MELÂL

By snmnurgyk

2.9M 130K 110K

Kanla kazıdığın kelebek dövmesinin üzerini çizdir. Noktalı virgülle değiştir. Bu, devam edecek gibi değil ama... More

《TANITIM》
《1》'KARA GÖZ'
《2》'ŞİZOFREN'
《3》'BELİRSİZ SURET'
《4》'KARANLIK KUTU'
《5》'ZARFDAKİ GİZEM'
《6》'CÜRETKAR HADSİZ'
《7》'RUHSUZ BEDEN'
《8》'UÇURUMDA HAYALLER'
《9》'KATİL'
《10》'ACININ GEÇMİŞİ'
《11》'BEDENSİZ RUH'
《12》'PAÇAVRA'
《13》'DARAĞACI'
《14》'RUH SANCISI'
《15》'FERYAD-I İNTİHAR'
《16》'SON ÖLÜM'
《17》'EHVENİŞER'
《18》'VİCDAN MEZARLIĞI'
《19》'ELFİDA'
《20》'GERÇEK SANRI'
《21》'RUHSAL ŞEYTANLAR'
《22》'ARAF ÇIKMAZI'
《23》'ÖLÜM MAKAMI'
《24》'KÜL BEBEK'
《25》'RUH İZİ'
《26》'GERÇEK ÖLÜLER'
《27》'ÖLÜLER PUSULASI'
《28》'ÖLÜM ÇANLARI'
《29》'KALBE NEFRET RUHA YAS'
《30》'BUGÜN ÖLÜ, YARIN GÖMÜLÜ
《31》'ORTADA OLAN CANINSA'
《32》'MİNERVA'
《33》'KOR GERÇEK'
《34》'DÜŞÜNMEDEN'
《35》'KANDAN CANA'
《36》'ÖLÜMLE OYUN'
《37》'İRTİHAL
《38》'KAR KÜRESİ'
《39》'KAMELYA'
《40》'YİNE BANA GEL'
《41》'YARIMSIN'
《43》'ENSENDEYİM'
《44》'HARABE'

《42》'DUY İSTEDİM'

26.1K 1.6K 1.9K
By snmnurgyk

SELAAAAM!

BU SEFER ÖZLEŞTİK

BU BÖLÜME OLAN YORUMLARINIZI O KADAR MERAK EDİYORUM Kİİİ

OY VERMEYİ VE YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN

SİZLERİ SEVİYORUM♡

KEYİFLİ OKUMALAR
SNMNURGYK

Soğuk bir akşamüstünde
kaybettim sanmıştım her şeyi. Buz
tutmuş kalbinin yansıması mıydı
elleri? Isınmıştım.
Yanılmamışımdır belki.

Ruhuma kadar battığım bir bedenden kurtulmayı istemiyordum. Bu kumarsa kazanıyor muydum, iflas bayrağını mı çekmiştim? Bilmiyordum. Öğreniyordum.

Nefeslerim düzene girmiş, rahatlayan bedenim göğsüne serilmişti. Şimdi bacaklarım bacaklarının arasında beynimin sesini bastırmayı deniyordum.

Sözleri vardı şimdi zihnimde. Yalnızca zihnimde de değildi. Kalbimdeydi, ruhumdaydı. Ve gerçekliğine hepsi iknaydı.

Bunu kabullenmek için mücadele ediyordum. Bir bütünün iki parçasıydık biz. Öyle söylemişti. Bir bütünde ayrı iki baş değildik. Bütünün kendisiydik.

Bunları düşünürken araba yavaşlamaya başlamıştı. Geldiğimizi düşünerek toparlanmaya karar verdim. Hızla harekete geçtiğimde doğrulmak adına ellerimi Soykan'ın bacaklarına dayamak istedim. Avuçlarımı bastırıp güç almak istemiştim ki elime gelen sertliğin ne olduğunu anlayamadan Soykan hızla bedenimi yanına bıraktı.
Derin inlemesi kulağıma ulaştığında ani hamlesiyle anında gözlerini buldu gözlerim.

"Ne oldu?"

Soykan sert bir şekilde yutkunmuş, oturuşunu dikleştirerek çatık kaşlarının ardından gözlerimi esir almıştı. Ne olduğunu anlayamıyordum. Elime bir sertlik gelmişti ancak bir kemiğin olabileceği yerdeydi, elim. Neden bu hale geldiğini çözemiyordum.

"Avucunu nereye bastırdığının farkında mısın?"

Sert bakışları önüne düştüğünde pantolonundan belirginleşen kısmı görerek dudaklarımı birbirine bastırdım. İyi de onun orada ne işi vardı? O kadar yakın da değildi ki ellerim. Ne diyeceğimi bilemeyerek hemen savunmaya geçtim.

"Kemik sandım."

Mahçup bir ifadeyle bakıyordum gözlerine. Bu kadar zorlandığını düşünmemiştim. Sertleştiğini de... Araba tamamen durmuştu şimdi. Soykan sözlerim üzerine bana yaklaşmaya başlamış, yüzündeki ima dolu gülüşle kulağıma fısıldamıştı.

"Kemik sanman hoşuma gitti."

Kurduğu cümleyle hızla ellerim omuzunu buldu. Sert bir şekilde uzaklaştırmak adına ittim, zorluk çıkarmadan bedenini koltuğa yasladı. Başı geriye düşmüş, aşağı yukarı hareket eden adem elmasıyla derin nefesler almıştı. Yüzündeki keyifli ifade de oradaydı. Kaybolmamıştı.

"Şu kafanın içinde neler olduğunu o kadar merak ediyorum ki. Ama şu an konumuz bu değil. Ne yapacağız? Benden istediğin ne, bizi neler bekliyor? Bir planın var mı?" Konuyu ve ortamı dağıtmak adına peş peşe sıraladım cümlelerimi. Merak da ediyordum aynı zamanda.

"En çok sitem ettiğin konuda açık oynuyorum bu sefer. Buraya birlikte gelmemiz çok önemliydi ve geldik. Önceden haberin olmasını istediğin için söylüyorum. Bunu silahı vererek de yapmıştım aslında ama dile de getireyim. İçerde ne ararsan ondan var. Hiçbirinin verdiği su bile içilmez. Bugün buradayız ve savaş bizim. Savaşacak olan da biziz. Öğrettiklerini uygulamama fırsat vermiyorsun, demiştin. Hangisini nasıl uygulamak istersen. Can da senin meydan da."

Koltuğa yaslı başını bana çevirerek kurmuştu bu cümleleri. Tehlikeden bahsediyordu açık açık. Ve oldukça rahattı. İşte bu daha tehlikeliydi. Netti bu sefer. Gizli işler, bilinmezlikler yoktu. Ancak bu sandığımdan çok daha berbat bir durumdu. Gizli kalması daha iyi, diye düşünmeye başlamıştım bile. Soykan'ın bahsettiği 'gerginlik' katlanılmaz bir haldeydi çünkü. Sakladığı için kızarken aslında iyilik yaptığını fark ediyordum. Ne de olsa endişe duymuyordum ya da beni koruyacağına sonsuz güveniyordum.

"Bir planın yok mu yani?"

"Planlı hareket etmekten ziyade anlık hamlelere hazırlıklı olmamız gereken bir yerdeyiz. Bir bütün olarak hareket etmek zorundayız. Sana bu zamana kadar öğrettiğim her şey aklında ve parmaklarının ucunda olmalı. Birlikte hamle yapabilmek için de dediklerimi yapman bu noktada çok işimize yarayacak. Her şeyden haberin olacak. Yalnızca rahat ol ve kendine güven."

"Kendime güvenmeyi deniyorum. Elimden geldiğince soğuk kanlı olmaya çalışacağım. Peki sen? Sen bana güveniyor musun? Bir risk değil miyim senin için?" Sonuçta bir bütün olarak hareket edeceği kişi oldukça tecrübesiz biriydi. Riskli değil miydi?

"Sana güvenmesem buraya seninle gelmezdim."

Bu cümlesini onunla aynı anda içimden geçirdim. Bu cevabı vereceğini biliyordum. Daha çok bu cevabı vermesini istiyordum ve öyle de olmuştu. Yüzümde oluşan gülümsemeye engel olamayarak gözlerimi kapattım. Ben de güveniyordum kendime, ona da. Beni risk olmaktan ziyade başkası için risk haline getireceğini de biliyordum. Bunun rahatlığıyla derin bir nefes aldım. Nefesimi geri verirken dudağımın kenarında hissettiğim dudaklarla gözlerim açıldı anında.

Soykan gözlerini kapatmış, dudağımın kenarına bir öpücük bırakarak öylece beklemeye başlamıştı. Ne yapacağını merak ederken sesini duydum bu kez de. "Neden gülümsüyorsun?" Dürüst olmam gerekir miydi? Elbette.

"Bana güveniyor olmana."

"Eğer o gülüşünü bana sunacaksan istediğin her şeyi söyleyebilirim."

Gözlerini açmış, eğik başıyla bayık bakışlarını gözlerime taşımıştı. Zihnimdeki sesler yok olmuştu yine. Yalnızca anı yaşıyordum ve Soykan bunu bilerek yapıyordu. Aklımı ve dikkatimi dağıtmak için.

"Öyle mi?" diyerek karşılık verdim sözlerine. Yüzümdeki gülümseme daha da büyümüştü. Bu hali inanılmaz hoşuma gidiyordu. Flörtleşmeyi yeni öğrenen bir çocuk gibi duruyordu ve bu oldukça tatlı geliyordu göze.

"Öyle. Bu gecenin sonunu iple çekiyorum. Harika olur umarım."

Bu bir iyi niyetten ziyade teklifti. Açık açık teklif sunuyordu ve bunu fark ettirmeden yapmaya çalışıyordu. "Umarım." Cümlelerine tek bir kelimeyle karşılık verdim. Ardından göz temasını keserek başımı yan tarafa çevirdim. Soykan alnını şakağıma yaslayarak nefesini boyuma verecek şekilde konuştu.

"Gülüşün ilaçsa iyileşmek farz."

İyileşeceksin, dedim içimden. İyileştirdiğinden habersizsin çünkü. Ruhun mapushane, ben de mühebbete talibim.

"Kokun günahsa yerim cehennem."

Konuştukça nefesi göğsüme, hissettirdikleri ruhuma yayılıyordu. Bu hakimiyet esaretten ziyade elinde çiçekle hasta kalbime refakat ediyordu.

"Bir gülüş için cehennemde ilaç mı arıyorsun peki?" Derince yutkunarak sordum sorumu. Hisler açıksa sözlerin gizlenmesine gerek yoktu. Kalbimin sesi gümbür gümbür dile gelmiş, sohbet ediyordu.

"Cehennemde yanarken gülüşünle cenneti yaşıyorum."

"İyileşiyorsun o halde."

"İlk günden beri..."

"İlk günün vakti belli mi?"

"Mazisi derin."

Ne kavga ettiğimiz gündü o halde ne de iyileşeceğini söylediği gece. Mazisi derinse geçmişi vardı İlk günün, ilk kararın, ilk ilacın.

"İnelim mi artık?" Daha fazla konuşamayacağımı fark etmiştim. Sözleri beni dipsiz kuyulara atıyordu. Bir ip de vardı elbette ancak tutanın elinde kalıyordu. Kalbimin sızladığını hissederek sormuştum ona. Cevabı gecikmemişti.

"İnelim."

Bedenini doğrultmadan önce açık olan omzuma bir öpücük bıraktı. Derin bir nefes alarak bedenimden uzaklaştı. Soykan üstüne başına çeki düzen verirken ben de hemen yanımda duran, uzun siyah kabanımı üzerime giydim. İnmek için hazırdık. Yanımda bir çanta yoktu. İçine koyabileceğim şeyler de. O yüzden kabanımı giyince hazırlığım bitmişti. İnmek için Soykan'ın hareket etmesini bekliyordum ki üzerime doğru eğilerek cama iki kere tıklattı. Kokusu anında ciğerlerime dolmuştu. İnsanın gözlerini kapatıp derin nefesler alası geliyordu, bu koku karşısında.

Düşüncelerimin esiri olmuştum ki Soykan'ın bedeni çekilmeden kapı açıldı. Seri bir şekilde kendini dışarı attığında elini uzatarak inmem için yardımcı oldu. Bir elimle elini, diğeriyle eteklerimi tutarak indim ben de.

İçimdeki heyecan tarif edilemezdi. Endişe ve korku yoktu ancak dakikalar öncesinde nefes alırken bile diken üstünde hissediyordum. Şimdi ise kendime olan güvenim öz güvenimi de beslemiş, güçlü adımlar atmamı sağlamıştı.

Soykan'ın eli belimde, ayakkabılarımın topuk sesi etrafta yankılanarak ilerliyordum dik bir şekilde. Kısa bir yürüyüşün ardından hemen mekanın girişinde sigara içen Taha, Aras ve Uygar'ı gördüm. Bizi bekliyor olacaklar ki gözleri anında bizi buldu. Yanlarındaki yirmiye yakın adamla tam karşımızdalardı.

Kişi sayısı tuhaf gelmişti önce. Ancak tehlikenin büyüklüğünü fark ettiğimde yadırgayışım son bulmuştu. Elim direkt olarak bacağımdaki silaha gitmiş, sabitleyerek düzeltmişti. Soykan'ın arkadaşlarıyla aramızda olan mesafeyi de kapatmıştık. Dışardan birlikte duran bir grup gibi görünüyorduk. Diğerleri sigaralarını içmeye devam ederken Aras sigarasını atmış, bana göz kırptıktan sonra Soykan'a hitaben konuşmaya başlamıştı.

"İyi bir vakitte geldik bence. Etraf kalabalıklaşmaya başladı. Adamları Uygar yerlerine yerleştirecek, sonra da yanımıza gelecek. Naçar'a karşı yanımızda olması en iyisi. Mira'nın gelmesi de çok iyi oldu. Mahir'in itleri de var etrafta. Kendi gelmemiş. Tahminime göre Cihan Cihat da burada olacak. Sivil mi gelecek Naçar'ın yakını ya da adamı olarak mı orasını tam bilmiyorum. Yine de kart olayından sonra Mira'yı yanında görmesi çok iyi olacak. 25. Bölge'ye saldığımız haberden sonra herkes sizi yan yana görmeyi bekleyecekti zaten. Hem düşmanlar ikna olmuş olur hem de herkes adımlarını doğru seçer."

Aras'ın uzun soluklu konuşmasının ardından bakışlarımı Soykan'a çıkardım. Ciddi bir ifadeyle Aras'ı dinlemişti. Duydukları memnun etmiş olacak ki yüzündeki ifade az da olsa kırılmıştı.

"Diğer itler ne durumda? Var mı birileri?" Soykan Aras'a yöneltti sorusunu. Aras her şeyi bir bir anlatıyordu. Biz de öylece durmuş, konuşmalarını dinliyorduk.

"Var abi. Bence saldıran da olacak. Bugün de bile buna cesaret edecek piçler var. Aklım almıyor ama yapacaklar gibi görünüyor." Aras'ın sözlerine karşılık Soykan derin bir nefes aldı. Burnunu çektiğinde etrafa kısa bir bakış attıktan sonra tekrar gözlerini Aras'a çıkardı.

"Köpek niye havlıyor diye sorgulanır mı oğlum? Köpek bu kuduracak tabi ki."

"Öyle abi. Hadi geçelim. Mira da emanet var mı? Arabada olacaktı. Getirsin mi çocuklar?"

"Var. Çelik yelek yok ama. Çok dikkatli olun. Adam sayısını gerekirse arttırın. Bizim ajanlar da gelmiştir diğerlerinin yanında. Onlara da haber verin. Başında durdukları iti değil, bizim tarafı kontrol etsinler, bir suikast var mı söylesinler."

Soykan'ın sözlerinden anladığım üzere düşmanlarının arasına yerleştirdiği ajanlardan bahsediyordu. Böylece adam sayısı az gibi görünse de Soykan'ın tarafında olan kişi sayısı gizli bir şekilde fazla olacaktı.

"Konuştum bile. Bir plan yok dediler. Bir de buraya Bedri için geldiğini biliyorlar ya. Senin yanında Bedri'nin de korkusuna bir plan yapacaklarını sanmıyorum. Yaparsa bağımsızlar yapacak bir şeyler. Hadi bakalım."

Soykan kafasını aşağı yukarı salladığında gözlerimi bu sefer Taha ve Uygar da gezdirdim. Yan yana durmuş, konuşmanın bitmesini bekliyorlardı tıpkı benim gibi. Taha'nın her şeyden habersiz olduğu konum canımı sıkarken Uygar da sabitledim gözlerimi.

"Baran bu Cihat Akademi'nin eski eğitmeni ya. Ben diyorum ki bu öğrencilerini kafalayıp Mahir'e hamle yapabilir. Akademi'nin içinde bir ordusu olacak yani. Çok seviliyordu, dedi Aras. Bunu kullanmış olmasın. Akademi Mira'ya karşı hamle yapamaz ama eğer Cihat'ın adamı olurlarsa pislikler dönebilir."

Bu sefer konuşan Taha olmuştu. Soykan sözlerine karşılık verirken yürümeye başladığında hep birlikte mekanın içine girmiştik şimdi. Uygar da olan gözlerim Taha'nın endişeli yüzünü bulmuş, ardından Soykan'a dönmüştü.

"Akademi'nin adamları görevleri olmadığı sürece dışarı çıkamaz. Çıkamaz ama Cihat'ın yetiştirdikleri şu an en yetkililerden. Kafalarına göre girip çıkanlar da var. Cihat bunu ancak Mahir'in kendisine zarar vermek için kullanır. Ya da içten bir darbe indirmek için. Mira'ya saldıracak adamları Akademi'den bağımsız da yetiştirmiştir zaten. Bunun için Akademi'ye ihtiyacı yok."

Kafasını sallayarak onayladı Taha bunu. Ancak içine sinmeyen bir şeyler olacak ki susmayı tercih etmedi. "Orası öyle de. Bilmiyorum abi. Baran'la derdim yok demiş. Mira'yı da öldürmek istese saniyesini almazdı orada. Nasıl bir planı var çözemiyorum hâlâ."

"Bence hiçbir planı yok. Yalnızca kendini gösterdi. Ben de buradayım, diyor." Bu sefer konuşan Uygar olmuştu. Tüm bu konu üzerine ilk yorumunu yapmıştı. Hangisine bakacağımı şaşırmıştım. Yan yana yürüdüğümüz için de zor oluyordu. O yüzden direkt önüme bakmaya karar vererek ilerlemeye devam ettim.

"Mantıklı aslında. Mahir'i öldürmek istede de ölme riski çok yüksek Baran'ı öldürmek istese de. Baran'la Mahir'in durumundan sonra Mira'nın bizimle olmasından bir şeyler çıkaramayacak kadar aptal bir adam değil. Mira'nın eğitemeyeceğini, bir koz ya da silah haline getiremeyeceğini de bildiğinden eminim. Buna vakti bile olmadan toprağa girer puşt. Bence çok mantıksız." Aras düşüncelerini sıralanmıştı şimdi de. Her kafadan bir ses çıkıyor dedikleri tam olarak buydu.

"Bana birlik olmayı teklif edecek. Bekliyorum. Düşmanım olmak istemez ama birlik olmak ister. Yakında çıkar kokusu. Merak etmeyin." Son sözü söyleyen Soykan olmuştu. Bunun üzerine daha kimseden bir fikir ya da ses çıkmamıştı.

Hepsinin söylediği çok mantıklıydı. Ancak Soykan ne dese olacakmış gibi hissettiğimden o günün gelmesini bekliyordum şimdi. Ne olacağını kestirmek mümkün değildi.

Uzun koridoru bitirmiştik. Geniş bir salona açılan yere geçmemiz için bir görevli bizi yönlendirdiğinde bembeyaz olan bu salonun ortasında ilerliyorduk.

Büyük yuvarlak masalar, masaların üzerinde beyaz örtüler, beyaz sandalyeler, şık şamdanlar, gösterişli aydınlatma, her parçası pahalıyım diye bağıran dekorlarla dolu, kocaman bir salonundu burası. Etrafı incelemem devam ediyordu ki bizimkilerin önden ilerlemesini fırsat bilen Soykan soluğunu kulağımın dibinde almıştı.

"Uygar'a neden öldürecekmiş gibi bakıyorsun?"

Ani yakınlığıyla tüylerim diken diken olmuştu. Söyleyene kadar bunu yaptığımın farkında bile değildim. Yağmur'un hali gözümün önüne gelince sinirlenmiştim ancak fark edilecek şekilde bakmak istememiştim.

"Öyle bakmıyorum ki."

"Bakışlarınla adamı kestin, biçtin üstüne gömdün bile. Hayırdır, ne oldu? Bir şey mi var?"

Kendime kızıyordum şimdi. Fark ettirmemem gerekirdi. Acaba Uygar da fark etmiş miydi ki? Bunları düşünürken gözlerimi devirerek etrafta gezdirdim bakışlarımı. Ardından sakin bir ses tonu kullanarak ve kendimi tembihleyerek konuştum.

"Sonra anlatacağım tamam mı? Şu gün bir bitsin."

"Öyle olsun bakalım."

Soykan bir süredir belimde olmayan elini belime koyarak salondaki tüm bakışların üzerimize dönmesini sağladı. Herkesin göreceği yerde dik ve güçlü adımlarla ilerliyorduk. Arkadaşları çoktan bir masaya geçip oturmuştu. Biz de vakit kaybetmedik ve masadaki yerimizi aldık. Aras'ın da dediği gibi Uygar şu an masada yoktu. Adamlarla ilgileniyor olmalıydı. Burada olsaydı onun da tepkisini ölçecektim ancak Uygar da en az Soykan kadar tepkisiz bir adamdı.

Bunları bir kenara bırakarak etrafta gezdirdim gözlerimi tekrar. Yuvarlak bir masanın etrafına oturmuştuk. Soykan masanın başı denebilecek yerdeyken ben de hemen yanındaydım. Benim karşımda Aras, yanımda ise Taha vardı. Masa öyle büyüktü ki yan yana oturan kişiler arasındaki mesafe oldukça fazlaydı.

Taşlarla döşeli gösterişli şamdanı izliyordum şu anda. Her şey aydınlık, beyaz ve parlaktı. Kan döken adamlara göre fazla şık bir mekandı. Gecenin nasıl ilerleyeceğine dair bir fikrim yokken öylece oturuyordum.

"Abi Naçar da bu masaya gelecek değil mi?" Taha sorusunu yönelterek Soykan'a çıkardı bakışlarını. Ben de aynısını yaptım ve Soykan'ın yüzünü esir aldım. "Yemi yuttu. Gelecek."
Soykan'ın sakin sesi ve kendine duyduğu güven masanın ortasındaki yerini almıştı. Buna tehlike de eşlik ediyordu.

"Ortalık karışacak. Bedri de baş davetlilerini ziyarete gelecektir." Aras'ın cümleleriydi bunlar. Yine kendi kendilerine konuşuyor gibi düşüncelerini iletiyorlardı. Sözleri heyecanımı arttırırken engel olamadığım stres kanıma karışmaya başlamıştı.

"Bırakın şimdi onları da. Bizim iş tamam mı?"

"Her şey hazır."

Aras Soykan'ı onaylarken hani gizli bir şey olmayacaktı, diye geçiriyordum içimden. Ne işinden bahsediyorlardı? Belki başka bir şeydir, böyle düşünmek isteyerek bünyeme başka bir gerginlik eklemeyi reddettim. Gözlerim tekrar şamdan da sabitlenmişti ki Soykan'ın soğuk ellerini bacağımın iç tarafında hissettim. Hafif bir baskı uygulayarak sıkmış, dikkatimin tamamen kendisinde toplanmasını sağlamıştı.

"Sallama bacağını. Endişe yok, dedik. Uygulamalı gösterdim. Tekrar mı edeyim?"

Bacağımı salladığımın bilincinde bile değilken bahsettiği uygulamayla tüylerim diken diken olmuştu. Kendimi tekrar o anın içinde hissetmiştim. Tenim gerilmiş, hareketlerim kısıtlanmıştı. Bu ruh halinden kurtulmak adına Soykan'ın hemen yanınmda duran başına doğru eğilerek kulağına fısıldadım.

"Heyecandan titriyorum."

Güldü. Ardından sandalyemi hiç zorlanmadan kendine çekti. Sarsılan bedenimi dik tutmaya gayret ederek vereceği tepkiyi merak ediyordum. Ona yaklaşan sandalyemle masanın başında ikimiz yan yana oturuyorduk. Birlikte.

"Titreme sebebinin farklı olmasını isterdim ancak merak etme. Seni rahatlatabilirim. Parmaklarım teninde olur."

İtiraz etmeme fırsat vermeden yakınlığını çekti ancak eli olduğu yerde durmaya devam etti. Baş parmağıyla daireler çizerken artık düşünmek için bile odaklanamıyordum. O ise dikkatini tamamen masadakilere vermiş, konuşmaya devam etmişti. Dinleyemiyordum bile.

Gözlerim masanın beyaz örtüsünde, parmaklarının hareketini düşünmemeye çalışıyordum. İmkansıza yakındı. Kendimle mücadele ederken sandalye çekilme sesi kulağıma geldiğinde kafamı kaldırarak gelene baktım. Uygar gelmiş, Aras'ın yanına oturmuştu. Gelir gelmez de sözü devralmıştı.

"Adamları ayarladım. Ne olur ne olmaz diye öncesinden garsonların arasına da adam sızdırmıştım. Kolunda altın sarısı peçete olanlar bizimkiler. Onlardan öğrendim ki mekan güvenliği için gelenlerden mor kıravaltı olanlar saldırmak için buradalarmış. Onlara dikkat edin. Ben adamlara enselerinde olmalarını söyledim ama ne olur ne olmaz. Gözünüz onlarda olsun."

Uygar rahatça arkasına yaslanırken masadaki kuru yemiş tabaklarından bir badem almış ve ağzına atmıştı. Kendine düşen görevi tamamlamış olmanın verdiği güvenin yanında fark edilir bir rahatlık da vardı. Olduğumuz konuma ve durumlara bu kadar alışık olmaları, rahatlıkları hayret ediciydi. Bence tehlikeliydi de. Ancak aklımı kurcalayan bir diğer soru ise benim de bu rahatlık seviyesine erişip erişmeyeceğimdi.

"Çok iyi olmuş bu. Getirdiğimiz adam sayısı belli olsa da gizli çok adamımız var içerde. Hadi hayırlısı." Taha sözlerini söyledikten sonra Uygar gibi arkasına yaslanmış, ellerini dizlerine vurarak beklemeye başlamıştı.

"Ben Naçar'a beş dakika veriyorum. Beş dakika sonra burada olacak." Aras kolundaki gümüş saate bakarken söylemişti bunları. Sözlerine Soykan'ın tepkisi ne olacaktı, bunu görmek için bakışlarımı ona çıkardım. Herhangi bir cümle kurmazken gözleri gözlerimi buldu.

Gözleri çok güzeldi. Simsiyah gözleri nasıl güzel olabilirdi ki? Çoğu kişiye göre sıradan olsa da onun gözleri öyle değildi. Bence büyülüydü. Göz bebekleri zehir, kirpikleri baktığı göze saplanan mızrak gibiydi. Parlak siyah gözleri, uzun kirpikleri, kısacası bütünü, her şeyi... İnsanın baktıkça bakası geliyordu. Etkileyiciydi.

Her ne kadar çekmek istemesem de gözlerimi gözlerinden ayırdım. Pürüzsüz teninde ilerlettim. Kemikli yüzü teninin altında kendini belli ediyordu. Kirli sakalı dahi yüzünde biçimli bir şekilde duruyordu. Dudakları her zaman koyu pembe oluyordu, soluk değildi. Gözlerimi dudaklarından çekip çene hattına düşürürken derince yutkundum.

Cildi çok güzeldi. Teninin dokusu sürekli dokunmak isteyeceğin türdendi. Yutkunduğu için adem elması hareket ediyor, boynundaki damarlar hafifçe belirginleşiyordu. Bir de beni vardı orada. Dudaklarımı bastırıp kokusunu çekerek öpmek istiyordum, bazen.

Bunları düşünürken bir kez daha yutkunmuştum. Şimdi üzerine bakıyordum. Siyah takım elbisenin içine siyah boğazlı tişört giymişti. Ceketi de takım elbise ceketinden farklı olarak daha ağır duruyordu. Siyah ona çok yakışıyordu. Gerçi başka hiçbir renkle görmemiştim. Bilmiyordum.

Gözlerim son olarak bacağımdaki elini bulduğunda kemikli ve uzun ellerinin damarlarını inceliyordum. Elleri de çok güzeldi. Tırnaklarının şekli, parmaklarının yapısı, teni... Fetiş duyulabilicek ellere sahipti.

Bunları düşünürken mümkünmüş gibi Soykan tarafından sandalyem biraz daha çekildi. Başı direkt olarak kulağıma yaklaşırken tenimi ürperten nefesiydi. Söyleceklerinin heyecan verici olacağını biliyordum. Gözlerimi elinden çekemezken parmaklarının hareketiyle deliriyordum.

"Bugün bakışlarınla konuşuyorsun yavrum. Birini kestin, biçtin gömdün. Beni soydun, yatağa attın, öptün. Anlatmak istediklerini anlıyorum. Yapma. Öyle bakma. Ben yanmaya her an hazırım."

Kafamı kaldırmadan göğsüne doğru fısıldadım. "Bir şey yapmıyorum." Sözlerimle kıvrılan dudaklarının yanında sesi kulağıma ulaştı. Güldü, söylediklerimi ciddiye almayarak güldü. Ardından eliyle bacağımı sertçe sıkıştırdığında olduğum yerde dikleşmek zorunda kaldım.

"Asıl ben hiçbir şey yapmıyorum." Öyle masum ve içten söylemişti ki bunu neyi kastettiğini tam anlamıyla anlamıştım. Tam karşılık vermek üzereydim ki konuşmamı engelleyen sözü tekrar devraldı.

"Ayrıca bir şey yapmıyorsan tahrik edici bakışlarının sebebi ne?"

"Bakışlarımla bile tahrik olacak kadar benimle sorunun ne?"

"Sorun yok. Zarar var. Ama bu zararın bir sonu olacak. Bence çok yakın. Zararlı kim çıkacak onu merak ediyorum."

Sözlerinin ardından eğildi ve açık olan omzuma bir öpücük bıraktı. Kalabalık mekanda, arkadaşlarının arasındaydık ancak herhangi bir çekince duymuyordu. Evde farklı, insan içinde farklı davranmıyordu. Her zamanki gibiydi. Bu hislerine karşı güven duymamı sağlıyor, hoşuma gidiyordu.

Elini olduğu yerden çekmeyip daire çizmeye devam ederken ben bakışlarımı diğerlerine çıkarmıştım. Bir film izler gibi bizi izlemeyeceklerini elbette biliyordum ancak yine de istemesizce gerilmiştim. Benim bu tavrımın aksine Soykan çok rahattı ve arkadaşları da kendi aralarında sohbet ediyordu. Bakışlarını bırak, ilgileri bile bizde değildi. Bu beni de rahatlatırken yapışmak istercesine arkama yaslandım. Soykan'ın elinin olduğu bacağımı çekmeye çalışarak hareket ettirdiğimde karşılığı parmaklarını daha yukarı çıkarmak olmuştu.

Üstelik bununla da yetinmeyip ilerletmeye devam ediyordu ki avucumu elinin üzerine bastırarak durdurdum. Tırnaklarımı uyarırcasına tenine gömdün. Acımasını beklerken kıkırtısı kulağıma ulaşmış, sesini benimle birlikte diğerleri de duymuştu.

"Elime değil sırtıma."

Herkesin duyabileceği şekilde konuşması gözlerimin kocaman olmasına sebep olmuştu. Diğerlerinin bakışları bize dönmüş, Aras o beklenen soruyu sormuştu.

"Ne dedin abi?"

Dudağımın içini öyle ısırıyordum ki neredeyse parçalanacaktı. Yalnızca Soykan'ın pislik yapmamasını istiyordum. Espiri anlayışı bayağı farklıydı. Ben bunları düşünürken Soykan korktuğum şeyi yapmamış, Aras'ı geçiştirmişti. Şimdi ise yüzümü kendisine çevirmeden parmağını dudağımı ısırdığım yere bastırarak serbest kalmasını sağlamıştı.

"Kendininkini değil. Benimkini ısırsan bayağı zevkli olur."

Öne doğru eğdiği bedeniyle kulağıma bunları fısıldayıp kuru yemiş tabağından aldığı fıstığı ağzına atmıştı. Kocaman olan gözlerimle hareketlerini izliyordum ancak bu kez sessiz konuşmasına sevinmeden de edemiyordum.

Böyle bir yerde bile benimle uğraşacabilecek kadar umrunda değildi buradakiler. Bu gerginliğimi alıyor muydu yoksa daha mı geriyordu, karar veremiyordum.

"Aman efendim. Ne büyük şeref. Baran Soykan, buradasın."

Tam da Aras'ın söylediği gibi Naçar yüzündeki sevimsiz gülümsemesi ve etrafındaki birkaç adamı eşliğinde Taha'nın yanında çekilen sandaleyeye oturmuş, adamı tarafından da ceketi omuzlarına bırakılmıştı.

Sesi ve oturması üzerine masadaki herkesin dikkati ondaydı şimdi. Az önceki arkadaş ortamı havasından eser kalmamış, Soykan'ın arkadaşlarının hepsi bir kavganın ortasında gibi ciddi ve atak halinde bir tavır takınmıştı.

"Ya öyle oldu."

Konuşan Soykan'dı. Direkt olarak Naçar'a bakıyordu. Yüzü öyle ciddiydi ki normal çıkan sesinin hislerini bulmak imkansızdı.

"Aslında emindim teklifimi kabul edeceğinden. Sen zeki bir adamsın."
Naçar'ın kendinden emin ve gevşek ifadesi ortamı daha da geriyordu. Uygar her an saldıracak gibi duruyorken Taha'nın Naçar'a dönük yüzünü göremiyordum. Aras ise en az Uygar kadar tahammülsüzdü. Naçar, kancalı elini masaya koyduğunda diğerini de birleştirir gibi üzerine bırakmıştı. Bu kadar emin olma lüksünü nereden bulduğunu anlamıyordum.

"Öyleyim."

Soykan tek bir kelimeyle karşılık vermişti. Naçar'ın aksine ben içimde bazı şeyleri kesinleştiremiyordum. Soykan böyle birinin ajanı olacak en son kişi bile değildi. Etrafında Naçar gibiler çoktu, emindim. Emin olduğum bir diğer şeyse o kişilerin Soykan'a çalıştığı yönündeydi. Soykan kimseye çalışmazdı.

"Muhatabımız da birazdan burada olur. Ne istediğimi biliyorsun. Sen benim için çalışacaksın. Ben senin düşmanın olmayacağım. Bence karlı bir ittifak. Benim gibi düşman istemezsin."

"Sen kimsin lan?" Aras kendine hakim olamayarak atlamıştı lafa. Naçar kendini o kadar yüksekte görüyordu ki karşısında sakin kalmak mümkün değildi. Şimdi ne olacak diye merak ediyordum. Bakışlarım Naçar'ın üzerindeydi. Önce kınayan bir ifadeyle Aras'a baktı, ardından bakışlarını Soykan'a çıkarıp konuşmaya kaldığı yerden devam etti.

"İtlerini susturacak mısın? Bak benimkiler ayakta, oturma hakları bile yok." Bu aşağılayıcı tavrına karşı ben bile tahammül edemezken Uygar hem sözleriyle hem de yaptığı hamleyle Naçar'ın dikkatini çekmişti.

"İt dediğin senin hayatını siker, uyandırayım." Naçar'ın sesi kesilmişti. Bakışları tek bir yere odaklandığında Uygar'ın masaya siper ettiği silahın namlusunu görmüştüm. Gördüğüm bir diğer şey ise Naçar'ın yüzündeki korkuydu. İfadesini toplamak için mücadele ederken pis ağzı tekrar aralanmıştı.

"Terbiyes-"

"Kes sesini! Neden karşımda olduğunu unutma. Gevşekliğe devam edersen ben keserim nefesini." Soykan'ın sözlerinin muhatabı direkt olarak Naçar'dı. Durumun ciddiyetini fark etmiş olacak ki ağzı da ifadesi de toparlanmıştı. Oturuşunu dikleştirerek ceketini düzeltti. Boğazını temizledi ve derin bir nefes verdi.

"Hoş geldiniz beyler."

Naçar'da olan dikkatimi dağıtan duyduğum yabancı sesti. Masadakilere hitaben konuşmuş, bana da baş selamı vermişti gelen kişi. Masanın başında, Soykan'ın tam karşısındaki yerini alan saçlarına aklar karışmış, fit bir vücuda sahip kırklı yaşlarındaki beyaz tenli, koyu mavi gözlü adamdı. Bu Bedri Yatur olmalıydı.

"İşte muhatabımız da geldi." Naçar'ın bu cümlesiyle düşüncem netleşmişti. Soykan'ın bahsettiği federasyon ve yer altı tünellerinin sahibi Bedri Yatur buydu. Fit vücudu antrenör oluşunu yansıtırken takım elbiseli hali de tıpkı seçkin bir iş adamı imajı çiziyordu. Bu kişinin gelmesiyle Naçar az önce aldığı payı bir kenara bırakmış, tekrar gereksiz bir özgüvenle konuşmaya başlamıştı.

"Baran seninle çalışmak istediğini söyleyince biraz alındım açıkcası. Benim boksörüm olsun isterdim. Israrla seni isteyince onun için iyi bir refarans olmak da gurur verici oldu."

Naçar denen, adam demeye bin şahit isteyen kişi alenen yalan konuşuyordu. Soykan'ın bu teklifi kabul etmesini aklımla beraber midem de almıyordu. Çünkü mide bulandırıcı bir adamdı. Naçar konuşurken Bedri tam karşımızdaki sandaleyeye oturmuştu.

"Açık konuşmak gerekirse ben de bir hayli şaşırdım. A'zel benim için mükemmel bir yatırım olur. Gururu, hazzı anlatamayacağım boyutta."

Bedri Naçar'ı yok sayarak direkt olarak Soykan'a çıkarmıştı bakışlarını konuşurken. Onunla konuşmak istediğini iletiyordu tavrıyla. Soykan eyvallah dercesine başını hareket ettirmiş, cevap vermemişti.

"Mahir'le olan durumunuzu duydum. 25. Bölge'de herkes bunu konuşuyor. Durumlar biraz karışıkmış." Son cümlesinde gözlerini bana çıkarmıştı Bedri. Demekki biyolojik bağımızdan haberdardı. Bu rahatsızlık duymama sebep olduğunda huysuzca yerimde hareket ettim.

"Mahir'le hiçbir bağlantım kalmadı. Şahsi yakınlıklarım da beni ilgilendirir. Konudan sapma."

Soykan rahatsızlığımı fark etmiş olacak ki araya girerek konuyu açılmadan kapatmıştı. Bacağımdaki elini hareket ettirerek de beni uyardı. Sakin olmaya çalışıyordum. Masada kaç kişiydik ancak yalnızca iki üç kişiden ses çıkıyordu ve başrol hep Baran Soykan'dı.

"Nasıl istersen. Dediğim gibi beni isteyeceğine ihtimal vermemiştim. Hâlâ şaşkınım. Ne diyeceğimi bilemedim. Yarım saat sonra sahnede bir konuşma yapacağım. Onun öncesinde biz seninle detayları konuşalım." Bedri ortamı toparlarcasına konuşuyordu. Soykan'ın bahsettiği o tehlikeden ziyade samimi bir ortak edasındaydı tavrı.

"Sence seni istemiş miyimdir?"

Soykan'ın bu cümlesiyle hızla başımı ona çevirdim. Sırtını sandalyesine yaslamış, alaycı bir ifadeyle konuşuyordu. Bakışları insana varlığını sorgulattırıyordu.

"Burada olduğuna göre istiyorsun." En az Soykan kadar büyük bir kibirle konuşmuştu Bedri. Gerçek yüzü şimdi ortaya çıkıyordu anlaşılan. Soykan gibi arkasına yaslanmış, meydan okuyordu.

"Naçar, alnıma silah dayandığında aptal olduğunu gösterdi. Davetime katılarak düşüncemi güçlendirdi. Bugün şüpheye yer bırakmadan ispatladı."

Bakışlarımı yalnızca Soykan'da tutmak istiyordum. Aklından geçirdiklerini görebilir, anlayabilirdim belki de ancak ne tepki verdiklerini görmek istediğim için kime bakacağımı şaşırmıştım. Dayananamış, yine herkese tek tek bakmıştım.

Soykan'ın sözlerine arkadaşları tepkisiz kalmıştı. Naçar kaşlarını çatmış, Bedri ise dik duruşunu bozarak masaya doğru eğilmişti. Anlamadığını belli eden bir ifade yüzüne yayılırken bunu sinir ve huysuzluk da takip ediyordu.

"Nasıl yani?" Bedri vakit kaybetmeden çattığı kaşları ve gerilen çehresi eşliğinde konuşmuştu.

"Neden burada olduğumu merak ediyorsun değil mi?"

"Fazlasıyla."

Bedri'nin cevabı üzerine Soykan başını dikleştirdi. Gözleri küçümseyerek önce Naçar'ı buldu, sonra Bedri de sabitlendi. Derin bir nefes alıp acele etmeden verdi ve dudaklarını araladı.

"Naçar partime geldiği gün bana bir teklifte bulundu. Ajanı olmamı istedi. Seninle anlaşma yapacak, sonra da bilgilerine ulaşıp Naçar'a sızdıracağım. Şaşırmakta haklısın. Bunu benim gibi bir adamdan istedi ve kabul ettiğimi düşündü. İstediği anlaşma yapacağın boksörleri engelleyip planlarını bozmak, yer altı tünellerinin yerini öğrenmek. Bana fazla bilgi verirdin. Ben bilgilere ulaşabilecek bir adamım, doğru ama ite itlik yapacak son kişi bile değilim."

Soykan'ın sözleri üzerine Taha hızla oturduğu yerden kalkmıştı. Masadan uzaklaşırken nereye gittiğine bakamadan Naçar'ın sesi duyulmuştu. "Ne diyorsun la-" Naçar beline doğru hamle yapıp silahını çıkarmak üzereydi. Ancak Naçar'ın bedeni büyük bir şiddetle sarsıldı.

Anladığım kadarıyla Uygar masanın altından bir tekme savurmuştu. Bunun yanında Naçar'ın bakışlarının masanın altında bir yere sabitlenmesi namlunun hedefinde olduğu gerçeğini güçlendiriyordu. Tam karşısında oturan Uygar tehditini sunuyordu. Soykan'ın adamları masanın etrafını sarmıştı çoktan. Çoğu Naçar'ın adamlarının ensesindeydi, bellerinden silahlarını alıyordu.

Uygar Naçar'ın dikkatini çekmek için parmağını şıklattığında üzerinde bir noktayı işaret etti. Naçar'la birlikte benim gözlerim de gösterdiği yerde sabitlendi. Naçar'ın tam kalbinin üzerinde kırmızı bir nokta vardı. Lazerdi bu. Tetikçi nişan almıştı.

Bedri'nin tepkisine bakmak istediğimde neye uğradığını şaşırmış bir ifadeye rastladım o an. Yüzünde allak bullak bir ifade varken öfkesi de gün yüzüne çıkıyordu. Bunun yanında öfkesini besleyen şey onun da üzerinde gezen lazer oldu. Bir başka tetikçi de onu nişan almıştı. İkisi de karşımızda hareketsizce duruyordu.

Öyle gerilmiştim ki yalnızca Soykan'a bakıyordum şimdi. Bir an önce bu anın bitmesini istiyordum. Soykan'ın plansız hareket etmediğinden artık tam anlamıyla emindim, onu tanıdığımdan da. Bu teklifi kabul etmeyeceğini biliyordum ancak yaptıkları bana da sürpriz olmuştu. Karşında iki düşman vardı. Onların ellerini kollarını başlamışken kendisi büyük bir rahatlıkla sandalyesinde oturuyor, üstüne fıstık yiyordu.

"Ses kontrol. Bir, iki... Evet. Hanımlar beyler tüm çiftleri dans için sahneye davet ediyoruz."

Mikrofondan çıkan ses Taha'ya aitti. Büyük bir şaşkınlıkla ne yaptığını sorgulayarak olduğum yerde dönmüş, görüş açıma onu almıştım. Sahnenin ortasındaydı ve yüzündeki kocaman gülüşüyle çiftleri sahneye davet ediyordu. Gerçekten mi? Şu an mı? Üstelik birçok kişi bu masada olanlardan ve mekanda olacaklardan habersizce yüzlerindeki gülümseyle sahneye gidiyordu. Yine nasıl bir planları var diye düşünürken Soykan'ın bacağımda olan parmakları parmaklarıma kaydı ve elimi avucuna hapsetti. Ağır hareketlerle ayağı kalktı. Mahçup bir ifade ve ses tonu kullanarak masadaki ikiliye hitaben konuştu.

"İzninizle!"

Sanki Uygar'a diyormuş gibi konuştuğunda Uygar ben buradayım dercesine hareket yapmış, elindeki silahı masaya bırakmıştı. Ardından masadaki kuru yemiş tabağını eline alarak büyük bir keyifle yemeye başlamıştı.

Bedri kendi davetinde bu konuma düştüğü için öfkeden deliye dönüyordu. Bu her halinden belli olurken arkamızdan yalnızca Aras'ın sesini duydum.

"Bedri rahat ol. Seni öldürmek gibi bir planımız yok. Yalnızca fevri bir hamleyi zamanından önce yapma diye tutuyoruz seni. Şahane bir gösterimiz var. Onu izlemelisiniz. İkinizde. Sen rahat ol. Naçar tutuşabilir."

Soykan'ın bileğimi saran eliyle yönlendiriyordum. Birkaç adım öndeydi benden. Büyük adımları aceleci tavrını gizlerken sahnenin ortasındaki yerimizi almıştık. Etrafımızda birden çok çift vardı. Kimi orta yaşlarındaydı kimi genç. Kısaca bakışlarımı etrafta gezdirdiğimde çoğu konuşmanın ve gözün muhatabı olduğumuzu görmüştüm.

"Ortalık yangın yeriyken benimle dans mı edeceksin gerçekten?" Soykan elini belime yerleştirip diğer eliyle elimi tuttuğunda dans etmeye başlamıştık ki bu sorumu ona ilettim. Sanki bir baloda dans edercesine bedenimi yönlendiriyor ve benimle dans ediyordu.

"Bu da Aras'ın bahsettiği gösterinin bir parçası."

"Bu gösterinin sonunu ölesiye merak ediyorum." Bedenlerimizi uzaklaştırıp hızla beni kendine çekmişti. Bedenimi geriye yatırmadan öncede söylemek istediklerimi iletmiştim.

"Bana güveniyorsan keyifli olacağından hiç şüphen olmasın."

Dikleştirdiği bedenimle sekronize hareketler gerçekleştiriyorduk. Dışardan nasıl görünüyorduk bilmiyordum ancak yalnızca onun sözlerine inanmak istiyordum. Keyifli olacağına, vicdan yapamayacağım kadar kötü adamlarla karşı karşıya olacağımıza kendimi hazırlıyordum. Ona güveniyordum. Akışa bırakmaya dünden razıydım ve bunu yaptım. Hemen karşımda olan bedenine karşı kafamı kaldırarak gözlerine baktım. Vakit kaybetmeden dudaklarımı araladım.

"Naçar'ın eline ne oldu?" Bunu gerçekten merak ediyordum. Bir diğer merak ettiğim şeyse geçmişleri ve o adamın bugündeki yeriydi.

"Ben kestim."

Verdiği yanıtla kolları arasında öylece kalmıştım. Şaşkınlığı tüm hücrelerimde yaşıyordum. Gözlerimin büyümesine ve ağzımın açık kalmasına engel olamamıştım. Bunu asla beklemiyordum.

"Ne! Neden?"

Yüksek çıkan sesimle öylece durduğumda hareketsizliğim dikkat çekmek üzereydi ki Soykan tarafından bir kez daha yönlendirildim. Yaşadığım şaşkınlıkla öylece vereceği cevabı bekliyordum.

"Alnıma namluyu dayadı. Tetiği çekemezse elini bilekten keseceğimi söyledim. Çekemedi. Ben de silahı tutan elini kestim."

Hiçbir duygu barındırmayan sesi ve yüzü eşliğinde söyledikleri, gözlerine bakmamı engelledi. Daha fazla bakmadığım gözlerinden bakışlarımı çektim. Bu tavrıma karşılık Soykan dikkatimi çekmek istemiş olacak ki hızla yerlerimizi değiştirdi. Saniyeler önce onun baktığı yere gözlerine bakamayarak ben bakıyordum şimdi.

"Ve bu adam hâlâ senin masana oturuyor."

"Evet."

"Ne yaptı bilmiyorum ama nefretinin hâlâ diri olduğundan eminim. Düşmanına kin tutmaktan geri durmuyorsun."

Soykan olumsuz anlamda bir ses çıkardı. Çık sesi kulağıma ulaştığında gözlerim gözlerini buldu. Kinci olması kabul edemeyeceği bir şey değildi.

"Ben kinci değilim. Hafızam kuvvetli."

Unutmuyordu evet. Kendisine yapılan iyiliği de kötülüğü de. Bu onu kinci yapmazdı belki ancak acımasız yapıyordu.

"Acımazsız olduğun gerçek."

Gözlerimi tekrar ondan çekerek etrafa çıkardım. Sahneden uzakta bir hareketlilik vardı. Fark etmiştim bunu. Şimdi daha dikkatli bakıyordum ki az önce Uygar'ın bahsettiği mor kıravaltlı adamların oralarda dolaştığını fark ettim. İki kişilerdi ve tehlikeli olanlar onlardı. Saldıracaklardı o halde. Adamların hareketlerini incelerken konuşmak üzereydim ancak bunu engelleyen Soykan oldu.

"Saat kaç?"

Ne? Saat kaç? O an aklıma düşen birkaç sahne ve sözü hatırladım. Arkadaşlarıyla ilk tanıştığımız gün Uygar'ların saatin konumuna göre vurdukları adamlar aklıma geldi. Bu onların arasında bir şifre gibiydi. Ve Soykan bana demişti ki sana saati sorarsam bir tehlike vardır. Senin baktığın yer hep on ikiyi gösterecek, ilk söylenen sol, ikinci sağ olacak, demişti. Hatırladıklarımın üstüne hemen adamların yerini saat üzerinde düşünerek aceleyle söyledim.

"10.10"

Dudaklarım kapanır kapanmaz dansımız Soykan tarafından sonlanmıştı.

"07.40"

Soykan da bana saati söylemiş, ardından hızla bedenlerimizi yer değiştirmişti. Sırt sırtaydık şu an. Gözlerim adamların yerini belirlerken bir elim hızla bacağımdaki silahı olduğu yerden çıkarmıştı. Adrenalin öyle etkili bir şeydi ki ne olduğunu anlayamadığım bir anda adamlardan birini omzundan vurmuştum.

Silah sesini duyan insanlar panikle pisti terk ediyordu. Benim silahımdan çıkan seslere Soykan'ın mermileri eşlik ediyordu. O ikisini de vurmuştu. Vakit kaybetmemem, düşüncelerimin esiri olmamam gerekiyordu. Bunu düşündüğüm an da diğer adamında omzunu hedef almış, acı içinde yere düşmesini sağlamıştım.

Adımlarım istemsizce geriye gittiğinde sırtım Soykan'ın sırtına yaslanmıştı ancak sabit kalamıyordum. Çünkü etrafta daha fazlası var mı diye kontrol etmek isteyen Soykan daire çizecek şekilde hareket ediyor. Ben de ona eşlik ediyordum. Etrafta olan bakışlarım, mahşer yeri gibi kargaşa içinde olan sahnede Aras ve Uygar'ı buldu. Taha'yı masada bırakarak bize destek olmak için pistteki yerlerini almışlardı.

Bizim silahlarımızdan kurşun çıkmazken silah sesleri etraftaydı. Onların desteğiyle daha rahat nefes alabilmiştim. Uygar tetikçiydi. Benim yaptıklarımı gözü kapalı yapardı. Bu beni hepimiz adına rahatlattığında gözüme takılan bir diğer mor kıravatlıyı sağ bacağından vurmuştum. Yere düşmesine rağmen namluyu bize doğrulttuğu için bu kez elini nişan almış, çektiğim tetikle silahının düşmesini sağlamıştım.

Silahımdan çıkan son kurşunla mekan ışıkları birden kapandı. Etraf zifiri karanlıktı şimdi. Barut kokusu genzimde, insanların çığlıkları zihnimdeydi. Sağa sola dağılıştıklarına dair çıkardıkları topuk seslerini dinliyordum ki Soykan'ın elini belimde hissettim. El Soykan'a aitti, emindim. Kokusu tüm benliğimdeydi çünkü.

Soykan'ın hızlı adımları bedenini önüme siper ederek ilerletiyordu beni. O kadar hızlıydık ki karanlıkta düşme ihtimalini düşünemeyecek kadar ana ait hissediyordum. Soykan bedenimi soğuk bir zemine yasladığında hâlâ aynı bölümdeydik. Arkamdaki mekanın içinde olan büyük bir kolondu. Bedeni direkt olarak bedenimi koruyordu.

Nefes nefese sakinleşmeye çalışıyordum. Kalbim deli gibi atıyordu ancak asla korkmuyordum. Aksine düşünemeyecek kadar ana ait olmak garip bir şekilde haz duymamı sağlamıştı. Bizden oldukça uzakta olan adamları nişan aldığım yerden tek seferde vurabilmek kendime duyduğum güveni okşamıştı.

Soykan'ın gözlerini göremiyordum ancak istiyordum, deli gibi. Bana dair hislerini merak ediyordum. Duyduğum muhtaçlıkla karanlık suretine bakarken mekanın içini yarım yamalak aydınlatacak bir ışık vurdu üzerimize. Sebebi arkamda olacak ki baktığım yerde ışık kaynağına dair hiçbir şey göremiyordum.

Bu yüzden sırtımı yaslandığım yerden ayırarak derin nefesler eşliğinde kafamı kolonun arkasından sahneye doğru uzattım. Tam da tahmin ettiğim gibi ışığın kaynağı oradaydı. Bir projeksiyondan yansıtılan büyük, kare ekran ve ekranda birden fazla adam vardı. Ben pür dikkat olanları izlerken Soykan'ın nefesini ensemde hissettim. Bedeni hemen arkamda bir dağ görevi görüyordu. Ona yaslanmaktan geri durmuyordum.

Odağımı zihnimden uzaklaştırarak ekranda olup biteni inceledim. Kameranın açısını kısmen kaplayan adam uzaklaştığında arkasında tıpkı bir maden ocağını andıran bir giriş fark etmiştim. Bu sebeple gözlerim direkt olarak Bedri'yi bulmuştu. Yerine sığamayan hali gözlerime çalındğında tahminim güçlenmişti. Bedri'nin yer altı tünellerinden biriydi.

Ben olayları bir mantığa otuttururken kamera açısı değişti. Şimdi iki farklı yığın vardı karşımızda. Birinin ne olduğunu tam anlamıyla anlamazken diğerinin birbirinden farklı onlarca silah olduğunu fark ettim. O halde netleştiremediklerim uyuşturucu olmalıydı.

İki yığını da tam olarak görebiliyorduk. Az önce kamerayı kısmen kaplayan adam elini kaldırdığında birden fazla adam silahlara yönelmiş, aldıklarını bir arabaya yüklemeye başlamıştı. Peki uyuşturucular? Tam zihnimden bunları geçiriyordum ki siyahın hakim olduğu görüntüde büyük bir parlama gerçekleşti. Ateşin rengi mekanın içini de kızıla bürüdü. Kocaman olan gözlerimle olanları izliyordum. Uyuşturucuları yakmışlardı.

Bedri'nin sesini kalabalıktan duyamıyordum ancak öfkesinin gölgesini bir ruhun üzerinde hissediyordum. O ruha azap mı olacak yoksa alacak mı onu kestiremiyordum.
Bedri de olan bakışlarımı tekrar ekrana çıkardığımda görüntü kesildi. Ardından ekranda kocaman bir yazı belirdi.

A'ZEL

SİLASIZ VE TEK

Bu gösterinin Soykan'a ait olduğunu elbette biliyordum ancak içeriğinden haberim yoktu. Yaptığı çok büyük bir meydan okumaydı. Bedri'yi kendi mekanında ve davetinde yerin dibine gömerken herkese bir maşa olmayacağını büyük bir hamleyle göstermişti. Bu benim için bile fazla gösterişli bir savaş ilanıydı. Güç göstesirisiydi. Etkileyiciydi. Bir de tehlikeli.

Olup bitenin haklı gururu içime doğmuştu. İnanılmaz iyi hissediyordum. Gözlerim ekrandaki A'zel yazısında kilitli kalmıştı. Ancak bunu bölen Soykan'ın parmaklarımın arasına kayan parmakları oldu. Ekran sebebiyle loş ışığın hakim olduğu yerde direkt olarak gözlerime baktı önce. Gözlerinin için parlıyordu. Orada bir ateş vardı, tarif edilemez bir duyguydu bu. Ardından gözlerimizin temasını arkasına dönüp ilerlemeye başlayarak böldü.

Gözlerim direkt geniş sırtındaydı. Ancak arkada olup biteni de görmek istiyordum. Bu yüzden başımı geriye çevirdiğimde küçük dilimi yutacağım bir manzarayla karşılaştım, sesle yerimden sıçradım. Az önce silah elimdeyken etkilenmediğim sesle. Kurşun bu sefer Bedri'nin silahından çıkmış, Naçar'ın beynine saplanmıştı. Geriye düşen başı yüzünü gözümün önüne sermiş, akan kan saçlarının arasına karışmıştı. Yayılan bedeni ve iki eli yana düşmüş bir beden vardı karşımda. Ölüydü. Bedri az önce kafasına sıkarak öldürmüştü.

"Naçar'ı öldürdü."

İnanamayan sesimle konuşmuştum. Şoka girmiştim resmen. Aralarında ezeli bir düşmanlık başladı sanmıştım. Öldüreceğini düşünmemiştim o an. Başım hâlâ geriye yaslıydı ancak görüş açımda Naçar yoktu. Davet alanından çıkmış, az aydınlatmalı geniş bir koridorda ilerliyorduk. Başımı hâlâ önüme çevirememiştim ve neredeyse çekiştirilerek yürüyordum.

"Adilik yaparsan aşağılık bir şekilde ölürsün."

Soykan'ın sesiyle kendime gelerek arkasında değil yanında ilerlemeye başladım. Ellerimiz ikimizin arasındaydı şimdi. Başım yana dönüktü ve Soykan'ın profilindeydi.

"Ya aynısını sana da yaparsa."

"Yapamaz."

"Naçar'dan farkın ne ki gözünde? Adamın teslimatını yaktın!" Soykan davetten bahsederken 'o gün bir teslimat var, çok eğlenceli olacak' demişti. Bir planı yokmuş gibi davranmıştı ancak Naçar'la konuştuğu andan itibaren planını yapmıştı. Belliydi.

"Onun için çok önemli olan bilgilere sahibim. Beni öldüremeyeceğine göre susayım diye benim için çalışacak. Çalışmak zorunda. Bana düşman değil, köpek olacak."

Naçar bir düşmandı. Yaptığı planla ortadan kalkmıştı. Bedri bir düşman adayıydı. Planla düşman olacakken kendisine gebe kalmıştı. Bir taşla kaç kuş?

Soykan'ın ince düşüncelerine ve zekasına duyduğum hayretle ilerliyordum. Mekan kapısına çok az bir yolumuz kalmıştı. Girişi göreceğimiz kadar yakındık. İlerlemeye devam ediyorduk ki ara bölmeden çıkan bir kişi elindeki silahla önümüzü kesti. Onun hamlesine Soykan silahını çıkararak karşılık verdi. Karşımızdaki adam pis bir gülüşle Soykan'ı hedef almıştı ki hâlâ elimde olduğundan bi haber olduğum silahı seri bi şekilde kaldırarak adamı sağ göğsünün altından vurdum.

Adamın acı dolu inlemesi mekanı titretiyordu. Soykan'ın başı hızla beni bulmuştu. Çatılan kaşlarının ardından direkt olarak gözlerime bakıyordu. Beklemediği bir hamleydi ki şaşkınlığı her halinden belli oluyordu. Bu adamın devamı da olduğunu düşünerek bu kez ben Soykan'ın bileğini yakalandım ve hızla çıkışa doğru ilerlemeye başladım. Bir an önce buradan çıkmalıydık. Soykan'ın o afallayan hali kısa bir süre sonra kaybolmuş, adımları daha güçlü ilerlemeye başlamıştı.

Seri bir şekilde mekandan çıktık. Belirli bir uzaklığa geldiğimizde mekanın girişini göreceğimiz bir yerde durdurdu Soykan adımlarımızı. Bir sokağın başındaydık. Pis işlerin döndüğü bir mekan olsa da gayet aktif ve kalabalık bir konuma sahipti. Sokakları da benzer yerlere çıkıyordu.

"Şimdi soruyorum sana. Gitmek mi istersin kalıp savaşmak mı?"

Bu sorusunun sebebi daha önce kurduğu cümle miydi? Eğer kaçacak olsam haberin olur, sana sorarım, demişti. O yüzden mi soruyordu bunu? Üstelik cümlelerini kurarken mekanın girişine kaymıştı gözleri. Ben de onu takip etmiş ve baktığı yere sabitlemiştim gözlerimi. Biz karanlıkta olduğumuz için fark edilmemiz zordu ancak peşimizden dışarı çıkan ve direkt olarak bizi arayan adamlar her geçen saniye daha da kalabalıklaşıyordu girişte.

Onları es geçerek gözlerimi etrafa çevirdim. Birlikte sahnede dans ettiğimiz çoğu kişi panik halinde mekanın dışındaydı. Kadınlar soğuktan titrerken kalabalık bir cadde olması sebebiyle bir çok genç ve çocuk panik halinde bir yerde toplanıyor, çığlık sesleri etrafa dağılıyordu. Mekanın içinden hâlâ silah sesleri geliyordu çünkü. Şu an savaşmayı seçsem bu dava sokağa da sıçrayacak, belki birçok masumun canı yanacaktı. Her şeyden bağımsız, sokakta gezen bir hayvan ya da insan kör bir kurşunun hedefi olacaktı. Korkacaktı. Çocuklar ağlayacaktı.

Bunu istemiyordum. Zalimin yanması kabul edilirdi ancak kuru her zaman yoktan yere feda ediliyordu. Bunun sebebi olmayı asla istemiyordum. Bu yüzden gözlerimi gözlerine çıkardım. Tüm samimiyetiyle cevabımı bekleyen Soykan'ı yanıtsız bırakmadım.

"Gidelim."

Verdiğim cevaptan sonra bakışlarım tekrar arkamıza çevrildi. İşte o an kalabalıktan birinin dikkatini çektiğimizde içlerinden birkaçı bize doğru koşarken birkaçı arabalara yöneldi. Soykan bakışlarımdan fark etmiş olacak ki hızla bileğimi kavradı ve benim isteğimle benimle kaçmayı seçti.

Soykan büyük adımlarına ve uzun bacaklarına yetişemiyordum. Üstelik topuklularla bu daha da zordu. Peşimizdekiler ensemize çökmek üzereyken Soykan seri bir hareketle bedenimi havanlandırdı. Ardından beni omzuna atarak var gücüyle koşmaya başladı. Çok kısa bir süre koşmama rağmen berbat bir haldeydim. Soykan beni taşıdığı halde hâlâ iyi gidiyordu. Kesilen nefeslerimin yanında sürekli zıplayan bedenimle kafamı kaldırarak peşimizdekilere baktım.

Aramızda hatrı sayılır bir mesafe en baştan olduğundan koşarak yetişemeleri mümkün değildi ancak arabayla gelenler önümüzü kesebilirdi. Ne yapacağımızı düşünürken Soykan kalabalık sokaklardan birine daldı. O ilerledikçe ardımızda kalan insanları mekan girişlerini görüyordum. Peşimizdeki adamlar bir hayli gerimizde kalmıştı ki içlerinden yalnızca biri girdiğimiz yolu görerek hızla ilermeye başladı.

Düşünmeyi reddettim. Hâlâ elimde olan silahı sallanan her bir uzvuma rağmen kaldırdım ve rastgele ateş ettim. İsteğim kaçtığımız kişiyi vurmaktı ve öyle de oldu. Ayak bileğinden vurulan adam sertçe asfata yapıştı.

Bunu atlattık diye sevinme lüksümüz yoktu çünkü diğerlerine yerimizi söyleyecekti. Yalnızca çok hızlı olmalıydık. İzimiz kaybolmalıydı. Ben bunları düşünürken Soykan, önünde geçtiğimiz mekanlardan birinin içine girdi. Nefes seslerimiz birbirine karışıyordu. Yüksek müzik, ışıklar tüm bedenimde yankı buluyordu. Soykan ilerleyişini durdurmazken beklemediğim anda bir kapıdan geçti ve kapıyı sertçe kapattı. İndirdiği bedenimle ayakta durmakta zorluk çekmiştim. Bu yüzden kapıya yaslanmıştım. Bir elimi kapıdan güç almak adına yaslarken diğeriyle de silahı yerine koymuştum.

Soykan bir elini kapıya koymuş, hafifçe eğdiği bedeniyle nefeslerini ve ritmini düzene sokmaya çalışmıştı. Göğüslerimiz hızla inip kalkıyordu. Çıkardığımız sesler olduğumuz yerde yankılanıyordu. Şimdi dolu gözlerle ona bakıyordum dikkatlice. Ne yapacağımıza dair bir fikrim yoktu, küçücük bile.

"Nefes alamıyorum. Bana suni teneffüs mü yapsan acaba?"

Benim aklımdan neler geçiyordu adam ne düşünüyordu? Suni teneffüs diyordu. Ciddi bir şey söyleyecek diye büyük bir dikkatle dinlediğim sözlerinin hayal kırıklığı çıkması üzerine avucumla koluna hafifçe vurdum.

"Ben de ciddi bir şey diyeceksin sandım."

"Çok ciddiyim. Nefes alamıyorum ki."

"Ne yapacağız? Bırak öpüşmeyi şimdi!"

Soykan son sözlerim üzerine bana doğru bir adım atarak kapıya daha çok yapışmamı sağladı. Bir eliyle çenemi kaldırarak direkt olarak gözlerimin içine baktı. Yüzündeki haylaz gülüş, nereden bakarsan oradan fark edilirdi.
Şu anda bile benimle cilveleşecek kadar boş vermişti her şeyi. Bence yaşamayı da.

"Ne öpüşmesi yavrum? Ben hayat öpücüğünden bahsediyorum. Nerede aklın?"

Alt dudağını ısırırken çenemdeki parmaklarına kuvvet uygulayıp kendini hatırlattı, isteğini de. Mümkünmüş gibi bana daha çok yaklaşmıştı.

"Benim aklım yerinde. Dinlen, hadi ama sonra ne yapacağız?"

Başını göğsüme koydu. Çenemdeki eli sıyrılıp düşerken uzanarak boynuma bir öpücük kondurdu.

"Göğsünde dinleneyim o halde."

Bu cümlesi içimi bir tuhaf ederken koca bedenini yasladığı göğsüme onu daha çok bastırarak kollarımı sardım. Parmaklarım saçlarına karıştı. Sakallarını sevdi. Nefesi düzene girene kadar sabırla bekledim, uzaklaşmadım, bedenini çekmedi.

"Bu mekanın girişi başka bir caddeye açılıyor. Barlar sokağı zaten. Hangisine girdiğimizi tahmin edemezler. Çıkacağız şimdi."

Böyle bir mekanı bilmesi ve girmesi hem büyük bir şanstı hem de bir nevi hayatımızı kurtarmıştı. Öfkeli kalabalığa karşı yalnızca ikimiz vardık çünkü.

"Bedri düşmanım olmayacak dedin ama bu adamlar kimin peki?"

"Naçar'ın itleri. Kıravaltılar da onundu. Gelmeme şaşırsa da plansız hareket edeceğini düşünmüyordum zaten. Canından olmayı bile hesaplamıştır o. Ölümüyle bile bana bela olabilecekse yapmıştır. Yaptı da."

"Bu zamana karşı bu adamı sana karşı durduran neydi ki?"

"Mahir. Mahir Mazhar."

Demek bu adamın gücü her şeye yetebiliyordu! Gerçekten yaşanan olayların ardından adını duymaktan midem bulanıyordu artık. Onun hakkında hiçbir şey bilmek de istemiyordum, duymak da. O yüzden anladığıma dair kafamı salladım ve bi an önce gitmek istediğimi Soykan'a da söyledim.

Şimdi yan yana mekanın çıkışına ilerliyorduk. Kaybedecek vaktimiz yoktu. Bu sebeple çıkmıştık bile. Soykan'ın uzun bacaklarına yetişebilmek için büyük adımlar atıyordum. Nefeslerim sıklaşmaya başlamıştı ancak mekandan çıkmıştık çoktan. Giriş kalabalık bir caddedendi ancak çıkış öyle tenha bir sokağa çıkıyordu ki kan akışının sesini duyacak kadar sessizdi. Bu sessizlik ara sokaklarda daha da artarken olduğumuz yerde bizim haricimizde motorcu bir genç vardı.

Soykan motorcuyu gördüğü anda direkt olarak bana bakmış, gözleriyle bir şeyler anlatmıştı. Bunla da yetinmeyip dudaklarını aralamıştı.

"Bana ayak uydur."

Kısa cümlesinin ardından hızlı adamlarla motorcuya yaklaştı. Elimden tuttuğu için bir adım arkasında kalsam da nihayet motorun da motorcunun da tam karşısındaki yerimizi almıştık.

"İyi geceler bilader. Rahatsız etmiyoruz ya." Soykan müsaade isteyen bir tavırla moturcuya hitaben konuştu. Genç adam kasklı kafasını önce bize çevirdi. Kılığımıza kıyafetimize baktıktan sonra kaskını çıkararak motorunun üzerine bıraktı ve elini uzaratak söze başladı.

"İyi geceler. Buyrun ne rahatsızlığı?" Genç adam sevecen bir tavırla konuşarak karşılık verdi. Soykan adamın havadaki elini boşta bırakmadı ve sıktı. Ellerini ayırdıklarında Soykan kısa bir bakış attı bana. Ardından motora bakarak konuşmaya başladı.

"Benim hatun aylardır başımın etini yiyor. Böyle bir şey istiyormuş. Görünce de tutturdu bakalım diye. Biraz inceleyebilir miyiz?"

Soykan hatun derken de, son cümlelerini söylerken de bana bakmıştı. Sanırım planını anlamıştım. Ayak uydurmam gereken kısım da tam olarak buydu.

"Ah bilmez miyim abi? Benim ki de içerde. Tutturdu arkadaşlarımla yalnız çıkacağım diye. Bana da nöbet tutmak düştü. Bekliyorum işte. Hanımcı olmazsak başımız ağrır. Yenge istediği gibi incelesin. Bakın keyfinize."

Motorcunun bu kadar rahat güvenme sebebi sanırım kılık kıyafetimizdi. Başka biri olsa milyonluk motoru incelmesine izin vereceğini hiç sanmıyordum. İnceleyecektik ancak adamın bize bakmaması gerekiyordu.

"Eyvallah. Gel yavrum. Bak bakalım."

Soykan önce adama sonra bana hitaben konuşmuştu. Soykan motora yaklaştığında adam birkaç adım yanımızda ve direkt olarak bize bakıyordu. Kaskı çıkardığı için karışan saçlarını düzeltirken samimi bir ifade yüzünde yer edinmişti.

"Ya aşkım. Çok seviyorum seni. Alacağız değil mi biz de?" Kollarımı Soykan'ın boynuna dolayarak sesi yüksek bir öpücüğü yanağına kondurdum. Bunu yaparken gözümün altından moturcuya baktığımda hızla arkasını döndüğünü ve yeri incelemeye başladığını gördüm. Soykan da bunu fark etmiş olacak ki bıyık altından gülerek beni kendinden uzaklaştırdı.

"Ne emrettin de yapmadık. Alırız tabii."
Soykan beni uzaklaştırmış olsa da bile isteye kollarımı tekrar dolayarak birden fazla öptüm yanağını. Sanki sarhoşmuşum gibi de davranıyordum. Kokusuyla sarhoş olabiliyordum zaten.

"Aşkım, aşkım, aşkım." Her öpücüğümden sonra kayan sesimle bunu tekrar etmiştim. Soykan'ın bedeni kollarımın altında kasılıyordu. Motorcuya fark ettirmememiz gerektiği için konuşamıyordu ancak gözlerini hafifçe büyüterek kafasını iki yana sallıyordu. 'Beni sınama!' diyordu değil mi? Bence öyleydi?

Soykan bir kez daha kollarımın arasından kurtuldu. Ardından koltukta duran kasklardan birini eline alarak benim göreceğim şekilde elinde çevirdi. Yavaş adımlarla adama yaklaşmaya başladı. Solumda değil de sağımdaydı şimdi. Adamın tam arkasındaydı.

"Böyle bir kask istiyordun değil mi bebeğim? Geçen gösterdiğin gibi."

Gözleriyle bana uyarı verirken tam zamanı olduğunu düşünerek ona yaklaştım. Motorcunun sesimizi duyacağı ve tavrımızı anlayacağı şekilde konuştum.

"Evet hayatım böyleydi. Bak yapma böyle. Yapışacağım şimdi dudaklarına yaa."

Cilveli çıkan sesimle motucu bizden birkaç adım uzaklaşmıştı ki Soykan kaldırdığı kaskı adamın kafasının arkasına geçirdi. Tam yerine vurduğu için adam anında bayılmıştı. Soykan bir eliyle kaskı diğer eliyle adamın kendinden geçen bedenini tutuyordu. Bunu yaparken bacağından destek alıyordu. Hızla onlara yaklaşarak Soykan'ın elindeki kaskı aldım. Böylece daha rahat bir şekilde adamı tutmuştu. Adamın sürüklediği bedenini duvar dibine bırarak elini cebine attı Soykan. Oradan çek senedi ve bir kalemi çıkardı. Vakit kaybetmeden doldurduğu senedi adamın ceketinin cebine bıraktığında dayanamayarak konuştum.

"Adam seni gidip şikayet etsin diye üstünde adının yazdığı senedi mi bırakıyorsun?"

Ben konuşurken Soykan belini doğrultup bana doğru adımlamaya başlamıştı. Adımları tam karşımda durduğunda gözlerimin içine bakarak konuştu.

"Üzerinde benim adım yazmıyor. Bence sen çok konuşma."

"Neden? Ne yaparsın çok konuşursam?" Az önce yaptıklarım yüzünden uyarı veriyordu adeta. Benim sıram diyordu. Vakit var, diyordu. Açık açık konuşmasa da anlatmayı başarıyordu.

"Seni şu duvara yaslar, nefes alamıyorum diye yalvarana kadar öperim."

Sözleriyle dudaklarım kıvrılmak üzereydi. Ancak renk vermek istemiyordum. O yüzden gözlerimi kaçırarak kıstım ve yeri inceliyormuş gibi yaptım. Az önce bir adamı bayıltmıştık oyunla ve motorunu çalıyorduk değil mi? Aklımın ucunda bile değildi.

"İcraat."

Sözlerimle Soykan hızla koluma yapıştı. Bedenim elleri arasında savrulurken ne olduğunu anlamadan kendimi duvarla bir bütün olarak buldum. Eli direkt olarak yırtmacımdan içeri sızmış, bacağımı kavramıştı. Öyle sert davranıyordu ki parçalara ayrılacakmışım gibi hissediyordum. Göğsüm elinin hareketiyle hızla inip kalkıyordu. Nefeslerim ateş olmuş yakarken zorla oksijeni hissediyordum. Bacağımdaki baskısı sebebiyle bedenine tam anlamıyla yapışmıştım.

Diğer elini çıkardı ve boynuma sardı. Sıkmıyordu ancak büyük avucunun arasında boynum çok rahat hareket ediyordu. Bu hali gülme istediğimi arttırdığında alt dudağımı ısırarak gözlerimi çektim.

"Çok mu istiyorsun icraata geçmemi? Ağlamak, küsmek yok ama yavrum. Teslim olmayı da kabul edeceksin."

Kafamı sallayarak onayladım onu. Soykan beni sözleriyle deli ederken ben de onu böyle deli ediyordum ve bu sandığımdan çok daha zevkli oluyordu. Konuşamıyordum bile.

"Sanılanın aksine çok tehlikeli bi kadınsın. Zehir gibi. Şeffaf ama ölümcül."

Gözlerini buldu gözlerim tekrar. Büyük bir istekle bakıyordum gözlerine. Bugün yaşadığım her şey benim için çok farklıydı ancak yabancı gelmemişti. Tıpkı şu an ki halim ya da hali gibi.

"Keşke şu an evde olsaydık." dedi Soykan.

"Gidelim o halde." Cevabım gecikmedi.

"Hiç yanmadığın için ateş bu kadar cazip geliyor değil mi?"

"Belki de ateş sen olduğun için caziptir."

Derin bir nefes aldı. Elini boynumdan çekti. Dudakları boynuma gömülürken öpücük sesleri tenha yerde yankılanacak kadar şiddetlendi. İzini bırakacağı da kesindi. Yaşattığı hazsa tüm hücrelerimdeydi.

"Yapma." Dedi boğuk sesiyle son cümlelerim üzerine. Zorla konuşuyordu.

"Yapıyorum ama."

"Yan o zaman."

Son sözlerinden sonra kafamı aşağı yukarı sallayarak dudaklarıma doğru yaklaşan Soykan'ı büyük bir heyecanla bekledim. Büyük bir beklenti verdiğim de kesindi. Öyle ki dudaklarımız değmek üzereyken kulağımıza gelen adım sesleriyle hızla başımı yana çevirdim. Bir grup genç mekandan çıkmış, yürüyordu. Olduğumuz yere bakmıyorlardı ya da gelmiyorlardı ancak her an birileri gelebilirdi. Bu yüzden Soykan'ı uzaklaştırmak adına ellerimi göğsüne koydum.

"Adamı hep unuttuk. Bırak şimdi yakmayı. Ayılacak. Ayılmasa bile sevgilisi gelir her an. Hadi gidelim. Diğerlerinin nerede olduğunu bile bilmiyoruz"

Sözlerimle hareket etmeden dudaklarıma karşı derin nefesler alan Soykan'ın yüzünü inceledim. Dudakları kıvrılırken bacağımdaki eli harekete geçmişti. Bacağımın bitiminde kadınlığıma yakın yerde durduğunda parmaklarını oraya vurduktan sonra konuşmuştu.

"Haklısın. Yanıyorsun zaten."

Aniden yakınlığını çektiğinde boşluğa düşer gibi olsam da hızla kendimi toparladım. Üstüme başıma çeki düzen verdim ve nefeslerimi kontrol etmeyi denedim. Bu şu an imkansızdı ancak sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi kaskları eline alan Soykan daha imkansız duruyordu. Düşüncelerim eşliğinde ona yaklaşıp tam karşısında durdum. Kaskı takmam için bana uzattı. Elinden aldığımda kendininkini hızla kafasına geçirdi ve motorun üzerindeki yerini aldı. Dikiz aynasından kaskı takışımı izledi. İşimim bittiğini gördüğünde de tek bir kelime söyledi.

"Atla."

Dikiz aynasında, kaskların açık camının müsaade ettiği kadar birbirimize bakıyorduk. Bakışmamız devam edecek gibiydi ancak bunu bölen aynaya yansıyan kuvvetli ışık oldu. Bir arabaya aitti ve kuvvetli far neredeyse tüm sokağı aydınlatmayı başarmıştı.

Işık kaynağını daha net görebilmek adına hızla başımı arkaya çevirdim ve o an fark ettim ki az önce, mekanın önünde arabalarına yönelen kişilerden birkaçı aracın içindeydi. Tepki veremeden aramızdaki araca bakıyordum. Soykan da durumu fark etmişti. Öyle ki bileğimden hızla kavrayarak beni kendine çekti. Baskısıyla kendime gelmiştim. Seri hareketlerle motorun arkasındaki yerimi aldığımda kaskın camını indirerek Soykan'ın hareket etmesini beklemiştim.

Saniyelerle yarışıyorduk. Biraz daha geciksek arkamızdan son sürat gelen araba bizi asfalta yapıştıracaktı. Soykan altındaki moturu sanki yıllardır bunu yapıyormuş gibi büyük bir ustalıkla kullanıyordu. Hızımız o kadar fazlaydı ki bir süre koltuğun iki yanından destek almayı denesem de düşme tehlikesiyle kollarımı sıkıca Soykan'ın bedenine sarmıştım.

Daha önce hiç bu kadar hızlı giden bir motorun üstünde bulunmamıştım. Şarjlı motorları sürebiliyordum ancak onun hız limiti belliydi. Hiçbir zaman kanatlarım varmış gibi hissedememiştim. Şu an ise uçuyordum. Bulutların üstündeydim ancak arkamızdakilerin rahatsızlığı bu hazzı yaşamamıza engeldi.

Dar ara sokaklarda bir yağ gibi kayarak hızla olduğumuz yerden uzaklaşmıştık. Bir arabaya nazaran daha seri hareket edebiliyorduk. Bu yüzden aramızdaki mesafe bir hayli açılmıştı.

Gözlerim direkt olarak dikiz aynasındaydı. Az önceki plakaya ait aracı görmemek için sürekli kontrol ediyordum. Gerginliğim hat safadaydı. Soykan'ın da benden bir farkı yoktu. Kollarımın altında gerilen bedeni bunu bana sunuyordu.

Bu kabusun bitmesini isteyerek başımı Soykan'ın sırtına yasladım. Aldığımız yolu görebilmek adına gözlerimi kapatmamıştım. Soykan sırtındaki varlığıma karşılık daha da hızlandı. Yoğun olan trafikte birden fazla aracın arasından makas atarak aramızdaki mesafeyi açtıkça açtı.

İstanbul trafiği bir yerde kilitlenmişti. Peşimizdekiler bizim aksimize ilerleyebilme şansına sahip değildi. Bunu fırsat bilmilmiştik, aramzıdaki mesafeyi açtıkça açmış, duran trafiğe rağmen beklemek yerine arabaların arasından ilerlemiştik.

Ancak hâlâ daha tam anlamıyla rahatlamış hissetmiyordum. Başımı Soykan'ın sırtından kaldıramamıştım. Az önce tattığım duyguyu doyasıya yaşayabilmek için hamle yapamamıştım.

"Geçti. Sakinleş yavrum."

Soykan'ın sözleri üzerine adeta tenine gömülmek, ruhuna sızmak istercesine bağlı olan kollarımı gevşettim. İşte tam da buna ihtiyacım vardı. Bir tehlike kalmadığını Soykan'dan duymak istemiştim. Ve duymuştum. O an fark etmiştim muhtaçlığımı ve sıkıca bedenine sardığım kollarımı.

Sahip olduğum gerginliği yok saymak adına son sürat giden motorda kollarımı Soykan'ın bedeninden çözdüm. Şu an az önceki kadar trafik yoktu ve yolun önü açıktı. Biraz da buna güvenerek kollarımı rüzgarı kucaklamak istercesine açtım.

Gözlerimi kapattım. Nefes aldığımı hissettiren rüzgar suratıma çarpıyordu. Özgürlük, hiçbir şey düşünemediğin anda yaşamaksa özgürdüm. Uzun süre sonra ilk defa özgürlüğü iliklerime kadar hissediyordum. Düşünmüyordum. Nefes alabiliyordum. Yalnızca yeni yeni yaşadığım bu hazzın keyfini çıkarmak istiyordum.

Öyle de yaptım. Dengem sarsılıp Soykan'ı saracağım zamana kadar yalnızca rüzgarı ve hissetmek istediklerimi zihnimde yaşattım. Özgür kaldım.

Özgürlüğüme gölge düşüren kırmızı ışıkta Soykan'ın yaptığı ani fren olmuştu. Araç sayısı tekrar artmaya başlamıştı. Zorluk çıkarmak istemeyerek sarmıştım o dağdan farksız sırtını kollarımla. Varlığını hissetmiştim. Hissetmek isteyip zihnimde yaşattıklarımdan biri de Soykan'dı ve ben mahkum değildim yine. Özgürlük kollarımın arasındaydı. Parmaklarımın arasından göğsüne sızmak istiyordu. Hissettirmek istiyordu.

Kollarımın arasında özgürlüğüm varken kırmızı ışık sebebiyle durduğumuz yerde etrafı izliyordum. Hemen sol tarafımızda olan kalabalık dikkatimi çekmişti. Işıklar ve insanlar neden orada diye sorguluyordum. Sebebini anlamayazken kafamı çevirerek trafik lambalarını kontrol ettim. Ardından indirdiğim gözlerimle Soykan'ın direkt olarak dikiz aynasından bana baktığını fark etmiştim. Kaskının camını kaldırmıştı. Bir eli motordayken diğeri yanındaydı ve parlayan gözlerle gözlerimin içine bakıyordu.

Ne olduğunu sormak istediğim anda arkadan gelen kuvvetli korna sesleriyle yeşil yandığını anlamıştım. Soykan da anında ifadesini toparlamış, indirdiği kask camıyla motoru harekete geçirmişti. Ben dümdüz gideceğimizi sanıyordum ancak ani bir hamleyle sola kırdığı direksiyonla yolun ortasındaki göbekten geçerek hızla ilerlemeye başlamıştı.

Kısa süreli ilerleyişin ardından motoru durdurmuş, bacaklarını iki yandan yere bastırarak beklemeye başlamıştı. Etrafımızda yüksek sesler, konuşmalar, hep bir ağızdan bağıran insanlar vardı. Çok uzakta değillerdi. Beş dakikalık bir yürüyüşün ardından onların yanındaki yerimizi alabilirdik çünkü az önce bakıştığım kalabalığın hemen yanındaydık. Ve yaklaşınca anlamıştım.

Konser alanıydı.

Kalabalığın da sesin de sebebi bir konserdi. İnsalar zihinlerinin sesini haykırırcasına şarkıya eşlik ediyordu. Keyif aldıkları her hallerinden belli oluyordu. Sanatçıyı da görmek isteyerek insanların karşısındaki devasa ekrana gözlerimi çıkardım.

SKAPOVA

Dev ekranda adı yazan yazıyı gördüğümde bir grup olduklarını fark etmiştim. Daha önce hiç denk gelmediğim bir gruptu. Söyledikleri şarkının sonuna yaklaşmış olmalalılardı ki nakarat devamlı tekrar ediyor ve ses daha da şiddetleniyordu.

Merakla izlediğim kalabalıktan gözlerimi çekmeme sebep olan Soykan oldu. Bileğimi zarifçe tutmuş, bakış açıma sırtını bırakmıştı. Bakışlarım geniş sırtındayken anlayabiliyordum, kalabalığa doğru ilerliyorduk.

Daha yakından görebilmek adına ilerliyoruz sanmıştım ancak bu düşüncemi def eden kalabalığın arasına dalmamız oldu. Etrafımızda sayamayacağım kadar insan vardı. Çoğu çift sarmaş dolaş şarkı söylerken çoğu yerinde zıplayarak şarkıyı söylüyordu. Yerde bira şişeleri dahi vardı. Çoğunun kafası yerinde değildi anlaşılan. Mantıklı davranmayanlar fark ediliyordu.

Biz ise kakabalığı yararak ilerliyorduk. Neredeyse mevcut kalabalığın ortasına ulaşmıştık. Yanlarından geçtiklerimizin birkaçı homurdanıyor, birkaçı da konserden bağımsız oldukları için ilgilenmiyordu. İlgileri çiftlerindeydi çünkü.

Soykan nihayet ilerleyişimizi durdurduğunda hemen yanındaki yerimi aldım. Bu kadar ilerlememizin sebebi bir ihtimal dahi olsa peşimizdekiler miydi yoksa anı tamamen hissedebilmemiz miydi? Gerçekten bilmiyordum.

Yalnızca anın içinde hissediyordum. Kimsenin yarışamayacağını düşündüğüm zihnimin sesiyle bir konser baş ediyor ve ben düşünmeyi reddediyordum. Kendi sesimi dahi duyamazken zihnimi nasıl duyacaktım? Gözlerim direkt olarak sahne ekranındaydı. Yüzüme vuran ve değişen ışıkların yansıması üzerimdeydi ancak üzerimde olan bir şey daha vardı. Soykan'ın gözleri...

Gözlerimi kapatma isteğiyle dolduğum anda dikkatimi dağıtan Soykan oldu. Belime yerleştirdiği eliyle beni kendine çekmiş, ardından bedenlerimizi sahneye yan duracak çekilde çevirmişti. Parlaklığı yüksek ışıkların aydınlattığı gözlerine bakıyordum. Orada kendimi de görüyordum. Topuklu ayakkabılar sayesinde aramızdaki mesafe normaldeki gibi değildi. Ona daha yakındım. Üstümüz başımız buraya uymayacak kadar aykırıydı, ayağımda topuklu vardı değil mi? Bu ne benim ne de etrafımızdakilerin umrundaydı.

Ben yalnızca Soykan'ın gözlerine odaklıydım. Tenimi ürperten parmaklarına, parmaklarının kolumda ilerleyişine, belimdeki koluyla beni kendine yaslayışına hapsolmuştum.
Hissettiklerim nefeslerimin düzenini bozarken önce derince yutkundum. Ardından dudaklarımı ıslatarak hafifçe araladım. Başımı biraz daha kaldırarak yüzünü tam anlamıyla görmek istedim.

Soykan kolumda ilerlettiği parmaklarını çeneme çıkardı. Baş parmağı yanağımı okşarken baskısı sertti. Varlığıma, bana öyle odaklanmıştı ki etraftakiler onun da umrunda değildi. Ben ise yalnızca başımı göğsüne koymak istiyordum. Huzuru hissetmek istiyordum.

Biz birbirimize bu denli odaklanmışken grup yeni bir şarkıya başlamış, Sözleri dikkatimi çektiğinde etrafa odaklanmam gerektiğini düşünmüştüm. Şarkıyı zihnimde tam anlamıyla hissedememiş olsam bile hissedebildiklerim ruhuma tuz basmıştı.

Soğuk bir akşamüstünde
Bitmez sandım, çok geç kalmıştım, inanmıştım.

Ölü biri bi' kör sevdi
Görmez ama duyar sanmıştı, yanılmıştı.

Soykan da şarkıyı dinliyor olacak ki son kısmı duyduktan sonra alnını alnıma yaslamıştı. Ellerinin ikisini de saçlarıma çıkararak başımı iki yandan kavramış, tenime değen parmakları eşliğinde derin bir nefes almıştı.

Son bi' kez daha
Ne dediysem
Yok bi' söz daha
Dön bana sen

Şarkının fonu o kadar güzeldi ki ağlamak üzereydim. Sözleri de öyleydi. Derimin altına işlemişti. Sanki bilerek seçilmişti. Kader böyle bir şey miydi? Yaşadıklarımızı hatırlatan, sözleriyle geçmişimize dokunan sözlerin sahibine tesadüfen denk gelmiştik.

Yolumdan döndüm, bak seninim
Öldüm kaç kere
Dil döktüm
Aşka yenil-

Yolumdan döndüm, bak seninim
Öldüm kaç kere
Dil döktüm
Aşka yenildim

Şarkının ritmi artmıştı, kalbimin de. Enstrümanlar içimde çalıyordu sanki. Kalbim deli gibi atıyordu. Kalbimin hızını arttıran Soykan'ın boynumu bulan soğuk parmakları oldu. Bir eli olduğu yerde durmaya devam ederken diğerini boynuma sarmış, uyguladığı baskıyla ona daha çok yaklaşmamı sağlamıştı. Yalnızca bedenine değil, ruhuna da yaklaşmıştım. Yaslanmıştım, varlığını hatırlamıştım. Buna sebep olansa 'aşka yenildim' kısmında şah damarıma bastırdığı baş parmağıydı.

Soğuk bir akşamüstünde
Buldum sandım, başta yanlıştım, yanılmıştım.

Öyle güzel güldü bana
Rüya sandım, inanmamıştım, uyanmıştım

Şarkının ritmi eskiye döndüğünde sakinleşmeyi denereyerek avuçlarımı ellerinin üzerine bastırdım. Soykan hamlemle başını kaldırmıştı alnımdan. Direkt olarak gözlerine bakıyordum. Şarkı Soykan'ın da dikkatini çekmiş olacak ki sözlerini dinliyordu. Çünkü gözleri dudaklarımı bulmuştu. Orada bir gülücük görmek istercesine bakmıştı. Başımdaki eli olduğu yerden sıyrılıp dudaklarımın üstündeki yerini aldığında gülmem için gıdıklarcasına okşamıştı. Tavrı ve hareketleriyle kayıtsız kalamamıştım ben de. Dudaklarım iki yana kıvrılırken gözlerimi yüzünden uzaklaştırmıştım.

Son bi' kez daha
Ne dediysem
Yok bi' söz daha
Dön bana sen

Yana çevirdiğim başımla boynumdaki elini de çekmişti. Baş parmağı hâlâ dudağımdaydı. Dudaklarımı gerginlikle hareket ettirdikçe hissediyordum. Şarkı tüm hislerimdeydi. Duygularıma eşti.

Vazgeçmem (Bil istedim)
(Duy istedim, gör sevgilim)
Vazgeçmem (Bil istedim)
(Duy istedim, gör sevgilim)

Ben hala vazgeçmedim
Bil istedim, duy istedim
Gör sevgilim, vazgeçmedim

Etrafta gezdirdiğim gözlerimi karanlığa gömen Soykan'ın hamlesi oldu. Dudaklarımdaki parmağının yerini dudakları almıştı sertçe. Çenemdeki eliyle yüzümü kendine çevirip hiç beklemediğim anda dudaklarıma yapışmıştı. Şarkının ritmi de kalbimin ritmi de birdi şimdi. Bir şeyler anlatmaya çalışıyordu ikisi de. Bedenim yere serilmek üzereydi. Neredeyse bayılacaktım. Heyecandan kalbim dört nala koşuyordu.

Soykan vazgeçmeyeceğine, vazgeçmediğine inandırmak istercesine öpüyordu beni. Alt dudağım dudaklarının arasındaydı. Kulaklarımdaki basınç yalnızca şarkıdan değildi. Kalbim durmak istemeyerek göğsümü zorluyordu. Soykan çenemdeki elini boynuma çıkarmıştı tekrar. Diğer eliyle de belimi sardığında parmak uçlarımda yükseltmiştim.

Onu daha iyi sarabilmek için parmak uçlarımda bile isteye hareket etmiştim. Alt dudağım dudaklarının arasındayken üst dudağını duyduğum muhtaçlıkla sarmıştım. Şarkı hâlâ devam ederken Soykan beni öpüyordu.

Soykan beni ilk defa kendi isteğiyle öpüyordu. Şarkıya rağmen kendini belli eden kalbim bile ondan uzaklaşmamı sağlayamıyordu. Kalabalığın arasında onun kokusunu, tadını alıyor, öpücüğünün senini duyuyordum.
Anım oydu ve ben yalnızca anın içindeyim. Özgürdüm. Geçmişin tutsaklığında ruhumun esiriyken kalbim özgürdü. Özgürlüğümse dudaklarımı kendiyle bir bütün ederek öpen adamdı. Baran Soykan'dı.

Kollarımı boynuna sardım sıkıca. Bedenimi tamamen bedenine yasladım. Kalbinin sesini göğsümde hissedebileceğim kadar onunlaydım. Parmak uçlarıma değen saçlarını seviyordum, ensesinde.

Etrafta kıyamet kopuyordu ancak ben yalnızca şarkıyı ve Soykan'ı duyuyordum.

Tükürükten nefret eden adam bir konser alanında, kalabalığın içinde beni doyasıya öpüyordu. Yalnızca öpmüyor, dudağımı emiyordu da. Alt dudağımı serbest bırakmıştı şimdi. Dudakları kıvrılırken çekebildiğim kadar nefes çekmiştim içime. Gerçekten nefesimi kesmişti.

Ben nefes almaya çalışırken o gülüyordu. Beni öpmesine mi yoksa öpüşüne karşılık vermeme mi, bilmiyordum. Kısacık süren ayrılışımızı sonlandırdı, vakit kaybetmeden. Bu sefer de üst dudağımı emmeye başladı. Alt dudağı da bana kalmıştı.

İçimde dolup taşan hislere engel olamıyordum. Solistin sesi ve şarkı her şeyi daha da çıkılmaz bir hale getiriyordu. İçimde bunlarla savaşamadığım bir anda dişlerimi dudaklarına geçirdim, sertçe. Saçlarını çekiştirdim. Bedri'nin mekanında bunu istediğini söylemişti değil mi?

Hamleme karşı dudakları kıvrılmıştı yalnızca. Gerçekten bunu istemişti, öyleyse. Bu bana da keyif verdiğinde şarkı bitene kadar öptüm dudaklarını. Dilini bazen dudaklarımın arasında hissettim bazen ağzımın içinde. Onu hissettiğimi belli etmek istercesine sarıp sarmaladım bedenini. Saçlarını çekiştirdim, dudaklarını da. Ona yetişebilmek için acele ettim. Gerisinde kalmak istemedim. Dudaklarıyla dünyadan silindim, yalnızca ayaklarımın üstündeydim.

Dünyayı hissetmeme sebep oldu bu kez. Soykan dudaklarımdan ayrılıp nefes nefese hemen birkaç santim yakınımda bekledi. Nefesi yüzüme vuruyordu. Hızla inip kalkan göğsünü göğsümde karşılıyordum. Ne yapacak diye bekliyordum ki dudaklarını yanağımda ilerleterek kulağıma ulaştı. Kor olmuş nefesi saçlarımı yakarken kulağıma fısıldadı.

"Gör sevgilim, vazgeçmedim."

《☆》

[Bölüm Sonu]

MELÂL♡

Huhuuuuuuuu!

Ne bölümdü ama!

Tüm duygu düşüncelerinizi buraya alalım, lütfeeeen.

Sevdiniz mi, son sahne diyoruuum.

Sizleri çok seviyoruuuuuum♡

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın.

İNSTAGRAM
SNMNURGYK

SEVGİLERİMLE
(SNG)

15 NİSAN PAZARTESİ
2024

BİR AKSİLİL OLMADIĞI SÜRECE BÖLÜMLER İKİ HAFTADA BİR GELECEKTİR.

EN FAZLA ÜÇ YA DA 2.5 HAFTA OLUYOR BAZEN.





Continue Reading

You'll Also Like

4.9M 23.5K 14
"Aşka uyanmak bir gencin en acı dolu deneyimidir" Zorla evlendirilen bir çiftten aşık olmaları bekleniyor... Ancak onlar önce aşkı öğrenmeli. Derin h...
713K 22.1K 23
Sevgiden nefrete dönüşen imkansız bir aşkın hikayesi. "Onlar cehennemi yaşayacak, Aşk cennetin dilinden onlara kalan tek an olarak kalacak, bu aşkın...
381K 37.1K 29
Soyunu devam ettirmek zorunda olan bir ağaydı o. Bir erkeğe aşık olarak hayatının hatasını yapmıştı.
1.8M 52.1K 87
sse-sen uzak dur benden!! "Benden kaçışın yok" diyerek adamlarını üzerime saldı..