Good Night Hoseok | Hoseok

Galing kay mitsurine

130K 13.3K 14.8K

"Ve bu gecede kalbimde seninle uyuyacağım." Higit pa

ʟɪᴛᴛʟᴇ ʀᴇᴠᴇɴɢᴇ
ʟɪᴀʀ ʟɪᴀʀ
ᴜɴᴀɴsᴡᴇʀᴇᴅ
ʙᴀᴄᴋɢᴀʀᴅᴇɴ
sᴄᴀᴘᴇɢᴏᴀᴛ
ᴀᴄᴄᴏᴜɴᴛ ᴅᴀʏ
ᴍᴏᴏɴʟɪɢʜᴛ
ɪᴄᴇ ʜᴇᴀʀᴛs
ᴄᴏʟᴅ ɴɪɢʜᴛ
ᴘᴀᴘᴇʀ ᴄʀᴏᴡɴ
ʙᴀᴅ ʜᴀʙɪᴛs
ʜᴀᴘᴘʏ ᴅᴀʏ
sᴛʀᴏɴɢ ʀᴇᴀsᴏɴ
sʟᴇᴇᴘʟᴇss ʜᴏᴜsᴇ
ᴘʀɪɴᴄᴇss ᴄᴀᴋᴇ
ᴄʟɪғғ ᴄᴏʀɴᴇʀ
ʙʀɪɢʜᴛ ɢʀᴀss
ᴡʜᴏ ᴀʀᴇ ʏᴏᴜ?
ᴍʏ ᴛʀᴜᴇ ʜᴇᴀʀᴛ
ᴍɪᴍɪ x ʏᴏᴏɴɢɪ
ᴛᴡᴏ ʙᴏʏs
ғᴀᴋᴇ ᴡɪɴᴅ
ʙʟᴜᴇ ᴡᴀᴠᴇ
ʟᴏsᴇ ᴛʜᴇ ɢᴀᴍᴇ
sᴀᴅᴅᴇsᴛ sᴏɴɢ
ᴏᴘᴇɴ ʏᴏᴜʀ ᴇʏᴇs
ᴜɴᴅᴇʀᴡᴀᴛᴇʀ
sᴍᴀʟʟ ᴘɪʟʟ
sᴛᴏᴘ ᴛʜᴇ ʀᴀɪɴ
ʜᴏᴘᴇ ʙᴇɢɪɴs
sᴏʙᴇʀ ᴍɪɴᴅ
sᴛᴏʀᴍ ᴠᴀʟʟᴇʏ
ʙᴜᴛᴛᴇʀғʟɪᴇs
ᴍᴀᴋᴇ ɪᴛ ʀɪɢʜᴛ
ʙʟᴏᴏᴅ ᴀɴᴅ ʙᴏɴᴇs
Final
and the end
Teşekkürler ft. Delilah

ᴅᴏᴏʀs ᴄʟᴏsᴇᴅ

2.2K 282 228
Galing kay mitsurine

Siyaha bürünmüş milyonlarca kalp.
Hepsi düşünüyor geçmişi.
Beyazlığını kaybetmeden önceki temizliğini.

Fikirlerim, düşüncelerim.
Kararlarım, vazgeçişlerim.
Pişmanlıklarım ve bolca kaybedişlerim vardı.

Bunları bir kavonozun içine kapasaydım eğer, kavanoz kırılır cam parçalarından biri dile gelerek "artık bizi rahat bırak" diye bağırırdı.
Ben de haklısın deyip sessizce kenara geçerdim.

Ne ara her şey hakkında bu kadar düşünür olmuştum.
Kafamın içindekiler karman çorman bir yumaktı. O yumağı açmaya çalışşamda asla açılmayacaktı.

Neden izin vermiştim ki ipin bu kadar karışıp, koca bir yumak olmasına.
Ben izin vermemiştim bir nevi Hoseok yardım etmişti o yumağın karışmasına.

Oturma odasındaki ahşap saat 11'i gösterirken, mutfak masasında oturmuş meyveli yoğurdumu kaşıkla taciz ediyordum.
Arada kaşığın ucuyla yoğurttan yiyor daha sonra ise onu karıştırıyordum.

Eğer annem görseydi kafamı yoğurdun içine gömerdi. Ama göremezdi. Çünkü sinsi bir kedi gibi mutfağa süzülmüş ışığı da açmamıştım.

Mutfaktaki tek ışık sokak lambasının soluk ışığıydı. Saatin 12'ye gelmesine daha vardı fakat ben hâlâ Hoseok'u aramak ve aramamak konusunda bir sonuca varamamıştım.

O üstü kapalı doğum gününü kutladı ve sana hediye aldı.

O seni bahçesinden köpek kovalarmış gibi kovdu ve özür bile dilemedi.

Yoğurda batırdığım kaşığı aldım ve ardından yoğurtla doldurup ağzıma tıktım. Fevri hareketim sonucunda dişim güzelce bir acımıştı.

O seni okuldan atılmaktan kurtardı.

Söylediklerim için pişman değilim dedi.

Ama hediyeni kabul etti.

Kaşığı masaya fırlatıp sandalyeden başımı sarkıttım. Acaba kafayı yemek böyle bir şey miydi?

Belki de insanların beyni böyle patlıyordu.
Bir anda aklıma beynimin kulaklarımdan aktığı bir görüntü geldi.

Evet kesinlikle sıyırıyordum.

Ben yoğurdumdan büyük bir kaşığı daha ağzıma soktuğumda telefonum zalimce titremeye başladı.
Bir yandan ağzımdakini yutmaya çalışırken diğer yandan ekrana bakıyordum.

Rehberimde kayıtlı olmayan bir numara arıyordu. Fakat ben numaranın kime ait olduğunu biliyordum.
Bir anda telefonu masaya fırlattım. Niye arıyordu ki şimdi? Saat daha 12 bile değildi.

Sandalyemi telaşla itip tezgaha yürüdüm. Acilen su içmeliydim yoksa ağzımdaki yoğurdu yutamayacaktım.
Telefon huysuzca titrerken bir bardak suyu yarım yamalak içtim.
Yoğurdu yutmuştum peki şimdi ne olacaktı.

Ben onu arayıp aramamayı düşünüyordum.
Onun beni aramasını değil.
Telefonu elime aldığımda telefon kapandı.

Siyah ekranla bakışmaya başladığımızda pişmanlıkla nefes verdim. Neden vakitlice açmamıştım?

Mesaj sesi duyulduğunda telefonumu açtım.

05xxxxxxxx: Neden telefonunu açmıyorsun?

Ben de tam onu düşünüyordum.

Kmjiho: Kimsiniz?

05xxxxxxxx: Anonimcilik mi oynamak istiyorsun? Pekâlâ ben yakışıklı bir çocuğum.

Son cümle karşısında gözlerimi devirdim.

Kmjiho: Changgu sen misin? Egondan tanıdım.

05xxxxxxxx: Ben Hoseok ve lütfen telefonunu aç.

Telefon tekrar çalmaya başladığında tereddüt etsemde biraz oyalandıktan sonra açtım.
Bir müddet her zaman ki gibi ses gelmedi bu sessizlik devam ettiğinde ben konuştum.

"Konuşmayacaksan niye arıyorsun? Kendimi her seferinde Casper'la konuşuyormuş gibi hissediyorum."

Ellerimle tezgahta ritim tutmaya başladım.
Hâlâ konuşmamakta ısrar ediyordu.

"Pekala kapatıyorum sana iyi...-"
Cümlemi bitirmedim ona istediğini vermeyecektim.
"Kapatıyorum."

Bir gülme sesi duyulduğunda bekledim.
"Tamam. Tamam kapatma."
Biraz daha sessizce güldü.
"Ne yapıyorsun?"

Bunu normal bir şekilde, gecenin bu saatinde bana soruyordu. Peki neden?

"Meyveli yoğurt yiyorum."

Meyveli yoğurt yiyip seni düşünüyorum demek yerine sadece yoğurttan bahsettim.

Yine güldüğünde tezgahtaki ellerim durdu.
Ona ne yaptığını sormayacaktım.
"Sen neden aramıştın?"

"Hiç öylesine."

"Öylesine.... bu çok saçma."

"Neden saçma olsun."

"Bütün yaşadıklarımızı tek tek yine mi anlatayım."

"Onları atlattık sanıyordum."

Hiçbir şeyi atlatmadık biz hâlâ bir hiçiz.

"Hoseok eğer o iki kelime için aradıysan-"

Sıkkınca nefes verdi.
"Jiho onun için aramadığımı biliyorsun."

"Bilmiyorum ben senin ne için aradığını nereden bileyim."

Sesimin yükseldiğini fark ettiğimde elimle ağzımı kapadım.

"Dışarı gelsene."

"Ne?"

Sorumu görmezden gelip devam etti. Anladığımı biliyordu.
"Ben yürüyorum sende yürürsün hani oksijen, temiz hava falan."

Telefonu kulağımdan uzaklaştırıp derince bir nefes aldım.

"Jiho?"

Telefonu kulağıma geri çektim ve boğazımı temizledim.
"Efendim."

"İyi misin?"

"Tabii."

Tekrar güldüğünde elimle kolumu cimcikledim delirecektim belki çoktan delirmiştim.
Bu çocuk niye gülüp duruyordu. Sarhoş muydu acaba?

"Geliyor musun?"

"Sen sarhoş musun?"

"Hayır."

Bir süre daha sessizce bekledik ve Hoseok sonunda gerçekten sıkılmış gibi ofladı.
"Alt tarafı yürüyelim mi dedim. Neden 10 saattir düşünüyorsun?"

"Sana güvenebilir miyim diye düşünüyorum."

"Sen onu çoktan yaptın zaten."

Haklıydı ben o hatayı en başta yapmıştım.

"Gelmiyorum sen yürü."

"Kapının önündeyim."

Hızlıca mutfak camına gittiğimde tülü biraz oynattım. Gri kapüşonlu bir çocuk evin önündeki duvara yaslanmıştı.

"Ve gelmezsen zile basabilirim."

Gri kapüşonlu eve doğru döndüğünde camdan uzaklaştım.

"Evine git evine."

Hoseok duvardan ayrılıp demir kapımızı açtı.
Hayır hayır.

"Blöf yapmayı kes komik değil."

"Blöf yaptığımı kim söyledi. Zile iki kere mi basayım beş kere mi?"

Kapının önüne iyice yaklaştığında panikle kapıya gittim ve Hoseok'un eli havadayken kapıyı açtım.

"Delirdin mi?"

"Hangimiz delirmedik ki."

"Sen kesinlikle sarhoşsun."

Önüne düşen saçlarından birkaç tanesini itip gülümsedi.
"Kapının önündeyim hızlı ol lütfen."

Dış kapıya doğru yürümeye başladığında arkasından ağzım açık bir şekilde bir süre baktım.
Ve...
Kapıyı kapatıp dışarı çıkmak için parmak uçlarımda odama yürümeye başladım. Bu resmi olarak evden izinsiz ilk kaçışımdı. Ve annem öğrenirse kafamı koparırdı.

Sessizce pantolonumu giydikten sonra dolabımdan kalın bir hırka çektim.
Aynanın önünden geçerken kuyruğumdan çıkmış birkaç tutamı düzelttim.

Kalbim yerinden çıkacak gibiydi ve indiğim her basamak bu hissi güçlendiriyordu.
Anahtarı cebime attıktan sonra sessizce kapıyı açtım.
Bahçe kapısından geçip duvara yaslanmış çocuğa döndüm.

"Sen niye gecenin bir yarısı evime geliyorsun?"

Kollarını birleştirip yamukça gülümsedi.
"Burada Soojin'in de evi var. Belki... ona gelmişimdir. Olamaz mı?"

Ona gelmişti ve bu nedense acıtmıştı.
Nedensizce saçma bir şekilde fazla acıtmıştı.

"İyi o zaman onunla yürüsene beni niye uğraştırıyorsun."

Arkamı dönüp bahçeye geri girecekken kolumu tuttu.

"Şakaydı onunla yürümek istesem onu arardım."

Eli kolumda kaldığında yüzüne bakmadan yavaşca kolumu çektim ve kollarımı bağladım.
Gözlerini yukarıya çevirdi. Alay ediyordu.
"Aslında Soojin'i çağırırdım ama o yürümeyi sevmiyor."

"Şimdi gerçekten gidiyorum."

Bu sefer iki eliyle kolumu tuttuğunda kahkahalarla gülüyordu.

Kolumu sinirle çekip kollarımı bağladım ve yürümeye başladım.
Niye çıkmıştım ki dışarı hep bu aptallıklarım beni bu hallere düşürüyordu.

"Son kez soruyorum sen sarhoş musun?"

Kapüşonlusunun kenarından bana baktı hâlâ yüzünde güleç bir ifade vardı. Bu gece onda hiç görmediğim bir hal vardı.
O, mutluydu.

"Hayır değilim öyle mi gözüküyorum?"

"Evet gülüp duruyorsun."

"Çünkü komik."

Kollarımı indirip adımlarımı yavaşlattım.

"Niye beni dışarı çağırdın?"

Kafasını geriye atıp derin bir iç çekti.
"Yine aynı konu. Buralardaydım uyumuyor olacağını düşündüm. Bu kadar basit."
Ellerini cebine sokup kafasını kapüşonlusunun yaka kısmına sakladı.
"Soru sorup durma geziyoruz işte."

"İyi gezelim o zaman."

Aniden eğilip yüzüme baktığında yan gözle ona baktım ve kafamı salladım.
"Ne?"

Tekrar önüne dönüp kafasındaki kapüşonunu düzeltti zaten sabahtan beri onunla oynayıp duruyordu.
"Şaşkınlık içerisindeyim soru sormadın ve uzatmadın."

"İstersen hemen hazırda sorularım var. Sıralayabilir, uzatabilirim."

Ellerini hayır anlamında salladı.
"Yok yok kalsın."

Bir süre sokak lambalarının aydınlattığı sokakta yürüdük.
İkimizde hiç konuşmamıştık. Soru sormamı sevmiyordu benim konuşma anlayışım ise soru sormaktan ibaretti.

Sessiz sokakta sadece adım seslerimiz duyuluyor, bu derin sessizliğe gece eşlik ediyordu.

"Yoruldun mu?"

Ona bakmadan kafamı salladım.
"Hayır."

Bulunduğumuz sokaktan çıkmış aşağı doğru yürüyorduk. Hoseok kenardaki parkı görünce o tarafa yöneldi. Bu Soojin'le sürekli oynadığımız parktı.

"Ama ben yoruldum."

Hoseok gidip salıncaklardan birine oturdu.
Ellerimi cebime soktum ve gülme isteğimi bastırdım, ilk defa başarılıda olmuştum.

Kafamı iki yana salladım.
"Bu çok çocukça."

Hoseok salıncağın zincirlerini tuttu.

"Nasıl yani havalı değil mi? Hani filmlerde kızla çocuk salıncağa otururlar..."

Hatırlayıp hatırlamadığımı ölçmek için yüzüme bakmaya başladı.
Öyle filmler görmüştüm. Ama bir fikrim yokmuş gibi tek kaşımı kaldırdım.
"Görmedim, ama şu an çok çocukça görünüyor."

Eğer Pony'lerimi bilse ne derdi acaba.

İleri geri hafifçe sallanmaya başladığında, yandaki salıncağı işaret etti.
"Tepemde dikilmeye devam mı edeceksin? Otursana."

Sessizce gidip yanındaki salıncağa oturdum. Bu gece nedense Hoseok'un her dediğini yapıyordum.
Salıncağa yerleştim. Hava bu gece ılık bir yaz gecesini andırıyor, parktaki çiçek kokuları burnuma doluyordu. Hoseok yavaşça sallanmaya devam ederken sordu.

"Anlatacaktın."

"Neyi?"

"Soojin'le sorununu. Bu gece kaçamayacaksın."

Kaçmak istemiyordum ama bu konuda konuşmakta istemiyordum.

"Çok parlak bir ilişkimiz yok."

Hoseok güldü.
"Onu anlayabiliyorum."

Güldüm.
"Bu hikayeyi masal şeklindede anlatamam çünkü bu benim için üzücü bir masal. Arkadaştan yenmiş bir kazık olarak düşün."

"Sanırım nasıl bir his biliyorum."
Dalgın gözleri önüne bakıyordu.

"Kısacası ben Soojin batmasın diye elinden tutmak isterken o beni dibe itti. Bir sadakatsizlik de diyebiliriz."

Ayağımla kumu karıştırdım ve yere bakmaya başladım.

"Peki şimdi dipten çıktın mı? Yani intikamını alınca."

Bu sefer daha sesli güldüm. Salıncakta oturan ikimizi gösterdim.
"Daha çok battım."

Söylediğim şeye oda gülümsedi.
"O gün altıncı katta olmak benim suçum değildi. Emin ol ben de orada olmak istemezdim."

"Her şeyi çok batırdın Hoseok Jung." dedim acı bir gülümseyişle.

"Bu senin beceriksizliğindi Jiho Kim."

Uzun bir sessizlik aramızda dolaştı o sessizlik bir ara kaydıraktan kaydı, saçlarımızı okşadı. İkimizde sustuk. Ben biraz düşündüm, Hoseok ise biraz sallandı.

"Gerçekten o kız... büyükannesiyle kurdu ayırt edemeyecek kadar salak mı?"

Dalgın anımda yönelttiği soruyla afalladım.
Sorusunu algılayıp algılayamadığımı anlamak istercesine sallandığı salıncakta eğildi. Ve meraklı bir çocuk gibi gözlerimin içine baktı.

Bu çocuksu hali gözüme oldukça tatlı gözüküyordu.
Gülmeye başladım.
O kadar güldüm ki ağzımın kenarları ağrıyana kadar, ellerim dizlerimi sıkmaktan acıyana kadar güldüm.

Kendimi durdurabildiğimde kapalı olan gözlerimi açtım ardından gözüme gelen yaşı sildim.

Her şey çok ama çok saçma hissettiriyordu.

Gülmem durduğunda yavaş yavaş sakinlemeye başlamıştım. Kafamı tutunduğum zincirin üstündeki elime koydum.

"Ne demiştin?"

"Vazgeçtim dalga geçiyorsun."

Kafamı kaldırıp ciddi olup olmadığını ölçmek için yüzüne baktım.
Sanırım ciddiydi. O, alınmış mıydı?

"Sorduğun şeye gülmedim."
Bana dönüp cevap beklercesine suratıma baktı.
"Sadece sen çok..."

Lanet olsun ona çok tatlı olduğunu düşündüğümü ve ayriyetten sinirlerimin bozulduğunu söyleyemezdim.

"Ben çok.."

Kendimi salıncakta itip sallanmaya başladım. Konuyu kapamam lazımdı ben kızarmaya başlamadan, mide ağrım baş kaldırmadan önce.
Yarım yamalak algıladığım sorusunu cevapladım.

"Bu bir masal. Büyükannesiyle kurdu ayırt edememesine neden takılıyorsun."

"Masallar mantık hatalarından ibaret yani."

"Hayır mutlu sonlardan ibaret. Mutlu son için birkaç mantık hatası önemsiz olmalı."

Hafifçe kıkırdadı ve kollarını çekiştirdi, sanırım üşüyordu.

"Yani bir kızın eline iğne batması sonucu yıllarca uyuması, kırmızı başlıklı kızın kıllı bir kurdu büyükannesi zannetmesi garibine gitmiyor?"

Gülüp alayla konuştum.
"Yani belki kızın iğneye alerjisi var ya da büyükannesi fazla kıllı. Bunların hepsi olası."

"Bunların hiçbiri sana saçma gelmiyor yani."

Ayağımı yere vurup biraz yavaşladım.
"Gelmiyor işte. Dedim ya adı üstünde.. masal-"

Birisi salıncağın arka kısmını tuttuğunda irkildim fakat ses çıkarmadım. Hoseok arkama geçmiş salıncağı durdurmuştu. Hoseok salıncağın iki ucunu tuttu ve hafifçe saçıma eğildi. Kafamı kaldırmadan bekledim.

"Bence sen..."
Sıcak nefesi hemen kafamın üzerinde dışarı çıkıyor sanki saçlarımın arasında geziniyordu.
"...sen masalları değil. Masalların arasına gizlenmiş yanlışları seviyorsun Kim Jiho."

Kıpırdayamıyor hareket edemiyordum. Sanki o, bir büyü yapmış her şeyi durdurmuştu.
Zamandan önce kalbimi.

"Peki bu masallar düşündüğün gibi gerçekten hep mutlu sonlu mu?"

Yutkunup kendimi salıncaktan aşağı attım sanki çenesi kafama değmişti.
"Neyse ne. Amma abarttın."

Hoseok tuttuğu zincirleri bırakmadan kaşlarını çattı. Ya üzerimdeki etkisinden haberi yoktu ya da görmezden geliyordu.
Alakasız bir şey sordu.
"Şaçların ne kokuyor?"

Refleks olarak kuyruğumun ucunu burnuma değdirdim.
Ne kokuyordu ki. Kötü mü kokuyordu?
Daha dün yıkamıştım.
Burnuma şampuanımın kokusu geldiğinde Hoseok'a baktım.

Hoseok yamukça gülümsüyordu. Kapüşonunun altındaki dalgalı saçları bugün yüzüne gölge düşürmüyor, adeta ışık vuruyordu.

"Güzel kokuyor."

Konuyu dağıtmak adına öksürdüm.
"Şampuan işte."

Kolunu burnuna götürdükten sonra yanıma yaklaştı.
"Benimde kıyafetlerim güzel kokuyor. Leylak çiçeği. Annem çok sever."

Hırkamın kollarını çekeleyip gülümsedim.
Leylak kokulu Hoseok.

"Kokmak ister misin?"

Bana doğru yöneldiğinde ellerimi kaldırdım.
"Yok hiç gerek yok."

Önümde durduğunda gülüyordu. Kolunu kaldırdı.
"Kim Jiho yine garipleşiyordu."

"İstemiyorum dedim ya."
Arkamı dönüp kaçmaya yeltendiğimde hiç beklemediğim bir şey yaptı.

Hoseok arkadan beni tuttu ve leylak kokulu koluyla ağzımı kapattı.

Kokusu burnuma dolarken kıpırdayamıyordum.
Sadece kıyafetinin kokusunu duyurmak istemişti bana, fakat ben şaçlarının kokusuyla boğuluyordum kollarında.

Kolunu indirmek yerine daha çok yaklaştı ve bu sefer gri kapüşonlusunun koluyla gözlerimi kapattı.

Bana biraz daha yaklaştı ve karanlık sokakta kulağıma fısıldadı.
"Çok korkaksın Jiho ve ben korktuğun şeyin ne olduğunu anlayamıyorum."

Anlayamazsın zaten. Sen korktuğum şeyin yaptıklarım olduğunu sanarken, asıl korkumun sen olduğunu hiçbir zaman anlayamazsın.

Jung Hoseok.






Gece Hoseok beni eve geri bırakmıştı. Ve biz eve gelene kadar hiç konuşmamıştık. Bütün gece leylak kokusu burnumdan hiç gitmemişti.

Gece boyunca kimi yüzümü yorgana gömmüş, bazen kafamı yastığın altına saklamıştım.
Şimdi okula yürürken ayaklarıma takılmamın sebebi ise uykusuzluktu. Ayriyetten de acı bir şekilde geç kalmıştım.

Son bir güçle demir kapıdan geçtim. Bahçe neredeyse boşalmıştı. En azından derse yetişeceğim için mutluydum.

Okul bahçesinde ilerlerken gözlerim iki çocuğa takıldı. Okul duvarının dibinde hararetli hararetli konuşuyorlardı.

Hoseok ve Taehyung.

Bu ayaklarımın yavaşlamasına sebep olmuştu. Korkmamalıydım onlar sadece konuşuyorlardı. İki arkadaş gibi.

Bir süre orada kaldım. Her ne konuşuyorlarsa bu pek arkadaşca görünmüyordu.
Hoseok çatık kaşlarıyla çevrelenmiş gözlerini ayakta dikilen bana çevirdi. Saniyesine Taehyung'da öyle.

Onlara bakmıyormuş gibi okula doğru yürümeye devam ettim. Ne kadar inandırıcı göründüğü tartışılırdı.
Hoseok, Taehyung'un yanından ayrılıp bana bakmadan yürümeye başladı. Taehyung ise çoktan kafasını önüne çevirmişti bile.
Oda bir süre sonra Hoseok'un arkasından içeri girdi.

İkisi tarafindanda görmezden gelinmiştim.
Ne hoş bir sabahtı böyle.

Aralarındaki hararetli konuşmayı kendi üzerime alınmamaya çalıştım ve buna inandım.
Her şey benimle alakalı olacak diye bir şey yoktu.
Ve ben bu dediğimede inandım.

İlk teneffüsün zili çaldığında öğretmen daha sınıftan ayrılmadan sınıftakiler sınıfı boşalttı. Bense kaçırdığım birkaç notu geçiriyordum.

Mimi ders boyunca kullanmadığı kalemini parmağında çevirdi.
"Kalemle yapabildiğin sadece bu değil mi Mimi?" dedim ona bakmadan.

Mimi bana doğru bir hıh yapıştırdı ve bacak bacak üstüne attı.
"Sen öyle zannet."

Mimi kalemi büzdüğü dudaklarının üzerine yerleştirdiğinde istemsizce güldüm.
"Ne yapıyorsun Mimi?"

"Seni güldürmeye çalışıyorum. Mükemmel bir arkadaş olarak."

"Teşekkür ederim."

Sınıfa giren Min Yoongi, Mimi'nin ağzındaki kalemi düşürmesine sebep olurken artık daha çok gülüyordum.

Min Yoongi ise gördüğü manzara karşısında çoktan kafasını ters yöne çevirmişti bile.
Mimi sırada iki büklüm olup kuyruk yaptığı saçlarını açtı. Ve saçlarını yüzüne getirdi.

"Kesin gördü kesin."

"Malesef gördü Mimi. Sanırım yüzde 50 olan şansınıda az önce sıfırladın."

Mimi her zaman ki gibi hayıflanmak yerine gözünü devirdi.
"Başlıcam böyle şansa ama."

Mimi'nin saçını düzelttim.
"Sen daha iyilerine layıksın Mihyun. Yoongi sana iki beden küçük."

Mimi üzgünce Yoongi'ye bakmaya başladığında onun gözlerini kapadım.
"Şimdi akıllı bir kız gibi kantine iniyorsun. Ben de şu notu bitirip geliyorum."

Mimi gözlerini parmaklarıyla kapatıp sıradan çıktı ve kapıya doğru yavaşca yürümeye başladı.
Bu aralar Yoongi'yi hayatından çıkarmaya çalışıyordu. Aslında Yoongi zaten Mimi'nin hayatına hiç girmemişti.

Ama yinede bu Min Yoongi'ye göz yumma çabaları ikinci teneffüs sona erecekti.
Telefonum titrediğinde sıranın altından telefonumu çıkarıp gelen mesajı açtım.
Numara kayıtlı değildi fakat bu numara Hoseok'un da değildi.

05xxxxxx: Emin ol ki birkaç kişinin bildiği sır artık sır değildir. O artık kapısı açılmış bir felakettir ve o felaket sanırım kapında.
Ya da arkadaşlarının kapısında
Neden kantine arkadaşlarının yanına inmiyorsun.

Elim havada asılı kaldı. Bir süre yerimden kalkamamış tekrar tekrar mesajı okumuştum.
Anlayamıyordum.
Yanlışlıkla bana gelme ihtimalini düşünmüş, Mimi'nin yaptığı bir şaka olabileciğini varsaymış ama hiçbir sonuca varamamıştım.

Sıramdan kalktığımda gücüm vardı fakat eğer bu bir şaka değilse kantine inmeye gücüm yoktu.
Yinede telefonumu elimde sıka sıka kantine ilerledim.

Bu mesajı atan her kimse neden böyle bir şeyler yazmıştı. Yoksa söylediği o felaket çok mu yakındı.

Kantine girdiğimde her şey normal gözüküyordu. Kantinin önünde uzun bir sıra vardı.
Masalar gülen, kahve içen öğrencilerle doluydu. Bütün herkes mutluydu.
Bir masa hariç o masadakilerin yüzünde başka bir şey vardı.

Yanlarına ilerleyip sandalyeyi çektim. Sakin olmaya çalışıyordum yanlış bir hareket yapmamalıydım.
Belki de ters giden hiçbir şey yoktu.

Sadece birisi şaka yapmıştı.

Bizimkilerin yanına yaklaştığımda gülümsemeye çalışarak sordum.
"Neden kahveleri almadınız? Teneffüs bitecek."

Üçündende ses gelmediğinde güçlüce yutkundum.
"Changgu bir centilmen olup bize kahve getirir misin?"

Changgu elinde çevirdiği telefona bakıyor kafasını kaldırmıyordu. Beni duymamazlıktan geliyordu.

Arin elinde katlı tuttuğu bir kağıda gözlerini sabitlemişti.
Mimi ise kafasını eğmiş elleriyle oynuyordu ilk defa bu kadar suskundu.

Ve ben ilk defa Mimi başımı şişirsin, saçmalıklarıyla beni rahatsız etsin istiyordum.
Ama hiçbiri konuşmadı.

Arin'in gözlerinde kırgınlık vardı. Arin'i iyi tanıyordum. Ve aşağı düşen kaşları bunu saklayamıyordu. Arin elinde tuttuğu kağıdı önüme itip ilk konuşan oldu.

"Bizi neden söylemedin Jiho?"




Hoseok'un gamzelerinde boğulmanız dileğiyle.
-Sevgiler

Ipagpatuloy ang Pagbabasa

Magugustuhan mo rin

112K 8.5K 25
" Çantan için akbil basmadıysan, çantanı çeksen de otursam diyorum. " [Tamamlandı] [2. Kitap ile devam ediyor] 05.12.18' rosekook #1 Başlangıç: 13111...
262K 20.5K 38
" Merhaba, ben Pelin Akçay. Başkomiser Pelin Akçay. Memnun oldum. " Pelin ebeveynlerinin ani ölümü sonrasında, yas tutmaya bile vakit bulamamıştı...
15.2K 1.8K 24
"Eğer ağlıyorsan ağacın üzerine çık ve onlara yukarıda yağmur yağdığını söyle."
2.9K 289 11
"işte ben bugün öldüğümü hissettim. bugün ben, bütün varlığımı kaybettim." angst -