Good Night Hoseok | Hoseok

By mitsurine

130K 13.3K 14.8K

"Ve bu gecede kalbimde seninle uyuyacağım." More

ʟɪᴛᴛʟᴇ ʀᴇᴠᴇɴɢᴇ
ʟɪᴀʀ ʟɪᴀʀ
ᴜɴᴀɴsᴡᴇʀᴇᴅ
ʙᴀᴄᴋɢᴀʀᴅᴇɴ
sᴄᴀᴘᴇɢᴏᴀᴛ
ᴀᴄᴄᴏᴜɴᴛ ᴅᴀʏ
ɪᴄᴇ ʜᴇᴀʀᴛs
ᴄᴏʟᴅ ɴɪɢʜᴛ
ᴘᴀᴘᴇʀ ᴄʀᴏᴡɴ
ʙᴀᴅ ʜᴀʙɪᴛs
ʜᴀᴘᴘʏ ᴅᴀʏ
sᴛʀᴏɴɢ ʀᴇᴀsᴏɴ
sʟᴇᴇᴘʟᴇss ʜᴏᴜsᴇ
ᴘʀɪɴᴄᴇss ᴄᴀᴋᴇ
ᴄʟɪғғ ᴄᴏʀɴᴇʀ
ʙʀɪɢʜᴛ ɢʀᴀss
ᴅᴏᴏʀs ᴄʟᴏsᴇᴅ
ᴡʜᴏ ᴀʀᴇ ʏᴏᴜ?
ᴍʏ ᴛʀᴜᴇ ʜᴇᴀʀᴛ
ᴍɪᴍɪ x ʏᴏᴏɴɢɪ
ᴛᴡᴏ ʙᴏʏs
ғᴀᴋᴇ ᴡɪɴᴅ
ʙʟᴜᴇ ᴡᴀᴠᴇ
ʟᴏsᴇ ᴛʜᴇ ɢᴀᴍᴇ
sᴀᴅᴅᴇsᴛ sᴏɴɢ
ᴏᴘᴇɴ ʏᴏᴜʀ ᴇʏᴇs
ᴜɴᴅᴇʀᴡᴀᴛᴇʀ
sᴍᴀʟʟ ᴘɪʟʟ
sᴛᴏᴘ ᴛʜᴇ ʀᴀɪɴ
ʜᴏᴘᴇ ʙᴇɢɪɴs
sᴏʙᴇʀ ᴍɪɴᴅ
sᴛᴏʀᴍ ᴠᴀʟʟᴇʏ
ʙᴜᴛᴛᴇʀғʟɪᴇs
ᴍᴀᴋᴇ ɪᴛ ʀɪɢʜᴛ
ʙʟᴏᴏᴅ ᴀɴᴅ ʙᴏɴᴇs
Final
and the end
Teşekkürler ft. Delilah

ᴍᴏᴏɴʟɪɢʜᴛ

3K 328 299
By mitsurine

Kağıttan uçaklarımın hepsini camdan dışarı yolladım.
Camın altında su birikintisi olduğunu fark edemeyecek kadar aptaldım.


Aslında hayat denilen ince, bir o kadar da keskin çizgi sandığımızdan dahq garipti belki de.

Kısa kollu giydiğimiz güzel güneşli günlerde önümüze yağmuru çıkarabilir.

Mutsuzken izlediğiniz çizgi filmin saçma bir bölümünde sizi ağlatabilir.

Karşınıza yollarınızın kesişmesine ihtimal dahi vermediğiniz garip gamzeli bir çocuk çıkarabilir.

Başınıza bütün kötülükleri getirdiğini düşündüğünüz kızıl saçlı bir kızı karşınıza oturtup brokoli yedirtebilirdi.

Garip bir o kadar da komik.

Bu akşam yüzümde mimik nâmına biraz bile kıpırdanma yoktu. Birkaç hafta öncesine kadar küçük şeylere gülüp eğlenir, kendi çapımda üstün derecede normal ve basit hayatımda mutlu olmaya çalışırdım.

Şimdi ise Hoseok'u, Soojin'i, arkadaşlarımı, annemi, babamı, herkesi bir kenara bırakıp uyuyan güzelin yanına yatmak ve bir daha uyanmamak istiyordum.

Tabağımdaki yeşil ve şu anda bulunduğumuz ortam kadar gereksiz olan brokoliyi ikiye böldüm.
Ağzıma atmak yerine onu çatalımla tabakta gezdiriyordum.

Annem ev sahipliğinin vermiş olduğu kibarlıkla konuştu.
"Soojin biraz daha sebze almak ister misin tatlım."

Çatalımla böldüğüm iki brokoli parçasınıda bir çırpıda ağzıma attım. Maksat ağzımı doldurmak ve bana bir soru yöneltilmesine engel olmaktı.

Soojin fön çekilmemiş fakat kuaförden çıktığını düşündüren güzel parlak şaçlarını geriye attı.

"Teşekkürler bu aralar kiloma dikkat ediyorum. Tombul yanaklarım olsun istemem."

Cümlesine nokta bile koymadan kafasını bana çevirip önce yüzüme daha sonra brokoli dolu yanaklarıma baktı.

Ağzımdaki brokoliler ve ben Soojin'in iğneleyici hakaretiyle durmuştuk.
Gözüm istemsizce seyirdiğinde bir şeyler söylemek istiyordum. Ağzımda birkaç hakaret yuvarlanıp duruyor fakat dışarı çıkamıyordu.

İstesemde çıkaramazdım. Annem bu gece, okulda olanlarla ilgili bir konu hakkında konuşmamamı binlerce kez tembihlemiş Soojin'in bu konuda çok hassas olabileceğini söyleyip durmuştu.

Kendimin de hassas olduğu bir konuyu zaten açamazdım. Fakat annem bunu bilmiyor, kızının etrafını sarmış kara bulutları dağıtmak yerine Soojin'in gökkuşağını koruyordu.

Sonunda brokoliyi zorla yuttuğumda çatalı tabağımın kenarına bıraktım.

Masa oldukça neşeliydi. Ortada bir muhabbet dönüyor Soojin dahil herkes o muhabbetin içinde eğleniyordu. Bense defterin kopuk yaprağı gibiydim.
Kenarda ve kopuk.

Sandalyemde geri yaslanıp çatalımın ucuyla oynamaya başladım. Bu geceyi atlattıktan sonra endişe ettiğim diğer konulara geçecektim.
Soojin ise bu geceyi atlatmama yardımcı olmayacak gibiydi.

Elindeki içeceği masaya bırakarak bana döndü. Masadaki diğer konuşmadan çıkış yapmıştı.

Bana bakışları zorlamaydı ve samimiyetten oldukça uzaktı.
"Jiho bu akşam hiç konuşmuyorsun?"
Kaşlarını çattı ve yüzünü şaşırmış bir ifade bürüdü.
"Yoksa kiloyla ilgili söylediklerime mi takıldın?"

Hayır Soojin takılmamıştım aslında üstümede alınmamıştım tâki sen konuşana kadar.

Yüzüne bakıp uzun bir süre tebessüm ettim. Bir psikopat gibi göründüğümü düşünüyordum. Dişlerimi sıkıp cevap verdim.
"Yok alınmadım."

Önümdeki bardağa uzanıp suyu yudumladığımda brokoliler midemde tepişmeye başladı. Soojinse zaferle yüzüne sarsak bir gülüş yapıştırmıştı.

Hedefini tutturmanın mutluluğunu yaşıyordu. En az bir hafta aynada yanaklarımın tombik birer top olup olmadığını kontrol edeceğimi biliyordu.

Hiç bozmadan gülümserken bir yandanda dişlerimi sıkıyor bir hata yapmamak için kendimi frenliyordum.

Bu akşam Soojin'de farklı bir şeyler vardı. Normalde toplu aile yemeklerimizde benimle uğraşabilecek bir malzemesi varsa uğraşır eğer yoksa adeta sandalyem boş gibi davranırdı.

Bu akşam benimle uğraşması beni endişelendirmişti. Kraliçemizin benle bir derdi olmalıydı.

Eğer varsa bile sıraya girmeliydi.

Bitmeyen sonsuz yemeğin ardından ailelerimiz bahçede oturmaya karar verdiler.

Soojin ise bu fikri beğenmeyip annesinin kulağına bir şeyler fısıldadı.

Anneme yemeklerin çok lezzetli olduğu ile ilgili bir şeyler zırvaladıktan sonra babasına döndü.
Babasıyla birbirlerine attıkları birkaç sinirli bakıştan sonra Soojin çok umursamadan herkese iyi geceler diledi.

Annem anlamadığım bir şekilde Soojin'in aramızdan ayrılmasına üzülmüş gibiydi. Bu akşam ona ayrı bir ilgi göstermiş ve sıradan şakalarla onu güldürmeye çalışmıştı.

Büyük ihtimalle Soojin'in büyük bir bunalımda olabileceğini falan düşünüyordu.

Soojin yanımdan geçip gidecekken durdu.
"Görüşürüz Jiho."
Kolunu kaldırıp saatine baktı.
"Yatma vaktin gelmiş olmalı iyi geceler."

Tiksinircesine dudağımı yamullttum.
"Teşekkürler sayende gecem iyi geçecek."

Ellerim karıncalanmaya kulaklarıma doğru ateşler çıkmaya başlıyordu.
Bir süre daha alaylı bir şekilde yüzüme bakıp cevap vermeden yanımdan geçip gittiğinde burnumu yakan parfümle yüzümü buruşturdum.

O gitmişti fakat ben hâlâ kapının kenarında durmuş elbisemin eteklerini sıkıyordum. Benim sinir sistemimi 1 saniye içinde talan edip çekip gidiyordu.

Kazanan o, kaybedip bir köşede kalan ben oluyordum.
Kazanmak için yaptığım tek hamledede yenilmiş sayıyordum kendimi.

Arkamı dönüp odama kaçacağım sırada annem bana seslenip durmamı sağladı.

"Jiho Soojin ceketini unutmuş ona verir misin canım. Dış kapıda olmalı."

Hiç oralı olmadan konuştum.
"Eğer istiyorsa kendi alabilir."

Arkamı dönüp merdivenlere doğru yürümeye başladığımda annem ısrar etmeye devam etti.

"Jiho lütfen ama. Verip geleceksin neden böyle davranıyorsun?"

Ona dönüp huysuzca ayağımı yere vurdum. Çocuk gibi davrandığımı biliyordum. Ama annemin beni anlamadığınında farkındaydım.

Soojin'le aramızdaki ilişkiyi benim bozduğumu düşünüyordu. O gece beni korumadığı için Soojin'e kızgın olduğumu falan belki de.

Aslında tüm bildiklerinin suyun duru tarafı olduğunun farkında değildi. Soojin'le ilgili hiçbir şey istemiyordum.

Elinden ceketi hızla çekip ağzımı bile açmadan girişe doğru yürüdüm. Kaçış yerim olmadığı zamanlarda yapıp kurtulmayı tercih ediyordum.

Dışarı çıktığımda rüzgar tenime sertçe çarptı. Elimle kolumu sıvazlayıp Soojin'i aradım.
Soojin bahçe kapısına dayanmış telefonuyla uğraşıyordu.

Yanına git ceketi ver ve geri dön.

Basit çizelgemi hazırlayıp yanına doğru yürüdüm. Beni fark ettiğinde telefonunu cebine attı.
Ona ceketini uzattım.

"Ceketin. İçeride unutmuşsun."

Ceketi almak yerine rahat bir şekilde bahçe duvarına dayandı. Rüzgar hafif sesler çıkararak aramızda esiyor sessizliğin yerini dolduruyordu.

Kafamı yana çevirip ceketi uzattığım kolumu indirdim.
Sesli bir iç çektikten sonra nefesini soğuk havaya bırakıp cebinden aynasını çıkardı.

Aynayı yüzüne hizâlayıp kırmızı rujunun taze olup olmadığını kontrol etti.

Kırmızı rujun abes kaçmayacağı bir yere gidiyor olmalıydı. Çünkü şu an bu renk sakin sokağımıza biraz fazlaydı.

Aynayı hızlıca kapayarak cebine attı. Dayandığı duvardan ayrılıp tam karşıma dikildi.

"Madem şu an baş başayız sana sormak istediğim bir şeyler var."

Vücudum anlık bir titremeyle sarsılırken beni titreten şeyin soğuk değil Soojin'in buzdan farksız gözleri olduğuna kanaat getirdim.

Eski bir arkadaş için fazla soğuktular.

Bedenim endişeyle kasılırken bir an için bütün kötü olasılıklar beynimi istila etmeye başlamışlardı.

Beynimin içinde tehlike çanları çalıyor ve beni uyarıyordu. Cevap vermeye çalıştım.

"Evet dinliyorum."

Soğuk gözlerini üzerime bıraktı.
"Geçen gün Hoseok'la... konuştuğun konu neydi?"

Şimdi gözlerimin tam içine bakıyor, gözlerimi kaçırmama fırsat bırakmıyordu.
Sorusu içimin titremesini azaltmasada Hoseok'la ne konuştuğumu bilmeme olasılığı beni sakinleştirdi.

Biraz olsun rahatlamanın verdiği özgüvenle kafamı yana çevirip gülümsedim bu sinirlerimin bozulmaya başladığının alâmetiydi. Tereddütsüz o an kurabileceğim kendime göre en mantıklı cümleyi kurdum.

"Hoseok'un okulumuzdan bir öğrenci olduğunu varsayarsak onunla konuştuğum herhangi bir konunun seni ilgilendirdiğini düşünmüyorum "

Her zamanki gibi yalandan gülümsediğinde sessizliğini firsat bilip devam ettim.

"Ya da bu kadar merak ediyorsan niye arkadaşına sormuyorsun?"

Bu söylediğim kesinlikle bir blöftü Hoseok'un ona söyleyip söylemeyeceğini kestiremiyordum bu hiç ama hiç güvenli bir seçenek değildi.

Yüzüme bakmaya devam etti.
"Başka sormak istediğin garip bir soru yoksa sana iyi eğlenceler."

Ceketini eline tutuşturup hemen kapıya döndüm.
Bakışları gibi ses tonuda buz gibiydi bana karşı hissettiği soğukluğu sesine ve bakışlarına da geçiriyordu.

"Hoseok'tan ve arkadaşlarımdan uzak dur Jiho."

Söylediği şey önce ayaklarımın durmasına daha sonra da zihnimde yankılanmasına sebep oldu.
Soğuk rüzgar ise Soojin'in yanında etkisini yitirmiş sadece tatlı bir yel gibi gelmeye başlamıştı.

"Onlar senin takılabileceğin tipler değil ve asla da olmayacaklar."

Ses tınısında küçük bir alay belki de biraz küçümseme vardı. Hissedebiliyordum.

Küçükken yeni aldığımız elbiseleri giyip parka gittiğimizde onun elbisesinin etekleri çalılara takılıp yırtılmıştı.

Kaldırıma oturup dakikalarca ağlamış bende elini tutup yanında beklemiştim.
Sonunda dayanamayıp kendi elbiseminde eteğini yırttığımda arkadaş olmanın bunu gerektirdiğine inanmıştım.

Fedakarlık ve güvenle harmanlandığına.
Her göz yaşının ondan akıp senin gözlerinin altında yuva yaptığına.

Şimdi ise o eski dostum bana kin dolu gözlerle arkadaşlarından uzak durmamı söylüyor üstü kapalı beni uyarıyordu.

Gözlerim dolarken kendimi bunun yüzüme yediğim rüzgardan olduğuna inandırmaya gayret ettim.

Yüzüme meydan okurmuş gibi baktığında yine yenildim. O da zaten baştan kaybedeceğimi adım gibi biliyordu.
Zar zor kendimi topladığımda ağzımdan çıkan tek şey
"Neden?" Oldu.

Bir süre ağzından çıkanı bilmeyen bir çocukmuşum gibi bana baktı.
"Neden mi?"

Cümlelerine tek tek vurgu yaparak devam etti.
"Çünkü senin etrafımda, çevremde, arkadaşlarımın yanında olmanı istemiyorum gayet açık değil mi?"

Gözlerimi kaldırımdan çekip bir daha sordum. Sorumu anlamamıştı.
"Neden Soojin."

Kafasını yana çevirip ofladı. Sıkılmıştı.

Sorumda anlaşılmayacak bir şey yoktu ona beni neden bir köşeye atıp üstüme bastığını ya da neden beni eski bir resimmişim gibi rafa kaldırdığını soruyordum.

Hoseok bana ikide bir bunu neden yaptığımı soruyordu bende Soojin'e beni neden yok saydığını.

Buna hakkım vardı değil mi?

Cevabımı istiyordum.
Ama Soojin sorumu görmezden geliyordu.

Elini elbisemin fırfırlı koluna götürdü ve gülümseyerek elini fırfırlarda gezdirdi.

"Bunu küçük bir uyarı olarak algıla. Fırfırlı elbisene çamur bulaşmasını istemiyorsan çamurlu yollara girmemen lazım."

Acı bir fren sesiyle arkasına baktığında hafiften bir müzik sesi işittim. Sokağın başından bize yaklaşan araba bu akşamki hayal kırıklığı resitalimi bitirdiğimin habercisiydi.

Soojin hızla saçlarını bir iki defa eliyle kabarttı ve son cümlesini bana armağan etti.

"Dediğim gibi Jiho hayatta hiçbir şeyin nedeni yoktur. Kader ister, bizler yaparız sorgulama ve yaşa olur mu?"

Kırmızı rujun esir aldığı dudaklarını genişleterek gülümsedi ve yanımıza yaklaşan arabaya doğru ilerledi.

Bahçe kapısının önünde gözlerim dolmuş, yıpranmış, üstüne basılmış eski bir defter gibiydim.

Zavallı dedi yeni tanıştığım Jiho
yine yenildin.

Ardından yanımdan geçip giden arabanın içinden tanıdık bir çift göz destekledi yenilgimi, o acizlikle rüzgarla uçuştu saçlarım.

Yine en zavallı halimde, siyah saçlı çocuk şahit oldu buna.
Ben o iki saniyede yine kafesime sıkıştım. Ve orada kaldım.




--



Hoseok'la bahçe arkasında yaptığımız trajedik ve benim için bir o kadar utanç verici olan konuşmanın üzerinden üç gün geçmişti.

Bu üç günde kantine inmemeyi, okuldan en son çıkmayı, hırkamın kapüşonuna yüzümü yapıştırmayı başardım.

Bu ilginç kaçışlarımın ne için olduğuna bir kalıp bulamıyordum. Hoseok hayatımda yaptığım en gereksiz hatama şahit olmuştu.
Sırrımı saklayacaktı.
Ama ne karşılığında saklacağını bilmiyordum.

Aklım psikopat seri katilleri utandıracak fikirlerle dolup taşarken kafamı iki yana salladım.

Mimi telefonuna gözlerini sabitlemiş arada gözlerini büyüterek bir şeyler okuyordu.
Kafamı dağıtmak için diğer sorunlarıma geçtim.
Sandalyemi Mimi'ye doğru kaydırıp yanında bittim.

Mimi telefonundan yavaşça gözlerini ayırıp bana döndü.

Yüzüm suçluyu sorguya çekecek bir polisten farksızdı. Kolumu masaya dayayıp ona bakmaya devam ettim. Mimi ne yapmaya çalıştığımı anlamasada rahatsızca kıpırdandı. Sonunda da telefonunu masaya bırakıp pes etti.

"Yine ne var eğer hâlâ seçtiğimiz müzik dersiyle ilgili kafamı şişireceksen merak etme bu ders ağzımı dahi açmayacağım."

Kafamı iki yana salladım.
"Konumuz o değil Mimi."

Kaşlarını çattı.
"Ne o zaman?"
Biraz düşündükten sonra aydınlanmış gibi elini şıklattı
"Şu tek boynuzlu atla ilgiliyse merak etmee bende o."
Göz kırptığında hafifçe omzuna vurdum "Onu unuttuğunu varsayıyorum."

Gözlerimi etrafta gezdirip ikimizin duyabileceği şekilde ona eğildim. Bu benim içinde garip bir soru olacaktı belki de böyle şeyler hakkında ilk konuşuşumuz.

Yinede yutkunup sordum.
"Acaba sen sarı kafalı, gülmeyi bilmeyen, basketbol oynayan ve de piyano çalan bir çocuktan hoşlanıyor olabilir misin Mimi?"

Bu soru onu fazla şaşırtmıştı. Afallamanın verdiği telaşla o an verecek bir cevap bulamadı ve bir iki defa öksürüp bana kaçamak bakışlar attı.

Gözlerimi merakla biraz daha açtım.

Mimi ise bozuntuya vermeden yüzüne yapmacık bir gülüş yerleştirdi.
"Daha neler Jiho. Ben ve Yoongi'den hoşlanmak..."
Zorla güldü.
"Sırf beyaz küçük yüzüne uygun sarı saçları var ve de gülünce diş etlerinin gözükmesi fazla hoş falan diye ondan hoşlanacak halim yok."

İşlem tamamlandığında sıkıntıyla arkama yaslandım.
"Aslında Yoongi dememiştim."

Yoongi'yi tanımasamda olmayan tecrübelerim onun Mimi'yi üzebileceğini söylüyordu.

Çünkü gerçek hayat bana göre kitaplardakinden çok farklıydı. Yakışıklı baş karakter öyle sınıftaki en saf ve masum kıza falan aşık olmazdı.

Mimi pes edip arkasına yaslandığında gözlerini masanın kenarına dikti. Elleriyle oynuyor belki de oda bunun hata olduğunu düşünüyordu.

"Hoşlanmak demeyelimde galiba etkileniyorum."

Sesinde hayal kırıklığı vardı.
İçim titrerken onun canının yanma ihtimali bile beni endişelendiriyordu.

Mimi her ne kadar fevri vurdum duymaz gibi görünsede aslında onun durgun ve bir o kadar da kırılgan olduğunu biliyordum.

Bazı yaralar kapanmıyordu. Ve açık yaralar sizi daha kırılgan birine dönüştürüyordu.

Biraz yaklaşıp kolumu omzuna attım.
"Birincisi insan hoşlanacağı kişiyi seçemez yani heralde öyledir. Ve duygularını karıştırıyorda olabilirsin. Hem ne var onun sarı saçlarında. Filmlerdeki gibi arkasından güneş falan vurmuştur öyle hoş bir tip değil yani."

Hafifçe tebessüm ettiğinde fısıldayarak devam ettim.
"Hem hani bizim tek sarışın aşkımız Klaus'tu bunu ona yapamayız."

Gülümsemesi genişlediğinde sesli bir şekilde güldüm.
Konu dağılmaya başladığında Mimi'de bana yardımcı olup iyice kapattırdı.

"Bırak şimdi sarı kafayı falan hadi tutkumuzu bulacağımız sınıfımıza gidelim."

"Konunun kapandığını düşünmeye devam et. Asıl şu an konunun merkezine gidiyoruz."

Oflayıp masadan ayaklandı. Çantasına uzandığında iki dakikada olsa gülen yüzüm anında soldu. O sınıfa girmek beni geriyordu.

Mimi bunu aldırmadan hızlıca kolumdan çekerek beni oturduğum yerden kaldırdı.

Gereksiz bir hızla ritim tutarak müzik sınıfına yürüyorduk.

Beni o sınıfta çalamayacağım enstrümanlardan ve söyleyemeyeceğim şarkılardan daha çok geren başka bir şey daha vardı.

Hoseok'la karşılaşmak istemiyordum.
Dalgınlığımın verdiği kopukluk sebebi ile sınıfın kapısında aniden durdum.

Mimi ani duruşumla tökezleyince durup arkasına baktı. Büyük ihtimalle kaçmamdan falan korkuyordu.

"Jiho hadi."

Kafamı sallayıp peşine takıldığımda kapıyı açıp içeri girdi.

Müzik sınıfı ilk günkinden farklıydı sıraların yeri değişmişti. Sıralar yuvarlak değil de normal sınıflardaki gibi bir düzenle dizilmişti.

Bu biraz olsun içimi rahatlattı. En azından bütün ders Hoseok'un bakışlarına esir olmayacaktım.

Sınıfa bizim gibi erken gelen bir kaç öğrenci vardı. Mimi'yi hemen en arkada olan sıraya çekiştirdim. Bayan Carol belki bizi burada fark etmezdi.

Tabii Mimi ağzını tutabilirse. En arkadaki sıraya oturduğumda Mimi'ye yer açarak cam kenarına kaydım. Mimi ise sitem etmeye başladı.

"Neden en arka? Sınıfta en öne oturmak için kavga ediyorsun. Şuna bak piyanoyu bile göremiyoruz."

Arkamdaki duvara yaslanıp gülümsedim.
"Burası daha iyi güven bana hem dikkat çekmeyiz hemde herkesi..." Elimle ağzımı kapayıp devam ettim. "Yani Yoongi'yi daha rahat görebilirsin."

Mimi elini ağzıma götürüp kapadı.
"Kes şunu Jiho birileri duyacak."

Elini ağzımdan ittirdim.
"Tamam tamam."

Ağzıma görünmez fermuarımı çektiğimde Mimi gözünü bayılttı.

Sınıf kalabalıklaşmaya başladığında Yoongi sınıfa giriş yaptı. Sarı saçları dağınık fakat muazzamdı.

Gömleğinin hepsi dışarıda kravatı ise gevşekti. Tam bir serseriden farksızdı.

Gözlerim istemsizce Mimi'ye kayarken onun gözlerinin kimde olduğunu biliyordum.

Arkadaşımın mutlu olmasını istiyordum hemde çok o bunu hak ediyordu.

Yoongi sırasına yerleşmişti fakat yanında Hoseok yoktu. Gözlerim kapıya kaydığında hemen gözlerimi önüme çevirdim.

Neden onu arıyordum ki?

Beynimde yer alan soruya tepki olarak kafamda başka bir soru belirdi acaba okula gelmemiş olabilir miydi?

"Fazla saçma değil mi o ve ben."

Kafamı Mimi'ye çevirdim.
"Saçma olan şey ne Mimi?"

"O, soğuk bir buz ülkesi bende bir yaz çiçeğiyim."

Yüzümü buruşturup onu dürttüm.
"Şu saçma aşk cümlelerinden kurmaya devam edersen seni keman yayıyla boğarım."

Yoongi'ye baktığımda elinde tuttuğu defterden bir şeyler okuyor ve etrafıyla zerre kadar ilgilenmiyordu.

Derin bir iç çekip Mimi'yi kendime çevirdim.

"Beni iyi dinle yanına git ve bu ders orada otur. Yanında arkadaşıda yok bir yerden tutmazsan hiçbir zaman sonuç elde edemezsin."

Kafasını iki yana salladı.
"Saçmalama ya bana kötü bir şeyler söylerse."

Onu omuzlarından tuttum.
"Sen Kim Mihyun'sun çenenle yılanı bile deliğinden çıkarabilirsin."

Ellerimi çekip geriye yaslandım.
Mimi bunu yapıp yapmamakta kararsızdı.
"Bana olmayan aşk hayatınla ilgili taktik verdiğine inanamıyorum."

Arkama yaslanıp konuşmaya devam ettim.
"Yanlış seyler olursa üzülme oyun salonuna gidip akşama kadar oyun oynar bira bardağında süt içeriz."

Göz kırptığımda gülümseyerek kafasını iki yana salladı.
Sıranın kenarlarından tutup şaçını düzeltti gitmeden önce işaret parmağını bana çevirerek konuştu.
"Beni terslerse veya azarlarsa bittin."

Mimi yanımdan ayrıldığında zil çoktan çalmış sınıf dolmuştu.

Ellerimi ovuşturdum. Dersin birazdan başlayacak olması bile beni geriyordu.
Kafamı uzatıp Mimi'ye baktığımda ilk görevi başarmıştı. Yoongi'nin yanına oturmuştu bile. Bundan sonrası ondaydı.

Bayan Carol içeri girdiğinde bütün sınıf sessizliğe büründü. İlk ders heyecanlı geçeceğe benziyordu.

Bayan Carol gözlerini sınıfın üzerinde gezdirdi.
"Bayanlar baylar oturabilirsiniz."

Sırama yerleştiğimde yanımda oluşan hareketlilikle yan tarafıma döndüm. Ben ağzımı açacakken o, çoktan yanıma yerleşmiş hatta rahat bir şekilde arkasına yaslanmıştı bile.

Gözlerimi ondan çekemiyor şaşkınlıkla ona bakıyordum. O ise ona bakışımı umursamadan bayan Carol her ne anlatıyorsa onu dinliyordu.

Rahatsızca kıpırdanıp önüme döndüm ve kafamı eğdim. Ders bitiminde her yerime kramplar girecekti çünkü şu an kaplumbağa gibi iki büklümdüm. Vücudumun kasılmasından bahsetmiyordum bile.

Tekrar ona baktığımda parlak gözlerini benimkilerle buluşturdu. Hemen odak noktamı değiştirip bayan Carol'a döndüm.

Saçlarımı bugün salık bıraktığım için fazlasıyla mutluydum yüzümü kapatmaya aracım vardı.

Bayan Carol anlattığı şeyi çoktan bitirmişti. Ne söylediğini kaçırmıştım fakat şu anda kurban seçme arayışında olduğunu anlayabiliyordum.

"Kim bize ders başlamadan önce biraz müziğini göstermek ister."

Kafamı sıraya yapıştıracağım sırada önce kokusu burnuma sonra sıcak nefesi kulaklarıma değdi.

"Eğer saklanırsan bayan Carol için açık hedef olursun. O zorlamayı sever."

Kafamı ondan yana çevirdiğimde çoktan önüne dönmüş tahtayı izlemeye koyulmuştu.

Bayan Carol'un tiz sesi duyuldu.

"Bay Min tecrubeli bir öğrenci olarak kulaklarımızın pasını silmek ister misiniz?"

Kafamı kaldırıp derin bir nefes aldığımda Yoongi sırasından çıkmış piyanonun olduğu sahneye yürüyordu.

Sahnede yerini aldığında dışarıdaki gömleğini yerine yerleştirmiş kravatını ise çok olmasada sıkmış olduğunu fark ettim.

O bayan Carol'a değil müziğe, sanata ve piyanoya saygı duyuyordu.

Piyanonun başına oturduğunda sınıftan çıt çıkmıyor bayan Carol dahil herkes kulaklarını açmış merakla bekliyordu.

Bu merakın birazda piyanoyu çalanın Yoongi olmasından ötürü olduğunu düşünüyordum.

Yoongi parmaklarını piyanonun üzerinde gezdirmeye başladığında merak dolu bakışlar hayranlığa, sessizlik küçük beğenme fısıltılarına dönüştü.

Yoongi ise bundan nebze etkilenmiyor gözleri kapalı parmakları piyanonun üzerinde dans ediyordu.

Elimi çenemin altına koyup kulaklarıma hoş gelen melodiyi dinlemeye başladım.
Birkaç dakika her şeyi kenara atabilirdim öyle değil mi?

"Beethoven'ın ay ışığı sonatı. Güzel değil mi?"

Hoseok'un sesiyle beraber kulaklarımdan piyanonun sesi azalmış, bu melodi onun sesiyle karışıp bir şarkıya benzemeye başlamıştı.

Yine kulaklarım uğulduyor sesler birbirine karışıyordu fakat onun sesi çok netti.

"Ümidini kaybettiği bir zamanda karşına çıkan bir kız için bestelemiş."
Durgun, bir o kadar da yakıcı ve parlak gözlerini bana çevirdi.

Nefesim kısa bir saniyeliğine kesilir gibi olduğunda yutkundum. Fısıldayarak sordum.

"Kıza aşık mıymış?"

Hafifçe dudakları kıvrıldığında küçük bir çocuğa sır veriyormuş gibi eğildi.
Ona yaklaşma demek istiyordum çünkü burnum bu kokuya aşina olmaya başlamıştı.

"Hayır kız körmüş fakat çok güzel piyano çalıyormuş. Beethoven'da kendisini hayata bağlayan melodiyi çalan kız için bir şeyler yapmak istemiş."
Bakışlarını önüne çevirdi
"Kız ona ay ışığını hiç görmediğini tek istediğinin, ona ay ışığını anlatması olduğunu söylemiş."
Gözlerindeki hareler sönmeye başladığında hikayesini bitirdi.
"Ve beethovenda ona ay ışığı sonatını bestelemiş."

Gözlerini gözlerime yeniden bağladı. Anlık bir duyguyla tüylerim diken diken oldu.

Gözlerimi ondan çekemiyor üstüne hipnotize olmuş gibi ona bakıyordum.
Ağzımı açmayı başardığımda silkelendim.

"Etkilendim."
Gözlerimi iki saniyeliğine kapattım.
"Yani güzel bir hikayesi varmış."

Hoseok belli belirsiz tebessüm edip önüne döndüğünde hâlâ ona bakıyordum.
Kendimi cimcileyecektim ama eve gidince. Bunu aklımın bir kenarına not düştüm.

"Kim Jiho."

Hoseok'un bende olan yeni bir etkisini daha acı bir şekilde keşif etmiştim. O zamanı durdurabiliyordu.

Konuştuğunda etrafımdaki insanların sesleri yok oluyor saatin akrep ve yelkovanı duruyordu.

Çünkü Min Yoongi'nin piyona şöleni çoktan bitmişti ve Bayan Carol'un adımı sayıklıyor olmasını başka hiçbir şekilde izah edemezdim.

"Neden sahneye gelip bizi matematikten başka yeteneklerinizle tanıştırmıyorsunuz."

Neredeyse bütün kafalar bana döndüğünde başta Mimi olmak üzere bütün sınıfa lanet ediyordum. Olmayan bir yeteneği kimseyle tanıştıramazdım.

Ayağa kalktım sözlüden veya sorulardan kaçabilirdiniz fakat tutkudan asla.
"Bayan Carol ben..."

Israrcı ses tonunu sundu.
"Sahneye lütfen."

Bu bir rica değil emirdi. Beni rencide edecekse sıramda değil sahnede etmek istiyordu. Bende ona bu imkanı sunacaktım.

Ayağa kalkıp sahneye yürümeye başladığımda sahnenin hemen üstündeki ışıktan sarkan bir halat görür gibi oldum.

Önümdeki iki basamağı çıkıp yerimi aldığımda hemen olup bitsin istiyordum. Hızlı ve acısız olsun lütfen.

Bayan Carol düşmüş gözlüklerini gözüne yerleştirdi.
"Sesinizin hoş bir tınısı olduğunu düşünüyorum Bayan Jiho. Bize küçük bir part söyler misiniz acaba."

Kaşlarım istemsizce havalandığında Mimi'nin oturduğu yerde elini ağzına kapayıp güldüğünü gördüm.

Gittiğimiz karaoke odalarındaki performansımın aklına geldiğine yemin edebilirdim. Çünkü benimde aklıma gelen tek şey oydu.

"Aslında sesimin hiçte hoş bir tınısı yok bayan Carol. Ben üzgünüm."

Bayan Carol yavaşça oturduğu sandalyeden kalktı ve masanın kenarına yaslandı.

"Sizdeyiz bayan Jiho."

Ömrümün sonuna kadar burada bekleyemezdim. Bana bakan çok fazla göz vardı. Ve ben gözlerin üstümde olmasından nefret ederdim.

Bayan Carol sabırsızca konuştu.

"Hayat korkaklar için fazla sıkıcı Bayan Jiho o yüzden size kendinizi aşmanız için bir şans veriyorum."

Hayat korkaklar için fazla sıkıcı...
Belki de öyleydi ama alıştıysan çok bir önemi yoktu.

Niye herkes anlaşmış gibi üstüme geliyordu.
Ben korkak değildim.
Gözlerinin içine bakarak tekrar ettim.

"Söylemek istemiyorum Bayan Carol bu korkaklık değil kişisel bir tercih."

Herkesin üzerimdeki bakışları beni yakıyor fakat Hoseok'un ki kavuruyordu.

"O zaman kişisel tercihlerinizin uymadığı bir ders seçmemeliydiniz. Müzik tereddüt, pısırıklık, endişe barındırmaz gâyet nettir."

Sesini yülselttiğinde ağzından çıkan birkaç cümle bana iğneler batırmaya başlamıştı.
Yanağımı ısırdım.

"Size iki seçenek sunuyorum. Sadece iki dakika bize bir şarkı sunun ya da sizi geometri sınıfına doğru yönlendireyim."

Hassastım. Bu aralar küçük sebeplerden saatlerce ağlayabilecek kadar hassastım.
En önemliside bu süreçte yalnızdım. Kimseye içimde her dakika patlayan bir yanardağ olduğunu anlatamazdım.

Etrafım bulanıklaşmaya başladığında hayatımdaki bir ilki daha gerçekleştirdim.

Hoseok'la son bir kez göz göze geldim. Benim gözlerim duygularımı masal gibi anlatıyor onun gözleri ise sipsiyah bir durulukta her şeyi gizliyordu.

"Üzgünüm." Dedikten sonra sahneden indim.
Ve izin dahi almadan kapıya yöneldim bana bakan gözlerden utanmadım.

Kapıyı çektiğim gibi elimle ağzımı kapattım. Sessiz ve boş koridorda yürümeye başladım. İnsanlar dolup dolup patlarlardı ben bunu bile kendime çok görüyordum.

Gözyaşlarım pusuda beklerken ellerimle akamayan göz yaşlarımı siliyor ve iç çekmekle yetiniyordum. Ayaklarım beni boş koridorlarda gezdirirken kendimi basketbol sahasına attım.

Bu saatte en boş olan yere.

Kimsenin beni bu halde bulup teselli etmesini falan istemiyordum.

Oturma yerlerinde o gün Mimiyle oturduğumuz yere oturup ellerimi koltuğun kenarlarına yerleştirdim.

Belki de o gün yerimden kalkmasaydım bu kadar kötü hissetmezdim.

Belki de bu işe hiç bulaşmasaydım bu kadar yalnız hissetmezdim.

Orada ne kadar oturdum bilmiyorum ne düşündüğümüde. Sadece oturmuştum.

Bazen keşke Hoseok beni bir çocuk gibi ispiyonlasa diyordum.

Okulumu değiştirir belki de bir psikologdan yardım alırdım.

Sahanın kapısı birden tekmeyle açılınca irkilip o tarafa döndüm.

Ağzında lolipop olan bir çocuk elindeki topu sektiriyor ve düzensiz bir ıslık çalıyordu.
Topu sektire sektire sahanın ortasına kadar beni fark etmeden yürüdü.

Seyirci koltularında oturan beni gördüğünde irkilmedi.

Bu çocuk Soojin'lerin bahçesindeki oğlanlardan biriydi adı Kino... evet Kinoydu.
Ders vaktinde burada olmaması gerekiyordu tıpkı benim gibi.

Başka bir depresyon mabedi bulmak için ayaklandığımda ağzındaki lolipopu eline alıp bana doğru tuttu. Ve kaşlarını çattı. Sanırım bir şeyler düşünüyordu.

"Seni hatırladım. Köpek düşmanı mavi kapüşonlu kız."

Alkışlayıp evet o benim tebrikler demek istiyordum ama hiç halim yoktu.

Aşağı inmeye başladığımda lolipopu ağzına geri soktu.

"Nereye gidiyorsun? Gitmene gerek yok."

Topu bacaklarının arasından geçirmeye çalıştığında top ayaklarının altında adeta can çekişiyordu.

Bu görüntü karşısında istemsizce gülmeye başladım. Komik bir olaya şahit olmasamda yakışıklı bir çocuğun başarısız top gösterisi bana şu an fazla komik gelmişti.

Gamzelerini gösterip mahcupça gülümsediğinde gülüşüm etkisini yitirdi. Yanağında gördüğüm gamzeler aklımı uçan bir balon gibi tek bir kişiye sürüklemişti.

Boğazımı temizledim.
"Sana iyi eğlenceler."

Topu bana attığında bunu gerçekten beklemiyordum. Savsakça yakaladığımda Kino'ya baktım.

"Madem derse girmedin hakemimiz olabilirsin çok dişli bir maç olacak."

Dudaklarımı büzdüm.
"Üzgünüm basketboldan hiç anlamam."

Yanıma gelip elimden topu aldı.
"Sadece izle ve beni düşürüp düşürmediğine bak hadi ama mavi kapüşonlu."

Beni arkamdaki koltuklardan birine ittirdiğinde itiraz etmeden oturdum. Biraz sonra kaçabilir ya da burda oturup maç izleyebilirdim.
Ruh halim her türlü saçmalamamı istiyordu.

Kino saçma birkaç hareket yaptıktan sonra koşarak basket potasına gitti. Basket atmaya çalışıyordu fakat ne kadar başarılı olduğu tartışılırdı.
Elimin ucuyla alkışladığımda gülümsedi.

Sahanın kapısı ikinciye açıldığında gözlerimi kapıya çevirdim.

Kino'nun Soojin'in arkadaşlarından biri olduğunu biliyordum. Fakat Hoseok'un da onlardan biri olduğunu unutmuştum.

Ceketini çıkarıp Kino'ya gülümsediğinde beni fark etmemesine rağmen kalbim hızlanmış bumbuz olan ellerim terlemeye başlamıştı.

Kino ona gülümseyerek karşılık verdi.
"Ceketini çıkarmana gerek yok Hoseok zaten kısa ve acısız olacak."

Hoseok'un gülüş sesi sahada yankılandı. Bu daha çok gece yatmadan önce dinlediğiniz huzurlu bir şarkı gibiydi.

"Bunu senin çeneni kapatmak için yapıyorum Kino ve birazda eğlenmek için."

Kino koşarak üstüne atlayıp ona omuz attığında Hoseok gülmekten başka tepki göstermedi.

"Hem bir izleyici ve hakemimizde var."

Gömleğinin kollarını sıyıran Hoseok Kino'nun gözlerini takip ederek beni buldu.
Gülüşü hafifçe gitmiş fakat izleri dudaklarının kenarında asılı kalmıştı.
Rahatsızca yerimde kıpırdanıp gözlerimi etrafta gezdirdim. Gülüşünü soldurmak kötü hissettirmişti.

En başında gitmeliydim.
Hâlâ gözlerini üzerimde hissediyor oluşum belki de psikolojikti ama ona tekrar baktığımda pskolojik olmadığını fark ettim.

Kino'nun elinden topu alıp bana doğru yaklaşmaya başladı. Kino ise olup biteni izliyordu.

Gitmek için ayaklandım. Hoseok biraz ilerimde durup yavaşca topu bana attı.

"Tamam o zaman hakemimiz bizim için topları tutsun."

Kaşlarımı istemsizce havaya kaldırıp sordum.
"Anlamadım."

İyice yaklaştı ve topu elimden hızlıca aldı. Gözlerimde oyalanıyor bir iki saniyede beni etkisiz hale getirmeyi başarıyordu.

Gözlerimizi ayırmadan solumda bir yeri gösterdi.

"Top sepeti orada ihtiyacımız olduğunda hızlı ol."

İşaret ettiği top sepetine baktım. Ve yapmamam gereken bir şey daha yaptım.
"Ya size top atmak istemiyorsam."

Bunu planlamamıştım doğaçlama ağzımdan kaçmıştı.
Dudakları kıvrıldı. Ama bu Kino'ya güldüğündeki gibi samimi bir kıvrılış değildi bu acı bir meydan okumaydı.

Hoseok oyuna başlamıştı küçük belli olmayan adımlarlada olsa başlamıştı.

"Bence istiyorsun Kim Jiho."

İmâlı emrivakiden sonra arkasından çaresizce bakakalmıştım.
Arkasını dönüp sahaya ilerlediğinde Kino anlamsız diyoloğumuzdan bir şey anlamamış bir bana bir Hoseok'a bakıp durmuştu.

Hoseok topu ona fırlattığında dengesi bozulsada topu tuttu.
Eğilerek yol gösterdi.

"Kaybedenler önden."

Kino gülümseyip topu sektirmeye başladığında oyun başlamış oldu.

Top sepetinin yanında oturmuş anlamadığım maçı izlerken ayağımla yerde ritim tutuyor beni buraya bağladığı için Hoseok'un yenilmesi için dua ediyordum.

Ama anladığım kadarıyla Hoseok Kino'yu yenmekle kalmıyor. Bitiriyordu. Bunu Kino'nun savurduğu birkaç küfürden de anlayabiliyordum.

Hoseok top atmam için bir haraket yaptığında dişlerimi sıkarak oturduğum yerden kalktım. Sepetten aldığım topu içimdeki nefretle birlikte Hoseok'a fırlattım.

Sert attığım topu havada kaptı. Saçlarının bir kaç tutamı terden alnına yapışmıştı. Dikkat çekici aurası fazlalaşmıştı. Sebepsizce fazla iyi görünüyordu.

Bana bakarak geri geri çıktı ve maça devam etti.

Bana lise hayatım boyunca ne yapmayı planlıyordu.
Küçük gereksiz isteklerini yerine getirecek bir köle olmamı falan mı? Bu çok klişeydi.

Ve de benim için utanç verici. Gözlerimin önüne ona kahve taşıdığım bir görüntü yerleştiğinde kafamı ellerimin arasına aldım.

Hoseok'un kahkahası sahayı titrettiğinde kafamı kollarımın arasından çıkarıp onlara baktım.
Kino yerde tek bacağını dikmiş derin nefesler veriyordu.
Hoseok ise zaferle gülümsüyordu. Kino'ya doğru eğilip elini uzattı.

"İstersen seni kazanmış sayabiliriz."

Kino Hoseok'un uzanmış elini tutmak yerine ona vurdu ve sitem etti.
"Kes şunu kalbim acıyor."

Yerimden kalkıp elime bir şişe su alıp Kino'nun yanına yürüdüm.
Hoseok'la göz teması kurmadan Kino'ya suyu uzattığımda Kino'dan önce Hoseok suyu yakaladı.

Ona doğru döndüm. Kapağı yavaşca çevirip suyu ağzına götürdü.

Bakışlarımı ondan çevirip Kino'ya döndüğümde gözlerini kapamış küçük mızıltılar çıkarıyoru.

Hoseok içtiği şişeyi elimi tutuşturup Kino'ya döndü.

"Hadi kalk artık. Kimseye söylemeyeceğim."

Kino bir çocuk gibi koluyla yüzünü kapattı.
"Hep aynı şeyi söylüyorsun ama akşamına herkes öğrenmiş oluyor."

Gözlerimiz kesiştiğinde elimdeki şişeyi sıktım. Hoseok ise tepkisini koruyor hiçbir açık vermiyordu.
Gözlerini benden ayırıp Kino'ya çevirdi.

"Ben soyunma odasındayım."

Arkasını dönüp yürümeye ve gömleğinin kollarını indirmeye başladı.

Elimdeki şişeyi yere atıp peşinden gittim. Bu konuya biraz açıklık getirmem lazımdı.
Soyunma odasının kapısından içeri girdiğinde bende girdim.

Bir anda durduğunda sırtına çarpmaktan son anda dönmüştüm.
Birkaç adım geri attım.

"Böyle mi olacak yani top getir Jiho, suyumu tut Jiho, ne dersem yapacaksın Jiho, sırrımı tutmak için beni hizmetçin mi yapacaksın?"

Oda bedenini bana çevirdiğinde devam etmemi bekliyor gibiydi.
"Bu çok klişe ve adice biliyorsun değil mi?"

Kolumu aniden hızlıca tuttuğunda bu beklediğim en son şeydi. Gözlerim şaşkınlıkla büyüdüğünde bir şey söyleyemedim çünkü dinleme sırası bendeydi.

"Demek adice. Sen ciddi misin? Bir kızın yaptığı hatayı, onun için özel olan bir şeyi bütün okulun önünde göstermek, hiçbir şey olmamış gibi onun gözlerinin içine bakmak adilik değil öyle mi?"
Beni kendine iyice çekti. Canımı yakmıyordu fakat öfkesi elinden geçip tenimi yakıyordu.

"Seni hizmetçim olarak kullanmıyorum bu kadar basit düşünme. Ve de benim her yaptığım haraketi sorgulayamayı bırak."
Son cümlesi soğuk bir tokat gibi yapıştı.
"Bana hesap sorabilecek en son kişisin küçük korkak bir kız çocuğu gibi çırpınmaktan vazgeç."

Kolumu bıraktığında bir iki adım sendeledim. Hoseok ise çoktan bir kabine girmiş suratıma kapıyı kapatmıştı.
O kesinlikle Soojin'in arkadaşıydı.

Yaptığım veya düşündüğüm şeyleri desteklemesini beklemiyordum. Fakat sözleri en az Soojininkiler kadar ağırlık veriyordu.

Sahadan çıkıp koridorda yürümeye başladım. Bugün herkes beni yargılıyor korkaklar gibi kaçıp durduğumu ima ediyordu.
Koridorların kalabalık olmasından teneffüs olduğunu varsayıyordum.

Birisi kolumdan tuttuğunda bunun Mimi olduğunu tahmin edebiliyordum.

"Jiho sen delirdin mi? Seni arayıp durdum. Derse de girmedin."

Kolumu ondan kurtardım.
"Sonra konuşsak."

Ondan yalnızlığı talep ettiğimde Mimi eğilip yüzüme baktı.

"Sen iyi değilsin."

Uzun bir süredir değilim Mimi. Boğuluyorum ama yardım isteyemem istersem daha çok nefessiz kalırım.

Yürümeye devam ettiğimde yanımda yürümeye başladı.

"Bayan Carol sen sınıftan çıkınca çok sinirlendi dersin sonunda beni çağırdı."
Beni durdurdu.
"Seni bekliyor son bir şans verecekmiş."

Kafamı olumsuz anlamda salladığımda ısrar etti.
"Hadi ama sen Kim her şeyi becerebilen Jiho'sun estetikli piyano Bayan Carol'a yenilecek misin?"

Ben çoktan yenildim. Önce Soojin'e sonra Hoseok'a ve en baştada kendime.

Ama bir yere tutunmazsanız düştüğünüz yerden kalkamazdınız. Ayaklarım müzik sınıfına yöneldiğinde ilk tutunacağım şeyi seçmiştim.

Kapıyı tıklatıp içeri girdiğimde Bayan Carol gözlüklerinin üzerinden bana bakıp arkasına yaslandı.

Eğilip selam verdikten sonra tam karşısına geçtim.
Eliyle önündeki koltuğa oturmamı işaret etti.

Çekingence koltuğa yerleştiğimde yaptığım saygısızlıkla ilgili bir nutuk dinleyeceğimi düşünmüştüm.

"Bir sorun mu var Jiho."

Boğazıma bir yumru yerleştiğinde zorla yutkundum.

"Hayır hiçbir sorun yok Bayan Carol ben özür dilerim."

Ellerini önünde birleştirip devam etti.
"Söylediklerim normal şeyler olmasına rağmen çok hassas davrandınız bir sorununuz olmasa böyle davranacağınızı düşünmüyorum."

Sessizliğimi bozmadım. Ağlamamak için kendini tutan bir kız çocuğu annesinin sorduğu soruyla ağlamaya başlardı. Bende ağzımı açarsam tutamayabilirdim.

Ellerimle oynamaya başladım.
"Bu aralar biraz alınganım galiba."

"Yaptığın veya yapacağın şeylerden korkma dene denemeden bilemezsin."

Kafamı kaldırıp Bayan Carol'un yüzüne baktım şimdi tebessüm ediyor sert mizacını kenara itiyordu.

"Şimdi kalkın ve aklınıza ilk gelen şarkıyı söyleyin."
Elleriyle boş sınıfı gösterdi.
"Sınıf boş sadece siz varsınız yani kaybedecek bir şeyiniz yok öyle değil mi? "

Verdiği cesaretle birlikle istemsizce ayağa kalktım. Bayan Carol'un bunu hak ettiğini düşünüyordum. Her şeye rağmen bana ılımlı davranmıştı. Ona sözlerinin etkili olduğunu ve değişebileceğime inandığımı düşündürebilirdim.

Bunların bir yalandan ibaret olduğunu bilsemde.

Ve sahneye yürüyüp mikrafonu kenara ittim. Kendi sesimi sesli duymaya hazır değildim.

"Buna emin misiniz Bayan Carol pişman olabiliriz."

Dudaklarını indirip kaldırdı.
"En azından denedik deriz."

Arkasına yavaşça yaslandığında elini havada salladı.
"Sesinize uygun olmasına gerek yok aklınıza ilk gelen şeyi mırıldanın."

Ayakta birkaç dakika bekledim. Ağzım üzerine eller kapanmış gibi açılmıyor. Telefonumdaki 300'ü geçik şarkıdan biri bile aklıma değip ağzıma uğramıyordu.

Uzun bir süre bekledikten sonra ağzımın ucuna ne ara ezberlediğimi bilmediğim bir şarkı yerleşiyor.

Şarkının başı mı sonumu bilmiyorum sadece söylüyorum. Yalnız Bayan Carol duyuyor.

Ya da ben öyle zannediyorum.

Sesim sonuna doğru kısılıyor bayan carol gülümsediği için çokta kötü olmadığını düşünüyorum.

Hafiflemiş gibiyim, memnunum ama gülümseyemiyorum.

Aralık kapıdan bir karaltı geçiyor ve midem onu görmediğim halde yine kasılmaya başlıyor.









Ve son olarak Kino gifinide şuracığa bırakıyorum.

Biraz uzun bir bölüm oldu sıktıysam kusura bakmayın.

Okuyan ve de oylayan herkese mor kalplerimi sunuyorum.

Yorumlarınız ve yıldızlarınız benim için çok değerli ve de önemli.
-sevgilerle

Hoseok'un gamzelerinde boğulmanız dileğiyle.

Continue Reading

You'll Also Like

110K 12.4K 51
Jungkook, erzağının bitmesiyle kendine yiyecek birşeyler ararken, Taehyung'un liderlik yaptığı bir küçük bir şehirle karşılaşır. Jungkook, açlığını d...
21.4K 2.4K 33
Tamamlandı- "Areum.. İsminin hakkını veriyorsun." '011723'
407K 33.7K 27
Melez Kaplan Taehyung, Melez Tavşan Jungkook ile sevgili olmak istiyordu Ha birde onu altında inletmeyi... [texting+düz yazı] #3 - taekook [13.08.202...
332K 22.2K 33
-Tamamlandı 🍷 "Helva yapacaktım ama evde irmik bitmiş, varsa biraz?" "Hayırdır ölüyor musunuz? Eğer öyleyse siz zahmet etmeyin, ölün siz, ben yapar...