekti.
Bedeninden yayılan sıcaklığı hissedebileceğim kadar yakınına. Saniyesine burunlarımız değmiş Hoseok'un gözlerinden silik bir gölge geçmişti.

İnatla yavaş yavaş konuşmaya devam etti.
"Kafanın karıştığını biliyorum. Ama bana güven her şeyi senin için yapıyorum. Seni şu anlık korumak için."

Birkaç santim ilerimdeki gözlere baktım. O an soyutlandım ve bütün seslerden uzaklaştım.

"Neden yapıyorsun? Bunu bana neden yapıyorsun?"

Neden yapıyordu. Bütün bunların sebebi neydi. Bir sebebi olmalıydı değil mi? Beni korumak için bir sebebi olmalıydı. Eğer bir sebebi yoksa bunu yapmayı kesmeli benden uzak durmalıydı.
Çünkü benim zayıf kalbim Hoseok'a daha fazla karşı koyamayacaktı.

Hoseok yutkundu ardından bakışları ağırlaştı. Bu yutkunmayı bilirdim. Cevabını bilmediğim sorularda boğazıma gelen o garip yumruyu def etmek için yapardım bunu ve şimdi Hoseok yapıyordu.

Bedenim kollarında huzur bulurken kalbim sadece ona sarılmak istiyordu. Peki kalbim bunu bana neden yapıyordu.

Göğsünde olan yumruğumu sıktım. Hoseok bu kadar saf mıydı? Yoksa görmezden gelmek işine mi geliyordu. Belki de önemsemiyor, hislerimle ilgilenmiyordu.
Merak ediyordum kollarında kalbi titreyen bu kızı neden göremiyordu.

Kısılmış sesimle sordum.
"Anlamıyorsun değil mi?"

Senden çok etkilendiğimi anlamıyorsun değil mi Hoseok.

Hoseok yutkunup anlamadığını belli eden gözleriyle gözlerime bıraktı.

Sonra biraz sinirle,
"Aptalın tekisin." dedim.

Gözlerimi kısa bir süreliğine kapatıp tekrar açtım. Bitap düşmüş gözlerim artık isyan ediyordu.

Beni sıkıca tutan eli önce belimi bıraktı daha sonra gözlerimizi ayırdı. Arkasındaki duvara sırtı hafifçe çarptığında kafası karışmış görünüyordu.
Burnum hâlâ kokusuyla yanarken biraz daha ağlamak istedim.

Hissetmiştim, düşünmüştüm ve inkar etmiştim.
Ama biliyordum çok gecikmiştim.
Hoseok'a çoktan kapılmıştım ve bunun sonunu hiç düşünmemiştim.
Sonunu düşünmeden yaptığım işlerde çoğunlukla hayal kırıklığından ibaretti.

Kendimi hep ona üzüldüğüme inandırmıştım.
O yüzden garip hissediyorsun diyordum kendime, sadece onun için üzülüyorsun.
Belki ona acıyorsun.
Rezildim.

Ondan bu kadar etkilenmeme rağmen kendimi durduramadığım için rezildim.

Yaslandığı duvardan ayrılıp elini uzattı.
"Jiho."

Durgunluğum ismimi duymamla uçup giderken yerini tekrardan acı bir öfkeye bıraktı.

"Jiho, Jiho, Jiho... adımı söyleme artık tamam mı?"
Sesim çatlamış sanki düşüncelerimi yansıtmıştı.

Yardım etmemi dilercesine yumuşakça konuştu.
"Konuşalım mı?"

Belki onu dinleyebilirdim her şeyi konuşup buna bir son verebilirdik. Ya da her şeyi bir kenara bırakıp birbirimizi hiç tanımamış gibi de davranabilirdik.
İçimde hâlâ bir parça ona güvenebilirsin diyordu ve bu çokta küçük bir parça değildi.

Ama bugün değildi. Kafam allak bullak olmuşken bugün hiçbir doğru ve yanlışı ayırt edebilecek gibi değildim.
Uzattığı eline bir süre baktıktan sonra birkaç adım geriledim.

Canım çok yanıyordu peki neden bu kadar keskindi bu his.

Hoseok kafasını yana eğip yutkundu kaçacağımı anlamıştı. Yine bir halt yemeden kaçacağımı.

Ve ben arkamı dönüp koştum. Arkama bir an bile bakmadım. O da peşimden gelmedi.

Ben gözlerim yana yana eve kadar koştum. Bu sefer kaçtığım şey Hoseok değil kalbimdeki ağrıydı.
Ama kaçamamıştım çünkü o ağrıda benimle beraber koşmaktaydı.




Annem ve babam işte olduğu için kimseye görünmeden kendimi odama atabilmiştim.

Bir iki saat kafamı yastığa gömüp ağlamış içimde kusamadığım her duyguyu çıkarmıştım.
En çok neden ağladığımı da biliyordum. Ben kalbimin Hoseok için ağrımasına ağlıyordum. Bir şeyler yanlıştı.
Böyle olmamalıydı sanki bu benim en büyük hatam olacaktı.

Ve ben o gün resmi olarak ilk defa pişman oldum.

Soojin'in odasına girip o resmi bulduğuma, Bay Jongin'le onu bir videoya aldığıma, Hoseok'la karşılaştığıma.

Her şeye.

Eğer o gün karşılaşmasaydık hâlâ birer yabancı olacaktık ve tanışıklığımız panoda gördüğümüz o listedeki isimlerimizden ileriye gitmeyecekti.

Bir mesaj geldiğinde telefonumun kilidini açmadım bile direk arkasını çıkarıp onu karanlığa bıraktım.

Ve o gece ilk defa 12'yi beklemeden erkenden uykuya daldım.

Sabah olduğunda annemi iyi olmadığıma inandırmıştım. Aslında yalan söylememiştim berbat bir haldeydim. Başım ağrıyordu ve gözlerimi zor açıyordum.
Günün geri kalanında hep yataktaydım arada bir evin içinde gezinmiş kafamı dağıtmak için televizyon izlemiştim.

Annemler gelmeden tekrar yatağıma yerleştim. Beni etrafta görürse annemin birkaç ilginç tedavi yöntemini üzerimde uygulamasından korkuyordum.
Ekranı karanlık olan telefonum gözüme takıldığında aklıma bizimkiler geldi.

Okulu ölüm tehlikem olmadığı sürece aksatmazdım. Bu yüzden merak etmiş olmalıydılar bir arkadaş olarak haber vermeliydim en azından bunu yapmalıydım ama yapmadım.

Çünkü ben iyi bir arkadaş değildim.

Annem odama girdiğinde dizlerimi kendime çekmiş oturuyordum. Annem önce bana baktı ardından gülümsedi.

"Biraz daha iyi misin?"

Suskunca kafamı salladım.

"Bir doktara gidebiliriz canım."
Yatağımın kenarına oturup elini yanağıma götürdü.

Gülümsedim.
"İstemiyorum iyiyim."

Yumuşak ifadesi kaybolurken gözlerini kıstı.
"Başka bir sorun olmadığına eminsin değil mi? Mutsuz görünüyorsun."

"Hayır. Mutluyum hemde çok. Sadece sınavlar yaklaşıyor ve zerre kadar çalışamadım. Bu yüzden biraz stresiyim sanırım."

"Bu kadar sıkma kendini."

Eliyle yanağımdan makas aldı ve mutluca fısıldadı.
"Biz sana güveniyoruz. Senin her zaman en iyisini yapacağını biliyoruz."

Bu memnun gülümseme beni huzursuz etti ve kaburgalarıma bir ağrı verdi.

Sonra içimden anneme sordum.
Neden güveniyorsunuz anne?
Güvenmeyin. Kızınız o hazırladığınız beyaz sayfaya küçük siyah bir nokta koydu. Ve öğrendiğinizde üzüleceksiniz.

Yanağımdan öpüp odadan çıktığında elimle yüzümü kapattım. Ne zaman bitecekti bu.
Artık bitsin istiyordum.
Ben tsunami çıkmadan denize düşmek istiyordum.

Gözlerim yine dolmaya başladığında kafamı yorganın altına soktum. Belki nefessiz kalırsam ağlamazdım.

Yorganın altında nefes mücadelesi verirken gözlerim hafiflemiş uyku beni kollarına çekmişti. Annem aşağıdan adımı çığırdığında başta rüya zannetmiştim. 

Fakat birkaç defa daha ismimi duymam beni uykumdan uyandırdı. Hava çoktan kararmıştı ve duvardaki saat neredeyse dokuzu gösteriyordu.

Annemin sesi aşağıdan bir kere daha duyuldu.
"Jiho aşağı gel. Arkadaşın burada."

Hâlâ uyku mamuru olan gözlerimi ovaladım. Mimi okula gitmediğim ve de telefonum kapalı olduğu için merak etmiş olmalıydı.
Yatağımdan ayaklarımı sarkıtıp yumuşak terliklerimi giydim ve üzerime hırkamı geçirdim. Dağınık saçlarımı düzeltme gereği duymadım.
Mimi beni daha öncede pasaklı ev halimle görmüştü yadırgamayacaktı.

Aynada gözlerinin altı şişmiş kıza göz ucuyla baktıktan sonra odamdan çıktım.

Annem tekrar ve bu defa ısrarcı bir şekilde bana seslendi.
"Jiho hadi tatlım."

Kapıyı açtığımda kendi kendime konuşuyordum.
"Sanki alacaklılar geldi de beni istiyorlar."

Merdivenleri küçüklüğümdeki gibi ikişer ikişer iniyordum ki son iki basamağı bitiremedim.

Gelen Mimi değildi.

Hoseok babamın karşısındaki koltuğa oturmuş ağzında her ne varsa onu çiğniyordu.

Merdivenlerde kalakalmış bir türlü aşağı inemeyen beni gördüğünde tereddütle annemin eline tutuşturduğu kurabiyeyi ağzına atıp ayağa kalktı.

Annem elindeki meyve suyunu Hoseok'a uzatırken oturması için sırtına vurdu. Her zaman kim olursa olsun ikramı abartırdı.

"Otursana tatlım."

Hoseok önce bana bakmış daha sonra ise birkaç kararsız bakışın ardından koltuğa geri oturmuştu.

Dün olanlardan sonra biraz olsun durulmuşken onu görmek sandığımdan daha kötü hissettiriyordu.

Dün ona olan duygularımın gün yüzüne çıktığı, saksının kırıldığı bahçıvanın umursamadığı bir gündü.

Ve bu artık benim için her şeyi daha da zorlaştıracaktı. Oyunun seviyesi zorlaşmıştı.

"Jiho dikilip durmasana kızım."

Annem kaşlarıyla koltuğu işaret ettiğinde Hoseok'a bakmadan koltuğun yanına ilerledim ve onunla yüz yüze gelmemek adına oturduğu koltuğun arkasında durdum.

Hoseok'u buradan çıkarmalıydım aslında neden geldiğini ve neden içeri girdiğini bile bilmiyordum.
Gerginlikle boynuma dokundum.

Hoseok kafasını bana çevirmek istesede yapamıyor babamla annemin önünde küçük bir yalan sınavı veriyordu.

Babam Hoseok'a bakıp boğazını temizledi. Böyle bir arkadaşım olduğunu bilmiyorlardı o yüzden biraz şaşkınlardı.

"Demek Jiho'nun arkadaşısın."

"Evet efendim."

Yalancı dedim içimden.

"Hasta olduğunu duyunca notlarını getirmek istedim."

Beni yalanlarıyla kandırdığı yetmiyormuş gibi ailemide kandırıyordu.

Öksürüp konuştum.
"Tamam ver de git o zaman."

Annem kabalığım karşısında ağzını şaşkınlıkla açtı.

Babam ise beni duymazdan geldi.
"Derslerin nasıl bakalım."

"Okul birincisiyim efendim."

Babam keyifle güldü.
"Demek bizim kızı senelerden beri sen geçiyorsun ha. Jiho rakibine dikkat et derim."

Babamın ve Hoseok'un gülüşlerine ters bir şekilde ben gülmüyordum.
"Olur. Ederim."

Hoseok'un kolundan tutup kaldırdım.

"Hadi sen notları ver de git. Saat geç oldu."

"Jiho daha meyve suyunu içmedi çocuk."

Hoseok yan gözle bana bakıp gülümsediğinde kolunu bıraktım.

"İçmesin anne ben yarın okulda ona ısmarlarım."

Hoseok komikmiş gibi daha çok gülümsediğinde ona vurmak istiyordum.
Gözümle ona kapıyı işaret ettim.
Annemlere dönüp saygıyla eğildi.

"İyi geceler efendim çok memnun oldum."

Babam Hoseok'a elini uzatıp gülümsedi.
"Ben de memnun oldum bir dahakine yemeğe veya kahve içmeye de bekleriz."

Babam keyifle gülüp bana baktı.
"Hatta Jiho'ya ders çalıştırırsın belki bu sayede seni geçer."

Hoseok'un melodik gülüşü oturma odasında yankılandı. Ardından Hoseok bana döndü.
"Keyifle. Ona ders çalıştırmaktan onur duyarım."

Annem bana bakarak attığı birkaç sırıtmanın ardından Hoseok'un eline birkaç tane kurabiye tutuşturdu. Sonunda kurabiyelerle kapının önüne çıkabilmiştik.

Kapıyı çekip ona döndüm.

"Burada ne işin var? Niye geldin? Ve neden içeri girdin?"

"Sen de benimkine girmiştin ödeştik."

Hiçbir şey olmamış gibi benimle bu kadar rahat konuşabilmesi canımı sıkıyordu.

Tepkisizliğim karşısında Hoseok'un içerideki gülümseyen ifadesi kaybolurken ellerini cebine attı.
"Tamam telefonun kapalı ve okula gelmedin."
Bakışlarını kaçırıp başka bir yere baktı.
"Ve dün iyi değildin"

Kafamı iki yana salladım.
"Her şeyi daha da zorlaştırıyorsun."

Tekrar bakışlarını bana çevirdi. Sanırım dün söylediklerimi anlamamıştı.

"Sana her şeyi açıklamama izin ver."

"İstemiyorum."

"Şansını zorluyorsun."

"Seninle konuşmak istemiyorumun nesini anlamıyorsun ki. Beni rahat bırak. Hatta şu andan itibaren istediğini yapabilirsin saklamamız gereken bir sırda yok."
İşaret parmağımla önce onu daha sonra kendimi gösterdim.
"Artık bu oyun bitti."

İçeri gireceğim sırada beni durdurdu.
"Fazla inatçısın ve bu beni sinirlendiriyor."

"O zaman sana iyi sinirlenmeler."

Kapıyı suratına kapatacağım sırada elini koyup durdurdu.

"Seni sana mesaj gönderen o asalakla tanıştıracağım. Parkta bizi bekliyor."
Gözlerime derince bakıp kafasını eğdi.
"Lütfen."

Kapıdaki sıkıca tuttuğum elim gevşerken gidip gitmeme konusunda kararsızdım. Merakım her şeyden üstün geldiğinde hızlıca ayakkabılarımı giydim ve Hoseok'u takip etmeye başladım.

Arkamdan ne dolap döndüğünü bilirsem sanki bulmaca çözülecekti. Her ne halt dönüyorsa bunu öğrenmeliydim.

Göreceğim şeyden korka korka parka doğru sessizce yürüdüm.
Yolda Hoseok birkaç kere konuşmaya niyetlenmiş ama çabucak vazgeçmişti.

Parkın girişinde adımlarım yavaşlarken Hoseok arkada kalan bana kafasıyla gel işareti yaptı.
Tereddütle onu takip ettim. Parka değilde çalılıklara yönelmişti.

Arkası dönük kapüşonlu biri çalıların arasına gizlensede onu görebiliyordum.
Hoseok ağaca yaslanıp ona seslendi.

"Geldi bu tarafa dön."

Arkası dönük kişi kafasını hayır anlamında salladığında Hoseok başını lacivert gökyüzüne kaldırdı.
"Gerçekten canımı sıkıyorsun."

Elimle kolumu tutup Hoseok'a baktım. Aslında göreceğim kişiden korkuyordum.
Hoseok nefesini verdikten sonra ona yaklaştı ve kolundan tutup bana çevirdi.
Kolumdaki elim düşerken baygın gözlerimi açabildiğim kadar açtım.

Taehyung kapüşonunu çıkarıp kahverengi saçlarını serbest bıraktı.
Ardından Hoseok'a ters bir bakış attıktan sonra konuştu.
"Al. Şimdi beni öldürecek bir parkta ölü bulunacağım."

Hoseok söylediklerini kâle almayarak onu omuzundan bana doğru itekledi.
Gözlerimi Taehyungdan çekmeden konuştum.

"Sen... neden ikiniz..."

Hoseok kafasını salladı.

"Ona ben söylemedim Jiho."

Hızlı bir şekilde parçaları birleştirmeye çalışıyor, neden niçin nasıl sorularında yüzüyor, ama bir halt anlayamıyordum.

Hoseok onu tekrardan itti.
"Hadi anlat ona."

Taehyung önce bana baktı daha sonra ağaca yaklaşıp bir dalına tutundu.
"Önce ağaca tırmanmalıyım ve can güvenliğimden emin olmalıyım."

Hoseok onu geri ittirdiğinde merakla bu ikisinin ne haltlar yediğini öğrenmeyi bekliyordum.

Hoseok'ta artık sabrını tüketmiş olacakki Taehyung'u ağaçtan çekip bana doğru itmeye başladı.

Taehyung birkaç küçük çırpınma çabasından sonra pes etmiş kolunu Hoseoktan kurtarmıştı.
"Off tamam amma abarttınız."

Taehyung ellerini hırkasının cebine koyup nefesini verdi. Ve gözlerimin içine baktı.

"İkinizin ne haltlar yediğini biliyorum."
Hoseok'a bakıp göz devirdikten sonra sordu.
"Oldu mu?"

Hoseok kafasını hayır anlamında salladı.
"Hayır devam et Taehyung."

Taehyung tekrar bana döndü yüzünde sıkılmış bir ifade vardı. Ve de oldukça umursamaz.

"Sizi duydum. Hoseok'la müzik sınıfında konuştuğunuz gün orada sadece ikiniz yoktunuz. Ben piyanonun altında uyuyordum."
Yüzünü buruşturdu.
"Cidden fazla çok ses yaptınız. Oysa yeni dalmıştım."

Garip olan bizim orada ses yapmamızmış gibi bir ifade takındı.
Hoseok'a baktığımda sadece yerdeki kumlara bakıyordu.

"Yani," dedim sabırsızca.

"Yani mi? Bu kadar işte. Sizi duydum ve her şeyi biliyorum. Mesaj olayına gelirsek... seninle biraz uğraşmanın hoş olabileceğini düşündüm."
Çarpıkça gülümsedi ve ellerini suçsuzum dercesine havaya kaldırdı.
"Kötü bir niyetim yoktu."

Ne diyeceğimi bilemiyordum. Birkaç harf ağzımda yuvarlanıyor ve küfür meydana getiriyordu. Ama ben küfür etmezdim.

"Sen.."

Hoseok sözü aldı.
"Bitirmesini bekle."

Hoseok Taehyung'a başıyla devam etmesini söyledi.

"Arkadaşımız Hoseok'a her şeyi bildiğimi söyledim ne de olsa eski bir arkadaşım..."
Gözlerini Hoseok'a dokundurup imayla geri çekti.
Hoseok ise sadece yapmacık bir şekilde güldü.
"Ona seninle biraz eğlenmek istediğimi ve bunu sana söylememesinide söyledim."

Taehyung imalı konuşmasını sürdürdüğünde Hoseok sinirle dudağını ısırdı.
Dişlerimi sıkmaya başladığımda kafam allak bullaktı.

"Açıkcası siz ve bu çocukça işleriniz pek umrumda değil. Ben sadece eğlenmek istedim ve hâlâ istiyorum."

"Yani sırf eğlenmek için bana aptal mesajlar gönderdin beni tehdit ettin ve hâlâ eğlenmek istiyorsun öyle mi?"
Hoseok'a döndüm.
"Sende buna engel olmadın ve olmuyorsun."

"Sana söylersem Soojin'e söyleyeceğini söyledi Jiho ve Taehyung'a hiç güvenmem."

Sinirle ellerimi sıktım. Hoseok sinirlendiğimi hissetmiş olacak ki bana doğru birkaç adım attı.

"Sadece birkaç gün mesaj atacağını söylemişti."

Gözlerimi ikisinin arasında gezdirdikten sonra Taehyung'a doğru ilerledim. İlk onu öldürmeyi deneyecektim.

"Sen! Kim Taehyung."

Taehyung bunu bekliyormuş gibi parka doğru atıldığında peşinden gitmek için hareketlendim. O kadar sinirliydim ki onu bu kumlara gömecektim. Hoseok beni yakalayıp durdurmaya çalıştı.

"Sakin ol."

"Bırak."

O, belimi tutup beni çekmeye çalışırken ben ellerinden kurtulmaya çalışıyordum.
Taehyung ise çoktan kaydırağın tepesine çıkmıştı bile.

Hoseok'un ellerini kuvvetlice ittim. Artık öfkem yön değiştirmişti.

"Bıraksana beni. İkinizdende nefret ediyorum. İkiniz... ikiniz bu işe girmeseydiniz böyle olmayacaktı."

Taehyung kaydırağın köşesinden sarktı.
"Tabi canım bütün suçlu biziz. Biz olmasak sırrını mezara kadar kimse öğrenmezdi."

Tekrar o tarafa atıldığımda Hoseok ayaklarımı yerden kesti. Korkuyla boynuna sarıldığımda gözlerimiz yine haddinden fazla yakınlaştı.

"Sabrımı taşırmamanı söylemiştim," dedi   kendi kendine mırıldanarak.
Ardından kafasını kaldırıp Taehyung'a baktı.
"Jiho'yu bırakıp dönerim bir yere ayrılma."

Taehyung tekrar yukarıdan sarktı.
"Sen bir kahraman, sen koca yürekli bir meleksin Hoseok. Seni hep iyi hatırlayacağım."

Elini kalbine götürüp ağlıyor taklidi yaptı.
Yere inmek ve Taehyung'u boğmak için yaptığım diğer bir hamlede Hoseok kafamı omzuna bastırdı.

Bu çocuk beni felç ediyor, zamanı durduruyor ayrıca beni deli ediyordu. Bile bile yapıyordu. Kokusunun sarhoş ettiğini bile bile beni ona itiyordu.

Parktan çıktığımızda Hoseok beni yere bıraktı. Bende ayaklarım yere basar basmaz hırçınca hırkamı çekeledim.
Hoseok şimdi bana bakıyor ve suçsuzluğunu nasıl yorumlayacağımı merak ediyordu.

"Beni buraya artık ikinizin oyuncağı olduğumu söylemek için mi getirdin."

"Kimsenin oyuncağı değilsin ve olmadın."
Kafasını yavaşca iki yana salladı.
"Sana ihanet etmediğimi biliyorsun."

"Ne olursa olsun ikinizede güvenmiyorum ve artık bu işten çok sıkıldım."

Daha fazla çabalamayacak oluruna bırakacaktım. Artık bunlarla baş edemeyecektim.
Arkamı dönüp yürümeye başladığımda beni takip etti.

"Taehyung bu meseleyi bırakmayacak çünkü zarar vermek istiyor."

Güldüm.
"Bana mı? Peki neden? Oradan bakınca çok zarar verilesi mi gözüküyorum böyle hafif gerizekalı falan..."

Hoseok kafasını iki yana salladı.
"Sana değil."

Topuklarımın üzerinde ona döndüm.
Merak etsemde meraksız görünmek istiyordum. Söylemek istediği şeyi anlamamış ve deli gibi anlamak istiyordum.

"Kime zarar vermek istiyor o zaman."

Bakışları etrafa benden başka yerlere kaydı ardından gecedeki gölgeleri kovaladı.

"Soojin'e."

"Soojin?"

Algılama sorunu yaşadığımı varsayarak elimle ağzımı kapatıp güldüm. Her şey çok saçma ve yalanmış gibi geliyordu. Güven kaybolup gidince geriye inanacak az şey kalıyordu.

"Soojin'e zarar vermek istiyor."
Alayla sordum.
"Peki neden?"

Hoseok yine bana bakmadı.
Ona yaklaşarak aramızdaki mesafeyi kapattım.
"Yanlış anlamıyorsam sen Soojin'i korumak istiyorsun. Sonra... benide korumak istediğini söylüyorsun. Taehyung, Soojin'e zarar vermek istiyor ama benimle uğraşıyor." Hafifçe gülümsedim.
"Kafam karıştı. Çelişkili, karmaşık ve saçma geliyor değil mi? Ve sen benden bunları dinlememi ve inanmamı istiyorsun."

"Taehyung, Soojin'le çıkıyordu."

Suratıma tokat gibi yerleşen cümleyle gülümseyen yüzüm eski halini aldı. Hoseok çoktan kaldırıma oturmuştu bile.

"Soojin'le ayrıldıklarında bizimlede arası bozuldu ve... o bunu kaldıramadı."

Bu Taehyung'un müdür yardımcısının odasında Soojin'in kağıdını imha etme çabasını açıklıyordu. Ayrılık acısı ve hırsı ile bunları yapması çok çocukçaydı. Ama hâlâ oturmayan bazı şeyler vardı.

Kafam karışık bir şekilde sordum.
"Taehyung'un Soojin'e zarar vermek istemesiyle bu olayın ne ilgisi var? Videoyu yayanın ben olduğumu öğrenince Soojin zarar mı görecek yani?"
Alayla gülümsedim.
"Çok umursayacağını sanmıyorum. Sadece benim için suikast planları kurmakla meşgul olacak."

Hoseok ellerini birleştirdi. Gözleri kaldırımdaki çizgilerse geziniyor kaşları çatılıyordu. O, huzursuzca düşünüyordu.

"Bildiğim halde ona söylemediğimi öğrendiğinde... Soojin'in canı yanacak."

Yutkundum sesli bir yutkunma değildi bu. Bu sefer gizliydi tıpkı sakladığım diğer duygularım gibi.
Bu Hoseok'la Soojin hakkında ilk konuşmamızdı ve bu kara delik beni korkutuyordu.

"Taehyung'un istediği bu."

Gözlerimi yerde oturan çocuktan çekemezken sordum.
"Soojin seni canı çok yanacak kadar seviyor yani."

Hoseok devam etti.
"Biz arkadaşız Jiho. Biz birbirimizi kollarız her konuda. Birbirimizin yanında oluruz. Her zaman." Gözlerini bana çevirdi. "Sen böyle bir şeyi kabullenir miydin?"

Ama o bunu hak etmiyor Hoseok. O, senin ve diğerlerinin sevgisini haketmiyor. Ben mi körüm yoksa sen gözlerini mi kapıyorsun.

"Bunu yaptığım için ben bile kendimi affedemezken o duyduğunda mahvolacak."
Eliyle boğazını işaret etti.
"Onunda benim gibi tam burasında bir yumru olacak."

O yumruyu iyi bilirim Hoseok.

Hoseok, Soojin hakkında yanlış düşünüyordu ve bu beni rahatsız ediyordu.
Mızmız bir kız gibi konuştum.
"Bu kadar vicdan yapma. O seni o kadar umursamıyordur. Soojin bencilin teki."

Sesimi kontrol edememiş ve sinirli çıkmasına izin vermiştim.
Hoseok bu cümleme histerik bir şekilde güldü.

"Soojin hakkında böyle düşünmen beni şaşırtmadı ama yanlış düşünüyorsun o bencil değil."

Elleriyle oynamaya başladığında bir süre ikimizde konuşmadık sessizlik zaten her şeyi kulaklarımıza söylüyordu.
Ben ve sessizlik biraz Hoseok'un Soojin'e verdiği gereksiz değere acıdık.

"Endişe ettiğim tek o değil. Bizimkiler öğrendiğinde de iyi şeyler olmayacak. Taehyung'un aslında seninle bir derdi yok. O, bizi bozmak istiyor."
Sonunda gözlerini ellerinden ayırıp bana baktı.
"Soojin'le beni batırmak istiyor."

Hırkama biraz daha sarıldım aslında üşümüyordum sadece Hoseok bana bakınca ve dudaklarından keskin  sözcükler çıkınca istemsizce titriyordum.

"Bu... bu çok çocukça."

Evet intikam için böyle şeyler çok çocukçaydı. Ben de aynısını yapmıştım. Hırsıma kapılıp çocukça davranmıştım.
Şimdi Taehyung'u eleştirmeye hakkım yoktu.

"Yüz çevrildiği grubu dağıtmak istiyor. Evet çocukça."

Ben de Soojin benden yüz çevirdiğinde onu dağıtmak istemiştim.
Bende Taehyung gibiydim.
Biz benziyorduk.
Bunu fark ettiğimde tüylerim diken diken oldu.

Taehyung ve diğerlerinin aralarındaki meseleyi zerre kadar umursamıyor ve buna dahil olmak istemiyordum.

"Ne olursa olsun aranızda her ne varsa beni buna karıştırmanızı istemiyorum. Bu konuya zerre kadar bulaşmak istemiyorum."

"Bu pek mümkün değil Jiho."

"Ne demek mümküm değil?"

"Ben gördüklerime karşı gözlerimi kapamış olabilirim ama Taehyung... o kapamayacak."

Elimi saçıma götürüp gözlerimi kapattım. Bu yumakta boğulmak mı yoksa yumağı yakmak mı?
Hangisi daha az canımı yakardı.

"Bu haksızlık."
Sessizce fisıldadığımda Hoseok oturduğu kaldırımdan kalkıp üzerini silkeledi.

"Kimse oyunu kurallarına göre oynamaz ve sen bazen ayak uydurmak zorunda kalırsın."

Endişeli bakışlarımı ona çevirip bir süre suratına baktım.
"Ben kimseye ayak uydurmak istemiyorum."

Hoseok sadece suratıma baktı. Yüzü ifadesizdi.

"Ve artık umursamıyorum. Çünkü çok yoruldum tamam mı? Ne yaparsanız yapın. İsterseniz herkese söyleyin. Sanırım daha fazla bunu devam ettiremeyeceğim daha fazla oyun olmayacak bitti."

Kafamı yavaşca sallayıp eve doğru döndüm. Neden ağzımdan çıkanlarla düşüncelerim ters düşüyordu.
Evet umursamıyorum bir yalandı ve ben ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Sanırım gerçekten sonum yaklaşıyordu. Taehyung'un meselesi başkaydı ve işler benim için karışacaktı. Hoseok arkamdan seslendi.

"Jiho."

Adımlarımı yavaşlattığımda bana yetişti.

"Bu kadar mı yani açığa çıkmasını umursamıyor musun?"

Kafamı salladım.
"Evet umursamıyorum. Kaybedecek bir şeyim yok."

Hoseok beni durdurup kendine çevirdi.
"Ama benim var."

Dokunduğu yer karıncalanırken gözlerimi kıpıştırdım. Onunla konuşmak ne kadar da zordu. Nefesimi sürekli kontrol etmeye çalışmam gerekiyordu.

"Dediğim gibi benim yok."

"Hayır seninde var. Arkadaşların?"

"Onlara açıklarsam beni anlarlar. Ben onlara sadece yalan söyledim zarar verecek bir şey yapmadım."
Kendimi avutuyordum. Açıklarsam beni anlamazlardı yanlış bir şeyi açıklamak bunu iyi bir şey yapmazdı.

Suskunluğunu fırsat bilip devam ettim.
"Ama sen benle ortak olup Soojin'e zarar verdin."

Yine inkar edercesine kafasını salladı.
"Ona zarar vermek istemedim."

Hoseok bu geceki dalgınlığını çok belli ediyordu. Sanki bir anda birçok şey düşünüyordu.

"Evet yine başlıyoruz. Ben sana yine aynı şeyleri soracağım sen cevap vermeyeceksin. Neden yaptınlar, neden söylemedinler, inkar etmeler, susmalar..."

Hoseok bu gece daha fazla konuşmadı.
Çünkü o bu gece küçük bir çocuk gibiydi.  Karşımda bu gece küçük bir çocuk vardı ve bu beni mahvediyordu. Benim çaresizliğim onada geçmiş gibi hissediyordum.

Benim korkularım sanki artık ondaydı. Ve bu korkuları ben ortaya çıkarmıştım.

Her şeye rağmen ondan bunu çekip almak istiyordum. O bana bakamazken biraz daha onu izledim. Kaşları ara sıra çatılıyor ama önüne dökülen karışık saçları bunu gizliyordu.

Bir kere en azından bir kere saçlarına dokunmak istiyordum. Nasıl olur bilmiyordum ama bunu bir kere yapmak istiyordum.

Büyük ihtimalle yumuşacıktı saçları ve tıpkı evi ve kıyafetleri gibi çiçek kokuyordu.

Dalmış yüzüme baktığında kafamı çevirdim.
"Ben gidiyorum."

Hoseok sıkıntılı bir iç çekişin ardından arkamdan gelmeye devam etti. Evimizin kapısına varmak üzereydik.

"Peki Kim Jiho kaybedecek bir şeyin olmadığını söyledin."

Sıkılmış bir şekilde konuştum. Bir soruyu neden on kere soruyordu.
"Evet bir daha evet Jung Hoseok."

"Peki ben? Beni kaybetmekten korkmuyor musun?"

Söylediği cümle aklımı başımdan götürmüş beni yürüdüğüm düz yolda düşürmüştü.
Bu yaptığı haksızlıktı. Bunu alaylı bir şekilde söylemişti. Sesindeki alayı tanıyordum. Ama ben bunu gerçekten sormuş olmasını dilerdim.

Yüzüne bakıp onu kaybetmekten deli gibi korktuğumu söylemek.
Kokusunun dahil her şeyinin içime kadar işlediğini haykırmak isterdim.

Gözlerimi kapayıp boğazımdaki yumrunun gitmesini, karnımdaki ağrının beni terk etmesini bekledim.

Ve daha sonra onun huzursuz ama bir o kadar da muzip suratına döndüm.

"Korkmuyorum."

Yine yalan söyledim.

Hoseok bir adımda yanıma yaklaştı.
Belki de beni bir çözüm bulmaya ikna etmeye çalışıyordu.

"Kalbimi kırıyorsun. Arkadaş olduğumuzu düşünüyordum."

Sende benimkini kırıyorsun Hoseok.
Ya sen? Sen beni kaybetmekten korkuyor musun?
Bunu sana ben sorsam cevap verir miydin?

Sen Soojin'i kaybetmekten korkuyorsun.
Arkadaşlarını kaybetmekten çekiniyorsun.

Son kez yüzüne baktım.
"Değiliz. Arkadaş falan değiliz."

Hoseok'un alaylı yüzü düştüğünde eve gelmiştik bile bu sefer arkama bakmayacak ve eve girecektim.
Onu arkamda bırakıp bahçeye girdim.
Ve bunu yaparkende ayaklarım ona gitmek, gözlerim arkaya dönmek istiyordu.

Dış kapıya vardığımda cebimden anahtarları çıkarıp kapıyı açmaya çalıştım ama bur türlü açamıyor sürekli deliği ıskalıyordum.
Sırtımda Hoseok'un gözlerini hissetmem işimi zorlaştırıyordu.

Gözleri gibi arkamdan gelen seside beni rahat bırakmadı.

"Ben korkuyorum. Sen beni arkadaşın olarak görmüyorsun." Durdu. "Ama bu çocuk karanlık odasını aydınlatan kızı kaybetmekten korkuyor."

Anahtar elimden kayıp düştüğünde kapının kolunu tuttum. Zaaflar önemliydi.
Sizi zayıf düşürür ve zamanla yok edebilirdi.

Kendimi tutamayıp arkamı döndüğümde Hoseok bunu bekliyormuş gibi güldü.

"İyi geceler Jiho."

Ve karanlık sokakta ışığın altından yavaşca ayrıldı.

Ne atan kalbimi duydu ne de ona iyi geceler dememi bekledi.

Yine bir gece Hoseok leylak kokusunu aldı ve uzaklaştı.
Arkasında ise aklı birkaç gülüşte takılı kalmış bir kız bıraktı.








Hoseokun gamzelerinde boğulmanız dileğiyle.

Continue Reading

You'll Also Like

3.2K 356 15
Disney'e çok kızgınım, onlar beni kandırdı... /TEXTING/ ~Chanrosé~
774 124 5
Can sıkıntısı eserleri.
15.2K 1.8K 24
"Eğer ağlıyorsan ağacın üzerine çık ve onlara yukarıda yağmur yağdığını söyle."
112K 8.5K 25
" Çantan için akbil basmadıysan, çantanı çeksen de otursam diyorum. " [Tamamlandı] [2. Kitap ile devam ediyor] 05.12.18' rosekook #1 Başlangıç: 13111...