YASAK DENEY

By iremtopan

171K 16.2K 13.1K

Tarih boyunca sadece birkaç kez cesaret edilen ve eşine az rastlanan, insanlık dışı bir yöntemle yapılan dil... More

Bölüm 1|• "Kurtarma Emri."
Bölüm 2|• "Vahşiler Yatakhanesi."
Bölüm 3|• "Garip Bir Ekip."
Bölüm 4|• "Yara İzleri."
Bölüm 5|• "Yasak Deneyler Laboratuvarı."
Bölüm 6|• "Kayıp Ruhlar Mezarlığı."
Bölüm 7|• "Bedeni Büyük, Ruhu Çocuk Kadın."
Bölüm 8|• "Gülümseme Etkisi."
Bölüm 9|• "Her Şey."
Bölüm 10|• "Denek: 113."
Bölüm 11|• "Saat ve Kan Damlası."
Bölüm 12|• "Gece Yarısı Nöbeti."
Bölüm 13|• "Ne Zamandır Sendeyim."
Bölüm 14|• "Yaşam Köksal."
Bölüm 15|• "Ecza Deposu."
Bölüm 16|• "Gizli İttifak."
Bölüm 17|• "Sessiz Prenses ve Kara Şövalye."
Bölüm 18|• "Sözlerin Gözlerinde."
Bölüm 19|• "Sarpa Saran Sert Rüzgarlar."
Bölüm 20 |• "Yaşatma Operasyonu."
Bölüm 21|• "Pişmanlığın Adı."
Bölüm 22 |• "Cehenneme Düşen Kar Taneleri."
Bölüm 23 |• "Eski Dost, Can Düşman."
Bölüm 24|• "Tenha."
Bölüm 25|• "9 Aralık."
Bölüm 26|• "Kelimelerin Sihri."
Bölüm 27|• "Truva Atı."
Bölüm 28|• "Vicdan Mahkemesi."
Bölüm 29|• "Dinmeyen Fırtına."
Bölüm 30|• "Yeryüzünde Cennet."
Bölüm 31|• "Vadesi Dolan Sözler."
Bölüm 32| "25 Aralık Çocukları."
Bölüm 34|• "Son Akşam Yemeği."

Bölüm 33|• "Sonun Başlangıcı."

2.5K 222 413
By iremtopan

Selam, ben geldim!

İyi okumalar diliyorum.

Sonrasında okuyup mutlu olmam için bana bol bol oy ve yorum bırakmayı unutmayın. Bugün sizden gelecek güzel yorumlara epey ihtiyacım var.🤍

🖇️

Zor olan savaşmak mı, zamanla yarışmak mı?

İkisi de değil, zamanla olan savaşında kendinle yarışmak. Atacağın her adımı doğru yere basmak, ufak bir sapmanın çığ düşürecek olduğunu bile bile aceleci davranmaya mecbur olmak, öfkeyi yatıştırmak, fırtınayı bastırmak ama içinde kopan kıyamete bir çare bulamamak.

Lexa'nın durumunun iyileşmek yerine hâlâ yerinde saydığını anlamak için tıbbi lisansımın olmasına ihtiyacım yoktu, gözlemlerimin açıklamasını bilimsel olarak yapamasam da gönlümün orta yerindeki o karanlığın giderek büyümesine neden olacak haklı nedenlerim vardı. Solunum desteğini henüz kesmemiş olmalarından, gözlerini açtığı anda yarım saat geçmeden tekrar uykuya teslim olmasından, gözlerindeki kızarıklıktan, çehresindeki solgunluktan, ağzına koyduğu bir lokma yemeği dahi yutamayıp damar yoluyla beslenmeye devam etmek zorunda kalışımızdan... Onu asla görmek istemediğim bir haldeydi, gerçek ve profesyonel bir tıbbi yardıma ihtiyaç duyarken onu buradaki insanların insafına bırakıyor olmak kendimden biraz daha nefret etmeme neden oluyordu. Zamanla olan savaşımda kendimle girdiğim yarışta yenik düşüyordum.

Odağım hiç olmadığı kadar dağınıktı bugünlerde, kendimi zorlayıp plan üstüne düşünmesem yaptığım tek şey Lexa'nın yatağının yanı başında bir sandalyede oturup onu izlerken ona ihtiyacı olan tıbbi desteği sağlayamıyor olmaktan ötürü vicdan azabı çekmek ve benimle görüşüp konuşmayı mümkün mertebe reddeden Sarp'ın akıbeti üzerinde düşünmekti. Canımdan çok sevdiğim iki insanı da solduran ve yıpratan bu aşağılık yeri bir an önce yakıp yıkamamak kendimi öyle aciz hissettiriyordu ki, kendimden utanıyordum. Elim kolum bağlıydı, isteklerime karşı sorumluluklarım dimdik ayaktaydı, verdiğim sözler tutulmalıydı ve bunların hepsi mümkün olan en kısa ve en doğru zamanda yapılmalıydı aksi taktirde çok şey kaybedecektim ve bedeli vicdanımla ödeyemeyeceğim kadar büyük olacaktı.

Kötüyü düşünmeyi reddettim elimden geldiğince, gözlerim böyle güzel bir manzaraya tanıklık ederken kötüyü düşünmek imkansızdı. Zira baktığım en güzel manzara benim gibi içinde fırtınalar kopan bir adamı dahi dinginleştirecek kadar şifalıydı. Usulca okşadım yüzündeki büyük maskenin izinin çıktığı hassas tenini acısını ondan almak isteyerek, göğsü düzenli aralıklarla kalkıp inerken kalp atışlarım pamuk ipliğiyle onun nefeslerine bağlıydı. Olur da bir nefes alışı dahi teklerse kalbim hemen ritmini bozuyordu ve o kısacık anda ölümle yaşam arasında bocalıyordum.

Garip bir heyecan da yaşamıyor değildim. Zorluklarla da olsa bir devrin sonuna yaklaşıyorduk, son düzlüğü geçtikten sonra bizim için yepyeni bir yaşam başlayacaktı ve ben şimdiden onun dünyayla kucaklaşması için ondan çok daha fazla heyecanlıydım. Vereceği reaksiyonlar, kazanacağı yepyeni deneyimler, istediği her şeyi yapabilecek olmanın özgürlüğüyle yeryüzünde cıvıl cıvıl gezinmesi için önümüzdeki günleri iple çekiyordum. Destek almak zorunda olmaksızın yeryüzünde nefes alıp annesiyle tanışacağı o günü onun için yakına çekmek istiyordum fakat bencillik etmemem gerektiğini yeraltındaki yatakhaneye her girdiğimde anlıyordum. Buradaki acı içinde kıvranan her deneği kurtarmadan özgür olamayacağız, bunu çok iyi biliyordum.

İnsanız, hata yapmak yaradılışımızın gereği ama böyle bir lükse sahip olmayışımız her şeyi daha kritik kılan. Atılacak tek bir yanlış adım, yapılacak tek bir uygunsuz hamle yalnızca felaketimiz olmaz aynı zamanda kıyametimiz olur. Belki yola Yaşam'ı kurtarmak üzere çıktık ama yolculuk boyunca çok daha kutsal bir gaye kazandık, yaşamın adıyla yaşatacağız onunla aynı kaderi paylaşan her bir deneği. Belki biz tanımadık onu ama buradaki her bir denek tanıdı, ona bir şeyler öğretti ve ondan bir şeyler öğrendi, onda izler bıraktı ve ondan izler kazandı. Onları kurtarmak demek Yaşam'a geç kalmamak demek. Kanı kurumuş dahi olsa asla yerde kalmayacak demek. Bugün buradaysak, Lexa'ya bakıyorsam bunlar hep Yaşam sayesinde. Tek dileğini gerçekleştirecek, uğruna canını verdiği o kızı yaşatacağım ben istediği gibi. Birlikte hayallerini kurdukları o diyarlara götüreceğim Lexa'yı. Yaşam da orada olacak, hissedecek ve özgür olacak çünkü Yaşam bu hayatta Lexa'ya iz bırakmadı, Yaşam'ın bu hayata bıraktığı iz Lexa'ydı. Ve buruk bir sevinçle söylüyordum ki, o başardı.

Uykulu yeşilleri dünyama aralandığında güneş doğdu, dünyam aydınlandı. "Günaydın." Dedim saatin gecenin bir körü olmasına aldırmadan. O uyanınca doğuyordu güneşim, o gülümseyince aydınlanıyordu dünyam. Benim dünyamın soluk renkleri onun canlı tonlarıyla yer değişiyordu birlikte olduğumuz dakikalarda. Maskenin altından gülümsedi bana, eli maskeyi çıkarmak için uzandığında elini tutup onu durdurdum. "İyi ki uyandın." Diye fısıldadım. "Bu karanlık beni yiyip yutmak üzereydi."

Gözlerini kırpıştırdı, gözlerindeki parıldamayla vücudunu saran heyecan dalgasını hemen tanıdım. "Sen her ağzımı açtığımda böyle güzel mi bakacaksın?" Dedim gülerek. "Her şeyi kendi içinde yaşayan sessiz bir adamdım ben, sen böyle bakınca hiç durmadan konuşasım geliyor benim. Bu dünyaya sustuğum, sesimin kesildiği her anı telafi edecek kadar çok konuşmak istiyorum ben seninle. Böyle güzel bakarsan sonuçlarına da katlanırsın." Dedim yüzüne gelen saçlarını okşayarak yanağından iterken, heyecanla kırptı yine gözlerini ve ben o an ona bakarken durup derin bir iç çektim. "Güzelim benim."

Sol tarafına dönerek tamamen bana çevirdi yönünü, sağ kolumu sedyenin kenarına dayayıp başımı üzerine yasladım, yüzlerimiz arada küçük bir mesafe kalacak şekilde karşı karşıya durduğunda gülümsedi. Elimi yanağına koyup başparmağımı usulca teninde gezindirmeye başladığımda o da elini uzatıp aynısını bana yaptı. Huzurla gözlerimi kapatmama engel olamadım, bütün yorgunluğum uçup giderken üstümden sadece ona sığındım. Eli yanağımda, çenemde, alnımdaki çizgilerde, alnıma düşen siyah saçlarımda, dudaklarımın kenarında ve en son da çenemdeki çukurda dolaştı. Gözlerimi açıp ona bakmasam da ağırlaşan hareketlerinden tekrar uykuya teslim olmak üzere olduğunu söyleyebilirdim.

Beni hazırlıksız yakalayıp ona engel olamadan maskesini indirdiğinde hırıltılı nefesleriyle araladım gözlerimi. Birkaç kez derin nefesler çektiğinde ciğerlerine ona attığım onaylamaz bakışlara inat bana gülümsedi ve şirin şirin "Ertuğ." dedi. Tüm ciddiyetimin kırıldığı an o andı, başımı iki yana salladım şapşal bir edayla sırıtırken. "Şuna bak şuna..." Onunla karşılıklı konuşmamın heyecanıyla yüzündeki gülüş büyüdüğünde soluklanma ihtiyacı hissettim. "Sen böyle yaparsan çok uzun yaşamam ben. Kalpten giderim sen diye." Dayanamayıp çenesinden kavrayıp yanaklarını sıktım, dudakları sevimli bir şekilde büzülürken kahkaha atmadan önce derin bir iç çektim, hızlı ve küçük bir öpücük kondurdum yanağına. "Mutluluksun sen..." Diye fısıldadım. "Hiçbir yerde tanımadım, o yüzden seni ilk gördüğümde bocaladım ama artık biliyorum seni, aşinayım sana. Seni hak etmek için her şeyi yapacağım, söz veriyorum."

Söylediklerimin her kelimesini anlıyormuş gibi dikkatle dinlemesinden, gözlerini sürekli kırpıştırmasından, daha çok konuşayım diye beklentiyle dudaklarıma bakmasından anlıyordum tüm duygularını. Elimi uzattım korkarak saçlarına, dokunamadım korkudan ama üstten üstten sevdim sarı saçlarını. Hoşuna gitmiş gibi uzattı elini yanağıma, oradan da saçlarıma ulaştı, benim korkudan yapamadığımı o bir cesaretle yaptı. Elleri saçlarımı severken yutkunarak baktım gözlerine, bu kez heyecanlanan da beklentiyle bakan da bendim. Saçlarım parmaklarının arasından kayarken derin bir nefes aldım ve oksijen maskesini yeniden taktım, benim ciğerlerimin daha fazla havaya ihtiyacı varken onun da aynı dertten muzdarip olduğunu varsaydım.

Adımı telaffuz etmeyi çok sevdiğini görebiliyordum, adımı mı seviyordu yoksa adımı söylediğinde bir anlık afallamayla ona kilitlenip kalışımı mı bilmiyordum ama ikisi de güzeldi benim için. Adımı, gerçek adımı, sevdiğim bir kadının ağzından duymayalı, o ismi duymak canımı acıtmayalı çok uzun zaman oluyordu. "Çektiğim onca acıya değersin, yirmi yedi yıllık azabın bedelisin..."

Yerinden kaykılarak sedyenin kenarına geldi, ses etmememden fırsat bularak alnını alnıma dayadı ve elleriyle saçlarıma okşamaya devam etti. Sımsıkı beline sarıp kolumu çektim onu kendime, elimi sırtında gezdirirken gözlerimdeki o hüzün buğusu ona da bulaştı. Yine de gülümsedim ona, bu çabam gözlerindeki yaşları geri göndermeye yetmese de şefkat tohumlarının filizlenmesine sebebiyet verdi. Her daim Lexa'yı koruyup kollamam gerektiğini hisseden ben, o gözlerimin içine böyle şefkatle bakarken onun tarafından korunup kollanmaya benim daha çok ihtiyacım olduğunu anladım.

"Annemin, doğmamış kardeşimin hüznü göğsümü delip geçerken ve yıllar yılı hissettiğim yegane duygu buyken hislerimin değişip dönüşmesi hayret uyandırıcı. Hâlâ eksik bir yanım, hâlâ acıyor canım ama içime güneş doğuyor artık. Ufuktan yükselen o ışık demeti içimin zifiri karanlık mahzenlerini aydınlatıyor. Ne ara içimde bu denli büyük bir yer edindin bilmiyorum ama en güzel iyi kimsin benim. Alacalı griydim ben ama senin aydınlığın bana kendimi daha temiz hissettiriyor artık. Karanlık dağılıyor ve canavar ölüyor, gözlerimin içine böyle saf bir sevgiyle baktığın her an yepyeni bir hayat başlıyor." Derin bir nefes çektim ciğerlerime verdiği nefesten. "Benim göğsüm sana yuva bundan böyle sadece, senin ikliminim ben, senin baharınım ve senin yazınım. Alışık değilim bu denli sevmeye ama seninle birlikte hevesliyim bunu da öğrenmeye. Bir işi yaparsam en iyisini yapmak isterim, seni seversem de dünya üzerinde en iyi seven adam olmayı denerim. Hep zoru sevdiğimden belki de ama en zoru en güzel sevmek gibi bir huyum da var benim." Gözlerinden öptüm, o ferah yeşillerinden... "Sen gözlerimin içine böyle bakmaya devam ettikçe ben bu hayatı yeniden severim."

Sevimli mırıltıları sözlerimin hoşuna gittiğini doğrularken isteği doğrultusunda daha fazla konuştum. Onunla konuşmak, bu eylemin daha önce hiç olmadığı kadar özeldi. "En zoru sevmek dediğime de bakma güzelim konuşmasam da anlıyorsun sen beni, kara gözlerime yansıyor benim kalbimin düşünceleri, kabul zorsun ama zor olduğun kadar da güzelsin bana. Belki bu yüzden bağlandım sana, belki bu yüzden sevdim seni. Doğduğum günden beri hep en zorla mücadele ettim, zoru sevmeyi küçük bir çocukken babamı sevmeye çalışarak alışkanlık edindim. Ondan hemen vazgeçtim ama sen yazgımsın benim. Yaralı bir kuşsun avuçlarımda. İyileştireceğim seni, öğreteceğim varlığını unuttuğun kanatlarını çırpmayı ve sonra da özgür bırakacağım. Eğer özgürlüğünün ortasında yine konarsan benim dikenli dallarıma kışlarım son bulacak, dikenlerim dökülecek, kuru dallarıma bahar gelecek ve hayat, işte o gün başlayacak. Tıpkı bugün gibi."

"Nasıl bu kadar küçükken böylesine devasa şeyler hissettirebilirsin?" Diye fısıldadım gözlerimi kapatırken. "Tam seni daha fazla sevemem, içimde daha da yer kalmadı dediğim her an önceden varlığını bile hissettmediğim büyük boşlukları dolduruyorsun." Kalbim patlayacaktı bunca sevgiden. "İçimin nefretle karalı duvarlarını kendi rengine boyuyorsun, beni köklerimden temelli olarak değiştiriyorsun." Tebessüm ettim buruk bir şekilde. "Ve bu değişimi seviyorum, tıpkı seni sevdiğim gibi."

Eli saçlarımda dolanırken, kokusu burnuma dolarken, şefkati üstümü örterken koynunda uyuyakaldım sevdiğim kadının. Ne kadar kestirdim orada bilmiyorum, omzuma dokunan bir elle irkilerek uyandığımda bana bakan bir çift gözün sahibi Serra'ydı. "Sakin ol, benim." Diye fısıldadı. Derin bir nefes alıp başımı tekrar eski yerine koydum. Telaşla Lexa'ya baktım ama küçük bir kıpırdansa da başımı göğsüne bastıran kolunu daha da sıkılaştırıp beni kendine çekerek uyumaya devam etti.

"Ya bu ne tatlılık." Diye fısıldadı heyecanlı ve güleç sesiyle. "İkinizi üst üste koyar yerim, tiplere bak."

"Git." Diye homurdandım uykulu sesimle.

"Kovuyor musun beni?"

"Uyuyoruz, git."

"Huysuz."

"Uykumu böldün, hem de en güzel yerinde. Kırmızı halı mı sereyim önüne?"

Güldü sedyenin kenarına otururken. "Rüya mı görüyordun?"

"Hayır." Diye fısıldadım. "Onunla uyuyorum görmüyor musun? Her saniyesi en güzel yeri."

Kafama vurdu hafifçe, saçlarımı karıştırdı sonra ufak bir çocukmuşum gibi. "Ya şapşal, ya deli... Aşık halleri de bir ayrı tatlı. Bal mısın oğlum sen?"

Lexa'nın belindeki elimi kaldırıp savuşturdum ellerini. "Paketleyip kapının önüne mi koyayım illaki seni?"

"Koysana beni kapının önüne." Güldü kendi kendine. "Başına silah dayasam iki saniye daha fazla Lexa'nın koynunda kalabilmek için ölümü kabullenirsin gibi duruyor."

Huysuz bir tonda konuşsam da gözlerim kapalı bir şekilde Lexa'nın sıcak teninden yayılan güzel kokusunu solurken dudaklarımda gerçek bir gülümseme vardı. "Ele güne maskara olduk."

"El gün mü?" Dedi oyunuma ortak olur ve "Vay köpek." diyerek omzuma vururken. "El gün mü olduk şimdi? Hani bacındım?"

"Artık hanımım var."

Sessiz bir kahkaha patlattığında ben de gülmeden edemedim. "Geri zekalı."

"Niye geldin?"

"Ciddili bir şekilde istenmiyorum şu an."

Başımı salladım belli belirsiz ona aldırmadan. "Çok ciddili bir şekilde istenmiyorsun şu an."

Kolumu çimdikledi. "Bizim töremize göre senin ölüm vaktin gelmiş oğlum."

İşaret parmağımla ardı arkasına beline dokunarak tikini tetiklediğimde gülerek alelacele sedyeden kalktı ama stratejik bir hata yapmıştım ki arkama dolanıp karnımı gıdıkladı. "Serra!" Diye inledim sinirle. "Anlatacağım Merih'e ona aşık olduğunu-" Cümlemi tamamlamadan omzumu ısırdığında acıyla inledim. "Bana köpek diyene bak."

"Kalk hadi, kalk." Dedi. "Simge seni Jason'ların tarafına çağırdı."

"Neden?"

"Nedenini sormadım ama apaçık ortada, Sarp'ı görmek için muhtemelen ama itiraf etmiyor hanımefendi. Onunla uğraşmak seninle uğraşmaktan daha zor olduğu için buraya geldim."

"Sen söylemesen hiç anlaşılmıyordu neyi tercih ettiğin."

Lexa'nın kolunu usulca kaldırarak kollarının arasından çıkmak zorunda kaldım, onu sırtüstü döndürüp üstünü örttükten sonra elimi tutulan boynuma atıp ovaladım.

"O kadar rahatsız bir pozisyonda böylesine büyük bir keyifle uyumanı aşıksın diye yorumladım ama kendin de kabul ediyorsun zaten."

Laflarına aldırmadım. "Sen ısırdın değil mi beni en son?"

"Yok." Dedi gülerek. "Her şey bir rüyaydı farzet."

Geri geri kaçmaya başlasa da onu yakaladım, kafasını ellerimle tutup başını hızla iki yana sallarken gülerek ellerime vurdu. "Kusacağım, bırak." Gülerek onu bırakıp kapıya doğru kaçmıştım ki tekmesi bacağıma yetişti, durup arkamı döndüm. "Ayıp."

Kabanımı giyerken Serra bir bana bir de Lexa'ya bakarak güldü. "En son bu odada üçümüz birlikteyken birer yabancıydınız, şimdi o senin tüm dünyan. Zaman ne kadar kuvvetli bir olgu."

"Olması gereken, olması gereken anda, olması gerektiği yerde..." Atkımı boynuma dolayıp karşısında durdum. "Başka emirleri de var mı peki Simge Hanımın?"

"Yok, orada olsun yeter dedi."

"Neden gelip fikrimi almadı?"

"Neden acaba?"

"Bu başına buyrukluktan sıkıldım."

Başını sallayarak onayladı beni. "Haklısın, bu bir risk faktörü ama belki de ikinci bir şansın başlangıcı olabilir. Birlikte olmak için yaratıldılar, ayrılık onlara hiç yakışmadı. Belki de bu güçlük onları yeniden bir araya getirecek olan şeydir."

"Her şeyin ters tepmesinden korkuyorum. Şimdi zamanı değil."

"Aşkın yeri zamanı mı olur sen söyle?" Lexa'yı işaret etti başıyla. "En ummadık anda bulmadın mı onu?"

"O başka, bu başka. Biri ateş, diğeri barut. Bu ara çok sık yan yana gelmeye başladılar, elimizde patlamalarından korkuyorum. Olmalarını istemediğimden değil, olduramayacaklarını bildiğimden. Araya gurur sokmadan olabilmeleri için tek bir şansları vardı, onu da harcamalarına yardım ettim."

Kaşlarını çattı sözlerime. "Sen Sarp'ın hayatını kurtardın."

"Hayır hayatını mahvettim. Benim yüzümden mesleğini, sevdiği kadını ve dostlarını kaybetti."

"Evet mesleğini kaybetti ama bu hayatta kalmasının bedeliydi. Ne sevdiği kadını, ne de dostlarını kaybetti çünkü kimse ona sırtını dönmedi. Simge ona günlerce ağlayarak yalvardı, hepimiz anlatmaya çalıştık ama öfkesi boyundan büyüktü dinlemedi, astı kesti her şeyi. Simge ona hayat veren adama, kardeşine sırtını dönemedi, biz ona hak versek de sana haksızlık etmesine göz yumamadık, seni yalnız bırakmadık. Sarp arkasını dönüp gitti. Arkadaşlarını o değil, asıl sen kaybettin. Biliyorum Sarp başka senin için ama onun uğruna bile olsa kendine bu denli haksızlık yaptığını görünce o güzel kafanı patlatasım geliyor."

"Öyle mi?" Diye sordum konuyu dağıtmak için gülümseyerek. "Bugün oldukça şiddete meyillisin."

"Alt tarafı azıcık sevdim."

"Sevdin mi?" Dedim gözlerimi büyüterek. "Ayı da yavrusunu severken öldürürmüş zaten."

Kaşları çatıldı sözlerime. "Bu odada tek bir ayı var ve o da sensin."

"Omzumda otuz iki dişinin izi çıktı."

Elini beline koydu. "Tamam bugün birazcık ısırmış olabilirim." Sevimli bir şekilde güldü. "Şey diyelim mi? Kedi."

"Köpek diyelim." Dedim gülerek. "Sen söylerken oldukça rahattın."

"Hainsin."

Başımı salladım ve asker selamı verdim, Lexa'nın yatağının başına ilerleyip saçlarına küçük bir öpücük kondurduktan sonra Serra'nın gözlerinden kalp fışkıran bakışları arasında kapıdan çıkıp Jason'ın mesken tuttuğu alana doğru yürüdüm.

Ağaçların arasından çıktığımda Brendon, Joanna, Ewa ve Marcin'in kamelyada oturup bira yudumladıklarını gördüm lakin dikkatimi tek başına evin verandasında durup sigarasını içen adam daha çok çekti. Eve doğru yürümeye başladığımda beni fark etti, uzaktan birbirimize birer baş selamı verdik. Yanına ulaştığımda merdivenlere yönelmek yerine direkt korkuluklara yöneldim, elimle karları düşürdükten sonra kendimi yukarı çekip ahşap korkuluğun üzerine oturdum. "Patron." Dedim soluma bakarken. "Tek başına ne yapıyorsun?"

Sigarasının külünü düşürdü. "Kafamı dinliyorum."

"Zor günler."

Sigarasından derin bir nefes çekip dumanı gökyüzüne üfledi. "Daha zorlarını da görmüştüm."

Başımı salladım usulca. Bu gece gök berrak ve bulutlardan arınmıştı, gökyüzü pırıl pırıldı. Bu manzarayı Lexa da görsün isterdim, ışıklı gece ışıltısını kıskansın isterdim lakin dişimi sıkmam gerektiğinin bilincindeydim. Bundan böyle her gecemiz bir öncekinden çok daha güzel geçecekti.

Bana sigara paketini uzattığında reddettim. "Sen burada ne yapıyorsun?"

Omzumu silktim ve saçlarımı düzelttim gökyüzüne bakarken. Böylesine derinken bende yüzeysel bir hoşlantı gibi davranmak zorluyordu. Oysa ben iyi olacağını bilsem onunla tek göz odanın içinde yıllarımı bile geçirirdim. "Günlerdir odanın içinde tıkılıp kaldım, biraz hava almak istedim."

"Joanna, Elizabeth'in durumuyla bizzat kendi ilgileniyor."

Şüphesiz uzun bağlantıları olan iyi bir doktordu lakin buna rağmen Lexa'nın hastalığıyla ilgili bana tek bir kelime etmeyişi şüphe uyandırıcıydı. Fazla kuruntu yaptığımı düşünmek istiyordum. "Biliyorum, minnettarım." Dalgın bir tavırla bana baktığında ben de ona döndüm. "Yemeği mi düşünüyorsun?"

Jason'ın başı o kadar dumanlıydı ki son zamanların sıkıntı ve stresi çehresine yorgunluk emaresi olan gözaltı morlukları olarak dönüş yapmıştı, muhtemelen geceleri uyuyamamak onun da bir alışkanlığıydı. "Pek çok şey düşünüyorum."

"Bazen ipin ucu kaçıyor, değil mi?"

Başını salladı usulca. "Yeni düzen kuruluyor."

"Etkin bir faktörsün."

"Wright için öyleydim, veledi işleri zorlaştırabilir."

"Bir aptal değilse masasında her daim bir yerin olacak."

"Konumum değişirse saltanatım yerle bir olur."

Ona baktım. "Olmaması için elimizden gelen her şeyi yaparız biz de. Yapabileceğim ne varsa yaparım."

Gülümsemedi ama yüzündeki o sıkıntılı ifade azıcık da olsa yumuşadı, elini sırtıma koyup dostça iki kez vurdu. "Kardeşimi ayakta tutup tesisin düzenini sağlıyorsun, elinden gelenin fazlasını yapıyorsun."

"Senin için pek çok şey yaparım, patron. Hep birlikte üstesinden geleceğiz." Bütün dikkatini bana verdi. "Büyük ihtimalle yeni şartlarla, değişim fikirleriyle birlikte gelecek. Ona senin burada ne kadar etkin bir faktör olduğunu küçük bir oyun sergileyerek anlatabiliriz. Birkaç piyon harcarsın, ayak bağı olanlardan da kurtulmuş oluruz. Ne dersin?"

"Aynısını düşünüyordum."

"Genelde aynı şeyi düşünüyoruz." Dedim. "Ne dersin?"

"Kumar."

"Risk olmadan kazanç olmaz."

Başını salladı usulca. "Gelsin de konuşalım, dinleyelim, derdimi güzellikle bir anlatayım eğer zoru seviyorsa o tonla da konuşurum."

Başımı iki yana salladım. "Hayır, bu aptallık. Wright şimdi ölmediyse bile bir gün ölecek, o öldüğünde bu sistem oğluna miras kalacak ve bugün olmasa da birgün patronun olacak. O yüzden onunla zorla falan konuşmayacaksın, onu karşına alırsan kardeşini tehlikeye atarsın. Aksine onun senin ne kadar önemli olduğunu fark etmesini sağlamalıyız ki buradaki nüfusunun onun lehine olduğu kanaatine varıp varlığını sürdürmene destek olsun."

"Göründüğünden daha bilge bir adamsın."

"İltifat olarak mı, hakaret olarak mı almalıyım?"

Güldü. "Stratejik hareket etmeliyim. Senin bana, benim de sana yaptığım gibi değil mi?"

"Ne demek istiyorsun?"

"Beni kullandın mı?" Diye sordu öfkeden uzak dümdüz bir ifadeyle. "Kız için."

"Beni seni kandırmakla mı itham ediyorsun?"

"Hayır sadece merakımı gidermeyi deniyorum. Bana stratejik mi yaklaştın?"

"Sana stratejik yaklaşmış olsaydım şu an bana bu soruyu soramazdın çünkü bilmene asla göz yummazdım. Beni görmene asla izin vermezdim. Sana en zayıf anımı görmen için müsade ettim." Ona dümdüz bir ifadeyle baktım tıpkı onun bana baktığı gibi. "Bunu yalnızca bir arkadaşa yaparsın."

Çehresi yumuşamadı ama o sertlik bir nebze de olsa kırıldı. "En iyi arkadaşa?"

"En iyi arkadaşa."

Kolunu omzuma attı, sigarasından son bir nefes çekip izmariti kar birikintisinin üzerine attı. O merdivenlerden indiğinde ben de oturduğum yerden atladım ve birlikte kamelyaya doğru ilerledik. Joanna yine stajyerlerinin soru yağmuruna maruz kalmıştı ve bu Brendon'ın sıkıntı dolu 'Bu veletler de nereden çıktı?' bakışlarını tamamıyla açıklıyordu.

"Rene Spitz deneyine her ne kadar bir deney desek de aslında daha çok bir gözlem, özel olarak çocukların ailelerinden koparılması gibi bir durum söz konusu değil aksine denekler yetimhanedeki halihazırda terk edilmiş kimsesiz çocuklar. Deney süresince anne sevgisi ve bakıcıdan da bunun yerine herhangi bir ilgi göremediklerinden ötürü çocukların psikolojisi bozulmaya, hatta ve hatta fiziksel olarak büyümemeye başlıyorlar."

Ben Brendon'ın yanına, Jason'da Joanna'nın yanına yerleştiğinde Ewa'yla kısa bir saniye için gözlerimiz birleşse de hemen Joanna'ya dönüp süpervizörünü dinlemeye devam etti. Brendon bana dönüp boğuluyormuş gibi bir ifade yaptığında gülerek göğsüne vurdum.

Joanna bana ufak bir baş selamı verip konuşmaya devam etti. "Rene Spitz'in anne yoksunluğu kavramı çocukların fiziksel ve zihinsel gelişiminde nasıl rol oynadığına dair bizi aydınlatan kıymetli bir deney. Beşiklerinde büyümeye terk edilen ve sadece öz bakımları görülen 26 çocuktu denekler. O dönem için yetimhanede kalan bu çocuklarla hapishanede dahi olsa anneleriyle büyüyen çocukları kıyasladıklarında yetimhanede olanların tüm bakımları karşılanmasına karşılık hapishanedekilerin gezip keşfedecek yerleri olmasa bile anneleri yanında olduklarından yetimhanedeki çocukların daha huzursuz olup daha çabuk hasta oldukları, etrafta olup bitenlere tepki vermedikleri, sürekli ağlayıp iç çektikleri ve tabiri caizse eğer yavaş yavaş insanlıktan çıktıkları gözlemleniyor. Bu çocukların yaklaşık yüzde kırkı Marasmus hastalığına yakalanarak ne yazık ki hayatını kaybediyor. Çocuklara verilecek olan ilginin ne kadar önemli olduğunu bu deneyden çıkarabiliriz, insanın gıdası yalnızca besin değil. Bu çocuklara altı veya yedi aydan sonra yaklaştığınızda bile tepkisiz kalıyorlar, herhangi bir şeyden zevk almıyorlar, hiçbir şey onları eğlendirmiyor."

"Tıpkı depresyon gibi." Dedi Marcin.

"Genel olarak depresyonun hırkamızı giyip çikolata kaşıklamak olduğunu sanan bir grup insanın mevcudiyetinin aksine ikisinin de temel ana nedeni ilgisiz ve sevgisiz kalmak, sevilmez olduğu izlenimine kapılmak. Ve Rene Spitz buna anaklitik depresyon adını veriyor."

"Peki sevgisizlik ve ilgisizlik eğer ki çocukların ölümüne neden oluyorsa neden buradaki denekler ölmedi?" Diye sordu Ewa. "Onları büyütürken temel prensip tamamen aynıydı, üstelik bu çocuklarla hiçbir şekilde konuşulmadı."

"Bu soruyu seviyorum." Gülümsedi Joanna. "Çünkü saldırganlığı ve şiddeti öğrenmeden önce, birbirlerini sevmeyi öğrendiler. Neyi aradıklarını bilmiyorlardı lakin büyük ve güçlü bir şey keşfettiler. Birbirlerini sevdiler ve bu sevgi onları hayata tuttu."

"Ne kadar romantik." Dedi Brendon. "Ama yeter, gidin bilimsel sohbetlerinizi sınıfınızda yapın."

"İki dakika çeneni tutamıyorsun."

"Yaklaşık yarım saattir tutuyorum, biri sana bir şey sorduğunda üstüne aralıksız saatlerce konuşuyorsun. Burada çenesini tutamayan sensin."

Joanna yüzündeki küçük ama manası derin bir tebessümle Brendon'a baktı. "İşimi seviyorum."

Brendon sırıttı. "Ne kadar şanslısın."

"Sen de en az benim kadar şanslısın, Bren."

"Bire sıfır." Dedi Jason. "Gol yemelere doyamıyorsun kardeşim."

"Zalim insanlarsınız." Bana döndü. "Sen o odadan nasıl çıktın, kendi ayaklarınla, hür iradenle? İnanılmaz bir gelişme."

"Seni ilgilendiriyor mu?"

Kaşlarını alayla havaya kaldırdı Brendon. "Dün gece öyle demiyordun."

Gözlerini devirmemek için zor tuttu Joanna kendini Marcin ve Jason gülerken. "Bren medeni sohbetimize seviyeli bir nokta koyduğuna göre-"

"Bir içki alabilir miyim?" Diye sordum. "Bu adama ayık kafayla tahammül etmesi zor oluyor."

Güldü Joanna kattığım yoruma. "Varacağım nokta tam olarak buydu." Brendon'a döndü. "Tatlım..."

Brendon, etrafında bulunan kalabalıktan haz etmediğini açık eder bir şekilde Joanna'ya bakarak derin bir iç çekti, kulübede bekleyen adamlarına döndü ve elini ağzına götürüp kuvvetli bir ıslık çaldı. Bir adam siyah kıyafetlerinin içinde elinde yeni bira şişeleriyle kulübeden çıktığında tanıdık yüz bıkkın bir nefes almama neden oldu, başımı başka yöne çevirip boynumu kaşırken Sarp elindeki kutuyu Jason'dan başlayarak önümüzde dolandırmaya başladı. Yüzüne bakmadan bir tane aldığımda Marcin ve Ewa'ya da bira verdi ve kutuyu hemen yan tarafımdaki boşluğa bıraktı, kutunun içinde sallanan şişeler birbirine çarparak nispeten yüksek bir ses çıkardığında Ewa yerinde sıçradı. Marcin, Ewa'ya dönüp "İyi misin?" diye fısıldadığında ilgim ikisinin üzerine daha çok yoğunlaştı. Ewa hızla başını sallayıp geçiştirmeyi planlamış olacaktı ki ona olan bakışlarımı gördüğünde duraksadı, yüzündeki o afallamış korku ifadesi silinse de huzursuzluğunun dimağında bıraktığı kekremsi tadın izleri ifadesinden dahi seçiliyordu.

Neyse ki, bunu fark eden tek kişi ben değildim. "Ewa, iyi misin?" Başını sallayarak yanıt verdi lakin yeterli görmemiş olacaktı ki, "İyiyim." diyerek yanıtını destekleme gereksinimi hissetti eğitmeni Joanna'ya karşı. Joanna tepkisini mesleki deformasyon olarak daha bilime yatkın olarak kendi içinde incelese de ben korkuyu nerede görsem tanırdım. "Ani sesler rahatsızlık verici değil mi?"

"Yalnız ve sessiz bir hayatım vardı buraya gelmeden önce, bu gürültülü tempoya ayak uydurmak için elimden geleni yapıyorum."

"Bir baban olduğunu sanıyordum." Dedim.

Joanna'ya bakarken durgun denizleri andıran kara gözleri bana baktığı bir saniye içinde öfkeden köpüren azgın dalgalara döndü. "Yalnız ve sessiz bir hayatım olmasına engel mi?"

Sarp yanımda ayakta dikildi. "Üzgünüm, seni korkutmak istemedim." Dedi konuyu değiştirmek için.

Ewa ona bakmadan başını salladı önemli değil manasında, hâlâ benim üzerimde olan gözlerini de konuşan Joanna'ya çevirdi. "Ayak uydurmak zorunda değilsin, kendin ol. Sen burada yalnızca eğitim alıyorsun."

"Ama burası her zaman bir parçam olacak." Güldü ama gülüşünde derin yaralar vardı. "Burada yaşamasam da burası benim içimde yaşayacak."

"Siz özel kişilersiniz, ülkemize hizmet edeceksiniz. Bazı ödülleri ve bedelleri var."

"Bir oyun gibi değil mi?" Diye sordu Marcin.

"Zaten hayatın kendisi bir oyun çocuk." Dedi Brendon içkisinden büyük bir yudum almadan önce. "Tek yaptığımız en yüksek skoru elde etmeye ve son bölüme kadar hayatta kalmaya çalışmak."

"Ne ödül, ne bedel..." Kardeşine baktı Jason, son günlerdeki buhranlarının kaynağıydı. "Önemli olan tek şey hikayenin sonunda hayatta kalıp kalmadığın."

Biramdan bir yudum alıp yanımda dikilen adama kaçamak bir bakış attım, ellerini arkasında bağlamış yanımda öylece dururken küçük bir saniye için göz göze geldik. Jason haklıydı tüm savaşlar ve yarışlar hayatta kalmak adınaydı ama bunun bir maharet olmadığının yeni farkına varıyorduk şimdilerde. Yaşamazsan hayatta kalmanın hiçbir anlamı yoktu ve bu ikisinin ayrımına kolay kolay herkes varamıyordu. Önce birlikte hayatta kalacak, sonra da birlikte yaşayacaktık. Kırgınlıklar ve küskünlükler bir yaşama sığdıramayacak kadar ağır hisler. Onu son görüşümde söylediklerim sırtımda külfet olmuşken bir saniyelik kısa bir bakışıyla kurtardı beni vicdanımı ezen yüklerin altından. Küs değildi, belki de sözlerim onu kendine getirmişti ama ben bunu bu şekilde yapmış olmamla gurur duymuyordum. Lakin kardeşim yanımdaydı, çok uzun zamandır olmadığı şekilde dimdik duruyordu yanımda ve bu inadını bir tarafa bırakan kardeşimle gurur duyduğum bir andı. Bize dair bir umut vardı.

Önüme dönerken Ewa'nın bakışlarını yakaladım ama bu kez bana değil Sarp'a bakıyordu. Kızgın ya da öfkeli değildi ama manasını da tam olarak seçemiyordum. "Kötüler olduğu sürece kazanacağız, hikayenin sonunda ölmesi gereken iyi adam değil." Dedim.

Güldü Ewa. "Kötü adamlar özgür ama iyi olan değil."

"Değil mi Brendon?" Diye konuştu Marcin, Ewa ise arkadaşının konuşmasıyla birlikte Brendon'a döndü ama dikkatini veremiyor gibi gözüküyordu. Öfkesi içinde yükselirken dışarıdaki uyarıcılara odaklanamıyordu. "Burası bir sürü suçluya özgürlük verdi ama tutuklu olan sensin."

"Bu hikayenin iyisi ben değilim." Diyerek göz kırptı Brendon.

"Bir sürü katil, gaspçı, tacizci." Sarp'a ters bir bakış attı Ewa. "Güvenli mi?"

"Benim sistemimi sorgulamak sana kalmadı küçük hanım." Jason netti.

"Sorgulamıyorum sadece bir soru sordum."

"Güvenli." Dedi Jason. "Neden biliyor musun? Hepsi ipin ucundan aldığım adamlar, onların yaşama nedenleri benim ve tek bir yanlışta onlara verdiğim ikinci şansı gözümü kırpmadan geri alacağımı biliyorlar."

"Güvenli çünkü sana tapıyorlar." Diye alaya aldı Ewa.

"Eğer öyle demeyi tercih ediyorsan." Jason bir noktada takılmıştı. "Tacizcilere tahammülüm yok, adamlarımı seçerken dikkat ettiğim kriterlerin başında bu geliyor."

"Öyle mi?" Ewa'nın içindeki herkese ve her şeye dair baş gösteren nefret duygusunun kaynağını merak ediyordum. "Etrafımız onlarla çevrili diye duymuştum."

"Kafamı ne zaman çevirsem bana bakıyor oluyorsun. Bakışlarının nedeni bu muydu?" Diye konuştu Sarp dudaklarındaki ufak tebessümle. Lakin bu sözcüklerin anlamı bir tehditti, uyarıydı. Ewa sadece benim radarıma takılmıyordu. Sarp imalı sözcükleriyle Ewa'ya her şeyin farkında olduğunu alttan alttan ima ediyordu. "Benden hoşlandığını düşünmüştüm."

Ewa'nın yüzü kızardı ama bunun nedeni artık sadece soğuk değildi. Alayla güldü. "Ben, senden hoşlanacağım ha?" Kulaklarına inanamıyor gibiydi. "Senden." Dedi parmağıyla Sarp'ı işaret ederek. "Özgüvenine hayran kaldım doğrusu."

"Onu diyorum." Ewa'nın tavrı keyfini katlamıştı. "Hayran kalmış gibisin."

Ewa ağzını açmıştı ki sözcükleri birbirine dolandı, derin bir nefes alıp sessizce inledi. "Sen iğrenç bir insansın, yeryüzündeki normal hiçbir insanın sana olumlu hisler beslemesi mümkün değil."

Kaşları havalandı alayla ve üstten bir bakış attı sandalyesinde küçülen kıza. "Bundan emin misin?"

Ewa'nın asla altta kalacak bir karakteri yoktu. "Oldukça."

İçten bir şekilde güldü Sarp. "Mesleğin gereği açık fikirli olman gerekirken neden beni bu şekilde yargılıyorsun?"

"Evet açık bir görüşe sahip olmak benim mesleğimin gereği ama kendi etik değerlerim olabilir ve sen benim kapsamıma girmiyorsun." Sevimli bir şekilde gülümsedi ve ellerini birbirine kenetleyip göğsüne bastırdı. "Küçük hayal dünyanı başına yıktığım için çok özür dilerim."

"Ne oluyor burada?" Diye sordu Joanna gülerek. "Bunu fark etmemiştim."

"Fark edilecek bir şey yok ki."

"Sen öyle diyorsan tatlım." Dedi Joanna elini çenesine yaslayarak.

Joanna'nın bu tavrı Brendon'ı güldürse de Ewa'nın bıkkın bir nefes almış olmasına neden oldu. "Romantizm hastası." Dedi Brendon eliyle Joanna'yı işaret ederek.

"Ve hâlâ tam anlamıyla gerçek bir romantizm deneyimlemedi."

Jason'a yandan bir bakış attı Joanna. "Bundaki tek faktör ben değilim."

"Neymiş o?"

"Siz erkekler çok aptalsınız." Sarp'a baktı. "Baksana birbirlerinden hoşlandıkları ne kadar ortada ama hâlâ ona gerçeği söylemiyor."

Sarp yüzünü buruşturdu. "Ben ondan hoşlanmıyorum."

"Sen az önce yüzünü mü buruşturdun?" Dedi Ewa kaşlarını çatarak. "Benim senin gibi bir tecavüzcüden hoşlanmama ihtimalimi alaya alıp senin benden hoşlanıyor olma fikrine yüzünü buruşturdun öyle mi?"

"Galiba öyle yaptım." Dedi rahat bir tavırla.

"Sinir bozucusun."

"Teşekkür ederim, küçük hanım."

"Ona doğruları söyleyebilirsin, Sergio." Jason kaşlarını çattı ama Joanna durumu açık ettiğinden ağzını açıp bir şey söylemedi. "Hadi."

Sarp, uzun uzun Jason'a baktı ama onay almasına rağmen konuşmaması garip kaçacağından umursamaz bir tavırla Ewa'ya döndü. "Ben Dylan Halpert kimliğindeki suçlu değilim. Lucas Campbell tarafından Jason Artman'a hizmet etmek için görevlendirilen bir askerim."

Ewa duraksadı, şaşkın olduğu barizdi ama bu durum onu çok da etkilemiş gibi gözükmüyordu. "Bunu beklemiyordum."

Başını salladı Sarp usulca. "Bana bir özür borçlusun."

"Sıfır flört yeteneği, neden hepiniz bu kadar aynısınız?" Diye yakındı Joanna. "Erkekler hiçbir zaman kendini eğitemiyor."

"Ben hariç." Dedi Brendon çapkın bir edayla Joanna'ya göz kırparken.

"Burada geçirdiğin on yıl boyunca taktiklerin küflenmiş."

"Bugün harika bir moddasın." Dedi Jason gülerek.

"Aşksal anlamda bereketli bir gece." Dedi Brendon gülerek, onun bakışlarını takip ederek hepimiz bize doğru gelen Atakan'a ve onun koluna girmiş olan Simge'ye baktık. Joanna, yüzü bu gece gerçek anlamda ilk kez gülen Jason'a bakarken Brendon kardeşinin dağılan ilgisinden fırsat bilerek elini Joanna'nın bacağına koyarak okşadı. "Daha da bereketlendirebiliriz."

Joanna bu dokunuş karşısında şaşırmış da olsa hoşuna gittiğini saklama gereği duymadan Brendon'a döndü. "Bu iyilerdendi."

Brendon kafasını biraz Joanna'ya yaklaştırıp fısıldadı. "Küflenmiş taktiklerimin üzerinde bu denli işe yaramasına ne demeli?"

"Taktiklerin değil, sen işe yarıyorsun." Joanna elini Brendon'ın çenesine koyup okşadı. "Ağzını kapat hayatım."

"Bu daha iyiydi."

Göz kırptı Joanna. "Farkındayım."

Brendon derin bir iç çekti ve bira şişesini başına dikti. "Benim için uzun bir gece olacak."

"Zavallı Küçük Bren."

İmalı imalı sırıttı Brendon. "Göreceğiz."

Başımı kaldırıp çaktırmadan Sarp'a baktım, bakışları Simge'nin üzerindeyken olduğu yerde duruşunu dikleştirdi. Ciğerlerine ortamdaki tüm oksijeni depo etmek istercesine derin bir nefes çekti. Jason heyecanla ayağa kalktı, günlerdir üzerinde biriken ölü toprağı Atakan'ın Simge'yle birlikte yanımıza gelmesiyle birlikte silkelendi. Simge'nin bakışları içimi yaktı. Şimdi daha iyi anlıyordum neden burada olmamı istediğini çünkü darmadağındı ve kendinden bir parçayı kaybetmediğine emin olmam gerekiyordu.

"Merhaba." Dedi bakışlarını tek tek üzerimizde gezdirip gülümserken.

"Merhaba Jessica." Dedi ve Atakan'ın kolunu tutan eline baktı Jason, Simge elini hemen çekerken Atakan'ın bir anlığına kaşları çatılsa da Jason'ın hemen bir adım önünde güleç bir tavırla yüzüne bakmasıyla o da gülümsemek zorunda kaldı. "Merhaba Patron."

"Bay Chris." Jason isminin söylenmemesine hiç takılmadı, hatta bu şekilde hitap edilmek hoşuna gitmiş gibi bir tavrı vardı. "Ne kadar güzel bir sürpriz böyle."

"Chris sizi görmek için çok ısrar etti ama tek başına da gelmek istemedi, saatlerdir ona eşlik etmem için bana dil döküyor. En sonunda onu kıramadım."

Atakan büyük bir ihanete uğramış, sırtından bıçaklanmış gibi bakıyordu. "Evet." Dedi Jason'a bakarken. "Son günlerde sizi hiç iyi görmedim ve çok endişelendim, o haliniz bir türlü aklımdan çıkmadı. Sizi görmek, biraz yanınızda kalmak ve iyi olduğunuzdan emin olmak istedim." Dudağında küfür manası taşıyan bir tebessümle Simge'ye döndü. "Ve fedakar arkadaşım Jess de beni kırmadı."

Simge deri eldivenleriyle gülerek Atakan'ın koluna vurdu dostça. "Lafı bile olmaz, arkadaşlar bugünler içindir."

Jason'ın ağzı kulaklarına varıyor, Brendon bayılmak üzere olsa da Joanna bu anı keyifle izliyordu. Jason'ın gözlerindeki parlamayı gördüğümde gülmemek için kendimi zar zor dizginlesem de mesaj esas sahibine ulaşmış, Atakan intikamını almıştı. Sarp bakışlarını bir an için Simge'den çekmezken dudağında ilk günün heyecanını taşıyan gerçek bir tebessüm vardı, Simge gözlerini dikkat çekmemek için kaçırmak zorunda kaldı ama o gülüşü görmek içindeki tereddüt silsilesinin yok olmasına neden oldu. Artık nerede durması gerektiğini biliyordu.

Jason, Atakan'ı kendi sandalyesine doğru çekti. "Buyrun oturun lütfen."

Sarp kamelyadan sandalye almak için çıkarken Joanna arkasından seslendi. "Kendin için de bir tane getir Dylan, ayakta kaldın."

Sarp sandalyelerle döndüğünde Jason onun elinden bir sandalyeyi alıp Atakan'ın yanına oturdu. Sarp bir sandalyeyi Simge için bıraktığında diğerini de yanına iliştirdi, üç şişe bira alıp birini Atakan'a diğerini de Simge'ye uzattıktan sonra kendi içkisiyle birlikte sandalyeye oturdu. Bir çember şeklini alırken Simge bana minnettar gözlerle baktığında usulca başımı sallamakla yetindim, başını hafifçe Sarp'tan yana çevirdiğinde Sarp da hafif bir açıyla ona çevirdi başını. O an onların kalplerinde başlayan yangının sıcaklığı karları eritmeye yetecek kadar fazlaydı.

"Başka bir şey içmek isterseniz, sizin için getirtebilirim Bay Chris."

Atakan birasından büyük bir yudum aldı. "Böyle iyi, teşekkürler."

"Kardeşim sözlerinde ciddi, dolabımızda senin için bir süt koleksiyonumuz var." Gıcık bir şekilde tebessüm etti. "İstemen yeterli."

Jason, kardeşine ters bir bakış atarken Atakan bıkkın bir tavırla başını salladı. Neyi kabul ettiğinin gerçekliği onu yeni bulmuştu ve içinden muhtemelen Simge'yi mahvedecek türlü senaryolar kurguluyordu. "O sadece bir şakaydı, süt sevmem."

"Biz pek öyle duymadık." Brendon'ın dudaklarında imalı bir sırıtış varken Joanna sahte bir tebessümle ona dönüp fısıldadı. "Kapat o çeneni."

Brendon'ın gülüşü yerini gerçek bir zevk ifadesine bırakırken Joanna'nın sözünü dinleyerek sessizliği tercih etti.

"Bu aramızda küçük bir espri." Diye konuştu dişlerinin arasından Jason gözleriyle Brendon'ı pataklarken. "Neden bu kadar uzadığını anlayamıyorum."

"Kaliteli bir espriydi."

"Bren!"

Atakan dönen muhabbetin öznesi olmaktan hiç memnun olmadığını belli eden kızgın bir bakışla Simge'ye ters bir bakış attı, Simge de hiç oralı olmadan başını Sarp'tan tarafa çevirdiğinde dişlerini birbirine bastırarak Jason'a döndü. "Gününüz nasıl geçti Bay Jason?"

"Neden resmiyeti soktun yine aramıza?"

"Size nasıl hitap etmemi tercih edersiniz?"

Jason'ın dudakları aldığı yanıtla kıvrıldı, Atakan onu sadece başından savmayı denese de yanlış bir yol izlediğinin yeni farkına varıyordu. "Patron güzeldi." Hemen solumda oturan Brendon gülmemek için şekilden şekile girerken Joanna büyük bir mutlulukla Jason'ı izliyordu, Atakan ise dokunsan ağlayacaktı ama kendini Simge'nin tuzağında gülümsemeye zorluyordu. "Ama Jason demeyi tercih edersen mutlu bir adam olurum."

"Pekala Jason." Dedi boğazını temizleyip ifadesini ciddileştirirken. "Günün nasıldı?"

Jason keyifle arkasına yaslanıp birasından büyük bir yudum aldı, ardından Atakan'a bakarak gülümsedi. "Sen sorana kadar iyi olduğunu söyleyemezdim fakat bu andan sonra hatırlanmaya değer."

Atakan birkaç saniye dümdüz Jason'ın yüzüne baktı, sonra neye bulaştığını yeni idrak ediyormuş gibi korkuyla elini saçlarının arasından geçirdi, muhtemelen aklı Arden'de ve bebeğindeydi ama çok geçmeden topladı kendini, rolü konusunda gayet iyiydi. Gülümsedi. "Bunu duymayı beklemiyordum."

"Şaşırtmayı severim."

"Ben de şaşırtmayı severim. Sen ve ben..." Dedi Atakan imalı imalı gülerek. "Çok eğleneceğiz gibi duruyor."

"Biz." Diye düzletti Jason onu. Gülümsüyordum ama onun gözleri böylesine saf bir sevgiyle parlarken kullanmak zorunda kaldığımız temiz hisleri konusunda birazcık kötü hissetmeye başladım. "Biz birlikte pek çok şey yapacağız."

Atakan elindeki bira şişesini Jason'ınkine tokuşturup arkasına yaslanarak birasından büyük bir yudum aldı.

"Sonradan süt hikayesine dönmesin de." Diye mırıldandığında Brendon'ı sadece Joanna ve ben duyduk, ikimiz aynı anda Brendon'ın koluna vurduğumuzda çıkan ses karşısında herkesin odağı Brendon'a döndü. Yerinde oturuşunu dikleştirip elindeki bira şişesini havaya kaldırdı. Bakışları önce bende, sonra Atakan ve Jason'da, sonra Ewa ve Sarp'ta dolaştı. "Aşıklara..." Joanna'ya kaçamak bir bakış attı. "Yeni heyecanlara."

Joanna'nın dudaklarındaki tebessüm zevk doluydu, yaşadıkları deli dolu ve gizli şey ikisini de kendinden geçiriyordu. Simge'nin bakışları Brendon'ın yaptığı imadan ötürü huzursuzlansa da kadehini yanındaki Sarp'ın kadehiyle tokuşturdu, bakışları ağır bir şekilde Ewa'ya döndüğünde ikisinin gözleri kesişti. Simge'nin sorgulayan bakışları karşısında Ewa'nın soğuk duvarları andıran kara gözleri asla renk vermiyordu ama iki insanın arasından ortama yayılan o enerji, ipucu verici olabiliyordu. Tamamen sezgisel olan bu hissi nasıl tarif edebilirdim bilmiyordum ama birbirlerinden hoşlanmadıklarını anlamak hiç de zorlayıcı değildi.

Ewa gözlerini kaçırmadı, Simge hiçbir savaşın sonunu görmeden meydanı bırakmazdı ve bu bakışma daha da uzardı eğer Sarp cebinden çıkardığı sigara paketini Simge'ye uzatmasaydı. "Sigara içer misiniz Bayan Wilson?"

Simge'nin uzun kirpiklerle bezeli kahverengi gözleri Sarp'a döndü, o cevap vermeden Sarp paketten bir dal sigara çıkarıp onun dudaklarına uzattığında yeşil gözlerinin derinleşen bakışlarında Simge'nin kan kırmızısı rujuyla boyanmış dolgun dudakları vardı. Kendini toparlayabildiğini söylemek iyi hal indirimi gibi olurdu ama en azından sigarayı Simge'nin onun için aralandığı dudaklarının arasına yerleştirip metal çakmağıyla sigaranın ucunu tutuşturmayı başarmıştı.

Simge dudaklarının arasında yanan sigarayı deri eldivenleriyle tutup dumanı usulca kırmızı dudaklarının arasından gökyüzüne yollarken bakışları usulca kendi sigarasını yakan Sarp'a döndü. Saçları artık Simge'nin dokunmayı sevdiği gibi uzun olmadığından alnına dökülmüyordu ama ay ışığı tenine yansırken Simge'nin kaçamak bakışlarında içinin titrediğini hissedebiliyordum. Sarp'ın içine çektiği nefesle yanakları içine çökerken çakmağı kapatıp cebine attı ve sigarayı işaret ve orta parmağıyla tutarak yere indirdi. Sarp nefesini havaya üflerken Simge'nin bakışlarına değdi bakışları, o an dudaklarında cılız bir tebessüm can buldu. Sarp ona bakmayı kesmedi ama bunu hür iradesiyle yaptığını düşünmüyordum, bu gece Simge içindeki umutların ışığının yüzüne yansımasıyla bir ayrı güzel parlıyordu. Bakışlarını başka tarafa çevirip sigarasının külünü düşürürken mükemmel bir şekilde sürülmüş kırmızı rujunun çerçevelediği dudaklarında heyecanlı bir tebessüm vardı. Simge bütün cazibesiyle Sarp'ı yine kendine çekmeyi başarmıştı fakat esas soru Sarp onun yörüngesinden hiç çıkmış mıydı?

Gözlerindeki o derin, özlem dolu ve aç bakışlar karşısında hiç düşünmeden bu soruyu ben bile yanıtlardım. Sarp yerinden bir milim bile kıpırdamamıştı, ayrı oldukları süre dahilinde bile hareket ettiyse dahi bu yalnızca sevdiği kadına daha çok çekilmekten ibaretti çünkü Simge böyleydi, hayatına girdiği hiç kimse ne sıfatla orada olursa olsun onu kolay kolay unutamıyordu. Bundan en çok muzdarip olan Sarp olsa da gizlemeye çalıştığı hayran bakışlarından hiç şikayeti varmış gibi durmuyordu. Simge bir ateşti ve Sarp ateşle oynamayı her şeyden çok seviyordu.

Konuşamasalar bile yan yana olmanın onlar için yeterli olduğunu görebiliyordum. Birbirlerine uzun uzun bakmak isterlerken kaçamak bakışlar atmak zorunda kalmalarına rağmen birlikteyken her şart ve koşulda mutlu olabilmeleri dudaklarındaki zar zor baskıladıkları cılız tebessümlerle kendini gösteriyordu. Ayrılık acısıyla sürgün gibi geçen dört yılın ardından ikisinin de bu noktada olmayı yalnızca rüyalarında görebileceklerini düşündüklerinden, birbirlerinin soluklarını duyabilecek kadar yakın durdukları ve birer maske takmak zorunda kaldıkları bu anı bile kutsal saydıklarını görüyordum. Ellerindekilerle yetinip mutlu olmaya çalışıyorlardı. Birbirlerinin hayatlarındaki görevleri tamamlanmamış, zamanları da dolmamıştı. Kaderin onları yeniden birbirlerine itişi işte tam olarak bundandı.

Zamandan mekandan soyutlansalar ve onları tutan hiçbir şey olmasa ateşli öpücükler geceyi süslerdi lakin birer kuklaymışız misali elimiz ayağımız bağlıydı ve biz sadece sahte kimliklerimizin bize müsade ettiği kadarıyla hareket edebiliyorduk. Sarp'ın hırçın yeşil gözleri arsız bir özlemle Simge'yi severken; Simge'nin yalnızca Sarp'a attığı cüretkar meydan okuyan bakışlar ikisi arasındaki gerilimin gittikçe büyümesine ve çekimin artmasına neden oluyordu. Bu bakışlar, bu tablo onlar bir ergenken ilk sevgili olduklarında da dört yıldır ayrı olan iki yetişkin insan olsalar da hep aynı derecede cazibesiyle insanı kendine çekiyordu. Enerjileri, karakterleri ve görünüşleriyle birbirlerini tamamlıyorlar ve birlikte kelimenin tam anlamıyla mükemmel gözüküyorlardı. Freni tutmayan bir arabada yokuş aşağı yol alırken günbatımını izlemek gibi tehlike dolu lakin bir o kadar da büyüleyiciydi. İşte onlar tam olarak buydu.

Ateş ve barut.

Ne yazık ki bunca çekimi fark eden tek kişi ben değildim. Jason ve Atakan kendi hallerinde kısık sesle sohbet ediyorlardı lakin Ewa, Marcin ona bir şeyler söylese de bakışlarını Sarp ve Simge'den çekmiyordu. Brendon ise hiçbir çekince hissetmiyor, ne düşünüyorsa doğrudan söylüyordu. "Aradığın romantizm buradaymış." Dedi Joanna'ya. "Adam Ewa'dan hoşlanmıyorum derken doğruyu söylüyormuş." Güldü imalı imalı. "Alev aldı."

"Sen niye her şeye karışıyorsun?" Diye fısıldadım Brendon'ın dedikodu sesiyle. "Sen kendi aşk hayatınla ilgilensene."

"Bu ağırdı, Adrian." Dedi gözlerini kısarak. "Kim yetiştirdi seni?"

Joanna gülerek Brendon'a döndü. "Tamam yeter artık, güldük eğlendik ama dur."

Brendon ima dolu bakışlarla Joanna'ya baktı. "Ben bu geceden yeterince verim alamadım."

"Gece uzun." Dedi Joanna fısıltıyla. "Henüz bitmedi."

Brendon keyifle sırıtırken buna tanık olduğum için yüzümü buruşturarak başımı çevirdim. Marcin'in sert bakışlarıyla karşılaştığımda biramdan bir yudum aldım. "Ne oldu?"

"Hiçbir şey." Diye geçiştirdi beni ama vücudunun gerildiğini ve çenesini sıkmasından sinirlendiğini anlayabiliyordum.

"Uyku vaktiniz gelmedi mi henüz sizin?"

Ewa, gözlerini Sarp'tan çekip bana çevirdi. "Bir komedyen olsaydın aç kalırdın, biliyorsun değil mi?"

"Neyse ki işim sana bakıcılık yapmak Ewa."

Bana samimiyetsiz bir şekilde gülüp sonra da önüne döndü, içkisini başına diktikten sonra odağı yeniden Sarp ve Simge'ye kaydı ama bana kalacak olursa Sarp'tansa Simge'yle daha çok ilgiliydi. Marcin ise Ewa'ya aldırmadan Joanna'ya döndü. "Biz gitsek, size ayıp etmiş olmayız değil mi? Sabah erken kalkacağız."

Brendon yüzünü buruşturdu Marcin'e. "Kendine gel, kaç yaşındasın sen elli mi? Ben senin yaşındayken Interpol peşimdeydi."

Joanna dudağında minik bir tebessümle Brendon'ın kolunu okşadı usulca. "Bu kesinlikle gurur duyulması gereken bir şey tatlım."

"Evet, öyle." Dedi Brendon, Joanna'ya inanmıyormuş gibi. "Teorik olarak dünyanın en ünlü ve en zengin insanları arasındayım, ayrıca en yakışıklı uyuşturucu baronu olarak bir dönemin genç kızlarının hafızasına kazındım. Bu her erkeğin sahip olması gereken bir şöhret."

"Her kadının rüyası annesine senin gibi bir suçluya nasıl aşık olduğunu anlatmak, değil mi?" Başını eğdi Joanna. "Ünlü olabilirsin ama kesinlikle en zengin insan falan değilsin, en azından bu dünyada. Paran ancak seninle diğer tarafa gelir."

"Üşüdün mü?" Brendon, Jason'a kaçamak bir bakış atıp Joanna'nın yanağına dokundu. "Üşüdüysen senin için yakabileceğim milyon dolarlarım var." Gözlerini kısarak çapkın bir bakış attı. "Ve seni ısıtacaksa bir saniye bile tereddüt etmem."

"Sen onları gömdüğün yerden çıkarana dek mevsim değişir o yüzden," Göğsüne dokunduğunda Brendon'ın göğsünün birkaç saniye hareketsiz kaldığına yemin edebilirdim. "Belki başka zaman."

"Öyle olsun." Dedi zar zor, dudaklarım kıvrıldı bu haline. Brendon'ın tüm dizginlerinin yalnıza Joanna'da olması ve Jason'ın hâlâ buna uyanmaması şaşkınlık uyandırıcıydı. "Sıkıcı bir hayat yaşadığının farkına varsın diye dedim."

"Hepimizin 'Escobar'ın Varisi' olmak gibi fantezileri yok Brendon."

"Keşke olsa, ne yazık ki sizler 'emekli olayım ve torun seveyim' gibi düşüncelere sahipsiniz. Bu da hayat mı? Torunlarınıza anlatacak hikayeleriniz olmayacak, bütün hayatınız masa başında dirsek çürütmekten ibaret." Kendiyle gurur duyar gibi bir hali vardı. En azından bir zamanlarki kendiyle. "Hızlı yaşa, genç öl."

"En azından sıkıcı hikayelerini anlatacak torunları olabilir."

Pişmiş pişmiş sırıttı Brendon. "Teorik olarak benim de olabilir."

Marcin'e döndüm ve elimi ağzıma siper ettim. "Kaç, ben oyalarım." Çocuk kendini bana tebessüm etmeye zorlayıp Ewa'ya döndü. "Ben gidiyorum, geliyor musun?"

Ewa sessizce başını iki yana sallayıp fısıldadı. "Biraz daha kalalım."

Marcin onu gördüğümden bu yana ilk kez sinirliydi. Kararlı bir şekilde başını iki yana salladı ve Ewa'nın kolundan tutup ayağa kalktı. "Gidiyoruz Ewa." Dedi ismine bastıra bastıra. "Hadi."

Herkesin bakışları Marcin'in ani ayaklanmasıyla birlikte onlara dönerken çocuk boğazını temizledi. "İyi akşamlar."

"Bir problem mi var?" Diye sordu Jason ama soruyu Jason'a değil de Ewa'ya yöneltti. Ewa kolunu Marcin'in elinden kurtardıktan sonra gülümsemeye zorladı kendini. "Hayır, iyiyiz."

"Yarın Joanna ile olan dersimize hazırlanmadan önce erken kalkıp çalışmamız gerekiyor, o yüzden bu gecelik izninizi istiyoruz."

Jason, Marcin'i duymazdan gelip Ewa'ya baktı. "Emin misin?"

Gülümsedi Ewa. "Evet, o benim arkadaşım."

"Tamam." Dedi Jason tereddütle. "Dylan sizi tesise bıraksın, yürümeyin."

"Gerek yok." Diyerek reddetti Marcin.

"Soru sormadım." Jason'ın sesi sertti. Sarp yavaştan ayağa kalkıp elindeki sigara izmaritini karın üstüne atıp botuyla ezdi. "Hem yol boyunca Dylan ile şu aranızdaki meseleyi de konuşursunuz."

Jason'ın muhabbetin ilk yarısına dayanarak Marcin'e göz dağı vermek için kurduğu cümle karşısında Sarp gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı ama gözlerini açtığında Simge'den yana bakamadı. Bakarsa rolüne devam edemezdi çünkü ona yanlış anladığını söylemeden edemezdi. Simge elindeki sigara izmaritini yere atıp nefesini üflerken ölümcül bakışları birkaç saniye Ewa'nın üzerinde dolansa da Sarp'ın üzerinde yoğunlaştı.

"Belli bir yaşa gelmiş yetişkin insanlarsınız neden genç bir kızı sohbetinize alay konusu ediyorsunuz?" Diye çıkıştı Marcin. "Kız rahatsız oluyor görmüyor musunuz? Belki bu tarz bir konunun konuşulmasını istemiyor, belki hayatında halihazırda biri var?" Bir hışımla kamelyadan çıktı.

"Arkadaşlar işte." Marcin gittikten sonra durumu toparlamak adına gülümsedi Ewa. "Bazı konularda sizden daha hassas olabiliyorlar." El salladı. "Herkese iyi geceler." Marcin'in peşine takıldı ve hızlı adımlarla kumral oğlanın peşinden koştu. Sarp da ona emredildiği üzere kamelyadan çıktı ama arabaya binene kadar defalarca kez arkasını dönüp Simge'ye baktı.

"Ben de gidiyorum." Arabaya binip gittiklerinde ben de ayaklandım Simge'yi bir sinir harbi yaşamadan önce buradan uzaklaştırmam gerektiğinin bilincinde olarak. Bakışları sertleşmişti ve bacak bacak üstüne attığı ayağını hiddetle sallıyordu. Atakan bir Simge'ye bir bana baktıktan sonra o da ayağa kalktı. "Geç oldu."

"Nereye Chris?"

"Uykum geldi, bugün halletmem gereken birkaç işim daha var."

"İşi dert etme, patron kızmaz." Saate baktı. "Vakit çok geç değil."

Atakan, Simge'ye kaçamak bir bakış attığında durumun vehametini kavramış olacak ki kendini kurban etmeyi tercih etti. "Biraz daha kalayım o halde."

Jason, sırıtışı büyürken kardeşlerine baktı. Brendon imalı imalı baksa da Joanna anlayışla tebessüm etti. "Ben bu gece Brendon'da kalırım, siz ikiniz keyfinize bakın." Tabi bu kararda etkili olan tek kişinin Jason olduğunu zannetmiyordum.

Brendon adeta yerinden zıplayarak kalktı ve Jason'ın omzuna vurdu. "İyi geceler, kardeşim." Atakan'a baktı, ona minnettar olduğu ilk ve tek andı. "Ve onun Chris'i."

Atakan kaşlarını çattı. "Bu hoşuma gitmiyor."

Jason mesajı almıştı. "Kes şunu Brendon."

Atakan bu faslın daha da uzayacağını bildiğinden "Boşver." dedi arkasını dönüp Jason'ın evine doğru yol alırken. "Hadi gidelim."

Jason kardeşine tehditkar bir şekilde parmağını sallasa da bu gece onunla uğraşmamaya karar vermesindeki en etkin unsur olan Atakan'ın peşine takıldı ve onun evine doğru yol aldılar. Joanna ayağa kalkıp Brendon'ın yanında durdu. "Sizi de bıraksınlar."

Simge başını iki yana sallayıp bana baktı. "Yürüyelim mi?"

Başımı salladım ve onlara döndüm. "Biz yürüyeceğiz."

"İstediğiniz her haltı yiyebilirsiniz." Brendon günlerdir Joanna ile başbaşa kalma fırsatı arıyor gibi elini kadının ince beline yerleştirip onu yürütmeye başladı, öyle ki Joanna Brendon'ın haline gülmekten "İyi geceler." diye seslenmeyi zar zor başarabilmişti.

"İyi geceler." Onlar uzaklaştığında Simge'ye döndüm. "Yanlış anladın."

Alayla kaşları kavislendi. "Yanlış anladım öyle mi? O kızın bakışlarında gördüğüm tiksinti de mi yanlıştı? Kıskançlık? O nefret? İnsanları tanıyorum, kuruntularım boşuna olmaz benim. Bir şeyler vardı orada."

Sıkıntılı bir nefes alıp Brendon'ın evinin basamaklarını tırmanan ikiliye baktım. Brendon, Joanna'nın birkaç basamak arkasında merdivenleri çıkarken kadının dolgun kalçasına bir şaplak attı. Joanna dudağında imalı bir gülüşle kapıya sırtını yaslayıp Brendon'a döndüğünde ikisi bir an önce eve girmek için yanıp tutuşuyorlardı. Kapıyı arkalarından kapattıklarında Simge'nin önünde diz çöktüm. "Bana da mı inanmıyorsun?"

"Seninle ilgisi yok." Derin bir nefes aldı ve gözlerini gökyüzüne çevirdi, bu numarayı hep gözleri dolmadan önce kullanırdı. "Sanırım benimle ilgili. Ben boşa çabalıyorum galiba."

"Hemen pes edeceksen eğer boşunadır çaba."

"Hemen değil ki? Dört yıldır boğuşuyorum ben kendimle. Yanlış denizde kulaç atıyorum belki de, karaya çıkmanın vakti gelmiştir de geçiyordur."

"Ağzın böyle konuşsa da böyle hissetmediğini biliyoruz."

"Böyle hissetmediğim için böyle saçma oyunlar kurup, çocukça planlar yapıyorum ama aradan geçen o dört seneyi tam olarak idrak edemedim galiba. Sarp olmadan geçen o dört sene ben ne kadar inkar etsem de yaşandı. O benim hayatımda olmadan dört sene aktı zaman. Büyüdük, değiştik... Artık birer yabancı olduğumuz gerçeğine ne kadar gözlerimi kapatsam da inkar edemeyeceğim bir boyuta ulaştı." Gözleri bana çevrildiğinde dudaklarını birbirine bastırıp titrek bir nefes verdi. "Benim Sarp'ım olsaydı böyle bir yanlış anlaşılmaya mahal vermezdi. O bir saniye bile olsun tereddüde düşmeme izin vermezdi, zaten kimse de benim zihnime o şüphe tohumlarını ekemezdi. Ama ben acaba mı dedim bugün, Sarp da mani olmadı buna." Omuzlarını silkti ufacık bir çocuk gibi. "Biz çok değişmişiz be Görkem. O benim özlediğim Sarp değil, ben de onun ihtiyacı olan Simge değilim. Bitmiş sanırım bizim hikayemiz."

"Simge..."

Ayağa kalktı. "Konuşmayalım olur mu? Biraz sessizliğe ihtiyacım var."

Birlikte karanlık gecenin gölgelerinin yarıştığı ormanlık yola girdiğimizde sessiz geçen uzun dakikaların ardından ona baktım. "Sarp'ın benim için yeri çok ayrı, bunu sen de biliyorsun ama seni kimseye değişmem ben. Hep yanındayım, eğer yanında olamazsam da arkandayım. Bunu daima hatırla."

Bunu duymaya ihtiyacı varmış gibi ıslak derin bakışlarla gözlerini açıp kapattı ve uzanıp elimi tuttu sımsıkı. "Unutmuyorum hiç."

İşte o Sarp siyah cipi tesisten dönüşte önümüze son sürat kırana kadar yaptığımız son konuşma oldu. Arabanın parlak farları gözümüzü alırken ikimiz de ellerimizi gözlerimize siper ederek bekledik, Sarp arabadan inip tam karşımızda durmadan önce farlar söndü. Kapının sert bir şekilde kapanmasının ardından Sarp, Simge'nin tam karşısında durdu. Simge gerginlikle elimi sıktığında güven vermek için ben de onun elini sıktım ve usulca avucundan elimi kaydırarak birkaç metre ileriye gittim onlara biraz özel alan tanımak adına.

"Beni görmeye gelmişken neden veda etmeden kaçıyorsun?"

"Üzgünüm, aranızdaki meseleleri halletmeniz ne kadar sürer kestiremedim."

"Yapma." Dedi Sarp yalvarır gibi. "Bir çocuğu kıskanmış olamazsın."

"O çocuğun bana düşmanıymışım gibi bakmasına sebep oluyorsan istediğim her şeyi yaparım." Kollarını göğsünde bağladı kaşlarını çatarak. "İkinci olarak da yirmi dört yaşındaki bir kadın ne zamandır çocuk sayılıyor?"

"Ne yani, gelişim dönemleri üzerine mi konuşacağız?"

"Kes şunu Sarp ya." Alayla güldü Simge ama bu bir gülüş olmaktansa tehdite daha yakındı. "Hep aynı şeyi yapıyorsun."

"Hep aynı şeyi yapıyorum doğru." Diye yükseltti sesini, tedirginlikle etrafa bakındım kolaçan etmek adına. "Bir gelişine kanıp sonra ardında gidişinle kalıyorum."

"Gitmedim ben hiç! Mıhlanmış gibi durdum aynı yerimde! Mevsimler değişti takvim yapraklarıyla birlikte, etrafımdaki kalabalıklar değişti ama ben senin bana arkanı döndüğün yerden kımıldamadım. Ne bir adım ileri, ne bir adım geri... Baksana halime! Çok mu mutluyum ben, çok mu iyi görünüyorum da suçluyorsun beni her seferinde?" Sesi kısıldı sonlara doğru. "Ben mi istedim seni kaybetmeyi? Ben mi istedim Sarp gitmeni?"

"Tüm hayatımı adadığım mesleğimden ihraç ettiler beni! En büyük gayemi birkaç saat içinde aldılar ellerimden! Kaldım ortada öylece sap gibi! Başı boş kaldım, tutunacak bir dal aradım. Bir sana bakındım ama yanımda bir seni bulamadım!" Bir kıvılcım alevlendiyse ve baruta doğru hareketlendiyse patlamadan kaçınmak imkansızdı. "Koydu kızım anladın mı, köpek gibi aşık olduğum kadın tarafından anlaşılmamak çok koydu! Bir gecede tüm dünyamı yerle bir ettin sen benim! Kalsam seni üzerdim, sana kıyamadığım için suçlu ben miyim?!"

"Onca yılın üzerine..." Sesi titrediğinde kendini toparlamak için birkaç saniye bekledi. "Yaşanan onca şeye rağmen hâlâ seni anlamadığımı mı düşünüyorsun?"

"Bana aksini hissettirmiyorsun."

"O halde ne için çabalıyorum ben?" Diye sordu bir çocuk gibi. "Kim için katlandığım tüm bu saçmalıklar?"

"Ben mecbur etmedim seni hiçbirine."

Gözleri doldu Simge'nin. "Seni hâlâ deli gibi severken en büyük mecburiyetim sensin benim."

"Öyleyse özgür kılayım ben seni. Bundan böyle yorma kendini benim için." Sinirle ellerini kısa saçlarından geçirdi. "Belki de her şey daha kolay olurdu bunca sevmeseydim seni."

"Bir lafınla düzelir her şey, bir lafınla değişir düzen değil mi Küçük Prens?" Başını salladı inatla gözlerinde yaş olsa da. "Tamam, bu da senin istediğin gibi olsun. Mecbur değil, özgürüm bundan böyle sana. İdrak etmesi güç oldu fakat vakit geçti, devir değişti. Ne sen benim istediğim adamsın, ne de ben senin istediğin kadınım." Arkasını döndü içi yana yana. "Biz bu hikayeye çoktan nokta koymuşuz..."

Sarp kırgın bakıyordu artık. Can havliyle elini tutup durdurdu Simge'yi. "Bitti demedik ki ikimiz de."

Arkasını dönüp sevdiği adamın yeşil gözlerine bakmadı. "Ama bitirdin gidişinle."

"Gelmeyişinin hiç mi payı yoktu?" Diye fısıldadı.

Başını iki yana salladı. "Kalmak için sebebim çoktu."

"Gelmek için hiç yoktu, öyle mi?"

"Vardı." Diye fısıldadı. "Vardı ama..."

"Aman vardı, o ama tüm nedenlere ağır bastı ve beni gölgede bıraktı." Sarp'ın eli Simge'nin elinden kayıp yanına düştü. "Ne istiyorsun?"

Simge yüzündeki o acı çeken ifadesini gizleme gereksinimi duymadan arkasını dönüp gözlerinin içine baktı. "Seni istiyordum."

Sarp'ın sevinmeye fırsatı dahi olamadı. "İstiyordun? Peki ya şimdi?"

"Bilmiyorum." Omuzlarını silkti. "Ya sen? Sen ne istiyorsun?"

"Seni istiyorum deli gibi." Diye itiraf etti. "Ama istemek istemiyorum, sana bu denli muhtaç olmak istemiyorum."

"Gördün mü?" Diye fısıldadı Simge. "Çok istesek ve denesek de olmaz bundan böyle bizden, eskiden olsa-"

"Konu bensem gerisi teferruattı heybende." Buruk bir tebessüm etti. "Öznesi sensen cümlenin felaketi getirecek olsa bile dilime pelesenk ederdim."

"Acı..." Diye mırıldandı. "Acı ama ilk kez gerçekleri görüyoruz."

Anlayışla başını salladı Sarp, birkaç dakika sustular birlikte. Gecenin öfkeli uğultusu doldu kulaklarımıza ağaç dallarının hışırtısıyla. Sarp çocuksu bir umutla yeşillerini dikti Simge'nin gözlerine. "Hiç mi umut yok bizim için? Denesek bir kez daha olmaz mı?" Sarp umutla elini uzattı Simge'ye, bu yıllardır ona attığı en büyük adımdı. "Bir daha bırakmayacağım seni."

Sarp uzun uzun bekledi, Simge için için yanıp tutuşsa da o eli tutmaya cesaret edemedi. "Çok güzel bir şeye sahiptik. Kalbimde yara olsa da çok özel anılarımda. Şimdi ne yapsak, ne söylesek hepsi birer hançer mutlu zamanlarımıza. Ben, bizi kaybetmek istemiyorum." Başını iki yana salladı. "Çok özel bir şeye sahiptik ve onu kaybettik. Tek bir şansımız vardı ama onu da birlikte yitirdik."

"Simge..." Dedi yalvarır gibi, evet diyeceğini bilse diz çöküp yalvaracak gibiydi.

"Özür dilerim sevgilim, yapamam..." Gözyaşları yanağından süzülürken bir adım öne çıkıp Sarp'ı öptü doyasıya, kaç soluksuz öpücük bir diğerine bıraktı yerini hesaplayamadım. "Bizi, bizden korumam gerek."

"Korkaksın." Diye fısıldadı Sarp nefes nefese. "Yine kaçıyorsun." Dili böyle konuşurken gözleri gitmemesi için Simge'ye yalvararak bakıyor ve kollarının arasında onu sımsıkı tutuyordu. "Senden yalnızca bir kez isteyeceğim, eğer reddedersen bir daha ağzımı açmayacağım ve asla tekrar teklif etmeyeceğim. Eğer gitmek istersen seni gerçekten özgür bırakacağım ve sonsuza kadar nokta koyacağız bu hikayeye." O an her şeyi yapacak gibi bir haldeydi. "Kal benimle..." İstek değil, yakarıştı. "Ne olur... Biz istersek oldururuz. Savaşmaya değmez mi?"

Simge bir adım geri çekildiğinde Sarp üstelemedi, elleri kolaylıkla iki yanına düştü. İfadesiz durmaya çalışsa da omuzları çökmüştü. "Öyle olsun..." Dedi gücenmiş sesiyle, beklediğinin bu olmadığı açıktı ve o yüzden sesinde biraz da bunun hayal kırıklığı vardı.

Zar zor yutkundu koşup Sarp'ın boynuna atlamamak için zor dururken. "Affet beni."

Tüm duygularını sinesine çekip alayla gülümsedi Sarp. İçinde kopan fırtınalar yiyip yutacaktı onu. İlk kez biri için kendi gururunu ayaklar altına almıştı ve bu sonuç onun ağrına kaçmıştı. "Madem öyle istiyorsun, dönsen bile yatacak yerin yok benim yurdumda bundan böyle." Diye sarf etti kendilerinden büyük sözlerini. "Benimle ilgili hiçbir şey seni alakadar etmez bundan sonra. Seni asla affetmeyeceğim. İki yardım ettin diye ihanetini unutacak değilim." Birkaç saniye önceki girişimini kınıyordu kendi içinde. "Gidişin üzdü ama bile isteye bitirdiğin ilişkinin yasını tek başıma tutacak değilim. Ben yoluma devam ettim, bundan sonra hayatımda başkaları olacak. Boş yere anlamsız bir ümitle bekleme, yoksa üzülürsün."

Simge verdiği kararı henüz sindirememişken işittiği sözler karşısında alayla kıvrıldı dudakları arkasını dönüp bana doğru gelmeden hemen önce. "Doğru kişiyi seçmişim."

"Yakında ona da sırtını dönersin!"

Bakışlarım ikisinin arasında mekik dokurken Simge yanıma geldiğimde acı gözyaşları akıtan gözlerine baktım. Başını iki yana salladı belli belirsiz açık etmemem için, bıkkın bir nefes alıp Sarp'a baktığımda buruk bir tebessümle Simge'nin gidişini izliyordu. Acıtsa da, gözlerini ayırmıyor ve bu anı hafızasına kazımak ister gibi dikkatli bakıyordu. Belki de yeniden böyle hissettiğinde hislerini dizginleyebilmek için yapıyordu.

Simge'yle arkamızı döndük ve tesise doğru yola çıktık. "Arkana bakma." Diye fısıldadı lakin bana mı kendine miydi ikazı anlayamadım. "Şimdi değil." Dedi sessiz sessiz ağlarken. "Şimdi değil."

Omzumun üstünden Sarp'a kaçamak bir bakış attım, bakışlarının odağı ben değilsem de ona özür diler gibi bakmaktan alıkoyamıyordum kendimi. Sarp yerinden bir saniye kımıldamadı, gözlerini de ayırmadı, bu gidişin üzerine bir sigara yaktı ve derdi dumanıyla birlikte geceye karıştı.

Simge koşarcasına ilerlerken uzaklaşmak uzun sürmedi. Konuşmaya cesaret edemedim zaten ne söylesem acısını körüklemekten başka amaca hizmet edemezdim. Ben onun korkularını, tereddütlerini anlıyordum, bu kadar severken geri durabilmesi daha büyük cesaret istiyordu onu da görebiliyordum ama ne o, ne de Sarp'ın nedenlerle ilgilenecek hali yoktu.

Orman yoldan açıklığa çıkınca durdum ve kolundan tutup durdurdum onu. "Görkem." Ona bir şey dememem için, konuşmayı sonraya saklamam için yalvarır gibi bir hali vardı. "Lütfen."

Onu kendime çekip sımsıkı sarıldığımda gövdeme sarılıp kollarımın arasında hıçkıra hıçkıra ağladı, direncinin kırılması işte bu kadar kolaydı. "Niye böyle oldu? Ben aylarca bu anı düşledim..." Cılız bedeni sarsıldı başı omzuma yaslıyken. "Hep bana dön dediğini hayal ettim, Görkem neden böyle oldu?"

"Sen doğru olduğuna inandığın şeyi yaptın ve doğrular çoğu zaman acıtır."

Küçük bir çocuk gibi huysuzlukla itiraz etti. "Bizim mutlu olmamız gerekiyordu."

"Mutluluk kolay yoldan elde edilen bir şey değil ki, değerini anlayabilmen için uğrunda biraz savaşman gerek."

"Ne zaman yeterli gelecek? Çok yoruldum artık." Sırtını sıvazladım. "Bugün ben ona dönseydim geçmişimize ihanet etmiş olurdum, beni anlıyorsun değil mi? En azından sen..."

"Yanında olmam için seni anlamama gerek yok. Verdiğin her kararı destekliyorum, tamam mı?" Geri çekilip yüzünü avuçlarımın arasına alarak ona gülümsedim, usulca gözyaşlarını sildim. "Ne olursa olsun sen benim kardeşimsin ve bunu değiştirmeye hiçbir şeyin gücü yetmez." Gözlerini sımsıkı kapatıp boynuma sarıldı. "Sadece mutlu ol istiyorum." Diye fısıldadım. "Mutlu ol..."

Gözlerim tesisteki cama, camın önünde gördüğüm manzaraya takıldı. Ewa ve Marcin, Ewa'nın odasında, bu cepheye bakan Ewa'nın odasıydı, hararetli bir kavga ediyorlardı.

"İnsan kendini sabote ediyorken mutluluk ırak." Dedi.

Genç oğlan pes ederek arkasını dönüp odasından çıktı ve Ewa ağlayışını bastırmak için elini ağzına bastırdı. Kaşlarım usulca çatılırken kollarını kendine sardı ve kendi kendine destek olur gibi kollarını sıvazladı, sanki hiç kimsesi yokmuş gibi kendine sığındı.

"Eğer yanlış hissettiriyorsa zamanı gelmemiştir. Doğru an geldiğinde ne sen, ne de Sarp tereddüt etmeyecek."

Hava almak için camın önüne geldiğinde göz göze geldik. Uzun uzun baktı bana gözlerini kaçırmadan, ağlayışını gizlemeye çalışmadı belki de bu mesafeden göreceğimi zannetmediğinden ya da tüm odağını kollarımın arasında tuttuğum Simge'ye verdiğinden. Öyle uzun ve kırgın baktı ki, ne olduğunu anlayamadım. Sitem eder gibiydi kara gözleri. En sonunda dudaklarına hüzünlü bir tebessüm ev sahipliği yaparken arkasını döndü ve odasının ışıklarını söndürdü. İçimde sebepsiz bir burukluk hissetmeme anlam veremedim.

"Bir dahası olmaz." Dedi kesik kesik sesiyle. "Duymadın mı dediklerini? İnadı aşkından büyük."

"Doğru olmadığını sen de biliyorsun. Bugün senin için kendi gururunu yendi." Geri çekilerek yüzüne baktım. "İyi misin? Üşüdün, içeri geçelim."

Başını salladı ve bana gülümsedi. "Teşekkür ederim her şey için. Serra, Lexa'yı bırakıp gelmenin ne kadar zor olduğuna ilişkin küçük bir bilgilendirme yaptı bana."

"Her zaman." Dedim. "Ama yine de bir daha Lexa ile olan zamanımdan çalmamaya çalış."

Başını salladı usul usul gözyaşlarını silerken. "Maskaram akmış mı?"

"Evet, palyaçoya döndün." Dedim alayla.

Kaşlarını çattı. "Verdiğim her kuruş haram olsun."

Güldüm bu sözüne. "Ben olsam dava edip paramı geri alırdım."

"Dalga geçme be."

Omzundan ittim usulca. "Yürü hadi, yürü."

"İki dram yaşatma, hemen koş geri geç kaldın."

"İki saattir sırf kavga edebilin diye soğukta beklememe rağmen yine yaranamıyorum." Dedim tesise doğru yürürken. "Hayatımdan çaldığın iki saati geri ver."

"Çok hain bir adamsın, bizi hemen satıyorsun. Serra dikkatli olmamı söylemişti de ona inanmamıştım." Gülümsemeye zorladı kendini. "Atakan'ın tahtını sallayacaksın bu gidişle."

Simge asansöre binip bana iyi olduğunun teminini verene kadar onu bekledim, ardından bir numaralı hasta odasına doğru yol aldım. Yürürken üstüme sigara kokusunun sinip sinmediğini kontrol etmek için ceketimi kokladım. Kapıya 1117 şifreyi girdiğimde beni ilk karşılayan şey acı çığlıklar oldu, gördüğüm manzara yerime mıhlanıp kalmama neden olurken Lexa'nın bakışları beni buldu. Oluk oluk yaşlar akan gözlerine set çeken gözyaşları nedeniyle beni net olarak görüp göremediğini bilmiyordum ama silüetime doğru atıldı can havliyle. Yine bir atak geçiriyordu ve nefes alamayışları odanın duvarlarına yankılanarak bıçak gibi sırtıma saplanıyordu. Kollarından yakaladım onu yere yığılmadan hemen önce, onunla birlikte dizlerimin üstüne düştüm ben de. Onu gövdeme yaslarken o uzun tırnaklarıyla göğsünü tırmalıyor ve nefes alamadığı için hıçkırarak ağlıyordu. Yüzü kırpkırmızı olmuş, tırnaklarının ucuna kan bulaşmıştı. Ellerini tutabildim onu durdurmak amacıyla, sakinleşmedi ama Serra ve Benjamin gerekli müdahalede bulunana kadar tutabildim onu.

Bana tutundu en son çare olarak. Gözleri çektiği acıyı tüm saflığıyla yansıtıyordu, o an acısını çekip kendime alayım istesem de fayda etmiyordu. Bana bu dünyada bir baltaya sap olduğumu da, hiçbir işe yaramadığımı da aynı insan hissettiriyordu.

Yerden kalkacak gücü zor buldum, Lexa'nın halsiz düşen baygın vücudunu sedyeye taşırken dünyaların yükünü sırtlıyor gibi ağırdım. Vücudu iğnelerle delik deşik olurken birkaç adım gerisinde kendi kanına bulanan soğuk parmaklarını tutmaktan başka bir şey yapamadım. Solunum maskesi güzel yüzünü örttüğünde gözlerimi kapatıp başımı eline yasladım. Nefes almalı ve sakin kalmalıydım aksi taktirde onu alıp herkese ve her şeye meydan okuyarak buradan çıkacaktım.

İçimde isyanlar başladı, hepsini onu bir anlık öfkeyle tehlikeye atmamak adına güç bela bastırdım. Sabretmem gerekiyordu lakin bu ızdırap git gide büyürken benim güzel papatyam her geçen gün biraz daha soluyordu. Buna seyirci kalmayacaktım.

Bu kez sadece izleyen taraf olmayacaktım.

Lexa'yı buradan kurtaracaktım.

✦✧✦

Ertesi gün, Zakopane şehir merkezi ~

Karanlık otel odasının kapısını ardımdan kapattığımda duydum o tanıdık yıllanmış sesi. "Konuşmak istemişsin."

Işığı açtığımda parlaklık karşısında gözlerim kamaştı, ondan tarafa bakmadan odanın ortasına doğru yürüdüm. Kabanımı çıkarıp yatağın üzerine attıktan sonra üstümdeki gri kazağı da sıyırdım ve elim kemerimin üzerinde dururken cama doğru yürüyüp perdeyi çektim. Adeta oynadığım sahne kesilirken rolden çıkmam da bir o kadar hızlı oldu, günlerin yorgunluğuyla birlikte omuzlarım düştü, arkamı döndüğümde Şef'in siyah gözlerinde benimkine eş bir yorgunluk, tükenmişlik vardı. Doğrudan gövdeme bakıyordu ama aklının sırtımdaki yara izlerinde kaldığını anlayabilecek kadar tanıyordum onu. Zar zor topladı kendini, gözlerime baktı. "Oğlum?"

Bıkkın, ağır bir nefes kaçtı ciğerlerimden kendimi gizleme ihtiyacı hissetmediğim yerde. Yatağın ucuna sırtım ona dönük bir şekilde oturdum. Sustuk bir süre, ne yanıma geldi ne de sözlerini gönderdi. Bazen susardık birlikte uzun uzun, bu da geçmişteki anlarımıza benzerdi.

Kazağıma uzanıp onu başımdan geçirdim tekrar, dirseklerimi dizlerime dayayıp titreyen ellerimi birbirine kavuşturdum. Sıkıntılı nefeslerine eşlik etti adımları ve çok geçmeden yanımdaydı. Benden tarafa bakmadı, yüzüme bakamazdı babam mevzu bahisse ama bana bir şekilde hep yanımda olduğunu anlatırdı, susmamız gereken bir ansa eğer yine de bir şekilde hissetmemi sağlardı. Uzun uzun sırtımı sıvazladı başını eğmesiyle yer yer aklar düşmüş siyah saçları alnına dökülürken, geçmişin sırtımda bıraktığı derin yaraları silmek ister gibi bir hali vardı. "Oğlum benim..."

Bakışlarım ellerimdeyken kendimi konuşmaya zorladım. "Geldiğin için teşekkür ederim."

"Sen iste cehenneme bile gelirim."

Başımı salladım ağır ağır. "Biliyorum baba."

Derin bir nefes çekti ciğerlerine ben başıma saplanan ağrıyla alnımı ovalarken, yerinden kalkıp dolaba ilerledi. Eski yerine döndüğünde elinde bir su şişesi tutuyordu, kapağını açıp şişeyi elime tutuşturduktan sonra siyah kabanının cebinden kullandığım ağrı kesiciden çıkarıp avucuma bir tane bıraktı, ben hapı yutarken kutuyu yatağın üzerine fırlattığım kabanımın cebine iliştirdi. Su şişesini komodinin üzerine bırakırken "Olanları duydum." dediğinde elim birkaç saniye havada asılı kaldı. Ellerimi birbirine kavuşturup titrememi kontrol altına almaya denedim ama aklım Lexa ile bu kadar darmadumanken olasılığının olmadığını biliyordum.

"Onu kaybediyorum sandım."

"Nasıl bir duygu olduğunu tahmin edebiliyorum." Dedi sıkıntılı sesiyle.

"Can çekişen bir kuş gibi çırpındı çaresizce kollarımın arasında. Hiçbir şey yapamadım bedenini tutmak dışında." Zor zor yutkunup terle ıslanan saçlarımın arasından geçirdim elimi Şef sırtımı sıvazlamaya devam ederken. "Öyle aciz, öyle işe yaramaz hissettim ki kendimi... Onu koruyamazsam ben ne işe yararım bu hayatta?"

"Senin suçun olmadığını biliyorsun."

"Ama telafi de edemiyorum." Başımın ağrısı şiddetlenirken birkaç saniye gözlerimi kapatıp sakinleşmeye çalıştım. "Ben bir kez geç kaldım anneme, şimdi yine aynısı olmak üzere. Doğru tedaviyi alması gerek ama bunu da sağlayamıyorum. Yine geç kalıyorum, onu da benden söküp alıyorlar karşı koyamıyorum. Baba," gözlerim dolduğunda başımı kaldırıp gözlerinin içine baktım. "Lexa'ya bir şey olursa ben yaşayamam."

"Aslanım benim." Başımdan tutup beni göğsüne yasladı. "Senin arkanda dağ gibi baban var. Sevdiğin kadına hiçbir şey olmayacak, söz veriyorum. Bu kez izin vermem oğlum." Sesi titredi. "Vermem."

"Ben senden müsaade almaya geldim." Kendimi toplayıp yüzüne bakmam zamanımı aldı. Acele ettirmedi bana, zaman kuyumuzu kazan zalim bir düşman değilmişçesine büyük bir sükunetle süre tanıyordu bana. "Bu operasyonu şimdi bitirmem için müsaade et bana. Lexa'yı oradan çıkarmam gerekiyor bir an önce. Biliyorum sözler verdim sana, biliyorum hiç birini de tutamadım. Biliyorum kabul edilmesi zor, sen kendi oğlunu ezip geçmeyi göze alırken ben bencillik ediyorum. Yüzsüzlük bu biliyorum," elimi göğsüme vurdum. "Ama burama laf dinletemiyorum. Çok savaştım kendimle, mağlup düşüşüm sürükledi beni kıyına."

Anlayışla dinledi beni, ses etmedi. Eteklerimdeki taşları dökmem için müsaade verdi. "Allah şahit ya en az senin kadar istedim intikamı. Ondan önce de öç almak istedim o Sedat itinden, Yaşam'ı sana sağ salim getirip onun yıktıklarını telafi etmek istedim ama olmadı. Senin benim için yaptıklarının yanında bir tek bir şey yapmak istedim ama bak buradayım ben, iznini istiyorum senden. Atakan'ın o dosyalara ulaşması daha uzun zaman alacak ve Lexa'nın o kadar şansı olmayabilir. Hastalığı her neyse ilerliyor ve iyiye gitmiyor, eğer gerekli tedaviyi alamazsa..." Devamını getiremediğimi fark ettiğinde dizime dokundu, derin bir nefes aldım. "İntikam güçlü bir duygu ama ondan daha güçlü duygular da varmış. Sevgi mesela, sevdiğini kaybetme korkusu... O kadar güçlü ki içimdeki her duygu zerresini bastırdı. Ne yaptığımı bilmiyorum, savruluyorum ben."

"İzin vermem düşmene." Dedi o güven veren sesiyle. Bu adamın ağzından çıkan her kelime güven veriyordu, belki de bu hissim çocukluğuma dayanıyordu. "Serra, Esin'le sürekli iletişim halinde. Türkiye'den kıymetli hocalarımla konuştum. Test sonuçlarını inceliyorlar, hastalığını da bulacağız çaresini de."

"İçerde kaldığı müddetçe bir ehemmiyeti yok. Biz hastalığı bulsak da Joanna talimat vermeden tedavi almaya başlayamayacak." Başımı iki yana salladım. "Felix ve Benjamin sıradan doktorlardı ama Joanna değil, sözde o da sonuçları inceleyip dışarıdan destek alıyor lakin henüz sesi soluğu çıkmadı. Belki de önemli bir şey yok deyip hastalığın üstünü kapatacak Adrian Dawson'ı yakınlarında tutmak için, çünkü Lexa onlar için artık bir tehdit. Brendon Cox için çok şeyi tehlikeye attılar ve ben şu anda onu dengede tutan bir unsurum, dikkatimin dağılmasına müsaade etmeyecektir. Ne ben ne de 113 numaralı denek," küfür eder gibi yuvarlandı sözcükler dudaklarımdan. "Hiçbiri onun kadar önemli değil ve ben sevdiğim kadını kimsenin insafına bırakmam."

"Buraya beni bilgilendirmek için geldin o halde."

"Beni anlayacağını bildiğim için geldim. Kaybettiğim her saniyeyi onun hayatından çalıyor gibi hissediyorum."

"Ona nefes aldıran sensin, öbür türlüsü yalnızca hayatta kalmak." Ona baktım alacağım cevaptan korkarak. Buraya onun sözü üzerine gelmiştim ve eğer hayır derse yapabileceğim tek şey sözünü çiğnemek olurdu. "Sen kararını vermiş gibi görünüyorsun."

"İznin var mı?"

"Yok desem dinleyecek misin beni?"

"Başka çarem yok. Çok utanıyorum ama-"

"Neden utanıyorsun sen? Ben seni alnım ak başım dik büyütmedim mi? Ben seni böyle yetiştirmedim mi? Sen neyin azabını çekiyorsun? İnsan plan yapar, Tanrı gülermiş. Bize de öyle oldu. Planlar yaptık ama nafileymiş. Bir suç varsa benim, bir utanç varsa benim. Gölgesini düşürtmem senin üzerine. Sen olmasaydın ben bu operasyonu başlatabilecek gücü bulur muydum bilmiyorum. Benim en büyük dayanağım da, gururum da sensin Ertuğ. Ben bugün yaşıyorsam sırf senin için, sen olmasaydın ben dayanamazdım."

"Bana Ertuğ diyorsun." Buruk bir tebessüm oturdu dudaklarıma. "Küçükken de bir sen, bir annem derdi."

"Rahatsız mı oldun?" Gücenmiş gibiydi. "İstemiyorsan demem."

Başımı iki yana salladım. "Eskileri hatırladım yalnızca. Oğlumun adını Görkem koydum, bu çocuğun adı Görkem diye esip gürlerdi her daim Sedat ama bir sen bir de annem dinlemezdiniz onu. En sevdiğim iki insan telaffuz ediyor diye en sevdiğim ismim hep Ertuğ oldu." Omuzlarımı silktim. "Şimdi sen öyle deyince annemin sesini ne kadar özlediğimi fark ettim."

"Ertuğ, yiğit savaşçı demek. Adınla yaşıyorsun." Titrek nefesini güçlükle verdi. "Annen yaşasaydı seninle gurur duyardı."

"Annem yaşasaydı hiçbir şey böyle olmazdı."

Konuşmak istedi ama benim için hassas bir konu olduğu için sessizliği tercih etti. Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım. Ciğerlerime çektiğim nefes içimin odalarında özlem duvarlarına çarpa çarpa tükenerek geri havaya karıştı. Kendimi toplamam belki kısa bir süre içinde oldu lakin etkisi ağırdı.

"İznim var," dedi. "Lakin şartımla birlikte."

"Neymiş şartın?" Diye sordum hemen.

"Elinden gelen her şeyi yaptığından emin ol. Bu şartı da kendim için değil, senin için koyuyorum. Eğer bir şeyler ters teperse o temiz vicdanın kirlenmesin diye. Şu anda doktorlar net bir teşhis üzerine uzlaşmadı o yüzden hastalık bulunana kadar içeride kalıp çalışmaya devam edin. Git kafanı toparla, planını tekrar gözden geçir. Ben sana güveniyorum, senin de için rahat olsun. Ne zamanki tamam dersen, benden yana sıkıntı yok."

"İntikamını hakkıyla alamayacaksın benim yüzümden."

"Hiçbir intikam benim güzel bebeğimi geri getirmeyecek ki." Dudakları iki yana kıvrıldı lakin ifadesindeki güleçlikten ziyade acıydı. "Varsın birkaç isim eksik olsun. Kurtarabildiklerimizi kurtaralım."

"Sarp-"

Meramımı anlamış gibi sözümü kesti. "Sarp'ın yaptığıyla seninki aynı şey değil. Sen önünü arkasını hesap ediyorsun lakin o evvela kendi canını atıyor tehlikeye. Buna kızıyorum ben." Gözlerimin içine baktı. "Bana sağ salim geri döneceksiniz. Her biriniz."

"Söz."

"Söz istemedim senden, öyle olacağını bildiğim için söyledim."

"Eyvallah." Usulca başımı salladım. "Birkaç önemli isim var, en tepede de yaşayıp yaşamadığı meçhul olan bir adam ve en başından beri işin içinde olan Ivan... Ulaşamadığımız dosyadaki bilgileri bir şekilde temin edebiliriz belki."

"Mühim değil. Bu iş büyüyecek ve eninde sonunda çözülecek. Bizden büyük bir şeyin ilk adımını atıyoruz. Diana medyayı nasıl kullanacağını biliyor, insanlar bu rezaleti unutturmayacak, akla kara gün yüzüne çıkacak. Adalet yerini bulmasa da bu deney tarihin karanlık yüzünde unutulup kalmayacak." Bana baktı, aynı anda "Yaşatma operasyonu..." diye fısıldadık. "Bu bir yaşatma operasyonu ve Lexa da yaşayacak, senin sayende."

"Biliyorum çocukça ama bunca zaman ben de onun için yaşamışım gibi hissediyorum."

Güldü bu halime. "Ne de yakıştı aşık olmak. Bütün hayatımı gözlerinin içindeki bu ışıltıyı görmeye adadım ama bir kez olsun böyle parlatamadım." Enseme vurdu birkaç kez küçük bir çocuk seviyormuş gibi. "Annenin gidişiyle gözlerinde sönen o ışık yeniden parıldıyor artık." Tebessümü buruklaştı. "Hayata döndün."

"Henüz değil." Lexa gökyüzüne bakarak ciğerlerine derin nefesler çekmediği ve bana gülümsemediği müddetçe yaşıyor sayılmazdım. "Ama çok yakında, çok..." Ona döndüm yönümü. "Diana biliyor mu?"

"Daha söylemedim."

"Bilmesi gerekiyor."

Usulca başını salladı. "O kadar mutlu ki..."

"Tahmin edebiliyorum, eğer Sarp söylemeseydi ben de sana muhtemelen gerçekleri söyleyemezdim." Dedim. "Belki Michael ile konuşmak daha mantıklıdır, Diana'nın Lexa'nın şu anda hasta olduğu gerçeğini ondan duyması bizden duymasından iyidir."

"Ben konuşurum." Dedi. "Savaş yaklaşıyor."

"Biz kazanacağız."

"O kız bizden çok daha çetin savaşlar gördü. Bundan da galip gelecektir."

"Başka türlüsünün mümkün olduğuna inanmak istemiyorum."

Başını salladı usulca ve saatine baktı. "Benim gitmem gerekiyor. Birkaç görüşmem var ama sen iyi olacaksın, değil mi aslanım?"

"Lexa iyi olduğunda olacağım."

"Elimizden gelen her şeyi yaptığımızı bil." Ayağa kalkıp ceketini düzeltti. "Hande telefonda test sonuçlarına net bir şey söylemiyorlar diye kaç doktor ve kaç sekreterle kavga etti biliyor musun?"

Ayağa kalkıp karşısında durdum. "Yapar, bilirim."

"Aşık olmuşsun, en umutlu ve en ümitli zamanların. Ayakların yerden kesilmeden önce ayağının birini yere sağlam bas ki çok sert düşme." Elini omzuma koydu. "Henüz net bir şey söylemiyorlar ama durum pek iç açıcı değil, bunu bil."

Çok geçti bunları söylemek için ama erken söyleseydi de Lexa karşısında bir şansım olur muydu bilmiyordum lakin hiç sanmıyordum, çoktan bulutların üstünde kendi krallığımı kurmuştum. "Benim için endişelenme."

"Nasıl endişelenmeyeyim gözlerinde yalanın bin türlüsünü görürken. Ne öğrettim ben sana? Bir yalan söylerken önce kendin inanacak sonra onu gözlerinle oynayacaksın. Ajan olacak bir de."

"Senin karşında performans sergilesem ne olacak, zaten anlıyorsun yalan söylediğimi her seferinde."

Derin bir iç çektiğinde kollarını açtı, ona sıkıca sarıldım. "Beni anladığın için teşekkür ederim, Şef."

"Teşekkür etme, her şey bittiğinde ben sana teşekkür edeceğim oğlum benim."

Orada vedalaştık onunla, yemek sipariş ettiğimde kılık değiştirmiş bir halde Kerem geldi elindeki tekerlekli büyük masa ile. Şef o örtünün altına saklandı, onlar kapıyı arkalarından kapattı, bana da düşünceler içinde bir geceyi daha sabah edememek kaldı.

✦✧✦

25 Aralık

Lexa hırıltılı nefesler alırken meraklı gözlerle sedyenin üstünde bağdaş kurmuş bana bakıyordu. Odanın içindeki bu yersiz kalabalığa anlam veremese de yanındaki varlığımdan güç alıyordu.

Kapı tıklatıldığında tek eksiğimiz olan Atakan da içeri girdi. "Nerede kaldın?" Dedi Serra. "Hepimiz durduk seni bekliyoruz burada."

"Ne yapayım?" Dedi Atakan üzerindeki kabanı çıkarıp kıvırcık saçlarındaki kar tanelerini silkelerken. "Jason taktı bana, bırakmıyor peşimi. Ne zaman karşılaşsak beş dakika içinde saçma sapan bir ortamın içinde buluyorum kendimi."

Güldü Merih büyük bir zevkle. "Son zamanlarda aranızdan su sızmıyor. Arden'i bilgilendirmemiz gereken herhangi bir husus var mı? Çünkü sen artık Jason'ın gülü oldun gibi gözüküyor."

"Sizin kıçınızı toplayayım derken adam beni az kalsın sikiyordu lan! Doğmamış bebemin yüzüne nasıl bakacaktım ben hâlâ gülüyorsunuz?!"

Hepimiz Atakan'ın kaşlarını çatarak verdiği tepki karşısında gülerken Lexa da ne olduğunu anlamamasına rağmen ayak uydurdu bize, bakışlarım ona döndü usulca. Ayak uydurmaya o kadar hevesli ve bunu yaparken öyle sevimliydi ki onu içime sokup sevesim geliyordu.

"Yak artık mumu." Dedi Simge. "Geç kalacağız."

"Acele ettirme, birlikte kutladıkları ilk doğum günleri." Dedi fikri ortaya atıp gizli gizli Lexa için küçük bir pasta yapan Serra. "Keyfini çıkarsın."

"İşte kutlayabilsinler diye diyorum ben de."

"Simge haklı." Dedi Merih. "Pasta bozulacak." Saçlarını kaşıdı pot kırmış gibi mahcup bir yüz ifadesiyle. "Yani zamanımız yetmeyecek."

"Midenden başka bir şeyi düşünmediğinden kaç yıldır sapsın biliyorsun değil mi?"

"Arden'i seninle evlenmeye nasıl ikna ettin bilmiyorum, kız haline acıyıp senle evlenmese görürdüm ben seni."

"Ona biz aşık olmak diyoruz. Karşılıklı yaşanıyor, sonra evlilik ve çocuk işin içine dahil oluyor ama dert etme vakti geldiğinde detaylı bir şekilde anlatırım ben sana. Şimdilik ihtiyacın yok daha ilk bölümü geçemedin."

Merih somurttu. "Döverim ben bunu."

Lexa'nın bakışları her konuşanla yön değiştirirken gülerek pastanın üzerindeki mumları tutuşturdum. Ona ne yapması gerektiğini nasıl anlatacağımı düşünürken Atakan dahiyane bir şekilde sesini yükseltti pastayı işaret ederek. "Üfle." Lexa irileşmiş gözlerle ona bakarken Atakan yanaklarını şişirip nefesini havaya üflerken ne yapması gerektiğini uygulamalı bir şekilde gösterdi kendince. "Üflesene kız cimcime."

"Kız sağır değil Ati, dil bilmiyor." Dedi Simge. "Bağırmana gerek yok, fısıldasan da bir şey değişmiyor."

Lexa'ya baktığımda onun Atakan'ın ne yaptığını çözmeye çalışsa da kendi içinde bunu anlamlandırmakta başarısız olduğu yüzünde beliren komik ifadeden belliydi. "Lexa." Diye seslendim ve bakışları karşısında "Böyle yapacaksın." diyerek cılız bir nefesle pastanın üstündeki mumu söndürdüm. Dikkatle beni izlerken mumu yeniden tutuşturarak ona baktım, sıranın kendine geçtiğini anlamış gibi pastaya doğru eğildiğinde Serra'nın elini çırpıp doğum günü şarkısı söylemesiyle birlikte hep bir ağızdan ona katıldık. Lexa'nın gözleri parlarken onu gerçekten mutlu görmenin verdiği eşsiz zevki yaşıyordum. "İyi ki doğdun Lexa, İyi ki doğdun Lexa... İyi ki doğdun, iyi ki doğdun, mutlu yıllar sana."

Dudağındaki tebessümle şarkıyı söylememizi izledi ardından da pastaya dönerek mumu üfledi ve tıpkı az önce bizden gördüğü gibi ellerini birbirine çırparak alkış yaptı, mutlulukla bana baktı. "Ertuğ."

"Güzelim?" Güldüm ismimi cıvıl cıvıl ve yüksek bir sesle telaffuz etmesine, arkadaşlarım şaşkınlıkla birbirlerine baksalar da Lexa'ya öğrettiğim ismim karşısında gülümsediler. "Kıskanırız." Dedi Serra sevimli bir şekilde. "Biz de diyelim Ertuğ. Özledik tatlı oğlumuzu."

"O artık Lexa'nın tatlı oğlu." Dedi Simge gülerek. "Boşa uğraşma kabul etmiyor bu inatçı keçi."

"Şey." Dedi Merih yanımıza gelip çatalını uzatarak. "O kadar uğraşılmış, sizin yemeye pek niyetiniz yok boşuna ziyan olmasın." Pastayı elimden çekip aldı ve beni eliyle Lexa'ya doğru itti. "Siz devam edin."

"Bir kesseydik onu, yazık kıza bakakaldı." Diye homurdandı Simge. "Dağ kaçkını."

"Ayıp." Dedi Merih ağzında pasta olduğu için boğuk bir sesle. Simge elinden pastayı alıp dilimlemeye gittiğinde arkasından dramatik bir bakış atsa da Serra'ya döndü. "Pasta efsane olmuş."

"Çok beğendiğin belli oluyor." Dedi Serra gülerek.

Herkes kendi halindeyken beni izleyen güzel kıza döndüm yönümü. Hastaydı, halsiz ve yorgundu lakin bana bakarken gözlerinin içinde yanan ışığı seviyordum, onu canlı gösteriyordu. "Doğum günün kutlu olsun..." Diye fısıldadım beni yalnızca o duysun diye yaklaşarak. "Bu cehennemdeki son, birlikte kutladığımız ilk doğum günün. Nicelerine güzelim."

İçeriği ehemmiyet taşımaksızın ona söylediğim her sözü çok seviyordu. Gülerek kollarını boynuma doladığında sesli bir şekilde güldüm bu hareketi karşısında, başımı omzuna yatırıp kokusunu içime çektim. Cılız kollarının arasında olmak tarifsiz bir huzurun kaynağıydı. Bir öpücük bıraktı saçlarıma kulağıma ismimi fısıldamadan önce. "Ertuğ..."

Serra birkaç pozumuzu yakaladı habersizden, daha sonra pastalarımızı yedik, Lexa'nın hastalığı yüzünden artan ağrıları nedeniyle Serra onu yeniden uyutmak zorunda kaldı, o nöbetimi devralırken dördümüz görev yerlerimize döndük.

Profesör Pete geleli neredeyse bir hafta dolmak üzereydi, Hans ile çalışmak diğer deneklerle çalışmaktan daha kolay olduğundan günlerdir Hans'la projesine devam ediyor, Joanna da daima onları izliyor oluyordu.

Camın arkasında, Joanna'nın yanında durduğumda yansımama kaçamak bir bakış atıp yeniden önüne döndü. Hans'ın başına geçirilen başlıkla beyin fonksiyonlarını inceliyor, ondan odaklanarak önündeki teneke kutuyu eğip bükmesi bekleniyordu.

Projenin tek kaynağı bir kitap olsa da Pete buna tutkulu bir şekilde inanıyordu. Anlattığına göre Montauk Projesi kitabındaki olaylar Long Island'ın Doğu tarafındaki en uç noktasında yer alan, ufak ve sakin bir kasaba olan Montauk kasabasında geçiyor ve tıpkı Stranger Thing dizisinde olduğu gibi bu kasabanın da hemen yanında terkedilmiş bir askeri üs yer alıyormuş. Camp Hero isimli bu üssün yıllar boyu pek çok deneye sahne olduğu yönünde iddialar varmış. Üssün merkezinde devasa bir radar kulesi yer almakla birlikte terk edilmiş bu kulenin ünlü Philedalphia deneyi de dahil olmak üzere pek çok deneyde kullanıldığına dair söylentiler varmış. Örneğin her cuma günü Montauk kasabası sakinlerinin beyinlerini etkileyecek sinyaller gönderdiği gibi söylentiler. 1983 yılına kadar kullanılan bu tesis o yıldan sonra kapatılarak terk edilmiş. Tam da Stranger Things dizisindeki olayların yaşandığı yıllara tekabül ediyormuş bunlar. Pete, bu benzerliklerin dizinin yazarı ve yönetmeni olan Duffer kardeşler tarafından da itiraf edildiğini de söylemekten geri durmamıştı. Hatta diziyi yazarken adını Stranger Things değil önce Montauk olarak koyduklarını açıkladıklarına dair dakikalar süren uzun bir konuşma yapmıştı. Hükümetlerin tarihin pek çok yüzünde karanlık deneyler yürüttüğünü biliyorduk ve Pete bu fikre sıkı sıkıya bağlıydı. Delilik ve dahilik sınırında gezen tuhaf bir adamdı.

Bu projeye çocukken katılan ve hafızasını kaybeden bir kişinin daha sonra bu anıları yeniden hatırlamaya başlayıp anlatmasıyla ortaya çıkmış olduğundan ve kitabın bu şekilde kaleme alındığından da söz etmişti bizlere. Katılımcının hatırladığı deneylerden birinin adı: "Montauk sandalyesi." Kişinin psişik güçlerini arttıran bir sandalyeymiş bizlere aktardığına göre. Kitabı açıp bu kısımları uzun uzun okumuştu bizlere, onun gibi bizi de etkilemesini beklemişti.

"Bir kişinin saçını elinde tutarak, Duncan (kitapta bahsedilen psişik güçleri arttırılmış olan kişilerden biri) görmek istediği kişiye odaklandı. Elinde tuttuğu saçın sahibine... Onun gördüklerini görmeye, duyduklarını duymaya başladı. Vücudunun hissettiği her şeyi o da hissedebiliyordu. Bu şekilde gezegendeki herhangi birinin gördüklerini o da görebilirdi."

Denek Duncan'la ilgili bir başka bölümde de şunlar yazılmıştı:

"Deneylerin artık çok ileri gittiğini düşündüğümüz bir anda acil durum programını devreye soktuk. Görevlilerden biri hala sandalyede oturan Duncan'ın kulağına yaklaşarak -zamanı geldi- diye fısıldadı. Tam o anda Duncan'ın bilinçaltından bir canavar ortaya çıktı. Etrafımızdaki aletler onu gerçekten görüntüleyebilmeyi başardı. Büyük, kıllı, aç ve pis bir yaratıktı. O anda bulunduğumuz yerde değil üssün başka bir noktasında açığa çıkmıştı. Karşısına çıkan ne varsa yiyordu. Onu üsteki pek çok insan gördü. Ama herkes farklı bir şekilde tarif etti."

Komplo teorilerine çok bel bağlayan bir insan değildim lakin Pete bu denli tutkuyla anlatınca bir saniyeliğine tereddüte düşmeden edemiyordu insan. En nihayetinde bir teoriydi ve Joanna'yı hiç etkilememişti çünkü Hans'ın buna alet edildiğini görmekten hoşlanmıyordu. Yüzündeki somurtkan ifadenin de, gergin duruşunun da nedeni buydu. Ama içimden bir ses bu akşamki Noel yemeğinin de bir katkı payının olacağını söylüyordu.

Birkaç saati camın arkasından Pete'in Hans'a psişik güçlerine ulaşabilmesi için verdiği telkinleri ve gösterdiği uğraşı izleyerek geçirdik. Telefonum çaldığında birkaç adım uzaklaşarak çağrıyı yanıtladım. "Patron?"

"Tesise giriş yaptılar." Dediğinde derin bir nefes aldım. "Karşılamada sizin de olmanızı istiyorum."

"Geliyoruz."

Telefonu kapattıktan sonra Joanna'ya yaklaştım ama o zaten her şeyin farkındaydı. Hans'a son bir bakış atıp ona uzattığım koluma girdi ve birlikte tesisten çıkış giriş merdivenlerinde bekleyen kalabalığın yanında yerimizi aldık. En yukarıda Brendon vardı, burada zorla bulunuyor gibi bir hali vardı lakin ona karşılık ilk basamaklarda tek başına kardeşi Jason duruyordu. Sırasıyla Ivan, Benjamin, Alvaro ve Victoria merdivenlerde farklı basamaklarda bir karşılama komitesi oluşmuştu ve onların arasında bizimkiler de yer alıyordu. Atakan hemen Jason'ın bir basamak üstünde durmuş düz bir ifadeyle önümüzde duran siyah lüks araçlardan oluşan konvoyu izliyordu.

Arabalar tesisin önünde durduğunda kapıları açmak üzere ilerleyen adamların arasında Sarp da vardı. Joanna, Jason'ın peşinden üstleri selamlamak üzere inerken peşinden ağır adımlarla ilk basamağa kadar indim. Jason'la tokalaşan ve onlara yanındaki kısa boylu esmer adamı taktim eden gri takımının içindeki güleç yüzlü sarışın adam Lucas Campbell'dan başkası değildi. Vücudum bir yay gibi gerilirken bakışlarım Sarp, Jason ve Lucas üçlüsü arasında dolanıyordu. Eğer Jason, Sarp'ın Lucas tarafından gönderilmediğini sezecek olursak her şey bugün burada biterdi.

"Atakan." Ellerimi arkamda bağlayıp yüzüme güleç bir ifade kondurdum. "Şef'e söyle." Dedim. "Buradaki işimiz bitti, bu gece çıkıyoruz."

Birkaç saniye bekledikten sonra başını salladı ağır ağır, arkasını döndü ve odağı yeni patronlarının gözüne girmek olan ekibin arasından geçerek mesajımı iletmek üzere üsse döndü. Başımı dikleştirdim Wright Jr, Lucas Campbell ve Jason bana doğru gelirken. Sonunda bu gece, o geceydi. Tüm hesaplar bugün burada görülecekti.

Tebessüm ederek merdivenlerden indim. "Hoş geldiniz efendim."

"Adrian Dawson." Dedi Lucas gülümseyerek, bana uzattığı elini tutup onunla tokalaştım. "Methini çok duyduk. Burada yükseleceğe benziyorsun."

"Ben sadece işimi yapıyorum, bunu zaman gösterecek."

"Bize lazım olan adamlar bunlar." Dediğinde Wright Jr, ona dönüp "Hoş geldiniz efendim, burada olmanız bir onur." dedim.

"Evet öyle." Dedi. "Hep birlikte yeni bir devir başlatacağız. Çok heyecanlıyız."

"Aynı heyecanı paylaşıyoruz." Dedi Joanna. "İçeri geçelim, fırtına başlamak üzere."

Sağa kayarak önlerinden çekildiğimde Jason, patronlara ve onlarla birlikte bugün burada olan ve operasyonun farklı aşamalarında parmağı bulunan diğer mevkisi sahiplerine öncülük ederek tesise girdi. Arkamı dönüp diğer herkesle birlikte tesise girecektim ki Ivan'ın bakışları durdurdu beni, merdivenleri ağır aksak indi ve ormanlık alana doğru yürümeye başladı peşinden gelmemi ister gibi. İç güdüsel alarak takıldım peşine, gözleri bir karmaşayı andırırken ilk kez çözüleceğini hissettim. İçimden bir ses Ivan'ın kim ve neyin peşinde olduğunu öğrenmek üzere olduğumu söylüyordu.

Botlarım karın üzerinde bata çıka ilerlerken sakin ve telaşsızca yürüdüm onun peşinden kayıp ruhlar mezarlığına doğru.

Bu gece, o gece.

Her şeyin bitip yeni bir devrin başlayacağı, Yaşam'ın ve diğer tutsakların özgürlüğe kavuşacağı gece.

Bu gece, Lexa'yı kurtaracağım gece.

Bir fırtına yaklaşıyor, bir kıyamete öncülük etmek üzereyim. Her şey bitmek üzere, tıpkı başladığı andaki gibi hızlı ve keskin bir şekilde. Zorlu bir oyun kurup çıktık sahneye, kayıplar yaşatacağız yaşayacağımız kayıplarla birlikte. Zor lakin, şaşmaz bir gayemiz var dönmeyiz geriye. Güneş battı, ay da dünyaya ışıklarını göndermiyor, tünelin ucu karanlık ve ne getirecek bilmiyorum lakin bu gece son gece.

Omuz omuza çıktığımız yoldan selam duruyoruz sana.
Ey şanlı kurtarıcı,
Ey sonun başlangıcı,
Ey kimsesizlerin kimsesi ölüm.
Kucak aç evlatlarına.
Bu vakitten sonra,
Dinleniriz ancak senin kanla sulanmış toprağında.

🖇️

Ay çok uzun zaman olmuş, nasıl özlemişim biliyor musunuz? Nasıldı bölüm, beğendiniz mi?

Artık her şeyin sonuna geldik, sonraki bölüm hep beklediğimiz o bölüm. Özgürlüğe bir kaldı. 🥺

Lexa ve Ertuğ sahnelerine bitmiyor muyuz hep birlikte? Yiyeceğim ben bunları, modum tam olarak Serra bu çifte karşı. 🥹🤍

Sarp ve Simge... İçim yandı içim ama kabul edin, ilk geri dönenin Sarp olmasını hiçbiriniz beklemiyordunuz. 😭❤️‍🩹

Joanna ve Brendon sahneleri o kadar spontane gelişiyor ki ben de şaşırıp kalıyorum, kimyalarına başlıyorum ben bu çiftin.❤️‍🔥

Zavallı Jason ve Zavallı Atakan peki... Kıyamam ben bunlara ama çok keyif alıyorum yazarken djdldkdldkdld.

Ewa ve Marcin? 🤓

Sonunda Ivan'ın neyin peşinde olduğunu okuyacaksınız ama önce buraya son tahminleri alalım.

Sonraki bölüm muhtemelen iki hafta sonra gelecek, pazartesi vize haftam başlıyor ne yazık ki... Bana başarılar dileyin. 🩶

Kitabımı arkadaşlarınıza önererek bana destek olursanız çok mutlu olurum. 🥹🤍

Bölüm hakkında sormak ve söylemek istediğiniz bir şey varsa duymayı çok isterim. Teorilerinizi birlikte tartışabiliriz.

Bana ulaşabileceğiniz sosyal medya hesaplarımın linklerini profilime bıraktım. 🤍

Sizleri çok seviyorum. Tekrar görüşene kadar kendinize çok iyi bakın. 🫶🏻

Continue Reading

You'll Also Like

110M 4.4M 157
''Birlikte belanın içine batabileceğimiz kadar battık. Ve şimdi, seni bırakmayacağım... Benimle misin?'' --- Zeynep, kendini yeni okuluna başladığı...
969K 47.3K 70
0545 *** ** **: Hanımefendi şemsiyeniz bende kalmış Siz: Pardon tanıyamadım? 0545 *** ** **: Kader Ortağın 0545 *** ** **: Ruh Eşin 0545 *** ** **: v...
178K 8.7K 61
İNSANIN RASTGELE SALLADIĞI NUMARA HAYAT DEĞİŞTİRİR Mİ Kİ BENİMKİ DEĞİŞTİ...
24.3K 670 51
"Ben sana aşığım Tuana! Bana abi demeni istemiyorum." "Ama abimsin..."