MELÂL

Galing kay snmnurgyk

3M 130K 110K

Kanla kazıdığın kelebek dövmesinin üzerini çizdir. Noktalı virgülle değiştir. Bu, devam edecek gibi değil ama... Higit pa

《TANITIM》
《1》'KARA GÖZ'
《2》'ŞİZOFREN'
《3》'BELİRSİZ SURET'
《4》'KARANLIK KUTU'
《5》'ZARFDAKİ GİZEM'
《6》'CÜRETKAR HADSİZ'
《7》'RUHSUZ BEDEN'
《8》'UÇURUMDA HAYALLER'
《9》'KATİL'
《10》'ACININ GEÇMİŞİ'
《11》'BEDENSİZ RUH'
《12》'PAÇAVRA'
《13》'DARAĞACI'
《14》'RUH SANCISI'
《15》'FERYAD-I İNTİHAR'
《16》'SON ÖLÜM'
《17》'EHVENİŞER'
《18》'VİCDAN MEZARLIĞI'
《19》'ELFİDA'
《20》'GERÇEK SANRI'
《21》'RUHSAL ŞEYTANLAR'
《22》'ARAF ÇIKMAZI'
《23》'ÖLÜM MAKAMI'
《24》'KÜL BEBEK'
《25》'RUH İZİ'
《26》'GERÇEK ÖLÜLER'
《27》'ÖLÜLER PUSULASI'
《28》'ÖLÜM ÇANLARI'
《29》'KALBE NEFRET RUHA YAS'
《30》'BUGÜN ÖLÜ, YARIN GÖMÜLÜ
《31》'ORTADA OLAN CANINSA'
《32》'MİNERVA'
《33》'KOR GERÇEK'
《34》'DÜŞÜNMEDEN'
《35》'KANDAN CANA'
《36》'ÖLÜMLE OYUN'
《37》'İRTİHAL
《39》'KAMELYA'
《40》'YİNE BANA GEL'
《41》'YARIMSIN'
《42》'DUY İSTEDİM'
《43》'ENSENDEYİM'
《44》'HARABE'

《38》'KAR KÜRESİ'

35.3K 2.3K 2K
Galing kay snmnurgyk

MERHABA♡

ÖZLEDİNİZ Mİ BİZİ?

OY VERMEYİ VE YORUM YAPMAYI İHMAL ETMEYİN.

LÜTFEN BİR OKUNMAYA BİR DE EMEĞİME VERDİĞİNİZ KARŞILIĞA BAKIN, DİĞER BÖLÜMLERDE ÇOK NET BELLİ.

NEYSE, SİZE GÜVENİYORUM VE SEVİYORUM♡

KEYİFLİ OKUMALAR
SNMNURGYK

Kulakların uğulduyor, kalbin
dört nala koşuyorsa kork, gerekiyorsa.
Adrenalin kanında. Tehlikeyse bir adım uzağında.

Böyle ise takip edilmek peşimizde bir araba vardı. Belki de birden fazlaydı. Peki biz korkacak mıydık? Ne yapacaktık?

"Takip edildiğimizin farkındasın." dedim anlamsız sakinliğine karşı. Ardından geçmişin fısıltısıyla kendime geldim. Ölüme bu kadar alışık bir adam, diye geçirmiştim içimden. Takip edilmekten korkmasını beklemeyemezdim.

"Evet,"

Kısa cevabına karşılık onun aksine telaşla bakışlarımı dikiz aynasına çevirdim. Hemen arkamızda olan ve ışıklarını sürekli halde açıp kapatan araç bize çarpmak üzereydi. Belki de çarpacaktı. Ben telaşlıydım. Çünkü Soykan'ın aksine, geçmişteki Baran ile aynı saftaydım. Hâlâ. Alışmak o kadar kolay değildi belki de.

"Ne yapacağız?"

"Yolumuza devam edeceğiz."

Sakin sözleri hareketleriyle eş değerdi. Arabayı biraz daha hızlandırmıyordu mesela. Ya da başka bir şey yapmıyordu. Neye güveniyordu, demeyecektim. Yalnızca kendine güveniyordu.

Düşüncelerime dalmış, dikiz aynasıyla bakışırken bir silah sesi geldi kulağıma. Patlayışı uzaktaydı belki ancak kurşunu bakıştığım dikiz aynasını patlattı. Dudaklarımın arasından bir çığlığın kaçmasına sebep oldu.

"Amına koyduğumun piçleri."

Sesi ilk defa olanlara karşı yükseldi. Ardından bakışlarını saniyelik bana çevirdi. Hızını arttırmadan önce arkadaki çelik yeleği aldı ve kucağıma bıraktı.

"Başını ve sırtını koru!"

Sert sesi, şimdi başlıyoruz, cümlesini zihnimin duvarlarına çarpmıştı. Her şey şimdi başlıyordu. Sol şeritteydik. Sakin bir yoldu burası. Araba sayısı azdı. Soykan hızını düşürmeden orta şeride geçmişti. "Burada hızlı gitmen suç değil mi?" diye sordum yeleği başımın üstüne kapatıp kalan kısımlarıyla omuzlarımı sararken. Aslında endişem bir polis çevirmesinden yaşanacak ve ortaya çıkacak gerçeklere karşıydı.

"Arabaya kurşun sıktıkları yolda, bu sadece senin umrunda olacak bir suç."

Doğru, dedim içimden. Yolları da bilmiyordum, işlenen suçların kimin umrunda olduğunu da. Onun değildi, mesela.

Araba daha da hızlandı. Sol şerittekiler de bize yetişmek adına hızlarını arttırıyordu. Yetişmeleri zor değildi. Şu an arabaya yandan vurmaya çalışıyorlardı mesela. Arabanın ibresi sabit kalmadı. Daha da hızlandı. Arkamızdakiler geride kaldıkça hızını arttırdı.

"Neden peşimizdeler? Onlara ne yaptın?" Aceleyle çıkmıştı bunlar dilimden. Hızımız çok yüksekti ve önümüzde duracak olan bir araç sonumuz olabilirdi. Sürata karışan rüzgar, kanımdaki adrenalinle kulaklarıma vuruyordu. Uğultusu başımı döndürüyordu.

"Hiçbir şey."

"Hiçbir şey mi?" Sorumu sorduğum an bir kurşun daha olduğum tarafa sıkılmıştı. Varlığımdan haberdarlardı. Bana oynuyorlardı ve bu, Soykan'ın sözlerini zihnime fısıldıyordu. Canımı yakmalarına izin vermem. Çığlığım arabada yankılanırken eğdiğim başımla gözümün önünde uçuşan saçlarım eşliğinde bağırdım.

"Arabanı kurşunluyorlar! Hiçbir şey yapmadın mı?"

Soykan'ın küfürleri arabayı inletiyordu. Hızını daha da arttırmıştı. Direksiyonu tutan parmak boğumları beyazlamıştı ancak sesi, görüntüsünden çok uzaktı.

"Benim kimseye bir şey yapmama gerek yok. Yerimi isteyen herkes, benim düşmanım. Ve yerimi isteyen çok kişi var."

Titreyen göz bebeklerimle ona bakıyordum. Çok fazla düşmanı olduğunu kurşunlanan arabanın içinde öğreniyordum ve bu bir sürpriz değildi. Kafasını bana çevirmedi Soykan. Şaşırmam gereken bir şey değildi bu. Bunu ikimizde biliyorduk maalesef. İbreyi zorlayan araba daha da hızlandı. Bizimle birlikte hızlanan arkamızdaki araba bizi geçti. Tahminimce önümüzde duracaktı. Ve bu bizim sonumuz olacaktı. Soykan'ın arabayı daha da hızlı kullanabileceğini biliyordum, dahası buna emindim ancak tam anlamıyla sınırları zorlamayıp bizi geçmelerine izin vermişti.

"Sıkı tutun!" Soykan'ın yüksek çıkan sesi beynimde çınlarken eğilmiş olan belimi doğrulttum. Üzerimden kayan yeleği düzeltmemiştim. Araba önümüzde hızla gitmeye devam ediyordu. Dikkatle önüme bakarken Soykan'ın sesini bir kez daha duydum. "Daha sıkı tutun. Yapış koltuğa." Nasıl yapacaktım, nasıl? Ne yapacaktı? Duracak mıydı, çarpacak mıydı? Her türlü öne savrulacaktım.

"Nasıl yapabilirim bunu?" Onun gibi bağırmıştım telaşla. Hızla giden arabada saniyelik başını çevirdi. Arabanın hızı yavaş yavaş düşüyordu.

"Emniyet kemerini tak, çabuk!" Sözleriyle hızla kemere uzandım. Sıkıca kavradığım başını hemen koltuğun yanındaki bölüme geçirdim. Soykan'ınkini de takmalıydım. Fiziğe karşı koyamazdık. Her türlü savrulacaktık. Ona uzanırken, sanki çok uzağımdaymış gibi bağırıyordum. "Direksiyon hakimiyetini kaybetme. Seninkini de takacağım." Soykan'ın dudakları itiraz etmek için aralanmak üzereydi. Bundan emindim ve vakit kaybetmeden göz hizasını zedelemeyerek üzerine uzandım. Kemerim buna engel olurken hemen çıkardım. Alttan, Soykan'ın bedenine eğildiğim yerden yarım yamalak görüyordum parıldayan metali.

Bedenimi üzerinde kaydırarak elime aldım ve yuvasına yerleştirdim. Aceleyle eski konuma gelip kendiminkini de hallettiğimde dudaklarımı araladım.

"Bitti."

Dudaklarım kapandığı anda arabanın çığlık atan tekerleri asfalttı zedeledi. Çığlığın yanında, yolda savrulan arabanın içinde ellerim iki yanıma bastırılmış halde duruyordum. Nefes nefeseydik ikimizde. Tekerler yanmadığı için dua edebilirdik. O hızda, ani gerçekleşen frenle tekerler yanmak şöyle dursun kemerler takılı olmasa ikimizde asfalta yapışmış olabilirdik. Araba yan bir şekilde duruyordu yolda. Ben düşüncelerime devam ederken Soykan, önümüzdekilerin çoktan geçmiş olduğu u dönüşü, yerinden hızlı bir geçiş yaptı. Diğerlerinin gelmesi zaman alacaktı.

Belki de onlar önümüzde duracak, hızla giden arabada tekere sıkarak takla atmamızı sağlayacaklardı. Arabayı başka türlü durdurabileceklerini sanmıyordum çünkü Soykan'ın onları ezip geçeceğinden emindim. Bu yüzden önümüze geçmişlerdi ancak Soykan planlarını boşa çıkarmıştı.

Az önceki hamlenin sarsıntısını hâlâ bedenimde hissediyordum. Şu an diğer yoldaydık. Önümüzdekiler bir sonraki dönüşe mi gireceklerdi yoksa geri gelip bizim yolumuzu mu takip edeceklerdi bilmiyordum. Soykan'ın o hızla giden arabayı durduracağını tahmin etmedikleri ise çok açıktı.

"Diri diri yaktıracağım onları meydanda. Aleme ibret olsun diye yaptıracağım."

Soykan'ın öfkesi ilk zamanlarımızı aklıma getirmişti. Yolumuzu kesip beni aldığı güne. Arabanın hakimiyetini kaybetmesini sağladıktan sonraki delirişine. Aynı haldeydi. Çaresiz bırakılmaktan nefret ettiğini haykırmıştı o gün bana. Yine aynı şeyleri yaşıyor olacak ki öfkesi içinden taşıyordu. Elini ara ara direksiyona geçiriyor, ardından da kendi kendine konuşup küfür ediyordu. Kafasını sallıyordu.

"Ne yapacağız şimdi? Ya geri dönerlerse?" Vereceği tepkiyi bekliyordum. Bu esnada da orta dikiz aynasından arkayı takip ediyordum ancak görünür de kimse yoktu. "Torpitoyu aç." dedi Soykan. Ardından arabanın hızını düşürdü. Bayağı bir mesafe alana kadar oldukça hızlı gitmişti çünkü. Sözlerini yerine getirmek isteyen tarafımla ellerim hızla hareket etti. Açtığım yerde bir silah vardı. Önce silaha ardından da Soykan'a çıkardım gözlerimi. Yavaşlayan arabayla o da bana bakıyordu şimdi. İki yana sallıyordum başımı. Bir daha aynı duyguyu yaşamasını istemiyordum ancak canın tehlikesi anlıktır, diyen Soykan'dı.

"Ver onu bana." dedi sert bir sesle. İstemsizce başımı iki yana sallıyordum. Gerçi silah olmazsa bile yumruklarıyla da istemediğim şeyler yapabilecek biriydi. "Ver yavrum. İhtiyaç olmadığı sürece kullanmayacağım." Bakışmamız devam ederken yola bakmasına engel olmamak adına hızla uzattım silahı. Ellerim titriyordu.
Soykan'ın parmakları silahı kavradığında çoktan kucağındaki yerini almıştı. Ben de arkama yaslanmıştım. Dağılan saçlarımı geriye doğru yatırmış, hızla nefes alıyordum.

Arabanın yavaşlama sebebini bulmaya çalışıyordum ki Soykan, yol kenarındaki tenha bir ara sokağa hızla giriş yaptı. Lastikler su birikintilerinden geçerken ses çıkarmış, çamurlar arabanın camlarına da sıçramıştı. Tenha yolda sağa sola saparak devam eden ilerleyişimiz bir binanın önünde sonlandığında Soykan, hızla kontağı çevirdi ve ışıkları kapattı. Hızlı olmam gerektiğine dair birkaç cümle sarf ettikten sonra aynı anda arabadan inmiştik. Adımlarım beni tam karşısında durdurduğunda silahı beline yerleştirmesini izliyordum.

Olacakları tahmin etmek ona bakmamı engellemişti. Rüzgarda savrulan saçlarım eşliğinde etrafa bakıyordum şimdi. Anladığım kadarıyla burası az önce gittiğimiz yolun kıyısındaki bir oteldi. Araba ön tarafta kalmasın diye arkadan gelmişti ve binanın üstüne kocaman 'HOŞ HOTEL' yazıyordu. Gittiklerinden emin olana kadar burada kalacaktık anlaşılan.

Etraftaki bakışlarımı ona çıkardım. Soykan'ı bir santim yakınımda görmeyi tahmin etmiyordum. Hemen önümde durmuş, mecburiyetin karıştığı bakışlarını bana sunmuştu. Nefesi gri hava buharına dönüşürken gözleriyle konuşuyordu. Ben de öyle yaptım. Kapattığım gözlerimle onu onayladım.

Eli belime uzandığında ilerlemeye başlamıştık. Oldukça kalabalık bir yer olacakki sayısız araba yanımızda duruyordu. Soykan'ın arabası da onların arasında fark edilemeyecek kadar tenhadaydı. Adımlarımız otelin girişinde durduğunda Soykan yönünü bana çevirdi. Kararlı bakışları eşliğinde dudaklarını araladı.

"Kucağıma gel ve kafanı sakın kaldırma. Baygın numarası da yapabilirsin ya da çok sarhoşmuş gibi davranabilirsin."

Sözleriyle kaşlarım çatılmıştı. Nedenini sorgularken anlamsız bakışlar attığımdan emindim. "Neden bunu yapıyorum. Ne ge-" Cümlemi tamamlayamadan havalanan bedenimle hızla kollarımı boynuna sardım. Soykan'ın sıcak nefesi saç diplerime vuruyordu.

"Tekin bir yer değil. Seni korumak zorundayım." Zorunda mısın? Peki neden? Sorular ve düşünceler zihnimde dolanırken susmayı tercih ettim. Başımı boynuna gizleyerek etrafa bakmayı reddetmiştim. İlerliyorduk. Artık içerideydik, kulağıma sürekli sesler geliyordu. Hoş olmayan, ağır bir koku ise girişte sizi karşılıyordu. Soykan'ın adımları bir süre devam ettikten sonra durdu. Ardından sesi duyuldu.

"Kral bize bir oda ayarlasana. Acele edersen sevinirim." Son cümlesiyle nefesi tekrar saçlarıma vurduğunda beni kastederek konuştuğunu anlamıştım. Bu yüzden acele et, demişti. Şimdi ise kulağımda gevşek bir erkek sesi yankılanıyordu. "Tabii abi," Abi derken gevşeyen sesi mide bulandırıcıydı. "Bekletmeyelim yengeyi. Malum." Adam demeye utandığım sesin sahibine bakmak isterken bunun yerine parmaklarımı Soykan'ın koluna geçirdim.

Bedeni kasılmıştı. Boynunun arkasından az da olsa etrafa bakmak istiyordum. Dışardan da pek lüks görünmeyen bu yer, apartmandan bozma bir mekandı. İşlem yaptırdığımız kısım üst kattaydı. Tavandan çamaşır ipleri geçiyordu. Merdivenlerin hemen karşısında, küçük bir yerdeydi, resepsiyon. Yılışık sesin sahibini önümde duran aynadan görüyordum.

Etrafta olan bakışlarım devam ederken bir kadın çığlığı duyuldu. Telaşla gözlerim irileşmişti ki mekan sahibi söze başladı. "Kusura bakmazsınız artık abicim. Herkes kendi derdinde." Sözlerine bir karşılık Soykan'dan gelmiyordu ancak yüzünü de göremiyordum. Ve o çığlık, sandığımın aksine çok daha farklı bir amaçla yükselmişti. Fuhuş evine mi düşmüştük?

Bakışlarımı tekrar etrafta dolandırırken yan taraftan bir kapı açıldı. Üstü çıplak, göbekli bir adam, karın kılları eşliğinde kapıda dururken arkasındaki kadın cilve dolu sesiyle onunla konuşuyordu. Kadın, çıplaktı. Kafayı yiyecektim şimdi. Soykan'ın bakışları orayı bulamazken ben de hızla gözlerimi diğer tarafa çevirmiştim. Ardından Soykan'ın kulağına fısıldamıştım.

"İğrenç bir yer burası. Ben burada kalamam." Midem bulanmaya başlamıştı. Hiçbir yere dokunmak istemiyordum. Kimse burada dinlenmek için durmuyordu. Aksine çok fazla efor harcıyorlardı.

Merdivenlerde olan gözlerim, orada takılı kalmaya devam etti. Önde mini etekli, kırmızı büstiyerli, sarının en açık tonu olan saçlarıyla bir kadın vardı. Arkasında, elini tutarak merdivenleri çıkan, bıyıklı ve orta yaşlı adam normal şartlarda yan yana göremeyeceğiniz o ikiliyi oluşturuyordu.

"İşlemleriniz tamamdır abi, üst katta odanız." Dikkatimi dağıtan sesle kendime gelmeye çalıştım. İsim veya kimlik istememişlerdi ki sebebi oldukça açıktı. İçimden mekanın bir baskın yememesi için dua ediyordum.

Soykan'ın eli belimden sıyrıldığında anahtarı aldığını anlamıştım. Yürümeye başladığında ise gözlerimi kapatmıştım. Bir üst katın merdivenlerini çıkmaya başladığını anladığımda ise hafifçe gözlerimi açtım. Resepsiyonda duran, saçlarının yarısı dökülmüş, dişleri çürümüş olan kumral adam bize bakarak konuşuyordu. Yanında yüzünü tam göremediğim bir adam vardı.

"Karı da güzelmiş ha. Böyle çift görmedim anasını satayım. Odada kamera olsa bunlarınki yok satar." Duyduklarımla gözlerim kocaman açılmıştı. Kısık sesle konuşmayı deniyordu ancak ben de duymuştum. Soykan'da duymuş olacak ki bedeni kasılmaya başlamış, adımları durmuştu. "Mekan belli. Böyle düşünmesi şartlara göre normal. Sakin ol. Atılırız buradan."

"Sikerim atılmasını. Neyden bahsettiğinin farkında mısın, anladın mı?" Yakıştığımızdan ve tensel bir temastan bahsediyordur. En fazla ne ima edebilirdi ki?

"Yakıştırmış işte adam. Bunların ki dediği ne olabilir? İkimizin olduğu bir film, afiş, dergi vs." Aklıma daha fazla bir şey gelemiyordu. Düşünmek istemiyordum ya da.

"Aynen film. Erotik bir film. +18 bir film. Daha açık halini de söylememi ister misin?"

Soykan adımlamaya başlamıştı tekrar.
Ben düşünmek istemedikçe adamın her şeyi pat diye anlaması tam bir fiyaskoydu gerçekten. Bulunmak istemediğim şu ortama mecbur olmak çıldırmama sebep olmak üzereydi.

"Söyleme. Lütfen söyleme. Her şeyi duyma, anlama. Kapıların arkasında çıplak kadınlar var ve buraya mecburuz. Ne yapalım? Birlikte mi dövelim adamı?" Sanki az önce kurşunlanan bir arabanın içinde değildik. Hâlâ dizlerim titriyordu mesela. "Az önce burada kalamam diyordun?" Ölmekten ziyade yanımda birinin ölmesini ya da öldürülmesini görmeyi hiç istemiyordum.

"Senin de çok hoşuna gitti galiba burası."

"Konsept güzelmiş."

Cümlesiyle elimi omzuna geçirdim. O ise merdivenleri bitirmiş düz alanda ilerliyordu. "Pislik yapma." Hırsımı alamayıp bir kere daha yumruğumu geçirdim. Soykan'ın yalancı inlemesi kulağımdaydı.

"Ne, ne vuruyorsun? Kapalı kapılar arkasında herkes özgür ve tek bir iş düşünüyorlar. Bizim neyimiz eksik?" Dalga geçtiği o kadar açıktı ki konuşmakta zorluk çekiyordu. Ve her zamanki gibi bilerek yapıyordu. Üst kata da gelmemizi fırsat bilerek hızla kucağından inmek için hamle yaptım ve başardım da. Ayaklarımın üstünde durduğumda tam karşısında dikildim. Gözlerinin içine bakarak dudaklarımı hakarete geçirdim.

"Millet sevişmeye gelmiş olabilir. Bizim gibi silahlı adamlardan kaçmamışlardır, eminim. Eksiğimiz yok. Fazlamız bile var." dedim silahlı düşmanlarımızı da kast ederek. Ona alttan bakışlarımı sunarken çatılan kaşlarımla bir bir cümlelerimi sıralıyordum.

"Yalnız biz kimseden kaçmadık."

"Kaçmadık mı? Ne yaptık peki?"

"Zekice bi hamle. Onlar alçaklık yapıp yanımda sen varken, silahla bile isteye, özellikle seni hedef alarak saldırdı, ben de onlara muhataplarını gösterdim."

Gülüyordum şimdi. Sinirlerim bozulmuştu. Evet, onlar mert değildi belki ama şu an arabada değildik. "Neden buradayız o halde?" Her şey bu kadar basit ya da planlı olamazdı. Mantıklı, kurallı ve daha nicesi.

"Yakıtımız az."

"Delireceğim şimdi. Delireceğim. Yani o dönüşü kaçırsan biz, olmayan bezinle delik deşik olacaktık öyle mi?"

"Belki de," dedi önce. Ardından devam etti. "Kaçırmayacağımdan emindim. Fena mı? Sana da eğlence çıkıyor işte."

"Eğlence mi? Sen buna eğlence mi diyorsun, be! Silahlı adamlardan kaç-"

"Kaçmadık." Sert bir şekilde söylediği tek bir kelimeyle tüylerim diken diken oldu. "Ben kimseden kaçmam. Kucaklarına oturmayacak kadar da aklımı kullanabiliyorum. Eğer bir gün kaçacak olursam, bundan haberin olur. Sana sorarım."

Söylediklerine karşılık vermek için dudaklarımı aralamıştım ki olduğumuz koridoru bir kadın inlemesi doldurdu. Onu da itaat isteyen bir erkek sesi takip etmişti. Gözlerimin kocaman olmasına engel olamayarak Soykan'a yaklaştım. Burada durmak istemiyordum. Sesler geliyordu. Yalnızca inleme sesleri değil. Konuşmalar ve çarpma sesleri her odadan farklı şekilde geliyordu. Ellerim benden bağımsız kulaklarımı bulduğunda hızla bağırdım.

"Ben burada durmak istemiyorum ya. Hiçbir şeye dokunmak istemiyorum. Midem bulanıyor."

Kaçar gibi Soykan'a yaklaşan bedenim hemen sarmalandı. Eli belimi bulup kendine çektiğinde göğsüne yaslanmıştım. "Deme ama öyle. Memnuniyet için yatak konusunda çok titiz olur böyle yerler." Ciddi ciddi dinliyordum. Gerçekten bir şey söylecek diye bekliyordum. Yaslandığım göğsünden ellerimi bastırarak uzaklaştım. Birkaç darbe indirmeyi de ihmal etmemiştim.

"Sus ya. Sus artık, sus. Sana da yerine de, düşmanına da hayranına da başlayacağım şimdi." Öfkeyle peş peşe sıraladığım cümleler eşliğinde konuşuyordum ki sözü Soykan devraldı.

"Bir dakika, bir dakika. Hayran mı? Ne alaka yani şu an? Yoksa sen, beni mi kıskandın?" Sözleriyle daha da çatılan kaşlarım alnımı sıkıştırıyordu. "Ne kıskanması be! Ne diyorsun?"

"Ben değil, sen diyorsun yavrum. Gördün tabii. Kadınlar çığlık çığlığa adımı haykırıyordu o gün. Kıskandın sen. Ben de diyorum, ayrı bir sinir, ayrı bir sahiplenme var bunda. Sebebi şimdi belli oldu."

Ellerim Soykan'ın göğsündeydi ancak o belimdeki elini hala serbest bırakmamıştı. Ben hakimiyeti altında hızla hareket ederken o da beni kendine bastırıyor, hareketlerimi kısıtlıyordu. Belimdeki kolunu sıkılaştırdığı an, parmak uçlarımda yükselmiştim. Soykan'ın kolu beni sabit tutarken, üzerime eğildi. Başını boynuma gömdü. Bir öpücük bıraktı. Nefesi tüylerimi şahlandırdığında Soykan gülüşünü bastırmak için yüzünü boynuma gömdü. Gülen dudaklarının kıvrımını hissediyordum.

"Eğleniyorsun değil mi? Hiç utanmıyorsun! Ben ne diyorum sen, ne diyorsun?" Kolları arasında mızmızlanıyordum şu an. Ciddi anlamda ağlayabilirdim bile. Sinirlerim fazlasıyla bozulmuştu. Belki de düşünmemi engellemek için yapıyordu ancak cidden dolmuştum. Soykan'ın diğer kolu da belimdeki yerini aldı. Artık bana sarılıyordu. Ben ise kollarım iki yanda öylece duruyordum. Soykan'ın dudakları hareketsiz kalırken bir öpücük bırakarak başını kaldırdı.

"Tamam, tamam. Kalmayacağız zaten burada. İste, buradakilerin hepsini çıkarayım buradan?"

"Nasıl çıkaracaksın?"

"İstiyor musun?"

"İstiyorum lan. Çıkar hadi. Nasıl yapacaksın?"

Soykan bedenimdeki kollarını çözdü. Elleri bu sefer kollarımdaki yerini aldı. İki yandan omuzlarıma yakın yerlere bastırdığı avuçlarıyla yalancı bir sinirle gözlerimin içine baktı. "Lan?" dedi soru sorar gibi. Ardından üzerime eğilmeye devam etti.

"Hiç duymadığım küfürleri büyük bir özenle eden bir adama göre çok nazik sorular soruyorsun. Yapma. Olmuyor." Ellerimi sert ve beklemediği bir şekilde kollarına geçirerek hakimiyetinden kurtuldum. Ardından konuşmasına müsaade etmeden sözlerime devam ettim. "Hadi, en son herkesi çıkarıyordun." dedim sahte bir merak kattığım sesimle.

"Sen de yaptıklarına karşılık çok basit imaları sorguluyorsun, saçma bir şekilde ama neyse. Gel benimle."

Sarf ettiği sözlerle ona sırtımı döndüğüm yerdeki konumumu değiştirdim ve yüzümü ona çevirdim. Kafamı iki yana sallayarak dudaklarımı aralamıştım ki kolumda parmaklarını hissettim. Sert olmayan tutuşuyla birkaç adım ilerimizde olan bir yerin önünde durdu. Bakış açımda olan sırtıydı. Ne yaptığını anlamak için hamle yapacaktım ki kırılma sesinin ardından tüm binayı saran alarmla çığlıklar ve kapı sesleri aynı anda gelmeye başladı. İnsanlar aceleyle odaların kapılarını açıyorlardı. Kimi tişört giyiyor, kimi çıplak bedenine büyük kabanlarını sarıyordu.

Yangın alarmını çalıştırmıştı. Ve evet, herkes buradan gidiyordu. Konuşma fırsatı yakalayamadım bir kez daha. Parmakları tekrar tenime gömüldü. Kısa süreli ilerleyişin sonunda önünde durduğu kapının kilidini açtı. Hızlı adımları odanın içindeki diğer kapının karşısını bulduğunda sert bir hamleyle açtı. Önce kendi bedenini ardından beni içeri soktu. O kadar eski ve dar bir banyoydu ki burası. Kırık bir lavabo, lavabonun ıslatabileceği yakınlıkta klozet ve hemen paralelinde bir basamak gibi örülmüş tuğlalar, tuğlaların üstüne koyulan camlarla duşa kabin görevi gören kısım vardı. Küçücüktü. Bir dolap kadardı.

Soykan hızla çektiği bedenimi duvara yasladı. Ardından kendini önüme siper etti. Kapıyı da aralık bırakmıştı. Gözlerine inanamayan bir tavırla bakıyordum. Onunla konuşmak adına dudaklarımı aralayacaktım ki girdiğimiz odanın kapısı gürültüyle duvara çarptı.

"Kimse kalmasın. Yangın çıktı. Koşun. Bu kat komple boşalmış abi, diğer katlara bakalım."

Kontrole gelen adamların sesi yakından, uzaktan her yerden geliyordu. Onların sesine diğerlerinin telaşı karışıyordu. "Delisin sen. Cidden deli." Gülüyordum. Ciddi anlamda sinirlerim bozulmuştu. Üstüne insanların can korkusu sebepsizce gülmeme sebep olmuştu. Soykan'ın gözleri gülüşüme takıldı. Bir süre dudaklarımda oyalanan gözleri gözlerimi buldu.

"On dakikaya her yer bizim. Korkudan yangını tesbit etmek için de giremezler bir süre. O zamana kadar da Aras'lar gelir."

"Ne ara haber verdin?"

"Hızlıyımdır." dedi göz kırparak. Öyle muzip söylemişti ki bunu dudaklarımın kıvrılmasına engel olamamıştım. "Şüphem yok." diyerek onayladım onu. Egosunun tatmin edilmesinden büyük haz alıyordu.

"Sizin iletişim sinyal uzaydan gelene kadar gerçekleşiyor zaten. İmkansız ama gerçek." Abartılı cümlelerimi başımı diğer tarafa çevirerek söylemiştim. Olabildiğince sessiz olmaya çalışıyordum. Gözlerine bakamıyordum. Gülme isteği doğuyordu içimde. Çünkü hiçbir şey yokken yaramazlık yapmış bir çocuk gibi bakıyordu. Haksız bir gurur vardı gözlerinde.

"Öyledir." dedi. Duyduğum sesiyle tekrar ona çevirdim başımı. O da gülmemek için titreyen dudaklarını zapt etmeye çalışıyordu. Bir adım daha attı, bana daha çok yaklaştı. Bu halleri Soykan'ın küçükken çok yaramaz olduğunu düşündürüyordu bana. Gözlerinde parlayan, muzur bir ifadeyle bakıyordu. Yüzümden silinmeyen alaylı ifadeyle konuştum.

"Ne yapıyorsun?"

"Ne yapıyorum?"

"Ne yaptığını çok iyi biliyorsun bence."

"Bilmiyorum."

"Ne yapıyorum, derken bile bir şeyler yaparken yaptığını çok iyi biliyorsun. Bilerek yapıyorsun."

"Evet, biliyorum."

"Tebrik falan mı bekliyorsun sen?" İnsanları dışarı çıkardığı için, dediğini yaptığı için değişik bir ifadeyle duruyordu karşımda. Söylemeyecek kadar ciddiye almasa da kendiyle çelişecek kadar keyifliydi aynı zamanda. Ve bu istemsizce gülmeme sebep oluyordu.

"Yo, beklemiyorum." dedi kısılan sesiyle. Başı biraz daha eğilmişti yüzüme. Gözleri yine gülen dudaklarımdaydı. Birden kitlenmesi ve gözlerini alamaması da aşırı keyiflenmeme sebep oluyordu. Üzerine yaşananların tümü sinirlerimi ele geçirip oyuncak edince daha da kontrolsüz oluyordu hislerim. Bu da gülüşümü derinleştiriyordu.

Soykan yaklaştı. Dudakları gülünce içeri çöken, gamze kadar belirgin olmasa da karaltısı yüzümde yer edinen kısma dokundu. Hemen yanımda duran yüzünde gözleri kapalıydı. Öpücüğünü tekrarladı. "Bu çukura ve içindeki iki bene bayılıyorum. Gülüşün tüm büyülerden daha etkili. Direkt ruha zarar." Boğuk çıkan sesiyle ben de gözlerimi kapatmıştım. Etraftaki sesler kesilmişti. Çok uzaktan silik birkaç mırıltı geliyordu, o kadar. İçimde durmak bilmeyen hissin esaretin kapıldım ve dudaklarımı araladım.

"Şu an beni öpmek mi istiyorsun?" Düşünmeden, bir çırpıda çıkmıştı bu sözler dilimden. Vereceği tepkiyi bekliyordum. Gözlerim açılmıştı. Soykan'ın yüzü hâlâ birkaç santim yanımdaydı. Gözleri kapalıydı ancak yüzünde içimi titreten bir gülümseme hakimdi. Ellerinden birini kaldırdı ve duvara koydu. Ardından sesini bana duyurdu.

"İsteklerimi genelde dile getirmem. Öpmek istesem, öperim az önceki gibi. Ama fuhuş evinden bozma bir otelin tuvaletinde seninle öpüşecek değilim."

Sözleriyle dudaklarım kıvrıldı. Demek öyle. Tek kaşım istemsizce kalktığında nefesimi hissedeceği yakınlığa gelerek fısıldadım. "Öyle mi?" Vereceği tepkiyi beklemeden sıktığı dişleriyle gerilen yüzünü izleyerek beni sıkıştırdığı yerden çıktım. Hızlı adımlarla odanın ortasına geçtim. Arkamı dönüp baktığımda Soykan'ın aynı pozisyonda beklediğini görmüştüm.

"İstesen bile karşılık vereceğimi sanmıyorum. Sadece senin isteklerin ve yapacakların yok, maalesef. Ben de varım." Meydan okuyan sesimle düşüncelerimi ona ilettim. Bedeni hareketlenmeye başlamıştı. Hızla arkamı dönüp odanın içinde ilerlemeye devam ettim. Soykan'ın güldüğüne dair çıkardığı ses banyoda yankılanmıştı. Sinsi ve tehlikeli bir sesti bu.

Yatağın hemen yanında dikiliyordum. Odada bir tane de koltuk vardı. Kahverengi, her yeri sigara yanığı dolu bu koltuğun önünde siyah, büyük bir sehba vardı. Yatak tamamen beyazdı. Üzerinde havlular vardı. Ben odayı incelemeye devam ederken Soykan camın kenarından aşağıya bakıyordu. Işık açıktı ve görünebilirdi. Hemen gittim, önce ışığı sonra da kapıyı kapattım. Tekrar yatağın yanına geldiğimde ise ne kadar tereddüt etsem de kendimi yatağa bıraktım. Soykan'ın dediği kadar vardı.

"Camdan dışarı bakıyorsun ama ışık açık, kabak gibi görüneceksin. Nasıl akıl edemedin bunu, çok zekisin ya!" Yapacak hiçbir şey yoksa Soykan'la uğraşmak vaktin geçmesi için iyi bir fikirdi her zaman. Bunu ondan öğrenmiştim.

"Yangın var diye seks yaparken kaçan insanların içerde kim var diye, 3. Kata bakmayacağını tahmin edecek kadar zekiyim, doğru."

"Öyle mi? Peki peşimizde olanlar? Ya buradan çıkmamızı bekliyorlarsa, ya tahmin edip geldilerse, aşağıda bir yerde gözetliyorlarsa? Hani onlar seks yaparken kaçmadı ya?" Onun gibi açık açık konuşuyordum ben de. Onun gibi, onun dilinden.

"Karşındaki kişi ben olmasam söylediklerin etkileyici olabilir. Ama hayatım, hâlâ daha beni fazla hafife alıyorsun. Şimdi biraz düşünelim. Önüne kırmak istediğin araba bir şekilde seni atlattı. Bir sonraki dönüş neredeyse 6 kilometre uzakta. Bunu biliyor mu, bilmiyor mu, emin değiliz. Bizim gibi yaptı. Ters yönden güzergah değiştirdi diyelim ki biz buraya gelene kadar peşimizde kimse yoktu. Bu da ilk ihtimali güçlendiriyor. Döndüler, geldiler. Benim gibi bir adamın hiçbir güvenliği olmayan, mahalle abilerinin bile basabileceği bu yere girip girmediğini bilmeleri gerekiyor. Yaptıkları da zekalarını öne çıkarıyor ki o zeka onlarda yok. Hadi diyelim düşündüler. Biz buradayız. Ya da değiliz geçiyorlar. Tüm insanlar panikle dışarıda. Burada bi olay var. Sordular, öğrendiler. Herkes aşağıda, biz yokuz. Sence çıkıp teker teker odaları mı ararlar, yoksa yangının gerçekliğine inanıp giderler mi? Unutma belki de biz hâlâ yollarının üstünde, önlerinde ilerliyoruz."

Hayatım, dediği andan itibaren dinleme konusunda zorluk yaşasam da yangın alarmına basmasının asıl sebebini öğrenmek, öylece kalmama sebep olmuştu. Her defasında çözdüm bu adamı, diyordum ama her seferinde beni çok farklı yerlerden vuruyordu. O yüzden ne onunla ne de onun zekasıyla uğraşacak durumda değildim.

"Neyse ne! Bunlar ilgi alanım dışında zaten. Yalnız dediğin kadar varmış. Yatak gerçekten aşırı derece rahat."

Onun cümlelerini yok saymak adına yatağa yayılmıştım. Az önce ben hiçbir yere dokunmak bile istemiyorum, dediğim yerde ve yataklarından birine. Eve gidince duş alacaktım zaten. Sırt üstü yattığım yerde gözlerimi kapatmış duruyordum. Evin kapısından girmeden içim rahat etmeyecekti, biliyordum. Çünkü bana göre o adamlar belki de en alt kattan başlamış, yerimizi arıyordu. Verebilecekleri bir zarar yoktu. Eğer ki uzaktan ateş açmazlarsa, Soykan'a güveniyordum ancak zihnimin bu arbedeyi kaldırabileceğine güvenmiyordum.

"Yatağın ne kadar rahat olduğunu farklı şekillerde de test edebiliriz. Malum yalnızca ikimiz varız."

Nefesimi kesen, üzerime çıkan ve etkileyici sesiyle konuşan Soykan oldu. Evet bir ima bekliyordum ancak yattığım yerde üzerime çıkmasını beklemiyordum. Ellerinden biri boynumda geziniyordu üstelik. Saçlarımı geri çekiyor, boynumu okşuyordu. Başı gözlerimin önünden kaydığında sahip olduğum gerginlikte bunu istemiyordum.

"Gerçekten bir şey deyince de laf ediyorsun. Hadi tahminlerin çıkmadı. Adamlar binaya girdi. Ya nasıl endişe etmezsin birinin sırtına kurşunu sıkmayacağından, delireceğim." Sitem yayılan sesimle aksi bir şekilde konuşmuştum. Bazı şeyler o kadar basit değildi ya da kaldırması kolay olmuyordu. Soykan ellerini sözlerim üzerine iki yandan yatağa bastırdı. Dışardan vuran ışığın izin verdiği kadarıyla gözlerine bakıyordum.

"Gördüm. Geçtiler. Gittiklerini gördüm. Rahatladın mı? Oldu mu, tamam mıyız?" Sesindeki sertliğin sebebi tahmin ettiğim şeydi. Ona güvenmediğimi düşünüyordu. Aslında onun için endişeleniyordum ancak bunu hiç görmüyordu.

"Öpebilir miyim şimdi seni?"

"Hani sen istediklerini söylemezdin?" Açık açık meydan okuyordum. Soykan ellerinden birini indirerek üzerime eğilmeye başlamıştı. Boşta kalan eli bacağımda geziniyordu. "Sen öğrettin ya az önce. Sadece benim isteklerim yok." Az önceki öfkesinin külü dahi kalmamıştı. Masumca konuşuyordu.

"Öğrenmeye bu kadar açıksın yani?" dedim dürüstçe. Açık olmadığını hepimiz çok iyi biliyorduk. Yine bilerek yapıyordu. Suyuma gidiyordu yani. "Öyle," dedi nefesinin sıcaklığı yüzüme yayılırken. Bedeni altında eziliyordu bedenim. Bacağımdaki eli dikkatimi oldukça dağıtıyordu. Yüzlerimiz arasında yalnızca bir karış kalmıştı.

"Fuhuş evinden bozma bir otelin yatağında seninle öpüşecek değilim."

Güldü. Gözlerini ağırca kapatıp açtı. Başı yana çekilirken nefesi de yüzümden gitti. Bir süre öyle bekledikten sonra hiç beklemediğim bir anda hızla dudaklarıma yaptığı hamleyle öpüşmek üzereydik ki bu sefer başımı ben çevirdim. Soykan bacağımdaki elini çeneme çıkardı. Saniyelik oluyordu, tüm bunlar. Gülmeye devam ediyordu. Yüzümü sabitlenmek istiyordu ancak kararlıydım. Hani sadece onun istekleri yoktu? İtiraz dolu cümlelerimi sıralamak üzereydim ancak bunu engelleyen odanın duvarlarını inleten zil sesi oldu.

Telefonu çalıyordu. Soykan başını şakaklarıma yaslayıp böyle yapmamam gerektiğini söylüyordu. Telefon umrunda değildi. "Telefonuna bak." Nefesi boynuma yayılıyordu. Çenemdeki eli dudaklarımı okşuyor hatta eziyordu. Dişlerim dudaklarımı acıtıyordu.

"Gözlerime bak."

Kafamı çevirmedim. Başı boynuma gömüldü. Islak bir öpücüğü oraya bıraktı. Derin bir nefes alarak burnunu boynumda gezdirerek ilerletti. Dişleri kulak mememi bulduğunda acıyla inlememek için zor duruyordum. Boğuk sesinin esiri olmuştu. Alnını tekrar şakaklarıma bastırarak fısıldadı.

"Hesaplaşacağız."

"Hesaplaşalım."

Cümlesine verdiğim karşılıkla Soykan kendini yan tarafa atmış, kapanmak üzere olan telefonu yanıtlamıştı. Dışarı çıkan hafif sesin, Aras'a ait olduğunu anlamıştım. "Abi neden açmıyorsun?" demişti ilk başta. Sesi sitemliydi. "Açtık ya lan işte. Söyle ne oldu?" Aras'ın sesini Soykan'ın aksi sesi takip etmişti. Başımı yana çevirerek, telefon ışığının yanağını aydınlattığı yüzünü izliyordum. Hamlemle Soykan çatık kaşlarıyla süslediği bakışlarını bana çevirmişti.

"Bahsettiğin arabayla yolda karşılaştık. Adamlara aldırdım. Götürüyorlar." Büyük bir ciddiyetle dinlediği sözleri aynı ciddiyetle karşıladı. "Yaktıracaksın Aras. 25. Bölge'nin meydanında diri diri yaktıracaksın onları."

"Abi iyi, güzel de. Bunlar baş değil kuyruk. Emin misin?"

"Önce kuyrukları yakalım sonra başları koparırız. İbrete alem olacaklar. Haber sitelerine düşecek bu gece."

"Tamamdır Baran. Adamlara iletirim. Biz geldik. Arabanın yanındayız." dedi Aras. Konuşmanın sonuna yaklaştıklarını düşünüyordum. "Arka taraf kalabalık mı?" Soykan'ın sözleri üzerine derin bir nefes alan Aras soruyu yanıtladı.

"Çok değil. Herkes telaşlı, arabalarına biniyor. Çıkın siz." Aras telaşlı, dediği anda Soykan'ın bakışları tekrar beni bulmuştu. Sert bakışları yüzümde gezinirken dudaklarını araladı.

"Geliyoruz."

Vakit kaybetmedi. Hızla kapattığı telefonu yattığı yerden cebine sıkıştırdı. O meşguliyetine devam ediyordu. Bunu fırsat bilerek yataktan kalkmak için hamlede bulundum ancak Soykan bunu engelledi. Ani bir hareketle beni üzerine çektiğinde bükülen belimle kucağında duruyordum.

"Nereye gidiyorsun? Hemen geliyoruz, demedim. Vaktimiz var." Alttan bayık bakışları eşliğinde kurduğu cümleler, ciddiyetle çıkmıştı ağzından.

"Saçmalama. Erken çıkmazsak Aras gelir. Yürü, hadi!"

"Gelsin. Konum atmadık ya. Oradan da vakit kazanırız."

"Delirme ve beni delirtme. Kalk gidiyoruz." Sert bir dille konuştum. Ellerini iki yandan yatağa bastırarak kalkmamı engellemesini önledim. Ayaklarımın üzerinde duruyordum ancak bileklerini tuttuğum için üzerine eğiktim.

"Bileklerimi çeksem üzerime düşeceğini biliyorsun değil mi?"

"Biliyorum ve yapmanı istemiyorum. Kalk lütfen." Biraz kibar olmanın sorun olacağını düşünmüyordum. Ancak Soykan'ın kaşları son kelimemle bir hayli çatılmıştı. "Lütfen mi?" demişti yüzünü buluşturarak.

"Evet."

"Bir daha tekrar etmemen için kalkıyorum."

"Kalk canım, kalk yavrum, kalk hayatım." Abartılı bir sesle ona iltifat ediyordum. Soykan'ın yüzü korkunç derecede kötü bir hal aldığında ise gülmemek için zor duruyorum.

"Bir daha bana sakın iltifat etme. Ben söylediğimde de mi böyle oluyor? Öyleyse bir daha demeyeceğim."

Hayır, demek istedim. Ancak gözlerine bakmaktan başka bir şey gelmedi elimden. Cevap vermedim. Sesinin çok güzel olduğunu ve iltifatların çok etkileyici bir tonda kulağıma yayıldığını bilmesine gerek yoktu.

Soykan nihayet yattığı yerden kalktı. Dikildiği yerde kısaca üstünü başını düzelterek elini belime yerleştirdi. Ardından ilerlemeye başladı. Geldiğimiz yerleri tek tek gittik. Çıkışın önünde kapıyı itiyorduk şimdi. İnsanlar topluluk halinde duruyordu birkaç yerde. Sayıları azdı. Çoğu arabasına yerleşmişti. Araba sayısı azalmıştı. Gidenler de vardı.

Bakışlarımla etrafı tararken az ileride olan Aras'ı gördüm. Bu esnada ilerliyorduk da. Aras ise sigara içiyordu. Bizi bekliyordu. Büyük ve geniş bir arabayla gelmişti. Yanında durduğumuzda yerde olan bakışlarını bize çıkardı. İkimizi de tek tek kontrol etti.

"Bir şeyiniz yok değil mi?" Kafamı iki yana salladım hemen. Soykan ise konudan bağımsız bir şekilde konuşmuştu. "Benim arabayı çocuklara aldırırsın. Yakıt az zaten. Petrole bile gitmez. Şişeyle alıp koysunlar." Soykan'ın cümlerini büyük bir dikkatle dinledi Aras.

Ardından onayladı. Önünde durduğu arabanın sürgülü kapısını açarak geçmemizi bekledi. İkimizde koltuğa yerleştiğimizde Soykan uzandı ve kapıyı kapattı. Aras şoförün yanındaki yerini almıştı. Yani öyle tahmin ediyordum. Ön taraf görünmüyordu ancak kapının sesini duymuştum.

Loş bir ışık hakimdi arabada. Sütlü kahve deri koltuklar, ön kabinin görünüşü engelleyen ara bölme ve bölmenin üzerinde de küçük iki ekran vardı. İçerisi tavandan geçen led ışıklarla aydınlanıyordu ama ışık kısıktı. Olduğumuz kısım küçük bir oturma alanı gibiydi. Lükstü. Camın alt kısmında açılabilir, açıldığındaysa masa görevi görecek ahşap parçalar vardı. Sıcaktı.

Soykan gözlerimin içine baktıktan sonra öne uzandı ve ara bölmeye iki kere tıklattı. Yaptığının üzerinden çok geçmeden araba harekete geçmişti. Ona bakıyordum. O da bana. Sürekli olaylar oluyordu, olan anlık unutuluyordu ancak tam da böyle zamanlarda hatırlatıyordu kendini. Yorulmuştum. Alışmayı bile deneyemediğim bu kısacık zamanda ciddi anlamda yorulmuştum.

Soykan oturduğu yerde yana kaydı. Tam anlamıyla dibe yaklaştığında avucunu iki kere dizine vurdu. Uzanabileceğimi söylüyordu ve ben de bunu istiyordum. Bakışlarım gözlerine doğruyken gözlerimi kapattım.

Dudağımın kenarını içerden ısırıyordum. Bazen yalnızca durmak istiyordum. Şu andaki gibi. Düşüncelerin sesi olmadan, yorgunluğun ele geçirdiği bedenimle. Dudağımı ısırmaya devam ediyordum ki Soykan'ın sıcak parmağı soğuk tenime değdi. Isırdığım yeri serbest bırakmamı sağladı.

Kapalı gözlerimi açarak baktım ona tekrar. Bazen çok hisli bakıyordu. Ve bu bana ağır geliyordu. Bunu devam ettiremediğim anda vakit kaybetmeden dizine başımı koydum. Bacaklarımı toparlayarak koltuğa değmeyecek bir şekilde ayarladım. Yolumuz uzundu. Biraz da olsa zihnimin dinlenmesini istiyordum.

Bir süre açık tuttum gözlerimi. Kapandığı anda düşüncelerin sesiyle geri açıldı. Bilinçsizlik bir türlü beni avucuna alamıyordu ve bunu fark eden tek ben değildim. Öyle ki parmak uçlarını saç diplerimde hissettim. Saçlarımı seviyordu. Okşamıyordu. Seviyordu. İçimdeki küçük kalbi onarıyordu. Yanakları ısınıyordu o kalbin sahibinin. Etekleri zil çalıyordu. Zihnim boşluktu şimdi. Parmakları kulağıma değiyordu ve bu daha da mayıştırıyordu beni. Daha fazla engel olamadım. Düşünceler ve kötü hisler bir avucun içinde kaybolmuştu. Bunu ise kocaman bir adam yapıyordu.

Daldığım derin uykunun huzurlu olmasını sağlayan bir koku duygularıma yayılıyordu ki bir cismin yere düşerken çıkardığı sesle gözlerim aralandı. Zihnim tam anlamıyla açılmadığında gözlerim sürekli aralanıp kapanıyordu. Düşen cisim yerde sekiyordu. Çıkardığı ses de kademe kademe uykumu aralıyordu.

"Hay senin elinin ayarını sikeyim Aras!" Soykan'ın sert sesi hemen yakından kulağıma geliyordu. Baktığım görüntünün netleşmesi halinde üzerime eğik olan Soykan'ın bedenimi, koltuğa bırakmak üzere olduğunu fark etmiştim. Başı arkaya dönüktü. Söylendiği Aras'a bakıyordu. Açılan gözlerimle hafifçe kımıldadığım da Soykan kollarını bedenimden çekmiş, bedenini dikleştirmişti.

"Ne yapayım lan? Açlıktan elim ayağım titriyor." Aras konuştuğunda Soykan bana çıkardığı gözlerini tekrar Aras'a çevirmişti. Şuurum tam anlamayla yerine gelmediği için bilinçsizce yattığım yerden doğrulmuş, oturan bir konuma geçmiştim.

"Ben gidiyorum. Bir şeyler hazırlayacağım. Bakma öyle, bilerek mi yaptık?" Aras'ın gerginliğini açlığına yoruyordum. Aksi halde kendisi mahcubiyet duyardı. Soykan olduğu yerden ona doğru bir adım atmıştı. "Siktir git lan, ne yapıyorsan yap!" Soykan'ın hamlesi ve sert sesiyle Aras hızla mutfağa doğru ilerlemeye başlamıştı. Gözleri tekrar benim üzerimdeydi şimdi. Kısaca kontrol etmiş ve sonra her zamanki koltuğuna oturmuştu.

Uykum açılmıştı. Başım biraz sersemdi ancak onun da kısa süre içinde geçeceğinden emindim. Nihayet evin içindeydik. Dönebilmiştik. O güven hissi tam anlamıyla içimde şu an vardı. Güvende hissediyordum ama üzerimdekilerle hiç rahat değildim. Onlardan kurtulmak istiyordum bir an önce. Vakit kaybetmeden oturduğum yerden kalktım.

Önce ayağımdaki botlardan kurtulup olduğumuz konumdan uzak bir yere atmıştım. Ardından üzerimdeki kabanı çıkartıp boş olan koltuklardan birinin başına koymuştum. Üzerimdeki kazağı düzelirken karın bölgemdeki sertlik dikkatimi çekmişti. Normalde de vücudum sıkıydı ancak sanki eğitimlerden sonra daha sert bir hale gelmişti. Bunu fark ettiğimde ellerimle vücudumu kontrol etmeye devam ettim. Başımı aşağı eğmiş, kazağın üzerinden kendime bakıyordum. Bu durum sebepsizce hoşuma giderken bakışlarımı kaldırdım.

O esnada Soykan'ın bakışlarının yaptığımı sorgulayan bir ifadeyle üzerimde olduğunu görmüştüm. "Bir şey diyeyim mi? Karın bölgem aşırı sıkılaşmış. Vursan etkilenmem bence?" Son cümlele Soykan gözlerini devirip kafasını çevirmişti. Bunu fark ettiğimde hızla oturduğu koltuğa doğru ilerlemiş, başında dikilmeye başlamıştım.

"Ne göz devriyorsun be! Kalk. Bakalım. Vur bir tane, bekliyorum." Vur, derken kendim hafifçe sertliğini keşfettiğim yerlere vurmuştum. Soykan bana bakmaya başlamıştı yeniden ancak başını olumsuz anlamda sallıyordu. İnanmama sebebi neydi? Hani o eğitimi kendisi vermişti? Bununla övünüyordu. Üzerine doğru hamle yaptım. Kollarına parmaklarımı sardığımda kalkması için cümleler kuruyordum.

"Kalk hadi! Kalk deneyelim. İnanmıyorsun." Soykan bıkmış bir ifadeyle bakıyordu şimdi. Ben ise çekiştirmeye devam ediyordum. Kalkmalıydı. Kalkacaktı. Soykan kollarını geriye çekerken üzerine daha çok yaklaşmamı sağladı.

"Sen uyuyup uyanınca hulka dönüştüğünü falan mı sandın? Ne gördün rüyanda?"

"Ne görebilirim? Az önce fark ettim ya! Kalk hadi, kalk!" Israrıma ve çekiştirmeye devam ediyordum. Soykan isteksizliğini belli eden sesler çıkarırken oturduğu yerden kalmıştı. Şimdi ona alttan bakıyordum. Kalktığı için de kollarımı çekmiştim. Az önceki gibi vuracağı yeri gösteriyordum.

"Vur, hadi. Buraya."

Başını olumsuz anlamda salladı.

"Vursana! Bana vur, diye yalvarayım mı?"

"Vurmam!"

"Neden?"

"Öyle!"

Söylediklerime seri halde cevap veriyor ve önünü kesiyordu. Kestirip atıyordu ve gözlerime yapmayacağına dair kesin bir ifadeyle bakıyordu.

"Vurur musun lütfen?"

"Lütfen, burada işe yaramaz. Vurmayacağım!"

"Ya vursana! O eğitimi ben verdim diye övünüyordun! Vur işte." Her cümlemin sonunda başını olumsuz anlamda sallıyordu.

"Ben vurmam. Sen vur."

"Ben niye vuruyorum? Ne alaka şimdi?"

"Vücudunun geliştiğini iddia ediyorsan bunu yumruklarınla ispat et. Yumruk, vücut kullanılarak atılır."

Dediğini yapmak istemiyordum ancak geliştiğimi göstermek de istiyordum. Çünkü eğitimlere hâlâ devam ediyorduk. Ağırlık çalışmaya da başlamıştık. Yumruklarım gelişsin diye program hazırlıyordu ya da kendimi ani durumlarda savunabilmem için taktikler veriyordu.

"Hadi, vur bakalım. Gelişmiş misin göre-" Soykan'ın cümlesini bölen yumruğum oldu. Benim gibi nereye vurmam gerektiğini göstererek konuşuyordu ki gösterdiği yere yumruğumu geçirmiştim.

"Hasiktir lan!" Lan kelimesini uzatarak söylemişti. Dişlerini sıkıyordu. Bunu beklemediği açıktı. Darbeden haberi vardı ancak beklemediği şiddetiydi. Nefesi kesiliyordu. Beli hafif bükülmüştü. Gerçekten canı yanıyor muydu rol mü yapıyordu?

"İyi ki biraz daha yukarıyı göstermemişim. Nasıl bir kinle vurdun kızım sen? Kaburgamı kırarmışsın bu hislerle." Sözleri keyiflenmeme sebep oluyordu. Dudaklarımı birbirine bastırmış, ellerimi de arkamda birleştirmiştim. Sesimin kaymamasına özen göstererek konuşmuştum.

"Gerçekten canın yandı mı? Rol yapıyor gibisin."

"Nefesimi kestin amına koyayım! Ne rolü. Bağıracağım şimdi acıdan. Hiç beklemediğim şekilde vurdun. Salak gibi karın boşluğumu işaret ettim ben de."

Gülüyordum şimdi. Kendini tuttuğu belli oluyordu. Keyiflenmiştim. Hem de bayağı, kahkaha bile atabilirdim çünkü Soykan gibi bir adamın canını yakmıştım. "Düzgün konuş ya! Vay be Soykan! Demek senin canını benim yakacağım günler de gelecekti." Sözlerimle belini doğrultmuştu. Bunu yaparken kısık bir şekilde inlese de hamle yaptığı an bağırmıştı. Gerçekten bağırmıştı, acıyla. Bir adım arkaya atarken gülüyordum.

"Benim canımı çok farklı şekillerde yakıyorsun zaten. İlk değildi."

"Öyle mi?" dedim gülerek. Yüzüme de yalancı bir üzüntü eklemiştim. "Gül sen gül. Hepsini yazıyorum bir kenara. Listen kabarık."

Sözlerine karşılık kaşlarımı kibirle kaldırdım. Ardından aramızdaki mesefeyi açmak yerine tamamen kapattım. Elimi karnındaki elinin üzerine koymuştum. Önce elini hafifçe okşamış sonrasında bastırmıştım.

"Bak sen." Soykan'ın kısık inlemesinin arasında keyifle çıkmıştı bu sözler dilimden. Acıdığını iddia ettiği yere hafif dokunuşum dahi canını yakıyordu. İnanamıyordum çünkü ben bu adamın kolundan ayık bir haldeyken kurşun çıkardım.

"Ulan sizin bu hanımcılığınızı ne yapacağız lan? Bir saattir izliyorum, şuradan. Bir de canın yanmış gibi tepki vermiyor musun? Bayılacağım şimdi! Ey aşk sen neler göstereceksin bu gözl-"

Olduğumuz yere büyük adımlarla gelen, gelirken konuşmayı da ihmal etmeyen Aras hemen karşımızda duruyordu. Sözlerini tamamlayamama sebebi ise Soykan'ın sözleri olmuştu.

"Aynı darbeyi sen alsan yerden kalkamazsın lan! Ne anlatıyorsun?" Aras'ın gelişiyle bir adım geriye gitmiştim. Bakışlarımı önce Soykan'ın üzerinde sabitledim. Aras'a bakıyordu. Ben de gözlerimin odağına onu aldım. Meydan okuyarak konuşmaya başlamıştı şimdi.

"Gelsin, vursun kardeşim. Ne tantana yaptın? Etkilenmezsem ne ver-" Aras'ın sözlerini yarım bırakan bu sefer ben oldum. Bu kez de ona geçirmiştim yumruğumu. Aynı yere, aynı şekilde. Böylece Soykan'ın numara yapıp yapmadığını da görmüş olacaktım. Görmüştüm de. Aras Soykan'ın aksine daha fazla bükmüştü belini.

"LAN!" Haykırırcasına dilinden çıkan tek kelimeyi uzatarak söylemişti. Bu kez kahkaha atıyordum. Ne oluyordu? Nasıl oluyordu? "Sen de mi numara yapıyorsun Aras?" Büyük bir keyifle sormuştum sorumu. Sesi kesilmişti. Eli direkt olarak vurduğum yerin üzerine gitmiş, acıyla yerinde debeleniyordu.

"Dua et aramızda çok büyük bir engel var Mira. Yoksa be-" Aras'ın lafı sürekli yarım bırakılıyordu şu dakikalarda. En az benim kadar keyifli çıkan sesiyle Soykan konuşuyordu. Aras'a yaklaşmış, elini ensenine atmıştı. "Ne oldu aslanım? Niye kedi oldun? Numara mıymış?" Aras hızla Soykan'ın elini itti. Zor da olsa dikleştirdiği bedenini Soykan'ın karşısında konumlandırdı. Acı yüzüne de yayılmıştı.

"Ben gidiyorum lan mutfağıma. Ne bok yerseniz yiyin. Öldürün birbirinizi, benden uzak durun. Ne. Bok. Yerseniz. Yiyin!" Sözlerinin ardından sekteye uğrayan adımlarıyla gözden kayboldu Aras. Ben ise hâlâ gülmeye devam ediyordum. Bunlar görebileceğim manzaralar değildi. Hani aniden bir çocuk size vurur da hiç beklemediğiniz bir darbeyle karşılaşırsınız ya? Büyük ihtimalle bunu yaşıyordu ikisi de.

"Kolay kolay da canı yanmaz he itin. Ağlayacaktı neredeyse." Soykan kendine yaptığımın aksine Aras'ın haline daha çok keyiflenmişti. Yüzünde aptal bir sırıtış vardı. "Senin de öyle diye biliyorum ama neyse." dedim kaçar gibi. Ardından Soykan'ın hamle yapmasına müsaade etmeden kendimi koltuğa bıraktım.

_

Aradan iki saat geçmişti. Yemeği yemiştik, üstüne Aras çoktan gitmişti. Aras'ın eli gerçekten lezzetliydi. Daha önce yemediğim lezzette soslu bir tavuk, yanına da pilav yapmıştı. Salata ve içecek eşliğinde o kadar çok yemiştim ki patlamak üzereydim. Sanırım Soykan'ın yanına geldiğim günden beri ilk defa bu denli yemek yemiştim. Patlamak üzereydim.

Oturduğum koltuktan hafifçe kalçamı kaldırdım. Ardından hızla pantolonumun düğmesini açtım. "Patlayacağım şimdi." Bu kadar yediğim için kendime kızmıştım. Bu yüzden sinirle çıkmıştı sesim. Düğmeyi açtığımda rahatlamıştım az da olsa. Ve gözlerimi benden daha çok yiyen ancak büyük bir rahatlıkla sigarasını içen Soykan'a çıkarmıştım.

"Normal. Gerginlik midene vurdu. Şaşırdım bu kadar yemene ayrıca."

"Çok lezzetli yapmıştı ya. Çocuğun yaptığı yemeği yedim bir de sanki onu yumruklamamışım gibi. Ama yalan yok. Şimdi karşımda olsa neden bu kadar güzel yaptın, diye de bir tane geçirirdim."

Bayılmak üzereydim. Nefes almakta bile zorluk çekerken sitemle konuşuyordum. "Kalk," dedi Soykan, sigarasını küllüğe bastırıken ani bir şekilde. Şaşkınlıkla kaşlarım çatıldı. "Ne?" Soykan çoktan oturduğu yerden kalkmış, saatler önce benim yaptığım gibi tepemde dikilmeye başlamıştı. "Kalk, hadi. Nasıl rahatlayabileceğini biliyorum." Dalga mı geçiyordu acaba benimle? Çünkü bu durumu kendi evimde de sürekli yaşıyordum. Biraz uzanmadan geçmesi imkansızdı. Karnım kasılıyordu.

"Nefes bile alamıyorum. Ne kalmasından bahsediyorsun sen?"

"Adrenalin," dedi önce. Çok beklemeden devamını getirdi. "Odaklandığın her şeyi paramparça eder. Ben de sana çok heyecanlı dakikalar yaşayacağım." Anlamamış olmamanın verdiği ifadeyle bakıyordum ona. Kaşlarım çatılmaktan ağrımıştı. Yüzüm buruşmuştu.

"Ne geçiyor senin aklından yine? Pislik peşinde misin yoksa?"

"Bence fikrini zikreden sensin. Fazlaca da fesat olmalısın. Pislik yapabileceğimi nasıl düşündün?"

"Sana çok heyecanlı dakikalar yaşayacağım, cümlen pek masum gelmedi."

Oturduğum yerden, kirpiklerimin altından bakıyordum ona. Anlamaya çalışıyordum. Başımda ısrarlı sözleriyle dikiliyordu. "Antrenman yapmaktan bahsediyordum. Her zamankinin aksine adrenalin salgılayacağın birkaç hamle yapacaktım." demişti dürüstçe. Ardından cevap vermemi beklemeden kolumdan kavrayarak kaldırmıştı beni.

"Üstüne kusacağım şimdi! Ne antrenmanı?" Ben ona itiraz ederken Soykan durmadı. Kolumdaki elini sıkılaştırdığında ne yaptığını sorguluyordum ki bir kolunu hızla boğazıma sardı. Çok bastırmasa da nefes almakta zorluk çekiyordum. Kalbimin ritmi bozulmuştu anında.

"Bu şekilde kusamazsın ama," İlk cümlesi bu oldu. Son olmadığını ise tekrar konuşarak ispatladı. "Söylesene, biri şu şekilde boğazına yapışsa ne yaparsın?" Sorusunun ardından kolunun baskısını birazcık arttırmıştı. Nefes alamayacaktım biraz daha bastırsa. Şişkinlik falan kalmamıştı. Midem aklımda bile değildi. Yine nefes alamıyordum ancak bu sefer korku kanıma karışmıştı.

"Ne yaparsın diye soracağına daha önce yaşadın mı desene? Ne bileyim ben? Kaç kere boğazıma yapıştılar da bileceğim?"

"Öğretmek için buradayım zaten." Cümlesini söyledikten sonra boştaki eliyle elimi kavradı. İşaret ve orta parmağı birleştirdi. Birleştiği parmaklarımı kolu ve çenem arasına yerleştirdi. Bunu yaptığı an baskısını arttırmıştı. "Nefes almak için parmaklarını koyup çeneni bastıracaksın parmaklarına. Nefes almak istiyorsan yap." Gerçekliğini sorguladığım anda nefesim kesilmek üzereyken aceleyle çenemi bastırdım. Parmaklarıma çenemi bastırdığım anda kolu gevşemişti. Kolunu sıkıştırmaya çalışıyordu ancak yapamıyordu.

"Sıkamıyor musun gerçekten kolunu?"

"Hayır." Hızla sorumu yanıtladı. Bu planlanmış olandı. Peki beklemediğim anda bunu nasıl yapacaktım? Uygulanabilir miydi? "Denemek istiyor musun?" Bana yaptığını ona yapmamı teklif ediyordu. "İsterim ama nasıl yetişeceğim?" Sorusuyla düşündüğüm şey bu olmuştu.

"Eğilirim." Boynumdaki elini çekti. Geriye doğru baskı uyguladığı belim serbest kalmanın etkisiyle rahatlarken derin bir nefes almıştım. Soykan ise arkamdaki konumunu değiştirmiş önüme geçmişti. Eğilmek üzereydi ki düşmanımın benim için bunu yapmayacağını düşünerek parmak uçlarımda yükseldim. Kolumu hızla boynuna sardığımda olabildiğince sıkıştırıyordum.

Saniyeler içinde Soykan bana gösterdiği gibi yaparak kolumun baskısını engelledi. Diğer elini de kolumun üstüne koyduğunda tek seferde beni önüne çekmişti. Ardından yumruğunu çeneme doğru uzattığında aceleyle yumruğunu tuttum. Daha önce gösterdiği gibi yapmıştım.

"Eğer saldırdığın kişi senden güçlüyse tek seferde seni önüne alır ama eğer," cümlesine es verdiğinde büyük bir dikkatle tamamlamasını bekliyordum ki tekrar kolunu boğazıma sarmıştı. Bunu saniyeler içinde yapmış, bedenimi önüne alarak kendine bastırmıştı. Vakit kaybetmeden gösterdiği gibi yaptım. Parmaklarıma çenemi bastırarak kolunun hakimiyetini engelledim. O an Soykan tekrar konuşmaya başladı. "Saldırıya uğrayan sensen, nefes aldığın anda direseğini hızla karın boşluğuna yani saatler önce vurduğun yere geçireceksin." Sözlerini özenle dinliyor, kurtulmak için hızla eyleme dönüyordum.

Boşta kalan kolumun dirseğini büktüm ve geçirmek için hamlemi yaptım. Ancak Soykan tabiki de engellemişti. "Saldırdığın kişi senden güçsüzse ne yapacaksın o halde?" Az önce Soykan'ın boğazını sıkıyordum ancak o benden güçlüydü. Soykan'ın yerinde, benim gibi birini düşünecetim.

"Dirseğini geçirmesini engelleyeceğim."

"Engelleyebileceğinden emin değilsin. Belki de karşındaki çok çevik, dirseğini anında geçirecek, riske atmaman lazım. Ne yapmalısın?"

"Boynuna sarıldığım an kollarını da arkasında sabitlerim." Bu sefer Soykan benim söylediğimi eyleme dökmüştü. Kollarımı arkamda birleştirmişti. Böylece çenemi bastırdığım parmağım aradan çekilmiş, tekrar boğazımdaki baskı kendini belli etmişti. Karşısında bir düşman olsa böyle sıkmayacağından emindim. Ben az da olsa nefes alabiliyordum. Başım göğsüne yaslıydı. Nefesi kulağıma çarparken tekrar konuşmaya başladı.

"Bu şekilde kafeslendin. Ne yapabilirsin? Kurtulman lazım."

"Ayaklarımı kullanırım."

"Doğru. Peki nasıl?" Aldığım nefesler yetmiyordu sanki. Psikolojik de olabilirdi. Bilmiyordum ama düşünemiyordum hamleleri. "Düşünemiyorum şu an." Canımla boğuşuyordum. Onun tecrübesi ben de yoktu. Ben onun gibi illegal boksör değildim mesela.

"Boyu senden uzunsa topuğunu dizine geçireceksin. Dizleri titresin. Bağı çözülsün. Darbenin şiddeti çok önemli. Aynı boylardaysanız da kıymetlisine. Şiddeti de yüksekse kendine gelemez zaten bir süre." Dediklerini uygulamak için hareketlendim. Engelleyeceğini de uygulamaya dökmesem bırakmayacağını da biliyordum. Boyu benden uzun olduğu için dizine vuracaktım. Önce ayağımın arkasıyla ayağının nerede olduğunu yokladım. Ardından da arkaya doğru sert ve hızlı bir hamle yaptım. Vuramamıştım elbette ancak boynum serbest kalmıştı. Derin bir nefes aldığım için seviniyordum ancak uzun sürmedi.

"Öğrendin mi?" Dudakları kapandığı anda tekrar boynumu kafesledi. Can havliyle parmaklarımı araya geçirdim. Kollarımı tutmasına fırsat vermemiştim. Çenemi bastırdığım anda rahat bir nefes almıştım ancak yine kolumu çekti. Arkada birleştirdiğinde baskısını arttırmıştı. Yapmam gereken dizine doğru topuğumu savurmaktı. Yaptım da. Boynumu serbest bıraktı anında. Tüm bunlar birkaç saniye içinde oldu. Soykan'ın bedeni arkamdaydı ancak bu durum fazla devam etmedi. Bedenimi kendine çevirdi.

"Parmaklarına çeneni bastırdın, nefes aldın. Kollarını kaptırmadın, dirsek atmayı başardın. Her şey rayında gitti. O zaman kurtulursun. Tüm bunlar için de iki seçenek var. Rakipten güçlüysen işin kolaylaşır. Ama hızlıysan durdurulamazsın. Tamamen kafeslendiğin anda dize o darbeyi indiremezsen saniyeler için de boynun kırılır."

Anlıyordum. Hızlı olmam, atak halinde olmam gerekiyordu. Hız, böyle anlarda yaşam refleksiydi adeta. Her durumun aksi halini ve çözümünü göstermişti ama dizine vurmadığım takdirde yaşanacak olanı gösterememişti. Ben zihnimde bunları tartarken sesi bir kez daha duyuldu.

"Güçlüysen varsın, hızlıysan yaşarsın."

Sabahlar zor başlar. Özellikle de uykuyu ölüm kabul edenlere. Uyurken dünyadan silindiğini düşünenlere, dünyada olmak istemeyenlere...

Sabahın erken saatlerinde uyanık olmazdım ben ya da günün ilk ışıklarını uyanarak karşılamazdım. Kendi evimdeyken de böyleydi bu. Gün aydınlanmaya başladığından uyurdum çoğu kez.

İçinde yaşamak istemediğiniz evde, suç binada değil insanlardadır. O evde yaşamak istemiyorum değil, o insanlarla yaşamak istemiyorum, demek gerekir.

Evimdeyken beğenmedim dört duvar değil, bir kişiydi. Burada ise burayı var edenle aynı dünyada bile olmak istemiyordum ancak şu an bu evin eşiğinden geçmeden güvende hissedemiyordum. Hayat, ne göstereceğini pek belli etmez. Soykan'ın ruhunun eşiğinden geçtiğimde yalnızca onun varlığıyla güvenecektim her eve, belki de.

Uykum ayıldığında nereden nereye geldiğimizi düşünmüştüm. Sürekli olarak aynı şeyi düşünmek beni bir ileri taşımıyordu ama başımı ağrıtıyordu. Buna vücudumdaki korkunç ağrı eşlik ediyordu. Antrenmanlar düzenini yitirdiği için sanki ilk başladığımız günün yarınına dönmüştüm. Tüm kaslarım ağrıyordu. Çünkü Soykan durmamıştı. Yeni taktikler öğretmiş, yumruklarımın daha da gelişmesi için beni bir hayli zorlamıştı.

Ben kaşınmıştım ama. Vur bana diyerek ben düşürmüştüm aklına çünkü uzun süredir gündemimiz olamamıştı antrenman. Bir saatten fazla süren mücadelenin ardından duş almıştım. Şortlu pijama takımımı da giyerek hızla yatağa yatmıştım. Yatağa, Soykan'ın yatağına. Üşümemiştim, bedeni sıcaktı. İçimdeki yangının sebebiyken buz gibi olduğunu düşünürdüm ama o sıcacıktı. Beni hep ısıtmıştı. Kokusu, dedi içimdeki ses. O olmazsa her şey daha kolay olabilirdi belki de.

Bu düşüncemi yine iç sesim boşa çıkardı. Sesi, sesinden çıkan her bir kelimesi.

Düşüncelerim beni zehirlemeye başladığında başımın altındaki yastığı çekip yüzüme kapattım. Kendime bağırıyordum. Soykan yanımda yoktu. Saatin epey geç olduğundan emindim. Yorulmuştum, antrenman cabasıydı ancak öncesinde arabada kalmak da bir hayli yorucuydu.

Soykan'ın kucağı çok rahattı ama. Sanki ben kucağında yatmamışım gibi yine ben geç saate kadar uyumuştum. O ise kalkıp gitmişti. Acaba evde miydi? Bunu öğrenmek isteyen tarafımla hızla yataktan kalktım. Elimi yüzümü yıkayıp ihtiyaçlarımı gidererek banyodan çıktım. Şimdi üzerimdeki kısa kollu ve yakalı pijama takımının yakasını düzeltiyordum. O esnada elime boyumdaki kolye çarpmıştı. Ondan kendi içimde hiç bahsetmiyordum. Sanki kaşım, gözüm gibi bedenimin bir parçasıydı. Dışardan eklenmemiş gibi bütünleşmiştim onunla. Halbuki ben kolye takmayı sevmezdim. Şimdi yadırgamıyordum bile.

Elimi kolyenin zincirine attım. Onu da düzelttikten sonra aşağıya doğru adımladım. Merdivenleri inerken içimde bir heyecan vardı sanki. Soykan'ın gördüğüm her an olan bir heyecan. Ne heyecanı ya? Kendimle savaşıyordum yine. Neden heyecanlanayım?

Merdivenlerin yarısına geldiğimde başımı eğerek salona baktım. Orada yoktu. Adımlarım hızla ilerlemeye devam etti. Nihayet düz zemine basmıştım. Evin her köşesine bakıyordum ama bulamamıştım. Mutfakta mı acaba diye düşünerek hızla ilerledim. Giriş yaptığımda ocağın başında bir Soykan bulmayı beklemiyordum. Ekmek mi kızartıyordu o?

"Ya sen ne yapıyorsun?" Sesimin alaycı çıkmasına engel olamamıştım. Hızla yanına adımlayarak hemen yanında durmuştum. Soykan'ın başı omzunun üstünden bana dönmüş, gözleri gözlerimi bulmuştu.

"Kahvaltı hazırlıyorum."

"Hadi canım? Sonra da gelip beni mi çağıracaktın ya da odaya mı getirecektin?" Bile isteye ona takılıyordum. Ciddi bir şekilde söylemiyordum bunları. Sesim sebepsizce keyifli çıkıyordu ancak ben uyanınca keyifli olmazdım ki.

"Aynen. Öperek uyandırır, ellerimle yedirirdim bir de. Sana hazırladığımı nereden çıkardın?" İlk cümlelerindeki alaya takılmasam bile son cümlesi yüzümün düşmesine sebep oldu. Anında değişen sesimle konuşmaya başladım. "Kime hazırlıyorsun?" Biri mi gelecekti, özel biri falan mıydı? Neden kendi hazırlıyordu?

"Kendime."

"Anladım. Senden de bu beklenir zaten."

"Öğlen üçe kadar uyuyan sensin. Öldüm açlıktan. Çok bile bekledim."

"Beklemeseydin o zaman." Tüm keyfimi kaçırmıştı işte. Kendi her şeyi ima ediyordu ama ben ne zaman yapsam uyuzluk yapıyordu. "Bekledim. Üstüne bir de düşünerek dedim ki hazırlayana kadar vakit geçer, uyanır, aç kalmaz o da. Ama senin bunu anlamanı bekleyemezdim tabii."

"Söyleyebilirdin."

Canımı sıkmıştı. Gidecektim mutfaktan. Yanında durmak istemiyordum. Hızlı adımlarla çıkışa ilerledim. Nihayet salona bağlanan kısma geldiğimde koltuklara ulaşmak için adımladım. Önünde durduğum koltuğa kendimi bıraktım. Başımı arkasına yasladım. Böyle vakit geçmezdi. İşinin ne zaman biteceğini de bilmiyordum. O yüzden gözlerimi önünde durduğum boydan cama çıkararak dışarıyı izlemeye karar verdim.

"Aaa!" Heyecanla yerimden fırlamıştım. Koşarak camın yanına ulaşmıştım. Gördüğüm manzara gözümün kocaman olmasına sebep olmuştu. Kar yağıyordu. Hatta uzun süredir yağıyor olacak ki bir hayli birikmişti. Burası şehirden uzakta ve yukarıda olduğundan daha fazla yağıyordu. Kocaman pamuk parçaları gibi gökten düşen kar tanelerini izliyorum. Aydınlık havada kafamı kaldırıp, beyaz gökyüzünden süzülen kar tanelerinin karaltısına bakmaya bayılıyorum. Şimdi de aynısını yapıyordum. Sanki karı gördüğüm an, evin için aydınlanmış, kasfeti yok olmuştu.

"Ne oldu? Neden bağırıyorsun?" Soykan'ın meraklı ve sert sesini duyduğumda heyecanla ona döndüm. "Kar yağıyor. Birikmiş bile. Bizim orada 4, 5 senede bir anca böyle oluyor. Çok güzel." Elimin biriyle dışarıyı gösteriyordum hayranlıkla. Yerdeki karların aydınlığı yüzüme vuruyordu.

"Bir şey oldu sandım. Manyak gibi bağırılır mı?"

"Ya ben çok seviyorum kar yağışını izlemeyi, yerde birikmesini. Ya çok güzel yağıyor baksana."

"Gece başlamış. Yollar da buz tutmuş, yollar yokuşlu olduğu için araç sürüşüne izin verilmiyor. Tıkıldık, kaldık eve. Ne zaman hallederler kim bilir. Her sene aynı şey!" İhmalsizliğe sinirlenmiş gibi görünüyordu ancak bu ihmalsizlik miydi tam çıkaramıyordum. Ancak kar yağışının şu devirde sürpriz olmayacağı açıktı. İllaki meteorolojiden haber gelmiştir.

"Daha iyi. Ne yapacağız peki?"

"Kahvaltıyı yapalım, film falan izleriz." Söyledikleriyle gözlerim kocaman olmuştu. Koşarak yanına gidiyordum. Çok güzel olurdu. "Gerçekten mi?" Beni, kafasını aşağı yukarı sallayarak onaylamıştı. "Kar erimeden kar topu da oynar mıyız?" Hevesle bakıyordum gözlerine. Nasıl tarif edeceğimi bilemiyordum. Kar, benim için bir hayalin gerçekleşmesi gibiydi. Mesela böyle bir evde, Soykan gibi biriyle, evin kar yağışı alan manzarasına karşı film izlemek gerçekten bir hayal olabilirdi de.

"Belki."

"Ya, oynarız desen ölür müsün? Dokunalım en azından." Kolunu çekiştirerek söylemiştim bunları.

"Karı sevdiğini biliyordum ama bu denli hayran olduğuna şahit olmamıştım."

"Olamazsın çünkü bizim orada sadece dağlara yağıyor. Gerçi burası da dağ gibi. Ama ben de buradayım. Alçak yerlere, özellikle de denize yakın yerlere sadece dolu yağıyor, geçiyor kış." Öyleydi. Yani yağıyordu elbette. Hatta hatırladığım kadarıyla 5 sene önce bizim evin bahçesi de böyle dolmuştu karla. Çam ağaçları kartpostal gibi olmuştu. Saatlerce izlemiştim.

"Bakarız."

"Bakarız bakarız. Hadi yiyelim bir an önce. Bizim oraya en son beş sene önce yağdı böyle. Camın önüne oturup saatlece izledim. Biz küçükken arkadaşlarımla toplanıyorduk. Sürekli yağmur yağdığı için her yer su birikintisi oluyordu. Kar yağacak haberini duyduğumuz an elimizde kovalarla suları toplamaya çalışıyorduk. Kar içine düştüğünde erimesin diye. Biz daha bir birikintiyi bitiremeden üstümüze yağmur yağıyordu. Hasta olduğumuzla kalıyorduk." Soykan'a bu anımı anlatırken koluna girmiş, onu mutfağa götürmüştüm. Hazır olan softaya oturmasını sağlamış, kendim de oturmuştum.

"Hasta olacağınızı bile bile her sene yapıyordunuz değil mi?" diye sordu Soykan. Gözleri meraklı ve dinlemek isteyen bir ifadeyle bakıyordu. "Her sene olsa yine iyi. Bir gün yataklara düşüyorduk, ikinci gün tekrar suların başına gidiyorduk. Hele yağmur maceralarımızı bilsen. Su birikintilerinin içinde yüzüyorduk. Ufak bir kanal vardı bizim mahallenin ilerisinde oranın içine girip elimizle balık tutuyorduk. Gerçi ben giremiyordum. Kızlı erkekli arkadaşlarım giriyordu, ben de kenarda bekliyordum."

"Ne yapıyordun kenarda?"

"Fırlattıkları balıkları poşetlere koyuyordum."

Soykan'ın bugüne dair ilk tepkisi bu cümleme karşı olmuştu. Dişleri görünecek kadar işten gülmüştü. Gözlerimin içine kendine hakim olamayan bir ifadeyle bakıyordu.

_

Kahvaltı faslı benim çocukluk anılarımı anlatmam eşliğinde bitmişti. Soykan film izlemeyeceğimizi söylemiş, derin kaselere evdeki çerezlerden koymuştu. Büyük bir kasede patlamış mısır vardı. Paketin tamamını almıştı. Diğerlerine ise kaju, fıstık, fındık bir şeyler koymuştu. Sanırım bunlar, onun içecek yanı erzaklarıydı ancak benimle de paylaşıyordu. Elimizde kaselerle merdivenlerden çıkıyorduk. Sanırım yatakta, diz üstü bilgisayardan izleyecektik.

"Eğer yatak odasında izleyeceksek bana verdiğin odada izleyelim mi? Orası gökyüzünü görüyor ya, kar yağışını da izleriz. Sohbet falan ederiz." Salonda televizyon olmadığından başka seçeneğimiz olmadığını düşünüyordum. Konuşmam üzerine Soykan adımlarını durdurup başını bana çevirmişti. Gözlerimin içine bakarak dudaklarını aralamıştı.

"Takip et beni."

Dediğini yaptım. Soykan'ın adımları bizim odalarımızın olduğu katın koridorunda ilerledi. Ev o kadar büyüktü ki ve biz de her gün bir olay yaşadığımızdan karşımdaki merdivenin varlığını şimdi öğreniyordum. Diğer merdivenlerle aynı hizada değildi ya da direkt salonun karşısında. Uzun koridorun sonunda, ayrılan diğer koridorun biraz uzağındaydı. Merdivene olan mesafeyi kapatarak çıkmaya başladık. Konuşmuyordum. Soykan önünde olduğu kapıyı açmadan önce omzunun üzerinden kafasını arkaya çevirdi.

Bakışlarını gülümseyerek ve ona göz kırparak karşıladım. Rolleri değiştirmiştik sanki. Bugün ben çapkındım, o ise tepkili. Böyle de sıkıcı oluyormuş, Soykan gerçekten sabırlı biriydi sanki. Alnını kırıştırarak önüne dönmüştü. Ben de bu esnada, üçüncü bi katı aşağıdan nasıl görmediğimi düşünüyordum.

Soykan kapıyı açtığından nutkum tam anlamıyla tutulmuştu. Ağzım istemsizce açılırken büyüyen gözlerimle hayranlık içinden odayı izliyordum. Adımlarım benden bağımsız içeriyi bulmuştu. Kapının olduğu koridor duvarı hariç diğer üç duvar ve tavan tamamen camdan oluşuyordu. Duvarın önünde büyük beyaz bir yatak, onun karşısındaysa cama sabitlenmiş dev ekran bir televizyon vardı. Yatağın iki yanında beyaz komodin, üstlerinde ise gösterişli gece lambaları vardı.

Tüm eve nazaran bembeyaz bir odaydı burası. Odada denilmez, cam bir fanustu sanki. Odayı izlemem sona erdiğinde elimdeki çerez tabaklarını komodinin üzerine bıraktım. Onlara çok da gerek yoktu çünkü ben film izlerken bir şeyler yemeyi sevmezdim. Koşar adımlarla camdan duvarların önüne ulaştım. Yüksekte olduğumuz için bembeyaz kar manzarası ayaklarımızın altındaydı. Ellerimi cama koyarak dışarıyı izliyordum ki Soykan iki yandan sardığı kollarını karnımın üzerinde sabitledi. Bedenimi kendine yaslayarak sıcak nefesinin saç diplerime değmesini sağladı.

"Aşırı güzel bir yer. Bu evde böyle bir oda vardı da ben nasıl fark etmedim hiç? Aşağıdan da görmedim. Harika harika. Ağaçlara bak, tablo gibi." Ellerimden biriyle yine göstermiştim gördüğüm yeri. Onun da görmesini isteyen bir içtenlikle.

"Dikkatli bakmamışsındır. Cam olduğu için gökyüzünü yansıtıyor, o yüzden fark etmemiş olabilirsin." Çenesini başıma yaslamadan önce sarf ettiği cümlelerdi bunlar. Çatısı yoktu bu evin. Direkt üst katta olan bir şeyi fark etmemiş olmamı sorguluyordum ancak hiç bakmamıştım da.

"Ay neyse ne! Çok güzel burası. Yataktan çıkmak isteyeceğimi sanmıyorum."

"Önemli bir işim varken yolların kapanmasına oldukça sinirlenmiştim ama şu an sevinmek üzereyim."

Gerginliğinin sebebi şimdi belli oluyordu. Ancak son cümlesinden sonra keyiflenmek üzere olduğunu fark etmiştim. Saat dört buçuğu geçmişti. Aydınlıkta geçecek bir buçuk saatimiz vardı. Gece de karın aydınlığı olacaktı. Düşüncelerim ilk defa içimi sevince boyadığında bedenimdeki kollarını çözdüm ve ona sıkıca sarıldım. Parmak uçlarımda yükselerek kollarımı boynuna sarmıştım. Kokusu genzime yayılıyordu. Gözlerimin kapanmasına sebep oluyordu.

Soykan'ın kolu belimdeki yerini aldığında parmak uçlarımda biraz daha yükseldim. Başını boynuma gömerek derin bir nefes almıştı. Dudaklarının kıvrımını ve kirli sakallarını hissediyordum. Küçük bir öpücük bıraktığında fazla oyalanmadan ondan ayrıldım.

"Hadi, geçelim. Ne izleyeceğiz?" Sarılmayı sonlandırmama engel olmamıştı. Sorumu sorarken gözlerine bakmıştım ama vakit kaybetmek istemeyerek ilerlemeye başlamıştım yatağa. "Sence?" diye sormuştu Soykan. O da arkasını dönüp ilerlemeye başlayana kadar ben çoktan yatağa girmiş, beyaz yorganı üzerime çekmiştim.

"İpucu ver." dedim yatağın başında dikilen Soykan'a. Yüzündeki sıcak ifadeyle gözlerime bakarken dudaklarını araladı. "Sohbet ettiğimiz gün söylediklerimden biri." Sözlerinin ardından komodine eğilerek kumandayı almıştı. Ardından kendini yanıma bırakmıştı. Yorganın altına girmiyordu.

"Titanik." Gözlerinin içine onaylamasını isteyen bir edayla bakıyordum. Cevap vermesini beklerken de kenara ittiği yorganı üzerine atmıştım. Emanet gibi duruyordu yatakta.

"Evet," dedi Soykan. Yataktaki konumunu rahatlatarak kumandayla bir film uygulamasını açtı. Hızla açacağı filmin üzerinde durarak beklemeye başladı. Kumandayı üstüne koymuş, uzanarak çerez tabaklarını üzerimize bırakmıştı. Yeni bir film izleyip beğenmeme riskini almaktansa aynı filmi izlemeyi daha çok seviyordum. Benim gibi olan kişilerin varlığına inanarak bu durumu sorgulamıyordum. Soykan da öyleydi mesela.

Soykan'ın gözleri kısaca beni bulduktan sonra filmi başlatmıştı. Zaman su gibi akmıştı sanki. Ezbere bildiğim bazı sahnelerde ben dışarıyı izlemiştim. Şu an ise filmin ortalarına yaklaşmıştık. O sahne gelmişti. Açık bir sahne olmasa da Rose ve Jack arabadaydı. Gerginlikle mısırları ağzıma tıkıyordum. Aslında takılmazdım ancak yatakta olmamız gerginliğimi arttırmıştı.

"Jack de işini biliyor." Soykan'ın sesini duyduğum an ağzımdaki mısırları püskürtmemek için büyük savaş vermiştim. Zorla yuttuktan sonra hafifkçe öksürmüştüm. Kafamı iki yana sallayarak çattığım kaşlarımla bakıyordum ona. "Ne, baksana arabadalar. Ben bir şey yapmıyorum. Yapamadım." İmasını anlamıştım. Gözlerim bugün haddinden fazla büyüyordu. Kocaman olan gözlerimle yumruğumu koluna geçirdim.

"Yapma, şunu ya!" Soykan kolunu tutarken elimdeki mısır tabağını alarak kucağına bıraktı. Gözlerimdeki gözlerini çekerek tekrar filme odaklandı. "Kısa süre sonra yakalanacaklar zaten." Omuzlarını indirip kaldırırken söylemişti bunları.

"Biliyorum."

"Kaçıncı izleyişin?"

"Beşinci, senin."

"Yirmi iki."

"Ne! Hepsini başka biriyle mi izledin yoksa?"

"Hayır, ilk defa seninle izledim."

Konuşmamızın üzerinden oldukça zaman geçmiş, film bitmişti. Son yazıları geçiyordu, şimdi. İlk izlediğim zaman, bu muymuş abarttıkları Titanik demiştim. Ama sonra günlerce filmi düşünmüş, kendi kafamda olayları oturtturmuştum. Jack'in suya gömülen yüzünü ise uzunca bir süre unutamamıştım.

Üzerimdeki çerez tabaklarını komodine bıraktım. Başımı arkamdaki yastığa koyup yukarı kaldırdım. Güneş batmıştı, hava dakikalar içinde kararacaktı belki de ancak karın aydınlığı hâlâ vardı. Üstümde yağan karı görüyor, üzerimde hissedemiyordum.

"Kar küresi gibi."

Sesli düşünmüştüm bu kez. Kar küresinin içindeymiş gibi hissediyordum. Büyüleniyordum. Odağım tam anlamıyla dışarıdayken omzumda Soykan'ın başını hissettim. Bedenini aşağı kaydırarak başını omzuma koymuştu. Televizyonu kapatmıştı. Varlığını hissettiğim anda gözlerimi üzerine indirdim.

Kucağındaki çerez tabaklarını benim gibi bırakmıştı. Yakınlığı bir nefes uzaklığımdaydı, bakışlarımı dudaklarına kaydırıyordu. Bunun önüne geçmek adına tekrar gökyüzüne çıkardım bakışlarımı. Soykan'ın başı da yukarı kalkmış olacak ki nefesini kulağımın altında hissediyorum. Birlikte kar yağışını izliyorduk.

"Keşke çok farklı şekilde tanışsaydık."

Sözlerin sahibi Soykan'dı. Anlamış olmanın farkındalığı yüreğimi yakmıştı. Ben, babasını öldüren adamın kızıydım. Her iki evrende de. Bu düşünceyle derince yutkunmuştum.

"Burası geldiğimiz bir tatil yeri olsaydı mesela. Geri dönebileceğimiz bir ailemiz olsaydı."

"Bir dilek hakkın olsa neyi değiştirmek isterdin?" Bakıştığım gökyüzü kararırken sormuştum bu soruyu. Kar yağışı benim için bir hayalin gerçekleşmesi gibiyse, Soykan'ın hayallerini de dinleyebilirdim.

"Seni gördüğüm ilk günü."

"Nasıl yani? Bab-"

"Bu evrende, babamın ölümü üzerine gördüm seni. Değiştirdiğim zamanda babam da hayatta. Annem çok severdi seni, eminim. Çok güzel yemekler yapardı bize. Kilo alırdın büyük ihtimalle. Sen de üzülürdün. Ben lisanslı bir basketbolcu olurdum. Ve biliyor musun? Babam seni daha çok severdi."

Son cümlesi tüm duygularımı birbirine kırdırmıştı. Olduğum yerde konumu dikleştirerek Soykan'ın omuzumdan kaymasına sebep oldum. Yatakta oturur pozisyona geldim. Yönümü ona çevirdim. O da dikleşerek gözlerimin içine bakmaya başlamıştı. Bir elimi kaldırarak yanağına koydum. Kirli sakalarını sevdim. Soykan başını avucuma bastırmış, gözlerini kapatmıştı. Neden filmden sonra böyle olmuştu? Annesinin babasına olan aşkından bahsetmişti bana. Onları mı hatırlıyordu?

"Belki onları geri getiremeyiz ama kendimize bir evren kurabiliriz. Kar küresi, buranın adı olsun. Hayal kurmak istediğimizde bu odaya geliriz."

Soykan gözlerini açmadı. Derince yutkundu sadece. Yaklaştım. Onun yaptığı gibi dudaklarının kenarına bir öpücük bıraktım. Ardından kollarımı tekrar boynuna doladım. Soykan'ın kolu çıplak belimi sarmaladı. Ben de onun ruhunu sarmışımdır belki de.

"Kar küreleri, bizim hayalimiz olsun. Neyin olmasını istersek ona benzer bir tanesini alırız. Yaşamaya çalışırız."

Kulağına fısıldadım cümlelerimi. Ruhuna duyurmak istedim. Kollarımı sıkıştırdım. Dokunmak istedim.

Kar küresi evrenimiz, taneleri de hayallerimizdi artık.

Kar küresi, düş küresi, ruhumuzun çiçek açmak isteyen köşesi.

《☆》

[Bölüm Sonu]

MELÂL♡

UMARIM SEVMİŞSİNİZDİR, DÜŞÜNCELERİNİZİ BEKLİYORUM.

RİCA EDİYORUM, OY VERİN. OKUNMAYA NAZARAN OYLAR VE YORUMLAR ÇOK AZ. VE YORUMLARINIZ BENİM İÇİN GERÇEKTEN ÇOK DEĞERLİ.

SAYISI ARTSIN DİYE ATTIĞINIZ EMOJİLER YERİNE GERÇEK HİSLERİNİZİ MERAK EDİYORUM.

SİZLERİ SEVİYORUM♡

İNSTAGRAM
SNMNURGYK

EN AKTİF KULLANDIĞIM VE AÇIKLAMALAR PAYLAŞTIĞIM SOSYAL MEDYA HESABIM.
TAKİP EDEREK BİLGİLERE ULAŞABİLİRSİNİZ. BÖLÜM SONRASI SORU CEVAP YAPIYORUZ.

Ipagpatuloy ang Pagbabasa

Magugustuhan mo rin

4.6K 571 32
Her köşe başı suç mahalli sayılabilecek kadar karanlık sokaklara attı kendini. Gecenin suçu siyah olmak mıydı? Yoksa her suçu koynunda saklaması mı? ...
4.2M 14.1K 6
Merhaba kimsenin haberi olmadığı üyelerinin birer kimliksiz olduğu suç örgütüne Çöplüğe Hoş Geldiniz. Kimliksizler den biri ama aslında Kralın ( Çöpl...
1M 66.3K 40
"Bana cehennemi yaşatmana rağmen, sen benim cennetimsin Meira." Fantastik değildir. DİKKAT! Bu kitapta cinayet, psikolojik ve fiziksel şiddet gibi r...
101K 7.5K 60
Sessizlik. Yalnız kalmak istediğimi söylemiştim sadece ona. Sadece sessiz olmasını! Neden dediğimde susmadın? Şimdi yoksun. Bu senin tercihindi!