Nefretten Gelen Aşk - TAMAMLA...

By Esra269

5.6M 183K 10.8K

Kalpsizler de aşık olabilir ... Hırçın, acımasız bir Ali ve onun masum kırılgan gelini... Dans ediyorduk. Be... More

Tanıtım ve Bilgilendirme
Bölüm 1 : Yemin
Bölüm 2 : Nefret
Bölüm 3 : O Gözler
Bölüm 4 : Balayı
Bölüm 5 : Neden Vazgeçti?
Bölüm 6 : Kim Bu Adam?
Bölüm 7 : Anlamsız Tavırlar
Bölüm 8 : Zarf
Bölüm 9 : Kalpteki Sancılar
Bölüm 10 : Sürpriz Öpücük
Bölüm 11 : Demir Yürek - Kırılgan Kadın
Bölüm 12 : Kara Şövalye
Bölüm 13 : Özür Dilerim
Bölüm 14 : Pişmanlık
Bölüm 15 : Belki Boşanırız
Bölüm 16 : Gerçekler ve Aşk
Bölüm 17 : GİTME
Bölüm 18 : Benden Uzakta
Bölüm 20 : Benden Vazgeçme
Bölüm 21 : Hani Ölmüş Gibi...
Bölüm 22 : Seni Bırakmam
Bölüm 23 : Ben Sana Mecburum
Bölüm 24 : Teslimiyet Sarhoşluğu
Bölüm 25 : Aşkın Halleri (+18)
Bölüm 26 : Elif'im Noktalandı
Bölüm 27 : O Kişi Benim
Bölüm 28 : Sevgilim?
Bölüm 29 : Seviyorum Seni
Bölüm 30 : Tenim Tenine (+18)
Bölüm 31 : Küçük Bir Hayat
SG - Tanıtım ve Kesitler (!)
Bölüm 32 : Tutku (+18)
Bölüm 33 : Üçümüz
FİNAL 34 : Dans Et Benimle.
Özel Bölüm 1 : Bitmeyen Arzu
Özel Bölüm 2 : Ah Be Adam!
Özel Bölüm 3 : Ali & Elif
Aslı - Mehmet 1 : Toprak Gözlüm
Aslı - Mehmet 2 : Şaşkın Öpücük
DUYURU - ASLI & MEHMET - SEV BENİ hikayesi yazıldı!

Bölüm 19 : Sen Benimsin!

137K 5.2K 483
By Esra269

Beni eller gibi görme

Sen benimsin ben seninim

Gel seni benden ayirma

Sen benimsin ben seninim

Senin galbin benim galbim

Sana malumdur benim halim

Kaçma benden nazli gülüm

Sen benimsin ben seninim

Kalpten kalbe bir yol vardir

Gözünen görünmez sirdir

Ikimizin kalbi birdir

Sen benimsin ben seninim

Galbimi galbinde duyan

Halim degil midir ayan

Garibi bu hala koyan

Sen benimsin ben seninim

Neşet Ertaş.

_________________________________________

ELİF

Parmaklarımı fincanın ağzında dolaştırıp duruyordum. Sıcak kahvenin buharı parmaklarımı ısıtıyordu, gözlerim fincanın ağzında değil artık boş olan parmaklarımdaydı. Evlilik yüzüğümüz yoktu. Parmağımda hala hafif pembe bir yüzük izi vardı. Yakın zaman öncesine kadar hala oradaydı ancak artık yüzük falan yoktu.

Kafamı toplamaya ihtiyacım vardı ama ben toparlamak yerine her şeyi daha da dağıtıyordum sanki. Zihnim birbirinden bağımsız acıları başımda ve kalbimde döndürüp duruyordu. Kendim de dahil her şeyi boş görüyordum artık. Gözyaşlarım da akmıyordu. Sonunda durmuşlardı. Onu başka bir kadınla görünce akmayı bırakmışlardı. Gazetenin magazin ekini süsleyen büyük manşetle benim gözyaşlarımı durdurmayı başarmışlardı.

Bir insan hayatta inancını kaybettiği zaman bir daha beli doğrulmuyordu. Şimdi belim bükük, kalbim yaralı ve zihnim bulanıktı.

O gün Ali hastaneye kaldırıldığında bu hayatta neyin bu kadar önemli olduğunu sorgulamaya başlamıştım. Yaşamın mı yoksa kalp kırgınlıklarının mı? Bir şekilde kırgınlıklar iyileştirilebiliyordu, kendi yaralarımdan tam olarak emin olamasam da yine de bir umut vardı..ama yaşam.. yaşam geri gelmiyordu.

Bunların hiçbirisi bir ölüm kadar soğutmuyordu içimi. O mahkemedeki hali gözümün önünden hiç gitmemişti. Onun uyanmasını beklerken zihnimde tekrar tekrar döndürüp durmuştum.

Onun, "Evet, eminim." Diyen kısık sesi bozuk plak gibi takılıp durmuştu benliğimin her zerresinde. Emin olmadığını, bu boşanmayı istemediğini biliyordum ama sırf ben istediğim için buna uymuştu.

Acı çektiğini sanki bilerek görmezden geliyordum. Kalbim onun acı çektiğine inanmak istememişti ya da bırak daha beter olsun diye diretiyordu. Hangisiydi tam olarak ben de emin olamamıştım.

Kafamı kaldırdım ve arkadaşlarıyla sohbet eden insanlara baktım. Sohbetten önlerindeki çayı ya da kahveyi unutan insanlar bile vardı.

Kafamı onlardan çevirdim ve caddeye baktım. Kafe caddeden yukarıda kalıyordu. Kenan bana buranın adresini vermiş ve benim önce gelmemi istemişti. Kendisi sonra gelecekti.

Gözlerim birbiri ardına giden arabalardaydı. Birkaç su satıcısı çocuk trafik ışıklarında duran arabaların pencerelerinden ayrılmıyordu. Kimisi su alıyor kimisi camı kapatıyordu. Başım ağrıyordu. Ellerimi şakaklarıma dayadım ve ovuşturdum.

Beni hastaneden gönderdiği anı hiç unutamıyordum. Gözlerimi ne zaman kapatsam gözümün önüne geliyorlardı.

Uyanması için üç gün beklemiştik. Hastaneden hiç ayrılmamış, gece gündüz refakatçi olarak ben kalmıştım. Arkadaşı Yasin bile ne kadar ısrar ederse etsin ne gidip yemek yemiştim ne de eve gidip dinlenmiştim. Ali bir türlü uyanmak bilmemişti. Doktorlar sağlık durumunun iyi olduğunu ama uyanmadığını söylüyorlardı. Ne kadar da saçmaydı. Bu sefer ki krizi daha büyük demişti.

Bu krizler böyle devam ederse sonucun kötü olacağını belirtmişti. Ali zihnini kilitlemişti ve uyanmamak için ısrar etmişti üç gün boyunca.

Yanında durmuş, onu izleyerek sessiz sessiz ağlamıştım. Yasin her geldiğinde bana üzüntüyle bakıyordu. Geceleri uyumamak için dirensem de bitap düşüp koltuğa yığılıyordum. Hain bedenim yine zayıf düşmüştü ve ben fenalaşmıştım. Sakinleştirici iğne yapmışlardı. Yasin ısrarla tost getirip önüme koymuştu ama içim kabul etmiyordu, yiyemiyordum.

Her defasında ona burukça gülümseyerek teşekkür etmiştim. O da, "Keşke elimden fazlası gelse." Deyip yanımdaki koltuğa oturmuştu. Sessizlik uzayıp gidince dayanamamış konuşmaya başlamıştı. Ben sessizliğin farkında bile olamayacak kadar kendimden geçmiştim.

"O seni seviyor." Demişti. Güçsüz bedenim baştan aşağıya irkilmişti. Sonra bana çevirmişti bakışlarını Yasin.

"Bütün bu yaşadıklarınızdan senin etkilendiğin kadar o da etkilendi Elif. Annesinin, çok sevdiği annesinin yaptıklarını öğrendi. Sana çektirdikleri de üstüne binince inan bana o da çok acı çekiyor. Sana aşık ve çok değer veriyor. O yaşamıyor gibi Elif. Bende kaldığı zamanlar görmeliydin onu..." Gözlerini Ali'ye çevirmişti, sanırım tekrar ağlamaya başladığım için yapmıştı bunu. Sonra devam etmişti. "Ona ulaşamıyordum. Senden boşanmak da istemiyordu. Eğer boşanırsanız artık hiçbir şansının olmayacağını düşünüyordu."

Sonra ise susmuş konuşmamıştı. İkimiz de uyuyan Ali'ye bakmış, kendi düşüncelerimizde kaybolmuştuk.

Her şey o kadar bulanıktı ki. Üç günün sonunda tam ben lavaboya gittiğimde gözlerini açmıştı. Ben odadan çıktığımda içeride Yasin vardı.

Lavabodan döndüğümde odaya giren doktoru görünce dizlerimin bağı çözülmüştü. Kalbime aynı anda hem korku hem de rahatlama çökmüştü. Daha kötü bir şey olduğunu düşünüp korkmuş, uyandığını düşünüp ise sevinmiştim.

Sonra odadan elinde telefonla Yasin çıkmıştı. Beni görünce telefonunu cebine koydu ve kaşlarını çattı. Yüzü üzgün görünmüyordu, aksine üç gündür alnında olan kırışıklık gitmişti.

İçimde rahatlamayla ona doğru yürürken o da bana doğru yürümüştü.

"Nasıl? Uyandı mı yoksa?" sesimdeki canlılık ve umut o kadar barizdi ki gözlerini kaçırmıştı. Bunu neye yorumlamam gerekiyordu?

"Uyandı Elif...ama-" Sustu.

"Ama?" Sesimdeki canlılık gitmişti.

"Seni görmek istemiyor."

Sözleri idrak edebilmek için iki dakikanın geçmesi gerekmişti. Beni görmeyi istememişti. Beni istememişti.

"Aslında bu iyi olur Elif. Eğer seni görürse yeniden kriz geçirir diye korkuyorum." Ayaklarımın üzerinde kalmam için ona tutunmam gerekmişti. Endişeyle kolumdan tutup beni bekleme koltuklarına yönlendirdi ve oturttu.

"İyi misin?" Kafamı iki yana sallamıştım.

"Beni görmek istemiyor." Kendi kendime fısıldıyordum. Beni sevdiğini söylemişti, bunu Yasin bile teyit etmişti.

Ama şimdi beni görmek istemiyordu. İstemiyordu. İstememişti. Beni yanında istememişti. Kafamı kaldırıp Yasin'e bakmıştım.

"O iyi değil mi?" Gözleri endişe doluydu. Başını salladı.

"İyi. Hastaneden çıkmak için sabırsız hatta." Dudakları kıvrıldı. Ancak gülümseme gözlerine kadar ulaşamadı. Benim ise hiç gülecek halim yoktu.

"Demek beni görmek istemiyor?" Hala kabullenemiyordum. Başını eğdi.

"Evet. Evine gitmen için ısrar ediyor. Kiralık ev bulana kadar evinde kalmanı söyledi. Kendisi bir süre daha benimle kalacak."

Ama yapmamıştım. Evinde kalmamıştım. O gün Kenan'ı aramış, gelip beni hastaneden almasını rica etmiştim. Ali'yi ne kadar çok görmek istesem de, bu mümkün değildi.

Kenan çok gecikmeden gelmiş ve benim enkaz bedenimi oradan uzaklaştırmıştı ama zihnim ve kalbim orada kalmıştı.

İki hafta boyunca onu görmek için yanıp tutuşmuştum. Nasıldı, iyi miydi? Bununla baş edebiliyor muydu?

Ve iki hafta boyunca da asla kendime gelememiştim. Sadece robot gibi hareket ediyordum. Yemeği olabildiğince çok yemeye çalışıyordum. Geceleri asla uzun süre uykuda kalamıyordum. Her gecem kabuslarla bölünüyordu.

Her kabusta terk ediliyordum. Her kabusta kendimi uçurumdan aşağıya atıyor, boşlukta süzülüyor sonra da yere çakılıyordum.

Yükseklik korkum da olduğu için uyanınca sakinleşmem uzun sürüyordu. Kenan bana kiralık küçük bir apartman dairesi bulmuştu. Onun da şirketine yakındı.

Ev eşyâlıydı bu yüzden kirası biraz pahalıydı ama Ali'nin banka hesabı vardı. Ona söz vermiştim. Boşanma isteğini sırf bu şartı koşarak kabul etmişti. O parayı harcayacaktım.

Evim üçüncü kattaydı. Apartman beş katlıydı. 

Bir buçuk haftadır yeni evimde yaşıyordum. Ali beni hastaneden gönderdiği vakit Kenan beni kendi evine götürmüştü. O gün bütün gün hatta gece boyunca da sallana sallana oturmuş, öylece boşluğa bakıp durmuştum. Kenan kaç kere iletişime geçmek istemiş ama başaramayınca beni omuzlarımdan tutup yatağa yatırmış üzerimi örtmüştü. O gidince geri kalkmış, dizlerimi kendime çekmiş öylece boş boş bakmaya devam etmiştim.

Geçmemişti. O acı, o üzüntü geçmemişti. O gözyaşları asla dinmemişti. Taa ki bu sabah birden gazete almak için tekel bayiye yürüyüp bir gazete alana kadar.

Kenan'ın bana verdiği adrese geldiğimde hala elimdeki gazeteye bakmamıştım. O gelene kadar bir şeyler okurum diyordum.

Kafeye girmek için caddeden girip merdivenlerden yukarıya çıkmam gerekmişti. Çok güzel bir kafeydi. Tahta eski masaların, üzerlerine bizim sofra niyetiyle kullandığımız örtüler serilmişti. Her masada küçük vazoda bir çiçek vardı. Kafenin üzerinde ise sarmaşıklar vardı. Çok güzel bir teras katıydı. Hava soğuk olmasına rağmen insanlar içeride değil terasta oturuyordu.

Caddeye bakan köşedeki bir masadan iki tane adam kalkınca onların masasına geçmek için beklemiştim. Onlar gidince de en iyi yeri kaptığım için kendimce küçük bir neşe duymuştum. Bugünlerde hiçbir şeye tam sevinemiyordum. Çalışma fikrinden vazgeçmiştim. Kendimi derslere vermek istiyordum.

Evi de bulmuştum. Çoktan yeni bir düzen kurmuştum ama asla mutlu değildim. Ali'den haber almamak da bunun en büyük sebebi olmuştu. Ne aramış ne de sormuştu. Halbuki ben onu merak ederek yaşıyordum.

Bu iki hafta benim için öyle zor geçmişti ki. Ondan ayrılacağım diye rahatlarım zannederken kendimi bambaşka bir ateşin içine atmıştım.

Ama o hiç de ateşler içinde gibi durmuyordu.

Sonunda masaya geçip garsondan bir kahve istediğimde, elimdeki gazeteyi masaya yaymış tek tek sayfalara göz atıyordum.

Kaza haberleri, siyasi gündemler derken magazin ekine gelmiştim. Sayfayı çevirir çevirmez karşımda onun resmini görünce ise öylece kalakalmıştım. Bir kadınla beraber bir mekandan çıkarken çekilmiş bir resimdi. Kadını görmüyordum bile. Gözlerim önce ona takılmıştı.

İyi görünüyordu. Gayet iyi. O hep iyi görünürdü. Kötü görünmesi imkansız gibi bir şeydi. Siyah kot bir ceket giymişti, altında beyaz bir tişört vardı. Altına da koyu bir kot pantolon giymişti. Sakallarını kesmişti. Sanki yenilenmiş gibiydi.

Gerçekten 'iyi' gibiydi. Ellerinden birisi yanındaki kadının belindeydi ve onun önden ilerlemesine müsaade ediyordu.

Onun dışındaki şeyleri fark ettiğim an tuttuğum gazete sayfasını sanki ateşe dokunmuş da yanmışım gibi aniden bırakmıştım. Büyük resmin sağ alt köşesinde Ali ile benim küçük bir düğün resmimiz vardı.

Manşette Ali Aslan'ın "Hız Kaybetmediği" yazılıyordu. Detaylara indiğimde iki hafta önce benden boşandığından ve adının Elisa olduğunu öğrendiğim kişiyle bir akşam yemeği yediklerinden bahsediyordu. Çiftin samimi halleri de magazincilerin gözünden kaçmamıştı.

Hatta birisi Ali'ye, "Sevgiliniz mi Ali Bey?" diye sormuş o ise sadece çarpık bir şekilde gülmüştü. Her detayına kadar yazmaları sinir bozucuydu. Resim resmen karikatür haline getirilmiş gibiydi. Yanındaki kadın çok güzeldi. Koyu kızılımsı kahve saçları vardı. Ali gibi uzun boyluydu ve fotoğraflardan göründüğü kadarıyla çok da fit bir vücudu vardı. Ali'nin boşanma konusunda sorulan sorulara ise cevap vermediği belirtiliyordu. Tabi ki vermezdi, yanında yeni sevgilisi varken neden eski karısı hakkında konuşsundu ki?

Beni çoktan unutmuştu! Unutmakla kalmamış kendisine yeni bir meşgale bile bulmuştu. Onun için günlerce döktüğüm gözyaşlarının hiçbirine değmiyordu.

Kendimi acındırmaya, arkasından hala ağladığıma inanamıyordum. O an için ne yapmam gerektiği hakkında bir fikrim yoktu ama biraz sakinleşince, gazeteyi katlayıp masanın üzerinde benden uzağa doğru iteleyince aklım yavaş yavaş ısınma hareketleri yapmaya başlamıştı.

Parmağımı hala kahve fincanının etrafında dolaştırırken birden sandalye sesi duydum. Kafamı kaldırdığımda Kenan'ın gülümseyen yüzüyle karşılaştım. Üzerinde siyah bir takım elbise vardı. Kravatımı ise bileğine dolamıştı. Gömleği kırışmıştı. Ama gözleri ışıltıyla parlıyordu.

"Yine dalgınsın, geldiğimi fark etmedin bile." Bu zor zamanlarımda iyi ki yanımda o vardı. Omuz silktim.

"İyiyim." Sesim cılız çıkmıştı. Kenan ise kuşkuyla gözlerini üzerime dikmişti. Pekalâ. Omuzlarımı şişirdim ve derin bir nefes aldım.

"Elif alınma ama hiç iyi gözükmüyorsun, doktora gidelim diyorum. İstersen bir psikoloğa gidebiliriz. Bunu tek başına atlatmak zorunda değilsin."

"Hayır Kenan. Aksine bunu tek başıma atlatmalıyım ki ne kadar güçlü olduğumu göstermeliyim. Yoruldum, çok fazla yoruldum." Gazeteyi aldım ve önüne fırlattım. Kaşlarını çatarak bana baktı.

"Magazin ekini aç." Sesim öfkeli çıkmıştı. Biçimli elleri hemen sayfaları karıştırmaya başladı. Duraksadığında haberi onun da gördüğünü anladım. Gözyaşı bezlerim sızlıyordu ama sanki kurumuş gibi hiçbir şey akmıyordu.

"Sana aşık olduğuna inanmıştım." Kenan'ın sesi hayal kırıklığı içindeydi. Benden bile çok şaşırmış görünüyordu.

"Hayır. Öyle bir şey yok. Bildiğim, tanıdığım Ali gibi davranıyor. Özüne dönmüş. Daha ne kadar başka birisi gibi davranacaktı merak ediyordum. Biliyor musun, hiç şaşırmadım. Tamam belki biraz beklemiyor olabilirdim. Gerçekten de manşette yazdığı gibi, 'hızlı çıktı'. Ben ise aptal aptal nasıl oldu, iyi mi acaba diye iki haftadır kendi kendimi yiyip bitiriyorum."

Garson gelmişti. Kenan bir kahve söyledi. Garson geri gitti.

"Elif, bütün o hareketleri...inan ki ben emindim.." Neden Ali'yi savunuyordu ki? Masanın üzerindeki gazeteyi aldım ve manşeti açarak ona gösterdim. Hiçbir şey söylemedim. O da hiçbir şey diyemedi. Yüzünde anlamadığını belirten bir ifade vardı.

"Her neyse." Ağzında bir şeyler geveledi.

"Madem o hayatına devam ediyor," Durdum ve derin bir nefes aldım. "o zaman ben de ederim." Kenan gözlerini kıstı.

Merak ses tonuna da yansıtmıştı. "Ne demek istiyorsun?"

Söyleyip söylememekte kararsız kalmıştım.

"Benim de bir sevgilim olmalı." Gözleri hayretle büyürken, ben ise hala doğru bir karar verip vermediğimi düşünüyordum.

"Elif, öfkeyle kalkan zararla oturur demişler. Yapma, hem karşıdakine zarar verirsin hem kendine." Haklıydı. Ama Ali'nin canı yansın istiyordum. Canı yanmasa bile benim ayakta kalabildiğimi görsün istiyordum. Boşanma kararının bana 'çok iyi' geldiğini bilmesini istiyordum.

"Benim eski sevgilim vardı. Enver. Roma da onunla karşılaşmıştık. Türkiye'ye geleceğini söylemişti o zaman, görüşelim demişti. Bu geçtiğimiz ayda bana birkaç kez mesaj bıraktı ama geri dönmemiştim. Hem onunla da konuşmak, eski günleri yâd etmek istiyordum." Düşünceli düşünceli caddeden aşağıya bakıyordum.

"Bunun iyi bir fikir olduğundan emin değilim Elif."

"Elimdekinin en iyisi bu. Hem belki onunla eski zamanları hatırlarsam eskisi gibi olabiliriz belki. Belki gerçekten sevgilim olur ve beni bu illetten kurtarır belki." Buna pek emin değildim ama insan en ufak bir umut ışığına da tutunmak istiyordu.

Kahvesini içerken hala kaşları çatık bir şekilde bana bakıyordu. Ona iyi olacağımı söyledim. Birlikte kahvelerimizi içtik. Başka şeylerden sohbet ettik. Buraya gelirken bir kızla kavga etmişti. İlk kez kahkaha atmıştım.

Çünkü gerçekten de komikti. İşten çıkıp arabasına bindiğini ve bana mesaj atmak için telefonunu eline alarak yavaş yavaş otoparktan çıktığını anlatıyordu. Kafasını telefona eğdiği için birden önüne çıkan kızı görmemişti ve az kalsın ezdiğini, neyse ki kızın refleksinin kuvvetli olmasıyla böyle bir talihsiz kazanın yaşanmadığını söylüyordu.

Otoparkta kimseyi görmediği için arabayı rahatça kullandığını belirtti çatık kaşlarla. Söylediklerini dinlerken gülümsememe engel olamıyordum.

"Arabadan indim yanına koştum. Kendini arabanın önünden çekmiş hızla kenara atmış ama bileğini tutuyordu. Çok korktum Elif. Hayatım boyunca kaza yapmadım. Bir de çıtı pıtı bir kızdı, ona çarpmış olsam muhtemelen her yeri kırılırdı. Bana çok sinirlendi." Homurdanarak ellerini saçlarının arasından geçirdi.

Halinde garip bir şey vardı. Onu daha önce böyle görmemiştim. Garipti, çok garipti. Sinirle anlatmaya devam etti.

"Otoparkta bağıra çağıra kavga ettik. Bana demediğini bırakmadı. Tamam hakkı vardı ama özür diledim, doktora götürmeyi teklif ettim. İstersen her şeyi yaparım dedim suçluluk duygusuyla." Yine homurdandı ve ağzında bir şeyler geveledi ama anlayamadım. Yüreklendirerek,

"Eee?" dedim.

"Beni yanlış anladı. Ben asla sapıkça bir şey söylemek istemedim. Bana çantayla vurmaya başladı. Ben de küfür ederek ne halin varsa gör dedim ve atladım arabaya buraya geldim." Kahkaha attım. İçimden geldiği gibi, doya doya kahkaha attım. Sanki sadece ona gülmüyordum. İçimdeki her şey boşalıyormuş gibi hissettim.

Kafalar dönüp bize, bana bakarken asla durmadım ve kahkaha atmaya devam ettim.

Kenan'ın homurdanarak kendi kendine söylenmesi de beni durduramadı.

"Seni uzun zamandır böyle gülerken görmediğim için şanslısın yoksa alındığımı söyler ve gülmemeni rica ederdim." Sesi alaycıydı.

Gülmekten gözlerimden yaş gelmeye devam ediyordu. Duramıyordum. Kendimi durduramıyordum. Başım çatlamak üzereydi gülmekten.

Elimi karnıma koydum ve kendimi tutmak, gülüşüme engel olmak için çırpındım ama sanki çeşmeler açılmış son hızla sular bırakılmış bir baraj gibi hissediyordum kendimi. Hızımı kesecek bir şeyim yoktu.

Kenan garsondan su rica etti garson hızla bir sürahi ve bardak getirdi. Kenan'ın anlattığı çok komik bir şey değildi aslında. Ama benim gülmeye ihtiyacım vardı. Bütün sinirlerim gevşemişti.

Kenan'ın uzattığı bir bardak suyu ağzıma götürürken gözüm caddeye kaydı. Bir kız arabanın yanında durmuş, arabayı inceliyordu. Önce arabanın plakasına baktı sonra arabanın içine baktı. Acaba hırsız mıydı?! Topallayarak bir sağa bir sola gidip arabayı incelemeye devam ediyordu.

Suyu yudumlarken bütün kahkaham son bulmuştu. Sonra kız çantasını karıştırdı ve bir şey çıkardı tam o sırada su boğazıma kaçtı ve öksürmeye başladım. Kenan uzandı ve suyu içmeye devam etmemi sağladı.

Benim gözüm kızdaydı. Hırsızlık yapacağını düşünmüştüm ama o çömelmiş tekerlere bir şey yapıyordu. Aman Allah'ım! Tekerleri deliyordu! Kahkaha atmak istedim. Ama hala öksürürken bu pek mümkün değildi. Kız orta boyluydu ve üzerinde mini bir siyah etek vardı.

Yukarıdan gördüğüm kadarıyla buğday tenliydi ama bacaklarını saran renk kilotlu çorabın rengi de olabilirdi.

Saçlarını dağınık bir şekilde topuz yapmıştı. Yüzünü gördüğüm kadarıyla güzel bir kıza benziyordu. Sırt çantasını geri sırtına geçirmiş arabanın tekerlerini elindeki aletle delmeye devam ediyordu. Neden sustuğumu bilmiyordum. Belki de bu an saniyeler içinde olduğu içindi, belki de hala kendime gelemediğim içindi.

Sonra kız diğer tekere doğru topallaya topallaya yürüdü ve onun da icabına baktı. Saniyeler içinde yapıyordu bunu. Kenan ise hala öksürdüğüm için kalkmış sırtıma vuruyordu.

Elimdeki suyu nazikçe ağzıma yönlendiriyordu.

Kız bu sefer elindeki aletle arabayı çizmeye başladı. Tam o sırada yanımdaki Kenan'ın gürleyen sesini duydum!

"HEYYYY!" diye bağırıyordu. Şaşkınlıkla ona döndüm, gözleri benim baktığım kızdaydı ve ben de kıza gözlerimi geri çevirdim. Yakalandığını anlamıştı ve yukarı, bize bakıyordu. Ama yılmadı. Kenan'ın uzakta olduğunu görünce daha acele çizmeye başladı arabayı. Bu sırada Kenan çoktan yanımdan ayrılmış, yıldırım hızıyla koşmaya başlamıştı.

Kız tekrar bakıp, Kenan'ı göremeyince telaşla doğruldu ve topallayarak cadde boyunca koşmaya başladı. Daha çok seken bir tavşana benziyordu ama yine de hızlıydı. Ancak Kenan çoktan merdivenlerden inmiş, çoktan karşıya geçen kızla arasındaki mesafeyi kapatmıştı bile.

Heyecanla onları izlerken gülmeden edemedim. Arabanın, Kenan'ın arabası olduğunu nasıl fark edememiştim?

Trafik ışıkları yeşil yandığı için Kenan karşıya geçemiyordu, kız ise arkasına bakmadan koşuyordu. Sonunda kırmızı yanıp arabalar durduğunda Kenan deyim yerindeyse fırladı ve kızın peşinden koşmaya devam etti.

İkisi de gözden kaybolduklarında daha fazla dayanamadım. Hesabı ödeyip gazeteyi masanın üzerinde bırakarak ceketimi ve çantamı kaptığım gibi ben de hızla kafeden ayrıldım ve onların gittiği yöne doğru gitmeye başladım.

Nereye gittiler acaba diye düşünürken tam önümdeki bir sokaktan çığlık atan kızı kucaklayarak getiren Kenan'ı gördüm. Gülme isteğimi bastırdım. Kenan koluyla kızın belini kavramıştı ve onu sürükleyerek getiriyordu. Kız onun kolunun altında olduğu için çırpınıyor, hayatımda duymadığım küfürleri ardı ardına sıralıyordu.

Kenan ise öfkeliydi. Onu ilk kez böyle öfkeli görüyordum. Beni gördüğünde işaret parmağını salladı ve "Sakın gülme!" diye uyardı. Elimle ağzımı kapattım.

"Aklımdan bile geçirmem." Homurdandı ve kızın çığlıklarını duymazdan gelerek yanımdan geçti ve kızı kollarının arasında yürütmeye devam etti.

"Allah'ın belası hayvan bıraksana beni! Kimse yok mu?!!!!" Gerçekten de iyi bir gırtlağı vardı. Sonra kız arkasına baktı ve bana bağırdı.

"Şu lanet sevgilini al başımdan! Beni bırakmasını söyle!" diye bağırdı. Bu sefer gülmemi tutamadım ve bir kahkaha savurdum.

"ELİF!" Gürleyen Kenan'ın sesini duymamla sesimi alçalttım ve sessiz gülmeye devam ederek onları takip ettim.

Günüme heyecan katmışlardı!

"Maganda! Ayı! Bırak beni bırak! Ayağım acıyor diyorum sana!" Kenan sonunda onu bıraktı kız tam kaçmaya hazırlanmıştı ki Kenan eğildi ve ayaklarından tutup omzuna attı. Ben ağzımı tutarak gülmeye devam ederken kız ellerini yumruk yapmış Kenan'ın sırtını dövüyordu.

Ufak tefek olmasına rağmen oldukça güçlü görünüyordu.

Sonunda Kenan'ın arabasının yanına geldiğimizde kızı omzundan indirdi. Ama kız çırpınmaya devam etti.

"Öküz herifin tekisin!" diye bağırdı.

Kenan telefonunu çıkardı ve ona aldırmadan tuşlara bastı. Bir eliyle de kızı kolundan tutuyordu. Tek koluyla kızı zapt edebiliyordu.

Telefonu kulağına götürdü ve bekledi.

"Alo? Asıf kardeşim sana işim düştü. Bizim her zamanki kafeye gelsene. Bir kız arabamı çizip, arabanın tekerlerini patlattı. Şikayetçiyim. Gel al götür ve kodese tık!" Ses tonu korkutucuydu.
Kenan kızı da yanında sürükleyerek arabanın durumuna baktı.

Ben de peşlerinden gittim. Gerçekten de tekerleri fena bir şekilde delik açmıştı. Bunu nasıl yapmıştı? Sonra arabayı çizdiği yere baktım ve kahkaha attım. Kenan kulağında telefonla bana kötü bir bakış attı. Elimle 'pardon' işareti yaptım. Gözlerini devirdi.

Kız arabasına kocaman harflerle 'ÖKÜZ' yazmıştı. Allah'ım bundan güzel bir eğlence olamazdı.
Kenan konuştukça kızın gözlerindeki korku devam ediyordu. Kenan bunun farkında değildi ama ben bunu anlayabiliyordum.

Polis arkadaşıyla konuştuğunu anlayınca korkmuştu. Kenan'ın kolunu tutan elini daha çok ittirmeye başladı.

Arkasından yanaşıp kızın omuzlarından tuttum. Kenan arkadaşıyla konuşuyordu ve bize dönük değildi.

"Şşş..sakin ol." Omuzlarını sıvazladım. Anında bana döndü, gözlerinde yaşlar vardı. Garip oldum.

"Sevgiline söyle beni polise vermesin," diye gürledi. Gözyaşlarına rağmen güçlü olmaya çalışıyordu. Kendimi görüyordum sanki.

"Öncelikle o benim sevgilim değil değer verdiğim bir arkadaşım." Gözlerine baktım. İnanmıyormuş gibi bakıyordu.

"Neyden korkuyorsun?" diye sordum. Kuşkuyla bana baktı. Kenan telefon konuşmasını bitirip bize döndü. İkimizin konuştuğunu görünce kaşlarını çattı.

"Evet küçük hanım birazdan polisler gelecek." Homurdanarak konuşuyordu ama kızın dolu gözlerini görünce daha fazla devam etmedi.

"Hak ettin! Az kalsın beni eziyordun! Yetmedi bir de bana şey-şey-"

"Ney?!" diye gürledi Kenan. Çileden çıkmış gibi görünüyordu. Kız onun bu ani çıkışıyla bir adım geriledi. Gözleri daha da doldu ve yuvalarından çıkıp özgürce dolanmaya başladılar.

"Beni polise verme." Kızın sesi yalvarır bir tondaydı. Kenan ona bakmadı bile. Kız, Kenan'ın kendi kolunu tutan eline asıldı. Kollarını kavradı.

"Ne olur beni polise verme. Özür dilerim. Özür dilerim."Hıçkırmaya başlayacaktı. Kenan sinirle kollarını onun elinden çekip aldı ama onun kolunu tutmaya devam etti.

"Bunu arabamı bu hale getirmeden önce düşünecektin," dedi arabasını göstererek. "Madem o kadar cesaretin vardı şimdi de sonuçlarına katılman gerekecek." Kız çaresizce bana baktı. Sonra geri Kenan'a döndü.

"Lütfen." Artık hıçkırarak ağlamaya başlamıştı. "Lütfen, yalvarırım." Nedense polise yakalanmaktan korkmasının basit bir korku değil de başka bir korkuyla bağlantılı olduğunu düşünüyordum. Polisten kaçan bir suçlu muydu acaba?

"Kenan." Diyerek gözlerimi ona çevirdim. İkisi de bana baktılar.

"Bırak kızı gitsin, araba tamirinin altından kalkabilirsin. Ayağı da şişmeye başladı." Kenan kızın ayaklarına istemeyerek bir bakış attı. Sonra ağzında bir küfür geveledi. Gerçekten de kötü şişmişti.

Burkulmuş olmalıydı.

"Elif bir taksi çağır da hastaneye gidelim." Dedi. Kız anında itiraz etti.

"Yok,yok. Hastaneye gidemeyiz. Lütfen beni bırakın ben kendim bakarım. Lütfen. Lütfen beni bırakın." Durum gittikçe ilginç bir hale geliyordu. Kenan beni taksi çağırma işine geri döndürmek için kafasıyla bir işaret verdi.

Caddeden geçen arabalara baktım. Umarım boş taksi bulabilirdik.

Ben caddeye doğru dönerken Kenan kızla konuşmaya başlamıştı. İki taksinin dolu geçmesinden sonra nihayet bir taksi kafede durunca taksiciyi durdurmuştum. Boşalan arabaya doğru ilerlerken Kenan'a seslendim.

Kenan kızı aniden kucağına alarak hem beni hem kızı şaşırtmayı başarmış ve arabaya doğru yürümüştü.

Ben ön koltuğa geçtim. Kızla beraber arkaya geçip oturdu Kenan ise.

"Elif önce seni evine bırakalım." Kenan'ın sesini duyduğumda kafamı salladım. "Kusura bakma bugünün böyle olmasını istemezdim. Aklındaki şeyleri iyice düşün."

"Önemli değil." Dedim. "Siz ne yapacaksınız?" Yüzümü onlara çevirmiştim.

"Çekici çağırmıştım gelip arabayı alacaklar. Sanırım biz de benim evime gidiyoruz." Polis diye başka birini çağırmıştı. Kızın gözünü korkutmak için. Ah, erkekler.

Kaşlarımı kaldırarak, "Sizin ev?" diye sordum.

"Bu bücürün derdini öğrenmem lazım."

Kız homurdanarak araya girdi. "Buradayım, sizi duyuyorum."

Gülmeden edemedim.

"O zaman sana kolay gelsin Kenan." Kenan'a dönerek kıkırdadım. Kaşlarını çatarak söylendi.

"Sağol ya."

Taksi beni evime bıraktığında doğruca eve çıktım ve kendimi direkt yatağa attım. Bu koca günü uyuyarak geçirmek istiyordum. Yalnız kaldığımda aklıma üşüşen düşüncelerden kurtulmak için iyi bir fikirdi.

Ve ben Ali'yi ve o magazin manşetini düşünmek istemiyordum. Kafedeyken insanların içinde ağlamamıştım ama şimdi burada, yatak odamda gri tavana bakarken savunmasızdım. Gözlerimin sızladığını hissediyordum.

Telefonuma kulaklığı taktım ve kulağımı tıkadım. Müzik listesinden son zamanlarda sık sık dinlediğim The Chainsmokers'ın Closer şarkısını açtım.

Bir ayrılık hikayesini dinleyerek gözlerimi kapattım.

Gözlerimi telefonuma gelen mesajın gürültülü sesiyle açtım. Neden mesaj sesini bu kadar gür bir melodi yapmıştım bilemiyordum. Belki de Ali mesaj gönderirse anında duymak için yapmış olabilirdim. Hiçbir fikrim yoktu.

Kulaklığı çıkardım ve gelen kutusunu açtım. Enver. Ah! Bu çocuk tam da bugünün üstüne. Bu bir işaret olmalıydı.

"Elif, ne aramalara ne mesajlara cevap veriyorsun. Bir sorun yoktur umarım. Bu akşam buluşalım mı? Bara gideceğim. Beraber takılırız, konuşuruz."

Telefonun saatine baktım akşamın dokuz buçuğuydu. Telefonu yatağa attım ve düşünmeye başladım. Bu işe gerçekten de bulaşmak istiyor muydum emin değildim. Ali hayatına isteyerek devam ediyordu ama ben bunu zorlu hale getirecektim. Kendi hayatımı zorlu hale getirmek kulağa pek de mantıklı bir fikirmiş gibi gelmiyordu.

Telefonuma yine bir mesaj geldi. Elime aldım. Watsapp'tan gönderilmişti. Kenan'ın ismini görünce gülümsedim. Mesaja girdim ve dondum kaldım! Tam anlamıyla böyle ifade edilebilirdi. Gözlerim ekrana bakıyordu ama sanki görmüyor gibiydi.

Birden odanın için buz kesti. Bütün uzuvlarımı keskin bir soğukluk sardı. Kulaklarım boğucu bir sessizlikle doldu. Kendi kalbimin gümbürtüsünü bedenimin her yerinde hissetmem ne kadar mantıklıydı?

Kenan bir resim göndermişti. Ali'nin resmini. Hayır bugün gazetede gördüğüm kızla beraber olan Ali'nin resmini.

Resim gündüz çekilmişti. Lüks bir kafede aynı bizim gibi teras katında oturmuşlardı. Karşı karşıya değil yan yana oturmuşlardı. Demek yemeğe çıkmışlardı! Ben onu düşünürken, o başkasıyla rahatça yemek yiyebiliyordu. Kadın, Ali'yi yanağından öpüyordu! O kadar rahatlardı ki.  Midem bulanıyordu.

Kendimden tiksiniyordum. Hala onu düşünüyor olduğum için kendimden nefret ediyordum. Sonra Kenan cevap vermemi daha fazla bekleyemeyecek olacak ki bir mesaj daha attı.

"Elif. Bugün ki söylediğin çok doğruydu aslında. Sen de hayatına devam etmelisin arkadaşım. Ben senin yanındayım." Ne cevap vermem gerektiğini bilemedim.

Fotoğrafa bakmaya devam ettim.

Kalbim bu olanları bir türlü kabullenemiyordu. Üzerinde daha fazla düşünmek de istemiyordum. Herkes kendi hayatını yeniden kurmuştu Elif Hanım, sen hala neyin yasını tutuyorsun ki?

Enver'in mesajına cevap vermem gerekiyordu.

"Merhaba Enver. Tamam buluşalım. Bara gittiğinde bana konum at."

"Sonunda Elif. Gelip seni almamı ister misin?" Hayır, evimi öğrenmesini istemiyordum. O benim eski sevgilimdi. Eski ve ilk sevgilimdi. Aramızda bir şeyler olacağını düşünüyor olabilirdi ama ben buna henüz hazır değildim. Duygusal bir bağ kaldırabilecek halde değildim.

"Gerek yok, sen bana konum at ben kendim gelirim." Anında cevap geldi.

"Tamamdır, birazdan barda olurum."

"Pekala."

Ayağa kalktım ve dolabımın önüne gittim. Askıları hızla birbirlerine sürterek sağa sola ayırırken sinirli olduğumu kabullenmek istemiyordum.

Bir şey hissetmemek için çaba veriyordum. Ama bu pek de mümkün değildi. Beni sevdiğini söyleyen, dizlerime kapanıp evden gitme diye yalvaran adam iki hafta içinde çoktan bir sevgili bulmuştu bile.

Askıda siyah bir mini etek buldum. Bunu ne zaman almıştım hiçbir fikrim yoktu, kesin Ali almış olmalıydı. İtalya'da iken benim için o kadar çok şey almıştı ki hepsini takip edememiştim. Ama şimdi aldığı için minnettardım. Hemen kot pantolonumu çıkardım ve mini eteği geçiriverdim. 

Acılarımdan kendime bakmayı ihmal ediyordum.

Eteği giyince tam da kalçamın altında kaldı. Eğilsem kesinlikle iç çamaşırım görünürdü. Utançla kızardım. Bu kadar açık bir şey giymemiştim ama içimdeki umursamaz kadın giy diyordu. Umursama artık diyordu. Sanırım bu gece onun sesine kulak verecektim sadece. Hava soğuktu, çorap çekmecemi karıştırmaya başladım. Siyah bir diz çorabını aldım ve yatağa oturup ayaklarıma geçirdim. Bir liseli kız gibi olmuştum ama umurumda değildi.

Hızla elbise dolabımın önüne geri gittim.

Üzerine beyaz bir gömlek giymek istiyordum. Tam da lise talebeleri gibi. Sonunda beyaz bir gömlek buldum ve üzerime geçirdim.

Aynanın karşısına geçtim, gömlek biraz dar olmuştu. Bir beden küçük olmalıydı. Göğüslerim çok büyük değillerdi ama bu gömlek büyük göstermişti. Omuz silktim. Gömleğin uçları kalçamın üzerine bile inmiyordu. Eğilsem kesinlikle belim açılırdı.

Yine umursamadım. Uzun saçlarımı fırçaladım ve açık bıraktım. Gömleğin ilk iki düğmesini de açtım ve kendimi şöyle bir süzdüm. Seksi görünüyordum. Kendimden beklenmeyen bir şeydi bu.

Gözlerime siyah bir sürme çektim. Eyeliner çekmeyi hala beceremiyordum ve hayır şuan da Ali'nin benim gözlerime eyeliner sürdüğü zamanları hatırlayıp kendime eziyet etmeyecektim.

Dudaklarıma kırmızı bir ruj sürdüm. Dolaptan siyah kaşemi alıp giydim ve telefonumu çantamı alıp odadan çıktım.

Siyah botlarımı giydim ve evden hızla çıktım. Telefonuma mesaj geldiğince Enver'in konum gönderdiğini gördüm. Taksiye atlayıp evimin yakınlarında olduğunu tahmin ettiğim bara doğru ilerlemeye başladık.

Bara geldiğimde kapıda birkaç korumanın dikildiğini gördüm. Büyük tabelada Club Bar yazıyordu. Kırmızı ve mavi ışıklar yanıp duruyordu. Bayağı ünlü bir bar olmalıydı. Taksiciye ücretini verdim ve kaşeme sıkı sıkı sarılarak arabadan indim. Kaşemin boyu dizlerime geliyordu.

İçeriden müzik sesleri geliyordu. Barın önündeki korumalar bana baktılar ve ismimi sordular. Kenarda sigara içen iki serserinin bana laf atmalarını görmezden gelerek korumalara ismimi söyledim. Enver'in bunu halletmiş olmasını umuyordum. Kapıdan geri çevrilmek istemezdim.

Elindeki listede gözlerini taradı ve içeriye geçmem için kenara çekildi korumalardan birisi. Teşekkür edip içeriye adım attım.

Tamamiyle ışıklarla dolu bir koridordan geçtim. Sağ tarafımda bir sıra vardı. Oraya kafamı çevirince bayanlar tuvaleti olduğunu gördüm. Herkes oldukça açık giyinmişti ve oldukça da cesurlardı. Koridorda içeriden gelen müziğin ritmine kendini kaptırmış birkaç çift gördüm. Kendimi sesin geldiği yöne yönlendirdim.

Telefonumu çıkardım ve Enver'e geldiğimi belirten bir mesaj attım.

"Neredesin?" yazdığında hemen aceleyle cevap verdim. Birbirlerini yiyen çiftlerden midem bulanmaya başlamıştı. Ben buraya ait değildim. Benim burada ne işim vardı?

Ben mesaj beklerken birden karşımdaki perde kalktı ve Enver çıktı. Gülümseyerek bana doğru yürürken ben de kendimi gülümsemek için kendimi zorladım.

"Hoş geldin." Gözleri ışıl ışıldı.

"Hoşbulduk." Dedim. "Burada ne yapıyorsun?" eliyle beni geldiği yere yönlendirirken sormuştum bu soruyu. Müziğin sesi gittikçe yükseliyordu.

"Kafa dağıtıyordum. Aklıma sen geldin mesaj atmak istedim. Açıkçası cevap vereceğini düşünmemiştim. Kabul edeceğini de." İşin aslı ben zaten öyle yapacaktım ama Kenan'ın gönderdiği resim bütün dengemi altüst etmişti.

"Sanırım benim de kafamı dağıtmaya ihtiyacım var." Dedim ve perdeyi kaldırıp beni içeriye itelemesine izin verdim.

İçerisi kesinlikle hınca hıç doluydu ve tepede dönüp duran ışıltılı topların etrafa saçtığı renklerden gözüm kamaşmıştı.

İnsanlar deli gibi dans ediyordu. Birbirlerine sürtünen bedenlerin arasından geçerek kırmızı koltuklu localardan birine doğru ilerledik.

Enver bütün mekanı net bir şekilde görebilecek yüksek bir locada yer tutmuştu kendine. Benim, kibarlıkla merdivenlerden çıkarken elimden tuttu.

Yönlendirdiği locada bir çift oturuyordu. Enver ile beni görünce ikisi de ayağa kalktılar. Kız kızıl saçlıydı ve saçlarını küt kesmiş, yan tarafını da kazıtmıştı. Üzerinde cüretkâr bir elbise vardı. Ayağındaki topuklu ayakkabıları görünce başım dönmüştü. Onun üzerinde nasıl yürüyebiliyordu?

Yanında ki adam ise uzun boyluydu ve kumral saçlı birisiydi. Onun üzerinde ise siyah bir kot ve siyah bir ceket vardı. Yanındaki kızla uyumlu görünüyorlardı. Enver ikisiyle de tanıştırdı.

Kadının ismi Sinem, adamın ismi ise Yılmaz'dı. İkisine de beni bir arkadaşı olarak tanıttı Enver. Tanışma faslı bitince beraber oturduk ve dans eden insanları izledik bir süre.

"Ne içersin?" diyen Enver'in sesini duyunca dalıp gittiğim bir çiftten aldım gözlerimi ve ona çevirdim. Bu gece içki de içmek istemiyordum. Yemek de yememiştim. Zaten normalde içki içmezdim ki ben. Ama Enver gözlerime bakarken ve ben bu gece umursamaz kız rolünü oynarken bu pek mümkün değildi.

"Seninkinden olsun." Ne içtiği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Başını salladı ve barmenlerin yanında duran çocuklardan birisini çağırdı.

"Bize iki tane Jack Daniels." Çocuk başını sallayarak gitti ve elinde iki tane bardakla geri döndü. Sanırım viskiydi.

Enver uzandı ve bir bardağı alıp elime verdi.

Tereddüt ederek bir yudum aldım. Ağzımda iğrenç bir tat bırakmıştı. İnsanlar bunu nasıl içiyorlardı? Yutkununca boğazımdan aşağıya yakarak gitti ve midem hafif bulandı. Bu bir bardaktan fazlasını içebileceğimi zannetmiyordum.

Öyle de oldu. Gece boyunca o bardağı yudumlayıp durdum. Enver beğenmediysem başka bir içki isteyebileceğini söyledi ama onu engelledim.

Onun yerine sohbet ettik. Yurt dışında neler yaptığını anlattı. Anne babamı sordu. Annemin öldüğünü babamın ise bizi terk ettiğini söyledim. Bunları söylerken hiçbir şey hissetmemiştim.

Gözlerim Enver'de değil kalabalığın üzerindeydi. İnsanlar dans etmekten hiç yorulmuyormuş gibilerdi.

Enver boşanma konusunu açınca kibarca kapattım ve ona kendisinden bahsetmesini istedim. Anlayışla öyle yaptı.

Bir iki saat sonra midem guruldamaya başlayınca artık eve gitmem gerektiğini düşünüyordum. Enver dans etmek isteyince reddettim. Yanımızdaki çiftler çoktan kalkmıştı.

"Elif?" Bu ses Enver'den gelmiyordu. Kafamı hızla locanın aşağısına çevirdim. Yasin, Ali'nin arkadaşı bana bakıyordu. Gözlerim şaşkınlıkla açılmıştı.

"Yasin?"

Homurdanarak merdivenleri çıkmaya başladı. Enver kaşlarını çatmış bizi izliyordu. Yasin yanımıza geldiğince sinirli görünüyordu.

"Senin ne işin var burada?" diye sordu.

"Ne demek ne işin var? Arkadaşımla eğleniyoruz." Dik dik baktım. Yasin sabırsızca ellerini saçlarından geçirdi ve homurdanarak konuşmaya devam etti.

"Ali burada Elif. Sakın seni görmesin!" Bütün duyularım 'Ali burada', diye tekrarlamaya başlamıştı bile. Bedenimden bir ürperti geçti. Onu en son mahkemede cansız bir şekilde yerde yatarken görmüştüm.

Midem kasıldı ve titreyen ellerimi iki yanıma indirdim. İçerisinin sıcak olmasına rağmen üşümüştüm. Gözlerim istemsizce kalabalığı taradı.

"Benim ne yaptığım onu ilgilendirmiyor." Ses tonumun güçlü çıkmasına şaşırmıştım. Bana şöyle bir baktı.

"Seni ondan önce benim fark etmem iyi oldu, hadi kalk seni evine bırakayım." Kolumdan tutmuştu bile. Israrla kolumu ondan çektim.

"Rahat bırak beni!" diye tısladım. Yasin homurdanarak kaşemi yanımdan aldı ve kolumu tutup bana giydirmeye çalıştı. Allah aşkına derdi neydi!

"Hop hop, ne yapıyorsun sen?" Enver ayağa kalkmış, Yasin'i geriye doğru itmişti. Yasin beklemediği hamle karşısında savruldu ama dengesini sağladı. Enver'i görmezden gelip bana doğruldu.

"Elif lütfen inat etme ve gel benimle." Ali'nin beni görmemesi için çabalıyordu. Ama ben görmesini istiyordum.

"Hayır!" Elimle Enver'in elini tuttum. Enver de Yasin de şaşırmıştı. "Ben burada kalıyorum." Kararlı bir şekilde Yasin'e diktim gözlerimi.

Yasin bir elimize bir bana baktı ve küfrederek merdivenlere döndü. Tam o sırada durdu ve

"Allah kahretsin!" diye inledi. Kafamı onun baktığı yere çevirdim ve kalakaldım. Hava birden akımını durdurdu. Müzik artık çok uzaktan geliyordu. Işıkları hissedebiliyordum, sanki hepsi bizim üzerimize toplanmış gibiydi.

Görüşüm bulanıklaştı. Bedenim oraya ait değil gibiydi. Mekanla iletişimimi kesmiştim ve kendime ulaşamıyordum. Dizlerim sızlıyordu.

Bir çift siyah göz gözlerini benden çekti ve o an sanki mümkünmüş gibi daha da karardı içim. Gözleri vücudumda gezdi. Ayaklarıma baktı, yavaş yavaş beni soyar gibi yukarıya çıkarken gözlerini çektiği yerlerim sıcaklığını kaybedip buzlara hapsoldu. Bakışları yakıyordu. Sanki sadece ikimiz vardık.

Gözleri göğüslerime odaklandı ve bir süre orada kaldı. Kaşları çatıldı ve gözlerini kapatıp yarım ağız güldü. Çenesini sıkmıştı. Sinirlendiği belliydi. Onu izledim. Üzerinde beyaz bir gömlek vardı. Deri ceketi giymişti, ayağında da siyah koyu pantolon giymişti. Yakışıklıydı. Çok yakışıklıydı.

Yutkundum.

Yasin homurdanarak küfür etmeye devam ediyordu. Ali'ye doğru bir adım atmak istedi ama Ali elini kaldırıp onu durdurdu. Hala locadan aşağıda duruyordu.

Gözleri ölümcül bir yavaşlıkla Enver ile birleşmiş olan ellerimize kaydı. Sanki ateş yakmış gibi ellerimi anında çektim, göz ucuyla Enver'in iç çektiğini gördüm.

Ben ne yapıyordum? Allah aşkına ben ne yapıyordum! Burada karşıma çıkmasını beklemiyordum. Hele bana böyle bakmasını hiç beklemiyordum.

Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki, bakışlarındaki öfke bile hızının kesilmesini sağlamıyordu.

Ali orada dikilmekten sıkılmış olacak ki yavaş yavaş locaya çıkmaya başladı. Yasin onun önüne geçti ve onu omuzlarından tutup engellemeye çalıştı. Korkuyordum.

Ali'nin bakışlarını, özellikle Enver'e bakışlarını hiç beğenmemiştim!

Ali, Yasin'i umursamadan kalan merdivenleri de çıktı. Yasin onun önüne geçti ve bize ulaşmasını engelledi. Ama acayip bir şey oldu! Ali, Yasin'e bir yumruk geçirdi! Yasin geriye doğru sendelerken hala homurdanıyordu.

Ağzım şaşkınlıkla açılırken yanıma gelen Ali'yi fark etmedim. Enver'in de burnuna bir yumruk geçirdi ve Enver locadan aşağıya savruldu.. İki metre yüksekliği bile olmayan yerden Enver düşerken çığlık attım. Müzik devam ediyordu ama birkaç insan bu manzarayı görmüştü.

"Ne yapıyorsun sen?!" diye bağırdım var gücümle. Boğazım acımıştı. Yasin'in giydirmeyi başaramadığı kaşemi ve çantamı aldı ve beni bileğimden tutup hızla locadan indirdi.

Sesi çıkmıyordu ve bu ürkütücüydü.

Onun peşinden giderken gözlerim arkada, Enver'deydi. Ayağa kalkmıştı ama burnunu tutuyordu. Yasin de öyleydi. Allah'ım bu nasıl bir geceydi!

Beni hızla kalabalığın arasından geçirdi. Bize çarpan bedenleri öfkeyle savuşturdu. Bileğimi sımsıkı tuttuğu için acıyordu.

Gürültülü müzikten ona sesimin ne kadarını duyurabilirim diye umursamadan bağırdım.

"BIRAK BENİ!" Ama hiç duymuş gibi görünmüyordu.

Sonunda Enver'le girdiğimiz yerdeki perdeyi kaldırdı ve beni peşinden sürüklemeye devam etti. Allah'tan topuklu ayakkabı giymemiştim.

Mekandan dışarıya çıkınca soğuk havanın etkisiyle ürperdim ve üşümeye başladım. Beni hala sürüklemeye devam ediyordu.

Dışarıdaki serserilerin iğrenç yorumlarına kulak asmadan barın yanındaki sokağa çekti beni. Oradaki birbirini yiyen çiftleri görünce durmadı ve devam etti.

Başka bir sokağa saptığımızda ise beni hızla çekip duvara savurdu. Sırtım duvara o kadar sert çarpılmıştı ki acıyla inledim. O ise bunun farkında bile değildi. Elleri saçlarında ileri geri volta atıyordu. Çileden çıkmış gibiydi.

Konuşmaya korkuyordum ama asla susmayacaktım.

"Ne yaptığını sanıyorsun sen?!" Sokak ıssızdı ve korkutucu derecede karanlıktı. Sadece az önce geçtiğimiz sokakta direk lambasının loş ışığında birbirimize öfkeyle bakıyorduk.

Volta atmayı kesmişti. Sakinleşmeye çalışır gibi gözlerini kapattı, ama hayır bunun faydası olmadı. Ben daha gözümü kırpmadan birden benim yanıma geldi ve elleri yüzümü avuçladı. Dudaklarımız sert bir şekilde birbirine çarptı. Bütün vücudunu vücuduma yasladı ve beni öfkeyle, çaresizlikle öptü. Dudakları dudaklarımı açmak için zorluyordu, nefesi hırıltılıydı.

Soğuk, ıssız sokakta ayaklarımın dibine doğru erimek üzereydim. Kalbim çok fazla hızlı atıyordu. Nefesimin kesildiğini hissediyordum ki öyleydi. Ali nefes almama izin vermeden beni öpüyordu.

Havanın soğuğuna rağmen birbirimizi ısıtan nefeslerimiz, bütün vücudumu titretti. Ellerimi göğsüne koydum ve onu ittim. Anında kafasını geri çekti, yüzümüzün arasında hala santimler vardı. Gözleri bana tepeden bakıyordu.

"Sakın bir daha bana dokunma!" Tıslayarak konuşmuştum. Derin soluklar alarak beni izliyordu. O bu kadar dibimdeyken konuşmak çok zordu.

"O çocuğa nasıl dokunursun!" Yüzüme doğru tısladı. Kıskanmıştı! Ah, tabi ya. Beni sevdiğini söylemişti değil mi? Aman ne hoş! Ne güzel! Gözlerimi devirdim ve gözlerimi ondan çektim.

"Bana bak!" diye gürledi. Yüzüme doğru bağırması hiç hoşuma gitmiyordu. Var gücümle onu ittim ve kendimden uzaklaştırdım.

Karşı koymadı. Şimdi aramızda iki adımlık bir mesafe vardı. En azından nefesini yüzümde hissetmiyordum.

"Seni hiç ilgilendirmez!" diye çıkıştım. Boğuk bir kahkaha attı.

"Elbette beni ilgilendirir! Sana kimse dokunamaz anladın mı?! Kimse senin tenine beş metre yakından bile yaklaşamaz!" Artık gerçekten çileden çıkmış gibiydi. Ben de bağırarak konuştum.

"SENİ İLGİLENDİRMEZ!", Çenesi gittikçe kasılıyordu. Kendini zor tutuyordu. "Sen ne hakla bunu söylüyorsun ki? Kimsin sen? Ha? Söyle bana kimsin? Biz seninle boşandık! İki hafta oldu ve-"

Eliyle ağzımı kapattığında şaşkınlıkla ona baktım. Nasıl bu kadar hızlı olabiliyordu anlayamıyordum. Gözlerini gözlerime sabitledi ve heceleyerek konuştu. Zorlayıcı bir tutuşu yoktu. Elleri ağzımı yumuşakça kapatmıştı. Bu kadar yakınımdayken dudaklarımı okşar gibi tutuyor ve kokumu içine çekiyordu. 

"Sen!," sustu ve göğsüme baktı. "Benimsin!" Ağzımdaki elinden kurtuldum ve deyim yerindeyse çemkirdim.

"Ben senin hiçbir şeyin değilim! Anladın mı beni_ Ben hiç senin olmadım ve bundan sonra da olmayacağım! Senin gibi iğrenç bir adamla asla işim olmaz benim!" Gözlerimden öfke fışkırıyor olmalıydı.

"Kiminsin peki?" Omuzlarımı tutup sarstı. "İçerideki piçin mi? Ha? Onun musun artık?" 

 Sırtımı çok kötü çarptığım için sırtımın ne halde olduğunu düşünmek bile istemiyordum. Kaşem hala kollarında sıkışmış duruyordu.

Geri çekilerek beni süzdü.

"Sen böyle giyinmezdin!" İğrenç bir şeymişim gibi baktı. "Bu etek kıçını bile zor kapatıyor. Aklın neredeydi senin?! Ne bu hallerin?!"

Artık ben de çileden çıkmak üzereydim. Bana karışmaya hiç hakkı yoktu. O kendisine yeni bir oyuncak bulmuş, sağda solda öpüşerek gezerken burada, şu an da bana karışmaya hiç hakkı yoktu!

Kollarının arasındaki kaşemi hızla çektim ve üzerime giydim. Bedenim titremeye başlamıştı.

Önümü kapatmama izin vermedi ve iki adımda önüme geldi gömleğimin düğmelerini iliklemeye başladı. Tenime değen teniyle ürperdim ve derin bir nefes aldım. Gözlerini göğüslerimden ayırmadan fısıldadı.

"Sen ne o piçin, ne de başkasınınsın! Sen benimsin." Sanki bunu ispat etmek ister gibi beni hazırlıksız yakalayıp dudaklarıma sert ve ıslak bir öpücük kondurdu.

"YETER!" Boğazım çok bağırmaktan acıyordu. "Başka bir kadına dokunup da sakın bana elini sürmeye bile kalkma! Sakın bana karışmaya hakkın olduğunu düşünme! Ben asla senin değilim! Asla ve asla!" Ellerimle göğüslerine yumruklar indirmeye başladım.

"İki hafta boyunca ne haldeydim ben senin haberin var mı?" Kükremiştim adeta. Birileri bizim sesimizi duyup hala neden gelmemişti şaşırmıştım. Sırf ikimiz bu ıssız sokağı inletebiliyorduk.

"Sen beni hastaneden kovduğunda ben ne haldeydim biliyor musun? Bana yaşattığın onca şeye rağmen senin için o kadar korkmuştum ki! Uyumadan başında bekledim! Ama sen ne yaptın?  Uyanır uyanmaz beni kovdun! Boşandık diye üzgün olduğunu düşünmüştüm. Sana bir parça da olsa inanmıştım! Ama ne oldu! Ali efendi aynen onu tanıdığımız gibiydi! Asla değişmemişti ve kendisine çoktan bir meşgale bulmuştu bile!"

Her cümlede ona vuruyordum. Hiçbir karşılık vermiyordu! Ona vurmama izin veriyordu, öfkemi kusmama izin veriyordu.

Ona vurmayı keserek cebimden telefonumu çıkardım ve hızla galeriye girdim. Kenan'ın bana gönderdiği resmi buldum açtım ve ona gösterdim. Kadın onun yanağından öpüyordu. Daha ben öpmemiştim onu.

"Bak!" diye gürledim. Telefona şöyle bir baktı sonra gözleri bana döndü. "İyi BAK! Görüyor musun?"

"Elif .."

"Kes!" diye bağırdım. "Bütün yaşadıklarıma rağmen..." Devam etmek istemeyerek sustum. Konuşmak hem boğazımı hem kalbimi acıtıyordu.

Telefondan rehbere girdim ve Kenan'ı aradım. Dördüncü çalışta açtı.

"Elif?"

"Kenan sana şimdi bir konum atacağım. Lütfen gel ve beni buradan al!"

"Tamam, hemen at." Dedi ve telefonu kapattı. Ona konum atmak için tekrar telefonla uğraşırken birden telefon elimden alındı.

"Ver şunu bana!" Hırsla ona vurmaya başladım. Ayaklarına tekme attım. Karnına yumruklar geçirdim. Öfkemin duracağı yoktu. Ona karşı o kadar yoğun bir nefret hissediyordum ki şu an!

"Elif." Bileklerimi tuttu ve beni kendisine çekti. Telefonumu cebine koymuştu.

"Uzak dur benden." Bedenimi elimden geldiğince uzağa çektim.

"Elif." Israrla ona bakmam için ismimi söylüyordu. Ama bakmayacaktım.

"Göründüğü gibi değil Elif. Bak sana şu an anlatamam. Ama göründüğü gibi değil. Gerçekten." Hızla gözlerimi onlara çevirdim. Çaresizlikle bana bakıyorlardı. Ona inanmıyordum. İnanmak istemiyordum!

"Bırak beni ve ver telefonumu." Yüzüne doğru tısladım. "Sana inanmıyorum." Beni daha da sıktı. Üzerime doğru gelerek sırtımı duvara yasladı. Bileklerimi bıraktı ve beni kollarının arasına hapsederek kollarını duvara, iki yanıma koydu.

"İnan bana Elif. Lütfen inan bana." Nefesini alnımda hissediyordum. Alnımı öptü ve ben gerildim. "Sen benimsin Elif. Ben de seninim."

Bunu söylediği an ona bir kez daha vurdum. Ellerim sert göğsüne vurmaktan ağrımıştı. Bir elini duvardan indirdi ve ellerimi tuttu ağzına götürdü. Parmak boğumlarıma sıkı bir öpücük kondurdu.

"Seni seviyorum." Diye fısıldadı. Bu iki cümle kulaklarımı sağır edece kadar gürültülü gelmişti bana.

"Hayır sana inanmıyorum! Sen kendinden başka kimseyi sevmezsin! Bencil pisliğin tekisin. İki haftadır ne halde olduğunu merak ediyordum ama şimdi görüyorum ki domuz gibisin. Hiç de üzülmüş gibi bir halin yok. Ama bak bana! Bak bana ve ne gördüğünü söyle. Beni enkaza çevirdin. Hayata tutunmak için kardeşimden başka sebep bırakmadın! İçimde ışık bırakmadın benim, umut bırakmadın! Ama sen..sen maşallah! Senin için o kadar basitti ki her zaman, her şey. Kaldığın yerden devam ediyorsun. Benim hayatımı altüst ettin ama sen kaldığın yerden devam ediyorsun!" Artık ağlıyordum.

"İyi mi görünüyorum?" Ses tonu öyle boğuk çıkmıştı ki. "İyi görünüyorum öyle mi?" Yanımdaki elini kaldırdı ve duvara hızla geri indirdi.

"İyiyle uzaktan yakından bir alakam yok! Anladın mı beni?! Şu iki haftadır geberiyordum acıdan! Her sabah bugün de ölü uyanmadığım için kendime lanetler yağdırdım durdum! Senin yanına gelmemek, seni kolundan tutup 'nasıl bizden vazgeçersin' dememek için kendimi zor tuttum. NEDEN! Çünkü sen benden vazgeçtin ve..ve..boşanmak istedin! Benden kurtulmak istedin! Sonunda kurtulduğunda ise artık sana yaklaşacak bir şeyim yoktu! Nasıl seni görmemi beklerdin ki?! Ben sana istediğini verdim! Kendime rağmen ben sana istediğini verdim!"

Eliyle tekrar duvara yumruklar indirmeye başladı. O kadar hızlıydı ki onu durdurmak için araya girsem yumruğu yüzüme gelebilirdi. Her yumruğunun arasında haykırıyordu.

"İyi değilim! İyi değilim! İyi değilim!"

"Dur artık!" Canım yanıyordu. Onun canı yandıkça benim de canım yanıyordu. Durdu. Elinin üzeri kanla dolmuştu. Titreyerek eline uzandım ama o geri çekti.

"Bakma." Dedi. Donmuş gibiydi, gözlerini gözlerimden ayırmıyordu. Onun da yanakları ıslaktı. Gözlerimi yumdum. Eline uzandım tekrar ama arkasına çevirdi. Cebindeki telefonum çalmaya başladı. Elimi cebine soktum ve gelen aramayı açtım.

"Seni bekliyorum Elif on dakikadır!" Kenan'ın sesi endişeliydi. Ali'ye baktım. O yere bakıyordu. Ellerinden kanlar damlıyordu. Hastaneye gitmesi gerekti.

"Ben vazgeçtim Kenan. Seninle sonra konuşuruz, özür dilerim rahatsız ettim." Dedim ve telefonu kapattım. Ali gözlerini bana çevirmişti.

"Hastaneye gitmemiz gerek." Dedim. Alayla gülümsedi.

"İyiyim, yaşayabilirim." Homurdandı. "Kenan'ı geri ara ve gelsin seni alsın." Ona baktım. Ciddi miydi?

"Ama-" Konuşmama izin vermedi.

"Dediğimi yap Elif!" İtiraz etmek için tekrar ağzımı açtım ama bu sefer öpücüğüyle susturdu. Dudaklarımı sanki hayatmış gibi kana kana içti. Karşılık veremeyecek kadar bitkindim. Bana dokunmasına nasıl izin veriyordum bilmiyordum!

Geri çekildiğinde alnını alnıma dayadı ve soluklandı.

"Beni o kadınla beraber tekrar görebilirsin. Ama inan ki aramızda hiçbir şey yok Elif. Böyle olması gerekiyor. Lütfen bana inan. Sana şimdi açıklayamam. Ama ne olur bana inan." Dedi ve tek koluyla bana sımsıkı sarıldı. Ellerimi kaldırıp da ona dolamadım. Ama gözlerimi yumdum ve mis gibi kokusunu içime çektim.

"Seni seviyorum." Boğuk nefesini saçlarımın üzerinde hissedebiliyordum.

"Ve ne olur, beni kolay affetmesen de bana inan. Seni seviyorum. Ve ne olur Elif, Enver'le konuşma. Ne olur başka erkeklerle konuşma. Kenan'a sabır gösterebilirim ama başka bir erkeğe asla. Ne olur Elif, canımı yakma."

"Sen de benim canımı yakma!" diye söylendim.

"İsteyerek asla yakmam güzelim, bundan sonra asla isteyerek canını yakmam."

Facebook Sayfası --> Esra269'un Hikâyeleri

Benim Heybem

Beklerim.

Continue Reading

You'll Also Like

186K 8.5K 47
↝TAMAMLANDI 0540****: Cenk silahları aldın mi . 0540****: Cevap ver bana. Gece: Galiba yanlış numaraya mesaj yazdınız . Gece: Ne silahı ya . 0540****...
1.3M 78K 48
Hale, sosyal medyada yazdığı bir yorumun hayatını bu denli değiştireceğini nereden bilebilirdi ki.
3.6M 130K 72
Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyordum... "1 yıl, sadece 1 yıl sonra burdan herkesin seni bir ölü olarak...
1M 43.8K 34
AGIRÉ DIL Serisi Arjin Nihraşan ❤️‍🔥 ...