Ejderha Kız 4; Kan Kehanetleri

By MerMirAy

57.4K 4.3K 1.1K

Kehanetler, hepsi aslında gerçekleşecekti. Şu ana kadar gerçekleşen sadece başlangıç kehanetiydi. O da adı üs... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
9. Bölüm
Kross-Over #EjderhaKız #GizemliYolcu
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13.Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
DUYURU
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
Duyuru
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm Fragmanı
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm -Final Part 1-
45. Bölüm -Final Part 2-
45. Bölüm Final Part-3
45. Bölüm Final Son Part

8. bölüm

1.5K 119 16
By MerMirAy

Merhaba ejderha okuyucularim. Evet cok uzun zaman oldu. Umarım beni cok özlemediniz. Sanirim bir cok okuyucu kaybettim ama zamana ihtiyacım vardı. Neyse yb okumak için sizi bekliyor.

Can

Her şey gittikçe garipleşiyordu, özellikle de Miray. İlk uyandığında her şey normaldi. Yine unutmuştu ne yaşadığını ama nedense herkese karşı bakışları değişmişti. Bunun nedenini bilmiyordum, bilmek istiyor muydum, ondan bile emin değildim. Çünkü çok kötü bir şey olduğunu biliyordum içten içe.

İlk günlerde sakindi, fazlasıyla sakin, bu iyi tarafıydı ama sanki bu olayın kötü bir tarafı da vardı. Hiç kimse ile iki kelimeden fazla konuşmuyordu. Kitaplardan sohbet etmeye çalıştım onunla ama o sadece benden kitap istedi ve kitabı verince de okumaya başladı. Beni hiç umursamadı bile. Sanki içinde bir şeyler oluyordu.

Herkes gelip onunla konuşmaya çalıştı ama o yine de fazla konuşmadı. Gözleri Mert'i aradı ama onu da bulamadı. Mert'i ondan uzak tutuyordum. Aslında bir şey yapmama gerek kalmadan Mert kendini uzak tutuyordu zaten. Karşıma bile çıkmıyordu.

Belki de ona haksızlık yapmıştım ama bu kadarı fazlaydı. Sizce de Miray onun yüzünden yeterince acı çekmemiş miydi? Belki de yanlış düşünüyordum. Belki Mert gelse yanına daha iyi olurdu.

Derin bir nefes aldım ve düşüncelere daldığım kapıya uzanıp kapıyı tıklattım. İçeriden gel sesi gelmesini bekledim ama o ses gelmedi. Tekrar tıklattım ama yine de gelmedi o ses.

"Miray?" diye seslendim ama yine de ses gelmedi.

"İçeri geliyorum." dedim tedbiri elden bırakmamak için. Yavaşça içeri girdim. Kendimi yine kötü bir duruma hazırlamıştım ama tek bulduğum elindeki kitapla oturmuş karşıya bakan Miray oldu. Bu derin bir nefes almamı sağladı. Kapıyı kapatıp Miray'a doğru yürüdüm. Hiç olmazsa kendine herhangi bir şey yapmıyordu veya o an ben öyle sanıyordum. Aslında hiçbir şey göründüğü gibi değildi.

"Miray ödümü kopardın." dedim şakadan bir sinirle.

Ama Miray tek kasını bile oynatmadı. Karşıya bakmaya devam etti. Yavaşça tam baktığı yere gittim ama beni görmedi. Yanına gittim ve onu çimdiklemek için elimi uzattım ama daha ona bir santim bile yaklaşamadan bir şey elimi yaktı. Elimi hızla geri çektim ve Miray'a baktım. Bu sefer ne olmuştu? Elindeki kitaba bakmaya çalıştım ama kitabın adını eli ile kapatmıştı.

"Gerçekten mi Miray? Şimdi de bu mu?" diye söylendim kendi kendime. Yoksa yine komaya mı girmişti? İnsan gözleri açık komaya girebilir miydi? Ya ölmüşse? Ama eğer ölseydi Ateş onu korumazdı. Belki de şu an savunmasız olduğu için-

Düşüncelerim Miray'ın aniden bana dönüp, "Tatlı." demesi ile bölündü. Yüzünde o kadar güzel bir gülümseme vardı ki, sanki acısını çekmesine rağmen onu mutlu edecek hem de çok mutlu edecek bir şey görmüştü.

"Ne tatlı?" diye sordum merakla.

"Kı-" dedi ve sustu aniden. "Üzgünüm." dedi ve sustu. Daha sonra ise elindeki kitaba döndü.

O anda şaşkınca bakakaldım. Miray'ın karakterine ne oluyordu? Veya daha önemlisi Miray'a ne oluyordu? O anda elindeki kitabın ismini gördüm. "Geçmiş ve Gelecek."

Kalbim bu kelimeler ile teklese de onu yalnız bırakmam gerektiğini düşündüm. Zaten tek yaptığımı oturmaktı. Ben de Miray'a –her ne kadar o algılamasa da- veda edip çıktım.

Sadece ilerlemeye başladım ama aniden Adlyn'ın telaşlı yüzünü görünce tedirgin oldum. Onu durdurup neler olduğunu sordum.

"Yaratık ırkından Tawya'lar tam olarak şu an sınırımızda. Üzgünüm ama askerleri toplamam lazım." dedi ve hızla kayboldu.

Ben de hemen Talha'yı bulmak için harekete geçtim. Kendisi tabi ki kumanda odasındaydı.

"Neler oluyor?" diye sordum hızla.

"Tawya'lar saldırıyor." dedi sinirle.

"Neden? Hem Efe hoca nerde?" diye sordum merakla.

"Bilmiyorum. Normalde hemen gelirdi ama gelmedi. Seslendim de ama bilmiyorum izole olmuş gibi." dedi kaşlarını çatarak haritaya bakarken.

"Neden saldırmış olabilirler peki?" diye sordum fikir yürütmek için.

"Hiçbir fikrim yok. Normalde de savaşçı bir ırktırlar ama onlarla barış halindeydik. Babam barışı sağlamıştı. Nasıl yaptığını da bilmiyorum ama sağladı. Sanırım birilerinden yardım aldı. O gelirse eğer (!) bunu sorarız." dedi sinirle.

Derin bir nefes alıp Talha'dan biraz uzaklaştım. Negatif enerjisi bana zarar veriyordu. Etrafta koşuşturma vardı ve ben düşüncelerime odaklanamıyordum. Bu nedenle düşünmek için balkona çıktım.

Acaba Mert neredeydi? Belki o biraz olsun yardım edebilirdi. Her ne kadar kardeşime zarar vermiş olsa da o Kral'dı. Aslında belki Miray'ın da yardımı dokunabilirdi ama onu bu işlere bulaştırıp onu yormak istemiyordum. Zaten kafası yeterince allak bullaktı.

Balkondan bakınca hemen sınırda olan kahverengi şekiller görünüyordu. Sanırım atın üzerine binmişlerdi. Garipti. Burada at ilk defa görüyordum. At benzeri bir şey daha doğrusu. Çünkü tam ne olduğu belli değildi.

Balkondan çıkıp Mert'i bulmak için kapıya gittim ama o aniden içeri girdi.

"Neler oluyor? Hızla biri bana rapor versin." dedi sinirle.

Oradan bir muhafız öne çıkıp durumu anlattı. "Tamam. Kale Selina teyze tarafından koruma altına alındı. Ama halkı içeri almalıyız en kısa zamanda."

"Bu imkânsız. Tam zamanında halkı toplamamız imkânsız. Şimdi başlasak bile çok zor bu. Bu tür çok saldırgan ve savaşçı bir türdür." dedi Talha

"O zaman tek çare savunmak. Hemen orduyu hazırlayın." dedi Mert sinirle ve balkona çıktı.

"Bir plan olmadan ne yapacak çok merak ediyorum." dedi Talha söylenerek.

"O her zaman her şeye hazırlıklıdır. Her şey için planı var." dedim sakince ve ben de Mert'in arkasından balkona çıktım.

"Sence yaptığın yanlış değil mi? Talha'nın otoritesini sarstın." dedim sakince.

"Olabilir. Ama o benim gibi eğitilmedi. Tamam, ben de onun gibi eğitilmedim ama emin ol ki benim eğitim sürecim daha acılıydı." dedi eski zamanlarını hatırlarken.

"Eğer ben istemesem beni ondan uzak tutamazdın biliyorsun değil mi?" diye sordu sakince.

"Emin misin? Yeni yeteneklerim ile her şey mümkün Mert. Normalde seninle konuşmam biliyorsun ama kardeşimin kocasısın. Ona her ne olursa olsun bu böyle. Bir de çocuk var ortada, daha doğrusu olacak." Daha sonra ise sinirle güldüm ve, "Pardon. Onu öldürmeye çalışan kocası." dedim ve etki yaratması için sustum.

"Hayret bir şey demedin." dedim ve yan tarafıma baktım ama orada kimse yoktu. Mert gitmişti. Belki de bana çok sinirlenmişti ama gitse duymaz mıydım? Garipti. O anda tekrar balkondan dışarı bakmaya başladım ve aniden kimi gördüm bilin?

Miray'ı. O yaratıklara doğru gidiyordu. Hem de öylece.

"Miray!" diye bağırdım sinirle. Sesimi duyan Talha da geldi. Birlikte bağırdık ama yine duymadı. Belki de duymamazlıktan geldi.

Talha da ben de balkondan aşağı atladık. Talha kanatlarını çıkardı ben ise mavi ateş ile yere kondum. Hızla onu engellemek için birkaç yol denedim ama beni engelleyen bir şey vardı. Ona yaklaşamadan önce Talha uçarken yere düştü. Benim gözlerim sulanırken gördüm bunu. Daha sonra ise her yer karardı.

Miray

İnsan çok garip bir varlıktı değil mi? Mesela sevince hem onun hem kendisinin canını yakıyordu. Bilerek yapıyordu bunu.

Geçmişi unutuyor ama geleceği biliyordu. Çok garip geldi değil mi söylediğim? Ben Miray. Kim olduğunu bilmeyen Miray. Kötü mü, iyi mi olduğunu bilmeyen Miray. Etrafındaki insanlar ona iyi davransa da kötü hisseden Miray. Özellikle Mert'in gözlerine baktığında vicdan azabı çeken Miray. Belki de onu aldatmış olan Miray. Mert'in yüzünü uzun -ona bir ömür gibi gelen- zamandır görmeyen Miray.

Durduk yere başkalarının düşüncelerini duyan Miray. Kalbi acıyan. Her dakika etrafında garip görüntüler gören Miray. Şu an mesela odasının ortasına çökmüş ağlayan Miray. Biraz önce su içerken gördüğü görüntüler yüzünden bardağı düşürüp parçaların yere yayılmasına neden olan Miray.

Neden mi düşürmüştüm bardağı? Çünkü o an gördüğüm görüntü aklıma kazanmıştı ve asla silinmeyecekti. Küçük bir kız, o kadar tatlı bir kız ki insanın görünce bile hemen sarılmak isteyeceği tatlılıkta, yatağa çökmüş ağlıyordu. Onun o güzel yüzü acı ile mahvolmuştu. Arkasında genç bir kız ve küçük bir çocuk vardı. Küçük kız hariç diğerlerinin yüzünü göremiyordum. Küçük kızın kıvır kıvır saçları vardı. Ona dokunup saçlarını parmaklarıma dolamak istedim. Onu gıdıklayıp güldürmek istedim. Onun anne demesini duymak istiyordum. Neden bilmiyordum. Belki de her kadında olan annelik içgüdüsüydü. O ela gözlerinin mutlulukla parlamasını istiyordum.

"Ablacığım ağlama artık, bağırma da lütfen. Annemiz gitti." dedi genç kız üzüntü ile.

"Anneciğim!" diye bağırarak ağlıyordu küçük kız.

"Öykü abim lütfen." dedi küçük çocuk ve küçük çocuğu çekmeye çalıştı. O küçük çocuk Öykü dediği anda kalbimden bir parça koptu sanki. İçim ezildi.

"Anneciğim lütfen geri gel." diye ağlamaya devam etti Öykü.

"YETER ARTIK ÖYKÜ. ANNEMİZ ÖLDÜ! ANLA ARTIK BUNU. O ASLA GERİ GELMEYECEK. CESEDİNİ SEN DE GÖRDÜN." dedi ve küçük çocuk sinirle çıktı odadan.

Küçük kız önce durdu sonra ise daha sessiz bir şekilde ağlayarak, "Abicim." diye küçük çocuğun peşinden gitti. Allah'ım o kadar tatlıydı ki...

Onu tutup kucaklamak ve kalbimde saklamak istedim. Ben orada yere çökmüş ağlarken, genç kız bana döndü ve onun yüzünü gördüm. O bendim. Gözler farklıydı sadece.

"Ne yaptığını görüyor musun? Biri sadece 6 yaşında. Onlara nasıl böyle bir şey yapabilirsin? Onlar bu ağır yükü nasıl kaldıracaklar hiç düşündün mü? Ama Kraliçe ailesini düşünmez. O sadece yapar. Tıpkı senin gibi değil mi anne? Onlar daha çocuk. Bunu onlara ve aileme yaptığın için senden nefret ediyorum." dedi sinirle tam bana bakarak ve odadan çıktı gitti.

O anda içimde bir şeyler koptu. Normale döndüm sonra. Yere çökmüş ağlıyordum. Yavaşça kalkmaya çalıştım, kalktım da ama yerdeki cam parçaları elime battı. Bacaklarıma da batmıştı ama o an umurumda bile değildi. Çünkü duyduğum düşünceler ile donup kaldım.

"Öldürmeye geliyorlar bizi!"

"Kraliçe zaten hasta bizi kim koruyacak?"

"O bizim en büyük koruyucumuzdu."

"Askerler nereye kadar dayanabilir?"

Derin bu nefes aldım. Bu düşünceler de neydi? Ama nedense bedenim balkona doğru itiliyordu. Canımın acısını hissetmeden balkona çıktım ve etrafa baktım o anda donup kaldım.

Sınırın biraz ilerisinde garip bir görüntü vardı. Ama o görüntü bana doğru ilerlemeye başlayınca onların bir çeşit yaratık olduklarını fark ettim ve tek düşünceleri halkımı ve ailemi yok etmekti.

Derin bir nefes aldım ve nedense tam o anda içimdeki bedenin varlığını hissettim. Küçücük bir beden vardı içimde. Çok tatlı minicik bir beden. Güç aldım ondan ve derin bir nefes alıp odadan çıktım. Kimseye görünmek istemedim ve bunu diledim. Kimse de görmedi beni.

Sarayda bir koşuşturma hâkimdi. Herkes bir iş ile ilgilenmeye çalışıyordu. Sanırım farkındalardı neler olduğunun ve hazırlanıyorlardı. Ben hızla yürümeye çalışırken yanımdan biri geçti ve ben donup kaldım. Arkama donup baktığımda giden kişi bana bakmıyordu ama o kokuyu nerde olsa bilirdim. Onun gözlerin bakmak istedim bir kere daha. İçimdeki pişmanlığın ne olduğunu öğrenmek istedim umutsuzca ama zaman yoktu buna.

Hızla nefes aldım ve ilerlemeye devam ettim. Saraydan çıktığımda derin bir nefes aldım ve gücü kuvvetlendirdim. Hızla bize doğru gelenlere doğru ilerledim ama yolda birkaç adım ilerimden garip bir karardı geçti. Oraya baktığımda kimse yoktu. Ben de ilerlemeye devam ettim.

Tam onlara on adım adım görünmezliğimi kaldırdım. O an da her şey dondu ve arkamdan bağıran kişileri duydum. Beni kimse engellemesin diye Ateş'ten bir duvar oluşturmasını istedim.

Arkadaşlarımdı hepsi. Hepsi benim iyiliğimi istiyordu ama ben de onların ve halkımın iyiliğini istiyordum.

Onlara 10 adım kala durdum ve, "Beni istiyordunuz değil mi? Buyurun karşınızdayım." dedim sakince. Korkunç görünseler de beni korkutamazlardı. Neden böyle düşündüğümü bilmiyordum. At, yılan, akrep, kaplan, daha doğrusu bütün hayvanların karışımı gibi görünüyordu.

Korkutucu görünüyorlardı ve üstüme doğru geldikleri için gerilmiştim.

Ben bunları düşünürken birkaç yaratık gelip beni iki kolumdan yakaladı ve bilmediğim ama bana acı veren kelimeler mırıldandılar. O anda her şey karardı.

Gözlerimi açtığımda hala aydınlıkta olduğumuzu gördüm. Ama saraydan çok uzaktık. Bunu hissedebiliyordum. Bedenim ağrıyordu. Özellikle de sırtım. Arkama dönmeye çalıştım ama o anda beni bu yere astıklarını fark ettim. Beni resmen kazığa dikmişlerdi.

Nefes almak zordu. Her nefes alışımda canım yanıyordu ve o sırtımdaki şeyler daha çok batıyordu. Bu nedenle daha az nefes almaya odaklandım. Karnımdaki küçük canlıya zarar veremezdim. Bu nedenle etrafa odaklanmaya çalıştım. Etrafımı o çirkin yaratıklar sarmıştı. Beni halka gibi sarmışlardı.

Ben bunları düşünürken etrafımı bir koruma kalkanı gibi sarmış olan ordudan biri yavaşça çıktı. Gelen kişinin herkesten farklı bir havası vardı. Sanki hepsinin lideriydi. Yavaşça yaklaştı ve tam önümde durdu.

"O çok övülen, uğruna anlaşmalar yapılan Kraliçe siz misiniz?" diye sordu adam garip bir şekilde. Beni övüyor mi desem? Yeriyor mu desem? Bilemedim. Sesi de çok garipti. Hafif paslanmış, acı içinde bir ses tonu vardı.

"Anlaşmalar mı? Övmek mi? Beni başka bir kraliçe ile karıştırdınız sanırım." dedim sakin bir sesle.

"Beden bilgisi harika olan Kraliçe siz değil misiniz?" diye sordu adam sinirle. Daha sonra ise sinirle etrafına baktı.

Bir şey demedim ama aniden ortaya adama benzeyen ama daha kadınsı duran bir yaratık çıktı ve, "Lütfen oğluma yardım et. Senden başka çaremiz kalmadı. Kime danıştıysak bize yardımcı olamadı. Lütfen yardımcı olun." dedi kadın kucağındaki çocuğu göstererek.

O anda içimdeki buzlar aniden eridi. Ben çocuğu daha doğrusu küçük yaratığı görünce ne yapabileceğimi düşünürken önder olan adam, "Nandy lütfen işimi zorlastırıyorsun." dedi biraz sinirle.

"O senin de çocuğun Copral ama sanırım onu şu an sadece ben düşünüyorum." dedi kadın sinirle.

"Tamam yardım edeceğim." dedim onlar konuşmaya devam ederken. O anda hemen kollarımdaki ve ayaklarımdaki kayışları çıkardılar. Hala çok kötü belime bir şeyler batıyordu.

Hızla hasta çocuk için bir yatak getirildi. Annesi çocuğu yatağa bırakırken çocuktan çok kısık sesli bir inleme geldi ama sonra çocuk aniden sessizleşti. Hızla kadını itip nefes alıp almadığına baktım. O anda etraftaki herkes bana silah çekti. Ama adam onlara geri çekilmelerini söyledi. Çocuk nefes alıyordu. Ben de derin bir nefes aldım. Bu ani hareket bedenime acı verdi.

Kadın bana ve çocuğa korku ile bakıyordu.

"Rica ediyorum siz çıkın. Çünkü çok rahatsız olacaksınız." dedim sakince. Kadın çıkmamakta direndi bu sefer kocası onu zorla çıkardı.

Bir süre sonra adam geri geldi. "Onu kurtarmak zorundasın." dedi sinirle tepemde dikilerek.

Neden, diye sormak istedim ama soramadım. Çünkü bu küçük yaratık çocuğa bakınca bile odamda gördüğüm küçük çocuğu hatırlıyordum. Onun da böyle acı içinde olduğunu düşününce çok kötü oluyordum. Bu demek oluyordu ki ne olursa olsun bu çocuğa yardım etmek zorundaydım. Yoksa vicdan azabından ölebilirdim.

"Bana ırkınızın adını söyleyin." dedim hemen. Belki söylerse belki okuduğum bir sey çağrışım yapar ve yardımcı olurdum.

"Tawya." dedi adam kibirle.

"Tawya, tawya?" tanıdık geliyordu. Nerden ama? Düşün Miray. Nerden biliyordum bunu?

"Siz şu 5 kalbi, 3 akcigeri, 4 beyni olan  yaratıklarsınız." dedim aniden hatırlayarak ama başım dönmeye başladı. Bu sefer olmazdı. Bayılmamalıydım. Eğer böyle bir sey olursa çok kötü şeyler olacağını hissediyordum.

Nefes alıp verdim ve çocuğu incelemeye başladım. 5 kalbi vardı ve her biri birbirinden bağımsız çalışıyordu. Aşk, arkadaşlık, aile, nefret, duygusuzluk. Her kalbi birini karşılıyordu. Hepsi atıyordu normal hayatta ama aşık olduğunda mesela aşk olan kalbi hızlı atmaya başlıyordu ve kişi aşık olduğunu anlıyordu. Her kalp ayrı bir yerde bulunuyordu. Bu nedenle ilk önce onların olduğu bölgeleri inceledim. Ilk kalp, aşk bir beyninin yanındaydı. Dikkatlice aniden yanımda ortaya çıkan malzemelerden biri olan steteskobu alıp kalbi dinledim. Normal atıyordu.
Derin bir nefes aldım ve aileyi kontrol ettim. O tam göğsünün ortasında duruyordu. O da normaldi. Arkadaşlık ailenin hemen altında bulunuyordu. O da normaldi. Kalçasında bulunan nefrete baktım. O çok az atıyordu. Çocuk olduğu için olabilirdi. Duygusuzluğa baktım. Atmıyordu. Hızla düşünmeye başladım. Nerden hatırladığımı bilmediğim bilgileri düşünmeye çalıştım ama bu beni gittikçe daha kötü yapıyordu. Hissedebiliyordum.
O anda hatırladım. Nefret ve duygusuzluk sadece öğrenilirdi hayat şartlarından. Bu çocuk nefreti çok az tatmıştı, bu nedenle o kalbi az atıyordu. Ama duygusuzluğu tatmamıştı daha.

Bu sefer akciğerleri kontrol ettim. Akciğerlerinin fazla olmasının nedeni daha fazla nefese ihtiyaç duymaları. Sonuçta onlarda bizden daha fazla organ vardı ve hepsine enerji lazımdı.  Iki tanesi aile ve arkadaşlık kalbinin iki yanındaydı. Bir tanesi ise nefret kalbinin yanındaydı. Hepsi normaldi ve tıkalı değildi.

Tekrar düşünmeye başladığım zaman burnumdan bir sıvı aktığını hissettim.  Malzemelerin içinde olan peçetelerden birini aldım ve burnumu sildim. Burnum kanıyordu. Başım da dönmeye başlamıştı ama yardım etmeliydim. Biraz daha direnmeliydim.

Tam beyinleri kontrol edecekken, aklıma aniden bir düşünce geldi. Hızla o baş yaratığa döndüm. "Sizde bulunan bir organ vardı. Neydi o?" diye sordum yavaşça. Nefes almak zor gelmeye başlamıştı ve gözlerimin önünde yavaş yavaş kırmızı bir perde oluşmaya başlamıştı.

"Sergon." dedi adam sakince.

"Gözlerin kanıyor kraliçe. Ne oldu yapamayacağını anlayınca ağlamaya mi başladın?" diye biri laf attı. Gülüşmeler oldu.

Adam hızla etrafa sinirle baktı. O anda herkes sessizleşti. Adam bana ozur diler bir halde baktı aniden. Bu değişime şaşırdım. Belki de çektiğim acıyı anlıyordu. Bunu su an düşünemezdim ama.

"Ne ise yarıyordu o?" dedim kendi kendime ve düşünmeye başladım. Beynimi zorlandığım anda neler olduğunun farkında değildim ama acı çekiyordum. Düşünürken bir süre sonra işitme duyum kayboldu. Bunu da adam bir şey deyince ve duyamayınca anladım.

"Neydi?" Aniden buldum. Zehir. Onda dünyadaki gibi akrep kanı vardı. Yani akrep zehri de vardı. Bu zehri taşıyan ve daha başka zararlı maddeleri içinde barındıran bir organdı. Acaba?

Hızla omzuna yöneldim ve ellerim ile yoklamaya başladım. Bulmuştum. Evet, düşündüğüm şeydi. Sergonu patlamıştı.

Hızla, "Bana alkol lazım. Hemen." dedim sinirle. Hızla alkol geldi sanırım. Elime bir şey verdiler. Önce çocuğun omuzlarına döktüm. Sonra da ellerime. Ellerim kan olmuştu. Bu arada bana o baş adam gelip ellerimi sterilize etmeme yardım etti.

Hızla elime neşter aldım. Evet. Doktor değildim ama yapmak zorundaydım. Ama o anda başım dönmeye başladı.
Bayılmadan önce, "Çocuğunuzun sergonu patlamış. Hemen bir doktor çağırıp sergonu aldırıp orayı dezenfekte etmeniz lazım. Yoksa ölüme gidecek. Ben kötü oluyorum." dedim ve bayıldım.

Bedenim yapış yapıştı ve ben bu sefer öldüğüme emindim. Beynimi patlamıştım. Baskılarıma dayanamamıştı.

Continue Reading

You'll Also Like

1.5K 396 49
Normal bir dünyada yaşayan sıradan bir insan olduğunuzu mu düşünüyorsunuz? Öyleyse bildiğiniz dünyanın hiç bilmediğiniz bir yönünü keşfetmeye hazırla...
32.1K 3K 48
BU KİTAP: ZİHNİNİ YORUCAK! Dünyamızdan, çok farklı bir gezegende yaşıyan bir genç kız düşünün. Kendisi tam bir ENKAZ! hataların ve günahların bedeli...
319 83 6
Ben Asel Öztürk , şehit olmak için yaşayan kadın. Babasının cenneti olan Asel Öztürk , babasını şehit verdiği günden sonra , bu yola kendini adayan h...
328 51 8
Kendi halinde yaşayıp giden genç kızın huzurlu hayatı, bir gece aniden bilinmeyen numaradan gelen mesaj yüzünden yerini huzursuzluğa bırakır. Bu kişi...