Maça Kızı 8

By dpamuk

165M 7.1M 24.5M

"Verdiğim acıyı silebilmek için her bir saç telini öpmek istiyorum," dedi. Önce nefes almayı bıraktım. "Ama... More

Tanıtım*
1.Bölüm
2.Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
11.Bölüm
12.Bölüm
13.Bölüm
14.Bölüm
15.Bölüm
16.Bölüm
17.Bölüm
18.Bölüm
19.Bölüm
20.Bölüm
21.Bölüm
22.Bölüm
23.Bölüm
25.Bölüm
26.Bölüm
27.Bölüm
28.Bölüm
29.Bölüm
30.Bölüm
31.Bölüm
32.Bölüm
33.Bölüm
34.Bölüm
35.Bölüm
36.Bölüm
37.Bölüm
38.Bölüm
39.Bölüm
40.Bölüm
41.Bölüm
42.Bölüm
43.Bölüm
44.Bölüm
45.Bölüm
46.Bölüm
47.Bölüm
48.Bölüm
49.Bölüm
50.Bölüm
51.Bölüm
52.Bölüm
53.Bölüm
54.Bölüm
55.Bölüm
56.Bölüm
57.Bölüm
58.Bölüm
59.Bölüm
60.Bölüm
61.Bölüm
62.Bölüm
Yılbaşı Özel Bölümü*
63.Bölüm
64.Bölüm
65.Bölüm
66.Bölüm
67.Bölüm
68.Bölüm
69.Bölüm
70.Bölüm
71.Bölüm
72.Bölüm
73.Bölüm
Bayram Özel Bölümü*
74.Bölüm
75.Bölüm
76.Bölüm
77.Bölüm
78.Bölüm
79.Bölüm
80.Bölüm
81.Bölüm
82.Bölüm
83.Bölüm
84.Bölüm
85.Bölüm
86.Bölüm
87.Bölüm
88.Bölüm
89.Bölüm
14 Şubat Özel Bölümü*
8 Mart Özel Bölümü*
Maça Kızı 8 Ailesi'ne*
Geçmiş Hikaye*
90.Bölüm
91.Bölüm
92.Bölüm
93.Bölüm
94.Bölüm
95.Bölüm
Bayram Özel Bölümü - II*
96.Bölüm
97.Bölüm
98.Bölüm
99.Bölüm
100.Bölüm
101.Bölüm
102.Bölüm
103.Bölüm
104.Bölüm
105.Bölüm
106.Bölüm
107.Bölüm
108.Bölüm
109.Bölüm
110.Bölüm
111.Bölüm
112.Bölüm
113.Bölüm
114.Bölüm
115.Bölüm
116.Bölüm
117.Bölüm
118.Bölüm
119.Bölüm
120.Bölüm
121.Bölüm
122.Bölüm
123.Bölüm
124.Bölüm
125.Bölüm
126.Bölüm
127.Bölüm
128.Bölüm
129.Bölüm
8*
18 Ağustos'un Devamı*
Son Perde*
8 Kasım 2017*
Yıldız Tozu*
130.Bölüm
131.Bölüm
132.Bölüm
133.Bölüm
134.Bölüm
135. Bölüm
136.Bölüm
137.Bölüm
138.Bölüm
139.Bölüm
140.Bölüm
141.Bölüm
142.Bölüm
143.Bölüm
144.Bölüm
145.Bölüm
146.Bölüm
147.Bölüm
148.Bölüm
149.Bölüm
150.Bölüm
151.Bölüm
152.Bölüm
153.Bölüm
154.Bölüm
155.Bölüm
156.Bölüm
157.Bölüm
158.Bölüm
3 Yıl, 1 Ay Sonrası*
159.Bölüm
160.Bölüm
161.Bölüm
162.Bölüm
163.Bölüm
164.Bölüm
25 Eylül 2018*
165.Bölüm
166.Bölüm
167.Bölüm
168.Bölüm
169.Bölüm
170.Bölüm
171.Bölüm
Güneşçiçeği*🌻
Güneşçiçeği*🌻🌻
172.Bölüm
173.Bölüm
174.Bölüm
175.Bölüm
176.Bölüm
177.Bölüm
178.Bölüm
179.Bölüm
180.Bölüm
181.Bölüm
182.Bölüm
183.Bölüm

24.Bölüm

835K 42K 43.9K
By dpamuk

Kendimi, -Bora'nın olduğunu anahtarı Selim'den teslim alırken öğrendiğim- Range Rover'ın içinde bulmamla gaza yüklenmiştim. İçimde biriken tüm öfkeyi gaz pedalından çıkarmaya çalışırken, Selim'lerin aracının epey geride kaldığını görebiliyordum. Muhtemelen deli olduğumu düşünüyorlardı; ya da günün kötü geçeceğini anlamışlardı. İnin cinin bile top oynama zahmetinde bulunmadığı yolda hızla giderken, Bora'dan mesaj geldi.

"Eğer sana yetişemezlerse, hesabını onlardan sorarım."

İstemsizce gülümsedim, normal şartlar altında buna aldırış etmem gerekiyordu sanırım. Ama bugün normal bir gün değildi; bugün Naz'ın hiçbir kuralı kabul etmediği ve yalnızca kendisi için yaşayacağı bir gündü. Bugün Naz'ın yeni ilan ettiği doğum günüydü belki de. Arabayı istediğim hızda kullanacaktım; Selim'ler ister yetişirlerdi, ister yetişemezlerdi. Çılgınlar gibi eğlenecektim; ne Anıl'ı, ne Bora'yı ne de herhangi bir insanı sevmek yoktu bugün. Her şeyden çok kendimi sevecektim, kaç saatim varsa...

Sarıyer'e geldiğimde, arabayı bir otoparka park ettim ve yoldan geçen bir taksiyi durdurdum. İlla birileri mutlu olacaktıysa, tanımadığım insanların mutlu olmasını istemiştim bugün. Taksi şoförüne, "Üsküdar'a gideceğim." dediğimde, yüzündeki "Çok para kazanacağım." gülümsemesi, görülmeye değerdi. "Hangi köprüden gideyim abla?" diye sorduğunda, "Kafana göre abiciğim." diyerek arkama yaslandım.

♠️

Verdiğim adreste taksiden indiğimde, siyah Mercedes'in içindeki Selim başıyla bana selam vermişti. Bora'nın bana anlaşmamızın bittiğini içeren mesaj atmasını beklediysem de öyle bir şey olmadı. Şu an, beni öldürme planları yapıyordu belki de. Dört katlı apartmanın önünde duran Naz'ın hiçbir hayali, hayattan beklentisi ya da umutları yoktu. Anlaşmamız iptal de olabilirdi; nankörlük yapacak noktadaydım. Anıl, en zorlu süreci atlatmıştı ve bu saatten sonraki masraflar karşılayamayacağımız kadar çok olmayacaktı. Ömrümün sonuna kadar çalışıp, Bora'ya olan borcumu ödemeye kendimi adayabilirdim; bu bile şu an benim için değerli bir hayatta kalma amacıydı.

Üçüncü kata geldiğimde derin bir nefes daha aldım ve zili çaldım. Biraz sonra Eren kapıyı açmış, şaşkın gözlerini bana dikmişti. Hiçbir şey söylemeden içeriye geçtiğimde, birer fincan kahve yaptı.

Konuşmuyordu. Konuşmuyordum. Öylece durmuştuk ve arka taraftaki küçücük balkonun, karşı evin asfalt duvarına bakan manzarasını izliyorduk.

"Bora Karabey'in villasının manzarasının yanında hiçbir şey ama artık idare et." dedi Eren, altı dakika yirmi yedi saniye sonra. Bakışları sorgulayıcıydı. Ne olduğunu bilmiyordu ama bir şey olduğunu çok iyi biliyordu sanırım.

"Ayça'yla görüşüyor musun?" diye sordum. Bunu beklemiyor olacak ki yüzüme, doğru duyup duymadığını anlamak istercesine bakmaya başladı. "Hadi ama... Zor bir soru sormadım." dedim, her şeyin yolunda olduğuna onu ikna etmek ister bir ses tonuyla.

"Ne zamandan beri Ayça, konuştuğumuz bir konu?" diye sordu, kuşku dolu bakışlarla. Bir sigara yakıp, büyük bir dumanı içime çekmeye başladım. Bakışlarım yeniden karşı evin asfalt duvarıyla buluştuğunda, dudaklarımı ısırmıştım.

Ayça hakkında tek kelime konuşulmazdı; Anıl, Ayça hayatına girdiği zaman bana bir kez ondan bahsetmiş ve ne kadar aşık olduğunu anlatmıştı. Yıllar sonra da evlenme teklifi edeceğini söylemesi, Anıl'la bu konu hakkındaki ikinci konuşmamız olmuştu. Ben, Anıl'ın mimiklerinden ve tavırlarından barıştıklarını ya da ayrı olduklarını kendim anlayacak kadar tanıyordum onu. Bazen, istemeden kulak misafiri olurdum, herhangi birine Ayça hakkında anlattığı şeylere; ya da Eren'le Hande'nin kendi aralarındaki konuşmalarına.

Ayça'yı, Eren'lere gelip giderken sık sık görürdüm ama "Merhaba." dan öteye nadir ilerlerdik. Anıl'ın ya da Eren'in doğum gününde Ayça ile aynı masaya otururduk; mecburiyetten iki kelam eder, bir görevi tamamlar ve dahasında birbirimizle ilgilenmezdik.  "Anıl senin gibi bir kardeşi olduğu için çok şanslı." diye yüzüme kocaman gülümsediğinde, Ayça ile sohbet etmemem gerektiği konusunda kesin karara varmıştım zaten. O da benim soğuk nevale olduğumı düşünmüş olacak ki, çoğu zaman, ikimiz de birbirimize yokmuşuz gibi davranmayı kanun edinmiştik.

Anıl trafik kazası geçirdikten sonra, Ayça'nın onu aldattığını, Hande telefonda Eren'e anlatırken duymuştum. Belki de Hande, benim özellikle duymam için benim yanımda Eren'e anlatmıştı bunu; bilemiyordum. Hande'nin bunu nereden bildiğini dahi bilmiyordum zaten. Ve neden şimdi Ayça hakkında Eren'le konuşmaya çalıştığımı da bilmiyordum. Yirmi dört milyon bilinmeyenli denklemin küçük bir ayrıntısıydı sanırım bu.

"Bilmiyorum." dedim, yüzümü yeniden Eren'e çevirdiğimde. Ellerini balkonun kenarlıklarına dayayıp, yüzünü karşı eve sabitledi.

"Pişman. Her gün Anıl'ı soruyor." dedi, keder dolu bir sesle.

"Anıl'ı seviyor mu gerçekten?" diye sordum, meraklı bir ses tonuyla. Eren, yüzünü aniden bana çevirdi.

"Anıl'ı hiç kimse senin kadar çok sevemez Naz." dedi, oldukça ciddi ve kendinden emin bir tavırla. Gözleri, "Neden bunları konuşuyoruz?" der gibi baksa da bunu sesli dile getirmedi.

"Neden aldatmış onu?" diye sordum. Derin bir nefes aldı.

"Kavga etmişler. Anıl'a hem evlenme teklifi ediyorsun hem de iş beğenmiyorsun diye çıkışmış. Haksız da sayılmaz. Anıl ağır konuşmuş, Ayça ağır konuşmuş. Ayrılmışlar yine. Sonra bir bara gitmiş Ayça, eski sevgilisinin şarkı söylediği bara. Öpüşmüşler. Bu çocuk- İşte adı her ne haltsa... Anıl ve Ayça'nın geçen sene ayrı olduğu dönemlerin birinde, Ayça'nın beraber olduğu bir çocukmuş. Anıl'la yeniden barıştıklarında, Ayça çocuğa posta koymuş, çocuk da kinlenmiş. Fırsat ayağına gelince de öpüşürlerken fotoğraf çekip Anıl'a atmış. İntikam almış aklı sıra." dedi Eren. Dudaklarımı ısırdım yeniden. Kalbimin kabul edemeyeceği kadar çirkin bir hikayeydi bu; Anıl'ı içine yakıştıramadığım kadar kötü bir tabloydu.

"Anıl'ın hayatına mâl olan bir intikam!" dedim, sitemle. Senin de geleceğine mâl olan bir intikam Naz!

"Bora seni aldatmış mı sence?" diye sordu, bir çırpıda. Magazin sayfalarından e-mail falan mı alıyordu? Yoksa ayaklı magazinin baş kaynağı Hande miydi?

"Anıl da Ayça'yı aldattı değil mi?" diye sordum. Bora'yı es geçmiştim ve Eren buna tepki bile vermemişti.

"Ayrı oldukları dönemde çok kez birileriyle takıldı. Bazen flört, bazen seks... Yani ayın on günü Ayça'ylaydı, yirmi günü ayrılardı zaten. Bu aldatmak mı sen karar ver. Yıllardır saçma sapan bir şey yaşıyorlar. Ama ikisi de sorsan çok seviyor birbirini. İşte herkesin aşka bakış açısı farklı, herkesin ilişkisi kendisine." dedi, o da sitem ediyordu.

"Anıl'ın nikah şahidi olacak mıydın?" diye sordum, yüzümde ya da sesimde hiçbir ifade yoktu muhtemelen.

"Ne nikahı Naz? İnanıyor muydun evleneceklerine? O ikisi daha sevgili olmayı beceremediler, ne evliliği? Anıl, Ayça'yla o herifin fotoğrafını görmeseydi, ikisinden biri pes edene kadar böyle giderdi ilişkileri. Bu saatten sonra Ayça'yı da asla affetmez. Gözüyle görmesi durumu farklı. Tahmin etmesi ya da bilmesinden daha farklı. Açıkçası üzülmem de, o kızın Anıl'ı sevdiği falan yok bence. Adamın hayatını sikti, onun yüzünden yüksek lisans yapmadı mesela. Sırf kız, çalışması ve çok para kazanması gerektiğini söylediği için!" dedi öfkeyle. Gözlerim fal taşı gibi açılmıştı.

"Anıl, o yüzden mi yüksek lisans yapmadı?" diye sordum. Kulaklarıma inanamamıştım.

"Evet... Tamam, Anıl'ın da içinde hep hayata atılma hırsı vardı ama eğitimini iyi alması gerektiğine ikna olacak kadar zeki birisi. Ayça hep Anıl'a, onun da işine geleni söylüyor ve her defasında daha kötüye yönlendiriyordu onu. Gerizekalı herif bankadan kredi çekip, kızı tatile götürdü bu kış. Ulan bu kadar zeki bir adam aşkın içinde daha ne kadar aptallaşabilir? Kıçındaki don bile bankaya aitken, araba galerisi açacakmış bir de! Ayça istiyor diye!" dedi Eren. Başımdan aşağıya kaynar suların döküldüğünü hissetmiştim. Sen öldükten sonra, "Naz Oto Galerisi" açmasını mı istemiştin tatlı kız? Hani Bora'nın şirketine gittiğin ilk gün, eve dönerken... 8 Mart'ta hani... Öfkeyle, istemsiz bir kahkaha attım.

"Vay anasını ya! Anıl'a da bak sen." dedim, hala gülüyordum.

"Bu kaza onu kendine getirmiştir şimdi. Gözlerini açtığında, Kİ ARTIK AÇMASI GEREKİYOR!-" dedi ve derin bir nefes aldı Eren. Her ne kadar, onca zaman vücudun toplaması için ilaçla uyutulan hastanın, hemen uyanmamasının çok normal olduğunu söyleseler de, insan korkuyordu işte. "Gözlerini açtığında... Tertemiz bir hayata başlayacak." dedi, Eren'in gözleri dolmuştu.

"Kızma ona. Aşkın insana neler yaptırabileceğini en iyi ben biliyorum. Onu anlıyorum. Aptallık aşkın en iyi arkadaşı. O da biliyordur, Ayça'nın kendisi için ne kadar yanlış olduğunu belki. Ama bazen insan yanlışı seviyor işte... Bin defa da gelse dünyaya, aynı yanlışı seve seve yapacağını hissediyor." dedim, gözlerimi karşıdaki eve dikerken.

Aşk için casinoya girip, yakalanmayı göze almaya rağmen hile yapan kız, banka kredisiyle tatil yapmak gibi küçücük bir ayrıntıya çok takılmamalı sonuçta Naz. Eren'in aptallık diye sayabileceği şeyin binlerce kat fazlasını yapmışsındır sen Anıl için; iyi ki Eren bilmiyor. Nasıl ki sen, yine olsa yine yapardıysan, Anıl da yapmıştır işte, bu kadar basit. Ona kızmıyordum; sadece, ben onu bu kadar çok sevmişken, onun başkası için yaptıkları canımı acıtmıştı, o kadar.

"Neredesin Naz?" diye sordu Eren. Anlamsız bakışlarımı gözlerine diktiğimde devam etti. "Bora'da mısın, Anıl'da mısın? Neredesin? Neler oluyor? Anıl'ın kaza geçirdiği günden beri nerede olduğunu bilmiyorum." dedi, tedirgin bir sesle. Yüzüme birkaç saniye daha baktıktan sonra devam etti. "Dün seni Bora'yla beraberken gördüm Naz."

"Ne gördün?" diye sordum.

"Ben altı buçuk yaşındaydım sen doğduğunda. Doğduğun güne kadar hatırlıyorum. Hani amiyane tabirle, elimde büyüdün." dedi, kocaman bir kahkaha attım. "Anıl'ın seni herkesten daha iyi tanıdığını düşünüyorsun, belki doğrudur. Ben senin ödevine yardım ederdim, sen yapmamışız gibi bir de gider Anıl'dan yardım isterdin. Benimse anlamadığımı zannederdin." dedi, yüzümü buruşturmuştum. "Küçücük yaşta Anıl diye sayıklayan kız çocuğu değilsin artık. Onu her zaman çok sevecek olman, bir başkasına karşı bir şeyler hissedemeyeceğin anlamına gelmez." dedi, gülümseyerek.

"Eren-" dedim telaşla. Sanırım vereceği cevabı duymak istemiyordum.

"Yapma Naz! Sen tanıdığım en cesur kızsın. Senin aşkta ve savaşta yapamayacağın şey yok. Neden bu kadar korkuyorsun?" diye sordu Eren, açık kahveye dönen gözlerini, yeşil gözlerime sabitlemiş ve orada bir cevap arıyordu.

"Daha on bir gün oldu. On sekiz gündür tanışıyoruz Eren! Ne aşkı? Bu kadar kolay bir şey mi aşık olmak?" diye sordum, kendimden emin bir şekilde.

"Aşk bu Naz, matematik problemi değil. Belli bir kuralı yok. Zamanı durduran bir şey aşk; kaç gündür tanıdığına bakmıyor ne yazık ki. Bir gün geliyor ve seni buluyor işte." dedi, derin bir nefes aldıktan sonra. Ayrılacağını bile bile aşık olmak mı, hadi ama Naz, oyun oynuyorduk hep birlikte, ne aşkı?

"Karşı olduğunu zannediyordum." dedim, gözlerimin doluluğuna aldırmadan. Hiç kimsenin ne dediğini önemsemeyen ben, şu an beni durduracak ve duymak istediğimi söyleyecek herkese el açmış durumdaydım galiba.

"Dün senin ona nasıl baktığını gördüm." dedi Eren. Son noktayı koymuştu. Gözlerimden akan bir damla yaş yanaklarıma değerken, başımı iki yana salladım. "Ve eminim ki, DENİZ GÖZLÜ ÇOCUĞUN gözlerine bakana kadar inanmayacaksın ama ben senin gözlerinde Bora'ya olan aşkı gördüm." diye devam etti.

Her zaman bir abi gibi koruma iç güdüsüyle bana sahip çıkmaya, anne ve babamın eksikliğinin etkilerini azaltmaya çalışan adamın gözlerine zorla gülümsemeye çalışarak baktım. Küçük adımlarla yerimden kalkıp, Anıl'ın odasına doğru ilerlediğimde, Eren sesini çıkartmadı. Kapıyı açtığımda bu odaya girmenin doğru olup olmadığını düşünmem gerekmişti. Kim bilir burada kaç kadınla beraber olmuştu Anıl? Ayça'ya kaç kez onu sevdiğini söylemişti bu odada? Şu an sarıldığım ve yalnızca detarjan kokan yastığa başını koyduğunda, kim bilir ben hariç kimleri düşünmüştü uyumadan önce? Ve ben kim bilir kaç kez bu yastığa başımı koyup gözyaşlarımla uyumuştum? Yatağın karşısındaki komodinin üzerinde duran parfümü burnuma götürdüm. Gözlerimi kapattığımda karşımda beliren tek bir resim vardı.

Yine geçmişteydim şimdi. Ben bu evin salonunda oturuyordum, biraz sonra Anıl'ın oda kapısının açılma sesini duyuyordum. Ardından ciğerlerime çikolata kokusu dolmaya başlıyordu. Sonra tüm seksapalitesiyle Anıl yanıma geliyor ve yanağımdan makas alıyordu. Ona sarılmamak için gözlerimi duvardaki saate dikip, tüm dikkatimi bu kokudan uzaklaştırmaya çalışıyordum. Saat, on biri çeyrek geçiyordu. Neredeyse gece yarısı olmak üzereyken, Anıl üzerine yapışan ve gözlerinin renginde bir gömlekle, kim bilir nereye gidiyordu. "Naz, odamda kalabilirsin bu gece. Ben gidiyorum ve gelmeyeceğim." diyerek gülümsüyordu bana.

Çok güzel gülümsemese, "Siktir git." diyecekmiş gibi hissediyordum. Deniz gözlerine bakarken üşüdüğümü hissediyordum. Sadece "İyi eğlenceler." diyebiliyordum. İşaret ve orta parmağı birbirine yapışık bir halde kaşlarının yanına kalkıyor, Eren'e "Hadi eyvallah!" diyor ve dış kapının kapanma sesi kulaklarımla buluşuyordu. Kokusu odasının her yerine sinmişken, tüm geceyi çikolata denizinde geçiriyor, yorganının altında hüngür hüngür ağlıyordum. Üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin, bu parfümün kokusu bana sadece gözyaşlarımı hatırlatıyordu.

Çikolata kokulu parfümü hızla yerine bıraktım ve gardırobun kapaklarını açtım. Anıl'ın kıyafetleri karşımda öylece asılıydılar. İyileşecek ve İstanbul'a dönecekti, bunlardan bir tanesini giyecekti. Benim şu an onlara dokunduğumu, parmak izimi bıraktığımı bilmeyecekti. Sana en çok turkuaz mavisi yakışıyor çocuk, giy ve aynanın karşısına geçtiğinde, beni yine hatırlama.

Çalışma masasının üzeri her zamanki gibi derli topluydu. Küçük metal kutunun kapağını açtım; bir tektaş yüzük ve boş bir anahtarlık... Ayça'ya evlenme teklifi ettiği yüzük, ona hediye ettiğim anahtarlığın yanında kendine yer bulmuştu. İleride sahip olacağı arabanın anahtarlığı olacaktı o; ama belki onlar evlerinin anahtarını takarlardı buna. İnsan, birine bir şey hediye ederken, onu kimle ya da ne amaçla kullanacağına karar veremezdi sonuçta.

Yüreğimin sıkıştığını hissettiğimde, pencereye doğru ilerledim. Camın önünde, Anıl'a sorumluluk sahibi olması için hediye ettiğim mor menekşenin kuruduğunu fark ettim. Belki o sulamamış ve çoktan solmasına müsaade etmişti, belki de Anıl'ın yokluğuna bu mor menekşeler de dayanamamıştı. Yapraklarına buruk bir tebessümle elimi uzattığımda, saksının altındaki gazeteye gözüm takıldı.

Gazetedeki resim Bora'ya mı aitti?

Islanıp yeniden kuruduğu için sertleşmiş ve oldukça eskimiş gazete sayfasını elime aldığımda, Anıl'la yaşadığım o anı hatırlamıştım.

Şimdi yalnızca birkaç ay öncesindeydim... Anıl'ın bir işten daha kovulduğu günlerden biriydi. Bu sefer de sabahları erken kalkamadığı için, dört kez uyarı almış ve sonunda yine işsiz mühendisler kervanına katılmıştı. "Mühendislerin yüz karasısın!" diye söylene söylene, elimde saksıyla Anıl'ın odasına girmiş ve güneşliği açmıştım. Anıl, mavi gözlerini yüzüme sabitlemiş, "Sabah sabah ne var amına koyayım?" ifadesiyle bana bakmıştı. Aldırmamıştım.

"Kalk hadi kalk. Ders bir: Çiçek bakmayı öğreneceksin. Artık sorumluluk sahibi olman lazım." diye elinden tutmuş ve onu zorla yataktan kaldırmıştım. "Of Naz!" diye sert çıkan sesini umursamadan, masanın üzerinde bulduğum gazete parçasını camın önüne serdiğimde, Anıl "Dursana bi!" diye çıkışmıştı. Gazeteyi eline aldı ve yüksek sesle okumaya başladı.

"Bora Karabey'in yeni gözdesi; son model Range Rover'ı. Ünlü iş adamı, geçtiğimiz akşam Nişantaşı'nda bir restoranın açılışına katıldı. Mekanın arkadaşına ait olduğunu belirten Karabey'in, oldukça gergin olduğu gözlerden kaçmadı. Sık sık farklı arabalarla görüntülendiğini bildiğimiz Bora Karabey'in koleksiyonuna kattığı son parçanın fiyatı ise 1 milyon 452 bin 54 TL. VAY ANASINI YA! PARAYA BAK!" demişti Anıl, kaşlarımı kaldırmış ona bakmıştım.

"Konumuz bu mu cidden ya? Bize ne elalemin parasından?" demiştim, sitemle. "Kızım şu arabaya bak ya!" demişti, nutku tutulmuşcasına. Gözlerimi devirdiğimde, mavinin en güzel tonuyla bana bakmıştı. "Bir gün benim de bundan olacak Naz!" demişti. "İyi, verirsin anahtarı, bir tur da ben atarım, haydiiii!" dediğimde, gözlerini yeniden elindeki gazete parçasına yöneltmişti. Birkaç dakika öylece durup, Bora'nın, şimdi Sarıyer'de park halinde olan araca binerkenki fotoğrafına bakmıştı.

Anıl, gazeteyi bana uzattığında, hızlıca pencerenin önündeki mermere gazeteyi sermiştim. Ve saksıdaki toprağı ellerimle düzeltip, sulamıştım. Sürahiden gazetenin üzerine damlayan suyu önemsemeden, Anıl'a dönmüştüm. "Umarım bir gün senin de güzel bir araban olur." demiştim, gülümseyerek. "Olacak... Olacak ve sen asla o arabayı kullanmayacaksın!" diye bana göz devirdiğinde, ona dil çıkartmıştım. Yanağımdan makas almış ve banyonun yolunu tutmuştu.

Ah be Anıl! Acaba gerçekten beni kızdırmak için mi anahtarını asla bana vermeyeceğini söylemiştin? Peki sen Bora, yalnızca beni takip etmeleri kolay olsun diye mi anahtarını hiç düşünmeden bana verdin?

Elimdeki gazete kağıdına, ne yapacağımı bilemez bir halde bakarken, nefesimin kesileceğini zannettim. Anıl'a giden tüm yollar Bora'ya çıkıyordu sanki.

Kalbim bir imparatorluktu ve oranın iki sahibi olamazdı. Bora ısrarla dışarıdan içeriye ulaşmaya çalışıyor, Anıl ise tüm kapıları var gücüyle açılmamaları için itiyordu. Birisi içeriden, birisi dışarıdan bastırıyordu ve benim kalbim tarumar oluyordu. Anıl'ın hükümdarlığı yıllara dayanıyordu. Başka bir yönetim şekli görmemişti kalbim. Ya gelenin gideni arattığı doğruyduysa?

Fethedilmek için savaşılacak kadar değerli değildi benim kalbim; yıkık, dökük ve eskiydi. Kapıyı açmak ve arkama bakmadan koşmak istiyordum şimdi. Bora'yı da Anıl'ı da istemiyordum. Çöle yerleşmek ve hükümdarsız bir kalbin duracağı ana kadar oraya kimseyi almamak; sekiz ay sonra bu ülkeden gidecek, kimliğini değiştirecek ve bir daha dönmeyecek bir insan için en doğrusuydu.

Bora'yla yaptığın anlaşmaya derhal bir son vermen lazım Naz.

Bora, on bir günde benim kalbimi bu kadar ele geçirmeye yaklaştıysa, iki yüz kırk beş gün tamamlandığında ortada atacak bir kalp kalır mıydı bilemiyordum. Yedi sene boyunca Anıl'ın yapamadığını, on bir günde Bora nasıl yapıyordu, hiçbir fikrim yoktu.

Daha bu sabah, Bora'nın ertesi günün manşetlerinde, çakma sevgilisinin bir gece kulübü çıkışında, rastgele bir erkekle görüntülendiğini görmesini deli gibi istemiştim. Anıl'a deliler gibi aşık Naz, kabuğuna çekilip, ağlayıp en fazla kendine zarar verirken, şimdi Bora söz konusu olunca sinirden deliye dönüyordu. Anıl'ın yanında hep kendi olabilen Naz, Bora söz konusu olduğunda bambaşka bir insana dönüşüyordu. Anıl'a karşı her daim sınırlarını bilen hatta çoğu zaman, kendini korumak için sınırları kendi koyan Naz, bahsi geçen Bora olduğunda tüm sınırları aşıyordu.

Anıl'a asla kıyamayan Naz, Bora'ya "Ya benimsin ya da kara toprağın." demek üzereydi. Bir insan, bir insana bu kadar öfkelenmemeliydi. Mesela karşısına geçip küfretmek falan istememeliydi.

Bir, birine küfretmek iyi bir şey değildi.

İki, benim birine küfretmem hiç iyi bir şey değildi.

Üç, Bora'ya küfretmem hiç mi hiç iyi bir şey değildi.

Şimdi derin bir nefes al Naz; ve Anıl'ın bu odada ilişkiye girdiği kadınları düşün. Mesela onların varlığı seni hiç rahatsız etmedi. Karşılıksız aşık olan bir insan, böyle şeylere karışamaz canım. Yedi sene boyunca, hatta belki daha da eskiden beridir, sana koysa bile alıştığın şey, neden şimdi Bora söz konusu olunca bu kadar battı ki? Koyver gitsin ya!

Bir gün birisi bana, herhangi bir adamın dokunduğu herhangi bir kadını, bu kadar kıskanacağımı söylese inanırdım. Çünkü bu hayatta her şey olabilirdi. Ama birisi, kendimi sakinleştirmek için Anıl'ın yoğun seks hayatını düşüneceğimi söylese, ona tüm organlarımla gülerdim; oscar da götüme giderdi. Demek ki bu hayatta her şey olabiliyordu.

Rehabilitasyon çalışmamı telefonumun çalışı bölmüştü. Yatağın üzerine bıraktığım çantamdan, telefonumu çıkardım. Evren de bana götüyle gülüyordu.

Ekranda yazan "Bora" yazısına bir kaç saniye baktıktan sonra, telefonu kulağıma götürdüm.

"Efendim?" dedim, ifadesiz bir sesle.

"Nazlı, merhaba." dedi bir kadın sesi. ÇÜŞ!

"Pardon? Kiminle görüşüyorum?" dedim, öfkeyle.

"Melis ben. Bora'dan telekonferans yapmasını rica ettim, numaranı alıp seni arayacak kadar çok vakit yok. Yabancı numarayı açıp açmayacağını da bilemedim. Sana iletmem gereken şeyler var." dedi kadın. Adının Melis olduğunu yani Boston'dan aradığını anladığımdan beri nefesimi tutmuş, onu dinliyordum.

"Uyandı. Uyandı değil mi?" diye sordum heyecanla.

"Evet Nazlı'cığım. Gözünüz aydın. Büyük geçmiş olsun." dedi Melis, tatlı bir ses tonuyla.

"Şükürler olsun!" dedim, derin bir nefes almıştım. "Durumu nasıl?" diye sordum, telaşla.

"Anıl iyi... Öncelikle bunu bil. Az evvel onu gördüm. Radyasyon yasağı var, odaya telefon sokabileceğim ilk anda, senin için bir video çekmeye çalışırım." dedi, fakat sesi ciddi çıkmaya başlamıştı.

"Bir sorun var? Bir sorun mu var?" diye sordum endişeyle.

"Endişelenme. Sakin ol. Açıkçası sorun demek ne kadar doğru bilemiyorum. Ölümden döndü, bundan da kötüsü olamaz sanırım. İstanbul'da ağır ameliyatlar geçirmiş. Beyin hasarı saptanmasıyla Amerika'ya gelmesi arasında zaman var. Ameliyatı geç oldu ama güzel geçti. Her şeyin yolunda olduğuna kanaat getirildikten sonra, ilaçla uyutuldu. İlaçlar kesildikten sonra da kendisinin uyanmasını beklediler." dedi, net bir ses tonuyla.

"Tüm bunları biliyorum. Sorun ne?" diye sordum, daha da endişelenmiştim. Nefesimi tuttum ve gözlerimi kapattım.

"Sağ kol ve bacakda güçsüzlük var." dedi Melis, gözyaşlarımın yanaklarımla buluşmasına izin vermiştim. "Nazlı'cığım felç durumu yok. Ama ciddi bir güçsüzlük görülüyor, özellikle sağ kol ve bacak daha zayıf. Yutkunması ve solunumu var ama yeterli değil. Bir dönem daha makinaların yardımıyla hayatına devam edecek. Bir de-"

"BİR DE NE?" diye bağırdım, öfkeyle. Melis, derin bir nefes aldı.

"Konuşmuyor. Tek bir kelime dışında ağzından bir şey çıkmıyor. Işığa, sese tepki veriyor ama bomboş bakıyor. Rehabilitasyon ve psikiyatr desteğine başlandı." dedi, tek seferde. Ne kadar çabuk söylerse, o kadar kolay olacağını düşünmüş gibiydi.

"Psikolojik mi yani?" diye sordum, boğazımı temizleyerek.

"Öyle olduğu düşünülüyor. Ameliyatlardan çok, öncesinde yaşadığı bir olayın tetikleme ihtimali varmış. Tekrar tekrar kontroller yapıldı. Fakat psikolojik bozukluk görülmesi çok normalmiş. Şimdi yakınlarının sadece sabretmesi ve ona destek olması gerekiyor. Ben Nurcan Hanım için de psikolojik destek başlattım, onların da durumları çok iyi değil ve buna ihtiyaçları var. Anıl'ın etrafındaki insanlar ne kadar güçlü olurlarsa, hayata yeniden karışmak için kendinde o kadar güç bulabilir." dediğinde sıkı sıkı yumduğum gözlerimi açtım.

"Kız arkadaşı... Onu görmenin Anıl'a iyi gelip gelmeyeceğini doktoruyla konuşur musun?" diye sordum, bir çırpıda.

"Kız arkadaşı olduğundan bana hiç bahsetmedi ailesi." dedi Melis, şaşkınlıkla.

"Var. Aslında Melis... Eren'le tanışmışsınız. Anıl'ın çocukluk arkadaşı, ev arkadaşı, hepsinden öte kardeşinden yakındır ona. Onunla konuşabilirsin tüm detayları, yani psikiyatrına en doğru bilgileri o iletecektir." dedim, bir hastaya yardımcı olmaya çalışan ve tüm hislerini bir kenara koyan doktor edasıyla. Anıl iyi olsun da, varsın Ayça sayesinde olsun.

"Nazlı... Tek bir kelime dışında ağzından bir şey çıkmadığını söylemiştim ya hani..." dediğinde, duraksadım. "Bunu da bilmen gerekir sanırım." En önemli detayı nasıl atlarsın Naz?

"E-evet." dedim, güçsüzlükle.

"Dosyasına en son seni aradığı işlenmiş. Kazayı senin yanına gelirken yapmış yani. Onunla kavga etmiş miydiniz, ondan öncesinde?" diye sordu, tedirginlikle.

"Ha-hayır. Neden?" diye sordum, şaşkınlıkla.

"Kazadan sonra bilinci kapanmadan, öleceğini düşündüğü anda, bir pişmanlığına, bir kavgasına, ya da herhangi yaşadığı bir şeye odaklanmış ve uyanır uyanmaz aklına o gelmiş olabilirmiş tabii. Ama bir ihtimal daha varmış. O da kaza yaptığı için ulaşamadığı yere ne amaçla gidecektiyse, onu şimdi halletmeye çalışıyor olabilirmiş. Ve senin yanına geliyormuş." dedi. Sesi gergin çıkıyordu.

"Ne-ne ki Anıl'ın söylediği kelime?" dediğimde, derin bir nefes verdi.

"Özür." dedi. Kaşlarım istemsizce çatılmıştı. Bunun benimle alakası olması mümkün bile değildi.

"Özür? 'Özür' mü diyor yani sadece? Özür dilemek mi istiyor yani birinden? Bunun benimle ilgisi olması çok saçma." dedim, kendimden emin bir şekilde.

"Emin misin?" diye sordu, aynı gergin sesiyle.

"Anıl'ın özür dilemeyi akıl edeceği son insan olduğuma yemin edebilirim Melis. Çok hata yapan ve çok pişman olan birisidir Anıl. Bunu Eren de doğrulayacaktır. Yani tanıdığı herhangi biri olabilir." dedim, pencerenin önündeki menekşenin kurumuş yapraklarını okşayarak. "Bir menekşe yaprağından bile özür dilemesi gereken birisidir Anıl." dedim, istemsiz bir tebessümle. "Çok teşekkür ederim yardımların için. Hakkını ödeyemem. Anıl benim çocukluk arkadaşım. Benim için çok değerli." dedim, sıcacık bir sesle.

"İnan bana ödenecek bir hak yok ortada. Anıl'a ben de çok bağlandım, dertleşiyorum onunla sürekli. Umarım konuşmaya başladığında, uyurken söylediğim sırlarımı hatırlamıyor olur ama." dedi. Küçük bir kahkaha atmıştım. "Şimdi kapatmam gerek, doktoruyla görüşeceğim. Kendine iyi bak." dedi.

"Sağ ol... Sen de." dedim, gülümseyerek.

"Görüşürüz Bora." dedi Melis. Telekonferans görüşmesindeydiniz Naz. Ne yani, dakikalarca, hiç konuşmadan, dinlemiş miydi?

"Görüşürüz." dedi Bora, tok bir ses tonuyla. Ardından telefon kapandı. Benimle konuşmamıştı. Ne konuşacaktı acaba Naz?

Anıl'ın yatağına doğru ilerledim ve yorganı kaldırıp içine girdim. Gözlerimi sımsıkı yumduğumda, uyku beni kendisine çekiyordu.

♠️

Çimenlerin ortasında tek bir ağaç vardı; çınar ağacı. Hava sıcaktı, babam ağacın altında oturuyordu. Babamın yanına nasıl gelmiştim?

"Baba?" dedim heyecanla.

"Çok büyümüşsün Nazlı... Hayal ettiğimden çok daha güzel bir kız olmuşsun..." dedi babam, gülümseyerek. Sıkıntılı bir nefes verdim ve babamın yanına oturdum.

"Boğaziçi'nde matematik kazandım ben. Aynı annem gibi..." dedim, çatık kaşlarımla.

"Akademisyen mi olacaksın?" diye sordu babam, sesinde gurur vardı.

"Bilmiyorum... Yani aslında yurt dışına gidip bilime atılmak istiyordum, matematik mühendisliği... Ama CIA de ilgimi çekiyordu. Aslında bu çok detaylı ve üzerine konuşulması gereken bir konu... Böyle ayak üstü olmaz..." dedim.

"Kızgınsın bana..." dedi babam analiz edercesine, gülümsüyordu.

"Evet! Bana verdiğin o şeyin hikayesini anlatmadın çünkü baba! 'Büyüyünce...' dedin ve sonra da beni terk ettin. Annem de! Anneannem de! Rüyama bile gelmediniz..." dedim. Babam, kollarını kocaman açarak bana sarıldı, başımı göğsüne çekti ve saçlarımın arasına küçücük bir öpücük kondurdu.

"Yanındayız nazlı kızım." dedi babam, gülümseyerek.

"Çok zor durumdayım baba, bana yardım et." dedim, ağlamaya hazır bir ses tonuyla.

"Başına geleceklerden habersiz küçücük bir fidandı yeşil gözlerin. Akıttığın yaşlarla o gözleri olgun bir çınara çevirmiştin sen. Anıl'ın seni sevmediği her saniye, biraz daha koyulaşmıştı sanki gözlerin. Çınar ağacının büyüklüğü görüş açını perdeledi dünyayı göremedin. Senin içini hep gölgede ve serin tuttu, güneşten mahrum kaldığını fark etmedin. Salgıladığı oksijene muhtaç olduğunu düşündün ama fazla oksijen teneffüs etmenin zarar verdiğini hissetmedin. Anıl'ı severek yaşadığın her bir gün, o ağacın bir yaprağı oldu, senin canından bir parça oldu. Ve biz senin hep yanındayız... Her şeyi görüyoruz Nazlı." dedi babam.

"Her-her şeyi mi?" diye sordum, telaşla. Aklıma, kumarhaneye girdiğim ve babama verdiğim duracağım yeri her zaman bilme sözünü çiğnediğim an gelmişti.

"Evet... Sonra bora oluştu... Sert bir rüzgar çıktı, yapraklarını dökmeye çalıştı, birazdan da yağmur başlayacak... Yitip giden yaprakların için, canından olan parçalar için gözyaşı dökeceksin. Akmalı o gözyaşların ve kurusun artık bu ağaç. Sen bir çınar ağacı olmak zorunda değilsin; tek bir yere kök salmak ve oraya esir olmak için çok gençsin. Özgür bırak kalbini güzel kızım." dedi babam, oldukça şefkatli bir ses tonuyla.

"Korkuyorum baba..." dedim, mırıldanarak.

"Korkma Nazlı... Eğer gerçekten çınar ağacı olmak istiyorsa yüreğin, yeniden bahar gelir elbet yüreğine, neden korkuyorsun?" dedi babam. Sert bir rüzgar çıkmış ve çınar ağacının tüm yaprakları üzerimize dökülmeye başlamış, yağan yağmurun altında sırılsıklam olmuştuk.

"Baba?" dedim, bana sarıldığını hissetmediğimde. Etrafıma bakındım. Yoktu. Gitmişti. Bora çok şiddetli bir rüzgardı, nasıl dayanacaktım şimdi tek başıma?

"Baba?" dedim bir kez daha, usulca. Kimse yoktu.

♠️

Anıl'ın yatağında gözlerimi açtığımda saat dokuza geliyordu. Başım mı daha çok ağrıyordu yoksa kalbim mi bilemiyordum sanırım. Hava kararmıştı. Annemi ve babamı kaybettiğimden beri, ilk kez rüyamda babamı görmüştüm. Beynim uğulduyordu.

Anıl'ın uyandığını aklıma getirdiğimde, yatağın içinde gerinmeye başladım. İyi olacaksın deniz gözlü çocuk. İyi olmak zorundasın. Sana bir şey itiraf edeyim mi? Senin iyi olman her şeye değermiş. Bora'ya gün geçtikçe deliler gibi aşık olsam bile, o bunu hiç bilmese bile ve ben sekiz ay sonra buradan giderken, onun özlemine dayanamayacak hale gelmiş olsam bile, iyi ki sen uyandın. Seni hayatta tutmak için, olmayacak yollara girdim Anıl. Bunun bedeli elbet olacaktı.

Hızlıca yataktan kalktım ve salona doğru ilerledim. Evin ışıkları kapalıydı. Mutfağa girdiğimde, Eren'in en son bıraktığım yerde olduğunu gördüm. Boynumu sağa ve sola yatırıp gevşemesini sağlayarak yürümeye başladım; aynı zamanda da yüksek bir sesle konuşuyordum:

"Bora Karabey'in villasının manzarası mı daha iyi bu balkonun manzarası mı bilmem ama bana bahşettiği yatak, kesinlikle ama kesinlikle, Anıl'ın bilmem kaç kızı altına aldığı yataktan daha konfor-"

Merhaba Bora, hoş geldin. Naz da tam senden bahsediyordu.

Continue Reading

You'll Also Like

Kayıp Parça By Rabikce

General Fiction

55.1K 4.5K 11
Balım. Kalabalık bir ailenin en küçük üyesiydi. Babasının göz bebeği, abilerinin prensesi. Ancak annesinin hataları yüzünden hayatı bir anda değişti...
167K 15.9K 35
*Asker Kurgusu* Güneş Milan Aksu, annesinin günlüğünü okuyarak babası hakkında herhangi bir bilgiye ulaşarak onu bulmak ister. Fakat günlüğü okurken...
70.3K 4.3K 14
Unutulmuş bir kadın, Yüzbaşı Hazal Unutulmuş. [Kurgudaki kişi ve olaylar tamamen hayal ürünü olup hiçbir kurum ve kuruluşlarla alakası yoktur]
294K 10K 24
Sevdiği adamın nişanlanacağını öğrenen Leyla, başka şehirde okumaya karar verir. Ama abisinin düğünü için iki yıl sonra geri döner. Bu geri dönüş, es...