MELÂL

由 snmnurgyk

3M 130K 110K

Kanla kazıdığın kelebek dövmesinin üzerini çizdir. Noktalı virgülle değiştir. Bu, devam edecek gibi değil ama... 更多

《TANITIM》
《1》'KARA GÖZ'
《2》'ŞİZOFREN'
《3》'BELİRSİZ SURET'
《4》'KARANLIK KUTU'
《5》'ZARFDAKİ GİZEM'
《6》'CÜRETKAR HADSİZ'
《7》'RUHSUZ BEDEN'
《8》'UÇURUMDA HAYALLER'
《9》'KATİL'
《10》'ACININ GEÇMİŞİ'
《11》'BEDENSİZ RUH'
《12》'PAÇAVRA'
《13》'DARAĞACI'
《14》'RUH SANCISI'
《15》'FERYAD-I İNTİHAR'
《16》'SON ÖLÜM'
《17》'EHVENİŞER'
《18》'VİCDAN MEZARLIĞI'
《19》'ELFİDA'
《20》'GERÇEK SANRI'
《21》'RUHSAL ŞEYTANLAR'
《22》'ARAF ÇIKMAZI'
《23》'ÖLÜM MAKAMI'
《24》'KÜL BEBEK'
《25》'RUH İZİ'
《26》'GERÇEK ÖLÜLER'
《27》'ÖLÜLER PUSULASI'
《28》'ÖLÜM ÇANLARI'
《29》'KALBE NEFRET RUHA YAS'
《30》'BUGÜN ÖLÜ, YARIN GÖMÜLÜ
《31》'ORTADA OLAN CANINSA'
《32》'MİNERVA'
《33》'KOR GERÇEK'
《34》'DÜŞÜNMEDEN'
《35》'KANDAN CANA'
《36》'ÖLÜMLE OYUN'
《37》'İRTİHAL
《38》'KAR KÜRESİ'
《40》'YİNE BANA GEL'
《41》'YARIMSIN'
《42》'DUY İSTEDİM'
《43》'ENSENDEYİM'
《44》'HARABE'

《39》'KAMELYA'

43.4K 2K 3.2K
由 snmnurgyk

SELAM, CANIM

UMARIM BİZİ ÖZLEMİŞSİNİZDİR

OY VERMEYİ VE YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN

KEYİFLİ OKUMALAR
SNMNURGYK

Kirpiklerin yüzünü örttüyse masumsun. Kaşların çatıldığında kızgın, gözlerin dolduğunda kırgın, gözlerinin içi güldüğünde mutlusun. Gözlerdir insana ifade katan. Örttüysen kirpilerini tenine, masumluk yüzüne yayılır, çoğu zaman.

Çok masumsun, Soykan. Gözlerin kapalı, kaşların düz, ipek tenin solgun. İçinde savaştığın o çocuk benim gözlerimde şimdi. Aynaya baktığında göremediğin için kaç kere mühürledin, kim bilir kalbini.

Kar yağışı durana kadar izlemiştik, birlikte. Sohbet etmek, Soykan'ın gizemini çözmek gibiydi. Nefes kesiciydi. Yasaklar ilgi çekicidir ya hep, Soykan benim için cezasını çekmeye razı olduğum en büyük yasaktı. Elimdeki fenerle aklına sızıp kalbine ulaşmak istiyordum. Dokunsam elim yanacaktı biliyordum. Ancak canı yanmadan kim çekmiş ki elini? Ben elimi canım yansa da çekmek istemiyordum, işte bu tehlikeliydi.

Arabada geçen zamanın yorgunluğuyla gözleri ilk kapanan Soykan olmuştu. Aslında çok iyi bile dayanmıştı. Saçlarıyla oynamıştım ben de. Yüzünü izlemiştim. Nasıl olduğunu anlamadığım bir anda uyumuştum. Büyülenmiştim belki de.

Şimdi ise erken uyumanın da etkisiyle açılmıştı gözlerim. Şaşırılacak şekilde Soykan'dan önce uyanmıştım. Tahminime göre saat epey erkendi. Kafamı kaldırdığımda gördüğüm gökyüzü de bunu gösteriyordu. Öyle ki sabahın ışıkları daha yeni yeni etrafı boyuyordu. Az uyumuştum belki ama uykum huzurluydu. Bu da bana yetmişti.

Yatakta dikleştiğimde bedenime sarılan Soykan olmuştu. Kolu karnımı sararken başı koluma yaslanmıştı. Ben de o kusursuz yüzünü izliyordum. Kirpiklerinin değdiği tenini, aralık dudaklarını... İlk zamanlarımızda uykusunda bile gergin olduğuna şahit olduğum adamın bedenime yaslı yüzünden huzurlu olduğunu hissettiren uykusunu izliyordum.

İnanılmaz güzeldi yüzü. Uyurken bambaşkaydı. Derin bir iç çektim. O küçük çocuk bana iyi gelmiyordu. Yaraları kanıyordu. Beni de kan tutuyordu. Acısı yılan olup kalbimi yutuyordu. Çok masumdu.

Ben onun kusursuz çehresini izlemeye dalmışken odada yayılan cılız sesle irkildim. Sesin nereden geldiğini anlamaya çalışıyordum. Gözlerim etrafta gezerken camın üzerinde, dikdörtgen bir alanda, kırmızı yazılarla yazan yazıyı fark ettim. Kapı çalıyor, yazıyordu ve sesi titreşimde olan bir telefon gibi odada duyuluyordu.

Her ne kadar onun bebek tenini izlemek istesem de uyanmasını istemeyerek yataktan kalmam gerektiğini düşündüm. Soykan'ın telefonu çalmadan gelen biriyse korumlar için sorun teşkil etmiyordu ve ben kapıya bakabilirdim. Bir elimle arkamdaki yastığı aldım, sessizce. Ardından tüm dikkatimle Soykan'ın bileğini kavradım. Soykan uykusunda bile atak halinde olabilen biriydi. Bunu bilmek her an üzerime saldırabileceğini ve uyanacağını düşündürüyordu ancak yanında benim olduğumu biliyordu. Bu ihtimale tutunarak bileğini hafif bir şekilde kaldırdım.

Bedenimden kolu sıyrıldığında yatakta ses çıkarmadan kenara ulaştım. Bir ayağım yerle buluştu. Uzaklaşan bedenimin yerine yastığı koyarak kolunu üzerine bıraktım ve hızla ayağa kalktım. Herhangi bir ses çıkarmamanın rahatlığıyla koşar adım odadan çıktım. Kapının hemen yanındaki merdivenleri bitirdim.

Köşede kalan koridoru koşarak geçtim. Odalarımızın olduğu koridorda ilerliyordum şimdi. Zil sesi burada duyuluyordu. Kapıdaki her kimse durmadan basıyordu ve bu yukarıda rahatsız edici bir titreşim olarak duyuluyordu. Soykan'ın uyanmasından endişe ederek daha hızlı koşmaya başladım. Zil sesi yakınlaştı.

Salona ulaşmamı sağlayacak merdivenlerin son basamağındaydım. Orayı da tamamladığımda aceleyle kapıya ulaştım. Kulba elimi attığım an susan zil tekrar yankılanmış, açtığım kapıyla karşımda bu eylemi gerçekleştiren kişiyi görmüştüm.

Taha'ydı. Açılan kapıyla yüzünde mahçup bir ifade belirmiş, eli havada kalmıştı. Göz göze geldiğimizde havadaki elini yumruk yaparak yanına indirdi. Gerginlikten dudaklarını dişliyordu. Başını yere eğdiği an arkasında bir başkasının da olduğunu gördüm. Duru, bu kişi Duru'ydu.

"Acil gelmem gerekti. Soykan'ın da az sesle uyanmayacağını bildiğimden arda arda bas-"

"Senin ben ızdırabını lan, bu saatte ne yapıyorsun burada?" Taha'nın sözlerini yarıda bırakan Soykan olmuştu. Arkadan gelen sesi, bakmama fırsat vermeden yanımda sonlanmıştı. Soykan belimden tutarak yana çekilmemi sağlamış, yanımdaki yerini almıştı. Eli hâlâ aynı yerdeydi.

"Abi, Aras 25'de biliyorsun. Duru'da korkmuş. Aras'ı arayınca biz gittik Yağmur'la yanına. Uzun süre oturduk, uyumadık zaten ama benim de oraya gitmem gerekiyor. Yağmur'un da dersi var. Yalnız bırakamadım. Buraya getirdim." Taha konuşmaya başladığında Duru yanına geçmişti, ben de buradayım, der gibi. Yüzünde muzip bir gülümseme vardı. Sevimli duruyordu ancak onun hakkında öğendiklerim pek de öyle değildi.

"Geç bakalım Duru." Soykan'ın sesini duyduğunda daha da keyiflenen Duru, Soykan'ın sözleri üzerine yanımızdan sıyrılmış ve içeri geçmişti. En son yalnız kaldığımızda olan olay yüzünden peşinden gitmek yerine burada durmak istiyordum. Taha, Aras'ın 25. Bölge'de olduğunu söylüyordu. Sebebi ise peşimize düşen adamlardı. Soykan'ın kan donduran emri aklıma geldiğinde Taha'ya hitaben konuştum.

"O adamlara ne oldu?" Taha'nın yüzü anında bana dönmüştü. Soykan ise belimdeki elini çekerek beni kendine yaklaştırmıştı. "Korkma. Sıcağı hissettiler ama yanmadılar. Bakma sen yanındakinin esip gürlediğine. Yaşamanın daha büyük ceza olduğunu bilir, yaşamını zorlaştırmak için elinden geleni yapar. Yakmadık yani diri diri. Benzini döküp çakmağı çakmış olabilirler ama hayattalar. Ve gayet sağlamlar. Sahipleri gelip alsın diye meydana bıraktı bizimkiler. Ne kadar bileğin sağlam olursa olsun, çomak sokanın çomağı kırılır. Bu meydan okuma." Taha'nın sözleri bunlardı. Yüzümün nasıl bir halde olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu.

Yalnızca Taha'yı büyük bir dikkatle dinlemiştim. Şimdi ise açamadığım ağzımla öylece duruyordum. "Yollar ne durumda?" Soykan'ın sorusu üzerine başımı kaldırıp ona baktım. Hâlâ tam uyananamış gibi duruyordu. "Gece çalışmışlar. Don olmaması için önlem almışlar ama her yer yokuş. İki üç saate tekrar kuvvetli yağış bekleniyor, büyük ihtimalle yine yasak gelecek. O yüzden erken geldim biraz da." Taha'nın sözlerini başını sallayarak onayladı Soykan. Keyfi kaçmış gibi duruyordu.

"İçeri geçmeyecek misin?" Soğuk, kapının eşiğinden bile canımı yaktığında sarıp sarmalanmış Taha'ya bu soruyu yöneltmiştim. "Yok. Yollar daha da kötü olmadan gideyim ben. Zor geldim zaten. Bir şey olursa haberleşiriz. He bu arada bahsettiğim partiyi bir hafta sonraya ayarladım. Konuşuruz yine." Sorumu, sonlara yaklaştığında Soykan'a bakarak yanıtlamıştı Taha. Soykan ise kısaca haberleşiriz, dedikten sonra Taha gitmişti.

Kapanan kapının karşısında duruyordum. Soykan kapıyı kapatırken belimdeki elini çekmiş, ben de kapıyı kapatabilsin diye önünden çekilmiştim. Hâlâ daha Duru'yla baş başa kalma fikri içime sinmese bile daha fazla beklemeden ilerlemeye başlamıştım. Yalnızlığım saniyeler bile sürmemiş, Soykan'ın eli belime yerleşmişti. Eli yürümeme engel olacak şekilde beni kendine bastırdığında adımlarım yavaşlamıştı.

"Bir daha benden önce yataktan çıkma. Beni yatakta yalnız bırakma." Soykan'ın nefesi saçlarıma karışırken kulağıma fısıldamıştı bunları.

"Neden? Korkuyor musun?" Ciddiyetle kurduğu cümlelerini dalgaya alarak cevaplamıştım. Ardından ilerlemek için hamle yaptığımda aynı şekilde baskılanmıştım. "Evet." Yine ciddi bir şekilde vermişti cevabını. Neden böyle yaptığına dair bir fikrim yokken elinin baskısını azaltmak adına elimi üzerine çıkardım.

"Hadi gidelim, kız yalnız kaldı."

Duru'nun geldiği günü gergin de olsam bir şekilde atlatmıştım. Çok fazla konuşmamıştı zaten. Genelde telefonuyla ilgilenirken bazı tepkileri içimi burkmuştu. Bunun üzerineyse Soykan'a neden tedavi olmadığını, sormuştum. Cevabı ise daha çok hayrete düşmeme sebep olmuştu. 'Tedavi olmuyor değil. Tedaviye cevap vermiyor.' demişti önce. Sonraki cümleleri ise daha korkunçtu.

'Tedaviye yanıt vermeyecek kadar aklı başında değil. Tüm yolları kapatabilecek kadar kurnazken üstelik. Bana kalırsa hepimizden daha sağlıklı."

Bu cümleler donup kalmama sebep olmuştu. Gerçek miydi yoksa tabiri caizse deliller en zekilerdir, cümlesine istinaden mi söylenmişti? Bilemiyordum.

Görevli kadının hazırladığı kahvaltının ardından Duru'dan hiç ses gelmemişti o gün. Soykan'ın ilaçlarını vermesi üzerine de uyumuştu zaten. O günün geçtiği gibi bir haftayı da geride bırakmıştık. Çok yoğun ve ağrılı geçmişti bu bir hafta.

İki günün sonunda kar tamamen erimişti. Soykan işlerini halletmek için gittiğinde bana da yalnızca dinlenmek kalmıştı. Çok sıkı çalışmıştık bu bir haftada. Baştan sona bir branşı öğretmek yerine, kurallara uymayacak bir kişi karşısında kendimi nasıl savunacağımı göstermişti. Ben kaçmıştım, o ise alıp beni tekrar minderin üzerine bırakmıştı.

Her konuda ve her şekilde uğrayabileceğim saldırılar için taktikler vermişti. En kötüsü de dahildi buna. Çoğunu uygulamaya döktüğümüz gibi onları da dökmüştük. Geçmişin travmalarına yenik düşmüştüm bazen de.

Sadece bununla da kalmamıştı. Silah kullanmam konusunda da hırslıydı bu kez. Bu tavrını son olaydan sonra takındığının gayet bilincindeydim ve bu yüzden elimden geldiğince öğrenmeye açık olmaya çalışmıştım. Hologramlarla insan çıkmıştı bazen karşıma ve ben de ateş etmiştim. Dönerken, ona bakmazken, ani, refleksli birçok pozisyonu çalışmıştık.

Hedefi tutturmam konusunda o kadar ısrarcıydı ki lazerlerle isabetlerimi kontrol etmişti. Her şeyi ayarlamış ve bana öğretmekten geri durmamıştı. Öldürmek değildi amacımız. Etkisiz hale getirmek için önce ele odaklanacaktık. İlk kurşun hep ele aitti. Ardından ayak, topuz, diz geliyordu. Omzun da acılı olduğundan bahsetmişti. Öldürmeyecek ama nefes kesecek birçok yeri belirtmiş ve o anı yaşıyormuşum gibi gösteriler hazırlayarak ateş açmamı sağlamıştı.

Öğrenmiştim. Hedefleri vurmuştum. Öğrenmeden bırakmayacağını çok iyi biliyordum. Öğrendiklerimle onu tehdit edip bu bir haftanın ardından bir süre eğitim istemediğimi iletmiştim. Çünkü gebermiştim. Adım atacak halim kalmamıştı. Dün yattığım yataktaki eylemimi, bedenimi bıraktığım her yerde devam ettiriyor olsam bile hâlâ dinlendiğimi hissetmiyordum.

Şimdi ise salonun büyük koltuğunda yatıyordum. Hareket ettikçe kaslarımın ağrısı canımı yakıyordu ve bu her zamanki koltuğunda oturan Soykan'ı keyiflendiriyordu.

"Acısın acısın. Anı geldiğinde bana dua edersin."

"Emin ol şu an da içimden ettiğim beddualar yanlışlıkla tutsa, dua edeceğim günleri göremezsin."

Konuşurken onu görmek isteyen tarafımla hareket etmiş ve yine acıyla arkama yaslanmıştım. Soykan bu halime gülmemek için zor durmuyordu çünkü gülüyordu. Utanmasa kahkaha atacaktı.

"Ayıp ediyorsun ama. Ben de senin için kas gevşetici hazırladım o kadar. Bak, önünde. İç ondan, akşama hiçbir şeyin kalmaz."

Sözleriyle başımı, hemen koltuğun yanında duran küçük sehbaya çevirdim. Dediği gibi üzerinde ilaçlar vardı. Hatta bir tane de krem vardı. Bacaklarıma iyi gelebilirdi çünkü yorgunluktan gece kraplar gidiyordu bacaklarıma. Gevşerdi en azından.

"Bırak akşamı, bir ay kendime gelebileceğimi sanmıyorum." Gözlerimi sehpadan kaldırarak ona çıkardım, tekrar. Oturuşunu dikleştirdiği yerde gözlerimin içine bakıyordu o da.

"Bu akşam Taha'nın bahsettiği parti var." Bir eliyle saçlarını geriye iterken konuşmuştu. İstekli olmadığına dair bir ifade vardı yüzünde. "Ya, ben onu tamamen unuttum. Gerçi ben gelecek miyim?" Taha'nın bahsettiği partiyi biliyordum ancak ringe çıkmasından bahsediyorlardı. 25. Bölge ile bağlantılı özel kişiler için olabilirdi, bilemiyordum.

"Parti bizim." dedi kısaca. Onun olan her şey benim miydi aynı zamanda? Bu soruyu es geçerek söylemek isteklerimi ilettim. "Ringten söz ettin. Boks maçıyla ilgili bir şeyse benim ne işim var?" Onun gibi yaparak ben de dikleşmiştim. Oturuşumu da değiştirerek tamamen ona çevirmiştim kendimi.

"O maça seni de götürdüm."

"Yani?"

"Birlikte gideceğiz."

Son cümlesiyle koltuktaki ayaklarımı yere indirdim. Ben nasıl gidecektim? Hiçbir şey yoktu ortada. Geç uyanmıştım yine. Kahvaltı etmiştik ve saatlerdir oturuyorduk. Saat tahminimce öğleden sonra dördü de geçmişti. Ellerimi huzursuzca iki yandan koltuğa bastırarak konuşmaya başladım.

"Benim hiçbir şeyim yok. Nasıl geleceğim?" Sorum üzerine vereceği cevabı bekliyordum ki zil sesi oturduğumuz yerde yankılanmaya başladı. "Çok temiz kalplisin, zamanlama harika." Soykan bunları söylerek oturduğu yerden kalkmıştı. Bu sefer koltuğun arkasından ona bakıyordum. Açtığı kapıdan uzatılan karton torbaları almış, kapıyı kapatmıştı bile.

Çatılan kaşlarımla bana doğru ilerleyişini izliyordum. Adımları oturduğum koltuğun kenarında durmuştu. Üstten bakışlarını gönderiyordu gözlerime. "Artık var!" Anlamadığımı belli eden bir ifadeyle kafamı iki yana salladım. "Ne var?" dedim aksi bir sesle. Parti işi beni ciddi anlamda germişti.

"İhtiyaç duydukların" Elindekileri bana uzatarak konuşmuştu. Ben unutmuştum ancak Soykan yine her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmüştü. Elindekileri aldım ancak hâlâ daha içimdeki karmaşa sonlanmış değildi.

"Kaçta gideceğiz?" diye sordum oyalanmadan. Soykan için düzenlenen etkinlikte ben de yanında olacaksam iyi hazırlanmam gerekecekti. "19.00 gibi evden çıkarız. Parti hemen başlamasa da orada olmamız gerekir." Öyleydi elbette. Sonuçta partinin de mekanın da sahibi oydu.

"Saat kaç peki?"

"Beşe geliyor."

Gözlerim kocaman olurken hızla oturduğum yerden kalktım. Yapmam gerekenler vardı. Duş alacaktım, tırnaklarım berbat haldeydi mesela. "Nasıl yetişeceğim ben?" Kaslarımın ağrısını dahi unutmuştum. Hızla merdivenlere doğru ilerlerken söyleniyordum. Gitmemek de bir tercihti ama biliyordum. Eğer Soykan'ı az da olsa tanıdıysam gelmiyorum, dediğimde o da gitmezdi ve bu onca hazırlığı, günlerin planını çöpe atardı.

"Çok güzel olma."

Ben merdivenleri ikişer üçer çıkarken Soykan arkamdan bunları söylemişti. Hızlı hareket ediyordum. Bana verdiği odaya girmiştim bile. Elimdekileri yatağın üstüne bırakıp aceleyle havlu dolabında bir bornoz ve saç havlusu aldım. Odadaki banyoya girerek duştan önce dişlerimi fırçaladım. Vakit kaybetmeden kendimi suyun altına attım.

Hızlı bir duşun ardından havluyu saçlarıma dolayarak bornozu giydim. Çıkardığım kıyafetlerle ıslak ayaklarımın suyunu aldığımda onları kirli sepetine atarak odadan çıktım. İlk hedefim odanın bir tarafında olan büyük ve geniş hazırlanma masası oldu. Bolca çekmecesi ve kapağı olan alt bölümde gözlerimi gezdirerek neler olabileceğini düşünmeye başladım. Rastgele açtığım bir kapağın ardından bakış açıma giren saç kurutma makinesini ve düzleştiriciyi aldım. İkisini de masanın yanındaki prizlere takarak koltuğa oturdum. Düzleştiriciyi henüz çalıştırmamıştım.

Öyle hızlı hareket ediyorum ki poşetlerin içindekilere, bedenime uyup uymayacağına bakmadığımı şimdi fark ediyordum. Ancak vaktim yoktu. Giyerken görecektim artık.
Hemen saçlarımı kuruttum. Elime aldığım tarakla pelçemlerime fön çektikten sonra uygun gereçlerle yukarıda sabitledim.

Çekmecelerde bir genç kızın ihtiyacı olandan çok daha fazlası vardı. Resmen bir mağaza buradaydı. Çoğu genç kızın içinin gideceği malzemelerle doluydu. Makyaja geçmeden önce saçlarımı düzleştirdim. Saçlarımı omzumun gerisine attım. Ardından çekmecenin içinden cildime uygun olan ürünleri aldım.

İşte bu kısım zor olandı. Makyaj bilgim tartışılırdı ama bana göre berbattı. Belki de kendimi dışardan bir göz olarak göremediğimden öyle geliyordu. En azından bugüne yetecek kadar yapabileceğimi biliyordum. Gördüklerimi uygulayabilirdim.

İnce bir tüpün içinde olan kapatıcıyı göz altlarıma sürerek başlamıştım. Yorgunluktan çökmüştü oralar. Başladığım cilt makyajımı az bir fondötenle bitirdim. Gözüme şık gelen her şeyi masanın üstüne çıkarmıştım. En azından nerelere süreceğimi tahmin edebiliyordum. Yoğun maskaranın ardından elimdeki parlak beyaz kalemde göz bebeklerimi aydınlattım.

Far paletindeki renklerle bakışıyordum şu an. Işıltının iyi olacağını düşünerek tatlı, simli bir tanesini hafifçe geçtim göz kapaklarıma. Elbiseyi bilmediğimden çok da abartmak istemiyordum. Eksik gelirse tekrar sürerdim. Ne de olsa kirpiklerime dökülmüyordu far. Öyle olsa bayağı uğraşacaktım çünkü.

Elimdeki allığın renginden emin olamasam da yüzüm şu an çok solgun duruyordu. Düz bir duvardan farksız olduğunu düşünerek bolca allık uyguladım. Yüzüme renk geldiğinde sadece dudaklarım kalmıştı. Ama ona geçmeden önce yanaklarımı patlatmayı ihmal etmemiştim.

Ruju sürmeden önce elbiseye bakacaktım. Ama öncesinde tırnaklarımı düzetmeye karar verdim. Eğitimlerde bazıları çatlamıştı ancak törpüyle halledebilirdim. Badem şeklini verirsem her şey daha güzel ilerlerdi. Üstelik çekmecede oje kurutucu sprey bulmuştum. Bu da zamandan tasarruf etmemi sağlayacaktı.

Masanın üzerine aldığım malzemelerle hızla işe koyuldum. Şeklini verdiğim orta uzunluktaki tırnalarıma mat olmayan, parıltı kırık beyaz ojeyi sürdüm. Bembeyaz bir oje yoktu tırnaklarımda. Aksine bir kat daha geçemediğim halde tırnaklarımı kendi halini hâlâ belli edecek incelikte, yansımalı bir ojeydi. Kurutucuyu da sıkarak vakit kaybetmeden ayaklandım.

Yatağın yanına geldiğimde elimi önümdeki paketlere uzatmıştım. Karton torbaları elime aldım. İçinden çıkardıklarımı yatağın üzerine bırakmıştım. Birinde ayakkabı olduğu belliydi. Kutusuyla gelmişti ancak diğeri büyük, ayrı bir kartona koyulmasına rağmen ince duruyordu.

Hızla kartonun üzerindeki marka yapışkanını sökerek içindekileri yatağa döktüm. Açık olan ışığın etkisiyle gözümü almaya ve hayranlık duymama yeten bir kumaş beni karşılamıştı. Merakla elbiseyi açarak yatağa serdim. Kırmızı bir elbiseydi. İnce, ayarlanabilir askılı, göğüs kulbu şık bir şekilde belirgin olan, mini ve ufak yırtmaçlı bir elbiseyi bu. Kırmızı kumaşı ışıkta parlayacak şekilde üretilmişti. Askılarından tutarak kaldırdığımda bunu daha net bir şekilde görmüştüm.

Yataktayken gölgem üzerinde kalmıştı ve pek belli olmamıştı. Bayılmıştım. Her ne kadar fazla renkten hoşlanmasam da kırmızı benim için vazgeçilmez bir tercihti. Hayranlıkta izlediğim elbiseyi yatağa tekrar bıraktım ve diğer parçalarını incelemeye başladım. Aynı kumaşla üretilmiş iki parça daha vardı yatakta ve bunlar eldivendi. Ojeyi boşa sürmüştüm yani. Yine de çıkaracağım durumları göz önüne alarak içimi rahatlattım. Takmazsam elbise fazla çıplak kalacaktı ve tüm büyüsü bozulacaktı.

Eldivenleri de elbisenin yanına bıraktım. Yatakta duran ve paketten düşen küçük poşeti elime alarak açtım. İçinde elbiseye uygun iç çamaşırları vardı. Onları da yatağa bırakırken Soykan'ın bu kadar ince düşünmesi yanaklarımı alevlendirmişti.

Aklımın bulunmasını önlemek amacıyla ayakkabı kutusunu elime aldım. Hızla açtığımda şık bir topuklu beni karşılamıştı. Önü açık, bant kısmı taşlardan oluşan, aynı taşların bilek kısmında da olduğu bir ayakkabıydı. Ten rengindeki bu ayakkabı elbiseyle olabilecek şıklıktaydı.

Elbiseyi ve diğerlerini koluma asarken ayakkabıları da elime alarak giyinme odasına geçtim. Bornozumu çıkarmadan dikişsiz iç çamaşırını üzerime geçirdim. Ardından bornozun yakalarını sıyırdım ve göğüs bantları yapıştırdım. Hiç kimse olmadığı halde rahatsız hissetmemi engelleyemeden bornozu üzerimden sıyırdım.

Makyajımı bozmayacak bir genişlikteydi elbisenin yakası. Üzerime geçirdikten sonra ayarlanmıştım askılarını. Elbise bedenime tam olurken etek kısmını düzeltiyordum. Belime tam otursa da etekleri genişti. Yırtmacının ayarı yerindeydi. Önümdeki aynadan üzerimi inceliyordum. Gerçekten etkileyici bir elbiseydi. Kendimi incelemeye devam ederken uzandım ve kenara bıraktığım eldivenleri aldım.

Ayakkabıları da giyip tokalarını takarak giyinme odasından çıktım. Anlamadığım bir şekilde elbisenin yakası bol duruyordu. Modelinin böyle olduğunu düşünerek makyaj masanın önüne geldim tekrar. Eldivenleri masanın üzerine bıraktığımda hangi ruju sürmem gerektiğini düşünüyordum.

Kırmızı ruj fikri aklıma geliyordu ancak hem çok boğmasından hem de iddiasından korkuyordum. Bunları düşündüğüm anda iç sesimin fısıltısı beni kendime getirdi. Ben, Baran Soykan ile gidiyordum oraya. İddialı olacaktım o halde. Bu düşüceyle kırmızı ruju dudaklarımla buluşturdum. Bana yakışmadığını düşünüyordum ama tahminim aksine güzel durmuştu. Sürmeyi unuttuğum göz kalemimi de üst ve alt kirpik içlerine sürerek buğulu bir ifade oluşturdum.

Ardından üstte sabitlediğim saçımı çözdüm. Arkada olan saçlarımın aksine kat kat yüzümün kenarına dökülmüşlerdi. Elbise öyle güzel kokuyordu ki bu koku aklıma saç yağımı sürmediğimi getirdiğinde aynanın önünde duran yağ ile saçlarımı parlattım.

Tüm hazırlığımın bittiğini düşünerek eldivenleri de giydim ancak kendimi incelemek için döndüğümde elbisenin arka kısmında, üst bölümde bir fermuar olduğunu ve bolluğun sebebinin o, olduğunu fark ettim.

Elimi arkaya uzattım. Kaslarım o kadar ağrıyordu ki çok fazla kaldıramıyor veya arkada tutamıyordum. Birkaç kez denedim, fermuarı tuttum ancak bir türlü yukarı çekemedim. Eldivenden kaydığını düşünüyordum. Bu yüzden bir elimden çıkarak tekrar denedim ama bir türlü olmuyordu. Yukardaydı ve birleştirilmesi gerekiyordu. Elimde tuttuğum eldiveni masanın üzerine atarak odadan çıkmak için adımlamaya başladım.

Yürüdükçe elbisenin önü kayıyordu. Modelinin böyle olabileceğini nasıl düşündüğüme dair bir fikrim yoktu. Adımlarım Soykan'ın odasının önünde durduğunda aralık kapıdan geçmeden önce biraz bekledim. Soykan'dan yardım isteyecektim. Ben hazırlanmaya başladığımdan bu yana bir buçuk saat geçmişti. Onun da odasına çıktığını düşünerek hızla aralık kapıdan içeri girdim.

Direkt olarak beni karşılayan yatak da odanın görebildiğim yerleri de boştu. Kimse yoktu. Banyo kapısının aralık olması dikkatimi çekerken içeriden tıkırtılar geldiğini fark ettim. Soykan'ın orada olabileceği ihtimali zihnimde güçlendiğinde odada durmaya karar verdim.

Köşede duran aynaya doğru adımladım. Topuk sesleri odada yankılanıyordu. Boyumun uzamış olması içimdeki özgüveni tazeliyordu. Tamamen iyi hissetmem için elbiseyi de ayarlamamız gerekecekti. Aynanın önünde ilerleyişimi durdurdum. Yan bir açıyla sırt kısmını inceliyor, fermuarı kapatabilir miyim diye düşünüyordum yine.

Çıplak olan elimle tekrar fermurarı tuttum. Diğer elimle yukarıda birleştirmeye çalışırken aynanın açısından tamamen çıkmıştım. Bir türlü başaramamak sinirlerimi bozarken kollarımdaki ağrıyla gözlerimi sıkıca kapatıp denemeye devam ettim. Eldivenli elim pes edip düşmüştü. Diğeriyle tutmaya devam ediyordum ki parmaklarımı saran buz gibi ellerle ürperdim.

Ardından o parmakları tersinin çıplak sırtımdaki ilerleyişini hissettim. Burnuma inanılmaz bir koku dolmuştu. Erkeksi ve her anlamda çekici bu koku gözlerimi daha uzun süre kapatma ihtiyacı doğursa da belime sarılan kolun adım atmamı sağlamasıyla açtım gözlerimi.

Gözlerim direkt olarak aynanın yansımasındaki gözleri buldu. Bu gözler Soykan'a aitti. Kapattığı fermuarı tutan elini elime hapsederek yanımıza indirmişti. Belimdeki koluyla da beni kendine yaslamış, karşımızda bir kamera olsa harika çıkacak bir fotoğrafın pozunu ayarlanmıştı adeta.

Gözlerindeki gözlerimi önce düzelen elbisenin yakasına indirdim. Artık göğüslerimi tam anlamıyla sarmıştı. Gözlerimin ilerleyişi belimdeki kolda sabitlendi. Siyah gömleğin manşetlerinin kenarında parlayan şık saatle bakışıyordum. Saatin devamını siyah ceket takip ediyordu.

Kolundaki gözlerimi üstüne çıkardım şimdi de. Kusursuz boynunu açığa çıkaracak şekilde birkaç düğmesini açmıştı siyah gönleğinin. Gömleğinin yakası boynundaki benin hemen yanında duruyordu. Gömleğin üzerinde ise ceket ve kaban karışımı siyah bir üst duruyordu. Kumaş pantolonun altına yarım, fermuarsız botlar giymişti. Belinde parlayan kemer dikkatimi dağıtırken tekrar yüzüne çıkardım gözlerimi.

Saçlarına aurasını arttıracak biçimde şekil vermişti. Teni harika kokarken üstüne bir de parfüm sıkmıştı. Ben de hemen önünde elbisemle duruyordum. Onun gözleri de benim üzerimdeydi. Omzuma bir öpücük kondurmak için eğilirken söyleniyordu da. "Ah Yağmur, ah!" Sıktığı dişlerinin arasından Yağmur'a sitem ediyordu. Elbiseyi Yağmur seçmişti o halde.

"Kıskandın mı?"

"Çok fazla," dedi dürüstçe. Ardından vakit kaybetmeden devam etti. Eğdiği başını kaldırmadan boynuma nefesini vererek konuşuyordu. "Hatta şu an evden çıkıp başka bir tanesiyle değiştirebiliriz." Sözleriyle gözlerimi abartılı bir şekilde devirdim.

"Yalnız bu tavrın kıskançlıktan çok daha farklı bir şey. Bunun bir adı var."

"Neymiş adı?" diye sordu vakit kaybetmeden. Ardından kendi kendini cevapladı. "Çomarlık mı? Çomarlık yapmayıp çobanlık yapmamı mı isterdin?"

"Ne alakası var? Birlikte gidiyoruz zaten."

"Doğru söylüyorsun. Bakabilecek olanın cesaretini si-"

Cümleye dökerken bile öfkeli çıkan sesini araya girerek böldüm. Kaldırdığım elimi çenesine koyarak başını sabitledim. Aynadan kurduğum göz temasıyla sert bir şekilde konuştum. "Abartma." Karşılık vermesine fırsat tanımadan tekrar konuştum. "Elbisenin durumunu değil de bende nasıl durduğunu konuşalım. Yakışmış mı, nasıl olmuş?" Peş peşe sıraladığım cümlelerin sonunda vereceği tepkiyi bekliyordum.

"Harika."

Tek bir kelimeydi ancak kulağıma fısıldayışı, sıcak nefesi bunu tüm iliklerime ezberletmişti. Bir kelimeyi ruhuma dinletmişti. Üstelik beni bedenine daha da bastırmıştı sanki yeterince yakın değilmişiz gibi.

Boşta kalan elini boynuma çıkarmadan önce yüzüme düşen pelçemi kulağımın arkasına sıkıştırdı. Ardından parmaklarının tersini tüm boynumda gezdirdi. Tüylerim diken diken olmuştu ancak sakin kalabilmek için elimde geleni yapıyordum. O ise boynumdaki turunu bitiren parmaklarını kolyede sabitlemişti.

Hafif eğik olan başıyla aynadan benimle göz göze geldi. Kısa bir bakışı kolyeye taşıdıktan sonra tekrar gözlerimi buldu ve dudaklarını araladı. "Bu kolye pek uyumlu olmamış sanki." Gözleriyle vereceğim tepkiyi izliyordu büyük bir dikkatle.

"Başka bir seçeneğim yok. O kolye her zaman boynumda." Sözlerimle belimdeki kolunu çözdü. Ne ara kolyenin açma aparatını bulduğunu anlamadığım parmakları kolyenin boynumdan sıyrılmasına sebep olmuştu. Zaten kolyede olan parmakları da düşmesini engellemişti.

Zincir boynumdan ayrılığı andan itibaren yokluğunu hissetmiştim ve varlığına bu denli alışmak beni hayrete düşürmüştü. Soykan elindeki kolyeyi ceketinin cebine koyduğunda oradan bir kutu çıkardı. Ellerini önüme uzatarak kutuyu tutuyordu ve ben de aynadan yaptıklarını izliyordum. Son hamlesini beklerken gözlerim gözlerini bulmuştu. O da bana bakıyordu.

"Artık var."

Sözlerinin ardından gözlerimdeki gözlerini kaydırdı. İkimizde elindeki kutuya bakıyorduk şimdi. Soykan vakit kaybetmedi. İki yandan kavradığı kutuyu açtığında gözlerime ulaşan kolyeyle heyecan kalbimi titretmişti. Soykan ise konuşmama fırsat vermeden kolyeyi boynuma takmış, ardından zincirin kenarından boynuma bir öpücük bırakmıştı.

Bu kolyeyi tanıyordum. Daha önce görmüştüm. Çok yakın zamanda. Başka birinin boynunda...

"Bu annenin kolyesi."

"Babamın hediyesiydi."

Bu yüzden akıl hastanesinde olan birinin boynundan çıkarılmasına izin vermemişti. Gördüğümde yasak olduğunu tahmin etmiştim. Özel olduğunu da ancak şu an benim boynumda olacağına hiç ihtimal vermemiştim.

"Neden bende?"

"Geçen gece evden gitmiştim ya," soru sorar bir şekilde başlamıştı cümlesine. Aynadan ikimizde boynumdaki kolyeye bakıyorduk. Soykan ise üç gün önce hızla evden çıktığı günden bahsediyordu. Onaylarcasına kafamı salladım. "Annem kriz anında bu kolyeyle kendine zarar vermeye çalışmış. Çıkarmışlar boynundan, bana verdiler." Soykan'ın çatallaşan sesinden çıkan cümleleriyle hızla ona döndüm. Artık aynadan bakmıyordum gözlerine.

"Ben bunu kabul edemem."

"Senden başka kimseye veremem."

Gözlerimden ilk defa kaçırıyordu gözlerini konuşurken. İçim sızlıyordu. Odağı dağılan gözlerimi kolyeye çıkardım. İnce bir zinciri, ucunda da zarif taşlı bir çiçeği vardı.

"Annenin hayatına sebep olacak bir kolyeyi görmek sana acı vermeyecek mi?"

"Atamadım."

Derince yutkundu. Hareket eden adem elmesı gibi titredi kalbim. Yerine sığmadı. Göğsümde hareket etti ama kimse görmedi. Hızla doladım kollarımı boynuna. Soykan'ın başı yana döndü, saçlarıma gömüldü. "Babam da atmamı istemezdi. Annem de sana hediye ederdi büyük ihtimalle." Sözleri nefeslerimi sıklaştırıyordu. Sesi titremiyordu belki ama ruhu sarsılıyordu. Ruhuma yaslıydı ve ben hissediyordum. Uzandım, boynuna küçük bir öpücük bıraktım. Ondan ayrılmadan önce fısıldadım.

"Bir anlamı var mı?"

"Kaderim senin elinde."

Kulağıma fısıldadığı cümleyle kollarımı boynundan çektim. Hemen önünde durarak bakışlarımı gözlerine çıkardım. Hâlâ ona alttan bakıyordum. Anlamadığıma dair bir ifade vardı yüzümde. Soykan'da bunun farkındaydı. "Buymuş, anlamı." diyerek merakımı giderdi. Mahçup bir ifadeyle bakıyordum gözlerine. Konuşmak istiyordum ama dilim düğümlenmişti yine. Ancak Soykan benden önce davrandı.

"Kamelya çiçeği," diye başladı sözlerine. Unutmak istemeyerek pür dikkatle karşılıyordum cümlelerini. "Kokusuz bir çiçekmiş. Üzerinde taşıyan kişinin kokusu ona ait olurmuş. Kendi kokunu, güzelliğini sen kat ki yeni bir anlam bulsun."

Sıkıca kapattım gözlerimi. Ardından dudaklarımı dişledim. Hediye miydi bilmiyordum ama artık benim için de çok değerliydi. Yıllardır annesi gibi kokuyordu bu çiçek. Şimdi sıra bendeydi. İşte bu denklem canımla eşitlendi.

"Artık üzerimde taşırken kaybetmekten korktuğum ve değer verdiğim tek şey." dedim tüm samimiyetimle. "Şüphem yok." diyerek yanıtladı beni, sözlerine devam etti.

"Benim kamelya çiçeğimin kokusu sensin."

"Teşekkür ederim." dediğimde gözlerimin dolmasını engellerek aşağı eğdim başımı. Annesi benim için hep farklı oluyordu. Çünkü içim biliyordu. O kadın, küçük Soykan'ın yanında duruyor, elinden tutuyordu. Gelecekte ise hiçbir anında yoktu.

"Etme. Başka bir kokuyu, teni düşünemezdim."

Tekrar sarılmak istiyordum ona ancak ağlayacağımı biliyordum. Yapmam gereken o kolyeye sahip çıkmak ve en güzel şekilde korumaktı. Kolyeler değişmişti belki ama anlamları yeni bir değerdi benim için. Artık kendi ruh halimi de onunkini de dağıtmak için konuyu değiştirmeliydim.

"Her şey tamamlandıysa çıkabilir miyiz artık?" Soykan sorum üzerine bana doğru bir adım atmıştı. Yapmaya çalıştığımı anladığını düşünerek keyiflendi sanmıştım ancak sözleri beni yanıltmıştı.

"Bence kırmızı ruju çıkarmalısın."

"Neden? Neyini beğenmedin kırmızı rujun?"

Kaşlarım çatılırken başımı dikleştirerek sormuştum sorumu. Soykan'ın keyfi bir anda yerine gelmişti. Yaşananı o anda bu kadar kolay bırakabilmesi bence hastalıklıydı. Sanki zihninde odalar vardı. Hangisine girerse orayı yaşıyordu ve kapıları açıp kapatırken hiç zorlanmıyordu. Kapılara kilit vurmuyordu. Başarıydı belki de bu. Bizi delirten o andan gidememekti belki de.

"Aksine, çok beğendim. O yüzden çıkarmalısın. Çıkarmam, diyorsan da ben çıkarırım. Nasıl çıkaracağımı biliyorsun değil mi?"

Son sözleriyle beni daha da sıkıştırmıştı. Vereceğim tepkiye karşı hazır bekleyen başı eğilmişti. Konunun buraya nasıl geldiğini anlayamadan bir adım geri atmıştım.

"Çıkarmıyorum, dersem ne olur?"

"Parti iptal olur, malum."

Tehditkar bir adımla açtığım mesafeyi kapattı yeniden. Ellerim göğsünü bulurken sitemle konuştum. Dediği şeyi yapacağını biliyordum. "Beğendiğimiz şeyleri değiştirecek miyiz böyle? Öyleyse sen de git, bir duş al. Nasıl bir parfüm bu? Ne istiyorsun? Önünden geçtiğin herkesin peşine düşüp boynuna yapışmasını mı?" Kırmızı ruj sorunsa bu koku da sorundu. Hem de büyük bir sorun, kimse teninin kokusunu bilmiyor, boş ver diyemeyeceğim bir sorun.

"Duş almıyorum dersem ne olacak? Sen mi çıkartacaksın kokuyu? Bunu mu teklif edeceksin? Teninin tenime değmesi lazım biliyorsun değil mi? Duştan daha güzel bir alternatif." Göz kırparak söylediği sözlerle sinirle yerimde tepindim. O dediğini yaptırıyordu ama benim onu duşa sokma ihtimalim yoktu. Ya da tenini tenimle paylaşma, en azından şu an...

"Aşağıda bekle beni."

Sert bir şekilde sarf ettiğim cümlelerle odanın çıkışına ilerledim. Engellememesine şaşırırken adımladımı durduracak sözlerini duydum. "Keşke itiraz etseydin de ben çıkarsaydım." Gözlerimi kapatıp bedenimi sıkmaktan başka bir şey yapamayınca ilerlemeye devam ettim.

Hızla kendi odama girdiğimde vakit kaybetmeden ruju çıkarıp daha soft bir ruj sürdüm. Böylece elbise daha çok ön plana çıkmıştı. Masanın üzerine bıraktığım eldiveni de takarak giyinme odasına adımladım. Açtığım büyük dolaptan uzun ve açık renk bir kabanı alarak çıkışa doğru ilerlemeye başladım.

Acele adımlarla alt kata inmeyi başarmıştım. Soykan geldiğimi fark ettiğinde kapının önündeki yerini almış ve yanına gitmemi beklemeye başlamıştı. Yürürken kabanı üzerime geçirmiştim, her ne kadar arabaya binecek olsak da dışarısı buz gibiydi.

Nihayet adımlarım Soykan'ın yanında sonlandı. Kısaca gözlerime bir bakış atarken dudaklarımı kontrol etmeyi de ihmal etmedi. Yüzümdeki işi bittiğinde ise seri şekilde kapıyı açtı. Açılan kapıyla tenimi kesen soğuğun yanında bahçedeki su birikintileri ve çamurlar bizi karşılamıştı.

"Ben topuklularla bu yağmur, çamurda nasıl yürüyeceğim ya?" Kendi kendime söyleniyordum. Arabaya kadar ilerlerken nerelere bassam diye de plan yapıyordum kafamda. Bahçenin düzenlemesi özenliydi ancak eriyen kar suları her yerdeydi. Ben kendi kafamdaki hesaplaşmalarıma dalmışken bunu bölen Soykan'ın sesi oldu.

"Ben kucağıma alırım. Sana da güzel bahane olur."

Sözlerini algıladığım anda çatıldı kaşlarım. Ağzım önce hafifçe açık kalırken beklemeden konuşmaya başladım. "Bir git işine ya! Her şeye bahane üreten sensin!" Sinirle ilerlemeye başladım. Onu gerimde bırakmıştım. Zaten arabaya giden yolda beton bloklar vardı, yere sabitli. Onların üzerinde dikkatle ilerliyordum.

"Ben mi?" dedi inanamadığını belli eden bir sesle. "Aynen sen, hep laftasın. Biraz icra-" Cümlemi yarım bırakan altımdaki yerin kaymasıydı. Hava çok soğuk olduğundan buzlanan beton kaymama sebep olmuştu. Topuklularla toparlama ihtimalim hiç yokken düşmeyi bekliyordum ki belime sarılan kollarla bir bedene yaslandım. Soykan beni kurtarmıştı.

"Güzel hamleydi." Az önceki sözlerine karşılık söylüyordu bunu. Duruşumu düzeltip bir adım gerisine gitmiştim. "Bilerek yaptığımı mı düşünüyorsun? Kafam kırılacaktı belki de." Hayretler içinde bakıyordum gözlerine. O ise bir hayli keyifliydi.

"Tutacağımı biliyordun." Gayet normal bir şekilde kurduğu cümleyle delirmek üzereydim. Ciddi miydi şu an? "Sen böyle devam edersen kafayı yersin ben sana söyleyeyim." Aksi bir şekilde konuşarak ondan uzaklaştım ve hızla arabanın koltuğundaki yerimi aldım. Ciddiyse de değilse de insanı delirtme konusunda oldukça yetenekliydi. Bunu bilen tarafım bir bıçak oldu ve konuşmayı kesti.

Dakikalar geçmiş, nihayet mekanın arka tarafındaki yerimizi alabilmiştik. Geçen geldiğimizde de arka girişten girmiştik. Soykan ön tarafın kalabalık olduğundan bahsediyordu. Gözde bir mekan olması internet sitelerinde haber değeri de taşıyordur elbette. Gerginliğime gerginlik eklememek adına arka tarafı kullanmak iyi olmuştu.

Soykan'ın yerinde hareketlendiğini fark ettiğimde arabanın göstergesinden saate baktım. Neredeyse bir saat gecikmiştik. 19.45'i gösteriyordu saat. Soykan tam yedide orada olmamızdan bahsetmişti. Daha fazla oyalanmadan elimi kulba attım. Soykan çıkmıştı bile. Bekletmemek adına indim arabadan. Soğuk bir kez daha tenimi karşılasa da aldırmadan ilerlemeye devam ettim.

Soykan'ın eli belimdeki yerini almıştı. Konuşmadan adımlarımızı atıyorduk. Boş koridorda adım seslerimiz yankılanıyordu. Davetliler gelmeye başlamış olacak ki müzik sesi buraya kadar ulaşıyordu. Işıkların yansıdığı alanın girişinde durdurdu Soykan adımlarımızı. Ardından kısaca gözlerime baktı.

"Yanımdan ayrılma. Dost düşman herkes burada. Olay çıkmasın." Sözlerini başımı sallayarak onaylarken aklımdaki bir soruyu da yönelttim. "Düşmanların olduğu bir yere benimle girmen tehlikeli değil mi? Canın sanarlarsa yakmak isteyebilirler." Bunu bana Soykan öğretmişti. Ve şu an olduğumuz konum aklıma bu soruyu getirmişti.

"Senin için en büyük tehlike Mahir. Ona da seni benden alamayacağını ancak böyle gösterebilirim. Evde kalsaydın, açık hedef gösterdiğimi düşünürdü. Diğerleri benim canımı yakamaz. Herkes kendi dengiyle..."

Evet, Soykan Mahir için, beni büyüten adam, demişti ancak düşüncelerine kadar nasıl tahmin edebiliyordu? Nasıl bu kadar iyi tanıyordu?

"Mahir'i nasıl bu kadar iyi tanıyorsun?" Sorum üzerine Soykan gözlerimin içine kitlendi. Bedenini hafifçe bana çevirdi. Ardından bir sır veriyormuş gibi kulağıma eğilerek fısıldadı.

"A'zel'i o yarattı."

Akademi'nin sahibi de Mahir'di. Ben, en büyük para kaynağıydım, demişti Soykan. Bir önceki konuşmamızda da 'topla oynamak isteyen çocuğa hayatla oynattılar. Ringe çıkardılar.' demişti.

Kafamda çakan şimşeklerle irice açıldı gözlerim. Mahir denen pisliğin daha kaç vurgununa dilimi yutacak kadar hayret edecektim kim bilir? İçimdekileri dışa vurmak istediğim anda aralanan dudaklarımı Soykan kapattı.

"Hadi, gidelim."

Kulağımdan çekilerek tekrar yanımdaki yerini aldı. Eli her zamandaki yerine yerleşirken bedenlerimizi ileri taşıdı. İçeri girdiğimiz an yüksek sesli müzik ve büyük bir detayla çalışan mekan ışıkları bizi karşıladı. Mekan tamamen dolmuştu. İlerlemeye devam ediyorduk. Bu esnada birçok kişinin başı bize dönüyordu. Genç kızların çoğu Soykan'a içi giderek bakarken çoğunun da benim dedikodumu yaptığından emindim. Önce bakıp sonra kulaktan kulağa konuşuyorlardı.

Etrafta gezen gözlerim tanıdık birilerini bulma isteğiyle eylemine devam ediyordu. Buraya gelmeden önce çok abartılı olduğumu düşünüyordum ancak etraftaki herkes benim gibi ya da çok daha özenliydi. Üstelik ben mekan sahibiyle gelmiştim buraya. Ona rağmen benimle yarışacak kişiler vardı, bir de çok güzel kızlar. Gözlerinin Soykan'da olması sinirlerimi bozarken belimdeki kolunu çekerek elini avucumun içine aldım.

Böylece yanındaki yerim daha belli oluyordu. Soykan'a bakan kızlara diktiğim gözlerimi çektiğimde hemen önümüzde, yüzündeki kocaman gülüşüyle bizi bekleyen Yağmur'u gördüm. Üzerinde beyaz, dekolteli, mini ve kolları tül bir elbise vardı. Kırmızı ruju, buğulu göz makyajıyla harika görünüyordu. Güzel gülüşü eşliğinde bizi ayakta beklerken hemen yanındaki locada diğerleri oturuyordu.

Duru hariç herkes oradaydı. Taha ve Aras'ın üstü de bir hayli şıkken bir tek Uygar her zamanki tarzındaydı ancak oldukça iyi görünüyordu. Vazgeçilmez çelik yelek formundaki yeleği, paraşüt pantolonuyla siyahlar içinde oturuyordu. Onlar da bizim geldiğimizi fark etmişti.

Nihayet Yağmur'un yanına geldiğimizde Soykan'ın elini serbest bıraktım. Etraftakilere bakmaktan Soykan'ın tepkisini dahi görememiştim ancak keyif olacağından emindim. Bir adım Yağmur'a attığımda serbest kalan bedenimi anında sarmaladı. Yağmur kollarını boynuna dolarken iltifatlarını da kulağıma fısıldıyordu. Aynı şekilde karşılık vererek ondan ayrıldım. Kocaman gülümseyerek bakıyordum yüzüne.

"Ya harika olmuş elbise. Üzerinde bu kadat iyi duracağını biliyordum. Ben de dahil birçok kişiyi büyülersin bu gece. Allah bizimkine sabır versin." Yağmur cümlelerini sıralarken yanımızdan geçip diğerlerinin yanına giden Soykan'a bakmıştı. Onunla birlikte ben de baktığımda Soykan'ın ayağa kalkan arkadaşlarıyla selamlaştığını görmüştüm. Bizi duymuyordu.

"Asıl bütün gözler onun üzerinde." dedim normal çıksın diye çaba sarf ettiğim sesimle. Yüksek sesli müzik yüzünden bir hayli bağırmak zorunda kalıyordum ve sesimin sitemli çıkmasına engel olamamıştım.

"Hayranı çoktur onun. Bir de boksörlüğüyle ilgili bir parti ya. Ekstra fazla hayran kitlesi burada. Dikkat çekmesin diye normal insanları da kardık içlerine ama normalleri de aşık kendisine. Her genç kızın hayalini süsleyen o karakter çünkü." Gözlerimi devirmemek için zor duruyordum. Konuyu değiştirmemiz gerekiyordu yoksa bu kadarıyla bile birine saldırmak üzereydim.

"Neyse onu boş verelim. Sen muhteşem görünüyorsun. Abin delirmesin. Baran'dan duymuştum ne kadar kıskanç olduğunu." Sözlerimle gülümseyerek kafasını çevirdi Yağmur. "Ondan daha tehlikesi var da neyse." Uygar'dan bahsediyordu ve duymadığımı zannediyordu. Ben de onu bozmadan karşılık verdim. "Efendim, duyamadım." Anlayamadığımı belli ederek ona yaklaştım. Halbuki çok da iyi anlamıştım. Yağmur'un başı tekrar bana döndü ve beni geçiştiren cevaplar verdi.

"Ay bir şey olmaz. Onun aklı her yerde şimdi. Benimle ilgilenmez. Hadi, geçip oturalım." Kafamı olumlu anlamda sallayarak ilerlemeye başladım. Locaya giriş yaptığımda boş olan iki yerin olduğunu fark ettim. Biri Aras'ın diğeri Soykan'ın yanıydı. Taha ve Uygar birlikte oturuyordu. Hep bir ağızdan gelen 'hoş geldin' ifadesine karşılık vererek Soykan'ın yanına oturdum. Yağmur da Aras'ın yanındaki yerini almıştı.

Gözlerimi tek tek hepsinde gezdiriyordum. Aras ve Soykan biri hakkında konuşuyordu. Uygar ve Yağmur birbirlerine kaçamak bakışlar atıyordu. Taha ise etrafı gözetliyor, kızlarla flörtleşiyordu.

"Ee, ne içiyorsunuz hanımlar, beyler?" Taha oturduğu yerden kalkıp dizlerine hafifçe vurarak karşılık beklemeye başlamıştı. Herkes kendi içeceklerini söylerken Soykan da söylemiş, ardından bana bakmıştı. Göz göze geldiğimizde kısa bir bakışın ardından tekrar çevirdi gözlerini Taha'ya.

"Alkol sevmiyor. Ayarla sen bir şeyler." Ben de Taha'ya bakıyordum şimdi. Kafasını onaylarcasına salladığında gidecekti ki hızla araya girdim. "İçeceğim." Taha'nın gözleri beni buldu. "Emin misin?" dediğinde gözlerimi kapatarak onayladım onu. "Viski istiyorum." Beni büyük bir dikkatle dinleyen Taha'ya bakıyordum. Soykan'ın gözleri yüzümdeydi. Ancak ona bakmıyordum. Yan taraftan görebiliyordum bana baktığını. İçmek istiyordum. Ayık kafayla geçmezdi bugün. "Kolayla karıştır. Viskisi az, kolası çok olsun." Soykan yüzümdeki gözlerini çekmeden konuştu. Sesi sert çıkmıştı.

"Hay hay," diyen Taha locadan çıkmış, anında bir kızı kolunun altına alarak ilerlemeye başlamıştı. Soykan'ın gözlerini hissetmek gerilmeme sebep olsa da arkama yaslandım tamamen. Fazla içmeyecektim. Toleransım çok düşüktü zaten. En azından düşünmemi engellerdi.

"Naçar birazdan burada olur." dedi Aras. Soykan bu sözlerin üzerine gözlerini çekip odağını Aras'a vermişti. "Naçar Agraf için miydi tüm bu tantana?" Soykan aksi bir sesle konuşuyordu. Bu ismi tanıyordum. O gün, Soykan'ın karşısına rakip çıkaran adamdı bu. "Hayır abi. Kuşlar da var etrafta. Haber uçurmak için bekliyorlar. Biz de o haberleri kendimiz fısıldayacağız kulaklarına." Aras'ın sözleri üzerine sert bir nefes verdi Soykan.

Onlar konuşmaya devam ederken benim gözlerim de yanımızdaki ikilideydi. Önce Uygar'a baktım. Değişik yüz ifadeleriyle bir şey anlatmak istiyor gibiydi. Muhatabının Yağmur olduğunu düşünerek ona baktım. Yağmur'un yüzünde de anlamadığını belli eden bir ifade vardı. Ne olduğunu anlamak için Yağmur'u incelemeye başladım. Yüzünde ya da dekoltesinde herhangi bir problem yoktu. Biraz daha aşağı indiğimde fark ettim ki Yağmur'un elbisesi bariz bir şekilde yukarı kaymıştı.

Bacaklarındaki gözlerimi yüzüne çıkartarak çektim. Yağmur mesajı almış olacak ki gözlerini abartılı bir şekilde devirerek kafasını çevirmişti. Ancak eteğine dokunmamıştı bile. "Ben gidip bir adamları kontrol edeyim. Girişe çıkışa yerleşsinler. Naçar bu, ne yapacağı belli olmaz. Bir tek o da yok." Uygar bunları söyleyerek ayaklanmıştı. Ben dahil herkesin gözleri onu bulduğunda Aras onaylayarak, gitmesini söylemişti. Uygar önümüzden geçiyordu. Geniş bir alan olmasına rağmen bile isteye Yağmur'un bacaklarına çarptığında film izler gibi ikiliyi izlemeye devam ettim. Uygar gitmeden önce başıyla Yağmur'a işaret vermiş, ardından bize çevirmişti gözlerini.

Hızla gözlerimi indirerek önümdeki cam masaya bakmaya başladım. Yakalandıklarını bilmelerine gerek yoktu. Ben önümdeki masayı incelerken çok geçmeden Yağmur'un sesi duyuldu. "Ben de bir abime bakayım." Yağmur kimseden cevap gelmesini beklemeden aceleyle kalkmıştı. Aras ve Soykan konuşmaya devam ediyordu. Ben de gözlerimi etrafta gezdiriyordum.

Oturduğumuz yerde olmak isteyen çok kişi vardı. Bundan emindim. Birçok kişinin gözleri burayı buluyor, bazıları da bile bile gözlerini dikiyordu. Etraftaki gezintime devam ederken bir erkeğin pür dikkat bana baktığını fark ettim. Tanıdığım bir yüz değildi. Neden baktığını bilmiyordum. Gevşek tavrı sinirlerimi bozuyordu. Sanırım Soykan'ı tanımıyordu ki bana göz kırpmıştı. Panikle çektiğim gözlerimi hızla Soykan'a çıkardım. Neyse ki görmemişti ve Aras'la konuşuyordu. Gerginlik tüm bedenimi sardığında tekrar önümdeki masayı incelemeye devam ettim. Anlaşılan bugün her yeri ezberleyecektim.

"Buyrun efendim, buyrun." Taha'nın neşeli sesi tekrar olduğumuz yerden gelince kafamı kaldırarak ona baktım. O ise eğilmiş, herkesin içeceğini önüne bırakmıştı. Önümde duran bardağı buldu ellerim. Bünyem oldukça zayıftı. Umarım bir an önce gerginliğimi atmamı sağlardı. Büyük bir yudum aldım içeceğimden. Alkollerin arasında en içilebilir buydu, gerçekten.

"Uygar'la Yağmur nerede?" diye sordu Taha merakla. Ardından onu Aras yanıtladı. "Yağmur sana bakmaya gideceğini söyledi. Uygar adamların yanında." Taha'nın kaşları derince çatıldı önce. Sonrasında gerilmemek adına fikrini belirtti. "Yağmur yanıma gelmedi ki. Birini görmüştür belki. Her yerde bi tanıdık var." Taha'nın sözlerini Aras onayladı. Herkes içeceklerini yudumluyordu. Aras da içkisinden büyük bir yudum aldığında buruşan yüzüyle konuşmaya başladı.

"Ulan her şeyle sen ilgilenmesen vodkayı kendin yaptın sanacağım. Ne kadar ağır lan bu? Bir şey mi koydun içine?" Aras'ın aksi sesi vardı etrafta. Onun sözlerine nazaran benim içeceğim gayet güzeldi ve ben büyük bir yudum daha almıştım. Bardağımın yarısına gelmiştim bile.

"Ufak dokunuşlar yaptım elbette ama ne var lan içkimde? Ürünlerime laf ettirmem. Vodka ateşini çıkarır birazdan. Çivi gibi olursun. Gerginlik yok. Genciz, güzeliz, mutluyuz, huzurluyuz." Taha'nın neşesi gerçekten yerindeydi. Belki de rol yapıyordu. Bilmiyordum. Ancak ortam için çaba sarf ediyordu.

Alkolün etkisi yavaş yavaş kanıma karışıyordu. Ateş basmaya başladığında üzerimdeki kabandan kurtuldum. Kalçamı kaldırarak altımdan çıkardım ve oturduğumuz geniş koltukların sırt kısmına yasladım. Kısa bir bakış atarak Soykan'a baktığımda gözlerinin bende olmadığını fark ettim. O da üzerindeki kabanı çıkarmıştı. Siyah gömleğiyle duruyordu. Derin bir iç çekerek Soykan'ın yan profilindeki gözlerimi çektim. Biraz daha baksam çenesinden tutup dudaklarına yapışabilirdim.

Çok tecrübeli olmasam da deneyimlediğim kadar alkolün sebep olduğu sıcaklık bunaltıcıydı. Kanıma karışıyor, kanımı kaynatıyordu. Rahat nefes almak adına saçlarımı omzunun arkasına attım. Sıyrılan tutamları da kulağımın arkasına sıkıştırarak bardağımı elime aldım. Viskinin tadı biraya göre çok daha iyiydi ve ben büyük sayılacak bir yudumu daha mideme yollamış, bardağımı bırakmak için öne eğilmiştim.

Bardağı masaya bırakıp geriye yaslandığım sırtımda Soykan'ın kaslı göğsünü hissettim. Ona yaslıydım şimdi. Ne yapacak diye beklerken kısık sesini işittim. "Yavaş." Bitmek üzere olan içkimden bahsediyordu. Hızlı içmemin etkisiyle başım çok az dönse de kendimi kaybetmemiştim. Başımı Soykan'ın omzuna yatırdım. Geriye düşen kafamla kulağına fısıldadım. "Gayet iyiyim." Hafif kaldırdığım başımla yüzünü bulmuştum.

Çok ciddi görünüyordu. Gerginliğinin çatırdısı yüzüme vuruyordu. Gözlerinden kaydırdığım bakışlarımı dudaklarına çıkardım. Parlıyorlardı. Taha ve Aras yanımızda sohbet ediyordu. Soykan'ın buram buram genzime dolan kokusunu daha da yakından duymak istiyordum. Yüzüne biraz daha yaklaştığımda Soykan sıktığı dişlerinin arasından konuştu.

"Bugün beni sınama olur mu?" Yakınlığını azaltarak gözlerini bulmamı sağlamıştı. Kendini zor tuttuğuna dair bir ifade vardı yüzünde. "Olur, diyemeyeceğim." Sözlerimin ardından yanından çekildim. Oturduğum yerde kayarak sırtımı arkamdaki koltuğa yasladım. Soykan'ın gözleri hâlâ üzerimdeydi. Ben ona bakmıyordum. Etraftaki keşfime devam ediyordum.

Alkolün etkisi artık gelmeye başlamıştı. Sarhoş değildim ancak sarhoş olmaya çok yakın bir yerdeydim. Kontrolümü kaybetmek istemediğimden içmeye ara verdim. Çakır keyif kalmak da iyiydi.

Kulağım yanımdaki konuşmalarda olsa da beni ilgilendirmeyen konulardı. O yüzden az önce gerilmeme sebep olan kişinin aynı yerde olup olmadığını kontrol edecektim. Gözlerimi ona çevirdiğimde fark ettim, hâlâ oradaydı ve bana bakıyordu. Benden değil de ondan kaynaklanabilecek bir problemin düşüncesi dahi tüylerimi diken diken ediyordu. Gözlerimizin temasını bölen önümden geçen, olduğumuz yere peş peşe gelen Uygar ve Yağmur oldu.

İkisi de eski yerlerine otururken ben Yağmur'u inceliyordum. Ruju az önceki halinden farklıydı. Boynu kızarmıştı. "Kim yapıştır lan senin dudağına? Niye kırmızı senin dudakların?" Sesin sahibi Aras'tı, muhatabı ise Uygar. Başımı hâlâ onlara çevirmemiştim ama Yağmur olduğu yerde çaktırmadan gülüyordu. "Abi, kimse kim! Ben size soruyor muyum?" Uygar'ın ilgiyi dağıtmak için kullandığı sesi ortamdaydı şimdi. Konuştuğu için gözlerimi çıkardığım Uygar'ın dudakları gerçekten kırmızıydı. Ruj bulaşmış, silerken daha çok yayılmış gibiydi. Yüksek sesi bastırmak için verilen çabada, konuşmaları elimden geldiğince dinlemeye çalışıyordum.

"Nedense bugün herkes kırmızı ruj sürüyor." Bu sefer konuşan Soykan oldu. Bu konuda konuşacağını düşünmediğim için gözlerimi hızla ona çevirdim. O ise Yağmur'a bakıyordu. Anlamamasına imkan yoktu ama gerilmiş gibiydi. Sanırım saklamlarına kızıyordu.

"Parti ya abi. Herkes iddalı olduğu için sürmek istiyor. Mekanın yarısında kırmızı ruj var." Yağmur direkt olarak savunmaya geçtiğinde eli ayağı birbirine dolanmıştı. "Öyledir." dedi Soykan kısaca. Onun sesini Taha'nın sesi takip etti. "En çok benim kardeşime yakışıyor. Gel, kız yanıma." Taha'nın sözleriyle kaçar gibi kalktı ve gitti Yağmur. Onlar birbirlerine yakın yerde konuşmaya başladıklarında en uzakta kalan ben oldum. Sohbetlerine ara ara Soykan da dahil oluyordu.

Onlara baktığımda Yağmur'un çok şanslı olduğunu düşünüyordum hep. Bir tane abisi yoktu. Olanlar da en az abisi kadar değer veriyordu. Düşüncelerle esir olacağım duruma geldiğimde içeceğimden bir yudum daha aldım. Yüksek sesli müziğin yanında konuşulanları dinlemek zor olduğundan yine etrafı incelemeye başladım. Işıkların ritmik hareketi başımı ağrıtıyordu. Karanlıktan korkardım ancak bu tarz ışıklar da başımı ağrıtıyordu. Işıklarda olan gözlerimi indirecekken karşımdakinin bakışlarını fark ettim yine.

Gerginliğime sebep olduğu için istemsizce bakıyordum. Canına susadığından emindim. Bana bakıp gülüyor, yanındakilerle beni göstererek konuşuyordu. Şimdi kalkıp ağzını burnunu kıraracaktım. Bunun dikkat çekeceğini bildiğimden bakışlarımla yapmak istedim bunu. Ters bakışlarımı direkt olarak gözlerine sundum.

O denli odaklanmıştım ki Soykan'ın omzuma attığı eliyle yerimden sıçradım. Parmakları direkt olarak elbisemin yakasına gitmiş, aşağı kayan elbiseyi yavaş hareketlerle çekiştirmişti. O adamı fark etmediği için sevinecekken gözlerimi karartacak sesi kulağıma geldi.

"Çek gözlerini!"

Tonlamasıyla tüylerim diken diken olmuştu. Beklemediğim anda fark etmiş olması beynimi durdurmuştu ve ben hâlâ karşımdakine bakıyordum.

"Çek gözlerini!

Sözlerini baş parmağını sertçe boynuma bastırarak yineledi. "Kalkıp oyacağım şimdi o piçin gözlerini. Bakma ona." Sakinliğine ters parmağı boynumu tahriş ettiğinde hızla gözlerimi indirdim. İndirdiğim anda Soykan'ın hareketlenmek üzere olan bedenini fark ettiğimde elimi bacağına koyarak gidişini engellemek istedim.

"Gitme. Sen yanımdasın. Bakamaz bir daha." Sözlerimi söylerken yan dönmüş, direkt Soykan'ın gözlerinin içine bakmıştım. Diğerleri sohbetlerine devam ediyordu ve odakları bizde değildi. "Ben geldiğimizden beri yanındayım ve bakıyor. Ne yapayım şimdi ona?" Sorusunu sorarken bakışlarını göğüslerime indirmişti. Kaydığını bile fark etmediğim elbisemi az önce kendi düzeltmişti ve şimdi açık açık beni uyarıyordu.

"Yapma. Bir şey yapma. Tüm planınız mahvolmasın." Yaklaştı. Dudakları kulağımın üstünde durduğunda o tehlikeli sesiyle konuştu. "Bir daha böyle bir şey fark ettiğinde söylemezsen o gözleri sana oydururum." Ben de fark etmediğini düşünmüştüm salak gibi. Meğerse ona söylememi beklemişti ve ben de söylememiştim. Soykan olduğu yerden çekilmedi.

Dudakları boynuma kaydı. Dilini hissettim önce. Tüm tenim ürperdi. Arkadaşları hemen yanımızdaydı. Sürekli değişen ışık bizi direkt meydanda bırakamasa bile dikkat çekebilirdik. Soykan'ın dili yerini dişlerine bıraktığında inlememek için büyük bir çaba sarf edip ellerimi omzuna çıkardım. Böylece sarılıyor gibi görünüyorduk. Soykan boynumu öpmeye devam ederken son bir darbeyle uzaklaştı.

"Anladın mı?" Sıklaşan nefeslerimin arasında cevap veremiyordum. Uzaklaşmadığı boynuma bir ısırık daha bıraktığında acıyla inledim bu sefer, kısık sesle. Ardından hızla başımı onaylarcasına salladım. "Güzel. Bir sonraki uyarım bu kadar basit olmaz." Arkadaşlarına rağmen bunu yapması sebebiyle dilim tutulmuştu. Üzerimden çekilse de ben öylece duruyordum. Soykan elini kaldırdı. Arkada bekleyen adamları hemen locanın önündeki yerini aldı. Tek bir hareket yaptı. Başıyla az önce bana bakan gevşeği gösterdi ve önüne döndü.

Soykan'ın fark etmesini istemesem de kaçamak bakışlar atarak adamları izliyordum. Kısa bir arbedenin ardından yaka paça çıkarmışlardı gözlerini üzerimden çekmeyen kişiyi. Soykan üzerimden çekildikten sonra sohbete karışmıştı. Ben ise önümdeki bardağı bitirmiş, bir yenisine başlamıştım. Bu sefer etrafta gezen çalışanların birinden aldığım için alkol oranı daha yüksekti ve boğazımı yakmıştı.

Daha çabuk etkilenmeme sebep olmuştu. Buna ortamın da etkisi vardı. Işıkların ve müziğin ritmi insanın kanını kaynatıyordu. Herkes ikinci bardağını bitirmek üzereyken ben yavaş gidiyordum. Çünkü hızlı gidemeyecek kadar salmıştım kendimi. Zihnim dört nala koşuyordu. Müziğin yüksekliğinden yanımda dönen muhabbeti tam duyamıyordum. Dudak okuma konusunda iyiydim ama ortam loş halde olduğu için odaklanamıyordum.

"Arka kapıdan giriş yapmışlar." Uygar'ın yüksek sesi ortama dağıldığında gözlerimi ona çıkardım. Kulağındaki kulaklığa dokunarak konuşuyordu, oturduğu yerde dikleşmişti. Herkesin duruşu değişirken Soykan'ın gerginliği buradan hissediyordum. İnanılmaz gergindi.

"Burası bizim mekanımız, ayağımıza da o geldi. Sakiniz, parti de mekan da bizim." Soykan'ın gerginliğini tek fark eden ben değildim ki Taha bu cümleleri kurmuştu. Aras ise ellerini dizlerine vurup oturduğu yerde dikleşmişti. Yağmur onların arasındaydı. Ben de Soykan'ın yanında, locanın en uzak kenarındaydım. Onların sohbet edecek konuları oluyordu. Soykan çok dahil olmasa da ortamdaki ses de kahkaha da tamamen kesilmiyordu. Düşüncelerimi kendime dinlettiğim sıralarda yan tarafımdaki hareketliliği hissettim.

Locanın girişinde gelen adım seslerini orta yaşlı bir erkek sesi devraldı. "İyi eğlenceler, gençler." Ses herkese uzaklaştığında ilk hamle Aras'tan gelmişti. Ayağı kalkıp konuşan adamın yanına gitmişti. Onu diğerleri takip ederek ayaklanırken Soykan, ben ve Yağmur oturmaya devam ediyorduk.

Aras adamla kısaca el sıkıştı. Herkes sözlerini başıyla onayladığında önce Soykan'ın ardından adamın tepkisine baktım. Onun gözleri de benim üzerimdeydi. Küçük birkaç adımla locaya girdiğinde arkasındaki adamları görmüştüm. Takım elbiseli ve rahatsız edici adamlarını gerisinde bırakarak elini bana uzatmıştı.

"Bendeniz Agraf. Lakabım bu, sizi daha önce hiç görmedim, " uzattığı sol elinin yanına sağ elini uzattığında görüş açıma giren siyah kancayla şoka girmiştim. Ancak belli etmemeye çalışıyordum. Sağ eli bileğinden itibaren yoktu ve onun yerine siyah bir kanca takılmıştı. "Malum." Kolunu hafifçe sallayarak bitirmişti sözlerini. Naçar Agraf, eli olmadığı için naçar diyorlardı. Peki Agraf? Kanca demek miydi?

Tereddütle bakıyordum gözlerine. Elimi uzatıp uzatmamakta kararsızdım ki Soykan hızla araya girdi. Bedeni oturduğum yerde tüm görüş alanımı kapatırken adamın elinin çekilmesini sağlamıştı. "Hanımlar burada oturacak. Biz yan masaya geçelim." Uygar gerginliği dağıtmak istercesine araya girdi. Taha'nın bahsedilen masanın önündeki bedenini görüyordum ama ne Soykan'ın ne de o adamın yüzünü göremiyordum.

Kalabalık dağılmaya başlamıştı. Yağmur oturduğu yerde durmaya devam ederken Soykan'ın bakışları beni buldu, bedenini bana çevirdi. Üzerime eğildiğinde tüm ciddiyetiyle konuşmaya başladı. "Buradan kalkma. Yağmur yanında olacak. Buradan sakın ayrılma." Sözlerini gülerek karşıladım. Ardından ona yaklaşarak kulağına fısıldadım. "Havlamamı da ister misin?" Soykan'ın başı şakaklarıma yaslandı. Hafif baskısıyla ciddiyetini bana iletiyordu ancak dudakları kıvrılmış, murıltısı kulağıma ulaşmıştı.

"Bugün beni sınama." Dudakları şakağıma değerken söylemişti bunları. Herkes yan masadaki yerini alırken bir tek Soykan buradaydı. Ve masanın başrolü o'ydu. "Bunun cevabını vermiştim." Soru halinde de yöneltmişti bu emrini. Elimi kaldırıp saçlarına daldırdım. Alkolü kanımda, bana ne zaman yakın olsa hissediyordum. Güldü. Sesi kulağıma, nefesi tenime değdi.

Elini boynuma sardığında kendine çekerek kelimelere bastırdı. Kendini zor tuttuğunu anlayabiliyordum. "Canını yakarım." Hiçbir şey yapamazdı. Bunu bildiğimden açıkça konuştum. "Beni yaşlı bir adamdan mı kıskanıyorsun?" Sesi orta yaşlı geliyordu ancak kendisinin bir hayli yaşı vardı. Bunu kırışık yüzü ve elinden anlamıştım. En azından ellilerinin sonundaydı. Orta yaşlı denemezdi.

"Yaşlı dediğin adamın nefesi bile kan kokuyor."

"Korkuyor musun?"

Boynumdaki baskısını arttırdı. Baş parmağı dokunduğu yeri parçalamak istiyordu sanki. Dişlerinin arasından tek bir kelime çıktı. Sanki bana o kelimeyi hatırlatmak istiyordu. Çünkü kendimde değildim. "Mira!" Bu ses tonuyla öl, dese itiraz etmez ölürdüm. Yaşadığını sorgulatırdı insana. "Efendim." Kulağına fısıldamıştım şimdi. Dudaklarım kulağının altına değiyordu.

"Oturduğun yerden kalkma." Ondan biraz uzaklaştım. Boynumdaki elinin hakimiyetini parmaklarımı üstüne sararak azalttım. Başımı dikleştirdim. Gözlerinin içine bakıyordum şu an. "Sensiz sıkılırım," Öyle mi, der gibi bakıyordu gözlerime. "O zaman sahnenin ortasına çıkıp göbek atacağım." Kibirle söylüyordum bunları yüzüne. Deliriyordu.

"Bacaklarını kırarım."

"Hodri meydan!"

Tek kaşım havalanırken söyledim son sözlerimi. Artık gitmesi için başımı yana çevirdim ancak çenemi saran parmakları tekrar gözlerimizi birleştirdi.

"Kan akıtmak istemiyorum bu gece. Sebebi olmak istemezsin!"

"Sebebe göre değişir."

"Seni bayıltmamak için zor tutuyorum kendimi."

"Bence öpmemek için..."

"Öperek bayıltmak cazip geldi şimdi. Nefesini keserim, bilirsin."

"Beni öpmek için bahanelerin arkasına saklanma Soykan. Direkt öp. Ben öyle yaptım."

Çenemdeki elinin baş parmağını dudaklarıma çıkardı. Başı üzerime eğilirken parmağının baskısı artıyor, dişlerimin canımı yakmasını sağlıyordu. Meydan okuyan gözlerim kısaca Yağmur'a kaydı. Bize bakmıyor, telefonuyla ilgileniyordu. Yağmur'a olan bakışlarımı sonlandıran yine Soykan oldu. Ona bakmamı sağlayarak dudaklarıma doğru fısıldadı.

"Sınavsın bana!"

"Zor mu?"

"Çok!"

Dudaklarıma kayan gözlerini gözlerimde sabitledi. Uyarılarını verdi ve seri adımlalar olduğumuz locadan gitti. Zihnim hâlâ daha onun sözlerini tekrar ederken Soykan diğerlerinin yanındaki yerini almıştı.

"Çok değer veriyor sana, o adam hakkında çok kötü şeyler duydum. Bizimkilerin onunla geçmişi pek parlak değil ama nasıl bir aradalar anlamadım. Sana temas etme ihtimaline bile delirdi." Yağmur'un sözleriyle bomboş baktığım yerdeki gözlerimi ona çıkardım. Normalde çok sakin cevaplar verebilecekken kanımdaki zehirin etkisiyle konuşuyordum.

"Manyağın teki. Nerede ne yapacağı belli olmuyor ki!" Yağmur'a bunları söylememem gerekiyordu belki ama gülen ifadesi güven vermişti. Düzgün dişleriyle güzel gülüşünü sunuyordu bana. "Manyak evet. Ama birazcık." demişti eliyle 'birazcık' olanı gösterirken. "Ne birazcık! Ringte gördün mü onu hiç? Adam altında gebermek üzereyken sırf bana baktı diye kan içinde bıraktı yüzünü." Yüzündeki gülüşü silinen Yağmur daha sıcak bir ifadeyle konuşmaya başlamıştı.

"Hiç cesaret edemedim izlemeye ama yaklaşık bir buçuk senedir maçlara çıkmıyor diye biliyorum. Yasa dışı olaylar döndüğünden beni pek dahil etmiyorlar ama ciddi paralar kazanıyordu maç başına. O yüzden bu kadar gözde zaten. Çalıştığı kişiyle yollarını ayırdığını ve artık dost olmadıklarını sunmuş olduğu mecraya. Bu adamda peşine bunun için düştü büyük ihtimalle. Azıcık tanıyorsam onu, bu herif için bırak dövüşmeyi nefes bile almaz." Yağmur'un açık açık anlattıklarına karşı sorular sormak istiyordum ancak dahil etmediklerini söylüyordu.

"Çok gergin baksana. Her an bir olay çıkaracak diye korkmuyor değilim. Az önce adamın biri bakıyor diye attırdı. Çıkışta ona ne yapacak ya da yapacak mı tahmin edemiyorum."

"Az çok biliyorsundur. Baran abi çok kötü olaylar yaşadı. Anlatmaz da pek ben de abimden zorla dinledim bazılarını. Kimsesiz o kendi kalbinde. Kimse olanın da kılına zarar gelmesine izin vermez." Az ya da çok, biliyordum. Bu yüzden bu kadar yakıyordu canımı geçmişi. Ben de geçmişten geliyordum, bugününe.

"Neyse sıkmayalım canımızı. İşin zor ben sana diyeyim. Seni pamuklara sarıp bile gezdirebilir, başına bir şey gelmesin diye." Yağmur bu sözlerini gülerek söylüyordu. Soykan ise bunu çok değer verdiğine yapardı, biliyordum. Umarım çok değer verir demek yerine pamuklara sarıp sarmalar diyebiliyordum. Aynı şey.

"Pamuklara sarar, sonra da ateşe verir o pamuğu. Öyle bir manyak o." Yine de çok renk vermeyerek alayla söylemiştim bunları. Yağmur'un gülen yüzünde olan gözlerimi önümdeki locaya çevirmiştim. Naçar, denen adam en ortada oturuyordu. Soykan ise u şeklindeki locanın bir ucunda. Uygar Naçar'a en yakın olandı. Sebebi ise gayet açıktı. Soykan'ın karşısındaki uçta Taha, Soykan'ın yanında ise Aras vardı. Locanın etrafında ise iki tarafında adamları duruyordu. Dikkatimi çeken ise Naçar'ın adamlarının hep sarışın ve renkli gözlü olmasıydı.

"Ben bir içecek alıp geleceğim. Sen de ister misin?" Yağmur'un sorusunu olumsuz anlamda kafamı sallayarak yanıtladım ve önümden geçip gidişini izledim. Yağmur yanımdan ayrıldığı anda Soykan'ın bakışları beni bulmuştu. Uzandım. Hemen önümdeki masanın üzerinde duran içkimi aldım ve gözlerinin içine bakarak yudumladım. Eğilip bardağı yerine koyduktan sonra dikleşen bedenimi arkaya yasladım.

Soykan'ın gözleri aşağıyı işaret ediyordu. Kaşları çatılmıştı. Anlamadığımı belli ederek kafamı iki yana salladım. Daha da sertleşen ifadesiyle Soykan başını aşağı eğmişti. Gözlerimi üzerime indirdim. O an elbisemin oldukça aşağı kaydığını görmüştüm. Dejavu yaşıyordum sanki. Bu, dudaklarımın kıvrılmasına sebep olduğunda gülümseyerek gözlerinin içine baktım.

İşaretini anlayıp hiçbir şey yapmama daha çok sinirlendiğinde gülerek başımı sahneye doğru çevirdim. Orada kendini kaybeden insanları görmek keyfimi yerine getirmişti. Dışardan ne kadar komik göründüklerini bilseler eminim birçoğu bunu yapmazdı. En azından kendilerince eğlenmeye cesaret edebiliyorlar diyerek kafamı tekrar Soykan'a çevirdim.

Hâlâ bana bakıyordu. Yanındakilerle ilgilendiği söylenemezdi. Zaten bu konuşmayı aralarında değerlendireceklerinden emindim. O yüzden Soykan'la uğrayabilirdim. Onun yaptığı gibi yaparak kafamla işaret verdim. Yağmur'un burada olmayışı da bana kolaylık sağlıyordu. Başımla sahneyi işaret ediyor ve az önceki sözlerimi gerçekleştireceğimin imasını ona iletiyordum. Soykan bunu anladığı anda kaşlarını hayır, anlamında kaldırmıştı. Gözlerimin içine bu sefer gerçekten beni öldürmek istiyor gibi bakıyordu.

Canımı yakacaktı, değil mi?

Nasıl peki?

Elleriminden birini kaldırarak kendimi gösterdim direkt olarak ona bakarken. Ardından elimi sahneye çevirerek gidiyorum, der gibi hareket yaptım. Göz temasını keserek ayaklanmak için hamle yapacaktım ki oradan gelen kırılma sesiyle hemen başımı kaldırdım.

Soykan önünde duran bardağı yere atmış, böylece ona bakmamı sağlamıştı. Kalkamıyor muydu yerinden? Yoksa bu hamlemi mi basit bulmuştu? Görevliler hızla başında toplanmıştı. Hepsi bir koldan yeri temizliyordu. Onların arkasında içecek servisi yapanlardan birini gözüme kestirdim. Hızla kaldırdığım elimle buraya gelmesini istemiştim.

Görevli adımlarını yanımda sonlandırdığında büyük bir keyifle, gülerek hangi içeceklerin olduğunu, sormuştum. Tek tek sayarken yüzüne büyük bir dikkatle bakarak dinliyordum. Viski istediğimi dile getirdiğimde bana doğru uzatılan bardağa elimi uzattım. Parmaklarım bardağı bulduğunda ucu garsonun parmaklarına temas etmişti. Eldiven vardı ve garson panikle elini çekmişti. Garsonun başı korkuyla Soykan'ı bulduğunda ben de ona baktım.

Büyük bir kibirle ayaklandı. Öfkesinin gölgesini üzerimde hissediyordum. Seri adımları hemen önümde durmuştu.
"Baran Bey yemin ederim bilerek olmadı." Genç garsonun panikleyen sesi üzülmeme sebep olduğunda ona zarar vermesine izin vermeyecektim. Soykan'ın da öyle bir amacı yoktu.

Uzandı. Üzerime eğilen bedeni saniyeler geçmeden kavradığı bileğimle doğrulurken ben de ayağı kalmıştım. Sert bir şekilde çektiği bedenimi locadan çıkarmıştı bile. Seri adımlarını locaların olduğu kısımda ilerletiyordu. Bir üst sıraya çıkmıştı. Ayağımdaki topuklularla ardında yürüme konusunda sorun yaşasam da ağzımı açamıyordum. Korkmuyordum da. Soykan'ın adımları mekanın en köşesinde ve karanlıkta kalan locanın içinde durdu.

Tam ortasında durduğumuz bu yerde yüzünü, yansıyan mekan ışıkları sayesinde görüyordum hayal meyal. Öfkeliydi, bir de çok çekici. Kıvrık kirpikleri dahi kalbimi hızlandırırken başını bana eğerek bağırdı.

"Sen bugün ne yapıyorsun?"

"Ne yapıyorum?" Ona doğru bir adım atarak karşılık verdim. Üstten attığı bakışları ve sıktığı çenesi eşliğinde karşımda duruyordu.

"Ne olsun istiyorsun sen?" Bir adım daha attım ona doğru. Ellerimi göğsüne koyduğumda dudaklarına bakarak konuştum. "Bilmem." Benim attığım adımı bir adım geri atarak yok saydı. İtiraz etmedim. Ben de ona eşlik ettim ve göğsündeki ellerimle onu iterek geriye doğru adımlamasını sağladım.

"Zorlama beni. Sinirliyim şu an."

"Bence hiç de sinirli değilsin. Aklından geçenleri tahmin edebiliyorum."

Nasıl olduğunu anlamadığım bir anda avucunu enseme bastırdı. Bu hamlesi parmak uçlarımda yükselmemi sağlarken baskısı da hoşuma gidiyordu. Dudakları hemen kulağımın dibinde durduğunda her bir kelimeye baskı yaparak konuştu.

"Aklımdan geçenleri bilsen benimle aynı yatağa bile girmezsin."

"Gidiyorum ama."

Dudaklarına bakarak bile isteye konuşuyordum. Soykan'ın diğer kolu da belimdeki yerini almıştı. Bu hamlesi daha çok yükselmemi sağladığında gözlerine daha yakın bir konumdaydım.

"O çocuğa senin dokunduğunu görmesem hâlâ onu yumrukluyor olurdum. Sıkıntın ne bu gece?" Çattığı kaşlarının altından nefes kesici bir ciddiyetle konuşuyordu. "Bilerek yaptım. Gör diye, yanıma gel, diye." Aynı ciddiyetle karşılık verdim ben de. Yalan değildi. Gerçekti.

"Biz gittikten sonra masadaki tüm içkileri mi karıştırdın, ne yaptın? Beynin uçuyor."

"Sarhoş değilim ki?" Saçlarımı gözlerinin önünde kayırarak kulağına fısıldamıştım bu cümleyi. Bu da gerçekti. Soykan'ın kasılan bedenini dudaklarımda hissediyordum. Dudaklarım boynudaydı. Teni ürperiyordu. Durmadım. Bedenimi bedenine ittiğimde arkasındaki koltuğa oturmuştu. Belimdeki kolu sebebiyle ben de üzerine düşmüştüm. Bir elimi elbisemin eteğine çıkardım. Kenarından çekiştirerek kucağındaki yerimi aldım. Eteğim yukarı sıyrılmasın diye uğraşırken tam üzerindeydim. Kendime rahat bir pozisyon ayarlama bahanesiyle de üzerinde hareketlenmiştim.

"Çok önemli bir toplantının ortasından beni, benimle sevişmek içim mi kal-"

"Seni değil, mekandaki müziği dinlemek istiyorum." Şu an ten temasına en çok yakışacak, yabancı bir müzik çalıyordu. Duygusal olmayan klip için de çok idealdi. Ellerimden birini kaldırarak göğsüne koydum. Ardından kaydırdım. Gömleğinin üzerinden göğüs kaslarını hissederken Soykan iki elini de kalçama çıkarmıştı. Elleriyle beni kendine bastırdığında kısık bir şekilde inledim.

"Şeytan diyor ki çıkar içerideki herkesi, mekanda müzik yerine çığlıkları yankılansın. Şeytana uymayı da severim. Ne dersin?"

Ona daha çok yaklaştım. Dilimin ucunu boynuna değdirdikten sonra ufak bir öpücük bırarak kulağına ulaştım ve fısıldadım.

"İcraat, derim."

Güldü. Hayır, yalnızca gülmedi. Yapacaklarının teminatını verdi. Hemen yanında olan kulak mememi dişlerinin arasına aldıktan sonra beklemediğim bir anda ellerinden birini elbisemin içinden kalçama çıkardı. Sertçe sıktığında gülüşüne gülerek karşılık verdim.

"Ne yapacaksın? Yine yangın alarmına basıp herkesi dışarı mı çıkaracaksın?"

Bu sefer bedeni sallanacak şekilde güldü. Ardından dudaklarını boynuma gömerek kasıklarımın yanmasına sebep olacak eylemleri uygulamaya döktü. Yerimde sabit kalmadığım anda kendimi ona bastırdığımda eliyle kalçama sert bir şekilde vurdu. Sonra sesini duydum. Durmayacak, dedirten seni.

"Hayır, çığlıklarının müziğe karışmasına karar verdim."

(+16 rahatsız olabileceklerin geçmesini rica ediyorum)

Bedenim aniden havalandı. Kucağında ters döndüğümde yüzüm aşağıdaki kalabalığa bakıyordu ancak onların bizi görmesi imkansızdı, karanlıktaydık. Kafalarımız hariç bedenlerimizin yarısından fazlasının görünmesini engelleyecek yükseklikteydi lobinin kenarları. Ben bunları düşünürken Soykan'ın eli bacağımdan birini iterek aralanmasını sağladı. Her şey saniyeler içinde oluyordu. Aynı eli iç çamaşırımın üstünde durduğunda temasıyla bedenimi sert göğsüne yasladım.

Nefeslerim şimdiden sıklaşmaya başlamıştı. Eli dokunuşlarıyla kalbimi yarışa sokarken hiç ummadığım anda parmağını çıplaklığımda hissettim. O an mantık zihnimin altından kayıp gitmişti. Dizlerim titriyordu. Her hareketimde dudaklarımdan bir inleme çıkıp gidiyordu. Bir diğer eli ise her ihtimale karşı elbisemin eteğini aşağı doğru çekerek yaptığını gizliyordu. Parmaklarının sırtıyla da bacağıma baskı uyguluyordu. Anında ateş bedenimi ele geçirmişti. Yanıyordum, hızla eldivenlerimi çıkarıp koltuğun üzerine atmıştım.

Algımı biraz da olsa bacağımdaki eline vermeye çalışıp baskısını düşünmemeye çalışıyordum ki dudaklarımdan tiz bir çığlığın çıkmasına sebep olacak o hamleyi yaptı. Parmağını özel bölgemden içeri ittiğinde başım göğsüne düşmüş, parmağının hareketini içimde hissetmiştim. Kasılıyordum. Bu kadarını tahmin etmiyordum. Başım göğsünde inlemeler eşliğinde duruyordum.

Eteğimdeki elini çekerek karnıma sardı. Ardından uyguladığı baskıyla kalçamda sertliğini içimde parmağını hissederek bir çığlık daha atmıştım. Onun kalbi de deli gibi çarpıyordu. Sırtımda ritmini hissediyordum. Aralık dudaklarından saçlarımın arasına sıcak nefesi karışırken çıkardığı erkeksi mırıltılar aklımı yitiriyordu.

"Aklımdan geçenleri tahmin edebilmiş misin?"

Ben sadece öpüşmek istemişimtim ancak parmağın gerginliğinin ardından verdiği has, içimdeki hissi bambaşkaydı. Diğer türlüsünü düşünemiyordum. Aralık dudaklarımla sürekli inlerken konuşamıyordum. Dudaklarımdan çıkmayan sözlerle Soykan parmağıyla bir ritim yakaladı. Gelgitlerle içime çarparken nefesim daha çok kesiliyor, zorlandıkça çığlık atıyordum.

"Cevap?"

Hızla başımı iki yana salladım. Konuşamıyordum. Bacaklarım titriyordu.

"Benim aklımdaki da parmak değildi. Mekanın avantajını yaşadın diyelim."

Başını başıma yaslamış, boğuk sesiyle bunları bana iletmişti. Karnımdaki koluyla beni kendine bastırıyor, parmağının hareketine devam ediyordu. Duyduğum has kasıklarımı yakarken karnımdaki kolunun görevini ben devraldım. Ritmik bir şekilde harekete başladığımda kendimi daha çok bastırmıştım ki Soykan'ın derin inlemesi kulağıma ulaştı. Ardından girişimde bir diğer parmağı hissettim.

Bir tanesiyle dahi canım yanarken diğerinin zorlayışı canımı daha çok yakmıştı. "Nasıl kasılıyor. Beni istiyorsun." Saçlarımı çekerek yanağıma kirli sakallı yanağını yasladı. Sesi dahi kontrolden çıkmıştı. "Ona istediğini yakında vereceğim." Cümleleri kasıklarımı daha çok yakıyordu. Bir elimi aramıza atarak erkekliğini kavradım. Sıkıca sıktığımda o da ikinci parmağını içime itmiş, o inlerken ben çığlık atmıştım. O kasılma canımı yakmış, bacaklarımı titretmişti.

"Alıştırma yapıyoruz. Sakin ol." Yanağımı yanağından kurtarak başımı sertçe göğsüne yasladım. Elim beni bu hale getiren elinin üstünü bulduğunda tırnaklarımı hızla geçirdim. "Gerçi alışman için üçten fazlası gerekir. Daha ikinciyi halledemedik." Soykan konuştukça deliriyordum. Dilim tutulmuştu. Cevabımı erkekliğini sıkarak veriyordum. "Onu gördüğünde bayılmazsın umarım." Bu sözü bendeki kayışları kopardı. İçe göçen karnını fırsat bilerek elimi pantolonun içine attım. Tam anlamıyla elim içeri girmediği halde parmaklarıma değen uzvuyla elimi çekmek üzereydim ki boşta olan elini elime bastırarak onu hissettmemi sağladı.

Bu yalnızca başıysa üç parmağın ucundan çok daha büyüktü. Bu ihtimal beni daha da korkutmuştu. "Az önce susmuyordun. Konuşsana." Kendini elime iterek konuşuyordu. Başımı deli gibi iki yana sallıyordum. Hareketsiz kalan parmakları tekrar harekete geçtiğinde ikinci parmağı tamamen içime itmek istiyordu ki acıyla bir çığlık daha atarak tırnaklarımı daha çok bastırdım.

"Dur, canım yandı."

"Canını yakarım, demiştim. Çok istekliydin."

"Ah, gerçekten canım yanıyor." Hızla parmaklarını çekti. İçimde boşluk hissetmem normal miydi? Ne kadar alışıktım ki? Soykan'ın eli şimdi çıplaklığımda oyalanıyordu. Başımı kaldırdım. Hemen yanımda olan başına yaklaştım ve alt dudağını dudaklarımın arasına aldım. Ben onu öptükçe o hareketlerini hızlandırdı, bana karşılık verdi. Kısa süre sonra dudaklarından ayrılarak başımı boynunda sabitledim ve sıcak nefeslerimi verdim.

"Baran,"

"Ne istediğini söyle!"

"Çok daha fazlasını."

"Sesin," dedi önce. Ardından parmakları çıplaklığımda kaydırdı. Parmaklarımın ucundaki uzvu hatırlattı. "Bu haldeyken de öyle güzel ki sadece adımı söylesen istediğin her şeyi yaparım."

"Yapalım o zaman, gidelim buradan."

"Hayır, bir kere de sen benim yerimde ol, bakalım. Nasıl bir his sen de öğren ki olur olmadık yerlerde beni çıldırtma. Tatmin olamamın ağrısını hisset, o zaman sadece evimizde yaşarız bunları. Yeni yetmeler gibi mekan köşelerin de değil."

Islandığımı hissediyordum ve bu Soykan'ın elindeydi. Beni bu hale getirip çekiliyordu. Ben de ona aynısını birden fazla yaşatmıltım değil mi? Hiç olmayacak yerlerde, arabada, kabinde...

Kasıklarım yanıyordu ve delirmek üzereydim. Bacaklarım titriyordu. Soykan parmaklarını çekmişti. Islaklığı hafifçe iç çamaşırıma silerek eteğimi düzeltmişti. Bedenimi dikleştirdiğinde beni kucağında bir kere daha çevirdi.
Elim erkekliğinden kaymış, bollaşan pantolonun bel kısmında kalmıştı.

Göz gözeydik şimdi. Gözlerim parlayan dudaklarına kayıyordu. Öpmek istiyordum. Onunla bütünleşmek istiyordum ancak az önceki kısacık öpüşmede bile ne hale geldiğini görmüştüm. Tatmin olmak isteyen tarafımla kendimi ona bastırdım. İnlemişti. Bir kere daha bastırdığımda az önce kadınlığımda olan parmaklarını dudaklarına çıkardı. Gözlerimin içine bakarak diline bulaştırdı. Gözleri kapanırken dudaklarına eğilmek istiyordum ki doğrulduğu an ben de kucağından kalkmıştım.

"Bakalım şimdi titreyen bacaklarla aynı yaramazlıkları yapabilecek misin?"

Ayakta dahi zor duruyordum. Ona dokunmak istiyordum, tenini hissetmek istiyordum ancak Soykan burada olmasını istemiyordu. Ya da herhangi bir uygunsuz yerde. Bana yaklaştı. Önce gözlerimin içine bakarak pantolonunu düzeltti. Ardından ellerini elbisemin aslılarına attı. Yukarı çektiğinde işini hallettiğini düşünmüştüm ki göğüslerimin altına koyduğu elleriyle formunu ayarladı. Eğilerek elbisenin eteğini düzeltti, yırtmacını ayarladı. Eldivenlerimi giydirdi.

Kollarını omuzlarıma koyarak yönümü çıkışa çevirdi. Hakaret edebilmek için belimdeki kolunun yerleşmesini bekliyordum çünkü diğer türlü iki adım sonra düşerdim. Ben düşüncelere dalmışken Soykan'ın sıcak nefesini tekrar kulağımda hissettim.

"Bir dahaki sefere sana parmağı mumla aratacağım. Bu son uyarımdı. Basit olmayacağını da söylemiştim."

Sözleri kalbimi dört nala, tüylerimi de havaya kaldırmıştı. Konuşamıyordum. Parmaklarını hala özel bölgemde hissediyordum. Kasılıyordu, sızlıyordu ve ayakta duramayacak şekilde bacaklarım titriyordu.

Soykan cevap veremeyişimi fırsat bilerek elini belime yerleştirdi ve ilerlemeye başladı. Hızla geldiğimiz yolu yavaş adımlarla bitirdik. Soykan beni yerime oturttuğunda karşı locadan onu çağırmışlardı. O ise hemen geleceğini söyleyerek ortadan kaybolmuştu.

"İyi misin? Bir şey mi oldu? Kötü bir şey mi yaptı? Bu ne hal?" Yağmur'un yerine ne zaman geldiğini bilmiyordum ancak peş peşe olan sorularını dinliyordum. Evet bir şey yapmıştı ancak ben bunu sana nasıl anlatabilirdim ki?

"Hayır hayır, alkol çarptı."

Soykan değil...

Aradan neredeyse yarım saat geçmişti. Bu sürenin büyük bir çoğunluğunda derin nefesler alarak sakinleşmeyi beklemiştim. Ardından önümdeki içeceği kafama dikmiş, sonrasında kalp çarpıntımın dinmesini beklemiştim. Bu sürede Yağmur'un sesini bir kez duymuştum. 'Seninki sana bakıyor' dediğinde yalnızca bir kere gözlerimi Soykan'a çıkarmıştım. Göz göze gelmemek için büyük bir çaba sarf ettiğim dakikalardı bunlar. Ancak o, yüzündeki büyük keyifle gözlerime bakmış, ardından göz kırpmıştı. O andan itibaren kafamı oraya çevirmemiştim.

Kanımdaki alkolün etkisi geçmişti. Garsonlar bizim olduğumuz kısımı es geçerek ilerliyordu yanımızdan. Büyük ihtimalle bu Soykan'ın emriydi. İçmemi engellemek için bunu yapıyordu. Dilim damağıma yapışmıştı. Sürekli dakikalar öncesinde olanları hatırlatan zihnim, çabalarımı boşa çıkarıyordu. Daha fazla durmak istemiyordum.

Kısaca gözlerimi Soykan'a çıkardım. Şakaklarındaki damar belli olacak şekilde Naçar ile konuşuyordu. Sohbetin koyu olmasını fırsat bilerek hızla ayağı kalktım. Yağmur'a tuvalete gideceğimi söylemiş, cevap vermesini beklemeden önümde ilerleyen kalabalığın arasına karışmıştım. O grubun içinden biri gibi göründüğümden emindim.

Yüksek sesli müzik, ritim ve ışıklar beynimi ağrıtmıştı. Nefes böyle ortamlara bayılırdı hep. Ben ise gitmek istemeyen taraf olurdum. Israrlarına dayanamaz ve kendimi bu anın içinde bulurdum. Ne günlerdi, diye geçirdim içimden. Yakalanmamak adına hızla ortadaki bar bölümüne ulaştım ve beni fark edemeyecekleri bir köşede ilerleyişimi durdurdum.

Yüksek bar tabüresi bir bacağımın aşağıda kalıp elbisemin yukarı kaymasına sebep oluyordu. Kısaca etek kısmını düzelterek bir görevli görmek adına başımı kaldırdım.

"Bakar mısınız?" Yüksek çıkan sesimle, sarışın, saçları normalden biraz daha uzun ve geriye yatırılmış, beyaz gömlekli, sakalsız genç bir barmen olduğum kısıma yaklaşarak önümdeki durdu. "Selam," Geniş gülümsemesi ve kırptığı gözü eşliğinde ilk olarak bunu söylemiş, sonra devam etmişti. "Ne istemiştin? Seni daha önce hiç burada görmemiştim. Harika görünüyorsun." Sesini duyurabilmek amacıyla üzerime eğilerek konuşuyordu.

"Alkolsüz bir şeyler var mı? Boğazım kurudu." Diğer sözlerini es geçerek isteğimi iletmiştim. "Aa, sen gerçekten yenisin buralarda. Buraya gelip alkol içmeden olur mu? Bizim çok meşhur bir spesiyalimiz var, denemek ister misin?" Sorularının ve sesinin kesilmesini isteyerek hızla başımı salladım. Ne verecekse versin, bir an önce gideyim ben de. Mekanlarda bu hep böyleydi. Hesabı kabartmak adına, ikna etmek için gerekirse flörtleşerek uzattıkça uzatıyorlardı.

"Vodka mı viski mi?"

"Viski."

Cevabım üzerine hızla harekete geçti. İki bardak çıkardı. Ardından birine kolayı, diğerine viskiyi koydu. Kola bardağını önüme itterken konuştu. "İç bakalım!" Benim düşündüğümün aksine kola değil miydi bu? Üstelik doldurduğu diğer bardaktan kendi içmeye başlamıştı.

"Viskisi nerede?" Sorumu sorarken merakımı gidermek adına konuşmuştum. İçtiğim bardaktaki gerçekten kolaydı. Ne yaptığını anlamaya çalışan bir ifadeyle ona bakıyordum. O ise bardaktan bir yudum daha almadan önce konuşmuş, ardından bana yaklaşmaya başlamıştı.

"Gelecek!"

Daha da yaklaştı. Büyük avcu yanağıma kapandığında parmaklarını boynumda hissettim. Eline uyguladığı baskıyla ona yaklaşmamı sağlamıştı. Saniyeler içinde gerçekleştirdiği hareketlere tepki vermeme fırsat kalmadan arka tarafta büyük bir gürültü koptu. Şiddetli bir çarpmanın ardından kırılma sesi müziğe rağmen etrafı sarmıştı. Aceleyle başımı arkaya çevirdim. Barmenin eli olduğu yerde kalırken gördüklerimle buz kesmiş, hareket dahi edemeyecek hale gelmiştim.

Soykan'ların oturduğu lobideki cam masa paramparçaydı. Taha büyük bir çabayla Soykan'ı tutmaya çalışıyor, adamları etrafı sarıyor, Uygar ise Naçar'ı dışarı yönlendiriyordu. Soykan hızla elini kaldırdı. Müzik anında kesildiğinde Aras yüksek sesle bağırmıştı.

"Herkes dışarı."

Tüm bu olanlara karşı kireç gibi olan yüzüyle şaşkınlık içindeki Yağmur harekete geçip peşlerine düşmüştü. Ve bakmamak için çaba sarf ettiğim gözler, Soykan'ın gözleriydi. Yine ve yine ölüm kokuyordu. Korkunç bir tavırla gözlerime bakarken zapt edilemeyen bir öfkeyle üzerime adımlıyordu.

Bizi görmüştü.

Taha birden fazla olan ikna çabalarından birini daha gerçekleştirdi. Soykan'ın öfkesi ona yönelerek Taha'yı savurmuştu. Son anda ayakta kalmayı başaran Taha, olduğumuz yere birkaç adımı kalan Soykan'ın peşine düşmüştü. Mekan saniyeler içinde boşalmıştı. Ben ise korku dolu bakışlar eşliğinde kımıldamadan, yüzümden sıyrılıp boynuma düşen elle ona bakıyordum.

Ondan önce kokusu bedenime çarptı. Benim bedenimi es geçerek direkt olarak barmene yöneldi. Yakalarından tuttuğu adamı tezgahın arkasından çıkardı ve önünde sabitledi. Bir elini boynuna dolarken diğerini arkaya doğru büktü. Ardından sessiz mekanın her bir taşını inletti.

"Senin hayatını sikerim lan!"

Soykan'ın sesini bir çatırdı devraldığında bu sefer mekanda barmenin acı dolu haykırışı yankılanmıştı. Derin bir çığlık atarak kalçamı oturduğum bar sandalyesinden kaldırdım. Ellerim ağzıma kapanmış, gözlerim yardım istercesine etrafa bakmıştı. Bir köşede arkadaşları vardı ve hepsi bana karışmamam gerektiğini anlatıyordu.

Barmenin kolunu kırmıştı.

Acının yanında nefessiz kalan adam kıpkırmızı olmuştu. Elinde can çekiyordu. Soykan boynunu serbest bıraktığı anda hızla kolunu tutarak daha derinden bağırmaya başladı. Kolu kırılmıştı. Soykan adamın kolunu kırmıştı. Bu duruma kendimi ikna edemiyor, zihnimde tekrar ediyordum.

"Çalışanlar çıkmasın!"

Soykan'dı bu sözlerin sahibi. İçerde kalan birkaç kişinin yanında oldukları yerde donup kalan çalışanları muhatap alarak konuşmuştu.

"Bilmiyordum abi. Yemin ederim bilmiyordum." Barmen acı içinde konuşurken sesiyle tekrar Soykan'ın hedefi olmuştu. Kendinden uzaklaşan adama yaklaştı. Yumruğunu sertçe yüzüne geçirdiğinde barmen yere düşmüştü. Kocaman olan gözlerimle keskin bir çığlık daha attım. Kimse hiçbir şey yapmıyordu. Yapamıyordu. Soykan yerdeki adamın üzerindeki yerini almış, yumruklarını indirmeye başlamıştı. Adamın beyaz gömleği kan içinde kalmıştı bile.

"Ne demek bilmiyordum lan? Ne demek bilmiyordum?" Durmadan bu cümleyi tekrar ediyor, yumruklarını indiriyordu. Benim yüzümden oluyordu tüm bunlar. Hareketsiz duramıyordum. Hızla onlara doğru atıldım. Dizlerimi yere koyarak kolunu tutmaya çalışıyordum. "Yapma, bırak artık. Ölecek, bırak." Gözleri beni bulmuyordu. Bana bakmayı reddediyordu. Üstelik ben yaklaştıkça daha sert vurmaya başlamıştı.

"Alın şunu başımdan!"

Şunu, dediği bendim. Sözleri ise arkadaşlarına yöneltilmişti. Şunu? Kalbim paramparçaydı. Tek bir kelimeyle hareketlerimi kesmişti. Öylece yanında duruyordum. Gözümün önünde hızla hareket eden bedenini izliyordum. O an kolumda bir el hissettim. Sahibine başımı çevirdiğimde bu kişinin Aras olduğunu görmüştüm. Üzerime eğilmiş, kısık sesle konuşuyordu. Yüzünde ikna olmamı isteyen bir ifade vardı.

"Sözlerini ciddiye alma. Çok sinirli. Karışma, daha çok öfkelenmesin sana."

Sözünü ciddiye almıştım. Kırgın ve masum olduğumu belli eden bakışlarımı Aras'a çıkarmak üzereydim ki yerdeki adamın acı dolu inlemeleri kulağıma geldi. Başımı yerdeki adama çevirdim. Yüzü kandan görünmüyordu ve bayılmak üzereydi. Hızla kolumu Aras'ın elinden çektim. Tekrar tutmak istedi, engelledim. Oturduğum yerden kalktığımda Aras kenara çekilmişti.

Gitmeyecektim. Karışacaktım. Benim yüzümden bunu yapıyordu. Üstelik bana kendimi korumayı öğretirken korumama izin vermeyerek yapıyordu bunu. Bu sefer yerle temas etmeden üzerine eğildim. Kolunu tutmaya çalıştım. Yalvardım.

"Bayılmak üzere. Bırak artık bırak." Kriz geçirmek üzereydim. Çığlık çığlığa bağırıyordum. Sürekli bırakmasını söylerken beni duymuyordu. "Baran," dedim gözlerinin beni bulmasını isteyerek. Daha önce böyle olmuştu. "Bırak adamı." Bu sefer olmadı. Beni duymadı. Tuttuğum kolunu bırakmam için savurduğunda dirseği çeneme geldi. O an tüm dengem kayboldu. Dilimden acı bir inleme dökülürken o adamın ne halde olduğunu tahmin bile edemiyordum. Daha fazla sabit kalamadığım anda sertçe yere düştüm.

"Abi ne yaptın?"

Yağmur'un telaşlı sesi kulağımdaydı. Çenem felaket sızlarken başım dönüyordu ancak bilincim kapanmamıştı. Yağmur seri adımlarla yanıma ulaştı. Elleri direkt başımı buldu. "İyi misin?" Yağmur'un sesinden ziyade kesilen yumruk sesleri dikkatimi çekmişti. Soykan kan ter içinde kalan yüzünü bana çevirmiş, gözlerimin içine bakmıştı. Ben de ona bakıyordum. Yağmur'un desteğiyle yerden kalkmıştım. Soykan da yumrukladığı adamın üzerinden kalkmış, sert parmaklarını koluma sararak beni kendine çekmişti. Yönümü bizi izleyen çalışanlara çevirerek yerimden sıçramama sebep olacak şekilde bağırdı bir anda. Her şey saniyeler içinde oluyordu.

"Kaldırın başınızı." Anında kaldırdı hepsi başlarını. Kadınlı erkekli grup direkt olarak Soykan'a bakarken o bir kere daha bağırdı. "Bakın!" Hepsinin gözleri beni buldu. Yüzlerinde en az benimki kadar büyük bir korku vardı. Çoğunun elleri titriyordu.

"Saniyelik bakacak gölgesinden tanıyacaksınız. Çıkın şimdi."

Daha on saniye bile olmadan hepsinin göz temasını kesmiş, mekandan çıkmalarını sağlamıştı. Eli hâlâ kolumdaydı. Büyük bir kırgınlıkla çektim kolumu. Eli boşluğa düştü.

"Yanında olan kadının barda benimle fingirdeşeceğini bilmiyordum abi." Yerde yatan adam kalkmış, bedenini tezgaha yaslarken acı içinde konuşmuştu. Ben onu korurken o bana iftira atmıştı. Gözlerim kocaman olduğunda hızla yönümü ona çevirdim. Kaşlarım çatılırken itiraz edecek cümleleri bile seçemiyordum. Adamın sözleriyle Soykan'ın gölgesi yanımdan gitmişti. Konuşmama fırsat tanımadan adamın başını cam tezgaha çarptığında adam bayılarak yere düşmüştü.

Bayılmasına sevinmedim, desem yalan olacaktı. Eminim bu sözlerin üzerine kesinlikle öldürürdü onu. Uygar ve Taha yerde yatan adamın başına gittiğinde nabzını kontrol etmek istiyordum. Adımlarımı atmaya başladığımda belime sarılan kollarla hareketlerim engellendi. Soykan bir kolunu ters bir şekilde belime sarmış, geldiğim yere doğru adımlayarak geri geri yürümemi sağlamıştı. Bana dokunmasını istemiyordum o elleriyle.

Uygar ve Taha yerdeki adamı sürükleyerek mekandan çıkarıyorlardı şu an. Yağmur ve Aras yanımızdaydı ancak Soykan bir baş hareketiyle onların da gitmesini istemişti. Sıklaşan nefeslerimin arasından öfkeyle bakıyordum yüzüne.

"Sakin ol Baran. Pişman olacağın bir şey yapma!"

Aras sözlerini söyleyip Yağmur'la birlikte mekanın içinden ayrılmıştı. Onlarda olan gözlerimi Soykan'a çıkardım şimdi. Direkt olarak gözlerime bakıyordu. Öfke kıvılcımları oradaydı. Nefes alsak bile alevleniyordu.

"Ne yapıyorsun sen?" Karnımdaki kolunu iterek ondan uzaklaştım. Birkaç adım geri attığımda yüzünü görebilecek şekilde kendimi ayarladım. "Asıl sen ne yapıyorsun, ne yaptın?" Bastırdığı dişlerinin arasından çatık kaşlarıyla konuşmuştu.

"Sadece bir şeyler içmek istedim. Üstelik alkol bile değil. Hani garsonların gelmesini engelledin ya! Suyum bile yoktu ya!"

"Söyleseydin!"

"Zorunda mıyım? Sen her şeyi söylüyor musun?"

Yerime sığamıyordum bu kez. Yerdeki kan damlalarına midem bulanarak bakarken sesleri ve olanları düşünmek kusmama sebep olmak üzereydi. Önüme düşen pelçemlerimi kulağımın arkasına sıkıştırarak arkamı döndüm. Sakinleşmek adına birkaç derin nefes alarak bekledim. Az önce burada birini yumruklarıyla öldürecekti. Benim için değil, benim yüzümden.

"Viskiyi sana nasıl verecekti, biliyor musun?"

Sesi tüylerimi diken diken ediyordu. Yüzündeki tüm kasları kasılıyordu. Canımı bir iğnenin üzerine atıyor, şişmesi için üflüyordu. Sorusu sinirlerimi daha çok bozulduğunda hızla ona döndüm. Kayıp giden birkaç saç tutamının yanında ellerimi iki yana açarak öfkeyle bağırdım.

"Bilmiyordum!" Hızımı alamıyordum. Gözlerim büyürken çatılan kaşlarım eşliğinde ellerimi sallayarak tekrar ettim. "Bilmiyordum, tamam mı?" Rahatlamış mıydı acaba şimdi? Soykan hızla üzerime adımladı. Rahatlamış gibi durmuyor, üstüne rahatsız etmek de istiyordu. Salladığım kollarımdan birini tutarak sıkmaya başladı. Ardından dudaklarını araladı.

"Ağzıyla verecekti. Duydun mu? Dudaklarına yapışacak, öperek içirecekti."

Konuştukça daha çok sıkıyordu kolumu. Gözlerim gözlerinden çekildi baskısıyla. Kemikleri beyazlaşacak kadar sıktığı eline kaydı. Canım yanıyordu ama söylememe gerek yoktu.

"Bunu ben istemedim."

"Ben gelirken bile yüzü elinde hareketsiz bekliyordun." Dişlerinin arasından konuşmaya devam ediyordu. Kemikli yüzü her baskısında kasılıyordu. "Şoka girdim çünkü. Bana kendimi korumayı öğretip uygulamama fırsat bile vermiyorsun." Üzerime doğru adımlıyordu. O adımladıkça ben geriye gidiyordum. Bu ilerleyişimizi durduran sözlerim olmuştu.

"Ne uygulaması lan! Ne uygulaması! Sana dokundu."

Hemen karşımda kontrolden çıkan zihni ve ifadesiyle bağırıyordu. O bağırdıkça ben yerimden sıçrıyordum. Kolumdaki baskısı daha ne kadar atabilirdi, bilmiyordum. Acıya dayanamadığım anda çektim kolumu. Bir adım geriye gittim. Gözlerinin içine dolmasını istemediğim gözlerimle baktım. Yaşlarla parladıklarından emindim.

"Bana kimse bakamaz, dokunamaz. Sen kimsin ya! Bilmiyordum, diyorum. Bilmiyordum. İzin vermeyecektim. Ne var bu-" Sözlerimi yarım bırakan aramızdaki mesafeyi kapatıp kolumu üst kısmından kavrayan Soykan oldu. Yine baskısı çok yüksekti. Yine ve yeniden canımı yakıyordu.

"Sana kimse dokunamaz. Teninin dokusunu, kokusunu bilemez. Ama o yaptı. Sana dokundu. Dokundu lan!"

Acıya bir kez daha dayanamadığım anda bu sefer acıyla bağırdım. Gözlerim dolmuştu artık. Bakışlarım kolumu bulduğunda acıtsa da çektim. Ondan daha da uzaklaştım. Sırtım bar tezgahına çarptığında yaslanarak durdum. Destek alma ihtiyacıyla bir elimi yasladım. Elimde bir ıslaklık hissediyordum. Sebebini merak ettiğimde kafamı çevirerek baktım. Kandı. Kan bulaşmıştı. Az önce kafasını tezgaha vurarak bayılttığı barmenin kanıydı. Gözlerim oraya kitlenmişken algımı dağıtan o oldu.

"Sana dokunan eli kırarım. Kokunu içine çeken burnu da. Derisini yüzerim sana bulaşırsa teni. Yaparım. Yaptım. Tenine değen eli kırarım."

"Sanki ben istemişim gibi suçlayarak konuşuyorsun. Sana inanamıyorum."

"O zaman bir tepki verseydin!"

Kontrolünü kaybetmişti. Önüne çıkan her şeye tekme atarak konuşuyordu. Eline ne geçerse kırıyordu. Kalbimi de.

"Fırsat vermedin!"

"İzin vermeyeceksin. Sana uzanan eli benden önce engelleyeceksin o halde."

Kafayı yiyecektim şimdi. Dolan gözlerimi kapattım, parmaklarımı göz kapaklarıma bastırarak durdurmaya çalıştım. Kısa süren hareketimin ardından saçlarımı yüzümden çekerek gözlerimi açtım. Ona doğru birkaç adım atarken bağırarak konuştum.

"Az önce garsona gösterdiğin anlayışı bana göstermemek için elinden geleni yapıyorsun. Ne yapmak istiyorsun? Tüm öfkeni, gerginliğini benden çıkarma peşinde misin? Nasıl benim garsona yaptığımı gördüysen o adamın yaptığını da gördün. Neden beni suçluyorsun?"

"Sana yerinden kalkma, dedim."

Gözlerimden yaşlar akarken kahkahalarla gülüyordum şimdi. Ellerimle kendimi gösteriyor, sinirlerime hakim olamıyordum. "Emrine amade bir köpek miyim ben? Otur dediğinde oturacak, kalk dediğinde kalkacak. Kemik de at önüme istersen. Ben senin oyuncağın değilim. Ne istersem onu yaparım." Derin nefesler alıyordum. Sıyrılan saç tellerim nefesimle havalanıyor, ellerim titriyordu.

Gözlerim Soykan'ın gözlerinin içine bakarken hızla üzerime doğru geldi. Yine freni patlamış bir araç gibi çarpıyordu kalbime. Bu sefer bedenime de çarpmak istiyordu, bu yüzden geri geri gitmeye başladım. Sırtım bar tezgahıyla bir kez daha buluştuğunda Soykan tam önümde durdu. Ellerini kaldırıp bağırmaya başladığında öfke dolu haykırışlarının sonunda bir elini arkamdaki cam tezgaha geçirdi. Titreyen elleri bir yere vurmazsa bana vuracaktı belki de.

"Oyuncak mı? Oyuncak, diyor!" Elini oradan çektiğinde kan damlaları etrafa bulaşacak şekilde sallanıyordu öfkesiyle. Bir damla kan sıçramış, göğsüme düşmüştü. Bana arkasını dönerek birkaç adım uzaklaştı. Ardından daha büyük bir öfkeyle gözlerimin içine baktı. "Ne oyuncağı lan! Seni korumaya çalışıyorum. Görmüyor musun?" Yutkundukça yanakları içe çöküyordu. Boynundaki damarlar patlayacak kadar şişiyordu. Şakaklarındaki ve ellerindeki de... Bu Baran değildi.

"Görüyorum. Beni koruyorsun, görüyorum evet. Ama az önce bir barmeni yumruklaman, üstelik çalışanın olan bir barmeni yumruklaman hiç de koruyormuşsun gibi hissettirmedi."

Aramazdaki mesafeyi tekrar kapattı. Sert nefesleri yüzüme vuruyor, göğsü hızla inip kalkıyordu. Ellerini kaldırdı. Gözüm kısaca kesilen eline kaydı. Yumrukladığı için yarılan elinin dışındaki kan parmaklarına da bulaşmıştı. Bulaşmaya devam ediyordu. Tekrar gözlerine çıkardım gözlerimi. Göz yaşlarımı daha yakından görüyordu şimdi. Üstelik ellerini kaldırdığı anda irkilen ve titreyen bedenimle karşısındaydım.

Elleriyle iki yandan başımı kavradı. Parmakları saçlarıma karışmıştı. "Anlatamıyor muyum ben?" dedi sakince. Ardından bir elini göğsüme kaydırarak parmaklarının tersiyle tenime dokundu. "Sana dokunamaz. Bak, bu mesafeden kokunu alabiliyorum. Teninin dokusu tenimde. Hissediyorum. Ama bir başkası hissedemez." Sözlerini sarf ederken parmaklarının hareketi çoğalmış, baskısı artmıştı. Bedenimdeki ellerini çekmeye çalışarak bağırdım.

"Yapma." Yakınlığını daha çok arttırıyordu. O yaklaştıkça kendimi çekiyordum ancak bedenimdeki ellerini kendisi çekmiyordu. "Yapma, dokunma bana." Son cümlemle sertçe çenemi kavradı. Göz göze gelmemek için verdiğim çabayı yok sayarak gözlerimin içine baktı, odakladı. "Neden?" Kararan yalnızca bakışları değildi. Sesi de yangındı. Yakacaktı.

"Yine aynı şeyi yapıyorsun. Bilmediklerimle beni suçluyorsun. Elimde olmayan şeylerin suçunu bana yıkıyorsun."

"Seni uyardım." Öfkesi arttıkça canımı yakıyordu. Bunu bilinçsizce yapıyordu belki ama bırakmıyordu da. Yandığımla kalıyordum. Göz yaşlarım durmuyordu. Akıyordu. Artık çığrından çıkan ben olacaktım. İçimde doğan öfkenin gücüyle ittim benimdeki ellerini sertçe. Teması kesilince uzaklaştım. Gözlerinin içine baka baka haykırdım.

"Beni kimsenin görmesini istemiyorsun. Kimseyle de konuşmayayım. Ne yapayım bir evin içinde senin için, bitki gibi yaşayayım mı? Hapis mi edeceksin beni? Odalara mı kitleyeceksin? Yapmadığın şey değil. Ama şunu unutma! Ben senin bıraktığın yerde duracak bez bebeğin değilim artık. İsteğim an giderim. Çok iyi biliyorsun. BUNU ÇOK İYİ BİLİYORSUN. İkimizde biliyoruz."

Öfkeli gözleri ifadesini değiştirdi. Öfkeyle değil de adını koyamadığım bir ifadeyle bakıyordu. Kibrinin varlığı ise ortamızda duracak kadar meydandaydı.

"Gitsene!"

Sözleri silah yaptı. Kelimeleri de yanına kattı. Canıma sapladı.

"Madem bu kadar delirecektin Soykan bey çıkarmasaydın beni o evden! Getirmeseydin. İstenmediğim yerde de durmam, giderim."

Onun gibi yaptım. Damarına bilerek bastım. Madem bu kadar sıkıntı duyuyor, yanında bulundurmasın beni. Belli ki kendine güvenemiyordu. Umarım bunu ima ettiğimi anlayabilmiştir.

"Seni o evden millete meze o-"

Tenin tene çarptığı andaki o ses boş mekanda yankılandı. Sözlerini yarıda bıraktı. Düşünmeden atmıştım tokadı. Sözlerinin devamını kaldırabilecek durumda değildim. Ya da kimsenin sinir sonrası pişmanlık duyacağı sözleri işitmek istememiştim. Soykan'ın yana dönen başı bir süre orada kalırken tam anlamıyla bana dönmeden yan bakışlarla gözlerimi buldu. Hissettirdiklerini görebilmesini isteyerek baktım gözlerine ve hızla arkamı döndüm.

Onunla girdiğim bu mekandan koşar adımlarla tek başıma çıktım. Onu arkamda bıraktım. Boş koridorda ilerliyordum şimdi. Nefesim kesilmiş, kalbim paramparça olmuştu. Hiçbir şey düşünmek istemiyordum. Yalnızca ağlamak istiyordum, tek başıma. Karşıma çıkan ilk kapıdan içeri girdim. Sertçe açtığım kapıyı aynı sertlikle kapattım.

Kadınlar tuvaletiydi burası. Ardımdaki kapı uyguladığım şiddetle geri açılmış, tamamen kapanmamıştı. Kapıdan uzaklaşarak hemen karşısındaki lavaboların önüne gittim. Suyu açarak elimdeki kanları temizledim. Aynaya bakmak istemiyordum. Akan suyla birlikte kalp kırıklığımı ve göz yaşlarımı akıtmak istiyordum. Islattığım ellerimi önce şakaklarıma ardında saçlarıma çıkardım. Saçlarımı geriye iterek rahatlamaya çalıştım. Hıçkırarak ağlamak istiyordum. İç sesim şu anki halimle çelişiyor, gerçek olan cümleleri bana iletiyordu. Onu dinlemek istemiyordum. Hiç kimseyi görmek, konuşmak istemiyordum.

"Sana hep böyle mi davranıyor bu adam?"

Zihnime o kadar odaklanmıştım ki arkamdan gelen sesle yerimde sıçramış, açtığım musluğu kapatarak ona dönmüştüm. Siyahlar içinde, ellerindeki eldivenlerle karşımda biri vardı. Başındaki siyah şapkayla yüzünü büyük ölçüde gizliyor, yere bakması onu görmemi engelliyordu.

"Sen kimsin?"

"Ne önemi var?" Karşılığıyla daha çok öfkelendim. Elimle kapıyı gösterek gitmesini söyledim. "Çık buradan." Cümlem üzerine kafasını kaldırdı. Beyaz teni görüş açıma girdiğinde daha fazlasını göremiyordum.

"Bu iğrenç adam sana böyle mi davranıyor hep?

"Sana ne!"

Burnumu çekerek bağırıyordum. Zaten iyi değildim ve bu adamı burada istemiyordum. "Ne zamandır böyle, hep mi böyle iğrenç davranıyordu sana?" Soruları zihnimi harekete geçirdiğinde benim için yaptığı her şey film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti.

"O, öyle biri değil."

"Her şeye sahit oldum. Şerefsizin teki!"

"Normalde böyle değil. Çok sinirliydik ikimizde."

Kendimi ona açıklama yaparken bulmak beni daha çok öfkelendirmişti. Bağırmak için hazırlanıyordum ki kaldırdığı başıyla yüzünü gördüm. Bu simayı bir yerden hatırlıyordum. Çok yakın zamanda görmüştüm. Naçar'ın adamlarının içinde olanlardan biriydi. Oradan hatırlıyordum. Şu an kafasında şapka vardı, yalnızca.

"Neyi bekliyorsun? Seni öldürmesini mi ya da bara geçirdiği yumruğunu sana geçirmesini mi?"

Ne yapmaya çalışıyordu bu adam! Kafamı iki yana sallayarak ona isteğini vermedim. Bir kez daha çıkışı göstererek öfkeyle konuştum. "Sana onu anlatmayacağım. Bence çok iyi tanıyorsun. Bana karşı nasıl olduğunu bilmene gerek yok. Çık dışarı." Üzerine doğru adımladım. Önünde durduğu kapıyı tutarak çıkması için hareket ettirmeye başladım.

"Dinle beni. Sana yardım edebilirim. Az önce kovuldun sanki. Bırakmazsa da peşini çıkarırım seni o evden."

Tam karşısında durdum. Kızarık gözlerimle gözlerinin içine bakarak kafamı iki yana salladım. "Hayır, istemiyorum. Oradan bakılınca aptala mı benziyorum?" Kendi ayaklarımla Soykan'ın düşmanına gidecek değildim.

"Baran Soykan'la herhangi bir husumetim yok. Yıllar sonra gördüm onu. Değişmiş, tanıyamadım. Bana güvenmeyi deneyebilirsin. Bir kadının onun gibi birinin yanında mahvolmasını istemem."

Tam ağzımı açıp cevap verecektim ki Soykan'ın sesi tüm koridorda yankılandı. Uzaktan geliyordu sesi. Beni arıyordu. Neredesin, diye sorarak karşılık bekliyordu. Hızla ellerimi adamın kollarına çıkardım. Tekrar aynı şeyleri yaşamak istemiyordum.

"Geliyor, çabuk saklan. En köşedeki tuvalete gir. Seni burada görürse öldürür. Çabuk ol."

Soykan'ın sesi yaklaşıyordu ancak adamda herhangi bir hareketlilik yoktu. Yakından gördüğüm kadarıyla otuzlarının sonundaydı. Cebinden bir kart çıkardı. Bana uzatırken konuşmaya başladı.

"Al bu kartı. Yılana sarılmanı gerektirecek bir durum olursa ulaş bana."

"Ne kartından bahsediyorsun sen? Çabuk gir bir yere!"

"Almazsan girmeyeceğim!"

Benim telaşla çıkan sesimin aksine gayet rahat bir tavırla karşımda duruyordu. Soykan'ın sesi artık daha da yakından gelirken tekrar aynı şeyleri yaşamak istemiyordum. Şu an çıksam bile tuvaleti kontrol edeceğini biliyordum. Bu adamın bir an önce yok olması gerekiyordu. Titreyen ellerimle uzattığı kartı aldım.

"Sana yardım edeceğim. Ulaş bana, mutlaka." Son sözlerini söylerek duvarın arkasında kalan tuvaletlerden birine girdi ve kapıyı kapattı. Elimdeki kartla öylece kalmıştım ki panikle göğüslerimin arasına sıkıştırdım. Ardından yüzüme yerleştirdiğim ciddi bir ifadeyle Soykan'ın daha çok yaklaşmasını bekledim. Adım sesleri kulağıma daha yakından gelmeye başladığında kapıdan çıkmak için hazırlandım.

Tam adımımı atacaktım ki yerde olan gözlerimin açısına ayakkabıları girdi. Üzerime doğru adımlamaya devam ettiğinde birkaç adım atarak tuvaletin içine tekrar girdim. Onunla konuşmak istemiyordum. Üstelik kabinde bir yabancı varken. Gözlerimi olduğu yerden kaldırmadan karşısında durmaya devam ettim.

"Gözlerime baksana."

Bakmayacaktım. Çekip gidecektim buradan. Bunun için yaptığım hamlemi önüme geçerek engelledi. Diğer taraftan geçmeyi dediğimde tekrar aynısını yaptı. Ayaklarını izliyordum.

"Konuşalım."

Konuşmayacaktım. Burada durmayacaktım. Bu yüzden ona çarpma pahasına hızla ilerlemeye başladım. Bir şekilde tuvaletin kapısından geçtiğimde koridorda ilerlemeye başlamıştım. Tek başıma olan ilerleyişim Soykan'ın kolumu tutmasıyla sonlandı. Kolumdan tutarak beni kendine çekmeye çalıştığında kolumu hakimiyetinden kurtararak bağırdım.

"Dokunma bana." Kafasını iki yana salladı Soykan. Dudaklarını dişliyordu ağzının içinden. Bedenimi tekrar sarmalamaya çalıştığında ne kadar dirensem de sarılmayı başarmıştı. Kolları arasında çırpınıyordum. "Bırak!" Daha sıkı sarıldı. Bırakmasını istiyordum. Kırdıktan sonra sarmalanmanın ne zaman anlamı olmuştu?

Sardığı bedenimi duvarla kendi arasına sıkıştırdı. Bacaklarıyla çıkmamı engellerken göğsünden iterek uzaklaştırmaya çalışıyordum. Uzandı. Alnıma bir öpücük bıraktı, kolunu belime sardı.

"Dokunma bana. Benim yüzümden birini yumrukladığın ellerinle bana dokunma. Öpme beni. Bana bağırdığın dudaklarınla öpme. Öpemezsin."

Sözlerimin ağırlığının yanına ellerimi de kattım. İttim onu. Zorluk çıkarmadan geriye gitti. Sendeledi.

"Ne yapıyorsun?" Duvarın dibine sinen bedenime bakarak konuştu. Az önce dağları titreten sesi yoktu. "Gidiyorum. Git, dedin ya! Ben de gidiyorum." Sırtmı duvardan çektim. Seri adımlarla ilerlerken şimdi yalnızca topuklu ayakkabılarımın sesi vardı, koridorda.

"Git, demedim."

Adımlarıma onun adımları karıştı. Hemen arkamdaki ilerleyişini hissediyordum. Birkaç adım daha atsam dışarı çıkacaktım. Vakit kaybetmek istemeyerek ilerlemeye devam ediyordum ki bileğime dolanan parmaklarla durdum.

"Nereye gideceksin?"

"Cehenneme kadar yolum var. Sana ne!"

Sesim yükseliyordu. Koridora açılan yan girişte Soykan'ın arkadaşları belirmişti birden. Hepsi oradaydı ama çok yakında değillerdi.

"Gidemezsin!" Sesi yükseldi. Bileğim hâlâ avucun içindeydi. Birden fazla hamlesine mağruz kalmıştı. Acıyordu.

"Buna sen mi karar veriyorsun?"

"Evet!" Az önceki uysal sesi kayboldu. Bileğimdeki elini koluma çıkararak çekiştirmeye başladığında baskısından ve tavrından gözlerim dolmuştu bir kez daha. "Gitmeyeceksin. Eve döneceğiz. Benimle geleceksin." Kontrolünü kaybetmişti yine. Kolumdan sürükleyerek ilerletiyordu. "Gelmeyeceğim, bırak beni." O ilerlemeye devam ederken olabildiğince direniyor ve zorluk çıkarmaya çalışıyordum.

Kolumdaki acı dayanılmaz bir hal almıştı. Daha fazla dayanamayarak acıyla bağırdım. Sesimi duyduğu an adımları durmuş, arkadaşlarının hepsi etrafımıza toplanmıştı. Hepsinin yüzündeki endişeyi görebiliyordum.

"Canımı yakıyorsun. Yak! Alışıksın zaten." Aramızda bir köprü gibi uzanan kollarımıza baktım. Acıyla yüzümü buluşturuyordum. Sıktığının farkında değildi ki sözlerim üzerine hızla çekti elini. Bakışlarımı yüzüne taşıdım. Onun gözleri az önce kollarımızın olduğu yerde duruyordu.

Alnını kırıştırdı Soykan. Ardından kolumu tutan elinin avucunu ard arda alnına çarptı. Yüzünü duvara çevirdi. Bunu fırsat bilerek arkamı döndüm ve ilerlemeye başladım. Yine çıkışa son adımlarım kala arkamdaki hareketliliği ve sesleri hissettim. Birden fazla adım sesi vardı arkamda. Aras Soykan'a sakin ol, diye bağırdığı anda belime sarılan kollarla bedenim hemen yanındaki duvara çarptı. Yüzüm buruştuğunda ses çıkarmamak için büyük bir çaba sarf ediyordum.

Soykan bedenimi duvarla bir bütün ederek bana yaklaştı. Dudaklarıma santimler kala durdurdu başını. Önce fısıldadı. Ardından bağırdı.

"Gidemezsin."

"Gideceğim."

Hiçbir şey olmamış gibi onunla sarılıp uyumayacaktım. İstemiyordum. Kırılmıştım. Göremiyor, muydu? Göremiyordu. Öyle ki kırmaya devam etti. Yumruğunu ard arda başımın yanındaki duvara geçiriyordu. Başını şakalarıma yaslamıştı. Korkuyordum. Ağlıyordum. Nefeslerim sıklaştırıyordu. Bayılmak üzereydim.

"Kriz geçiriyor, Mira sakin ol." Bu sözleri söyleyen Taha oldu. Soykan mı kriz geçiriyordu?

"Baran, yapma abi. Yapma, çekil kızın üstünden."

Uygar ve Aras Soykan'ın iki taraftan kollarını tutmuştu. Üzerimden ayırmaya çalışıyorlardı ancak hareket etmiyordu.

"Mira sakın bir şey söyleme." Aras sözlerine devam ediyordu. Uygar'la birlikte büyük bir çabanın sonunda nihayet Soykan'ı üzerimden aldıklarında kulağımın dibindeki bağırışları kesilmişti. Titriyordum. Ayakta durmakta zorluk çekerken düşmek üzereydim ki Yağmur hızla koluma girdi.

Soykan'ın yumruklarını kilitlemiş, Taha da diğerlerine yardıma gitmişti. Üç kişi güçlükle tutuyordu onu. Gözleri direkt olarak gözlerimdeydi.

"Ben Mira'yı bize götürüyorum. Titriyor kız. Baran abi ben yanında olacağım. Sakinleş, lütfen sakinleş. Böyle olmaz."

Soykan'ın gözleri saniyelik Yağmur'a kaysa da tekrar beni buldu. Hâlâ daha bana ulaşmaya çalışıyordu. Gidip gitmemek konusunda ikilemde kaldığım an Aras'a baktım. Onaylarcasına kapattığı gözleriyle gitmem gerektiğini anlamıştım.

"Birlikte olacağız. Uzağa gitmiyor. Bizde olacak, Baran abi." Yağmur bir kere daha Soykan'a hitaben konuştu. Kitlenen bedenimle ayakta duran bir biblodan farksızdım. "Haber verin bize." Yağmur son kez konuşarak koluma girdi. Gözlerimi çekmek istemiyordum ondan.

Tutup sarılsam, onu kendine getirir miydim yoksa kendimi kendimden en uzağa mı iterdim bilmiyordum.

Yağmur'un yönlendirmesiyle hızla ona arkamı döndüm. Göz temasımız yok olduğunda sesini bana ulaştırmak için bağırdı.

"Gitme."

Gitmesem kalbine taşır mıydı beni ayaklarım? Ruhuna dokunabilir miydim şu an? Kendi kırgınlıklarımı yok saysam seninle sarmalanır mıydım?

Başımı arkaya uzattım ve gözlerine baktım yeniden. Kafasını iki yana sallıyordu. Bu sefer göz temasımızı Aras bozdu. Aramıza girerek beni görmesini engelledi ve bağırdı.

"Çabuk arabaya gidin!"

Ardından Soykan'ın başına iki yandan avuçlarını bastırdı. Odağını kendine çekmeye çalışarak bağırdı. Sinirini kendine yönlendirmeye çalışıyordu.

"Sakin ol, Baran. İğneyi vurmak istemiyorum. Sakin ol. Yağmur'un yanında olacak. Kıza ne yaşattığının farkında mısın lan sen?"

Yağmur kolunu omzuma sararak önüme dönmemi ve hızlı yürümemi sağladı. "Korkma. Önemli bir şeyi yok. Sinir kat sayısını düşüren iğneden bahsediyor. Sinir krizi geçiriyor. Korkma. Hadi gidelim." Bedenimi kendine yaslayarak ilerletti. Savrulan ruhum ve paramparça kalbime kimse yetişemedi.

Sözler işlediyse cinayeti yası kelimeler tutar. Kalbin ağırlığını yutar, ruhunu yıkar.

《☆》

[Bölüm Sonu]

MELÂL♡

😌

PARMAKLARIM KOPTUUUU, KİTABIN EN UZUN BÖLÜMÜYDÜ.

DİĞER BÖLÜMLER STANDART OLAN UZUNLUĞLA DEVAM EDECEK

UMARIM SEVMİŞSİNİZDİR, BİRAZ DRAM İYİDİR 😌😔

OY VERMEYİ VE YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN LÜTFEEEEN♡

SİZLERİ SEVİYORUM♡

BÖLÜM SONUNDA İNSTAGRAMDAKİ SORU CEVAP ETKİNLİĞİNE KATILABİLİRSİNİZ

İNSTAGRAM
SNMNURGYK

EN AKTİF KULLANDIĞIM TEK SOSYAL MEDYA HESABIM.

NOT:
MELALKİTAP İSİMLİ EDİT SAYFALARI OKURLARIM TARAFINDAN KİTABIM İÇİN AÇILMIŞTIR. BURADAN, ONLARA TEŞEKKÜR EDİYOR, O HESAPLARIN BANA AİT OLMADIĞINI İLETMEK İSTİYORUM.

ÖPTÜM♡

SEVGİLERİMLE
(SNG)

继续阅读

You'll Also Like

732K 22.5K 24
Sevgiden nefrete dönüşen imkansız bir aşkın hikayesi. "Onlar cehennemi yaşayacak, Aşk cennetin dilinden onlara kalan tek an olarak kalacak, bu aşkın...
210K 7.3K 32
Bora'nın üzerime gelen adımlarıyla birkaç adım daha ondan uzaklaşmak istesem de yatağa çarpan bedenimle durmak zorunda kaldım. Gözlerimin derinine ba...
10.5K 876 14
Afet, okuduğu kitapların yazarlarına mesaj atmayı seven bir kızdı. Bir gün, onlardan bir cevap alacağını da biliyordu. Ve öyle de olmuştu. Afet hiç b...
4.9M 23.5K 14
"Aşka uyanmak bir gencin en acı dolu deneyimidir" Zorla evlendirilen bir çiftten aşık olmaları bekleniyor... Ancak onlar önce aşkı öğrenmeli. Derin h...