ARMANDO BEHEMOTH

By meryemc

44.7K 5.9K 4.8K

•Baş Şeytan serisinin ikinci hikayesidir. •Yetişkin okurlar içindir. Armando Behemoth'un ölümü talihsizlik do... More

Giz: bir
Giz: iki
Giz: üç
Giz: dört
Giz: beş
Giz: altı
Giz: yedi
Giz: sekiz
Giz: dokuz
Giz: on
Giz: on bir
Giz: on iki
Giz: on üç
Giz: on dört
Giz: on beş
Abis: on altı
Abis: on yedi
Abis: on dokuz
Abis: yirmi
Abis: yirmi bir
Abis: yirmi iki
Abis: yirmi üç
Abis: yirmi dört
Abis: yirmi beş
Abis: yirmi altı
Abis: yirmi yedi
Abis: yirmi sekiz
Abis: yirmi dokuz
Abis: otuz
Abis: otuz bir
Abis: otuz iki
Abis: otuz üç
Abis: otuz dört
Abis: son

Abis: on sekiz

919 139 106
By meryemc

April27, Prayer1 (remix)

꧁꧂

"Hangi akla hizmet, ayinde görüşürüz ayağı çektin ki adama?"

Carlo'ya doğru ofladım. "Çünkü onda beni gaza getiren, meydan okumamı sağlayan şeytan tüyü var."

"Sonuçlarıyla yüzleşmeye hazır mısın peki?"

Aynada kendime bakarken kalçalarımı sağa sola çevirdim ve düşük bel deri pantolonun  üstümde duruşunu inceledim. Üstümde göğüslerimin altına kadar inen sıfır kol crop vardı. Karnım, kıvrımım tamamen açıktaydı ve yara izlerim göz önündeydi. "Yüzleşmem gereken abartılı bir sonucu olmayacak."

"Kandır kendini tatlım, kandır kendini." diyerek ayaklarını masanın üstüne uzatarak koltuğuna yaslandı. "İçten içe köpek gibi istemiyorsan ne olayım."

Ona aynadan kötü bir bakış attım. "Her şey için elimdeki en iyi seçenek baş şeytan. Gücü ve... Görünüşü bir avantaj. Kişiliği için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Çoğu zaman kaba, sapık bir pislik."

"Ondan hoşlanıyorsun."

"Ona çekiliyorum. Bunun bana ait bir his mi yoksa içimdeki gücü yüzünden mi olduğunu bilmiyorum." Carlo'ya döndüm. "Nasıl duruyor?"

Beni baştan aşağı süzdü. Kocaman sırıttı. "Baş şeytan seni yiyecek."

Karnım takla attı. Düşüncesi anlık bir ısı artışına sebep oldu. Derin bir nefes aldım. "Ya şu izler?"

"Her şeytanda iz var. Yabancılık çekmezsin."

"Ben şeytan değilim. Ayrıca izlerim öyle değil." dedim, kıpırdanarak. Kabarık, büyüklü küçüklü, şekilsizlerdi. Karnıma, boynuma, sırtıma ve belime dağılmışlardı. Başımı olumsuz anlamda salladım. "Neyse. Bunları gizleme sebebim Leserian'lığımdı zaten. Artık ne halt olduğum biliniyor." Kolumun iç kısmındaki ağaç dövmesine baktım; eskiden bir çiçeği vardı, Drayad'ları öldürdükten sonra onlarca çiçek açmıştı.

İç çekti. "Salla gitsin. Eğlencene bak."

"Sen baş şeytanla baya iyi anlaşırsın." Dudak büktüm. "O da eğlencesine bakıyor ve kışkırtmaktan zevk alıyor. Ayinin Venues ormanında olduğunu söylemiş miydim? Ormanın yüzde yetmişi Drayad ve meleklere ait. Ama umurunda mı? Hiç sanmıyorum. Hatta bence baskın istiyor."

"Korkusuz olması daha iyi, karşı tarafı şüpheye düşürür."

"Bir tür bok yoluna gidiyormuşuz gibi hissediyorum da göreceğiz artık." diye mırıldandım. "Ayrıca burada kalmama izin verdiğin için sağ ol."

"Yani... Üç gündür kanepemde yatıyorsun. Evime gelebileceğini söylemiştim. En korunaklı yerdir." Omuz silkti. "Ama sen bilirsin."

Onu daha fazla rahatsız etmek istemiyordum. Zaten benim için çok fazla şey yapmış gibi hissediyordum. Herhangi bir yerden benim yüzümden tehdit alabilme ihtimali sinir bozucuydu. Yine de, Behemoth'u şeytanlarla yalnız bırakmak ve ortalıkta görünmemek için elimden gelen en iyi tavır buydu. Üç gündür cehenneme uğramıyordum, bunu yapacağımı Behemoth'a söylediğimde bana kabaca saçmalamamamı söylemişti. İlk gün gitmediğimde zihnime bağırmıştı. Ben de sesini kesmesini söylemiştim. İkinci gün sinirlenmeye başladığını hissetmiştim. Siniri bana geçmişti ve ben de sinirlenmiştim; kordonlarımız aynı kesilmiş gibi davranmamasını, şeytanlarıyla ilgilenmesini söylemiştim. Bana, akıl vereceğime defolmaya devam etmemi homurdanmıştı. İşte. Aşırı kabaydı.

Böyle davrandığı için benimle ilgileniyor muydu yoksa bana katlanıyor muydu anlamıyordum. Tavrından rahatsız olmuyordum ama alışık olmadığımdan çözemiyordum da.

Üçüncü gün, yani dün, sessizlik vardı. Bu da korkunç derecede Behemoth'u düşünmeme sebep olmuştu. Biraz da yapacak bir şeyim olmadığından kaynaklanıyordu ama onu... Uzun uzun düşünmüştüm. Beni öptüğünde hissettiklerimi. Ya da ağzını daha aşağılara indirdiğinde. Memelerimde gezdiğinde vücudumun verdiği tepkiden, bacaklarımın arasındaki havai fişek etkisine kadar. Kendi kendime düşünürken o kadar utanmadığımı fark etmiştim. Hatta... Zevkliydi.

Akşamına ise Sabazios Göküstü'ne gelmişti. Ve bugünün Venues'te parti olacağını söylemişti. Bu haberi vermek için buraya gönderilmiş olması sinirlerini bozmuştu. Behemoth'un beden zihnime ulaşmadığını ben de merak etmiştim açıkçası. Ardından, Sabazios'un gönlünü almak için ona Göküstü'nü tattırmıştım. Gördüğüm en değişik adamlardan biriydi. Garip yakışıklılığı ve soylu şeytan oluşu Göküstü'nde ilgi görmüştü ve ona ısmarladığım içecek ile yiyeceklerin yaklaşık üçüncü dakikasında etrafı ilgiyle sarılmıştı. Ben de Carlo'nun odasına dönmüştüm. 

Bazen kendini gerçekten de yeni doğmuş ve eğitime muhtaç hissediyordum. Mesela... Meleklerden gizlenerek yeryüzünde dolaşmadığımda ne yapacağımı bilmiyordum. Behemoth'un etrafında dolaşma isteğim endişe vericiydi; dolaşmadığımda boş kalmış gibi hissetmem daha endişe vericiydi. Ne yapacağıma karar vermem gerekiyordu.

Şimdi yapacağım şey belliydi gerçi. Cehenneme gidecek, oradan da Venues'in şeytanlar için açılmış yolunda yürüyerek ormana girecektim.

"Hala baş şeytan gibi kokuyor muyum?" diye sordum Carlo'ya.

"Buram buram."

"İyi bari." diyerek derin bir nefes aldım. "Gideyim artık."

"Omuzlar dik."

Hafifçe gülerek omuzlarımı dikleştirdim. Cehenneme portal açarak gittim. Neredeyse tamamen boş olan cehennem, zeminde yok gösterir gibi hararetle yanan alevlerle doluydu. Alevler, aşağıdaki ışınlanma alanına gidiyordu. Oraya yönlenen şeytanlar olmadığından, gitmeyi seçenlerin çoktan ormanda olduğu belliydi.

Işınlanma bölgesinden Venues'e atladığımda aşırı bir kalabalıkla karşılaştım. Üstelik sadece şeytanlar da yoktu. Küçük, uçan yaratıklar etrafta geziniyordu. Bir taraf karla kaplı ve içinde sirenlerin olduğu göle sahipti. Kar atıştırıyordu. Diğer tarafta ise alev çukurları vardı, içinde dövüşler oluyordu. Kıvılcımlar, kar gibi çiseliyordu. Çukurlardaki dövüşleri Behemoth'un canavarları kontrol ediyordu. Etrafta, içecek ve yiyecek dağıtan cadılarla şeytanlar bulunuyordu. Ağaçların arasında hamaklar veya büyük çiçekler vardı, neredeyse hepsi doluydu. Esen ılık rüzgar ağır bir melodi taşıyordu. Melodinin sahibi sirenlerdi. Türlerden yayılan büyüler etrafı kaplamıştı. Havayı ağırlaştırmışlardı.

Sadece şeytanların olacağını sanıyordum ama görünen o ki arasından geçtiğim, bana tip tip bakarak inceleyen ya da hafifçe eğilip koklayan birçok tür vardı. Kendi kokumu alamıyor olmak üzücüydü. Ama eğer Behemoth gibi kokuyorsam... Bu da, cehennem gibi koktuğum anlamına geliyordu. Yoğun bir is, ateş ve ılık, güçlü hissettiren bir koku.

Gördüğüm ilk soylu şeytan, Coatlicue'ydi. Bir ağaçtan çıkan kocaman mantarın üstünde oturuyordu. Saçları inanılmaz uzamıştı, aşağı sarkıyordu. Orada, saf ve davetkar bir güzellikte oturuyordu. Çoğu kadın gibi o da elbise giymişti, tüllerden ve çıplak teninden oluşuyordu. İstediğinde baştan çıkarıcı bir güzelliğe sahip olma özelliğine sahipti ve görünen o ki, bunu kullanıyordu. Ağaçta gezen bukalemunu fark etmiş miydi bilmiyordum ama ben etmiştim. Ve bu bukalemun da, onun birkaç metre tepesindeki hamakta yayılmış Sabazios'a aitti. Birden saçının bir tutamı sivrilip ağaca saplandı, bukalemun son anda ölümden kurtularak kendini aşağı bıraktı. Hımm.

Yürümeye devam ettim. Vücudumun çekildiği yere doğru. Ayakların dibinde gezinen şeytan cinleri artarken Astaroth'u gördüm. Ağaçların ortasına kurulmuş divana benzer alanda oturuyordu. Sırtı, oturan Kharon'a yaslıydı. Karşısında... Kurt formundaki Diabolus vardı. Kocaman ve simsiyahtı, arka ayakları üstünde oturuyordu. Kulakları dikilmiş ve hazır ola geçmiş haldeydi. Yanında, taht gibi döşenmiş metallerden oluşan oturağın üstündeki Behemoth vardı. Tahtın sırt kısmındaki metaller dal gibi yukarı uzuyor ve ağaçları kavrıyordu. Metal dalların üstünde oturan birçok şeytan vardı.

Behemoth'u tam göremiyordum çünkü önü, başka bir şeytan tarafından kapanmıştı. Şeytan, önlerindeki yuvarlak masadan eğilip meyve yerken ayaktaydı ve bir yandan konuşuyordu. Bu rahatlığı, tahminen soylu şeytan olduğundandı. Bu, Vivian Rimmon olmalıydı. Hafifçe kıpırdandığında Behemoth'un anlık net görüntüsü gözlerimin önüne geldi. Bir an karnım kasıldı.

Pantolon, içine sıkıştırılmış ama bol bırakılmış ve kendisi de bol olan ince siyah gömlek giyiyordu. Gömlek düğmesizdi ve göğsünün ortasına kadar inerek tenini açıkta bırakıyordu. Gözleri bana çevrildiğinde adımlarım sekteye uğramasın diye dikkatimi yoğunlaştırdım. Gözleri, yüzümden ayak parmaklarıma kadar inip yukarı çıktı. Sonra da tekrar tekrar süzüldüm. Gözleri üstümde oyalanırken orada durmak ve beni izlemesine izin vermek istedim. Garip bir istekti ama bakışlarının yoğunluğu bunu yapmam gerekiyormuş gibi hissettirdi. Daha yavaş yürürken nefesim bir an sekteye uğradı.

Soylu şeytanlar, Behemoth'un baktığı yere yani vana bakarken bir an tereddütte kaldım. Oraya ilerlemek saygısızlık olur muydu?

Behemoth'un zihnime yayılan sesi duydum: Bana doğru gel.

Divana çıkarken Behemoth yavaşça ayağa kalktı. Elindeki uzun, ona aldığım şekeri ağzına koydu. Dibine geldiğimde başka bir yönlendirme bekledim ama onun yerine ellerini kalçalarıma koydu.

Zihnime sakin olmamı mırıldandı. Ve ellerini... Çıplak tenimde gezdirdi. Yan kıvrımlarımdan yukarı doğru çıkarırken sıcak avuç içleri tenime işledi. Midem takla attı. Kusacak gibi heyecanlanmama rağmen sakince ağzındaki şekere elimi uzattım, kopararak ağzıma attım. Sanki dünyanın en normal ve hep yaptığımız bir şeymiş gibi beni ellemesine izin verdim.

Elleri kalçalarımdayken geri oturdu, ardından beni tek bacağının üstüne çekti. Oturduğumda bir eli bacağımda, diğeri belimdeydi. Boynumda atan nabzımın yerini duydu mu yoksa denk mi geldi bilmiyorum ama oraya sakin bir öpücük kondurdu. Ağzımda neredeyse çiğnemekten erimiş şekeri yuttum.

Rimmon boğazını temizledi. "Demek melek çocuğu bu." dedi yavaşça. Gözlerimi ona çevirdiğimde "Ben Rimmon." dedi.

Hafifçe başımı salladım. "Rosvka."

"Yani ayinlerimize de katılacak, öyle mi?" diye sordu Astaroth.

Behemoth'un iğneleyici bir cevap vermesini bekledim ama sakindi: "Elbette."

Şokla ona bakmamak için zor durdum.

Rimmon, "Uysal birine benziyor." dedi.

Behemoth güler gibi bir sesle konuştu: "Tabii."

Rimmon, çatık kaşlarla Behemoth'a baktı. Behemoth'un tüm dikkatinin üstümde olduğunu hissediyordum. "Anlıyorum. Kharon, Dagmar'ın çukurunda dövüşe var mısın?"

"Emin misin? Aylardır gemide olduğunu duydum."

Rimmon işgüzar bir şekilde gülümsedi. "Sen de asırlardır uyuyordun. Aynı soruyu benim sana sormam gerekir."

Kharon, bir şey demeden ayağa kalktı. Astaroth da onunla birlikte ayaklandı. "Ben de katılacağım. Sen de yanına Sabazios'u al, Rimmon."

Rimmon'un tek kaşı kalktı. "Sab seni parçalar."

Astaroth burnundan güldü. "Ayindeki gücümü unutuyorsun herhalde. Onun hayvanlarına hükmedebilirim."

Rimmon alayla güldü. "Sab'ın hayvanlarına hükmetmek...Anladığım kadarıyla buradaki çoğu kişi bir diğerinin gücünü unutmuş. Sab'ı almamı istiyorsan, seve seve katılacağına eminim. Ama verilen zarar karşısında surat asmak yok." dedi, hoşnut bir tavırla.

Astaroth saçını savurarak ilerlemeye başladı. Rimmon, Kharon'a mırıldandı: "Daha iyi zevklerin olduğunu düşünürdüm Kharon."

Behemoth'un belimdeki elleri kıpırdandı. Parmakları omurgamın boşluğunda aşağı yukarı, yavaşça gidip gelmeye başladığında istemsizce sırtımı dikleştirdim.

Kharon "Astaroth'un seni reddedişini sindirememiş gibisin." dedi katı bir sesle.

Rimmon sırıttı. "Ah, onu sindirdim. Hatta reddettiği için ona minnettarım."

Kurt Diabolus aralarından yürüyerek iletişimlerini kesti. Rimmon, rahat bir tavırla, Sabazios'un olduğu yere ilerledi.

Behemoth'a, "Dövüş ölümüne mi?" diye sordum.

"Hayır."

"Neyine peki?"

"Bir nevi pes etme. Hareket edemeyecek hale gelene kadar sürer. Kazanan ödülünü belirler, herhangi bir şey olabilir."

Ona bakmak için üstün bir istek duyuyordum ama gözlerimi şeytanlarda gezdirerek bu dürtüme karşı çıktım. Çünkü çok yakınımdaydı ve lanet eli hala sırtımda hareket ediyordu. "Herhangi bir şey?"

"Ayine katılmış herhangi birinden, herhangi bir şey."

"Nasıl yani? Kharon ve Astaroth kazanırsa, örneğin... Senden bile bir şey isteyebilirler mi?"

"Evet. Çukurların olayı bu. Herkes için geçerli ama herkes sınırlarını bilir."

"Ben bunu bilmiyordum." derken başımı ona çevirdim. Gözlerini göğüslerimde yakaladım ama ona baktığımda o da bakışlarını yüzüme çıkardı. Sesimin boğuk çıkacağını anladığında hafifçe boğazımı temizledim. "Benden de bir şey isteyebilirler mi?"

"Sen böyle kokuyorken kimse bir şey istemez."

Astaroth ve Kharon'un yerine oturmak için kalkmaya yeltendiğimde belimdeli avucu adeta sırtımı kaplayıp beni tutarken bacağımdaki elini sıktı. "Nereye?"

"Şovunu gerçekleştirdin." dedim, sabit bir sesle. "Artık rahat oturabilirim diye düşünüyorum."

Kaşlarını kaldırdı. "Ne şovu?"

"Beni istediğin gibi ellediğini gösterme şovu."

"Her şeyi kötüsüne yorumlamak gibi bir huyun var." dedi, sakince. "Ne yapıyorsam, canım istediğinden yapıyorum."

Hafifçe kıpırdandığımda gözleri bir an bacaklarıma indi. "Bana sormak aklına geliyor mu? Beni elliyorsun da çünkü."

"Beni özlediğinden mi bu tavrın?" Başını omzuna eğdi. "İstediğinde gelebilirdin."

"Seni özlemedim. Kafamı dinledim. Açıkçası çok da iyi geldi."

"Belli." Organlarıma kadar hırçınlaşmış hissettim. Bir hışımla ayağa fırladığımda kalçalarımdan tutup beni bacaklarının ortasına çekti. Çoğunlukla ona yaslı halde, tahtta oturuyordum. "Fazla özlenmişim. Özellikle dün. Seninle konuşmadığımda, zihnin beni dürtüp durdu."

"Dürttüğümün farkında değildim." dedim yutkunarak.

"Hoşuma gitti." dediğinde kaşlarım çatıldı. "Beni düşünüş şeklin."

"O kadar ayrıntılı duymuş olamazsın."

"O kadar ayrıntılı duydum. Ve bölüp durmana sebep olmamak amacıyla sessiz kalmak için üstün bir çaba harcadım."

Tenim ürperdi. "Durum analizi yapıyordum."

Sırıttığını sesinde hissettim. "Seni yalarken beni izlemenin ne kadar tahrik edici olduğunu düşünerek. Nasıl bir durum analiz ediyordun acaba..."

Kaskatı kesildiğimde kalçamdaki elleri, öne eğildi için aşağı kayarak gevşekçe bacaklarımda kaldı. Başını kulağıma sol omzuma doğru eğerek yüzüme baktı. Gözlerimi yana kaydırarak ona kısa bir bakış attım. Bakışları parlıyordu. "Gelmeyeceğini düşünmüştüm. Neden ayine gelmeyi tercih ettin?" diye sordu.

Sesim kısık ve çekingen sayılırdı. "Merak."

"Ve beklenti." Ben gerilirken "Sakin ol. Seni utandırmayacağım." dedi, sivrilen dişlerinin parıltısını son anda yakaladım.

Ve dişleri, boynuma battı. Önce, sivri dişlerin derime saplanışının acısıyla donakaldım. Yumuşak, rahatlatıcı bir his bedenime yayıldı. Ardından, içimdeki vahşilik kükrer gibi bana saldırdı. Bedenim canlandı, nefesim hızlandı. Kanımın Behemoth'un ağzına akışını, yutkunuşlarıyla duydum. Hem heyecanlandım, hem eridim. Isırığı beni ayıltmış gibi bir etki uyandırmıştı. İçimdeki gücü ona tepki veriyordu resmen.

Behemoth'un dişleri yavaşça eski haline döndü ama ağzını çekmeden önce, kanattığı deliklerle dilini gezdirdi. Göğsüm hızla kalkıp inerken tırnaklarımı bacaklarına bastırdığımı fark ettim.

"Üç günde epey bir araştırma yaptım." dedi, kulağıma doğru. "Güç bölünmeleri oluyor. Delirtici yoğunluktaki güçler için, dağıtma durumu. Canavarlarımı yaratmanın güç gerektirmesinin sebebi buymuş. Kendi askerlerimi yaratıyorum, gücümden vererek."

"Ben de askerin miyim yani?"

"Hayır. Canavarları gücümü dağıttıktan sonra geri çekebiliyorum. Sendeki gücüm farklı ve bende şu an bulunanın seviyesine oldukça yakın. Neredeyse ortağım diyeceğim."

Tamamen bağımsız bir şekilde kanım kaynamaya başladı. "Beni neden ısırdın?"

"Rahatlaman için. Bir de canım çekti."

"Isınmış hissediyorum." dedim, daha hızlı nefes almaya başlayarak.

Kıs kıs güldü. "O, senin tahrik olmanla alakalı Leserian."

Bacağımdaki avuçları içeri doğru kaydığında ne kadar sıcakladığımı hissetmemesi için kendimi geri bastırdım. Geri bastırdım derken... Ona bastırmış oldum. Belimde aletini hissettiğimde nefesimi tuttum.

"Bu kadar şaşırma," diye mırıldandı, ısırdığı boynuma doğru. "Tadın dilimde canlandıkça daha sert halde dolaşıp duruyorum ve buna hayret ediyorsan, bir de tamamen sert halini hisset."

"Bir daha yapar mısın?" diye kısık bir sesle sordum.

"Neyi?"

Başımı hafifçe yan çevirdim, elimi dudaklarına götürdüm. Diğer elimi de bacaklarımın arasına çektim. Parmaklarını bilerek kıpırdattı ve bana değdirdi. "Bunu."

Hayretle ve keyifle gülerek dudaklarındaki parmaklarımı hafifçe ısırıp bıraktı. "Seve seve."

"Ya ben?" diye sorduğumda tek kaşı kalktı. "Ben nasıl yapacağım?"

Bir süre birbirimize baktık, göz bebekleri genişledi. "Benim tarzım sana fazla gelebilir. Ne kadar sakin kalabilirim bilmem." dedi, kalın ve boğuk sesle.

"İstiyorsam?"

Behemoth derin bir nefes alırken sırtıma daha sert battığını hissettim. Tüm duyularım arkamdaki iri varlığa dikkat kesildi. Kalkanlarımız birbirine karıştı, düşüncelerimizle beraber. Benden yayılan heyecan, onun yükselmeye başlayan arzusuna çarptı. Beni isteyişi, gürültülü bir melodi gibi kanıma karıştı. "Sabrımı mı deniyorsun? Ondan bende çok yok da."

Sesindeki hafif öfke gerilmeme sebep oldu. "Şimdi neye kızdın?" diye mırıldandım.

Dudaklarına baktı, başını kaldırarak derin bir nefes aldı. Boynuna dudaklarımı değdirmek istesem de kendimi durdurdum. Behemoth hızla başını eğdi, gözlerime baktı. "Kalkanını indirdiğinin farkındasın, değil mi?" Başımı tereddütle de olsa olumlu anlamda salladım. Dudakları tek taraflı kıvrıldı. "Bir şeyi düşünüyorsan onu yap, Leserian. Özellikle de bu bana temas etmeni içeriyorsa."

Ondan yayılan açtığı tenim emdi. Bacaklarımı birbirine bastırdığımda eli de aralarında sıkıştı. Hızlı bir şekilde ayağa kalktığımda başı neredeyse göğüs hizamdaydı. Ayakta olmama ve o da oturuyor olmasına rağmen boyu yüzünden, başını hafifçe kaldırdığında bakışlarının gözlerime ulaşması kolay olmuştu.

Omuzlarına uzanarak tuttum. Yavaşça elimi kaydırırken "Bir şeyi fark ettim." dediğimde dudaklarındaki hafif sırıtışla hareketlerimi izliyordu. Ellerimi kollarına, oradan da ellerine kaldırarak avuçlarını çıplak belimin iki yanına çektim. Üstüme koydum. "Bana dokunmanı çok istiyorum."

Hafifçe gülerek dudaklarını karnıma değdirdi, ardından ağzını sağ elinin biraz üstüne kaydırarak beni yandan ısırdı. Kanatacak kadar değil, inlememek için dudaklarımı birbirine bastırtacak kadar. Oturduğu yerde öne kayarak dudaklarını ince derinin göğüslerimi örttüğü yere yöneltti, ağzı bir mememi kıyafetin üstünden kavrayarak ısırdı. Şokla nefesim kesildi. Geri çekilmeye de etrafa bakmaya da çekindim.

Ellerim saçlarına daldığında onun, elleri üstümdeyken bana aşağıdan bakmasından feci hoşlandığımı fark ettim. Parmaklarımın arasındaki siyah saç telleri beyazlamaya başladığında gözlerim büyüdü. Behemoth daha önce dengesiz gücü olan şekil değiştirme sayesinde saçlarını aynı benimki gibi beyaz renge bürümüştü ama şu an, bilinçli yapmadığını düşünüyordum.

Gözümün önündeki perçemimin siyahladığını fark ettim ve bu... Birbirimize karışıyormuşuz gibi hissettirmişti.

Ağzını geri çektiğinde derinin üstündeki diş izlerine baktım, ardından gözlerimi kıstım. "Sen ciddi misin?"

"Güzel durdu." diyerek eserini inceledi. "Zaten üstündeki her şeyi yırtacağım. Bir tanesinin bile sağ çıkma şansı yok."

"O kadar abartmayalım da..."

Gülerek ayağa kalktığında çarpışmamak için bir adım geri attım, ardından başımı geri atarak suratına baktım. Yavaş yavaş yükselen sessizliği fark ettiğimde yüzümü çevirdim. Bazı şeytanlar yere çökmüştü, bazıları ayaktaydı ama hepsi bir elini kaldırmıştı. Çukurların içini göremiyordum ama onlar da durmuş olmalıydı ki gürültü yoktu.

"Bu da ne?" diye sordum fısıltıyla.

"Ayin."

"Hadi canım."

Dudakları gerildiğinde o da elini kaldırdı. Şeytanlardan fısıltılı dilekler yükseldiğinde Behemoth'un bir eli belimdeydi. Diğer elinde ise koyu renk bir kadeh belirdi. Tüm şeytanlar ona bakarak kadeh kaldırdı, ardından aynı anda içtiler.

Ardından sesler çoğaldı. Daha gürültülü, daha hararetli bir hareketlenme oldu.

"Bu epey garip ve biraz da ürkütücüy-..." derken gözlerimi kalabalıktan Behemoth'a çeviriyordum. Gözlerine baktığımda, alev alev yanışı karşısında sesim kesildi.

"Gücümüzü tazelemek için." dedi, kalın bir sesle.

"Bir kadeh... İçecekle mi? Yerinizde olsam hep yapardım. Ne işe yarıyor?"

"Gücümüzün çoğunu birkaç saatliğine feda ediyoruz. Tabii, uygun bir birleşme sonrası öncesinde güç geri gelebilir. Hiç birleşmeyenler için şafağa kadar arayış sürer."

Ağzım açık kaldı. "Birleşme diye bahsettiğin şey ne? Seks mi?"

"Eskiden erkekler için dişilerin içine kitlenme, dişiler için de erkekleri içeri kabul etme denirdi. Ama evet, seks de diyebiliriz." derken hararetli gözlerine rağmen etrafına yaydığı gücün azalışını adeta hissettim.

"Bunu neden cehennemde yapmadın? Burada... Tehlike altındalar."

"Belki de herkesin ölmesini istiyorumdur." dedi sırıtarak. Dehşet içerek bakışlarımı gördüğünde güldü. "Endişelenme. Sınırları kilitledim, aşılamazlar."

"Nasıl oluyor bu?"

"Bana ait topraklar üstünde baş şeytan olarak gücüm var. Bu baş melekler, baş cadılar ve baş periler için de geçerlidir. Sınırların aşılması da liderlerin gücüne bağlı."

"Kendine çok güveniyorsun."

"Feci." diyerek birden dönüştü. Sesi kalınlaşıp birkaç kişi konuşuyormuş gibi bir hale geldi: "Sana göstereyim."

Birden, Behemoth tarafından tutularak uçtum. Behemoth havaya bacaklarıyla sıçradı, daha kanatları açılmamışken ağaçların tepesine ulaştık. Ardından metalik bir ses duyuldu ve kanatları iki yana genişledi. Kulaklarım rüzgarın uğultusuna alışırken kasıldım, öte yandan gözlerimin önünde perçemlerim uçuşuyordu. Behemoth'un gözleri ileri doğru, hedefine bakıyordu. Bir eli belimdeydi ama diğerini kaldırarak perçemlerimi avucuna sıkıştırıp başımı üstten tuttu. Böylece etrafı görebildim.

Havada asılı kaldığımızda "Bak." dedi. Kanatlarını, ağırlığına rağmen sessizce hareket ediyordu. Karnına sıkılmış ellerimden birini boynuna doğru uzatarak omzuna tutundum. Ardından başımı hafifçe döndürdüm.

Bölgenin sınırındaki damar şeklinde, net görülmeyen alevlerden oluşan kalkanı gördüm. Drayad olduğunu düşündüğüm birkaç beden ormanın karanlığından sıyrılarak kalkana doğru koştu. Kalkana değdikleri anda alev patlaması oldu bedenlerinde, küle dönüşene kadar yanmaya başladılar.

"Daha önce böyle bir şey görmemiştim." diye bağırdım.

Güldü. "Ses tellerini yırtarcasına bağırmana gerek yok. Fısıldasan da duyarım."

"Peki. Herkes böyle yapabiliyorsa sınırları aşmak zor olmalı."

"Hem güç gerektiriyor hem de dengeleme için kullanım sınırlandırması var. Büyü gücüm olmadığından, her zaman yapabileceğim bir şey değil." Gözlerini bana çevirdi. "Ayin için harcamak bence gereksiz ama birileri şeytanlarımla iyi geçinmemi istedi."

"Sanki her istediğimi yapıyorsun da." dedim hafifçe iç çekerek. Basıncın ve rüzgarın garip tadı ağzıma girdiğinde bir an alışmak için nefesimi tuttum. "İşine geldi."

Bu biçiminde kaşları olmasa da kaldırmış gibi hissettim. "Bir şey istediğinde yapıp yapmadığıma dikkat et, ondan sonra bana diklen."

"İyi. Boynuzlarına dokunmak istiyorum."

Gözlerinde şaşkınlığa karışmış keyif belirdi. Ardından bir eliyle yüzümü gövdesine saklayarak kulaklarımı neredeyse sağır edecek hızda bir uçuş gerçekleştirdi. Ormanın derinliklerine giderek en yüksek büyük mantara doğru inişe geçti.

Ayakları mantara bastığı anda mantar pofladı, etrafa kıvılcımlar yayıldı ama ağırlığımızı rahatça taşıdı. Beni yavaşça bıraktı. "Dokun." dedi.

Ellerimi kaldırdığımda o da başını eğdi. Başının iki yanından kıvrılarak yukarı uzayan sert boynuzlara dokundum. Ağaç gibi pürüzlüydü. Parmaklarımı yukarı doğru kaldırdığımda, arkaya doğru katladığı kanatları titreşerek bıçak bileniyormuş gibi bir ses çıkardı. Uzun ve sivri dişleri gıcırdar gibi bir ses çıkardı. Boynuzlarının sivrilen kısmına varana kadar garip bir şekilde daha dokunabilir oldular. Hafif bir hayretle sordum: "Yumuşadılar mı yoksa ben yanlış mı hissediyorum?"

Kaba sesi karnımın kasılmasına sebep oldu. "Vücudumdaki tüm sertlik tek bir yere toplandığındandır."

Boğazım kurudu. "Kanatların? Onlara da dokunabilir miyim?"

Bir süre bana baktı. Ardından dizlerinin üstüne oturdu. Kanatlarını iki yana açarken "Sadece üstlerine." dedi.

Yana doğru birkaç adım atarak metale dokundum. Göründüğü kadar sertti ama ilginç bir şekilde sıcaktı. Aşağı doğru tüy şeklindeki metal kanatların ucu bıçak gibi sivriliyordu. "Aşağı da dokunsam? Elimi kesmem."

"Hayır."

"Ama neden?" diye itiraz ettim.

"Şu an dokunman epey garip hissettirir."

Gözlerimi, dikkatle beni izleyen bakışlarına çevirdim. "Uzun zaman sonra ilk defa üstü kapalı konuşmuşsun gibi hissettim."

Gerilim dolu bir sessizlik oldu ama bu gerilimde rahatsızlık yoktu. "İyi. Dokun."

Hafifçe eğilerek parmaklarımı aşağı doğru indirdim, keskin kıvrımına geldiğim anda Behemoth'un açık kalkanından hisleri bana aktı. Tüm kan ve ısı bacaklarımın arasına toplanmış, patlamaya hazırmışım gibi hissettim. İçimdeki yırtıcılık kollarımı karnıma bastırıp ikiye bükülmeme sebep oldu. Öyle birikmiş hissediyordum ki aklım yerinden çıkacak gibi oldu bir an ve bu, tamamen Behemoth'un hissiydi. Behemoth ile benim ağzımdan, aynı anda, tıslamaya benzer bir ses çıktı.

"Bu hisse sadece garip dediğine inanamıyorum." dedim kısık bir sesle.

Derin bir nefes alırken diğer formuna büründü. "Edepli olmayı denedim. Bu da ilk defa pantolonum üstümdeyken tamamen sertleşmeme sebep oldu. Bir daha yapmam." dedi hafif alayla.

Gözlerim pantolonuna kayarken önüne oturdum ben de, aynı onun gibi dizlerimin üstündeydim. Koyu renk pantolonundan aşırı net seçebildiğim şekile parmaklarımı uzatmak istedim. Ağzından bir hırlama çıktığında gözlerimi kaldırdım. Yüzünden okunan şey belliydi: İstiyorsan yap Leserian.

Bir elimi mantarın üstüne koyarak diğerini pantolonuna ona uzattım. Kumaşın üstünden hissettiğim sertlik, elimi değdiğimde adeta nabız gibi attı. Avucumu boylu boyunca kaydırdım. Behemoth bana atılacakmış gibi öne hareketlendi ama kendini durdurdu.

Elimi geri çektim ama ona doğru emekledim. Bacaklarımı aralayarak yavaşça kucağına çıkarken, boynumu ateş basmasına rağmen sordum: "Nasıl inliyorsun?"

Bunu sorduğuma inanamıyormuş gibi bana baktı. Hırıltılı bir nefes aldı. Elleri ani bir hızla kalçalarımı tuttu. Feci sert bir tutuştu. Kemiklerimi çıtırdatabilirdi. Ama beni kendine bastırıp sürtmesi daha sertti. Nefesim ciğerlerimi terk etmiş bir şekilde, dengemi sağlamak için omuzlarına tutundum. Beni kendine sürttükçe kumaş incelip yırtılıyormuş, bacaklarımın arası alev alıyormuş gibi hissettim.

Gözleri, hareketimden dolayı deri kumaşla birlikte sallanan memelerime, sonra da ona sürtündüğüm yere indi. Ağır bir nefes alırken ağzından alçak, erkeksi ve hırıltılı bir inleme çıktı. Tenim ürperdi, tırnaklarım omuzlarına geçti. Dolmam gerekiyormuş gibi yabancı bir his beynimi dürttü. Kalçalarım elliyle birlikte hareket ettiğinde üstümdeki her parça kıyafetin aşırı aşırı lüzumsuz olduğunu düşündüm.

"Böyle şeyler düşünemezsin." dedi boğuk ve sert bir sesle. Kalçalarımı durdurdu. "Şu an bana durmayacağıma dair güvenemezsin."

Göğsüm hızla kalkıp iniyordu. "Nasıl olur diye düşünüyorum."

"Leserian." diye uyardı.

Kucağından inerken omuzları hafifçe gevşedi ama ne düşündüğümü fark ettiğinde kaskatı kesildi.

Dizlerimin üstünde hafifçe geriledim, kendime öne eğilmek için bir alan bıraktım. Ellerimin titreyişinden utanmayarak -tüm vücudum zaten titriyordu- pantolonuna götürdüm. Parmaklarım o kadar kıpırdanıyordu ki düğmeyi açamadım.

"Bunun için sonrasında utanırsan," diyen Behemoth, ellerimin arasından pantolonunu açıp fermuarını indirdi. "Seni yatağıma zincirlerim ve tüm utancını ağzıma akıtıp giderene kadar amını emerim. Anlaştık mı?"

Yutkundum. "Bunun bir tehdit olması gerekiyor sanırım."

Behemoth gözlerini sıkıca kapayıp açtı. "Devam et bakalım," diye mırıldandı. "Uslu duracağım."

Bakışlarımı tekrar pantolonuna indirdim. Sert vücudunundan baksırını kaydırırken penisi zaten karnına doğru kalkmıştı ve... Büyümüş müydü bu?

Gözlerimi kırpıştırarak bir süre öylece baktım. Onu daha önce de görmüş, kocaman olduğuna kanaat getirmiştim fakat o sırada... Ucu aşağı bakıyordu, yukarı değil. Kolumla ölçmemek için kendimi kastım.

Behemoth'un aniden kahkaha attığını duyduğumda başımı kaldırdım. "Bu düşüncenin şu durumdayken eğlenceli gelmemesi gerekirdi ama nedense ölçmeni istedim."

"Öyle bir şey yapmayacağım." dedim, yanaklarımın içini ısırarak. "Düşüncelerime kendini kapatsan iyi olur çünkü şu an... Pek seksi şeyler düşündüğüm söylenemez."

"Parmaklarını kaydırıp sikimi baştan aşağı öpmek istemen aşırı seksi bence." dedi keyifle.

Kulaklarım uğuldarken bir elimle ucuna dokundum. Ucunda parlayan sıvısı orta parmağıma dağıldığında elimi ağzıma götürüp tattım. Yavaş hareketlerimi izlerken Behemoth'un sesi kaybolmuştu adeta, içten içe acı çekiyormuş gibi bir his yayılmıştı zihnime ama ondan ziyade, tahrik olmuşluğunun yoğunluğu artıyordu. Tadını kaynağından almak amaçlı, ellerimi yete dayadım ve öne eğildim.

Behemoth'un dudaklarından hırıltı koptu. Önünde ellerinin ve dizlerinin üstüne eğilmiş, kıçı yukarıdaki görüntüm onu bir an yüzüme doğru patlayacak raddeye getirmişti. Hızlı atan kalbim yuvarlanıyormuş gibi hissettim. Düşünceleri aşırı taştığında zihnimde duyuyor olmak ilginç bir deneyimdi. Ama daha ilginci ve heyecanlandırıcı olanı, dudaklarımı ucuna değdirdiğimde ve aşağı kaydırdığımda hissettiklerimdi. Damarlı kalın derisi sımsıcaktı, gergindi ve savunmasızdı.

Açıkçası... En hoşuma giden kısım, baş şeytanın hassas bölgesini bana sunuyor oluşuydu. Onu ısırabilirdim, canını feci yakabilirdim ama umurunda değildi. Sadece orada olmamı istiyordu. Ağzımda olmak istiyordu. Ben de bunu gerçekleştirdim. İki elimle penisini tutarak ağzımı açtım ve içine aldım. Kalınlığı yüzünden dudaklarım tamamen etrafına sarılmıştı, neredeyse ağzımdaki her yere değiyordu. Hafifçe ve yavaşça başımı eğdiğimde derinden, yoğun bir şekilde inledi.

Sanki tamamını ağzına alabilirmişim gibi ne kadar sert davranmak istediğini, saç örgümü elinin etrafına dolamak istediğini biliyordum. Bu durum ona fazlasıyla yabancıydı ama dediği gibi, uslu duruyordu. Onu keşfetmeme izin veriyordu. Ben de tam olarak öyle yapıyordum. Bazen bir kısmını ağzıma alarak emiyordum, bazen dilimi baştan aşağı kaydırıyordum ve nabız gibi atmasının keyfini çıkarıyordum.Bu... Beklemediğim bir şekilde zevkliydi.

"Biraz hızlansan fena olmaz." diye hırıldadı Behemoth. Ağzımdayken gözlerimi kaldırıp ilk defa yüzüne baktığımda göz bebekleri anında turuncuyu ele geçirdi. Eli hızla örgümü dibinden kavradı. Başımı penisine bastırırken ağzımın içinde bademciğime kadar kaydı, öğürmemi bastıramadım. Penisini tutan elimle onu sıktım ama görünen o ki bu ona daha çok zevk verdi çünkü tekrar inledi.

Beni geri çekti. "Nefes al," dedi. Şaşkındım, tenim art arda ürperiyordu. Açık ağzımı tekrar bastırdı ve bu sefer öğürürken alışmamı bekledi. Öğürmelerimi dinlerken aynı zamanda ağzıma alışımı izledi; her derinleştiğinde bedenim titredi. Tamamını ağzıma almam imkansızdı ama alabildiğim kadarına iterek geri çekmeye başladığında, bunu hiç umursamadığını fark ettim. Tek önemli olan sert penisini yutkunmadığın için fazlasıyla sıvı birikmiş ağzımda kaydırmamdı, çıkardığım seslerdi ve bu süreçte öğürmekten yaşlanan gözlerle ona bakmamdı.

Bir eli mantara yaslıyken diğeri başımdaydı fakat bir süte sonra başımı hareket ettirmeyi keserek başımı sabit tuttu. Kalçalarımı hareket ettirerek içimde gidip geliyormuş gibi ağzımı becermeye başladığında gördüğüm en seksi şeyin bu olduğuna karar verdim. Bacaklarımın arasının iyice sulandığını hissettim, kasıklarımı öyle bir sıkıyordum ki ihtiyaçtan başım dönüyordu.

Yavaşladı. "Ağzına boşalacağım, Leserian." dedi, sesi emir verir gibi tondaydı ama yine de sormuştu: "Bunu kaldırabilir misin?"

Ağzımdayken başımı salladığımda hareket etmedi ya da beni hareket ettirmedi. Sadece o halimi izledi ve ağzıma patladı. Gözlerimi sımsıkı kapatarak art arda yutkundum.

"Siktir." diye boğuk bir şekilde homurdandı. Başım arkaya düşene ve ona bakana kadar saçımdan geri çekti. "Yutmana gerek yoktu."

Gerek yoktu ama bunu yaptığımı hayal etmişti. Dudaklarımı yalayışımı izledi. "Um-..." Çatallı sesim yüzünden hafifçe öksürdüm. "Umduğunu duydum ama."

Beni bıraktığında dizlerimin üstünde doğruldum. O da hızlıca pantolonunu bağladı. Ayağa kalkacağım sırada "Nereye?" diye hırlayarak bir bacağımı tutup kendine çekti. Sırtım mantarın üstüne düşerken kısık bir çığlık attım. Anında üstüme abandı ve yüzüme doğru konuştu: "Ciddili soruyorum, nereye?"

"Ne demek nereye?"

"Sıra bende." diyerek göğüslerim fırlayacak şekilde deri cropu kaldırdı. Ağzını eğerek sol meme ucumu yaladığında bedenim direk kıvrandı. Ucunu ağzına alarak ellerini pantolonumun düğmesine götürüp çözdü. Bir avucunu karnımdan külodumun altına kaydırırken diğerini diğer mememe çıkarıp ucunu çimdikledi.

O kadar tahrik olmuştum ki zaten, hızla boşalabileceğimi fark ettim. Ama eli klitorisimin üstünde kaydı, orada oyalanmadan sıcak ıslaklığımın arasından içime girdi. Kalın ve uzun parmağının etrafında kendimi kasarak inledim.

Ağzını üstümden çekmeden zihnime konuştu: Azmak seni genişletmiş.

Beynimdeki düşünceler birbirine karışırken ikinci parmağını içime yavaşça, pek zorlanmadan girdiğini hissettim. Ama içimi adeta açarken sızıyı hissediyordum. İkimizin de aklına aynı anda aynı düşünce geldi: Parmaklarının yerinde penisi olması.

Behemoth, tenime doğru homurdandı ama zihnime konuştu: Bunun için üç parmağımı rahatça içine alabilmen gerekir.

Ya da senin tekrar sertleşmen, dedim anlık bir cesaretle.

Behemoth mememi sert bir şekilde ısırdığında acıyla karışık zevkle inleyerek saçlarına tutundum. Kalçalarını hareket ettirdiğinde hafifçe bacağıma sürtündü. Gözlerim ardına kadar açıldı, yarı sert hale gelmiş penisini hissetmemle.

Başını geri çekerek yüzüme doğru kaldırdı. Parmakları içimde kıvrılıp beni inletirken ağzımın aldığı şekli izledi. "Bir an gaza gelip mi dedin yoksa hala aynı fikirde misin Leserian?"

Parmakları hala kıvrık haldeydi ve üstünde art arda kasılıyordum, beynim uçuşa geçmek üzereydi. "Adım Rosvka."

Dudakları sırıtır gibi gerildi. "Seni sikimle doldurmamı ister misin Rosvka?"

Dudaklarımı birbirine bastırarak inlerken başımı hızlı hızlı, olumlu şekilde sallamaya başladım.

Behemoth elini içimden çekerken ağzımdan garip sesler çıkıyordu.

Birden buz kestiğimi hissettim. Damarlarımdaki kan soğudu. Behemoth anında beni kollarımdan tutarak kaldırdı. "Rosvka?" diye sordu, neredeyse gürleyen bir telaşla.

Ağzım açıldı ama konuşamadım. Bedenime, benden ve ondan bağımsız bir şeyler oluyordu. Sanki... Büyülenmiştim. Daha doğrusu, lanetleniyordum. Çünkü canım acıyordu. Damarlarımdaki kan acıyordu. Başka bir yere çağrılıyormuşum gibi.

Canım... Öyle bir... Yanıyordu ki...

Bedenim parlamaya başladı. Berbat derecede, tamamen cennete ait bir şekilde.

"Armando..." diye fısıldadım. "Canım a-acıyor..."

Yükselen endişesi kalbimi sıktı ama ne dediğini duymadım. Feci parlıyordum ve bu parıltı beni neredeyse kör etmişti, aynı zamanda sağır da olmuştum. Bembeyaz bir şekilde, meleklerin kendini feda edip yükselirken yaptığı gibi patladım.

Behemoth'un savrulduğunu ama son anda dönüşerek durabildiğini gördüm.

Ve yükseldim.

Baygınlığımda sessizlik ve ağırlık vardı. Bedenim sanki ruhumdan ayrılmıştı. Tekrar ararken can çekişiyordu.

Ne kadar sürdü bilmiyordum ama ayılmaya başladığımda, dünya üstüme çökmüş gibi hissettim. Bağlıydım. Her tarafımda ipleri hissediyordum, baştan aşağı iple mumyalanmıştım. Cennetteydim, etrafımda melekler vardı.

Gözlerimi kırpıştırdım ve yaptığım en zor şey gibi hissetsem de araladım. Karşımdaki Gaviel'i gördüm. Boğuk bir sesle "Ne oluyor?" diye sordum.

Hepsi yüzünü buruşturmuştu. Metatron'un burnunu tuttuğunu gördüm. "Şunu bir an önce halledelim. Kokuya dayanmıyorum."

Kıpırdanmaya çalıştığımda o kadar acı verdi ki nefes alamadım. "Bu ne?"

Gaviel "Burası," derken etrafı gösterdi. Sesi soğuktu. "Baş şeytan içindi." Odaklanabildiğimde etrafı inceledim... İşkence odası gibiydi. Ben de kalkık duran bir masaya bağlanmıştım. Her şeyde kanımın kokusunu alıyordum. İplerde bile. Ve bu canımı yakıyor, beni güçsüz düşürüyordu. "Senin üstünde kullanacağımız aklımın ucundan geçmezdi. Gerçi, pek kullanacağımız söylenemez."

Metatron bana yaklaştı. "Bedenini biraz değiştireceğiz. Hafızanı da sileceğim. Yeniden doğmuşsun gibi olacak." Aklım bulanırken kalkanlarımı yokladım ama yoktu. Behemoth'a seslenmeye çalıştığımda zihnime sancı girdi. Metatron cıkcıkladı, beni engelleyen oydu. "Güzel. Onu sikmemiş. Baş şeytanı aklından ayıklamak çocuk oyuncağı olacak."

"Bunu neden yapıyorsunuz ki?" dedim, alçak bir sesle. "Öldürün gitsin. Hiçbir şekilde sizin için çalışmam. Beynimi yıkasanız bile. Ben salak değilim. Benden nefret ettiğinizi er ya da geç hissederim."

"Seni yanımızda tutmayacağız Rosvka, sevgiline geri döneceksin. Gözünün önünde ama bir o kadar da uzağında." dedi Gaviel. "Onun için zehir haline gelmiş bir şekilde. Hançer sen olacaksın; hem bedenen hem de zihnen çökerten." Başını hafifçe eğdi. "Başlayalım."

Sonra... Sonra sadece acı vardı. Ve çukur. Sonu olmayan, su dolu bir çukurda boğula boğula batmaktaymışım gibi.

Continue Reading

You'll Also Like

194K 12.7K 61
Kitap en baştan düzenleniyordur bu yüzden bölümlerde karışıklık olabilir. Bu yüzden düzenlenmeyen bölümlerin olunmaması önerilir !!! Dünya baştan koy...
8.2K 291 101
KANATLARIMI ALDINIZ, BENDEN BİR MEDUSA YARATTINIZ....
68.6K 3.2K 30
Bir berdel hikayesidir.. Havin sevdiğinden ayrılırken nerden bile bilirdi evleneceği adamın kuzeni olduğunu herşeyden habersiz berdeli kabul etmişti...
138K 6.1K 14
"MARDİN'DE AŞK" Birbirlerine olan aşklarını ifade etmek için konuşmaya gerek yok . Belki de sessizlik, kalplerinin birbirine daha da yakınlaşmasına...