Ejderha Kız 4; Kan Kehanetleri

Av MerMirAy

57.4K 4.3K 1.1K

Kehanetler, hepsi aslında gerçekleşecekti. Şu ana kadar gerçekleşen sadece başlangıç kehanetiydi. O da adı üs... Mer

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. bölüm
9. Bölüm
Kross-Over #EjderhaKız #GizemliYolcu
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13.Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
DUYURU
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
Duyuru
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm Fragmanı
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm -Final Part 1-
45. Bölüm -Final Part 2-
45. Bölüm Final Part-3
45. Bölüm Final Son Part

42. Bölüm

953 65 33
Av MerMirAy

Merhaba ejderha okuyucularım. Nasılsınız? Evet, uzun bir zaman oldu. Normalde buraya Kıbrıs'a gittiğimde Can'la çektiğim röportajın ilk kısmını yükleyecektim ama maalesef Can'dan çekmiştik o da bana atamıyor yükleyeyim youtube a. Neyse. Kısmetse bir daha ki bölüme. Sorularınız varsa bana mesaj veya yorum olarak atarsanız size özel video hazırlayıp buraya atabilirim. Ama sorular biraz fazla olursa sevinirim. Şimdiden hepinize iyi okumalar. Fesatlı günler dilerim.

Not: Fesatlaşmayın yazan yerlerde çoook pis fesatlaşın.

Melisa

Ne için yaşardı insan? Aşk? Para? Aile? Ve bunun gibi bir çok şey değil mi? Peki siz hiç oturup yaptığınız şeyler ruhunuza nasıl zarar verdiğini düşündünüz mü? Ya yaptığınız her seçimin size iyi gibi görünen ama başkaları içi kötü olan sonuçları varsa? Ya yaptığınız bütün seçimlerin bedeli başkası tarafından ödeniyorsa ve günün sonunda o kişi ile hesaplaşmanız geldiğinde bütün bu seçimlerinizin bedelini ona ödemeniz gerekirse? Ya bu bedel sizin bile ödeyemeyeceğiniz bir şeyse? Mesela çocuğunuzun canını vermenizi istese? Veya ya birini kurban etmenizi? Bunu yapabilir miydiniz? Veya kendinizi öldürmenizi istese? Sevdiklerinizi arkanızda bırakarak, onlara acı çektireceğinizi bile bile yapar mıydınız bunu? Ama ya bu onların ölümünü engelleyecek olsa?

Aslında her şeyin bir çözümü vardı bu hayatta değil mi? Veya Can'ın dediği gibi her şey denklemlerden ibaretti ve her denklemin bir çözümü vardı değil mi? Sonunda bir sonuca ulaşıyordunuz. Peki ya anlık çözümlerin sonunda gelecek acıya dayanabilir miydiniz? Herkes birbirine bakarken çözümün sizde olduğunu bilip saklar mıydınız? Bazıları saklardı, bazıları saklamazdı. Ben saklamamayı seçmiştim. Sonucunun ne olacağını, ne bedel ödeyeceğimi biliyordum ama yine de saklamamıştım.

Herkes Can'a bakarken aslında kimse çözümün bende olduğunu düşünmüyordu bile. Ama ben konuşmaya başlamadan önce Talha bana dönüp öyle bir baktı ki, çözümün bende olduğunu biliyor gibiydi. Onu yok saydım ve Mert'e doğru ilerledim.

"Bunu ben halledebilirim." dedim kanımda dolaşan Ateş'in acısı ile. İçimdeki acıyı sesime veya yüzüme yansıtmamaya çalıştım. Ateş, Miray yüzünden acı çekmiyordu şu an. Bu Ateş başka bir Ateş'ti. Miray'ı tanıyan ama ona ana Ateş kadar bağlı olmayan bir Ateş. Belki de amacı Miray'a acı çektirerek, belki de öldürerek ana Ateş'i zayıflatmaktı. Ama onu içime aldığımdan beri onun bu öldürme veya acı çektirme mekanizmasını kapatmıştım. Tabi sadece başkaları için sanırım. Tek emin olduğum şey Miray'a artık zarar veremeyeceğiydi. Onu içime aldığımdan beri bana acı çektirmeye çalışıyordu. (Lütfen fesatlaşmayalım) Bu nedenle kimsenin bana dokunmaması lazımdı. Belki de bu şey bana dokunan kişinin bedenini ele geçirip onu öldürebilirdi. Ben herkesten daha dayanıklıydım. Hem zihinsel hem de fiziksel olarak. Bunu nereden bildiğimi sormayın ama öyleydim. Hala öyleyim. Buna engel olmak için içimdeki ateşi kullanabilirdim. Ateş'in zehrini kendime alıp Miray'a sadece iyi olan kısımları aktarabilirdim. Tabi bu çok riskli bir işti. Bunu yaparken kimsenin bana dokunmaması gerekiyordu. Odağım bile bozulmamalıydı.

Bu nedenle kendi kendime söz verdim. Asla Talha'ya bakmayacağım bu görev süresince diye. "Sen sakın kıpırdama Mert. Ben geliyorum. Kimse yerinden kıpırdamasın. Odağımın bozulmaması gerekiyor." dedim sadece Mert'in korku ile dolmuş gözlerine bakarken.

"Ne demek yapabilirim Melisa?" diye sordu Talha nedense sinirle. Ona bakmadım.

"Ben yapabilirim. Buna karışma komutan. Ne hissettiğimi anlayamazsın." dedim kafasını karıştırmak için. Yavaş yavaş adımlayarak geliyordum Miray'ı taşıyan Mert'e doğru çünkü içimdeki acı ve ateş dengesini kurmalıydım. Eğer kurmadan Miray'a aktarırsam acıyı da alma riski vardı. Bu riski göze alamazdım.

"Bana açıkla o zaman Melisa. Bunu nasıl yapacaksın?" dedi Can merakla.

"Ateş her şeyin çözümü. Ve lütfen artık konuşmayı kesin." dedim biraz sinirle.

O anda etrafı bir sessizlik kapladı. Ben sadece kendi ayak seslerimi ve kalp atışlarımı duymaya başlamıştım.

"Benden bu kadar kolay kurtulamazsın Ateş'in Mahkumu." dedi içimden korkunç bir ses.

"Sen de kimsin? Ve benim kim olduğumu nereden biliyorsun?" diye sordum sinirle.

"Ben her şeyi bilirim Ateş'in Mahkumu."

"Acımın sebebi sensin değil mi?" dedim sinirle.

"Bensem ne yapacaksın?" diye sordu alayla.

"Hiçbir şey yapmayacağım. Acımı kabul edeceğim ve sen anneni iyileştireceksin." dedim ve aradaki bulduğum bağlantıyı bastırdım.

Odaklanmam lazımdı. Mert'in karşısına geldiğimde kollarımı uzattım. Bir bana bir Miray'a korku dolu gözlerle bakan Mert'i ikna etmek için, "Sakin ol. Bir şey olmayacak. Sadece yavaşça Miray'ı bana ver." dedim ona dikkatle bakarak.

"Söz ver bana." dedi Mert korku dolu gözlerle bana bakarak. Sanki kucağında tuttuğu aslında kendi bedeniydi ve sanki kırılmış olan onun kemikleriydi gibi bir bakış vardı gözlerinde. Bu aşk mıydı? Ne olursa olsun onu düşünmek mi? Ona bir şey olursa sana olmuş saymak ve kendinin de onun da acı çekmesine izin vermek mi?

Peki ben? Ben aşık mıydım? Hiç zannetmiyordum. Ben aşka her ne kadar inansam da, beklesem de onun beni asla bulmayacağını biliyordum. Talha mı? O bana aşık değil ki, o ve ben sadece biraz daha sürecek bir tutkunun alevleriyiz. Fazla sürmeyecek bu da. Daha önce yaşadığım bir şey bu. Sadece bedenlerimiz uyumlu. Gerçekten oturup onunla konuşacak neyim var ki sanki? Birbirimiz tanımıyoruz bile.

Herkesin neden Mert Ay ve Miray Aydın (MerMirAy) aşkına neden bu kadar aşık olduğunu öğrenmiştim. Mert'in Miray'a olan önceki bakışlarını gören olmasa bile şu anki bakışlarını gören herkes o anda o aşka aşık olurdu. Aşka aşık olmak? Saçma mı? Zannetmiyorum. Eminim herkesin shiplediği, dizilerde veya kitaplarda olan aşklar vardır. Değil mi?

İstiyordum ki, Mert'in Miray'a baktığı gibi baksın biri bana. Aşkla, hissederek, acı çekerek, özleyerek, centilmence, fedakarca,... Çok fazlaydı dimi bu istekler? Ben kim, onlar gibi bir aşkı bulmak kim? Sinirle düşüncelerimi sildim aklımdan ve Mert'e odaklandım.

"Ejderha kanı sözü veriyorum sana. Miray'a bir şey olmayacak." dedim ama onu iyileştireceğime dair olan sözü veremedim.

Mert muhtemelen bunun farkına varmamış olmalı ki derin bir nefes aldı ve Miray'ın birkaç kemik çıtırtısı duyulurken onu kollarıma verdi. Onu kolayca taşıyabildim. Kollarım güçlüydü. O anda içimdeki Ateş'in iyileştirici tarafının Miray'a doğru akmaya başladığını hissettim. Bedenindeki kırılan kemikler yavaş yavaş normale dönmeye başlamıştı hemen.

"Herkes geri çekilsin." dedim kalkan oluşmadan birkaç dakika önce. Ateşten bir küre oluştu yine ama bu sefer beni de içine almıştı. Bu sefer kalkanı ben istediğim için oluşturmuştum.

Derin bir nefes aldım ve Miray'ı daha rahat taşıyabileceğim bir pozisyona soktum. "Artık gidebiliriz." dedim ve adım attım.

Birkaç adım sonra durup, "Gelmiyor musunuz?" dedim şaşkınca.

Hepsi şaşkınca bana bakıyordu. Sanki bu yaptığıma anlam verememiş gibiydi. Sadece ama sadece Talha bana gözleri kısık bir şekilde bakıyordu. Bir süre sonra Can'da bana öyle bakmaya başladı nedense. Şüphe ile. Onlara bakmasam da hissedebiliyordum. Onlara anlatmalı mıydım, anlatmamalı mıydım emin değildim. Ama içimde garip bir his vardı. Özellikle Talha'yı düşündüğümde bunu görmezden gelip ilerlemeye devam ettim.

Sonra birkaç muhafız öne geçip ilerlemeye başladı. Ben de ilerlemeye başladım. Mert hemen kalkanın bir adım yanında ilerliyordu gözleri sürekli Miray ve bendeydi. Gözleri bende olan sadece o değildi. Talha da Can da izliyordu beni dikkatle.

Sakin olmalıydım ve odaklanmalıydım. Miray'ın bedeni gittikçe iyileşiyordu ama bu onun uyanmasına yetecek miydi emin değildim.

Acıyı kendime alıyordum tamamdı, iyi kısımlar Miray'a gidiyordu o da tamamdı ama asıl sorun bundan sonra başlıyordu. Her adım atışımda, her nefes alışımda içimi kemiren biri vardı. Sanki beni yiyordu. Her hareket edişimde iğneler batıyordu. Acı içinde kıvranıyordum ama bunu belli etmiyordum.

"Ben dayanamıyorum artık." dedi arkamdan bir ses ve hızla dibime kadar geldi kalkana rağmen Talha. Tabi ateşin ne yapacağını bilmediğimiz için kalkanın dibindeydi ama orada olması bile nedense beni dibimdeymiş gibi hissettirmişti. Kalbim hızla atmaya başlamıştı. Hayır, hayır bu sadece tutkuydu. Başka bir şey olamazdı. Odağımı kaybetmemeliydim. Bu kadar kolay odağımı kaybedersem ben ne olurdum? Yaptığım onca eğitim ne olurdu?

Ona bakmadım ve önüme bakıp ilerlemeye devam ettim.

"Ne yaptığını sanıyorsun sen?" diye sordu Talha sinirle dişlerini gıcırdatarak.

"Arkadaşımı iyileştiriyorum gördüğün gibi. Lütfen sessiz ol, eski yerine git ve benimle ilgilenme, odağımı bozuyorsun Komutan." dedim sinirle ona bakmayarak. Sakin ol Melisa. Odağını kaybetmemek için sakin olmak zorundasın.

"Komutan ben miyim acaba, yoksa sen mi? Emir veren sen olduğun için tam tersi olduğunu düşünmeye başladım." dedi sinirle. Saçlarını sinirle taradığını görebiliyordum gözlerimin ucu ile.

"Talha! Ne yapıyorsun? Onun odaklanmasını engelleyeceksin. Bu sadece ruhuma zarar verecek." dedi Mert sinirle.

"Bence Melisa bu durumda bile odaklanabilir kardeşim. Bu nedenle sen gel biraz uzaklaş ki onlarda biraz konuşsun." dedi Can ve benim itiraz etmeme izin vermeden Mert'i götürdü. Mert ve Can didişerek geriye çekilirlerken ben inatla Talha'ya bakamamaya devam ediyordum.

"Siz ikiniz benimle ilgili ne plan yaptıysanız boşuna uğraşmışsınız." dedim sinirle.

"Fazla sinirlenme bebeğim sen. Odağını kaybetmemen lazım." dedi Talha fısıldayarak.

Onun fısıltısı bütün vücudumun ürpermesine yetmişti. "Sen neden beni dinleyip geri yerine gitmiyorsun Komutan?" dedim sinirle.

"Konumuza geri döndük o zaman Melisa hanım. Emirleri şimdi siz veriyorsunuz. Sanırım artık komutan sizsiniz." dedi Talha alayla.

"Sen kendini değil sadece etrafındakileri idare edebiliyorsun Komutan. Ondan ben sana emir verebiliyorum. Öz disiplinin biraz eksik." dedim sakince gülümseyerek. Melisa vurdu gol oldu.

"Hm. Bağa mantıklı aslında. Hep bana emir versen ama ben dinlemesem ne kadar güzel olur değil mi sevgilim?" dedi gülümseyerek. "Ya da bunu başka bir zamanda ve başka bir yerde denesek sen emir versen ve ben uygulasam." dedi boğuk bir sesle

"Yemedi dimi. Verecek cevap bulamadın." dedim gülerek ama yine de ona bakmayarak. Hislerimi belli edecek kadar salak değildim. Kalbimin hızlandığını kim nerden bilecekti ki? "Ayrıca bana sevgilim deme dedim. Sinir ediyorsun beni komutan." dedim sinirle.

"Hm. Aslında bu garip. Hem bana Komutan diyorsun hem de sen diyorsun."

"Sanırım senin jeton köşeli canım ya, o alay amaçlıydı." dedim hemen. Baştaki amacım bu olsa da ona komutan demeyi seviyordum. Onun duruşuna, bakışına her şeyine uyuyordu bu.

"Canım? Bunun bir daha ki versiyonunda aşkımı istiyorum bebeğim." dedi Talha fısıldayarak.

"Sana hayatta öyle bir şey demem." dedim sinirle.

"Demesen de olur, fısıldasan veya dur bağırsan, belli bir zaman da tabi harika olmaz mı?" dedi gülerek.

"Asla." dedim sinirle. Bir süre Talha nedensizce derin nefesler aldı. Sanki sakinleşmeye çalışır gibi. Ben ise onu asıl konudan uzaklaştırdığım için seviniyordum.

"Tamam bu kadar oyun yeter Melisa. Bana hemen tam olarak ne yaptığını anlatıyorsun." dedi aniden sinirle.

"Ben hiç kimseye hesap vermek zorunda değilim. Bunu burada yapabilecek sadece ben vardım ve yaptım. Oldu, bitti. Tamam mı Talha? Çok deşme buraları. Hadi Can'ın yanına geri git." dedim sinirle. O sinirle ona Talha dediğimin bile farkında bile değildim.

"Aha! Yakaladım seni Melisa. Bana neden Talha dedin? Sinirlendin dimi? Benden bir şey saklıyorsun Melisa ve ben bunu biliyorum veya tahmin ediyorum canım." dedi sinirle ve kalkana rağmen yaklaştı bana. Ben ise ondan uzaklaştım hemen.

"Ne yaptığını sanıyorsun sen komutan!? Manyadın mı? Bu kalkan çok tehlikeli olabilir. Yaklaşmamalısın. Hem ayrıca ben sana Talha falan demedim. Sana öyle gelmiş. Demiş olsam ne yazar? Adın bu değil mi sonuçta? Bu garip fikirler nerden aklına geliyor bilmiyorum ben. Ya da dur biliyorum ben. Can aklına sokuyor senin." dedim hemen. Şu an ona bakmamak için kendimle savaş halindeydim. Ne yapacağımı bilmiyordum. Ama ne yapmamam gerektiğini biliyordum.

"Melisa! Çıldırtma beni. Bu güç nereden geldi ikimiz de biliyoruz. Bana hemen bir açıklama yapıyorsun!"

"Sana ne açıklama yapmak gibi bir yükümlülüğüm var ne de senin bana emir verebilmek gibi bir özelliğin var Talha!" dedim sinirle. "Hem eğer biliyorsan neden benden bir açıklama istiyorsun?"

"Melisa!" dedi sonra ise derin derin nefesler aldı. "Tamam ben bildiğimi söyleyeceğim sen de haklısın veya haksızsın diyeceksin. Bu güç o lanet odadan aldığın ateşten geliyor değil mi?" dedi sinirlerine hakim olmaya çalışan bir sesle.

Cevap vermedim. Ne diyebilirdim ki? Evet, haklısın. Ve bu ateş beni öldürüyor ve öldürecek mi? Ne yapardı? Hayır, bunu ona diyemezdim. Ama ona yalan söylemek de istemiyordum. Yalan insanların arasına uçurumlar açan bir varlıktı.

"Neden cevap vermiyorsun Melisa!?" dedi sinirle saçlarını çekerken. Sonra aniden ben ilerlerken nedense o durdu. Bunu garipsedim ama durup ona bakmadım. Ne kadar çok istesem de yapmadım. Devam ettim sadece yoluma.

O ise aniden yanımda belirdi tekrar ve sinirle sordu. "Bana neden bakmıyorsun Melisa?" dedi sinirle. Cevap vermedim.

Aniden biri kolumdan tuttu beni ve kendine çevirdi. Şaşkınlıkla beni çeviren kişiye baktım. Talha'ydı. O salak, kürenin içine girmişti. Ve beni kendine bakmaya zorluyordu.

"Neden bana bakmıyorsun Mel-" diye soruyordu ki sorusunu tamamlayamadan aniden donup kaldı. Eline bakmaya zorladı sonra kendini. Sonra aniden bana baktı korkuyla. "Sen ne yapıyorsun Melisa? Sen ne yaptın? Sen nasıl bu acıya katlanıyorsun?" diye sordu sesinde garip bir şeyle.

"Sen, sen bunu nasıl hissettin?" diye sordum şaşkınca.

"Hemen yaptığın şeyi yapmayı bırakıyorsun!" dedi Talha kendine gelmiş gibi.

"Anlamıyorsun, yapamam!"

"Yapamam ne demek? Hemen bırakıyorsun. Miray zaten iyileşti." dedi sinirle kucağımda duran Miray'a baktıktan sonra.

"Hayır, iyileşmedi. Biraz daha kalması lazım. Ruhunun da bir kısmı iyileşmeli. Kemikleri kaynaşmak üzere." dedim sakince. Herkes durmuş bize bakıyordu. "Talha, bırak devam edelim. Herkes bize bakıyor. Uzatma. Bunu kimsenin bilmesine gerek yok!" dedim sinirle dişlerimin arasından.

"Bilmesine gerek yok mu?" dedi sinirle. "İyileşmiş görünüyor ayrıca. Artık onu Mert'e geri verebilirsin!" dedi sinirle.

"Neden sinirleniyorsun anlamıyorum. Bunu Miray için, Kraliçe'n için yapıyorum Talha. Onu savaşacak, yaşayacak duruma getiriyorum." dedim sinirle.

"Ama kendine zarar veriyorsun!" dedi sinirle.

İkimiz de birbirimize sinirle bakarken, bunun neden onun umurunda olduğunu düşündüm. Olan banaydı. Nedendi ki bu siniri? Bunu düşünmek için vaktim yoktu. Talha'nın acımın ne kadarını hissettiğini bilmiyordum ama acım azalıyordu. Bu demekti ki ona geçiyordu. Onu kendimden uzaklaştırmalıydım. Onu kollarımda Miray varken hızla küreden dışarı ittirdim. O ise ne uğradığına şaşırdı ve küreden dışarı çıktı.

O küreye tekrar girmeye çalışmadan önce küreyi güçlendirip girmesini engelledim. "Sakın!" dedim sinirle.

Herkes durmuş bize bakıyordu. En arkada Mert'i sakinleştiren Can ve Mert'te o herkese katılmıştı ve bana dikkatle bakıyordu.

"Lanet olsun kadın sana. Kendine bunu yapmana izin vermem." dedi sinirle.

O anda onun herkese söyleyeceğini anladım. Ona bakarken hızla Can'a, "Onu bayılt. Yalvarırım bir şey sorma ve onu bayılt." dedim hemen içimden.

Can hızla Talha'nın yanına gelip kulağına bir şey fısıldadı ve Talha aniden yere düştü. İki asker onu taşımaya başladılar.

"Devam ediyoruz." dedi Can sakince. Herkes şaşkınca bize baksa da devam ettik.

Mert hızla yanıma gelip ne olduğunu öğrenmeye çalıştı ama ona tek kelime etmedim. İçimdeki acı Talha gittikten sonra artmıştı. Demek ki onun benden aldığı acıyı geri alabilmiştim. Bu içimin rahatlamasına neden olmuştu.

Can'ın dikkatle bana baktığını hissedebiliyordum. Ama ona sonra dedim. Söyleyebileceğim tek şey buydu şu an. Aklıma Talha gelip duruyordu. Gözlerine baktığımda belli etmesem de odağımı kaybedecek gibi olmuştum. Ve o an yığılacak olmuştum ama durdurmuştum kendimi. O bana ne yapıyordu da bu kadar kolay etkileniyordum ondan?

Aklımdaki düşünceleri hızla uzaklaştırdım. Şu an odaklanmam gerekiyordu. Acının Miray'a geçmesine engel olmalıydım. Eğer engel olmazsa bu Ateş, Miray'ın ana Ateş'ini zehirleyecekti. Onu zehirlemek dışında Miray daha tam iyileşememişken bu acı onun iyileşmediği zamankinden daha kötü şeyler olmasına neden olabilirdi.

Derin nefesler alıp daha hızlı yürümeye başladım. Kapıyı görebiliyordum. Ben tempo arttırınca herkes arttırdı. Sonunda kapıya ulaştığımızda içimdeki iyileştirici Ateş'in daha hızlı akmasını sağladım Miray'a. Kalkanı kaldırdım ve Miray'ı bana doğru gelen Mert'e verdim.

"Onu sıkı tut." dedim hemen. "Plan ne diye sordum diğerlerine dönüp.

"Planı Talha yapacaktı aslında ama." dedi Warlon biraz sinirle.

"O zaman biz plan yapalım." dedim ima ile gözlerimi ona dikerek.

"Eğer planı çoktan yaptıysa bunun bize sadece zaman kaybettirmek olduğunu biliyorsun değil mi?" dedi Awen garip bir şekilde hem bana sinirli hem de saygılı bir şekilde bakarak.

"Zamanımız kısıtlı, şu an yapmazsak hiçbir zaman yapamayız!" dedi Adlyn.

"Tamam. Uyandırın o zaman onu." dedim sinirle Can'a bakarak.

"Ben nasıl yapılacağını bilmiyorum." dedi Can garip bir şekilde.

"Ben biliyorum. Ben yaparım." dedi Raylon ve Talha'nın yanına gidip başına elini değdirdi. Birkaç saniye sonra Talha aniden uyandı. Etrafına baktı tuhafça ama beni görünce gözleri sinirle kısıldı.

"Seni cadı!" diye bağırdı bana sinirle üstüme doğru gelirken. "Bana bunu nasıl yaparsın?" dedi sinirle. Beni kollarımdan tutup sarstı. "Ben sadece-" dedi ve sustu.

"Buna vaktimiz yok Talha! Bize hemen planı anlat ve uygulayalım. İşinizi sonra halledebilirsiniz." dedi Melek aniden korku ile. Garip bir şey vardı onda da.

"Tamam. Mekrus muhtemelen taht odasında kraliyetinin keyfini çıkarıyordur. Bu nedenle ben, Mert, Can, Warlon, Adlyn, Awen ve birkaç asker direk ona saldıracağız. Melisa, Melek, Raylon, ve eğer uyanırsa Miray, Esra ve Rüzgar'ı bulmaya gidecekler. Tabi birkaç asker daha. Sonra eğer Mekrus'u halledersek zaten herkes pes edecektir. Görevini erken bitiren diğer gruba yardıma gelecek." dedi Talha sakince bakarak.

"Peki annem?" diye sordu Mert aniden aklına gelmiş gibi.

"Onu buraya gelmeden önce garip bir şekilde öğrendim. Anneni, babam çıkarmış." dedi garipçe.

"Garip." dedi Can bana bakarak. Bununla alakam yoktu.

"Miray'ı nasıl uyandıracağız peki?" diye sordum merakla.

"Bunu ben halledeceğim." dedi Mert. "Ama Miray'ı biri almalı." dedi aniden hızla öne atıldım ama Talha beni sinirle ittirdi ve kucağına aldı Miray'ı. Ne bekliyordum ki? Ona aşıktı sonuçta. Neyse buralara çok takılmamalıydım.

"Can, hançerini ver." dedi Mert hemen. Can şüphe duysa da belindeki küçük hançeri çıkarıp verdi hemen. Mert elini Miray'ın üstüne uzattı ve avcunu kesti. Kanını Miray'ın yüzünü kaplayacak şekilde gezdirerek akıttı. Bir süre durdu ve bekledi.

"Bu nereden çıktı şimdi?" diye sordu Can merakla.

"Annem söylemişti bir ara. Eğer Miray uyanamayacak bir şekilde ise onu kanımla uyandırabilirmişim. Onun kanı benimle karıştığı ve ben ona bağlı olduğum için." dedi sakince.

"Yine kan." dedi alayla Can. Bu kan olayı sinirini bozuyordu nedense. Merak ediyordum nedendi acaba bu? Bu kin nefret nedendi?

Ben bunu düşünürken, Miray mırıldanmaya başlamıştı. Uyanıyordu.

"Miray?" demişti Mert heyecanla Miray'ın elini tutup.

Miray yavaşça gözlerini açmıştı. Mert'in gözlerine bakıyordu direk. "Ateş?" diye sordu hemen. Sonra bana baktı. Sonra ise etrafına. Gözleri Can'da takılı kaldı.

"O iyi." dedim nedense kimse cevap vermeyince.

Miray, "Beni yere indir lütfen." dedi sakince.

Onu yavaşça yere indirdim. "İyi olacaksın." dedim onu sakinleştirmek için. Melek ona hemen nereden bulduğunu bilmediğim ıslak mendili uzattı. Miray ona bakıp ne yapması gerektiğini anlamadığı için ben uzanıp aldım ve yüzünü sildim Miray'ın. Miray teşekkür etti bana hemen.

"O iyi olacak ama sen Melisa?" diye sinir bozucu bir ses yankılandı kafamda. Sinirle Talha'ya baktım.

"Beni rahat bırak komutan!" dedim sinirle ve bütün kanalları kapattım.

"Saraya mı geldik?" diye sordu şaşkınca.

"Evet, krallığını geri almaya geldik Kraliçe'miz." dedi Awen ve hızla reverans yapıp diz çöktü. Diğer askerler, Adlyn ve Talha da dahil herkes aynısını yaptı.

"Kalkın lütfen. Vakit kaybetmeden bu işi halletmeliyiz. Vakit geçtikçe o-" dedi Miray ama aniden sağ elini tuttu. Sağ eli garip bir şekilde rengi morarmaya başlamıştı. Dövmesi ise vücudundan daha mor bir şekle bürünmüştü. Sanki canlanıp ısıracak gibiydi sizi.

"Sen iyi misin?" diye sorduk hep bir ağızdan.

O ise garip bir şekilde bize dönüp, "İyiyim." Dedi.

"Neren iyi Miray? Eline bak bir." Dedi Can sinirle.

"Bir şeyi yok. Fazla uyduğum için oldu. Şimdi hallederim." Dedi ve Melek'in elindeki mumu alıp eline tuttu. Bir süre sonra elinin morluğu geçti ama dövmesinin rengi hala aynıydı.

"Gördünüz mü? Hadi artık beni sorgulamaktan vazgeçin. Acele etmeliyiz. Vakit geçtikçe o güçleniyor. Hemen bunu yapmazsak daha çok güçlendiğinde saldırma şansımız olmaz." dedi sakince ama garip bir şekilde titreyerek. "Hadi!" dedi ve adım attı. Elindeki mumu ise yere attı. Mumun alevi söndü ama Miray'ın umurunda olmadı. İşte o an onda bir gariplik olduğunu anlamalı ve birine söylemeliydim ama yapmamıştım. Aklı bulanık olabilir diye düşünmüştüm. Yeni uyanmıştı sonuçta.

"Sen biraz yavaşla bence Miray. Biz zaten Esra ve Rüzgar'ı kurtaracağız. Diğerleri Mekrus'u halledecek." dedi Melek hemen.

"Olmaz. Onunla ben yüzleşmek istiyorum." dedi sinirle.

"Miray, yeni uyandın bunu kaldıramayabilirsin. Biz şu an güçlüyüz. Biz halledeceğiz." dedi Talha hemen ama pot kırdığını sonradan fark etmişti.

"Talha demek istiyor ki,-" dedi Can toparlamak için ama Miray onu susturdu.

"Anladım ben. Tamam öyle yapalım öyleyse. Sadece krallığımı geri alın yeter." dedi sinirle.

Hızla gruplar oluşturuldu ve herkes birbirine dikkatli olması için öğütler verdi. Ben ise Talha'ya bakmadım bile. O da bana bakmıyordu zaten. Neyse konumuz bu değil. Konumuz saldırı, atak, savunma...

Kapıdan çıktığımız gibi herkes kendi görevi ile ilgilenmeye başladı veya biz öyle zannettik.

Mert

Ses çıkarmayacak bir şekilde ilerlemeye başladık. Askerler önden gidip Mekrus'un önümüze çıkan askerlerini ses çıkarmadan ve görünmeden hallediyorlardı.

"Bunu başaracağız." dedi Can güven veren bir sesle bana bakarak.

"Umarım." dedim içimdeki garip hisle.

Bana bakmayı kesti ve biz ilerlemeye devam ettik. Sonunda Miray'ın taht odasının kapısına vardığımızda hepimiz garip bir şekilde gerilmiştik. Benim gerginliğim Mekrus'la karşılaşacak olmam değildi. Benim gerginliğimin nedeni içimdeki o garip histi. Ve ben salak Mert yine o hisse aldırmadım ve önden kapıyı açıp içeri girdim.

Mekrus tahta oturmuş uyuyordu sanırım. Ama daha biz bir adım dahi atamadan havadaki garip elektriği hissedememiş ben donup kaldım.

Bir tek ben değil hepimiz donup kaldık ama o anda olan en kötü şey havadaki gücün yoğunluğu karşısında direnemeyen askerlerin yanıp kül olmasıydı. Geriye sadece Awen, Warlon, Can, Adlyn, Talha ve ben kalmıştık. Kapı da arkamızdan kapanmıştı.

Mekrus aniden gülmeye başlamıştı. Gözleri hala kapalıydı ama gülüyordu pislik. Gözlerini yavaşça açıp bize baktı.

"Ah ah Mert'çiğim. Beni gerçekten çok küçük görüyorsun. Sence ben sadece ama sadece o salak askerlere güvenecek kadar aptal mıyım? Veya güçsüz mü?" dedi gülerek bize yaklaşırken. O yaklaştıkça gücün yoğunluğu artıyor ve boğazını sıkıp sizi tehdit etmeye başlıyordu.

"Hissedebiliyor musun? Bu gücü, bu kudreti." dedi Mekrus sanki güce şehvet duyar gibi. Ona tapar gibi. Onu koklayabiliyor gibi derin nefes alıp verdi. "Merak ediyorsunuzdur dimi? Bu güç bana nasıl geldi?" dedi gülerek elindeki küçük yeşil kristal küreyi bir elinden diğerine aktarıp etrafımızda dolaşırken.

"Onun da zamanı gelecek. Ama önce buradaki fazlalıklardan kurtulalım." dedi gülerek. "Seni tanımıyorum." dedi ve Awen'i tek el hareketi ile tahtın arkasındaki camdan aşağı attı. Cam parçalandı ve Awen'le birlikte aşağı indi. Derin bir nefes aldım. Bu etkiden çıkmam gerekiyordu. Umarım Awen iyidir diye düşündüm. Ne de olsa bize çok yardımcı olmuştu.

"Siz iki askerin bu güce dayanmanız ilginç. Ama yine de burada istenmiyorsunuz." dedi ve bu sefer ikisini salona giriş kapısının üstündeki camlardan attı. O camlarda kırıldı hemen.

"Evet, fazlalıklardan kurtulduğumuza göre devam edebiliriz. Öncelikle Talha'cığım senin merak ettiğin soruyu cevaplayayım." dedi Mekrus. Talha'ya yaklaşıp keskin, tükürmek istediğim, yerinden oymak istediğim gözleri ile süzerken, "Seni sadece komutan olduğun için burada tutmuyorum. Miray'dan sonra en güçlü ikinci kişinin -tabi bu sıralama şu an değişti- oğlu olduğun için burada tutuyorum. Efe'nin beni engellemeye çalıştığını biliyorum. Ya da daha doğrusu Ateş Muhafızının mı demeliyim? Veya antlaşmacısının mı demeliyim? Seni öldürürsem büyük bir acı çektiririm ona. Tabi geri gelirse." dedi alayla gülerek.

Sonra aniden gözleri Can'a döndü. "Bizim merakla Mavi Alev Dükü'müz yine bir şeyler merak ediyor sanırım ha?" dedi alayla Mekrus.

"Ama önce benim merak ettiğim şeyler var. Mesela, beni nasıl Mert gibi, güçsüz bir şekilde görebildiği. O her zaman başka yollardan bakmayı da bilirdi. Ne oldu o düke?" diye sordu her kelimeyi uzatarak Mekrus ve alayla güldü. Bir süre sessizlik oldu. Odaklansam bile bu lanet yerden uzaklaşamıyordum. Uzaklaşmayı bırakın tek kılımı bile kıpırdatamıyordum.

"Dur! Bunun cevabını biliyorum ben." dedi sonra tekrar aniden. "Zavallı dükümüz kız kardeşini düşünüyor. Yakında var olmayacak olan kız kardeşini." dedi gülerek. O bunu dediği anda nefesim kesilir gibi oldu.

Mekrus hızla bana döndü. "Ne oldu acıttı mı? Gerçekler acıtır Mert." dedi alayla. "Fark etmedin mi? İçerideki garip havayı. Hissetmedim deme bana." dedi bana keskince bakarak. Beni o kadar dikkatle izliyordu ki düşünmeme bile izin vermiyor gibi hissediyordum. Sonunda gözlerini benden çekti ve tekrar Can'a odaklandı. Ama ben hala odaklanıp düşünemiyordum. Sanki düşünme yetim elimden alınmış gibiydi.

"Evet, düküm. Nerede kalmıştık? Evet, aklın Müge'deydi. Ona saldırdığın kız kardeşinde." dediği anda Can'ın nefesi kesilir gibi oldu.

"Çok mu kötü bir kelime oldu? Bence gayet yerinde bir kelime oldu. Sonuçta onun güçlerini kaybettiğini öğrenmesine neden oldun. Bu bağa kötü bir şey bence. Çok garip davranıyordu ama değil mi? Hm. Aslında başka şeyler de vardı bu durumu belli eden ama siz her zamanki gibi göz ardı ettiniz. Neyse. Size güzel bir görüş açısı verecek duruma getireyim." dedi ve gülerek bizi elinin hareketi ile yan duvara yapıştırdı.

"Evet, Mert sana sorduğum soruyu düşündün mü canım?" diye sordu alayla Mekrus. Sonra ise gülerek, "Zannetmiyorum. Bu nedenle sen o küçük beynini yorma. Ben serin yerine cevaplamayayım. Daha doğrusu göstereyim." dedi tahta yürüyerek.

Tahtına oturdu ve, "İçeri gel bebeğim." dedi gülerek. Kapı açıldı ve içeri Miray geldi. Üçümüzün de nefesinin kesildiğini duymuştum. Miray sakince Mekrus'a doğru gitti. Hiçbirimize gözünün ucuyla bile bakmadı. Mekrus'un önünde durup reverans yaptı. Gözlerime inanamıyordum.

"Gördüğünüz gibi, o artık benim." dedi gülerek tahtından kalktı ve, Miray'ın saçlarını okşayıp kokladı. Hızla elimi oynattım ama ellerim tekrar sabitlendi.

"Seni adi pislik. Ona dokunduğun parmaklarını tek tek kıracağım." diye düşündüm. Ama tabi ki hiçbir ses çıkmadı ağzımdan.

"Girdiğinizde hissettiğiniz o yoğun enerjini hepsi Miray'a ait. Onun güçlerini onun saf ruhundan çalıyorum. Çok tanımadığı insanlara pek kanmaması gerektiğini öğrenmeliydi. Jamie olayı mesela buna bir örnek. Sanırım zor öğreniyor Miray. Neyse fark ettiğiniz gibi bedeni mora dönüyor. En sevdiği renge." dedi gülerek ve Miray'ı bize döndürdü.

Vücudunun sağ tarafı yüzü hariç morarmıştı. Bize değil karşıya bakıyordu direk ama gözlerindeki canlılığın gittiğini görebiliyordum. O zombi gibiydi.

"Bu onun için benim ölüm hediyem. Mor bir beden ve mor bir tabut." dedi gülerek.

O anda Can boğuluyormuş gibi ses çıkardı ama ona odaklanamadım. Tek gördüğüm, tek düşündüğüm Miray'dı.

"Neyse. Sanırım yarım saati kaldı." dedi saatine bakarak. "Veda etmeniz için onu buraya getirdim. Ama veda etmek için tek kelime edemeyeceğiniz için hiç üzgün değilim. Vakit geldi gözlerinizle veda edin Eski Kraliçeye ve Prensese." dedi gülerek ve tahtına oturdu. Bizi izlemeye başladı yüzünde pis bir sırıtış ile.

Gerçekten bu bir veda anı mıydı? Kalbimi, ruhumu, çocuğumu sonsuza kadar kayıp mı edecektim? Peki ondan sonra nasıl yaşayacaktım ben? Daha elimde oluşan o garip şeyi çözmemiz lazımdı. O kitapların anlamını bulmalıydık. Bu kadar kolay mıydı her şeyi bitirmek? Yarım bırakmak?

Fortsett å les

You'll Also Like

251K 22.2K 42
Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Görev, sınır ötesindeki...
477K 29K 42
O sadece babası kalp krizinden ölmüş ve annesiyle 8 yıldır yaşayan bir kızdı. Ama hayatı birden o kadar değişti ki. İlk önce bir çocuk çıktı karşısın...
7.3M 274K 48
Fantastik #1 Siz hiç bir ruha aşık oldunuz mu? Gülüşünden bihaberken ya da öfkelendiginde nasıl baktığı bilemeden sonsuz bir melankoninin içine düştü...
319 83 6
Ben Asel Öztürk , şehit olmak için yaşayan kadın. Babasının cenneti olan Asel Öztürk , babasını şehit verdiği günden sonra , bu yola kendini adayan h...