Maça Kızı 8

By dpamuk

165M 7.2M 24.6M

"Verdiğim acıyı silebilmek için her bir saç telini öpmek istiyorum," dedi. Önce nefes almayı bıraktım. "Ama... More

Tanıtım*
1.Bölüm
2.Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
11.Bölüm
12.Bölüm
13.Bölüm
14.Bölüm
15.Bölüm
16.Bölüm
17.Bölüm
18.Bölüm
19.Bölüm
20.Bölüm
21.Bölüm
22.Bölüm
23.Bölüm
24.Bölüm
25.Bölüm
26.Bölüm
27.Bölüm
28.Bölüm
29.Bölüm
30.Bölüm
31.Bölüm
32.Bölüm
33.Bölüm
34.Bölüm
35.Bölüm
36.Bölüm
37.Bölüm
38.Bölüm
39.Bölüm
40.Bölüm
41.Bölüm
42.Bölüm
43.Bölüm
44.Bölüm
45.Bölüm
46.Bölüm
47.Bölüm
48.Bölüm
49.Bölüm
50.Bölüm
51.Bölüm
52.Bölüm
53.Bölüm
54.Bölüm
55.Bölüm
56.Bölüm
57.Bölüm
58.Bölüm
59.Bölüm
60.Bölüm
61.Bölüm
62.Bölüm
Yılbaşı Özel Bölümü*
63.Bölüm
64.Bölüm
65.Bölüm
66.Bölüm
67.Bölüm
68.Bölüm
69.Bölüm
70.Bölüm
71.Bölüm
72.Bölüm
73.Bölüm
Bayram Özel Bölümü*
74.Bölüm
75.Bölüm
77.Bölüm
78.Bölüm
79.Bölüm
80.Bölüm
81.Bölüm
82.Bölüm
83.Bölüm
84.Bölüm
85.Bölüm
86.Bölüm
87.Bölüm
88.Bölüm
89.Bölüm
14 Şubat Özel Bölümü*
8 Mart Özel Bölümü*
Maça Kızı 8 Ailesi'ne*
Geçmiş Hikaye*
90.Bölüm
91.Bölüm
92.Bölüm
93.Bölüm
94.Bölüm
95.Bölüm
Bayram Özel Bölümü - II*
96.Bölüm
97.Bölüm
98.Bölüm
99.Bölüm
100.Bölüm
101.Bölüm
102.Bölüm
103.Bölüm
104.Bölüm
105.Bölüm
106.Bölüm
107.Bölüm
108.Bölüm
109.Bölüm
110.Bölüm
111.Bölüm
112.Bölüm
113.Bölüm
114.Bölüm
115.Bölüm
116.Bölüm
117.Bölüm
118.Bölüm
119.Bölüm
120.Bölüm
121.Bölüm
122.Bölüm
123.Bölüm
124.Bölüm
125.Bölüm
126.Bölüm
127.Bölüm
128.Bölüm
129.Bölüm
8*
18 Ağustos'un Devamı*
Son Perde*
8 Kasım 2017*
Yıldız Tozu*
130.Bölüm
131.Bölüm
132.Bölüm
133.Bölüm
134.Bölüm
135. Bölüm
136.Bölüm
137.Bölüm
138.Bölüm
139.Bölüm
140.Bölüm
141.Bölüm
142.Bölüm
143.Bölüm
144.Bölüm
145.Bölüm
146.Bölüm
147.Bölüm
148.Bölüm
149.Bölüm
150.Bölüm
151.Bölüm
152.Bölüm
153.Bölüm
154.Bölüm
155.Bölüm
156.Bölüm
157.Bölüm
158.Bölüm
3 Yıl, 1 Ay Sonrası*
159.Bölüm
160.Bölüm
161.Bölüm
162.Bölüm
163.Bölüm
164.Bölüm
25 Eylül 2018*
165.Bölüm
166.Bölüm
167.Bölüm
168.Bölüm
169.Bölüm
170.Bölüm
171.Bölüm
Güneşçiçeği*🌻
Güneşçiçeği*🌻🌻
172.Bölüm
173.Bölüm
174.Bölüm
175.Bölüm
176.Bölüm
177.Bölüm
178.Bölüm
179.Bölüm
180.Bölüm
181.Bölüm
182.Bölüm
183.Bölüm

76.Bölüm

1.1M 40.6K 182K
By dpamuk

"Bence düşünmek istemiyor Kara... Eğer düşünse, Mehmet'in ölümü bizim elimizden olmasın diye dua eder çünkü... Bilirsin Gökhan'ı... Olayları nasıl işine geliyorsa öyle yorumlar," dedi Aydın, alayla.

"Evet... Ve Gökhan asla bu işin altından kalkamaz... Uyuşturucu işini kaldıramaz. Konduramaz kendisine bunu... Ama Mehmet'i öldürdüğümüzde kaçınılmaz son, bize bu işi yaptırırlar Aydın. Ve Nazlı'nın... Ailemin kalanının hayatta kalması için biz Mehmet'i öldüreceğiz. En kısa zamanda!" dedi.

Bora'nın yüzüne nasıl baktığımı bilmiyordum ama bakışları bana çevrilmişti. Birilerinin aldığı son nefes, Bora'yı hep asla girmek istemediği işlere itiyordu. Bu, sonsuza dek dönecek bir çark gibiydi. Dönerken Bora'dan bir parçayı da içine alıyordu. Bora ihtimaller dehlizinde kaybolurken, üstü başı çamur oluyordu. Bana çamurun içinden, belki de dışa vurmadığı ama gayet de bildiğim utançla bakıyordu.

Ben yaşayayım diye, sevdikleri daha çok nefes alabilsin diye uyuşturucu işine girmeyi düşünmesi onun içinde kendisini, uyuşturucu işine girmiş kadar kirletiyordu. Benden değil kendisinden utanıyor olmalıydı. Dedesine dair güzel anları tozlanıyordu. İnsanlığa dair değer yargıları siliniyordu. Doğmamış ve belki de gerçekten doğmamasını istemekte haklı olduğu çocukları için, tiksineceği bir baba figürüne dönüşüyordu. Sevdiğim adamın kafasının içinde şimşekler çakıyordu, kalbinde fırtınalar kopuyordu ve ben gerçekten de ne yapmam gerektiğini bilmiyordum.

Onun elinden tutmak ve her şeyin iyi olacağını söylemek istiyordum ama buna ben bile inanmıyordum.

Daha yazı yaşayamadan, gelmesi muhtemel kışa hazırlanıyorduk birlikte; çünkü evlenmiştik.

"Hayır, bizi öldürmesinler diye yani, uyuşturucu işine girdik diyelim... Sindirdik pisliğin içinde kaybolmayı... Sonra ne olacak, onu da merak ediyorum. Ne anlarız biz amına koyayım bu işten? Kumar işine benzemez bu. Polis ensemizde olacak hep," dedi Aydın. Sıkıntılı bir nefes verdi. "İtibar kaybı da var bunun... Mafyayı bitirmeye çalışmak ne bileyim yine nereden baksan güven teşkil ediyor polise."

"Bilmiyorum..." dedi Bora ve başını ovdu.

Aydın'ın bakışları bana çevrildiğinde, yüzünde buruk bir gülümseme vardı. "İzninizle ben kalkayım artık," dedi.

"İç kahveni öyle gidersin," dedi Bora. Sıkıntılı bir nefes verdi. "Aydın..." dedi. Bir şey söylemek üzere dudakları aralandı ve hemen ardından kapandı.

"Sorun yok Kara... Sana alınmadım. Bak Gökhan tripkolikliğini benden almamış," dedi Aydın, gülerek. "Bu akşam da bi' jest yaparsın olmadı..." diye ekledi ve göz kırptı.

"Oynadın mı dün akşam?" diye sordu Bora, gülümseyerek.

"Oğlum 200.000 dolarlık chipi kapıya kadar getirdiler nasıl oynamayayım," dedi Aydın gülerek. "Çok güzel jest oldu, eyvallah."

"Bir kere de keyfine oyna... Hayatında bir değişiklik olsun," dedi Bora.

"Vallahi olmuyormuş Kara. Mesleki deformasyon. Mekandaki tipleri incelerken buldum kendimi. Hile mi yapıyorlar, başka bir dertleri mi var..." dedi Aydın. Bora kahkaha atarken Aydın mahçup olmuşçasına başını iki yana sallıyordu.

Kapının önünde bekleyen bir çığ vardı ve fakat bunu görmezden gelmeyi ikisi de iyi başarıyordu.

"Kaç senedir kumarhanelerle iç içesin?" diye sordum meraklı bir ifadeyle Aydın'a. Sen de kapının önünde bekleyen çığları görmezden gelmek konusunda başarılısın Naz. Tamam belki böyle büyük dertlerin olmadı hiçbir zaman ama... İyisin yine de bu konuda!

"Çocukluğumdan beri neredeyse," dedi Aydın gülümseyerek. "Bora'nın babası... Dayım... Beraberdik senelerce... Eskiden bambaşka bir İstanbul vardı tabii. Kumarhane işletmeciliği yasaldı o dönemlerde. Yasaklanması da bizi pek etkilemedi açıkçası. Zaten benim başka bir işim de yok. Bildiğim tek şey bu. Caner'le birlikteyken tabii işletemiyordum ama Kara sağ olsun, BlackJack'i üzerime yaptı."

"Çüş!" dedim, şaşkınlıkla.

Bora küçük bir kahkaha attı. "N'apıyorsun oğlum?" diye sordu Aydın'a. Aydın şaşkınlıkla bir bana bir de Bora'ya bakıyordu. "Beni bir kadınla gördüğünü söylesen daha az koyardı Nazlı'ya..." Kollarımı bağlamıştım, ona asla cevap vermeyecektim. Sen de artık özel konuksun Naz!

"Sorun olacaksa sizin olsun Nazlı Hanım," dedi Aydın, içten bir tavırla.

"Yavaş!" dedi Bora, "ş" harfini uzatmak suretiyle. Fakat ben heyecandan ölmek üzereydim. Aydın ne tepki vereceğini bilemiyordu.

"Lütfen bana yenge de..." dedim, aynı Aydın gibi içten bir ifadeyle.

Aydın gülümsedi. "Hoşlanmadığınızı sanıyordum... Benden," dedi. Aslında yanılıyordu. Ona bunu alenen belli eden sensin Naz! Hisler değişkendi; yani artık ondan hoşlanıyordum.

"Bu yengen olduğum gerçeğini değiştirmiyor," derken gözlerimi Aydın'dan kaçırmış ve bir sigara yakmıştım.

"Oynamaya gelirsiniz o zaman BlackJack'e..." dedi Aydın.

"Gelirim gelirim, gelmem mi... Yanlış zamanda doğmuşum zaten ben... Eğer İstanbul'da kafama göre girip çıkabildiğim bir kumarhane olsaydı zamanında mesela, kısa yoldan zengin olabileceğime eminim," dedim gülümseyerek. Ne bu? Aydın'a "Gel beraber BlackJack'i işletelim" mi diyorsun Naz? "Matematik okulu kurardım herhalde, çok zengin olsaydım eğer..." diye devam ettiğimde, derin bir iç çekmiştim.

"Eğer hayatında bir kibrit çöpünün yeri değişirse, her şey değişir Nazlı." Bora'nın bakışları ifadesiz fakat ses tonu oldukça kendisinden emindi. "İstanbul'da kafana göre girip çıktığın bir kumarhane olsaydı mesela, tüm hayatın değişirdi ve matematik okulu kurmayı o zaman hayal eder miydin bilemiyorum."

"Ben seninle konuşmuyoruz yalnız," dedim sitemle. Bora'nın ifadesiz gözleri kısıldı. "Beni CEO yapmıyorsun, üzerime kumarhane yapmıyorsun, kumarhaneye bile götürmüyorsun! Aramızdaki ilişkiyi tüketiyorsun!"

"Sizin kumara düşkünlüğünüz var sanırım, neden peki?" diye sordu Aydın, boşanmayalım diye. Çünkü Bora bana bir cevap verecek gibi duruyordu. Kapının önündeki felaketi yok sayıp en önemsiz şeyler en büyük dertlerinizmiş gibi davranman çok tatlı Naz.

"Tamamen saçmalık." Aydın soruyu bana sormuştu fakat Bora, benim adıma cevaplamayı uygun bulmuş olacak ki araya girmişti.

"Yazlık yerde çok oyun oynanır ya hani... Babam da arkadaşlarıyla çok oynardı ben küçükken, ki malumunuz kumarhaneye bile gitmiş, Ahmet Bey'le ahbap olmuş falan... Ben iskambil kartlarını severim. Belirli bir algoritmaları vardır," dedim tebessüm ederek.

"Fazla doz ucuz Amerikan filmi, başka bir şey değil," dedi Bora, açıklamamı umursamadan.

Aydın, meraklı bir ifadeyle, "İyi misinizdir peki?" diye sordu.

Bora, Aydın'ın ciddi olup olmadığını sorgularcasına bakarken daha çok gülümsedim. "Çok iyiyimdir." Sesim net, bakışlarım Aydın'ın gözlerinin içini hedef almıştı.

"Hangi oyunlarda?" diye sordu Aydın, bir iş görüşmesi yapıyormuşçasına ciddi bir tavırla. "Kart oyunları çeşit çeşittir fakat kralı pokerdir içlerinde."

"Texas Holdem oynarım ben hep..." dedim, böbürlenerek.

"Online mı?" diye sordu Aydın. Başımı onu onaylarcasına büyük bir hevesle salladım. "Hangi casinonun sitesinde?" diye sordu ardından.

Bora, alaylı bir kahkaha atarak, hadsizce araya girdi ve "Facebook'ta be oğlum!" dedi.

Bakışlarım teessüfle Bora'ya çevrilmişti. "Nereden biliyorsun belki online casinoların üyesiyimdir?" diye sordum. Üyesi misin Naz? Değildim. Fakat üyesi olup olmadığımı Bora da bilemezdi.

"Online casinoda oyun oynasaydın o zaman sevgilim, yorulmasaydın Kıbrıs'a kadar," dedi Bora, aynı alaylı ifadesiyle. Buna verecek cevabım yoktu; kendimi kendim, zamanında ele vermiştim.

"E o zaman Nazlı Hanım, nasıl benim yengem olacaktı?" diye sordu Aydın, gülümseyerek.

Aydın'ın cümlesiyle beraber kinayeli bir tavırla Bora'ya gülümsedim. "Bak... Adam senden daha romantik," dedim. Bora'nın küçük bir kahkaha atmasıyla beraber, "Cık... Cık... Cık..." diye devam ettim. "Hadi beni casinoya götür, seni affedeyim."

Bora bana aldırış etmeden, "Hiç deneme Nazlı, işlemez," dedi.

"Aydın bu akşam ne yapıyorsun?" diye sordum, sert bir ifadeyle.

"Üzgünüm," dedi Aydın, kendisine bir sigara yakarken. "Planlarım arasında Kara tarafından öldürülmek yok."

"Cık," dedi Bora gülümseyerek. "Benim asıl bugün için daha güzel planlarım var, istesem de araya cinayet sıkıştıramam." Bakışları bana çevrildi. "Daha eğlenceli..." Her ne kadar omuz silksem de içten içe ne yaparsak yapalım seveceğimi biliyordum; içinde o olsa yeterdi.

Ters bir ifadeyle, "Vallahi üzgünüm... Planların içinde umarım ben yokumdur," dedim.

"Aşk olsun sevgilim..." dedi Bora, bana sırnaşarak. "Sensiz plan yapar mıyım ben?" Beni kendine doğru çektiğinde karnına dirsek attım.

Aydın, istemsizce bir kahkaha atarken, Bora "Aydın!" diye mırıldandı. "Gülme!" dedi. Fakat ben de Aydın'la beraber kahkaha atmıştım. Gülmek güzel şeydi! "Sen de kaşınma Nazlı..." dedi Bora, uyarıcı bir ifadeyle. Bence de kaşınma Naz!

Sıkıntılı bir nefes verdim. Bora'yı hafifçe ittirdim. Ayağa kalktım, masanın üzerindeki telefonumu aldım ve salonun girişine uzayan mermer yola ilerledim. Telefonumun notlar kısmına girdim.

"Kocacığım seni çok seviyorum. Seni şimdiden affettim, lütfen beni öldürdüğün için üzülme. Biricik karın."

"Ah!" diye bağırdım. Karnımı tutuyordum. Bora hızla koltuktan kalktı ve yanıma ulaştı.

"N'oldu?" diye sordu telaşla. Hakikaten n'oldu Naz? Doğuruyor musun? "Nazlı, bak bakayım bana, n'oldu?" diye sordu, endişeyle.

Yüzümü kaldırdım ve Bora'yı göğsünden ittirerek havuza attım. "Bir şey olmadı!" dedim, bağırarak. "Kaşınan sensin ayrıca!" diye bağırdım. Ellerimi belime yerleştirdim. "Beni havuza atmıştın ve de denize! Genel olarak ayrı, az evvelki tavrını ayrı düşünürsek... Bunu çoktan hak ettin bile sen!"

Bora kafasını sertçe iki yana sallayarak, saçlarındaki suları savuşturdu. Kapkara bakışlarından ateş çıkıyordu. Çok ileri gittiğini söylememe gerek var mı, bilmiyorum Naz!

"Bi' boğazın serin suyu değil tabii bu havuz!" dedim, daha normal bir tonlamayla. Bora başını tehditkar bir ifadeyle, beni onaylarcasına salladı. "Hayat ama şey... Müşterek. Islanabilirim ben de sorun-"

"Aydın, görüşürüz..." dedi Bora, bakışlarını benden çekmeden. Yalnız lafım değil; sanki içimden bir şeyler de kesilmişti.

"Allah yardımcınız olsun yenge," dedi Aydın, içten bir tonlamayla.

"Aydın görüşürüz dedim!" diye kükredi Bora. Seni kandırıyor olabilir Naz, gözlerine bak gözlerine! Bakıyordum. Ve bu sefer baştan aşağıya ciddi olduğunu da fark ediyordum. Gözlerinde gördüğüm tek şey, biraz sonra üzerime boca edilecek öfkesiydi.

Hızlıca, Aydın'dan da evvel içeriye girdim ve üst kata ilerledim. Naz sakin ol! Ölmek istemiyordum. Henüz daha yeni evlenmiştim. Nereye kaçabilirdim? Yanından insan geçerken amaçsızca kaçan kedi gibisin Naz! Kedinin suçu yoktu; kim bilir insanlar ona neler neler yapmıştı da artık kaçıyordu. Banyonun yolunu tuttum ve kendimi banyoya kilitledim. Çaresizdim. Çaresizliğime yakışır bir şekilde, telefonumdaki notlara girdim. Az evvel yazdığım satırların ekran görüntüsünü çekip Bora'ya gönderdim. Allah'tan notlarda dakika da çıkıyordu; şimdi yazdığımı düşünmezdi.

Çevrimiçi oldu.

"Uğraştırma beni, neredesin?"

"Yaa süit de pek büyükmüş!"

"Seni bulamayacağım kadar büyük değil."

"Panik atağımı azdırma benim."

"Başlangıç aşamasında ya!" 

"Yok yok bence bayağı yol katetti."

"Neredesin Nazlı?"

"Elma da desen, armut da desen çıkmam! Ayva!"

"İyi sen bilirsin. Ben hazırlanıp çıkıyorum. Özgür kapıda. Odadan çıkamazsın zaten. Akşam geldiğimde görüşürüz nasılsa."

"Kendimi öldürürüm."

"Süper. Benim zahmet edip elimi kana bulamama gerek kalmaz böylece."

Banyonun kapısı zorlandı. "Aç şu kapıyı hadi," dedi Bora. Kapının arkasına çökmüştüm. Açmayacaktım. Çünkü pişman değildim. Elimdeki telefonun emoji klavyesine, Allah ne verdiyse basıyor ve Bora'ya saçma sapan şeyler gönderiyordum. "Aç şu kapıyı!" dedi, öfkeyle.

"Kırma sakın kapıyı, kapının arkasındayım çünkü," dedim, kısık bir sesle.

"Bunu neden söylüyorsun ya? Manyak mısın sen? Kapıya ateş etsem ne olacak?" dedi, dümdüz bir ifadeyle. Bunu düşünmemiştim. "Bu mu senin aksiyon filmi anlayışın?" diye sordu.

"Ne yapayım, kapının arkasına saklanıp kilidi açayım... Sen içeriye girince de kafana da bir şey mi geçireyim?" diye sordum, alaylı bir ifadeyle.

"Bak işte bu yüzden ucuz filmler diyorum... Gerçekte öyle şeyler olmaz," dedi.

"Ben de biliyorum herhalde... O yüzden çaresiz çaresiz oturuyorum," dedim.

"Banyodasın Nazlı... En çaresiz olunmayacak yer. Bubi tuzağı bile hazırlayabilirsin," dedi. Etrafıma bakındım. Yanılıyordu. Jakuzi vardı. Ama bizim evimizdeki gibi güzel değildi; beni mest edememişti. Sizin evinizdeki ormanla iç içe Naz, o Everest resmen! Bence de öyleydi. "Ne buldun?" diye sordu Bora. Jakuziye dalınca bir şey bulmayı unutmuştum.

"Bir şey bulamadım," dedim. Derin bir nefes aldım. "Bora bir şey yapmayacağına söz ver açayım kapıyı," dedim, çaresizliğime yakışır bir ses tonuyla.

"Sana söz veriyorum, o kapıyı açtığın an kolundan tutup terasa götüreceğim seni. Havuza atacağım. Sonra sen çıkınca bir daha atacağım. Bir daha. Bir daha. Bir daha... Canım sıkılıncaya dek!" dedi, dümdüz bir ifadeyle. İnşallah yine seni kandırıyordur Naz!

Korku dolu bir ifadeyle, "Kandırıyor musun beni yine?" diye sordum.

"Senin üzerine yemin ederim ki seni kandırmıyorum," dedi, net bir tavırla. Çok geçmiş olsun Naz, neyse ki öldürmeyecekmiş. "Çok ciddiyim Nazlı."

"E ne olacak?" diye sordum.

Bora sıkıntılı bir nefes verdi. "Beni alt edeceğine inandığın bir plan yap. Mantıklı olsun. Ve de güçlü. Zekanı göster bana. Oradan beni alt ederek çıkabileceğini göster," dedi.

Kaşlarım çatılırken, gözlerim de kısılmıştı; Bora bana hayatta kalmayı öğretiyor, beni çetin geçecek kışa hazırlıyordu. Ya da Kara'nın karısı olmayı öğretiyor Naz!

Derin bir nefes aldım ve hızlıca ayağa kalktım. Meraklı bir ifadeyle, "Kaç dakikam var?" diye sordum.

"Planını beğenmezsem, içeride kaldığın toplam dakikayı makul saniyelere böler ve seni suyun içinde tutarım. Beni havuzda boğarak öldürüyordun diye gezersin. Makul mu?" diye sordu, ciddi bir ifadeyle.

"Süre başladı..." dedim.

"Elimde silah var, bunu sakın unutma," dedi.

Etrafıma bakındım. Dolap kapaklarını açarak içlerini inceledim. Duşa ilerledim. Duş başlığının sabit olup olmadığını kontrol ettim. Sabit değildi. Tekrar dolaplara ilerledim. Envaiçeşit yağ, krem ve losyon vardı. Kapı, akıllı kapıydı. Kumanda ile de açılıyordu. Galiba tamamdım. Zihnim şimdilik buna yetiyordu.

"Bora açıyorum kapıyı," dedim.

İfadesiz bir şekilde, "Tuzağın hazırsa aç..." dedi. Gerçekten alt edilmek mi istiyordu? Bence kendisini alt edebileceğine inanmıyor Naz.

"Tuzak hazırlamadım tabii ki de sana... Ama tuzağımı tasarı olarak sunacağım. Zaten sen adilce, tamam mı değil mi söylersin bana..." dedim. Derin bir nefes aldım. "Tatbikat gibi şaaparız veya."

"Aç kapıyı," dedi Bora. Kumandaya bastığımda kilit açıldı. Bora kapının kulpunu oynattı, kapıyı ittirdi ve göz göze geldik. Kapkara gözlerinde hiçbir ifade yoktu. "Söyle planını."

Ayaklarının dibindeki yeri gösterdim. "Sen kapıdan girer girmez üzerine kaynar su tutuyorum... Yerlere de yağ döktüm önceden ki suyun etkisiyle kaçmaya çalıştığında bas ve düş." Bakışlarım gözleriyle birleşti. "Bir de kafana parfüm falan fırlatıyorum ki yaralan..."

"Ateş edersem?" dedi, ifadesiz bir şekilde.

"Kaydığında mutlaka silahı düşüreceksindir," dedim. Birkaç adım atarak lavaboya doğru ilerledim. "Kapıya tutunmak isteyeceksin ayağın kaydığında ama ben kumandayla kapıyı kapattığımda, o mekanizmanın hızı bünyeni şaşırtacak ve silahın tam buraya düşecek..." diye devam ettim. Bakışlarında hala hiçbir ifade yoktu. "Sayısalcıyım ben. Fizik bilgim gayet iyidir."

"Ben yerdeyken kapıdan nasıl çıkacaksın peki?" diye sordu.

"Silahı alacağım ve sana ateş edeceğim," dedim hiç düşünmeden.

"Hayatında kaç kez ateş ettin?" diye sordu.

"Ateş ettiğimde, geriye doğru gideceğimi biliyorum. Kabzayı doğru kavramazsam silahın ön kısmı havaya kalkar. Bu da bir nevi fizik kuralı... Ama bunu Gürkan Abi'den biliyorum ben," dedim.

"Hiç silah kullandın mı?" diye sordu.

"Hayır... Ama kurşunun sekebileceğini de biliyorum," dedim. Derin bir nefes aldım. "Ama sonuçta hayatta kalmak için buna dikkat ederim. Zaten yerdesin, kaçamazsın o an. Ateş edebileceğime inanıyorum." Bana silah kullanmayı öğretmesini istiyordum. Çok zorda kalmadığı sürece bunu asla yapmaz Naz!

"Vurdun beni... Sonra?" dedi.

"Üzerinden atlayıp kaçacağım... Silahı elimden bırakmayacağım. Ve üzerinden geçerken, bacaklarımdan tutup beni düşürme ihtimaline karşı, silahı çok iyi kavrayacağım. Arkamdan da gelebilirsin, bu da bir ihtimal..." dedim.

"Fena değil..." dedi. Kapıya yaslandı ve ellerini geriye atıp belinin hizasında, kapıya yerleştirdi. "Gözlerin devamlı fıldır fıldır hareket ediyor. Devamlı konuşuyorsun içinden... Beynin durmaksızın çalışıyor, bir şeyler düşünüyorsun. Bundan sonra, olası durumlar için, hayatta kalma planı üretmeni istiyorum. Bunu düşün bundan sonra..."

♠️

Bora'nın, spor ayakkabı giymem ve güneş kremini yanıma almam konusundaki olağan dışı ısrarını anlamamıştım. Hatta helikoptere binip devasa otelleri bir minyatür gibi görmeye başladığımda Strip'i bir de yukarıdan görmemi istediğini düşünüp söz konusu ısrarını unutuvermiştim ki gördüğüm manzara karşısında bakakaldım. Kalbimin ritmi değişti, yüzümde tarifi mümkün olmayan bir gülümseme oluştu. Hollywood filmlerinden ezberlediğim Büyük Kanyon tüm heybetiyle karşımdaydı.

Gökyüzünde yürüyormuş hissi veren, görünüşü ürkütücü fakat bir o kadar insana yaşadığını hissettiren cam balkondan, yani Büyük Kanyon'daki yapay tek yapı olan Skywalk'ın üzerinden, 250 milyon yıl önce okyanus olan kanyonun muhteşem manzarasını büyülenmiş gözlerle izlerken, Bora'nın okyanus kadar derin kapkara gözleri de benim heyecanımı izliyordu.

Yürürken, bazı noktalarda bilhassa durup bastığım yerlerin farkındalığını içime kazırken ya da kollarımı açıp "Çok mutluyum!" diye bağırırken elini bir an olsun elimden çekmiyor; bulunduğumuz yerlerin yüksekliğini, kayaların yaşlarını, kanyonun derinliğini, uzunluğunu ve genişliğini bir rehber edasıyla ona anlatırken, sanki ben onu buraya getirmişim gibi bir hayranlıkla beni dinliyordu.

"Her şeyi sayıyorsun, sayılarını aklında tutuyorsun. Bir çok sayısal değeri okuyorsun. Onları da aklında tutuyorsun... Nasıl mümkün bu, aklım almıyor," dedi yumuşacık bir sesle. Bir kayaya oturmuş, kollarını sımsıkı karnıma sarmış ve çenesini omzuma yerleştirmişti. Güneş elini ayağını yavaş yavaş üzerimizden çekiyor ve vadinin güne gözlerini kapayışını izliyorduk.

"Bir gün bana desen ki... '40 senemizi devirdik Nazlı...' Oldu mu o kadar sahiden ya, diye sorarım sana. Öyle sayasım gelmiyor bazen... Teslim oluyorum. Ve öyle de seviyorum ki bunu..."

Başımı göğsüne yasladığımda boynumda adının yazdığı yeri öptü. Yüreğim aydınlanırken, hava bir kez daha kararmıştı.

♠️

"Galiba casinolar burnumuzun dibinde dursun ama ben hasretlik çekeyim diye getirdin beni Las Vegas'a anladım ben." Bora, saçından akan su damlaları ensesinden sırtına doğru süzülüp belindeki havluya çarparken beni umursamıyor ve saçını havluyla kurulamaya devam ediyordu. "Yemek yedikten sonra gidelim bari casinoya Bora..."

Bora sıkıntılı bir nefes verdi. "Yarın akşam gideriz... Hem David Copperfield'ın gösterisini izleyeceğiz işte. Sen de kartlara fısıldadığını iddia etmiyor musun?" dedi Bora.

"Hiç de bile! Ben algoritmadan bahsediyorum ilüzyondan değil." Sesim mızmızlanmama yakışır bir şekildeydi fakat bunu da umursamamıştı. Aynanın üzerinden gözlerini benimle birleştirdiğinde bakışları da ifadesizdi. Küçük adımlarla ona yaklaştım. Parmak uçlarımda yükselerek dövmesinin üzerine küçücük bir öpücük bıraktım. Kocanın dövmesinin anlamı ne Naz? "Dövmenin anlamını bile bilmiyorum. Casinoya gidelim," dedim.

Bora şaşkınlıkla bana döndü. Sıkıntılı bir nefes daha verdi ve elindeki havluyu yere atıp giyinme odasına doğru ilerledi. Peşinden gidecektim fakat telefon melodimin kulaklarıma ulaşmasıyla yatak odasına doğru ilerledim.

"Kim arıyor sabahın köründe?" diye seslendi Bora. Her ne kadar Las Vegas'ta akşam olsa da beni yalnızca Türkiye'den birisinin arayabileceği konusunda emindi ve Türkiye'de saatin 8'i çeyrek geçtiğini hesaplamak konusunda bayağı başarılıydı. Fakat yanılıyordu; telefon Londra'dandı. Aslında bu daha kötü Naz çünkü Londra'da saat daha sabahın 6'sını çeyrek geçiyor!

"Begüm?" dedim şaşkınlıkla. Begüm'den evvel boğazından ağladığına dair çıkan sesler ulaşmıştı kulağıma. Bora ise sesimi duyar duymaz yatak odasına gelmiş, meraklı gözleriyle bana bakıyordu. "İyi misin? Neden ağlıyorsun?" diye sordum. Bora'nın gözlerindeki merak, endişeli bakışlara çevrilirken dudaklarını ısırdı.

"İyiyim," dedi Begüm. Yalan söylüyordu. "Ben... Ben uyuyamadım sadece. Kimi arayacağımı... Bilemedim... Uyandırdıysam özür dilerim." Begüm Las Vegas'ta olduğunuzu bilmiyor demek ki Naz.

"Uyumuyordum Begüm, hayır." Yatağa oturduğumda bakışlarım Bora'ya çevrildi. Telefonu hoparlöre aldım.

"Sen de mi konuşmuyorsun benimle?" diye sordu Begüm ve ardından hıçkırarak ağlamaya başladı. "Bir buçuk aydan fazla oldu... Aramadın... Ben seni kaç kez aradım, açmadın."

Haklıydı. Abisinin bana gelmediği her bir saniyede duyduğum acıyı, abisinin etrafındaki insanlardan çıkartmıştım. Konu Bora'ya geldiğinde kendi arkadaşlarımın bile yüzlerine telefonu kapatırken Begüm'ün telefonlarını açmaktan hep sakınmış, kendimi koruma altına almış ve daha fazla acıdan kaçmıştım.

"Özür dilerim," dedim hiç düşünmeden. "Gerçekten özür dilerim Begüm, seninle alakalı değildi."

Begüm burnunu çekti. "Kendimi çok aptal, çok yalnız, çok kimsesiz hissediyorum." Begüm'ün elini tutmak ve onu kendime çekip tüm gücümle ona sarılmak istemiştim fakat mümkün değildi. Ürkek bakışlarımı gözlerine değdirdiğim Bora'nın ne düşündüğünü ise kestiremiyordum. Endişeli duruyordu ama bir o kadar da bu konu hakkında konuşmaya kapalı ve tavizsiz gözüküyordu.

"Olur mu öyle şey?" dedim. Derin bir nefes aldım. "Senin kalabalık bir ailen var... Seni seven, sana değer veren insanlar var... Ama her şeyden evvel abin var."

Begüm'ün boğazından kopan feryadın sebebi, abisinin olup olmadığından artık şüphe etmesiydi. "Nerede?" diye sordu, hıçkırıklarının arasında. Zannediyorum ki bu sorunun cevabı "Las Vegas" değildi. Ve bu sorunun cevabını ben de bilmiyordum.

Begüm'ün, son görüşmemizde Bora hakkında söylediklerini gayet iyi anlamıştım. Bora, ayrı olduğumuz süre boyunca benimle küs kalmış, karşılaştıkça benden kaçmış ve bana soğuk davranmıştı; çünkü gerçekten de beni kafasında bitirmek istese bile bitirememişti. Bugüne dek maruz kaldığım sohbetlerde bahsedildiği üzere, ne Elif'e ne de babasına davrandığı şekilden çok farklıydı bana davranışları; beni hiç yerine koyamamıştı. Begüm'ü gördüğüm o son gün, onunla telefonda nasıl konuştuğunu bizzat duymuştum ve geçen zamanda Bora'nın düşüncelerindeki değişimi bilemiyordum. Bugün Aydın'la konuştuklarını -ya da konuşmadıklarını- atlama Naz.

Telefonu Bora'ya doğru uzattığımda bakışları gözlerimi bulurken, yutkundu. "Aramaya bile korkuyorum," dedi Begüm, yeniden konuşabildiğinde. Bora'ya yaklaşmak üzere ayağa kalktım. Bir adım attığım sırada, elini havaya kaldırarak durmamı işaret etti. "Abim beni sildi Naz," dedi Begüm. Bora, başını Begüm'ün cümlelerini onaylarcasına salladı ve arkasını dönerek odaya doğru ilerledi.

♠️

Bora, kapkara gözlerini yalnızca görmek için değil ve hatta çoğu zaman etrafına komut vermek için kullanıyordu. Begüm hakkında, asla ağzımdan tek kelime çıkmayacağına dair direktifi gözlerinden almıştım. Bu konuda öyle netti ki, ağzımı açacak olursam çok büyük bir kavgaya tutuşacağımızı bile hissedebiliyordum. Bir de Bora'yı tanımadığını söylüyorsun Naz; tanıyorsun işte.

Strip'in en yüksek binası olan Stratosphere'de, ışıl ışıl Vegas manzarası ve hafif müzik sesi eşliğinde ilginç bir akşam yemeği yemiştik. Bu yemeği ilginç kılan şey Bora'nın tavrıydı: Hayatıma girdiği günden beri az ve öz konuşan adam bu gece gitmiş, yerine oldukça konuşkan bir adam gelmişti.

Ablasının ölümünden sonra doğup büyüdüğü Tarabya'daki köşklerinde kalmak istemediğinden, o zamanlarda Elif'le beraber oldukları ve evlendiklerinde güvenlik düzeyi yüksek bir evde yaşamak zorunda oldukları için Beykoz'da bir ev yaptırdığından bahsetmişti. Bu ev yapılana dek, mecburen köşkte kalmaya devam etmişti. Elif, her ne kadar sık sık köşkte kalıyor olsa da hiç aynı çatı altında yaşamaya başlamamışlardı. Aslında kendisinin, daha çok şehire uzak bir yer tercih ettiğini ama Elif'in buna razı gelmediğini de belirtmişti. Elif'le ayrıldıktan sonra ise Kilyos'ta zaten sahip olduğu arazi üzerine şimdiki evimizi yaptırmıştı.

Noir'la, girdiği bir çatışmada tesadüfen tanıştıklarını da anlatmıştı. Ben, girdiği çatışma kısmına takılı kalırken Bora'nın tek odağı Noir'ın o zamanki güçsüz ve cılız hali olmuştu. Bu hayatta, en çok onunla dertleşmeyi seviyordu. Ayrıca babaannesi Noir'ı ne zaman görse, onu "Karabaş" diye çağırıyordu ve buna sülalecek çok gülüyorlardı.

David Copperfield gösterisine giderken bu şovu daha evvel izlediğini, birçok kez Las Vegas'a geldiğini ama esasen Monte Carlo'da kumar oynamayı sevdiğini söylemişti. Yani kumar oynamayı sevmiyordu fakat oynamak zorundaydı. "Paslanmamak için..." demişti. Ve söylediğine göre, ne kadar çok rakip tanırsa o kadar iyi bir oyuncu olurdu.

Gösteri başladığında Bora susmak zorunda kalmış fakat gösterinin sonunda, seyrettiğimiz ilüzyon şovunun arka planlarıyla alakalı bana çeşitli bilgiler vermeye başlamıştı. Asla sabit bir yerde kalmayan ve kesinlikle Bora'nın kendi kendine yönlendirdiği sohbetin konusu bir ara, Gökhan ve Aydın'ın dayısı Kemal Bey'e gelmişti. Kemal Bey Abi, usta sihirbazlardan halliceydi ve Bora küçükken onun gerçekten de metal paraları önce yok edebildiğine ve sonra sihirle geri getirebildiğine inanıyordu. Kemal Bey Abi'nin "Kemik" adında bir köpeği vardı ve Bora ona çok düşkündü; bu laf arasında söylediği bir bilgiden ibaretti.

Anlattıkları bunlarla da sınırlı değildi. İlk aşkı ilkokul öğretmeniydi. Büyüyünce onunla evlenmek istemişti. "İşte sen kadının elinden, hayatının fırsatını aldın," demişti bana şakacı bir ifadeyle. İlkokulda Batuhan diye bir arkadaşı vardı. Şimdi nerede ya da ne yaptığını bilmiyordu ve bir ara onun ablasına da aşık olmuştu. Batuhan'ın ablası evlendiğinde Bora henüz 10 yaşındaydı ve o gün aşka küsmüştü.

Ne kadar konuşursa konuşsun onu sonsuza dek dinleyebilirdim fakat bunların hepsini, yalnızca Begüm'ü konuşmamak için anlattığını biliyordum. Konu lisedeki uzak durmaya çalıştığı okul çıkışı kavgalarına bile geliyor ama asla Begüm'e gelmiyordu çünkü Bora amansız bir mücadeleye girmişti. Neşeli tutmaya çalıştığı ses tonunun arkasındaki üzüntüyü benden değil, kendisinden saklamaya çalışıyordu.

Yıllık, belki de birkaç yıllık kelime kotası dolduğunda ise, dudakları arasından tavrı kadar ilginç bir öneri çıkmıştı: "Kulübe mi gitsek? Dans ederiz."

Kulübe gelmek Bora'nın fikriydi fakat dans etme anlayışı yalnızca yanımda boy göstermek ve içki içmekti. Her ne kadar bakışlarımız birleştiğinde gülümsese de ben dans etmeye başladığımda gerildiğini fark ediyordum. Buradaki hiçbir erkeğin derdi ben değildim fakat burada derdi kadın olan birçok erkek vardı. Las Vegas'ta bir gece kulübündeydik ve buradaki erkeklerin dertlerinin bir kadın olması çok doğaldı. Ve hatta, bir kadının beni gözleriyle yiyebildiğini fark ediyordum Bora görebilmiş miydi bilemiyordum. Yalnızca bana değil, Bora'ya da alıcı gözüyle bakan altı kadın ve iki erkek vardı.

"Bora otele mi dönsek?" diye sordum. Bağırdığım halde, kendi sesimi zor duyuyordum.

"Eğleniyoruz işte..." dedi. Ben daha evvel eğlendiğim için, eğlencenin böyle bir şey olmadığını çok iyi biliyordum; mesela sabah Büyük Kanyon'u gezerken daha çok eğlenmiştim. Gece kulüplerinde de çok eğlenmişliğin var Naz, kendi hakkını yeme şimdi.

"Yok yok gidelim," dedim.

"Neye bakıp duruyorsun?" diye sordu Bora. Sanırım asla beceremediğim İngiliz aksanına sahip olduğuna ikna olmuştum. Oxford'da okumuş sonuçta Naz, olur o kadar. "Evet sana diyorum," dedi yüzüne bakmadığım bir adama yaklaşarak. İngilizce'yi oldukça akışkan konuşmasından ziyade cümle vurgularında da oldukça iyiydi. "Sikerim seni," dedi, adama yumruk attıktan hemen sonra. Şaşırmıyordu da. Mesela ben onun yerinde olsam, bu kısımlarda Türkçe konuşmaya başlardım fakat o hala İngilizce konuşuyordu. Las Vegas'ta nezarete düşmedik de demezsin Naz!

♠️

"Hayır sen neden bana mekanı işleten adamı tanıdığını söylemiyorsun ki?" diye sordum sitemle. Bora istifini bozmadan yatağa uzanmış, ellerini başının altına yerleştirmiş ve sırıtarak beni izliyordu. "Korktum diyorum sana gülüp durma."

"Gerizekalı mıyım ben Nazlı? Bir adama yumruk atarsan, illaki üzerine çullanan olur. Tek başıma niye kavgaya gireyim?" dedi Bora, umursamaz bir ifadeyle.

"Doğru soru şu olacak... Niye kavgaya giriyorsun?" dedim yüksek çıkan bir sesle. Naz sakin ol, resmen burnundan ateş çıkaracaksın.

"Sana baktılar."

"Bakarlar bakarlar, Allah göz vermiş!" dedim ve kulağımdaki küpeleri hızla çıkartarak komidinin üzerine koydum.

"Bakamazlar."

"Sanki mekanın çalışanları senden taraf olmayacak olsa dövmeye kalkmayacaktın... Bana kendini anlatma. Gayette o ilk yumruğu gene atardın sen." Üzerimdeki elbisenin fermuarını, elbiseyi yırtmak pahasına çekiştirmeye başladım.

"Yardım edeyim mi?" diye sordu Bora, hınzır bir gülüşle.

"Etme!" dedim, sitemle.

"Mekandakilerin derhal yanıma geleceğini bilmesem, yanımda sen varken riske girmezdim. Ha bir yolunu bulup yine döverdim o orospu çocuklarını, orası ayrı," dedi başının altındaki ellerini biraz daha gevşeterek. "Birkaç kadını da dans etmeleri için zorlamaya kalktılar öncesinde, tabii bunun da etkisi var."

"Tabii bunun etkisi var ama senin kendine olan öfkenin etkisi yok!" dedim, elbisemden tamamen kurtulmayı başararak. Bora'nın kaşları çatılırken, koltuğun üzerindeki ipek geceliği giydim ve yatağın içine girip sırtımı arkaya yasladım. Bora gözlerini kapatmıştı. "N'oldu?" diye sordum, on beş saniye sonra. "Bütün akşam konuştun da şimdi susasın mı geldi?"

Mırıldanarak, "Sen de sus hadi... Uyuyalım," dedi.

"Yok öyle!" dedim, Bora için yüksek sayılacak desibelde. "Canın istediğinde konuş, canın istediğinde sus... Oh ne ala!" diye devam ettiğimde Bora gözlerini açtı, komodinin üzerindeki kumandayla ışığı söndürdü ve perdeleri kapattı. "Rahatladın mı peki herifleri dövdüğünde?"

"İyi geceler Nazlı."

"İyi geçmeyecek işte!" dedim kollarımı bağlayarak. "Bende kabahat, seninle gece kulübüne gidiyorum Las Vegas'ta... Hem de bu gece yani... Bana lezbiyenler de baktı, onları da dövseydin. Sonuçta senin karına baktılar... Ya Allah'ın Amerika'sında 'Karım o benim!' duyarı kasan tek numunelik sen olabilirsin zaten. Acaba el alemi mi dövdün kendini mi?" dedim ve derin bir nefes aldım.

Begüm'den uzak duruyordu fakat uzak durduğu için kendisini suçluyordu. Tüm akşam, sürekli geçmişten bahsetmesine rağmen ağzından Begüm'ün adı çıkmamıştı fakat belki de attığı her yumrukta kendisini cezalandırıyordu. Yatağın içine girdim ve Bora'ya yaklaştım. Başımı göğsünün üzerine koydum.

"Bora..."

"Uyumak istiyorum Nazlı," dedi. Sesinin tınısında anlayış bekleyen bir tonlama vardı. Elini belime yerleştirdi ve saçlarımın arasına küçücük bir öpücük kondurdu. "İyi geceler."

"Halam..." dedim, kısık bir sesle. "Babam öldüğünde çok üzülmüştü ama amcam öldüğünde yıkıldı," diye devam ettim. Bora hiçbir şey söylemedi. "Düşün... Kocasını bile toprağa verdi ama amcamın ölümü başkaydı. 'Bir sen kalmıştın abi...' diye ağladı günlerce."

"Birini kaybettiğinde, elde kalan diğerinin kıymeti artar her zaman. İnsan psikolojisi işte," dedi Bora ifadesiz bir sesle.

Bir elimi tereddütle Bora'nın çıplak göğsüne yerleştirdim. "Kalp..." dedim ve yutkundum. "Dört odacıklı..." Derin ve sessiz bir nefes aldım. "Birinde annen, birinde baban, birinde ablan... Diğerinde de Begüm varmış."

"Sana yer kalmamış..." dedi, ifadesiz bir sesle.

"Annen ve baban aynı odacığa yerleştiler, boşta kalana ben girdim. İleride de ablanla Begüm aynı odacığa yerleşmek zorunda kalacaklar," dedim ve iki saniyeliğine dudaklarımı ısırdım. "Çocuğumuz olacak. Belki de çocuklarımız... Sonra çocuklarımız ve ben aynı odacığa yerleşeceğiz çünkü torunlarımız olacak." Elimi hafifçe göğsüne bastırdım. "İyi ki kardeşlerin varmış ve sen, kendi aileni kurana kadar ki zamanda o odacıkların ıssızlığının nasıl kötü bir his olduğunu hiç yaşamamışsın. Dolduruyorsun bir şekilde tabii... Gökhan öz kardeşim gibi diyorsun hep... Ama gibi... Onun öz kardeşi Aydın."

"Laf aramızda bana daha çok düşkündür," dedi Bora, çünkü konuştuğumuz konu hoşuna gitmemişti ve espiriye vurarak dağıtmaya çalışıyordu.

"Olabilir. Ama konu Gökhan ve sen değilsiniz. Konu Begüm," dedim ciddi bir tonlamayla. "O yalnız hissediyor. Onun annesi ve babası öldü. Benim sahip olduğumdan daha çok akrabası var. Belki daha çok arkadaşı da vardır. Sevgilisi de var ayrıca. Ama herkes başka, abi başka olsa gerek."

"Ben Begüm'le ne zaman sorun yaşasam, senin bir kardeşin olmadığı üzerinden yola çıkarak ona, ama aslında kendine acıyorsun. Yapma şunu," dedi Bora, sitemkar bir şekilde. "Eğer bugün benimle beraber olmasaydın, yine açmayacaktın onun telefonunu. Acın dinene kadar... Acın dindiğinde o da seni aramazdı belki, birbirinizi unutur giderdiniz."

"Bu benim yanlışım," dedim. Sesimden pişmanlık akıyordu.

"Hayır," dedi Bora net bir tavırla. "Ben seni Anıl'la kaçacak olmanla itham etmiştim ve senin Begüm'e dair son görüntün, o herifin fotoğrafını önümüze attığı an. O fotoğrafın arkasında yazan satırların da benim aptal düşüncelerimin şekillenmesinde payı vardı. Ve sen içten içe Begüm'ü de suçladın. Aynı Özgür'ün postaneyi bilhassa bana söylemesi ve onu da suçlu ilan etmen gibi. Bu yüzden Gökhan ya da Selim'den değil, Özgür'le Begüm'den kaçtın. Aynı, kendinde de düşüncelerimin şekillenmesinde hata bulman ve kendinden bile kaçman gibi Nazlı."

"Bora..."

"Nazlı," dedi, lafımı keserek. Sıkıntılı bir nefes verdi. "Ben bundan sonra Begüm'le görüşmeyeceğim... Sen istersen görüş, istemezsen görüşme. Holdingteki hisselerini satması için Seren'i araya sokmuştum, sonra o cephe karıştı. Kararım kesin. Ve de zaten Kara'dan uzak durması en hayırlısı onun için. Dönmesin işte İstanbul'a... Duydun konuştuklarımızı."

"Mehmet'i öldürmeye ne zaman karar verdin?" diye sordum dan diye.

"Nişanlandığımız gece," dedi ciddi bir ifadeyle. Yutkunduğumda boğazımdan tuhaf bir ses çıkmıştı. Benimle beraber olduğunda aramızdaki ilişkinin resmen başladığına ve geri dönüşümüz olmadığına emin, artık beni gönderemeyeceğine ise ikna olmuş olmalıydı. Ablasının son arzusuna saygısızlık ediyormuş gibi hissediyor mudur Naz? Belki de sen buradan gidecek olsan, bir şekilde Mehmet'i öldürmeyecekti. Uyuşturucu işi ne olacak peki?

"Eğer barışmasaydık... Yani seni ikna etmeseydim Kıbrıs'ta... 8 Kasım'dan sonra gerçekten gönderir miydin beni?" dedim meraklı bir ifadeyle.

"İnan bana senin için de en hayırlısı buydu... Ama sen kaşındın. Direttin. Kazandın mı... Kaybettin mi... Hayat gösterecek," dedi ifadesiz bir sesle ve çenesini saçlarımın arasına yerleştirdi.

"Uyuşturucu işi..." dedim, mırıldanarak. 

"Bana zaman ver Nazlı," dedi sessizce. Saçlarımı öptü. "Soracağın hiçbir sorunun yanıtı yok bende şu anda. Önümü göremiyorum."

"Evlenmesey-"

"Sakın!" dedi, vurguyla. "Sakın bitirme o cümleyi. Bunca kötünün içinde iyi olan tek şeyin üzerine kara bulutları çekme. Hedef alacağı bir karım olmasaydı Mehmet'in, 8 Kasım'daki sevkiyattan sonra sınırsız bir güç kazanacaktı ve aileme yine bir şekilde zarar verirdi. Hedefi mutlaka ben ve benim çevrem olurdu. Senin öldü gözükmen ona intikamını aldığını düşündürecek ve beni güçlendirecekti eyvallah... Ama yine onu öldürmek zorunda kalabilir ve bu işe girebilirdim, hayat bu. Planın ne olursa olsun hayatın da planları oluyor. Şimdiye bakacağız, ben bir hal çaresi bulurum. Sadece bana zaman ver."

"Anlatırsan dinlerim... Seninle plan yaparım. Beyin fırtınası yaparım. Seni anlarım... Dersen ki, hadi giriyoruz bu işe-"

"Dersem bakarız oralara sevgilim..." dedi Bora, lafımı keserek. Derin bir nefes aldı. "Çok yorulduk bugün, uyuyalım hadi..."

Dudaklarım dudaklarına doğru yol alırken, sıkıntılı bir şekilde, "İyi geceler," dedim.

♠️

"Gökhan n'aptın?" Bora'nın sesi kulaklarıma değdiğinde gözlerimi araladım. Sırtı bana dönük bir şekilde yatağın ucuna oturmuştu. "Evet daha sabahın 5'i burada da... Birkaç saat daha bekleyemedim. Konuştun mu Begüm'le?" Hiçbir yere koyamadığım ve hiç var olmamış bir kardeşimin bana sımsıkı sarıldığını hissetmiştim. "Bir şey olmamış değil mi? Öyle klasik üç numara halleri?" Derin bir nefes aldı. "Eyvallah kardeşim, sağ olasın. Sen devamlı yaz ona WhatsApp'tan falan, ikiniz de seviyorsunuz zaten aptal aptal mesajlaşmayı... Yalnız hissetmesin."

Yattığım yerde doğrulduğumda, Bora yataktaki kıpırtının farkına vardığı için hafifçe yüzünü bana dönmüştü. "Eyvallah," dedi Gökhan'a, rahatlamış bir ifadeyle. Telefonu kapatıp komodinin üzerine koydu ve yatağa girdi. "Ben mi uyandırdım?"

"Susadım sadece," dedim ve yataktan kalktım.

"Getirseydim ben, dağılmasın uykun," dedi. Başımı gerek olmadığını belirtircesine iki yana salladım ve yanından geçerken yanağına küçük bir öpücük kondurdum. Lüks otel odalarının imkanlarından yararlanmak için bundan daha uygun bir zaman olabilir miydi, bilemiyordum. Pahalılardı fakat bitkisel ürünleri çok seviyordum. Ve çoğu kimyager, bergamottan nasıl yararlanılacağını çok iyi biliyordu.

"Ne o?" diye sordu Bora, odaya girdiğimde. Bakışları elimdeki masaj yağına kaymıştı.

"Güzel masaj yaparım," dedim gülümseyerek. Ciddi olup olmadığımı kontrol etmek istercesine gözlerime baktığında yatağın kenarına oturdum. "Hadi yüzüstü uzan... Çok gerildin... Gevşemezsen yarın çekemem seni."

Bora'nın boğazından neşesiz fakat sıcak, yine de kahkaha demek için bin şahide ihtiyaç duyacağım bir ses çıktı. Yüzüstü döndü. Bergamot esanslı yağı avucumun içinden, Bora'nın sırtına akıttım. Ellerim, gerilen kaslarının üzerinde gezerken Bora'nın nefes alışverişleri düzene giriyordu. Daha evvel hiç kimseye masaj yapmamış ya da masaj yaptırmamıştım fakat biyoloji bilgime, film sahnelerine ve bergamotun kerametine güveniyordum. Mantık yürüterek masaj yapan ilk insansın Naz, tebrik ederim.

"Dövmemin anlamı..." dedi mırıldanarak. Parmaklarımın, sol omzundaki küçücük dövmenin üzerinde gezdiğini ancak konuştuğunda fark etmiştim.

"Tabanı olmayan bir üçgene benziyor," dedim, meraklı bir ifadeyle.

"Ters v, derdim ben," dedi. Güldü. "Ama işte matematikçinin bakışı ayrı oluyor."

"İçi dolu bir de daire var, o ters v'nin içinde," dedim, parmağımı dövmesinin üzerinde gezdirerek.

"O içi dolu daire dediğin... Kapkara bir yuvarlak yani... Benim. Hayallerimle yaşadığım hayat ters v olarak birleşiyor ve ortasında ben varım," dedi. İşaret parmağım, dövmedeki yuvarlağın içinde kalakalmıştı. "Tamamen saçmalık tabii bu söylediklerim. İngiltere'deyken bir dergide görmüştüm bu sembolü, hoşuma gitti yaptırdım." Saçmalık dediği şey aslında gerçek, o sembolü öyle yorumluyor Naz!

"Çok güzelmiş," dedim ve ellerimi sırtının bazı noktalarında, omuzlarında ve belinde gezdirmeye devam ettim. Gitgide daha çok rahatladığını ve uyumak üzere olduğunu hissediyordum. Parmak uçlarım en son ensesini buldu. Ensesini nazikçe ovalarken, Bora uykuya dalmıştı.

♠️

125 Gün Önce...

Yatakta hafifçe dönerek uyandığımda, elim Bora'nın göğsüne çarpmıştı. Huzursuzca kıpırdarken, diğer tarafına döndü ve nefesini sesli vererek hala uykunun içinde olduğunu anlamamı sağladı. Sessiz olmaya özen göstererek, yavaş hareketlerle yataktan kalktım. Bora'nın telefonunu alarak, salona indim ve terasa çıkıp bir sigara yaktım. Aydın'ın mesaj sayfasına girdim.

"Günaydın. Yeni evliler için, peynirli zeytinli bir Türk kahvaltı tepsisi! Halledebilir misin?"

"Elimden geleni yaparım. Olmadı marketten aldırırım. Tepsiyi siz halledersiniz. Sorun olur mu?"

"Yani... Aslında sorun olur, mutfağa girip hazırlamayı tercih etmem sabah sabah."

"Ama yapacak bir şey yok ya..."

"Sen ne buluyorsan gönder bana. Kapıyı çalma ama."

"Tamamdır."

♠️

Duştan çıktığımda, Bora'nın telefonuna Aydın'dan mesaj gelmişti. Otelin mutfağına girdiğini ve şefe Türk kahvaltısı hazırlatacağını fakat biraz beklemem gerektiğini yazmıştı. Bu süreyi duş alarak ve saçlarımı tarayarak geçirdiğim için fazla beklemem gerekmemişti. Aydın, en son olarak, tepsinin Özgür'e teslim edildiğini söylediğinde, ona barış işareti gönderdim. Sessizce aşağıya indim ve Özgür'den tepsiyi alıp tekrardan yatak odasına geldim.

Bora'nın yanı başına oturdum. "Sevgilim..." diye fısıldadım, Bora'nın kulağına. Yanağına bir öpücük kondururken, ıslak saçlarım yüzüne değmişti. Gözleri aralandı. "Günaydın sevgilim... Bize kahvaltı hazırladım," dedim. Pardon Naz?

Bora'nın bakışları, yatağın diğer tarafındaki kahvaltı tepsisine çevrildi. Yüzüne yayılan gülümsemeyle beraber, "Günaydın, sıhhatler olsun..." dedi. Yatağın içinde dikleştiğinde, tepsiyi kucağına koydum. Bana doğru yaklaştı ve uzun uzun dudaklarımdan öptü. Komodinin üzerindeki telefonunu aldı ve saate baktı. "2 olmuş saat!" dedi, şaşkınlıkla.

"Yoruldun tabii dün..." dedim. Çatalıma kaşar peyniri batırdım ve Bora'nın ağzına uzattım. Bunu neden yaptığımı bilmiyordum. O da sorgulamadı.

"Harbi güzel masaj yapıyormuşsun... Her gece isterim," dedi. Portakal suyundan bir yudum aldı. Boğazından lezzetine bayıldığına dair bir ses çıktı. "Bu kahvaltıdan da her sabah istesem mi?" diye sordu, tatlı fakat imalı bir ifadeyle.

"Ye işte sevgilim, yüzüme çarpmadan..." dedim, sitemle. Güldü. "İnanıver bazı şeylere, n'olcak..." diye ekledim. Bora hiçbir şey söylemeden kahvaltısını yapmaya devam ederken, lokmalarım arasında onu izliyordum. Dünkü depremin hasarını atlatamamıştı ama bana bunu belli etmekten de kaçınıyordu.

"Bugün Venetian'a gidelim," dedi, biraz sonra. Kapkara bakışları, gözlerimin en içine arzuyla bakıyordu. "Görmek istiyordun oteli..."

"Yarın gitsek?" dedim, gülümseyerek. Gözleri ciddi olup olmadığımı anlamak istercesine kısıldı. "Bugün off günümüz olsun bizim... Ağırdan alalım hayatı. Ne bileyim, girelim yatağın içine birbirimize sarılalım. Odada falan kalalım."

"Neden ki?" diye sordu, merakla. Dinlensin istiyordum. Zihnini dağıtsın, benimle mayışsın, rahatlasın ve enerji toplasın istiyordum.

"Canım öyle istiyor... Balayı benim balayım değil mi?" diye sordum, sahte bir sitemle. Kendi kendine evlendiysen evet Naz. "Belki sen de bana masaj yaparsın..."

"İyiyim ben Nazlı," dedi. İyi olmadığının altını çizercesine bir nefes verdi. "Bir daha Las Vegas'a gelmeyiz bak... Karış karış gez istiyorum."

Gülerek, "Monte Carlo'ya mı gideriz bundan sonra oynamaya?" diye sordum.

"Hı hı..." dedi Bora, alayla. "Her ay, mutlaka!"

"Monte Carlo da bayağı havalı ya... Elit yani..." dedim. Derin bir nefes alırken etrafıma bakındım. "Las Vegas hayalimdi. En iyisi ben şimdi Monte Carlo'yu hayal etmeye başlayayım."

"Yılbaşında oradaydım ben," dedi. Kahvemden bir yudum aldım. "Kaçasım vardı İstanbul'dan, bir de önemli bir görüşmem... Mehmet'in uluslararası bağlantılarını araştırıyorduk da... Monte Carlo'da randevulaştık, kontak kurduğumuz adamla." Dünden beri sana ne çok şey anlattı Naz, maşallah! Aslında, Kara'yı kabul ettiğimi anladığı andan itibaren, yavaş yavaş bana teslim olmaya başlamıştı.

"Monte Carlo'ya da gidelim mi?" diye sordum, merakla. "Oradaki casinolarda saygı olduğunu söyledin... Vegas'ta yok mu?"

"Turist kaynıyor Nazlı... Gürbüz'ün oynadığı bir kumarhanede ne saygısı Allah aşkına..." dedi, sitemle. Güldüm. "Monte Carlo'da, ortada sadece para ya da oyun dönmez. Güç savaşı vardır. Tanırsın masaya oturanları, nam döner. Dünyanın sayılı bölgelerinde hep bir şekilde bilirler seni, Monte Carlo'da biliyorlarsa eğer."

"Yalnız şu an gidip nam yapma isteğim artıyor..." dedim gülerek. Bora başını sitemle, kime ne konuşuyorum dercesine iki yana salladıktan sonra, tepsiyi kucağından indirdi.

Yataktan kalkmadan bana yandan bir bakış attı. Yanağımdan öptü. "Kim hazırladıysa, ellerine sağlık..." dedi, kinayeyle.

O yataktan kalkarken, "Sonuçta ben düşündüm!" diyerek teessüf ettim. Banyo kapısı bana bir cevap niteliğinde çok sesli bir şekilde kapandı. Bora duşa girmiş olmalıydı; su sesi geliyordu. Galiba uykum vardı. Esnedikten sonra, Bora'nın yarım bıraktığı portakal suyunu kafama diktim.

Bora'nın telefon melodisi duyulduğunda, telefonu elime aldım. "Özgür arıyor!" diye seslendim.

"Getirir misin?!" diye seslendi. Tepsiyi yatağın üzerine bırakarak ayağa kalktım ve banyoya ilerledim.

Bora, jakuziyi es geçmiş ve duşakabine girmeyi tercih etmişti. Beni gördüğünde suyu kapattı. Ona yaklaştığımda çağrıyı açtım. Elini kurulama gereği duymadan telefonu elimden aldı.

"Efendim Özgür," dedi. Bakışları gözlerimi hedef aldığında gülümsedim. "Uyumadın mı sen daha?" diye sordu. Boşta kalan elini alnına götürdü ve alnını sıvazladı. "Kaçta değiştirecektiniz nöbeti?" diye sordu. Sıkıntılı bir nefes verdi. "Tamam tamam ben anladım Özgür. Ulaşamazsın Aydın'a sen daha. Git birkaç saat uyu sen... Biz odadan çıkmayacağız zaten. Ben buradayken kasmana gerek yok. Ben yokken gözünü dört aç, Nazlı Hanım'a dikkat kesil, yeter."

Telefonu bana uzattığında, "N'olmuş?" diye sordum.

"Aydın'la nöbet değiştireceklermiş de Aydın'ı bulamıyormuş," dedi Bora.

"Nasıl yani? Biz yazışmıştık kahvaltı faslı için?" dedim, şaşkınlıkla.

Umursamaz bir ifadeyle, "Kaybolmuş işte ortalıktan sevgilim," dedi. Suyu açtı. Duşakabini kapattı. Naz, cidden adamı izleyecek misin? Aslında izleyebilirdim, bunun yanlış hiçbir tarafı yoktu ve fakat yine de mahremiyete saygı göstermeliydim. Yani o zaten seni çağırmak istese çağırırdı Naz.

Nispet yapar gibi, "Ben havuza giriyorum," dedim. Bakışlarını bana çevirdi. Avuç içlerim tavana bakacak şekilde ellerimi hafifçe kaldırdım ve "Jakuzi de olurdu ama artık kısmet," dedim. Banyo kapısını sertçe kapattım.

♠️

Havuzun kenarına telefonumu, kül tablasını, sigaramı, en beğendiğim viski şişesini, badem tabağını ve bir kadehi yerleştirdim. Güneş gözlüğümü taktım ve saçlarımı tepeden topuz yaptım. Merdivenlerden yavaşça havuza girdim. Başımı suyun içine sokmadan, kendime ziyafet hazırladığım yere doğru yüzdüm. Viskimden bir yudum aldım. Sendeki keyfe diyecek yok Naz! Mutlulukla gülümserken, kendime bir sigara yaktım. Çektiğim tüm dertleri silip süpüren bir ihtişamın içindeydim. Rüya gibi bir hayat yaşıyorsun şu an gerçekten de Naz!

"N'apıyorsun?" diye sordu Bora.

Bakışlarım salonun terasa açılan camekan kapısına çevrildiğinde, "Zengin kocam olmasının tadını çıkarıyorum," dedim.

Bora gülerken, havuzun üzerine özel bir şekilde konumlanmış, hem terastan hem de havuzdan ulaşılan ve üzerinde şezlong olan alana doğru yürüdü. Şezlonga oturdu ve telefonunda bir şeyler yapmaya başladı. Tekrar eski pozisyonuma döndüğümde, ona sırtımı da dönmüş olmuştum.

"O içtiğin viski seni bir çarparsa, gününü zehir edersin benden söylemesi..." dedi. Viskimden bir yudum daha aldım. Öyle keyifliydim ki, beni hiçbir şey çarpamazdı. Tövbe de Naz! Online casino üyeliğimin onaylandığına dair mesaj geldiğinde, güneş gözlüğümü çıkartıp havuzun kenarına koydum. Suyun içinde adeta sevinçten çıldırıyordum.

Ekrandaki, "Hoş geldiniz Bora Karabey" yazısına tıkladım. Hesabım açılmıştı. Yapmam gereken tek şey hesabıma para yatırmaktı. Legolas'ı çağır Naz çabuk, elf gözleri benim gördüğümü mü görüyor? Sistemin içindeki kasaya tıklamıştım ve fakat zaten hesabımda 93 Milyon 17 Bin Dolar vardı. Naz'cığım bölüyorum ama hesap senin değil, Bora'nınmış. Bora'nın adına kendi sahte hesabımı oluşturmak için, ona ait bilgileri girmiştim ve cep telefonu ile e-mailine eş zamanlı gelen iki ayrı onay kodunu da kendi telefonuma girmiştim; ama onun zaten mevcut bir hesabının olması ve o hesabın doğrudan benim telefonumda açılması bana da sürprizdi.

Hesabın ayrıntılarına tıklarken, viskimi kafama dikmiştim. Bora, ilk ve son para yüklemesini bundan altı sene evvel yapmıştı. Hesaba Bir Milyon Dolar yatırmıştı. Ve altı senedir belirli aralıklarla bu hesaptan oyun oynayarak, burada devasa bir servet oluşturmuştu. Çüş, Bora bu kadar iyi oynuyormuymuş cidden Naz?

"Hayırdır?" yazdı, Hikmet Kurtuluş. Bu uygulamanın sohbet kısmı da mı vardı? "Bir süre olmayacağını söyleyince sen... Hazırlanmadık biz. Basıyor muyuz düğmeye yani?" yazdı. Düğme neydi bilmiyordum. Başıma iş almıştım. "Hey?" yazdı. Verecek hiçbir cevabım yoktu.

"Basmıyoruz. Benden haber bekle."

Bunu yazan ben değildim.

"On güne hazır oluruz," yazdı Hikmet Kurtuluş.

"Tamam. Haber vereceğim."

Bakışlarımı usulca Bora'ya çevirdiğimde, ifadesiz kapkara gözleri benim üzerimdeydi. Elindeki telefonda bir şeyler yazdı. Mesaj benim de ekranıma düştü: "Bir parti atarız diye girdim."

"Zevkle... Memnun olurum," yazdı Hikmet Kurtuluş.

Bora telefonunu şezlongun üzerine koydu. Ayağa kalktı ve havuza balıklama atladı. Beş saniye sonra, bacaklarıma elleri değdi. Başını sudan çıkarttı. İfadesiz kapkara bakışları, gözlerimi buldu. Kadehime viski doldurdu ve bir yudum içti.

Kendisine bir sigara yaktıktan sonra ifadesiz bir tonlamayla, "Kabul et isteği," dedi. İsteği kabul ettim. Sigarasını küllüğe bıraktıktan sonra, arkama geçti. Masada Hikmet Kurtuluş'la beraber, iki kişi daha vardı. Bora'nın dudaklarını ensemde hissettim. Kartlar dağıtıldı.

"Çok büyük bir para ortadaki... Ben riske atmayayım," dedim. Dudakları boynuma ulaştı. Elime karo 9 ve kupa 7 geldi. "Bop" ya da "Pas" seçimi henüz bana gelmeden, masadaki adamlardan birisi ortadaki bahsi iki katı arttırmıştı.

"Gör," dedi Bora. Bahsi kabul ettiğimi bildirdim. Ortaya üç tane kart açıldı: sinek 7, sinek 3, kupa 6. Bora'nın dudakları hala boynumdayken, eli viski kadehine uzandı. Dudaklarını boynumdan çekti. Ortadaki bahis gene arttığında, "Gör," dedi.

Ensemden sırtıma doğru soğuk bir şeyin aktığını hissettiğimde, Bora'nın dudaklarını sırtımda hissettim. Boş viski kadehini, havuzun kenarına koydu. Dili tenimi ürpertirken, "Bop," dedi. Bu dediği ne kadar mantıklıydı bilmiyordum ama umurumda da değildi.

"Bırakayım mı oyunu?" dedim, zor çıkan bir sesle. Havuzun kenarına neredeyse yapışmıştım. Bora biraz evvel küllüğe bıraktığı, neredeyse yarısı biten sigarayı alırken dudakları sırtımdan ayrıldı.

"Parti dedik..." dedi. Parti de, poker de, oyun da umurumda değildi. Bir elini karnımın üzerinde hissettiğimde, "1 Milyon Dolar," dedi. Bahis yapmamı istiyordu. Dudakları omzuma ulaştı. "3 Milyon Dolar..." dedi. Nefesi tenimin içine işliyordu. Sigarayı kül tablasında söndürürken, "Gör," dedi.

Ben sertçe tuşa basarken, o saçımdaki tokayı hafifçe çekti ve saçlarım sırtıma döküldü. Yüzünü saçlarımın arasında hissettim. Parmak uçları, kollarımın üzerinde dolaşıyordu. Bu sefer kendisi, bana direktif vermeden, bu eli pas geçti. Beni yavaşça kendine döndürdü. Dudakları dudaklarıma kapanırken, bir eli belimi kavramıştı. Yeni elin başladığına dair bir ses duyuldu. Bora'ya sırtımı döndüm ve telefonu elime aldım. Önüme açılan kartlar maça valesi ve maça papazıydı.

"Hadi bu eli sen oyna..." Kulağımın neredeyse içine, beni çıldırtmak istercesine fısıldayarak konuşuyordu. Ortaya kartlar açıldı: Kupa 4, maça 10, maça as. "Hadi be!" dedi Bora, desibeli alçak bir coşkuyla. Nefesi ensemi yalamıştı. Masadaki adamlardan birisi bahis yaptı. Bahsi gördüm. Ortaya karo 5 açıldı. Masadaki adamlardan birisi all in yaparak rest çekti. Şansım yüksekti ama denemeye değer miydi bilmiyordum. Kaybedeceğim para benim değildi ve 50 Milyon Dolar'dı.

"Rest," dedi Bora, süre dolmak üzereyken. Adam gerçekten de blöf mü yapıyordu bilmiyordum ama restini gördüm. Bora'nın dudakları dövmemin üzerine ulaştı. "Hadi maça kızı!" dedi, fısıldayarak. Nefesimi tuttum. Ortaya kart açıldı: maça kızı. "İşte bu!" dedi Bora. Dövmemin üzerine uzun bir öpücük kondurdu.

Telefonu havuzun kenarına bıraktım. "Ay oynamayacağım ben gerildim," dedim. Nefes nefese kalmıştım. Bunun oyun gerginliğiyle alakası yoktu belki de fakat istediğim tek şey sakince Bora'nın öpücüklerinin tadını çıkartmaktı.

Bora güldükten sonra havuzun kenarına bıraktığım telefonu aldı. Kendisine bir sigara yaktı. Havuzun kenarına geçti. Havuzun bulunduğumuz yeri boyunu aşmadığı ve yalnızca omuzlarına geldiği için şanslıydı; benim aksime, sırtını havuzun kenarına yasladı. Omzundan güç alarak kendimi suda kaldırdım ve boynuna serin bir öpücük kondurdum. Bir elini belime sabitleyerek beni kendine çekti; üstelik bunu yaparken dikkatini oyundan ayırmamıştı. Omzuna bir öpücük kondurdum ve sigarasını parmaklarının ucundan alarak, bir nefes çektim. Başımı omzuna koydum.

Anlamıştım ki sanal poker zevksizdi.

♠️

Şezlongun üzerine biraz daha yerleştim. Yüz üstü uzanmak istiyordum ama güneş yağını sırtıma sürecek esmer eller havuzun içinde viskini yudumlayarak poker oynamakla meşguldü. Adamın başına bu işi sen açtın Naz! Ben bir şey yapmamıştım; kendisinin demek ki poker oynayası vardı. Gözlerimi kapadım. Akşam güneşi tenimi yakarken uykuya çekildiğimi hissediyordum. Gözlerimi açtım. Bora'nın yan şezlongta olan telefonunu aldım.

Bora, müziğin sesini duyduğunda şaşkınlıkla bakışlarını bana çevirdi. Gözleri kısılmıştı. Fakat üç saniye sonra yeniden ilgisini telefonuna çevirdi.

"Karam aşkın sevgin bu mu
Ne olacak bu aşkın sonu
Bir barışır karam bir küsersin
Beni böyle divane edersin

Kömür gözler ya bal dudaklar
Ya bu endam cilve bu nazlar
O dudaklar helalim haktır
Ben de canım bana da günahtır"

Şarkıya ben de bağırarak eşlik etmeye başladım:

"Bilemem yarını göremezsem seni
Şansın yok
Çalarım kapını başka çarem yok

Al artık koynuna beni karam
Günahın boynuna can karam
Anladım sensizlik haram
Gel artık insafa be karam"

Şarkının nakaratını bağıra bağıra tekrarlarken, Bora tüm ciddiyetiyle poker oynamaya devam ediyordu. Şarkı bitti. Yeniden gözlerimi kapattım. Bora'nın kulaç attığını duyduğumda yüzümde sersem bir gülümseme vardı. Üzerime havuz suyu boca edildi. Gözlerimi hızla açtım.

"Gel buraya gel," dedi.

"Kurumuştum ben, neden ıslattın beni?" dedim, sitemle. Bora, elinin tersiyle bir kez daha bana su attı.

"Geeeel," dedi. Kaşlarımı çattım. Kendi telefonunu da ıslatmıştı. Hızla su atmaya başladığında zaten havuza girmiş kadar olmuştum. Gitme Naz, ondan izinsiz yaptığın eylemin acısını çıkartmak istiyor olabilir!

"Gelmeyeceğim," dedim, kollarımı bağlayarak. "Biliyorum online casinonun acısını çıkartacaksın!" dedim. Gerçi acısını çıkartacaksa her türlü çıkartır Naz, acaba sinirlendirmesen mi? "Ya da geliyorum," dedim.

Havuza atladığımda kolları tarafından çekilerek, esir alındım. Kollarımı boynuna doladım. Viski kokusu, bergamot kokusunu biraz bastırırken boynumdan öptü.

"Seni dinliyorum sevgilim," dedi. Kollarımı boynundan çektim ve omuzlarına tutundum.

Mahcup bir ifadeyle, "Özür dilerim," dedim. Gözlerimi gözlerinden çekme gereği duymuş ve köprücük kemiğine yönlendirmiştim. "Ben ne bileyim senin Monte Carlo'nun en iyi casinosunda hesabın olduğunu... Kendi adıma hesap açmak istememiştim." Cevap vermediğinde bakışlarımı gözlerine yönlendirdim. "Çok kızdın mı ya?" diye sordum.

"Bugün sana kızasım yok," dedi sessizce. Sıkıntılı bir nefes verdi. "Bir saattir kilitlendim orada mal mal poker oynuyorum senin yüzünden. Kızabilirdim de."

"Kötü bir niyetim yoktu benim..." dedim, üzüldüğümü belli eden bir tonlamayla.

"Beni neden yalnız bırakıp çıkıyorsun havuzdan, beraber oynuyorduk işte?" dedi.

"Sıkıldım çünkü... Tepkilerin çok hızlı pokerde. Benden bile iyisin kartları anlamakta ve ben biraz bozuluyorum buna," dedim, kısık bir sesle.

"Ama sen her şeyden çok çabuk sıkılıyorsun sevgilim," dedi Bora, sitem edercesine. "İşine gelmeyen durumlardan hemen sıyrılıyorsun..." Alt dudağımı ısırdım. "Bak ben, burada çekmiyor diye suratına telefon kapattığın Hande değilim," dedi. Neden benim üzerime geliyor ve bana psikolojik bir savaş açıyordu? Mahcup oluyordum. "Mahcup ol diye söylemiyorum sevgilim, bir daha yapma diye söylüyorum."

"Aklımı okuma..." dedim. Kaşlarım tamamen çatılmıştı. "Böyle kızdığın zamanlarda benimle sakin sakin konuştuğunda ben kendimi kötü hissediyorum. Bağır daha iyi..." diye ekledim.

Bora başını iki yana salladı. "Bana sor Nazlı," dedi. Bir eli saçlarıma gitti ve saçlarımı yüzümün kenarlarından uzaklaştırdı. "Ne yaptığını ya da neye sebep olabileceğini bilemezsin... Bana sormadan, benim adıma bir şey yapma," diye ekledi. Yanağımdan öptü. "Buna Aydın'la mesajlaşman da dahil... Senin kendi telefonun var. Benimkinden uzak dur artık," dedi. Biraz daha konuşursa ağlayacaktım. "Zaten sevmedin online pokeri..." dedi, tatlı bir tonlamayla.

"Çok sıkıcıymış... Sen neden online oynuyorsun ki?" dedim. Şakağımdan öptü. "Ağlayacağım senin yüzünden galiba..." diye ekledim.

"Haberleşme kanalımız o bizim. Üyelik dikkat çekmesin diye mecburen oynuyorum. Online oldukça da mecburen oynuyorum. Adamlar kendilerini atlatıp başkalarıyla iletişim kurduğumu düşünmesinler. Mecbur kalmadıkça online olmuyorum o yüzden," dedi. Bakışlarım kısıldığında güldü. "Bir daha online olduğumda, Haluk Kozan'a açtığımız savaş için start alacaktık..."

"Düğme o muydu?" diye sordum merakla.

"Evet... Haluk Kozan'ın da böyle bir iletişim kanalına dair şüpheleri vardır... O yüzden de oynamak zorunda kaldım. İnceliyordur mutlaka hesaplarımızı. Zaten alenen hesabımın olma sebebi de bu. Diken üstünde kalsın, diğerleriyle iletişimde olduğumu görsün..." dedi.

Parmak uçlarımı sakallarında gezdirirken, "Özür dilerim," dedim. Bana sımsıkı sarıldığında, bacaklarımı beline doladım. Bugün onda farklı bir şey vardı; durgun görünüyordu. Aklı hala Begüm'dedir Naz, normal değil mi? Ona daha güçlü sarıldığımda, şezlongların olduğu yere doğru yüzmeye başladı.

"Niye çirkin çirkin şarkılar açıyorsun sen?" diye sordu, havuzun kenarına beni yaslarken. Boğazımdan kıkırdadığıma dair sesler çıktığında başını iki yana salladı.

"Al artık koynuna beni Karam..." dedim gülerek. Kahkaha atarken, dudakları boynuma ulaşmıştı.

♠️

Bavulumun içinden hafif göğüs dekolteli, dizlerimin biraz üzerinde biten, kırmızı bir elbise çıkmıştı. Üst kısmı bedenimi sararken, alt kısmı biraz daha bol ve tam evde giymelik bir rahatlıktaydı. Bunu kimin aldığını bilmiyordum. Hande almıştır Naz! Akşam yemeğime bu elbisemle katılacaktım. Gerdanlığını da tak istersen Naz! Bihter Ziyagil kusura bakmazsa eğer o taraklarda bezim yoktu. Yorulurdum ben tak çıkar yaparken. Saçımı tepeden at kuyruğu yaptım ve parmak arası terliklerimi giyerek aşağıya indim.

Bora zannediyorum ki yemeği odamızda yiyeceğimiz için, duş aldıktan sonra şort giymişti. Fakat üzerine neden kolsuz ve salaş da olsa bir tişört giydiğini anlamamıştım zira ben bile yemeğe çıplak inmemek için çok zor durmuştum çünkü hava çok sıcaktı. Acaba kapıyı bacayı kapatıp klimayı çalıştırsaydık ve yemeği terasta değil, salonda mı yeseydik?

"Sipariş verdin mi?" diye sordum, Bora'nın yanına ilerlediğimde. Sandalyeyi karşısına çektim ve bacak bacak üzerine atıp bir sigara yaktım.

"Verdim verdim de..." dedi Bora, sıkıntılı bir ifadeyle. "Yemeğe Aydın'ı da çağırdım, sorun olur mu senin için?" diye sordu.

"Yoo neden sorun olsun?" dedim, şaşkınlıkla. Yüzüne yorgun bir gülümseme yayıldı. "Aklın Begüm'de mi senin?" diye sordum, meraklı bir ifadeyle. Başını hayır dercesine iki yana salladı. Kapı tıklatıldığında ayağa kalktı ve içeriye girdi. İki tane garson, Özgür'le beraber terasa çıktı. Garsonlar, Bora'nın verdiği siparişlerle masayı hazırlarlarken Özgür onların başında bekliyordu. Garsonların işleri bittiğinde, Bora onlara bahşiş verdi.

"Sen de yemek ye Özgür, gece haberleşiriz..." dedi Bora, kapıyı kapatmadan evvel. Her ne kadar terasa yalnız gelmesini beklesem de Aydın da Bora'nın yanındaydı. Bize nazaran sıcaktan pişmiyor olmalıydı. Kot pantolon üzerine kısa kollu bir tişört giymişti. Sana olan saygısındandır o Naz! Ve fakat yine de onu spor bir kombinle görmek de enteresan bir deneyimdi.

Aydın mahcup bir ifadeyle, "Ya ben böyle yeni evlilerin arasına neden geldim ki?" diye sordu. Bu konu hakkında ben de bir fikir sahibi değildim. Sahi neden gelmişti?

"Geç otur, rakıyı dolaptan çıkaracağım..." dedi Bora, Aydın'a. Bir eliyle de masanın baş köşesini göstermişti. Aydın bana gülümseyerek, masaya oturdu. Aydın'ın solunu Bora'ya bırakarak, boş sandalyesinin yanındaki sandalyeye oturdum. Bora elindeki rakı şişesiyle yeniden masaya geldiğinde yemekleri servis ediyordum.

"Vişneli pasta aldım... Bari içinizde kalmamış olur yenge hanım," dedi Aydın.

Nazikçe gülümserken, "Teşekkürler," dedim. Yoğurtlu ve naneli olduğundan emin olduğum ama ne olduğunu bilmediğim şeye çatalımı batırdım. Tadı çok güzeldi. "Ne yaptın dün akşam? Oynadın mı?" diye sordum.

"Oynadım," dedi Aydın, gülümserken. Bora rakıları doldurdu. Kendisine ve Aydın'a sek rakı doldururken, benimkine su eklemişti. "Hayırdır, neden sek içiyoruz?" diye sordu Aydın.

"Midene mi dokunuyor Aydın, iç işte..." dedi Bora, umursamaz bir ifadeyle.

"Ben sen değilim Kara, su uzat bana," dedi Aydın. Bora suyu uzatmadığında, yerinden kalktı ve suyu aldı. "Görev başındayım ben, zom olamam..." dedi.

"Yok görev mörev be bu gece oğlum, iç işte..." dedi Bora, sıkıntıyla.

Aydın kadehini tokuşturmak amacıyla ortaya uzattı. "Şerefinize!" dedi ve rakısını kafasına dikerek, su için yer açtı. "Özgür kapının başında uyuyakalır valla bu gece, olmaz..." dedi. Rakısına su ekledi. E gene sek rakıyı içmiş oldu Naz?!

"Anason kokusuna hiç alışamadım. Sevemiyorum yani rakıyı. Beni en çok bu çarpıyor olabilir," dedim, mırıldanarak.

"Sen bir tek mutsuzken sarhoş oluyorsun," dedi Bora, gülerek. Tabağıma biraz ne olduğunu bilmediğim bir şey koydu. "Keyfin yerindeyken çakırkeyif olduğunu bile görmedim."

"Tadında içiyorum, ondandır..." dedim, gülerek.

"Şu cc meselesi..." dedi Bora, düşünceli bir ifadeyle. "Eşiğin yüksek ama 38 demiştin..." diye devam etti.

"Viskide öyle... O da yani geç başladım viskiye, üniversitedeyken. Ama lisedeyken ohooo neler neler neler!" dedim ve küçük bir kahkaha attım.

"Neler mesela?" diye sordu Aydın, merakla.

"Bira içmeye başladığımda 15 yaşında falandım, o kadar söyleyeyim," dedim gülerek. Bora'nın bakışları da bana çevrilmişti. "İstanbul'a geldiğimde devamı da geldi..."

"Rakıdan başka içkiye içki demem ben ama zenginlerle takıla takıla viskiye de alıştım," dedi Aydın. Rakısından bir yudum aldı. "Kokteyller hariç her şeye tamamım." Aydın'ın telefon melodisi duyulduğunda, kot pantolonunun cebinden telefonunu çıkarttı. Ekranda gördüğü isim kaşlarının çatılmasına sebep olmuştu. Telefonu Bora'ya çevirdi. Ekranda "Simge" yazıyordu. Bu, Bora'nın da kaşlarının çatılmasına sebep olmuştu.

"Hoparlöre al," dedi Bora, düz bir ifadeyle.

"Efendim," dedi Aydın. Sesi biraz kısılmış, hatta tınısına kaygı bulaşmıştı.

"Selam Aydın Abi... Begüm ben," dedi, hattın ucundaki Begüm. Simge ismi bir çeşit kandırmaca olsa gerek Naz. Aydın, Bora Karabey ve çevresiyle görüşmüyordu ya sözde.

"Hayırdır?" dedi Aydın.

"Ben sadece sesini duymak istedim, nasılsın?" dedi Begüm. Sesi, dün akşama göre çok çok iyiydi. "Malum... 24 Mayıs," diye devam etti. Las Vegas'ta hala 23 Mayıs'tı fakat hem Türkiye'de hem de Londra'da çoktan 24 Mayıs olmuştu. Fakat 24 Mayıs'ta ne vardı?

Aydın'ın bakışları tereddütle Bora'yı bulduğunda, "24 Mayıs'ta ne var bilmiyorum ama... İyi yapmışsın..." dedi.

"Uyandırmadım değil mi?" diye sordu Begüm, hafifçe gülerek. "Ben çok sevindim abimle düşman olmadığınıza. Gökhan'la abim iyi uyutmuşlar bizi," diye ekledi. Derin bir nefes aldı. "Kaç sene oldu görüşmüyoruz, özledim vallahi seni..."

"Eyvallah," dedi Aydın fakat artık rahat değildi. Hatta zannediyorum ki utanıyordu da. Bakışlarımı usulca Bora'ya çevirdim. O da bakışlarını Aydın'dan çekmiş, önündeki rakı bardağına dikmişti. "Görüşürüz illaki..." dedi Aydın, kapatmak istediğini belli edercesine.

"Sen benim mutlu olduğum günlerimi hatırlatıyorsun bana Aydın Abi," dedi Begüm. Sesi hafifçe titremişti. "Bana babamı, annemi, Beyza'yı hatırlatıyorsun," diye devam etti. Bora sıkıntılı bir nefes verdi ve ayağa kalkarak, içeriye girdi. Aydın, arkasını hafifçe dönüp Bora'ya bakmıştı.

"O günler uzakta kaldı..." dedi Aydın. Başını iki yana salladı. "Begüm, sonra konuşalım mı? Ama bunu değil," dedi. Rakısını kafasına dikti. "Bu konuyu açma Begüm," dedi. Hoparlörü kapattı. Bir süre daha Begüm'ü dinledi ve "Görüşürüz, ararım," diyerek telefonu kapattı. Dirseklerini masaya yerleştirip iki eliyle yüzünü kapattı.

Bora'ya bakmak üzere yerimden kalkacakken, Aydın'ın sandalyesinin altından, Bora'nın sandalyesinin dibine doğru bir kağıt parçası uçtu. Kağıdın katlarını açtım. Eskimiş, griye çalınan ve buruş buruş olmuş kağıttı bu; inci gibi bir el yazıyla yazılmıştı.

"24 Mayıs 1999

Bugün olmaması gereken bir şey oldu. Aydın'ı öptüm. Olmaması gereken şey bu olabilir de olmayabilir de. Eve polisler geldi. Aydın'ı götürdüler. Cezaevine sevk edilecekmiş, babam öyle söyledi. Bunu söylediğinde, Aydın'ı öptüğümü öğrenseydi ne hissederdi diye düşündüm.

Açıkçası sadece babamın ne hissedeceğini değil, Aydın'ın ne hissettiğini de bilmiyorum. Çocukluğumuzdaki gibi değil hiçbir şey. Mesela çocukken ağzı portakallı şeker kokardı. "Büyüdük Beyza, öpemezsin artık beni!" dedi. Bunu derken, bana karşılık vermeye de devam ediyordu ama. Artık sigara kokar diye düşünüyordum ama yanılmışım. Ne portakallı şeker ne de sigara... Arabesk kokuyordu. Onu neden öptüm bilmiyorum. Kaç sene içeride kalır onu da bilmiyorum. Didem bir keresinde, "Aydın'a umut verip durma kızım sizin birlikte olma ihtimaliniz yok" demişti. Ben bugün kendi umudumu da yitirdim.

Sanırım bugün büyüdüğümü hissettim.

Bizim evde kimse dillendirmiyor ama kimse sevmiyor Aydın'ı. Annem hariç. Annem aramızda ne varsa anlıyor galiba. Ben bile anlamıyorum ama annem anlıyor. Anlamasa, üç numaraya "Ablanı yalnız bırakalım kızım..." demezdi. Aydın'ın arkasından ağlamam gerektiğini hissettirdi bu cümlesi. Bunun üzerine halam, üç numaranın bebeklerini alarak, onunla beraber odamdan çıktı ve beni yalnız bıraktılar.

Fakat biraz sonra Bora geldi. Ne anladı, ne anlamadı bilmiyorum ama sarıldı bana sıkı sıkı. Ona sarılınca çok ağladım. Aydın'ın arkasından ağlamadım. Kardeşimin şefkatine ağladım. Bora bana sarılırken, dışarıdan duyduğumuz babamın cümlelerine ağlamadım. Kendime ağladım. "Üzülme, eğitilmeye gidiyor, kendi rızası da var!" dedi babam, Kemal Abi'ye. Bora bana daha sıkı sarıldı. Babam bunu duyduğumuzu bilse, ne hissederdi acaba? Utanır mıydı? Utanacak olsa yapmazdı belki. Eğitilmek... 21 yaşında bir çocuğun hapishanede eğitileceğinden bahseden bir babamız var bizim. Ben bize ağladım, üçümüze.

Annem gibi olmak istemiyorum. Aydın'ın beline dokunurken hissettiğim silahtan nefret ediyorum. Ben uykularımda onun birilerinin katili olması düşüncesiyle boğuşuyorum. Onun babam kadar kötü birisi olduğunu biliyorum. Bir gün Bora'yı bu kıyamete çekeceklerini de biliyorum. Ben kardeşimin vasat geleceğine ağlıyorum.

Filiz Halam, "Kızın doğum günü rezil oldu!" diye söylenip durdu tüm gün. Doğum günümde eve polisler geldiği ve Aydın'ı götürdükleri için Aydın'ı suçluyor olmalıydı. Oysa öyle değildi. Halam neden bu kadar kör bilmiyorum ama babamdan nefret ediyorum.

Aydın'ı öptüğümde keşke zaman dursaydı. Bir an evvel dışarı çıkmasını istiyorum. Bunu kendim için değil, onun için istiyorum en çok. Onun yaralı, ürkek ve bir parça da çekingen yanını düşünüyorum. Tedavi edilmeyi arzuladığını biliyorum. Ama o bilmiyor. Onu iyileştiren kişi olmaya ne hevesli olduğumu bilmiyor. Bilsin isterdim. Artık büyüsek de onu sevdiğimi hissetsin isterdim. Elimden tutsun ve arabeskliğine yakışır bir biçimde, "Seviyorum ulan Beyza'yı!" diyebilsin isterdim. Gücünü yalnız pislik için değil, bana olan aşkı için de kullansın isterdim.

Ben annemin kaderinden kaçarken, halamın kaderine mahkum olmamak isterdim!

Onu bir daha ne zaman görebilirim bilmiyorum. İşlediği suçu ya da içeride ne kadar kalacağını bilmiyorum. Hayallerimi yıktığı, hapishaneye eğitilmeye gideceğini benden sakladığı için ona da kızıyorum! Ama sonra, babamın razı dediğinin Aydın için bir emir olduğunu düşününce onu hemen affediyorum.

Ben artık Aydın'ı affetmek istemiyorum!

Üç numara dün akşam pastadaki mumları üflerken ne dileyeceğimi sormuştu. Ben çocukluğumdan beri yalnızca Aydın'ı dilerken, bu dileği bir sır gibi saklamıştım içimde. Ama artık istemiyorum. Geride kalan 17 yılı çöpe atıyorum. Artık dileğimi değiştiriyorum.

Ben artık Aydın'ı unutmak istiyorum."

Zorlukla yutkunurken, kağıdın en altındaki farklı bir kalemle ve farklı bir el yazısıyla yazılmış yazı gözlerimi dolduruyordu: "Dileğin gerçek oldu sevdiğim, felaketini dilemişsin."

Continue Reading

You'll Also Like

843K 50.2K 68
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...
84.6K 5K 15
Unutulmuş bir kadın, Yüzbaşı Hazal Unutulmuş. [Kurgudaki kişi ve olaylar tamamen hayal ürünü olup hiçbir kurum ve kuruluşlarla alakası yoktur]
143K 23.2K 49
TÖRE & ADALET SERİSİ 2. KİTAP♟️👠🎓
3.8M 235K 81
* Siz: Ay acaba lamalar uçsa nasıl olurdu? Siz: Düşünsene, kafana tıpkı martının sıçması gibi tükürüyorlar. Siz: Çok komik olmaz mıydı? ÜSĞĞDDĞSPDĞPF...