Dinle Beni Bi' -Texting-

By -Schwarzeperle

240K 8.9K 3.4K

Her şey arkadaşımın kız kardeşini işletmemi istemesiyle başlamıştı. * Aras: Lütfen dinle beni bi' Aras: Valla... More

0.1
0.2
0.3
0.4
0.5
0.6
0.7
0.8
0.9
1.0
1.1
1.2
1.3
1.4
1.5
1.6
1.7
1.8
1.9
2.0
2.1
2.2
2.3
2.4
2.5
2.6
2.7
2.8
2.9
3.0
3.1
3.2
3.3
3.4
3.5
3.6
3.7
3.8
3.9
4.0
4.1
4.2
4.3 ♡'
4.4
4.5
4.6
4.7
4.8
5.0
5.1
5.2

4.9

1.5K 119 82
By -Schwarzeperle

Multimedya: Cem Adrian - Viran

❤️🩹

Aras'tan

Kollarımdaydı.

Hareketsiz bir şekilde kollarımda yatıyordu. Nefes alışverişlerini artık uzaktan algılayamıyordum.

Nefesi kesilmiş gibiydi.

Sağ elimi göğsünden çekmeden sol elimle bileğini tuttum. Nabzını bulamamıştım. Ya da bulmuştum ama hissedememiştim.

Bileğinde biraz daha nabzını ararken çok güçsüz bir atış hissettim. Ama sanki her an duracak gibiydi.

Ne yapmalıydım?

Ölüme gidiyordu ve ben öylece donup kalmıştım burada.

"Sıra sende." deyip kafama dayanan soğuk namluyla, muhtemelen çoktan kan çanağına dönmüş olan, gözlerimi karşıya sabitledim.

"Karının öldüğünden emin olduğum an bu kurşun kafanda patlayacak." intikam dolu sesiyle arkamda duruyordu.

"Dediğim şeyi hatırlıyor musun? Karının can çekişini izleyecek ve sonra seni arkasından göndereceğim, demiştim. İşte şu an tam da o anları yaşıyorsun. Karına veda et çünkü bu işin geri dönüşü yok Karahan. Karın çoktan seni arkasında bırakmış, baksana yüzüne." dedikleri beni çığrımdan çıkarırken kucağımda yatan karımı yere yavaşça koymuştum.

Ne yapacağımı bilmiyordum. Tek bildiğim artık bundan sonra yapacağım hiçbir şey benim kontrolüm altında gelişmeyeceğiydi.

Arkamı dönüp silahın namlusuyla burun buruna gelirken üzerine yürüyordum.

Bu silah yüzümde patlayacak olsa bile asla umurumda değildi.

"Alnının ortasından vurmamı mı istiyorsun?" adımları geriye giderken bir şeyler zırvalıyordu. Ne dediğini algılayacak durumda değildim.

Sadece susup yüzüne baktığımda ne yapacağım hakkında en ufak fikri yoktu.

İçimde dolup taşan intikam ve öfkeyle birlikte bileğine vurup silahın düşmesini sağladım. Eğilip alacağında diz kapağına tekme atmıştım. Acı içinde bağırırken yere düştü.

Ayaklarımın önüne düşen silahı eğilip aldığımda yerde yatan itin bacağına bir el ateş ettim.

"Karıma bunu yaptın, öyle değil mi?" benden çıkan bu sese öyle yabancıydım ki. Böylesine soğuk ve intikam besleyen bir sesi kendimde duymayalı çok uzun zaman olmuştu.

Acıdan köpek gibi kıvranırken yarasına ayak bastım.

Daha da bağırmıştı.

Yetmezdi. Benim canımın yandığı kadar yanmamıştı canı. Daha çok yanmalıydı.

Ama maalesef bunun için şu an vaktim yoktu. Karımı alıp gitmeliydim.

Kafamı kaldırdığımda üzerime doğrultulan silahları görmüştüm. Hiçbiri umurumda olmazken onlara baktım dik dik.

"Eğer etrafımdaki bu şerefsizlere derhal emir vermez ve gitmeme müsaade etmezsen Allah şahidim olsun ki ikinci kurşun beynine isabet eder! Şakam yok!" dönüp ona baktığımda bağırmıştım. Yerde kıvranırken konuştu.

"Gitmene müsaade edeyim de karını yoldan döndür, öyle mi Karahan?" bu durumda bile benimle uğraşıyor olması beni zıvanadan çıkarıyordu.

Yanına çöküp kafasına dayadım silahı.

"Üç saniye içinde bana yolları açmazlarsa önce senden başlarım!" delirme evresine gelirken bağırdığımda bana baktı.

"Beni vurduğun an seni vururlar!"

"Ben her türlü bitmişim lan, seni bitirir de öyle giderim!" bağırmaya devam ettiğimde beni umursamadı.

"Madem öyle." yerden kalkıp sürgüyü çektikten sonra kafasını hedef aldım.

"Ben de senin beynini dağıtırım." parmağım tetiğe giderken bana korku içinde bakıyordu.

Ne yaptığım, bundan sonra ne olacağı artık zerre umurumda değildi.

Buradan çıkamadıktan sonra zaten benim için her şey bitmişti.

Tetiğe giden parmağım tereddüt etmeden bastığında hedefim bir başkası tarafından şaşırtıldı.

Silah elimden düşerken sağdan elime tekme atan kişiye baktım. Adamlarından biriydi ve kafama silah dayamıştı.

"Beyin dağıtma sözünü ben verdim sana." girişte üzerine yürüdüğüm şerefsizin biriydi bu.

Fazla boş yapmasına tahammülüm yoktu o yüzden bir an önce sesini kesmem gerekiyordu.

Kolundan tutup silahını almaya çalıştım. O da vermemek için çırpınıyordu. Karnına dirseğimi geçirip iki büklüm olmasını sağladığımda silahını aldım. Kolay olmuştu bunu yapmak. Köpek olsa kapıma bağlamazdım bu kadar yeteneksizin birini.

Patronuna yaptığım gibi aynı şekilde bacağına sıkmıştım.

Daha çok çektirmek istediğim şeyler vardı her birine ama vaktim kalmamıştı daha fazla.

Yerde yatan şerefsize döndüm.

"Son kez şans veriyorum, şu adamlarına söyle yolu açsınlar!"

"Böyle bir şey olmayacak!" daha fazla sabrım kalmamıştı. Karım ölüyordu.

İkinci defa tetiğe gitti parmağım. Bu sefer kafasına gerçekten sıkacaktım.

Ateşleyecekken benden önce biri ateşlemişti. Duyduğum sesten sonra kolumda hissettiğim acıyla elim oraya gitti.

Vurulmuştum.

"Bu bir uyarıydı başkomiser!" yerde yatan Levent itinin arkasından yürüyerek gelen adamın namlusu hâlâ bana bakıyordu.

"Erkan, seni boşuna sevmiyorum." yattığı yerde kıvranarak gülen Levent'e baktım.

"Bırak silahını!" dediğinde bu defa ona doğrulttum silahı.

"Ya beni bırakırsınız ya da burada yedi ceddinizi ağlatırım!"

"Gidebiliyorsan git öyleyse." silahını indirmeden bana meydan okuyordu.

İkinci defa sıkacağını anladığımda refleksle hedefinden çıktım.

O beni vuramazken ben onu ard arda iki kez vurdum. İlki bacağından diğeri de silah tuttuğu elindendi.

O inleyip düşerken etrafımı saran adamlara bağırdım.

"Her biriniz cehenneminize kavuşmak istemiyorsanız bana engel olmazsınız!" üzerime gelen adamlardan birine silahı çevirdiğimde arkadan biri bacağıma tekme atıp yere düşürdü beni.

Yönüm Levent itine dönük düştüğümde iki kişi patronlarının kalkmasına yardımcı olmuştu.

"Karşımda böyle dizleri üzerine çökmen beni gururlandırdı Karahan." alayla ve keyifle konuştuktan sonra yanındakinden silahını alıp alnıma dayadı.

Sol tarafa bakıp yerde yatan Yağmur'a baktı.

"Sanırım öldü. Bu da demek oluyor ki sıra sende." dediğinde gözlerim korkuyla Yağmur'a döndü.

Allah'ım, n'olur dayansın.

Lütfen ona bir şey olmasın.

Kafamı sarstıklarında onlara baktım. Parmağı tetikteydi.

"Aylarca peşime düştün yalnızca sen değil o ekibin de düştü. Her seferinde sizden kaçmayı becerdim. Ben kaçtım ama benim çok değer verdiğim adamı aldın benden. Kendi intikamım gibi üstlendim onun intikamını. Nasıl oldu bilmiyorum ama karına çok önemli bir şeyden bahsetmeyi unuttum Karahan." nefret dolu sesi kısa bir süre kesildiğinde namlusuyla kafamı itti arkaya.

"Sen bir katilsin! Evet, katil! Karının katil kocası vardı ama bundan bihaber öldü!" dedikleri beynime balyoz gibi inerken alayla güldüm.

"Sen benim adamımı, sağ kolumu öldürdün! İşte bugün hem onun intikamını hem de kendi intikamımı alacağım senden!" gözleri sinirden kan çanağına dönerken bir an olsun ayırmadım gözlerimi.

"Hak edene hak ettiği cezayı verdim. Hepsi bu. Vakit gelecek sen de hak ettiğini bulacaksın hatta belki de ben tarafından." yüzümdeki alaylı ifadeyi silmeden konuştuğumda namluyu bastırdı kafama.

"Görünen o ki senin sonun geldi, bu zevki sen yaşayamadan geberip gideceksin." durup silahı sıkıca kavrarken konuştu.

"Azrailine merhaba de." sinirle güldüğünde parmağı yavaşça harekete geçti.

Yüzüne ciddi bir ifade takınıp kazanmış edasıyla yine konuştu.

"İyi bak, bu benim zaferim." dediğinde silah patlamak üzereydi.

Ölüm vaktim artık gelmiş olmalıydı çünkü bundan sonra beni, bizi kurtaracak kimse yoktu. Birileri bizi bulamadan ölecektim belki de.

Asla umurumda değildi ölmek. Benim için asıl önemli olan karımın yaşamasıydı. Biri onu bulsun o bana yeterdi.

Her şeye ve her ihtimale karşı yine de içimden kelime-i şehadet getirmiş ve Yağmur'u Allah'a emanet etmiştim. Çünkü ona şu an bir tek o yardımcı olabilirdi.

Ben yine yetememiştim ona.

Gözlerim kapalı, karıma yetememişlik hissiyle geberirken vurmasını bekledim.

Ortamda sessizlik hâkimken yüksek bir ses kapladı ortalığı.

"Etrafınız sarılı! Derhal silahlarınızı bırakın ve teslim olun!" duyduğum sesle gözlerim açıldı.

Kaya'nın sesiydi bu.

Silahlarını indirmeyen Levent ve adamlarına hitaben yine anons geçti.

"Üçüncü uyarı gelmeyecek, derhal silahlarınızı bırakın ve teslim olun dedim!"

"Lanet olsun!" Levent sinirle söylenirken yine de teslim olmamıştı.

"Buraya kadar gelmişim, tamamlamadan asla gitmem." deyip kafama geri dayadığı silahıyla tam vuracakken ondan önce davranan biri oldu.

Gözlerim Levent'i bulurken vurulduğunu gördüm. Vurulan yerine baktığımda silah tutan elinin hedef alındığını anlamıştım.

Ekip bahçeyi bastığında adamlar korkudan silahlarını bıraktı.

"Uyarı yok demiştim!" Kaya söylenerek geldiğinde gözü yerdeki Yağmur'a çarptı.

Tüm gücümü toplayıp yerden kalkıp hızla yanına gittim. Yağmur'u kucağıma alırken Kaya endişeyle konuştu.

"Ekipten birini gönderiyorum, sizinle gitsin." dediğinde kafa salladım.

"Deniz! Arasla birlikte hastaneye gidiyorsun." dediğinde Deniz koşarak yanıma geldi.

Birlikte araca geldiğimizde kapıyı açtı. Ben arkaya geçtiğimde Deniz şoför koltuğuna geçti.

"Deniz sirenleri aç ve gazla. Fazla vaktimiz kalmadı." ellerim korkarak Yağmur'un nabzına gitti.

Boynundan kontrol ettiğimde çok az attığını hissettim. Bu sıkıntılı bir durum olsa da attığı için şükrettim.

"Dayan güzelim. Hastaneye gidiyoruz." içimden bildiğim birkaç sureyi okuyordum.

Daha hızlı olmamız gerektiğini düşünerek öfkeyle konuştum.

"Deniz Allah'ını seversen daha hızlı ol."

"Hız sınırını aşmak üzereyiz başkomiserim. Elimden geldiği kadar hızlı olmaya çalışıyorum."

Bir şey demeyip kucağımda yatan Yağmur'un sol göğsüne basmaya devam ettiğim elim kana boğulmuştu. Onun üzeriyse zaten kan gölüydü.

Bu görüntüler karşısında artık dik duramıyordum.

Kalbim çok ağrıyordu Allah'ım.

*

Araç durduğunda siren sesini duyan hastane görevlileri direkt sedye getirdiler.

Yağmur'u sedyeye yatırdıklarında içeriye aldılar. Ben de bir yandan olayı özet geçiyordum.

"Acil ameliyata almalıyız. Gördüğüm kadarıyla siz de vurulmuşsunuz. Sizinle de hemşireler ilgilensin." doktorun sözleri üzerine sadece kafa salladım.

Ameliyathaneye girdiklerinde kapının kenarına attım kendimi.

Sırtım duvarda yaslı bir şekilde başımı kollarıma gömdüm.

Yağmursuz harabeye dönmüştüm. Gücüm yoktu, başım artık dik değildi. Emanet aldığım kızın neredeyse cansız bedenini getirmiştim. Belki şu an yaşıyordu ama oradan... Oradan başka türlü çıkarsa ben kime ne hesap verecektim? Ben ne yapacaktım, kendimi nasıl affedecektim?

Düşünemiyordum artık. Delirmiş gibiydim. Olduğum yerde kafamı kaldırıp duvara vuruyordum yavaşça.

Ona bir şey olursa düşüncesi gitmiyordu kafamdan.

Elimle kafama vursam da susmuyordu.

Ya hayata tutunamazsa?

Ya ölürse?

Ya seni bırakıp giderse?

Kafama daha hızlı vurmaya başladım. Kesmiyordu sesini.

"Sus, sus, sus!"

Ölüme gönderdin sen onu.

Erken gelemedin, bak şimdi! Ölüyor, ölmek üzere!

Karına bir şey olursa sebebi sensin!

Karın ölecek.

"Kes! Kes artık kes!" yeri yumruklamaya başladığımda kendimi kaybetmiştim.

Elimin acısını hissetmiyordum. Hatta derisi bile yüzülmüştü ama ben hissetmemiştim.

Kendimi gerçekten her anlamda kaybetmiştim.

"Lanet olsun! Allah benim belamı versin! Senin yerinde ben olmalıydım, ben." hâlâ yere yumruklarımı sallarken en sonunda kendime vurmaya başladım.

Kendime vururken biri engel olmuştu. Kollarımdan tutup beni sarmıştı.

"Yapma bunu. Kendine zarar verme." Hakan benden ayrılıp yüzümü elleri arasına aldı.

"Kendine gel Aras." dediğinde yüzüne bakıyordum.

Ağlıyordu.

"Ağla, bağır çağır ama vurma kendine. Bu şekilde hiçbir şeyi geri getiremeyiz." bir şey diyemiyordum. Hatta artık yüzüne bile bakamıyordum. Çünkü bakacak yüzüm kalmamıştı.

"Oğlum." annemin sesini duymamla başımı kaldırdım. Hızla yere çöküp boynuma sarıldı.

Benden ayrılırken korkarak konuştu.

"Vurulmuşsun." dediğinde tepki vermedim.

"Hemşirelere söyleyim, yarana baksınlar." babamın konuşmasıyla gözüm arkasında duran Fırat babama çarptı.

Asya anneme sarılmıştı ve annem ağlıyordu.

Hepsi benim eserimdi.

Herkes ağlarken ben ağlayamıyordum.

Belki artık hak etmiyorumdur ağlamayı bile. Belki de Yağmur kendisine ağlamamı istemediği için ağlamıyordum.

Kimsenin yüzüne bakacak yüzüm kalmamıştı artık. Başımı yere eğdim bu yüzden. Gözlerim yeri izliyordu. Kimseyle göz göze gelmeye cesaretim yoktu.

Kolumdan tutan kişiye baktım. Hemşireydi.

"Kolunuza bakmamız gerekiyor. Benimle gelin lütfen." dediğinde kolumu çektim ellerinden.

İstemiyordum.

"Aras, hadi git." Hakan'ın zorlamasıyla kafamı iki yana salladım.

"Annem, lütfen yapma böyle. Git lütfen." herkes gitmem için ısrar etse de kafamı hayır anlamında sallıyordum.

Israrları devam ederken bağırdım. Bağırmamla hemşire geri çekildi.

"Yağmur kan kaybından ölürken ben yaşıyordum! Şimdi ben de Yağmur gibi kan kaybedeceğim! Hatta gerekirse böyle ölürüm!"

"Saçmalamayı kes Aras! Defol git baksınlar yarana." Hakan'ın kızmasıyla bağırmaya devam ettim.

"Gitmiyorum dedim!" ayağa kalkıp bağırmamla yüzüme yumruk yedim.

"Defol git karşımızda böyle durma! Seni böyle gördükçe kardeşimi hatırlıyoruz! Kendini düşünmüyorsan bizi düşün ve daha fazla acı çektirme!" bağırdığında ona karşılık verecekken babam kolumdan tutup zorla odanın birine götürdü beni.

Oradan bir saniye olsun ayrılmak istemiyordum. Ya bensiz bir şey olursa? Orada olmalıydım.

Yerimden kalkıp gidecekken babam arkamdan kollarımı tuttu sertçe.

"Bir yere gidemezsin. Geç otur şuraya, derhal!"

"Kapısından ayrılamam, bensiz bir şey olursa ben ne yaparım? Bırak gideyim."

"Sen orada boş boş durunca Yağmur hayata mı tutunacak Aras?! Daha fazla inat etme ve otur şuraya. Uzatma da halledip geri dönelim."

"Ama onu yalnız bırakamam."

"Orada ailesi var, yalnız değil. İnat etmezsen biz de gideceğiz erkenden." beni zorla sedyeye oturttuğunda hemşire tişörtümün kolunu çıkarmamı istedi. İstenileni zorla yaparken hemşire de yardımcı oldu.

Kolumdaki kurşunu alıp dikiş atarken benim aklım çok daha farklı yerdeydi.

"Dediklerimi unutmazsanız bir sorun olmaz beyefendi." dediğinde daldığım yerden uyandım.

Hiçbir şey anlamamıştım dediklerinden ama kafa salladım yine de.

Yavaşça tişörtün kolunu geçirdiğimde kapıdan çıkıp yürümeye başladım seri adımlarla.

"Aras." babamın sesiyle durup ona döndüm.

"Hiçbir şey dinlemedin değil mi?" dediğinde gözlerimi gezdirdim etrafta.

"Zorlamayacakmışsın, pansumanı da düzenli olarak yapacakmışız." dediğinde belli belirsiz kafa salladım.

Tekrar yürüyecekken konuşmasıyla durdum.

"Ellerini de yıka." dediğinde neden öyle uyarıda bulunduğunu anlamak için ellerime baktım.

Kanlıydı.

Ellerimde karımın kanı vardı.

Üzerimdeki tişörtüm de kanla kaplanmıştı.

Kafamı iki yana salladım.

"Bunların sebebi benim olduğunu hatırlatacaklar bana." dedim sessizce.

"Saçmalama oğlum anca kendini de bizi de yaralarsın."

"Ne yarası? Benim yara alacak yerim mi kaldı? Ben ölmüşüm, yaşamıyorum." fısıltı gibi çıkan sesimle babam kollarını bana sardı.

"Seni böyle görmeye dayanamıyorum. Sen hep güçlü bir çocuktun. Şimdi de öyle ol, lütfen." onun da sesi kısılırken kendimi geri çektim.

"Güç kaynağım şu an benim yüzümden ameliyathanede."

"Daha ne kadar kendini böyle suçlayacaksın?" cevap vermedim. Çünkü bu suçlamalarımın sonu gelmeyecekti.

"Metanetli olmalısın Aras." çok daha farklı ses tonuyla ve manayla omzumdan tutup sarsarak konuştuğunda gözlerine baktım.

Doluydu. Tıpkı benimkiler gibi. Bu gördüğüm gözler, bu bakışlar az önceki düşüncelerimi doğruluyordu.

"Sen de öyle düşünüyorsun." dediğimde gözlerini kaçırdı.

"Kaçırma gözlerini. Sen de Yağmur'un geri dönmeyeceğini düşünüyorsun. Değil mi? Ondan diyorsun metanetli ol diye!" sesim içime kaçarken bir cevap bekledim.

Cevap vermedi.

O da ümidi kesmişti.

"Hayır diyemedin." adımlarım geriye giderken kafamı iki yana sallamaya başladım.

"Hayır diyemedin." tekrar ederken ellerim başıma gitti. Yavaş yavaş kafama vurmaya başladım.

"Dönmeyecek." defalarca tekrar ede ede vurdum kafama.

"Yapma şunu." ellerimden zorla tutup engel olan babama bomboş gözlerle bakıyordum.

Ağlamaklıydı.

"Ben öyle bir şey demedim. Karın için ayakta durmalısın sadece. Seni böyle görsün istemeyiz."

"Lafı çeviriyorsun. Sen de inanmıyorsun. Belki de ailesi bile inanmıyor." kafamın içinde deli gibi şüpheler, tekrar eden düşünceler, ya geri dönmezseler dönüp dolaşıp duruyordu ve ben içinden çıkamıyordum.

"Allah'tan ümit kesilmez." babamın dedikleri beynimde dönüyordu.

Allah'tan ümit kesilmez.

Yaşayacaktı, değil mi Allah'ım?

Yaşamalı o. Daha çok genç, daha yaşayacak çok güzel anılarımız var Allah'ım. Alma onu benden.

Kafam darmadağın bir şekilde adımlarım yavaş yavaş ameliyathaneye ilerledi.

Hiçbir yere böyle korkak atmamıştım adımlarımı. Her yere cesur bir şekilde ilerleyen adımlarım şimdi tıpkı bir korkağın adımlarıydı.

Başım eğik ameliyathaneye vardığımda Hakan'a ve ardından diğerlerine baktım.

Bıraktığım gibi duruyorlardı.

"Haber var mı?" dediğimde Hakan kafasını hayır anlamında salladı.

Eski yerime geçip oturdum.

Elim kolum bağlıydı. Hiçbir şey yapamamak deli ediyordu beni.

Gözlerim yine kanlı ellerime çarptı.

Koklamak istedim. Belki kan yerine Yağmur kokardı. Biraz olsun rahatlardım belki.

Bir ümitle burnuma götürüp kokladım. Ama sadece kan kokusu geliyordu. Onun kokusu yoktu. Keşke bir kez olsun alabilseydim kokusunu.

İçimde ellerim gibi kanlıydı. Gözümden artık yaş akmıyordu. Neden?

Delirecektim.

Kafamdaki sesler susmuyor, haber gelmiyor, içeride neler olup bitiyor haberim bile olmuyor olması beni delirtiyordu.

Gözlerim çaresizlik içinde etrafta dolanırken Fırat babamda durdu. Bana bakıyordu.

Sanki hesap sormak istiyor ama kendini tutuyor gibiydi.

Sanki "Ben sana kızımı emanet ettim ama sen bana paramparça getirdin" demek istiyor gibiydi.

Oturduğum yerden kalkıp ona yürüdüm. Gözlerini ayırmadı benden. Karşısında durduğumda başımı eğdim.

"Koruyamadım. Özür dilerim." dediğimde tepki vermedi.

"Emanetinize sahip çıkamadım. Şimdi bana ne isterseniz yapabilirsiniz." dediğimde beni kendine çekip sarıldı bir süre sonra.

"Yemin ederim kızıma böyle baktığın için burada ağzını yüzünü dağıtacaktım. Ama şu hâlini gördüm ya o bana yetti evlat."

Benden ayrıldığında omzuma iki kez hafifçe vurup geri çekildi.

Yanında oturan Asya anneme baktım. Ağlıyordu. Önüne diz çöküp ellerini tuttum.

"Özür dilerim anne." sesim titrerken annem bana baktı yaşlı gözlerle.

"Ne demem gerektiğini bilmiyorum. Sana çok kızgın ve kırgınım sadece." ellerimi sıktığında hiçbir tepki vermedim.

Beklediğim gibi beni suçlamamışlardı. Herkes beni affetse de ben affedemezdim.

Bu işin başını sonunu düşünmem gerekiyordu. O itin bir gün karşıma çıkacağını bilmem, hesaplamam gerekiyordu. Ama ben hiçbir şey yapmamıştım. Bu yüzden her şey benim yüzümdendi.

Ayağa kalkıp birkaç adım attım etrafta. Kimse gelip gitmiyordu. Bu sessizlik beni daha çok korkutuyordu.

"Neden kimse çıkmıyor?" sinirle konuştuğumda bana baktılar.

"Kötü bir şey mi oluyor?" dediğimde kimse bir şey demedi.

"Nabzı atıyordu, herhalde bir şey olmamıştır." sinirle güldüğümde Hakan ayağa kalkıp yanıma geldi.

"Beklemekten başka bir şey yapamayız. Gelecek olan haberi bekleyelim sadece."

"Biri çıkıp da durumdan haberdar edemiyor mu yani?!" sinirle sesimi yükselttiğimde babam konuştu.

"İçeride ne olup bittiğini bilmiyoruz, istediğimiz zaman çıkıp haber verecek değiller. Gerekirse gelirler bilgilendirme yaparlar."

"Hiçbir şey bilmeden böylece bekleyecek miyim?!" sesim daha gür çıkarken babam öfkeyle konuştu.

"Kes sesini ve bekle!" sinirle ellerim başıma giderken sırtımı duvara yasladım.

"Kızıma bir şey olursa ben ne yaparım?" Asya annemin dedikleriyle yerdeki gözlerim ona kaydı.

"Güçlü ol Asya." annemin destek vermesiyle gözlerimi kapattım.

Düşünmek istemiyordum. Onsuz bir hayat düşünmek istemiyordum.

"Onu bize veren Allah'tır alacak olan da o. Bu korkuların boşadır hanım. Zamanı geldiyse kim engel olabilir? Bize yalnızca razı olmak düşer. Biz şimdi sadece Allah'a yalvaralım, onu bize bağışlasın." Fırat babamın sözleriyle gözlerim hızla açılırken sırtım duvardan ayrıldı.

"Ne demek zamanı geldiyse? Benim karım ölmeyecek, duydunuz mu beni?!" bağırmamla annem beni uyardı.

"Fırat baban yanlış bir şey demedi Aras. Yağmur'a bir şey olduğundan değil bu dedikleri. Ama hayatın kuralı bu. Allah'tan geldik Allah'a döneceğiz. Şimdi yanına çağırıyorsa kim karşı gelebilir söylesene. Kime bu baş kaldırma? Kendine gel ve her şeye hazırlıklı ol."

"Onu ölümle birlikte anmayın! Sakın bir daha ölümle yan yana getirmeyin adını! Duydunuz mu?!" bağırmaya devam ederken Hakan arkamdan beni sarsıyordu.

"Hastanedeyiz, hastalar rahatsız olacak. Sus."

"Çek ellerini!" Hakan'ın elini üzerimden itip tekrar sevgili ümitsiz aileme döndüm.

"Hepiniz ümidinizi kestiniz, öyle değil mi?! Hepiniz onun geri dönmeyeceğine artık eminsiniz ve buna hazırlıyorsunuz kendinizi! Açıkça söyleyin, hadi itiraf edin!"

"Sus artık Aras!" babamın üzerime gelmesiyle geriye adımladım.

"Allah'a karşı gelmemeyi biliyorsunuz ama ümidinizi kesmemeniz gerektiğini bilmiyorsunuz! Siz öleceğine inanmaya devam edin, ben hâlâ içimdeki ümit kırıntılarına tutunacağım!" hiçbir şey demelerine izin vermeden hastaneyi terk ettim.

Kendimi dışarı attığım an derin nefesler alıp verdim. Her ne kadar nefes alıp versem de boğuluyordum. Dünya üzerime geliyordu.

Nereye gittiğimi bilmiyordum. Yolda pejmürde bir hâlde ilerlerken bir süre sonra yağmur yağmaya başladı.

Kafamı kaldırıp kararmaya başlamış gökyüzüne baktım. Kara bulutlar çökmüştü. Yüzümü ıslatan birkaç damlaya gitti elim. Yağmuru hissettiğimde gözlerim kapandı.

Yağmur doğrudan bana gelmek yerine bu yolla mı gelmeyi tercih etmişti ki şimdi yağmur yağıyordu?

Ben bu yağmuru değil seni hissetmek istiyorum Yağmur. Heyecandan titreyen ellerini, parlayan gözlerini, misler gibi kokan kızıl saçlarını, öpmeye doyamadığım dudaklarını hissetmek istiyorum artık.

Ben sensiz kırk yıl yaşlandım Yağmur. Koskoca kırk yıl.

Başım tekrar eğilirken burnum sızladı. Ben Yağmur'u çok özlemiştim.

Adımlarım devam ederken yağmur ve toprak karışımı burnuma gelen koku çok güzel olurdu normalde, Yağmur da çok severdi ama şimdi onsuz hiçbir koku hoş gelmiyordu burnuma.

Keşke şu artan yağmurun altında Yağmurla el ele verip nefessiz kalana kadar koşabilseydik.

Ama yapamazdık.

Ağlamak istiyordum ama olmuyordu. Omuzlarım çökük başım eğik yolda ilerlemeye devam ettim bir süre daha.

Nereye geldiğimi bilmiyordum. Kafamı kaldırıp baktığımda caminin önündeydim.

Adımlarım beklemedi daha fazla. Şadırvana girip oturdum. Titrek bir nefes alıp verdim.

Bir süre sonra elim çeşmeye gitti. Su akmaya başladığında abdest aldım. Abdest alırken ellerimdeki kan tamamen akıp gitmişti artık.

Abdestten sonra caminin kapısına vardım. Bu hâlimle girmeye çekinsem de yine de girdim.

Fazla kalabalık değildi. Muhtemelen vakit namazı henüz gelmemişti.

Büyük caminin ortasına yürüyüp oturdum. Ellerim kucağımda kenetlendi. Başım yine eğikti.

Sessizdim. Ne demem gerektiğini bilmiyordum. Aslında diyecek, isteyecek çok şeyim vardı. Yalvarmam gereken birçok şey de...

Sessizce otururken bir süre sonra omuzlarım sarsılmaya başladığında saatlerdir akmayan gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Sessiz başlayan ağlamam hıçkırıklara dönüştü.

Secdeye kapandım. Sadece ağlıyordum. Ben konuşamasam da o beni çok iyi anlıyor olmalıydı.

Dakikalarca ağladım, kalkmadım secdeden. Hiçbir şey demeden öylece ağladım.

Ne kadar süre böyleydim bilmiyorum ama saatler bayağı ilerlemiş olmalı ki ezan okunmaya başlamıştı. Oturduğum yerde doğrulup gelen insanlara bakıyordum yaşlı gözlerle.

Herkes namaz için hazırlık yapıyordu. Bir an da etrafımda saf tuttuklarında aralarında kalmıştım.

"Haydi evlat, namaz başlayacak." konuşan amcaya baktığımda ellerini uzattı bana. Şaşkınca bakarken uzattığı elini tuttum.

Ayağa kalktıktan sonra kanlı üzerime baktığımda tereddüt etmiştim. Kılsam kabul olur muydu?

"Allah'ın huzuruna temiz çıkmak önemlidir lakin elinden gelen imkân buysa hiç tereddütün olmasın. Allah geleni geri çevirmez." ben içimdeki şüpheli soruyla boğuşurken amcanın sözleri bana cevap olmuştu.

Şaşkınca ona bakarken tebessümle bakıyordu yüzüme.

"Hadi bakalım, Allah kabul etsin şimdiden." dediğinde yönünü kıbleye döndü. Ben de üzerimdeki şaşkınlığı bir süre kenara atıp kıbleye döndüm.

Çok kalabalık bir cemaat olmuştuk.

*

Namaz bitince sayılı insan kalmıştık.

Yine aynı yerde oturuyordum. Caminin tam ortasında.

Bir cuma namazı kılardım o da her hafta olmazdı. Uzun zamandır farzları kılmıyordum. O kadar zaman sonra bana çok iyi gelmişti. Saatlerdir içimdeki sıkıntıyı adam akıllı gideren tek şey namaz olmuştu.

Namazdan sonra çok yalvarmıştım. Bana geri dönsün istemiştim. Şimdiyse kendi hâlimde oturuyordum.

Sessizce otururken yanıma biri geldi. Kafamı çevirip baktım. Az önceki yaşlı amcaydı.

"Müsaade edersen birkaç ayet okumak isterim evlat." dediğinde geri çeviremedim.

Kafa salladığımda yanıma oturup sayfaları açtı.

Besmele çekip okumaya başladı. Gözlerimi kapatıp dinlemeye koyuldum.

O okurken kapalı gözlerimden yaşlar sıralandı. Çaresizliğim diz boyuydu.

Ayetler okunurken kendimi çok farklı hissetmiştim. Anlamasam da kalbime o kadar işlemişti ki içinden çıkamadığım şeylerden beni sıyırıp alıyordu sanki.

"Azim olan Allah doğruyu söyledi." bitirdiğinde gözlerimi çevirdim ona.

"Anlamını da okumamı ister misin evlat?" dediğinde kafamı arka arkaya salladım.

"Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele!

Onlar, başlarına bir musibet geldiğinde, "Doğrusu biz Allah'a aidiz ve kuşkusuz O'na döneceğiz" derler.

İşte rablerinin lütufları ve rahmeti bunlar içindir ve işte doğru yola ulaşmış olanlar da bunlardır." (Bakara 155-157)

Okuduğu ayet ürpermeme sebep olmuştu. Şu an içinde olduğum durumdan bahsediyordu.

"Evlat, seni dertli gördüm. Yanlış anlamanı istemem ama şöyle bakınca bir hayli dağılmış görünüyorsun. Derdin nedir bilemem, sormam da. Anlatacak güçte değil gibisin. Derdin her neyse Allah sabrını bol versin, isyandan korusun. Gönlünden ne geçiyorsa dilerim ki hayırla gerçekleşir." kısa bir an durup bacağıma elini koydu. Hafifçe vururken devam etti sözlerine.

"Amma bu hayatta ne yaşarsan yaşa insan olduğunu ve imtihan için dünyaya gönderildiğini unutma. Güllük gülistanlık yaşam süremeyiz. Hayat bir yerde acılarla doludur bir yerde mutlulukla. Her zaman acı yaşarsak halimiz nice olur? Ya da hep iyi olursak gönderilme amacımızın ne anlamı kalır? Rabbin seni acılarla imtihan eder ki kulum ne kadar sabredip bana isyan etmeyecek diye ölçer. Seni bu hâle getiren nedir bilmiyorum ama Rabbin seninle birlikte. Belki senden bir adım beklediği için sana bu musibeti gönderdi. Unutma ki sen Allah'a bir adım gidersen o sana on adım gelir." her bir cümlesi kalbime kazınırken başım eğildi.

"Sana bu musibeti gönderdiyse belki istedi ki sen bir şeylerin farkında ol. Birini çok sevdin de kalbin mi acıdı, anla ki bir tek sevilmeye layık olan o. Gerçek ya da mecazi anlamda birini mi kaybettin, anla ki seni bırakmayacak tek varlık o. Şu dünyada gerçek ve sadık dost bir tek varlık var ki o da yalnızca Allah'tır. Kimseyi ondan daha çok sevme, değer sanarsın değmez. Çok değer verirsin onsuz yapamam dersin seni onsuz yaşatır. Dünya bu ya, imtihan yeri. Allah sevdiği kullarını her şeyle imtihan eder. Ama unutma ki taşıyamayacağı yük de vermez."

"Peki ya verirse?"

"Peki ya sen o yükü taşıyabileceğini bilmiyor olabilir misin?"

"Taşıyamayacağımı çok iyi biliyorum."

"Hayatta geçmez dediğin her şey geçer gider evlat. Kaldıramam dediğin ne varsa öyle bir kaldırırsın ki. Başka çaren yoktur." susup başını eğdi. Dikkatle izliyordum onu.

Sertçe yutkunup bana baktı.

"Hayat arkadaşımı kaybettiğimde dedim ki tamam ben bittim. Bundan ötesi yok benim için, yaşayamam buraya kadarmış. Bundan ötesi gayet de varmış ve oraya kadar da değilmiş evladım. Bak, yetmiş yaşıma merdiven dayadım. Yirmi yıldır onsuzum ve Allah öyle bir yaşattı ki bana. Her gün ilk günkü gibi taze acısı. Çok seven bir adamdım, hâlâ da öyle. Bazen diyorum ki sevgim bana Allah'ı unutturdu da Allah bana kendini böyle mi hatırlattı? Her ne için benden onu aldıysa başım gözüm üstüne elbette. Ne diyebilirim ki? Karşı gelmedim, gelemem. İçim kan ağlaya ağlaya da olsa sabrettim hamd olsun. Onun olanı aldı diye nasıl olur da isyan edebilirim ki? Haddime değil!"

Onun yaşadığı şeyi yaşama eşiğinde olmak bu acıyı bana dibine kadar hissettirmişti. Sözleri kalbime derin çizikler atıp kanatmıştı.

Gözlerim tekrar dolarken omzumu tuttu.

"Senin derdini az çok anladım evlat. Korkunu da çok iyi anladım. Dua et. Çünkü Allah kuluna istediğini vermek için kendisine dua edilmesini ister. Sıkıntını bir an önce gidersin inşallah. Şunu da unutma ki derdi veren dermanı da verir şüphesiz." yerinden kalktığında ben de kalacakken omzumdan basıp oturttu.

"Allah'a emanet ol evladım. Her zaman Allah'tan yine Allah'a sığın. Çünkü ondan başka kapımız yok." arkasını dönüp gittiğinde sadece bakıyordum. Adam akıllı konuşamadan ihtiyacım olan her cevabı vermişti.

Dedikleri bir süre düşündürmüştü beni.

Onca zamandır izini sürdüğüm adamın bir gün ortaya çıkıp ailemden birine zarar vermesi, bana böylesine bir şey yaşatması, yaşanan her şey birer sınavdı. Ben bunu fark edip, sabredip dimdik ayakta duramamıştım.

Evet, çok ağırdı. Kaldırmakta çok güçlük çekiyordum hatta kaldıramıyordum bir noktada. Ama onun emrine ne diyebilirdim ki? Benden onun olanı almak istedi diye ona kızabilir miydim? Buna hakkım var mıydı ki ben bu ihtimali her düşündüğümde ortalığı ayağa kaldırıyordum?

Elbette onun olanı istediği zaman alabilirdi ve benim bir şey demeye hakkım yoktu. Ama belki kırılabilirdim ona karşı. Çünkü beni sevdiğimden ayırmak üzereydi. Bu beni çok kırıyordu, kırıldığımı ona söylemenin hakkım olduğunu düşünüyordum. Bir noktada insandım sonuçta. Bu kadarına hakkım vardı belki de.

Kafam çok karışıktı. Kendime gelmek daha önce hiç bu kadar zor olmamıştı. İsyan etmekle boyun eğmek arasında gidip gidip geliyordum. Çok zordu.

Sürekli olabilecek ihtimalleri düşündükçe kalbim sıkışıyor, nefes alamıyor hatta öfkeleniyordum. Karım için ayakta durmam gerekiyordu ama ben yıkılmak üzereydim. Tek yapabildiğim onu defalarca Allah'a emanet etmekti çünkü başka çarem yoktu artık.

Binbir düşünceyle elimi cebime atıp telefonumu çıkardım. Saate baktığımda saatin bayağı ilerlediğini görmüştüm.

Artık karıma gitmeliydim. Onu çok yalnız bırakmıştım. Burnumda tütüyordu, hasret kalmıştım. Bir an önce yanında olmam, durumunu öğrenmem lazımdı.

Oturduğum yerden hızla kalkıp çıkışa ilerledim. Ayakkabımı giyip koşarak ilerledim hastaneye.

Birkaç dakika sonra hastaneye girdim. Ameliyathanenin olduğu kata çıkıp koridorun başından ameliyathanenin önüne baktığımda hemşireyi elinde bir şey taşırken koşarak içeri girdiğini gördüm.

Kötü bir şey mi olmuştu?

Adımlarım gitmek istemese de koşuyordum. Yanlarına vardığımda korkarak sordum.

"Neden çıktı ameliyathaneden?"

"Kan lazımmış. Korkulacak bir şey yok şimdilik." annemin cevabıyla kaşlarım çatıldı.

"Kan lazımsa nasıl korkulacak bir şey yok anne? Ya ters bir şey olursa?"

"Aras, artık sakin ol. Doktor resmi bir açıklama yapmadı, ortada kötü bir şey yok şu an. Olsa haber verirlerdi." Hakan'ın çıkışmasıyla başımı ellerim arasına alıp volta atmaya başladım.

Kendimi tekrar kenara bir yere attığımda karşıdan gelen Kaya'yı gördüm.

"Kardeşim." az sonra yanıma çöküp boynuma sarıldı.

"Durumu nasıl?" sorduğu soruya, sabahtan beri yaptığım hareketi yaparken, kafamı yavaş yavaş duvara vururken cevap verdim.

"Kan takviyesi yapılacakmış, bizimkiler kan vermiş. Onun dışında hiçbir şey söylenmemiş." mırıldandığımda Kaya göğsüne çekti beni.

"Allah büyük, bekleyelim. Yeter ki Yağmur bize geri dönsün de biz gerekirse saatlerce burada duralım Aras."

"Ben onu yıllarca beklerim Kaya sadece iyi olduğunu bileyim yeter. Yemin ederim başka hiçbir şey istemem." gözlerim yine dolarken iyice bastı beni kucağına.

"Atlatacağız bugünleri de. Biz neleri atlatmadık oğlum?" Kaya'nın sözleri üzerine Hakan yanımıza oturduğunda bacağıma koydu elini.

"Aras inan hiç sormak istemiyorum ama sormam lazım. Kendimi yiyip bitiriyorum sabahtan beri. Hangi kansız ve neden yaptı bunu?" dediğinde gözlerim yere odaklandı.

O şerefsizin hesabını kesmemiştim henüz.

"Ekiplerin uzun zamandır arkasına düştüğü bir çete elebaşı. Aras zamanında çok sıkıştırdı, hatta tam ensesine çöktüğü bir anda yine kaçmayı başaran biri oldu. İşte uzun zamandır böyle devam eden bir mevzuydu ama bir süre açıktan izini sürmemiştik. Aras'ın evlendiğini öğrenince de peşini bırakması için bir türlü etkili tehdit etme yöntemini bu şekilde bulmuş."

"İyi de böylesine bir intikam sizce de çok ağır değil mi? Altı üstü peşine düşmüşsünüz." Hakan'ın anlamazca konuşmasıyla araya girdim.

"Kaya eksik söyledi." dediğimde Hakan'a döndüm.

"Çok sevdiği sağ kolunu öldürdüm, asıl hazmedemeyişi ondan." dediğimde Hakan'ın kaşları çatıldı.

"Ölüm sırası o itte şimdi." Hakan'ın sinirle konuşmasıyla gözlerimi karşıya çevirdim. Aynı şeyi ben de düşünüyordum ve bunun bir bedeli olacaktı.

"Saçmalamayın, ben onu adalete teslim ettim de geldim. İçeride şimdi. Kısa zamanda mahkemesi olur, siz hiçbir şey yapmayacaksınız. Başınıza iş açmanıza izin veremem." Kaya'nın konuşmasıyla yan bakış attım.

"Elbette öylece bırakmayacağım Kaya."

"Aras şimdi kapat şu konuyu, o iti ben hallettim diyorum. Siz kesin sesinizi." üzerine fazla gitmedim. Nasıl olsa şimdi tartışmanın bir anlamı yoktu, ben yine bildiğimi okuyacaktım.

*

Saatler geceyi gösterirken hiçbir şekilde gelen giden olmamıştı. Ameliyat yaklaşık altı saattir devam ediyordu. Kan alındığından bu yana fazlasıyla vakit geçmişti.

Ameliyathanenin önünde herkes harabeye dönmüş hâlde bir köşede oturuyordu.

Ortama sessizlik hâkimdi. İlk defa bir sessizlik beni bu kadar korkutuyordu.

Gözlerimi kapatıp her zaman olduğu gibi kafamı ritimli bir şekilde duvara vuruyordum yavaşça. Ortamdaki sessizlik yerini duvardan çıkan sese bırakmıştı.

Elimden bir şey gelmiyordu. Çaresizlik dört bir yanımı sarmıştı. Dağıtmak istiyordum her yeri ama kendimi tutuyordum, tutmak zorundaydım.

İçimden sabır çekiyordum kaç dakikadır. Başka bir şey beni yatıştırmayacaktı çünkü.

Sabır çeke çeke kafamı vururken ameliyathanenin kapı sesiyle gözlerimi açıp hızla fırladım ayağa. Herkes bir anda ayaklandı benden sonra.

Doktor çıkmıştı. Üzeri sırılsıklam olmuştu. Bedenini süzdükten sonra gözlerim yorgun bakışlarına döndüğünde dudaklarımdan korka korka çıktı sözler.

"Durumu nasıl?" öyle bir hâldeydim ki dokunsalar ağlayacaktım.

Doktorun gözü herkesi tarayıp yutkundu. En sonunda yorgun gözleri benim üzerimde durduğunda kurumuş dudaklarını araladı.

"Çok zorlu bir ameliyattı. Hem vurulmuş hem de derin yaraları olan bir hastaydı. Kurşun kalbinin birkaç santim üzerine isabet etmiş, karşı karşıya kaldığımız çok riskli bir durumdu. Yine de hem biz çabaladık hem de o. Bunca çabaya rağmen kalbi birkaç kez durdu. Çok kez denedik dönmesi için. Uzun uğraşlar versek de bir yerde ümidimizi yitirmiştik." cümlesini tamamlamasına müsaade edememiş ve dengemi kaybetmiştim. Beni tuttuklarında korkulu gözlerimi doktordan ayırmadım.

"Bir şey mi oldu?" annemin ağlamaklı çıkan sesiyle doktor kolumdan tutup devam etti sözlerine.

"Tam ümidimiz yiterken o geri dönmeyi başardı. Pes edecektik ki o inadına tutunup bize döndü. Hepimize çok geçmiş olsun, en az sizin kadar mutlu ve şaşkınım. Böylesine genç bir kızın bu hayattan gitmesi beni çok üzerdi. Sanki o masada kendi kızım var gibiydi o yüzden sizin adınıza çok mutlu oldum. Tekrar geçmiş olsun. Birazdan yoğun bakıma alacaklar, gözetim altında tutmamız gerekiyor. Birkaç kontrol yapıldıktan sonra uygun bir vakitte kısa görüşme yapabilirsiniz." duyduklarımla birlikte elim ayağım boşaldığında kendimi duvarın dibine bırakmıştım.

Dizlerimi kendime çekerken başımı dizlerime gömdüm. Ömrümde ağlamadığım kadar çok ağlamıştım. Şimdiki ağlamamım sebebi de çok korkmamdandı. Onu kaybettim sanmıştım.

"Kardeşim." beni kendine çekip sarılan Kaya'ya karşı koymadım. Sırtıma yavaş yavaş vururken beni sakinleştirmeye çalışıyordu.

"Çok şükür geri döndü, sen de üzülme gözünü seveyim. Her şey eskisi gibi hatta daha güzeli olacak inşallah. Şimdi dik durman lazım. Karın seni böyle görmesin." benden ayrıldığında burnumu çektim.

"Yağmur döndü." dediğimde kafa salladı dolu gözlerle.

Kafamı çevirdiğimde Hakanla göz göze geldik. Dolu gözlerle biraz uzaktan bana bakıyordu. Ağlamaklı güldüğümde yanıma gelip boynuma sarıldı.

"Hepimize geçmiş olsun." dediğinde sırtına vurdum.

Tekrar açılan ameliyathanenin kapısıyla birbirimizden ayrılıp ayağa kalktık. Yağmur'u çıkarmışlardı.

Yağmur'u yoğun bakıma götürdüklerinde arkasından gittik. Odaya aldıklarında kapı kapandı yüzümüze.

Ben hızla pencerenin önüne geçtiğimde onu izliyordum. Hemşireler gerekli ne varsa halledip çıktıklarında bize döndü.

"Doktor bey gerekli kontrolleri yaptıktan sonra size açıklama yapacaktır. Uygun gördüğü bir vakitte görüşmeyi o zaman yaparsınız." annemler teşekkür ettiğinde yanımızdan ayrıldılar.

Ben pencereden onu izlemeye devam ettim. Kıpırdamadan yatıyordu yatağında. Kansız kaldığı fazlasıyla anlaşılıyordu.

Yüzündeki el izleri de buradan görünüyordu. Hatta alnındaki ve yüzündeki kısım kısım oluşan morluklar da. Bu görüntüler karşısında kan beynime sıçrasa da intikamımı bir süre ertelemem lazımdı. Çünkü şimdi karımın yanında, ona destek olmam gerekiyordu.

❤️🩹

*
Bölüm içime hiç sinmedi ama attım. Umarım mantık hatası yoktur çünkü kafam yerinde değil.

Neyse, hepimize geçmiş olsun arkadaşlar :)

N'oldu diye diye dokuz doğurdunuz vlğaxöpqöxmx

Buradaki kitaplarım için hesabım var her ne kadar arada kapatıp gitsem de tekrar kapatmadan size söyleyeyim belki takip etmek isteyenleriniz olur.

Instagram: schwarzetraume_
İstek atanlar lütfen buradan geldiğini belirtsin, kabul etmiyorum diğer türlü.

*Bir de beni kitap konusunda sinirlendiren bir şeyden bahsetmek istiyorum.

Önceki bölümün birinde yazdığım bir cümleyi başka bir kitapta geçtiğini söyleyip yâd edenler var. Hatta alıntı yaptığım söylendi, asla öyle bir şey yok. Tamamen normal hayatta kullandığım kelimelerden oluşan bir cümleydi ve aynı olması da tamamen tesadüf eseriydi. Lütfen iyi niyetle bile olsa bir yerden alıntı yaptığımı ya da bir yeri örnek aldığımı düşünüp yorum yapmayın. Bana yapılmasını istemediğim bir şeyi yapıp başka insanlara ait olan şeye el uzatmam.

Şurası şu kitapta geçiyordu, burası şurayı hatırlattı, bilmem ne oluyordu yorumları lütfen olmasın. Bana saygısızlık oluyor. Kimse kendi kitabının bir başkasının kitabına benzetilmesini istemez.

Bile bile hiçbir kitabın içeriğini de kitabıma eklemem. Hiçbir zaman da niyetim öyle olmadı, inşallah böyle bir şey de olmayacak. Dediğim gibi normal hayatta olan şeyleri kullanıyor olmam bir başka kitapta da olduğu zaman oradan almış olduğum anlamına gelmiyor. Zaten burada adam akıllı kitap okuduğum yok, özellikle son birkaç uzun zamandır okumuyorum dolayısıyla çoğu kitapların içeriği hakkında bilgim de yok.

Lütfen kitabımda başka kitaplardan bahsetmeyin. Hiç hoş olmuyor.

Oy Sınırı: 80
Yorum Sınırı: 50

02.02.24

❤️🩹

Continue Reading

You'll Also Like

197K 8.3K 36
Ay: Yeni çocuk var ya. Ay: Onun sevgilisi var mı ? ... İnsanlar bazen bilmeden yapmaması gereken bir şeyler yapmaz mı? Bizim kız farklı ya, bile iste...
16.4M 668K 73
''Bön bön çocuğu izleyeceğine yemeğini ye.'' ''Seni mi izlememi tercih ederdin?'' iğnelemem ona koymamış olacak ki, çapkınca sırıttı. ''Kusura bakma...
11.7K 672 13
Siz:SELAAAMMM Siz:Pışt baksana cinsiyetinin ne olduğunu bilmediğim için seslenemediğim kişiii. Siz:BAKSANA LAAAN. Siz:Mal mısın lan sen? Siz:Nuğlar b...
448K 16.8K 50
Gecenin bir vakti sıkılır ve bir numaraya yazarsın ama yazdığın kişi ülkenin zengin iş adamlarından biridir. Akif: Kimsin sen? Akif: Gece gece rüyand...