MELÂL

By snmnurgyk

3M 130K 110K

Kanla kazıdığın kelebek dövmesinin üzerini çizdir. Noktalı virgülle değiştir. Bu, devam edecek gibi değil ama... More

《TANITIM》
《1》'KARA GÖZ'
《2》'ŞİZOFREN'
《3》'BELİRSİZ SURET'
《4》'KARANLIK KUTU'
《5》'ZARFDAKİ GİZEM'
《6》'CÜRETKAR HADSİZ'
《7》'RUHSUZ BEDEN'
《8》'UÇURUMDA HAYALLER'
《9》'KATİL'
《10》'ACININ GEÇMİŞİ'
《11》'BEDENSİZ RUH'
《12》'PAÇAVRA'
《13》'DARAĞACI'
《14》'RUH SANCISI'
《15》'FERYAD-I İNTİHAR'
《16》'SON ÖLÜM'
《17》'EHVENİŞER'
《18》'VİCDAN MEZARLIĞI'
《19》'ELFİDA'
《20》'GERÇEK SANRI'
《21》'RUHSAL ŞEYTANLAR'
《22》'ARAF ÇIKMAZI'
《23》'ÖLÜM MAKAMI'
《24》'KÜL BEBEK'
《25》'RUH İZİ'
《26》'GERÇEK ÖLÜLER'
《27》'ÖLÜLER PUSULASI'
《28》'ÖLÜM ÇANLARI'
《29》'KALBE NEFRET RUHA YAS'
《30》'BUGÜN ÖLÜ, YARIN GÖMÜLÜ
《31》'ORTADA OLAN CANINSA'
《32》'MİNERVA'
《33》'KOR GERÇEK'
《35》'KANDAN CANA'
《36》'ÖLÜMLE OYUN'
《37》'İRTİHAL
《38》'KAR KÜRESİ'
《39》'KAMELYA'
《40》'YİNE BANA GEL'
《41》'YARIMSIN'
《42》'DUY İSTEDİM'
《43》'ENSENDEYİM'
《44》'HARABE'

《34》'DÜŞÜNMEDEN'

44.9K 2K 1.9K
By snmnurgyk

MERHABA!

OY VERMEYİ VE YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN.

KEYİFLİ OKUMALAR♡
SNMNURGYK

Ateşte yanan gerçeğin
korundan korkmaz. Canı küle karışmaz. Yanmaz.

"İstiyorum. Her şeyi öğrenmek istiyorum. Dediğin gibi, birkaç saat içinde, hemen."

Aklımda dolanan cümleler bana bir çırpıda bunları söyletmişti. Soykan'ın öfkesinin yakasına yapışan sakinlikle çıkan sözlerini böyle yanıtladım. Bana yukardan bakarken birkaç adım bile ötemde değildi. Dibimdeydi. Sözlerim üzerine kafasını onaylarcasına eğip benden uzaklaştı. Seri halde cebine uzanan eliyle telefonunu çıkardı ve kulağına dayadı.

"Hepsini bir saat içinde olması gerektikleri yerde, karşımda istiyorum. Her şeyi ayarlayın. O gün, bugün."

Karşı taraf cevap vermiş miydi, onu bile anlamamıştım. Soykan hızla telefonu kapatıp cebine atmıştı bile. Bakışlarım onaydı. Bir adım, cevap, cümle bekliyordum. Ona alttan merak dolu bakışlar atarken dikkatini bana versin istiyordum.

Kafasını yukarı kaldırıp gökyüzünü izledi Soykan. Sert nefesler alıp derince yutkunuyordu. Adem elması her yutkunuşunda hareket ediyordu. Sanırım gerçekler ona da kordu. Ve o yanmıştı. Düşünceli görünüyordu. Sanki geçmişe çekiliyordu.

İçimde kendimle verdiğim savaşın silah sesleri kulağımdaydı ancak cümlelerini dinlemedim. Yok saydım ve zihnime gizledim. Aksi halde bu kadar ani bir adım atamazdım. Neyi ne kadar öğreneceğimi bilmiyordum ve hazır mıydım, kestiremiyordum. İç hesaplaşmam nefesimi kesmeye başladığından Soykan'ın gözleri gözlerimi buldu. Aramıza koyduğu mesafeyi kapattığında dudaklarını araladı.

"Gidiyoruz."

"Nereye?"

"Yüzleşmeye."

"Kiminle?"

"Gittiğimizde göreceğin kişilerle."

Kim olduklarını şimdi söylemeyeceğini biliyordum. Biliyordum ancak tahminlerim vardı. Susuyordum. Soykan'a nasıl bakıyordum bilmiyorum ama elli çenemi buldu. Baş parmağı çenemi okşarken bir kez daha sözü devraldı.

"Canın yanacak."

"Senin de." diyerek karşılık verdim cümlesine. Bana bunu düşündüren değişen ruh haliydi.

"Benimki yandı. Yalnızca hatırlacak."

Soykan'ın canını yakan kor bana neler yapardı bilemiyordum. Gözlerim doluyordu. Canım sızlıyordu. Soykan'ın işaret parmağı sol gözümün altında dolanmaya başladı.

"Ağlamak yok."

Sözleri öyle soğuktu ki yangının buz tutan varlığını hissettim. Onun yangını sönmemişti. Yanarken buz tutmuştu.

"Ya senin gibi acıya dayanamazsam."

"O zaman yanarsın."

Acıya da yandım. Sözleri çınladı kulağımda. Gözlerimi kapattım. Elim elini bulduğunda gözlerimden uzaklaştırdım ve sessizce fısıldadım.

"Gidelim."

Nefes ve Emir'e sebep olan varlığım bir başkasını da yok edecekti. Ölümün yası ruhuma yaslıydı. Ruhumun sebep olduklarını öğrenmek kalmıştı. Adımlamaya başlamıştık. Yan yana giderken bahçenin ön tarafına gelmiştik bile. Soykan adımlarını durdurup bana hitaben konuştuğunda bakışlarımı ona çıkardım.

"Akşam soğuğu çıktığında üşürsün. Üzerine bir şey al. Geliyorum."

Sözlerini söyledikten sonra adamlarına doğru adımlayan Soykan'ın ardından aralık olan çelik kapıya yaklaştım. Hızlıca evin içine girdiğimde salona bıraktığım kabanı alarak üzerime geçirdim. Gözlerim camlardayken henüz Soykan'ı görememiştim. Onu gördüğümde evden çıkarım, diyerek beklemeye başladım. Bir hayli zaman geçmişti. Miran'a zarar verme ihtimali aklıma daha yeni düştüğünde yerime sığamıyordum.

Bir kez daha aynı şeyler yaşanır endişesiyle hareket de edemiyordum. Yirmi dakidan fazla olmuştu tahminimce. Daha fazla beklemeye dayanamayarak adımlamaya başlamıştım ki Soykan'ın bedeni camın ardından görüş açıma girdi. Adımlarımı onunla eş zamanlı atıyordum. Çelik kapıdan çıktığımda hemen girişte duran Soykan'ın yanına ulaştım. Başıyla bahçenin çıkışını gösteriyordu.

Hamlesiyle bedenimi harekete geçirmiştim. Birlikte bahçe kapısına ilerliyorduk. Arabası kapının dışındaydı. En son orada bırakmıştı. Geçtiğimiz kapıyla araba karşımıza çıktığında vakit kaybetmeden koltuklara yerleşmiştik.

"Yol biraz uzun sürebilir. Hızlı gideceğim. Sakin ol." dediğinde kafamı onaylarcasına salladım. Gerginlikten konuşamıyordum.

Soykan vakit kaybetmeden arabayı çalıştırdığında hızla ilerlemeye başlamıştık. Gerçekten hızlı gidiyordu. Hava aydınlıktı ancak kararmasına saatler kalmıştı. Beynimde binlerce senorya dönüyordu. Gözlerim ön camdan araçları izliyordu ama baktığımı göremiyordum. Aklım dağınıktı.

"Gerilme bu kadar."

Soykan'ın eli küpemdeki elimi bularak oradan uzaklaştırdı. Elini hissedene kadar bunu yaptığımı fark etmemiştim bile. "Gergin değilim." diyerek yalan söylemiştim. Nereden anlamıştı ki? "Gerildiğinde kulağını koparırcasına küpenle oynadığını biliyorum." dedi sakince. Başını bana çevirmemişti bile. Uzaklaştırdığı elim kulağımın kıkırdağındaki küpedeydi. Elimle küçük, halka küpeyi bir sağa bir sola döndürüyordum. Bunu gerildiğimde yaptığımı ben bile bilmiyordum. İstemsizce oluyordu.

"Zor olmuyor mu?" diye sordum dürüstçe. Merak ediyordum. "Ne?" Karşılığı bu olduğunda vakit kaybetmeden cevapladım.

"Kendinden başka birini ezberlemek. Zor olmuyor mu?" Bakışlarım üzerindeydi. O da benim kadar gergindi. Çehresi gergin, kaşları çatıktı. Bakışları kısıktı, göz kenarları parlıyordu.

"Ezberlediklerim ilgi çekicidir belki."

Sözlerinin ardından gözleri beni bulduğunda bakışları altında eziliyordum. Soykan bir ruha çok fazlaydı. Her zerresiyle. Aldığım cevapla bakışlarımı ondan çekmiştim. Kafamı koltuğa yasladığımda camdan dışarı izleyip yolun bitmesini beklemiştim.

Neredeyse kırk beş dakikadır yoldaydık. Artık şehrin uzağında, yolları sapa ve köhne bir yerde ilerliyorduk. Virajlı yollar bizi bir tepeye çıkarıyordu. Bunu anlayabiliyordum. Bu şehre dair hiçbir şey bilmezken bu yollar bana çok yabancıydı. Beni neyin beklediğini bile bilmiyordum. Zihnimin sesleri çığlık olurken arabanın içini bir telefon melodisi doldurdu. Çalan telefon Soykan'ındı. Vakit kaybetmeden açtığı telefonla karşı tarafı dinledi. Sonrasında dudaklarını araladı.

"Geliyoruz." demişti. Ardından başka bir soru almış olacak ki ciddiyetle yanıt vermişti.

"Sakinleştirici yapın. Dozu düşük olsun." Sözlerini üzerine kimden ve neyden bahsettiğini soramamıştım. Cevap vermeyecekti çünkü. Soykan telefonu çoktan kapatıp yerine koymuştu. Bunu fırsat bilerek sormak istediklerimden ziyade başka bir soru yönelttim.

"Yaklaştık mı?" diye sordum içimde taşan hislerle. Çok yakında olduğumuzu hissediyordum. "On dakikaya oradayız. Göreceklerine, duyacaklarına, en önemlisi hissedeceklerine hazır ol. Kontrol et. Dik dur, karşılarında yıkılma." Sorumun yanında uyarı dolu sözleriyle boşluğa düşüyordum. Yanım uçurumdu.

"Düşmanların karşısında olacağız yani." dedim. Tahmin ettiğim kişilerin bana uzun zamandır düşman olduklarının bilincindeydim ancak sesli duymak canımı yakmıştı. Soruma karşılık ise Soykan yalnızca kafasını sallamıştı. Peki hangi düşman sakinleştiriciye ihtiyaç duyuyordu?

İlerledik. Yolumuz bir tepenin düzlüğüne çıktığında karşımda sayısız araba vardı. Arabaların ardında ise muhattaplarımızın olduğu açıktı. Çünkü arabaların yanında bir Allah'ın kulu yoktu. Bu tepenin düzlüğünde karşılıklı iki dev sokak lambası vardı. Hava karardığında devreye gireceklerdi. Her şey gerçekten hazırlanmıştı. Düşüncelerle bakışlarımı kucağımda sabitlediğim ellerime indirdim. Arabanın içinden görmek istediğim kişiler değillerdi. Biliyordum.

Araba durdu. Soykan'ın bakışlarını üzerimde hissediyordum. Ancak kafamı çevirip bakamıyordum. Ellerim birbiriyle oynarken Soykan'ın sesi kulağıma çalındı.

"İnelim."

Bir kelime tüm hislerimi boğazıma taşırken derince yutkundum. Bastırmayı denedim ancak başaramadım. Soykan kapısını açtığında içeri sızan sert rüzgarla inmem gerektiğinin bilincindeydim. Parmaklarım titreyerek kapının koluna uzanırken bakışlarım hâlâ yerdeydi. Vakit kaybetmemeliydim. Bunun bilincindeydim en azından. Açtığım kapıyla bedenimi dışarı çıkardım.

Esen soğuk rüzgar tokadan sıyrılan saçlarımı birbirine karıştırdığında elimin altındaki kapıyı kapattım. Bakışlarım yerde, cesaretsiz ve hareketsiz bir şekilde duruyorken belimde hissettiğim elle başımı elin sahibine çevirdim. Hemen yanımda duran Soykan gözlerime güven veren bir ifadeyle bakıyordu. Bakışlarım ondayken bir adım attı. Bilinçsizce ona eşlik eden bedenim hareket ettiğinde birkaç adımdan sonra Soykan başıyla karşıyı işaret etmişti. Bakamıyordum. Galiba yoktu cesaretim. Ama var demiştim. Öyleyse bakacaktım. Hızla çevirdiğim başımla karşımda gördüklerimi algılarıma taşıdım.

Issız bir yerdi burası. Toprak sarı, insanlar kalabalıktı. En dikkat çekici olansa karşımda duran üç, cam fanustu. İçinde insanlar vardı. Arkalarında ise sayısız adam. Gözlerim onlardayken bedenimi ileri taşıyan Soykan tam karşılarında olan ki sandalyeden birine beni otutturdu. Kendi de yanımdaki sandalyeye oturduğunda dizinden kırdığı bacağını diğerinin üzerine attı. Zihnimin konuşmasına izin vermeden kendi konuşmaya başladı.

"Remzi Altan."

"Selma Altan."

"Mahir Mazhar."

Saydığı isimlerden tanıdık olanlar içime kor düşürmüştü. Ancak bir gerçek vardı ki karşımdakiler yalnızca benim düşmanım değildi. Annem hiç değildi, diğerini tanımıyordum bile. Sızlayan bakışlarımı onlardan çekip konuşan Soykan'a çevirmiştim. Bakışlarıma karşılık veren Soykan, gözlerimin içine baktıktan sonra kafasını çevirdi.

"Yani," diye başladı yüksek sesiyle bir kez daha konuşmaya.

"Katil."

"Annen."

"Beni büyüten adam."

"Onun neden karşı safta olduğunu merak ediyorsun, eminim. Öğreneceksin." diyerek sözlerine es verdi Soykan. Gerçekten de onu büyüten adamın neden orada olduğunu sorgulamıştım anında.

Şimdi gözlerim onlardaydı. Tek tek izliyordum. Annem bomboş bakışlarla otururken beni görünce ayağı kalkmıştı. İçeriden çıkardığı sesler dışarıya geliyordu. Anlaşılan onlar da bizi duyuyordu. Remzi ve Mahir ayaktaydı. Oturacakları sandalyeler yoktu. İki adamdan biri nefretle bakarken diğerinin gözleri karısındaydı.

"Gerçekler, dedik değil mi?" diye bir soru yöneltti Soykan. Muhattabı bendim. Bakışları beni bulduğunda kısık bir şekilde kulağıma gelen annemin sesinden dikkatimi çektim ve Soykan'a çevirdim bakışlarımı. Olumlu bir şekilde kafamı salladım. Konuşamıyordum.

"Annen ve Remzi'nin nasıl evlendiğini biliyor musun?" Sorusu bu olurken daha önce bu soruyu onlara hiç yöneltmediğimi fark ettim. Yalnızca Remzi Altan'ın anneme deliler gibi aşık olduğunu biliyordum. "Bilmiyorum." diyerek kısık bir sesle cevap verdim. Dikkatim Soykan'dayken aniden gelen sesle, annemin ellerini cama koyarak bağırması üzerine, kafamı ona çevirdim.

"Mira orada. Görüyorsunuz değil mi hepiniz?" diyordu. Aklıyla sınanıyordu. Cama üst üste vuruyordu. Sakin olmalıydı. Annemin hareketleri üzerine Soykan bana hitaben konuştu yine ve yeniden. "Oturmasını sağla. Yoksa bağlamak zorunda kalacaklar."

"Hayır, hayır. Sakın bağlamasınlar. Algılayamıyor şu an. Biliyorsun. Başka bir çözümü yok mu?" Endişeyle atlamıştım sözleri üzerine. Karşımda o şekilde oturmasına dayanamazdım. Soykan'dan sıyrılan gözlerimi anneme çıkararak elimle oturmasını işaret ettim. Parmağımdan biri dudaklarımı bulduğunda susması içinde işaret vermiştim. Tepkilerime anında karşılık vereceğini düşünmezken annem arkasındaki sandalyeye oturmuştu hızla. Sanırım benimle anlaşma yaptığını düşünüyordu şu an. Bu kadar kolay olmasını beklemiyordum. Annemin sakinleşmesinin ardından tekrar Soykan'a baktım. Tüm şartlar sağlandığında konuşmak için hazırdı.

"Öyleyse ilk ondan başlayalım."

Cümlesi, sorusuna istinaden kurulmuştu. Soykan'ın sözlerine karşılık iki adamdan ses çıkmıyordu ancak birinin bakışları yalnızca Remzi'deydi. Annemin arkasından ona nefretle bakıyor, ardından o delici bakışlarını Soykan'a çıkarıyordu.

"Annen zamanında birine aşık olmuş. Çok sevmiş olacak ki daha çok erken yaşta sevdiği kişiyle kaçmışlar." Soykan'ın sözleri ortamdaki herkesin dikkatini çekmiş olacak ki annem dahil hepsi onu dinliyordu. Annemin gelgitlerinin yalnızca varlığıma karşı olduğu açıktı.

"Onaysız olan bu birliktelik çok sürmeden sonlanmış. Yerlerini kısa sürede bulmuşlar. Çünkü onları takip eden biri varmış." Aklımda dönüp duran ihtimaller dillenemezken bakışlarımın muhattabı olan Soykan gözlerini annemde sabitledi. "Yakalandığınız gece saatlerce işkenceye mağruz kalmıştınız değil mi Selma hanım?" Sorusu annemeydi. aç
Annem yaşadıklarını hatırlamış gibi kitlenmiş, kafasını aşağı yukarı sallayarak cevap vermişti.

"Peki tüm bunları yaşamanıza sebep olan kişinin sevgili eşiniz olduğundan haberiniz var mıydı?" Anneme bir soru daha yönelttiğinde annemleri takip eden ve yerini söyleyen kişinin Remzi olduğunu anlamıştık. Annem yüzünden bile belli olan parçalanmışlıkla kafasını Remzi'ye çevirdiğinde onun bakışları öfkeyle Soykan'ı bulmuştu. Ardından şiddetle bağırmaya başlamıştı.

"Lan şerefsiz, neyin peşindesin sen yine? Niye tıktın bizi fare gibi buraya? Sussana lan artık. Ananı si-" Remzi sözlerini tamamlayamadan titremeye başladığında sallanan bedeniyle yere düşmüştü. O an fark ettiğim detayla ne olduğunu anlayabilmiştim. Remzi'nin bileğinde bir bileklik vardı ve ışığı yanıyordu. Anladığım kadarıyla ona elektrik vermişti. Bakışlarım hızla Mahir Mazhar'ı bulduğunda aynı bileklikten onda da olduğunu fark etmiştim. Annem de yoktu.

"Ne oldu Remzi? Sesin kesildi." Soykan oturuşunu dahi bozmadan Remzi'ye göz kırparken o, düştüğü yerden kalkmaya çalışıyordu. Gözlerim anneme kaydığında şok içerisinde olanları izlediğini görmüştüm.

"Şoka girmek için daha çok erken Selma hanım. Daha neler neler var." Kendisine hitaben söylenen sözleri duyan annem odağını Soykan'a vermişti şimdi.

"O gün sizi takip eden ve yerinizi abilerinize söyleyen Remzi'ydi. Ve bunu sözde size olan aşkı yüzünden yapmış. Senelerdir size aşıkmış meğerse. Üstelik şöyle bir detay ver ki eğer size talip olmasaydı, aileniz sizi ya yaşlı bir adama satmıştı ya da öldürmüştü. Bunları ona minnet etmeniz için değil sırf sizinle evlenmek için işkenceye mağruz kaldığınızı öğrenmeniz için anlatıyorum. Ama siz yalnızca hayatınızı kurtardığını bildiğiniz için ömür boyu bu adama minnet ettiniz."

Duyduklarıma şimdiden inanamıyordum. Bu nasıl bir aşktı? Bu aşk mıydı? İnsan sevdiğinin mutluluğunu istemez miydi? Oysa Remzi Altan annemi istemediği bir evliliğe, sözde bir kahraman gibi muhtaç etmişti.

"Şimdi söyle bakalım puşt Remzi, sevdiğin kadının kaçtığı adamın adı neydi?" Düştüğü yerden çoktan kalkmış olan Remzi iki elini de cama yaslamış, sıktığı dişlerinin arasından bir şeyler mırıldanıyordu. Cevap bekleyen Soykan sabırsızca bağırmıştı.

"Söyle!"

Remzi Soykan'ın öfkesine rağmen öylece duruyorken Soykan bu sefer adamlarına hitaben konuştu. "Verin!" Emri üzerine Remzi'nin acı dolu haykırışları bu köhne yeri inletiyordu. İlk seferden daha uzun olan eylem sonlandığında Remzi, dar fanusun içinde debeleniyordu.

"Söyle!" İsteğini yineledi Soykan. Remzi'nin çenesi titriyor, bir kelimeyi dahi söyleyemiyordu. Sesi gelmiyordu ancak dudakları hareket ediyordu. "Yüksek sesle."

"Hakan." Remzi bu ismi söylerken onunla eş zamanlı olarak benim ağzımdan da bu isim çıkmıştı. Zihnime koca bir beton olup düşmüştü. Bu ismin böyle bir anlamı olduğunu bilmiyordum. Gerçekti ve ben öğrenmiştim. Annemin sırrını ben bilmiyordum ancak Soykan biliyordu. İşte bu hepsinden kordu.

"Ya Remzi, seneler geçse bile öyle bir aşk ki biricik karın oğluna bu ismi koymak istemiş. Ne de olsa sen tanımıyorsun sanıyor."

Bakışlarım annem ve Remzi arasında gidip geliyordu. Annem daha bu kadarla yıkılmıştı. Katil olduğunu öğrenirse ne yapacaktı? Daha yolun çok başında olduğumuzu biliyordum. Evliliklerinde bunun çıkacağı tahminlerimin arasında yoktu ancak Soykan'ın galibiyeti çoktu.

"Devam edelim." dedi Soykan. İç hesaplaşmama dahi fırsat tanımadan seri halde devam ediyordu konuşmaya. "Karısını çok seven bu adam, tüm alçaklıklarına rağmen bu kadınla evlenmiş. Ama şöyle bir sorun var ki bu adam çulsuzun teki. Tek kuruş parası yok. Taptığı kadına sunacak bir hayatı yok. Çeşitli işlerde çalışmış, çocukları olmuş, üzerinden dokuz sene geçmiş ama bu şerefsizi, kıt kanaat geçinmesini sağlayan işten de kovmuşlar. Yemeye ekmek bile bulamıyorlar. Remzi günü birlik işlerde çalışıyor. Öyle kötü durumda ki intiharı bile düşünüyor. Tüm bu zor zamanlarda karşısına biri çıkıyor bu ibnenin."

Soykan'ın sesine nefret bulaşmıştı şimdi. Öyle güçlüydü ki öfkeyi kafeslemiş, bakışlarını buza çevirmişti.

"Ve diyor ki, patronun sana bir teklifi var?"

Tahmin ettiğim noktaya mı gelmiştik? Buna hazır olmayabilirdim. Beni neyin beklediğini kestirememek ölüm gibiydi.

"Bu bir iş teklifi Selma hanım. Hayatınızın değiştiği teklif. Hatırlayın o günleri. Evinize para girmeye başladığı günler. Sıfırdan yaptırılmış bir ev, arabalar, şirket, sınırsız para. Vaadler bunlardı. Peki ne için biliyor musunuz?"

Her şeyden habersiz annem olumsuzca kafasını salladı. Soykan gerçekleri yalnızca ikimiz için anlatıyor gibiydi. Şu an ki muhattabı annemdi. Ona bakarak konuşuyor ve soru soruyordu. Her şeyi bilen benim ise boğazıma geçmişin cam kırıkları saplandı. Katil olduğunu öğrendiğim gün kulağıma söylenen seslerin yankısı zihnimde çalkalandı.

"Bir adamı öldürmesi için."

Soykan'ın ağzından bu cümle zorlukla çıktı. Dişlerini öyle bir sıkıyordu ki çenesi dalgalanıyordu. Duydukları karşısında transa geçen annem sürekli hayır, diyordu. Bedenini katile çevirmiş ve ellerini cama vurarak ona karşı haykırıyordu.

"Hayır değil. Evet, Selma hanım. Hepsine sahip oldunuz çünkü."

Soykan'ın son sözleri üzerine kendini kaybeden annem delirmişcesine bağırıyodu. Kafasını iki yana sallıyor, feryat ederek ağlıyordu. Kendini kaybediyordu.

"Nasıl yaptın? Çocuklarının boğazından kanlı parayı nasıl soktun? Allah senin belanı versin. O ellerle iki çocuk büyüttün. Kırılsın o ellerin. Kırılsın."

Annem ardı arkası kesilmeyen sözlerini ağlayarak sıralarken oturduğum yere adeta saplanmıştım. Hareket edemiyordum. Gördüklerim karşsında gözlerim doluyor ama ben ağlayamıyordum. Remzi ise eğdiği başıyla hep korkutuğu şeyi yaşıyormuşcasına yıkılıyordu. Mahvoluyordu. Yüzü her şeyi ele veriyordu ve ben anlıyordum.

"Alın sesi." diye bağırdı Soykan korumalara doğru. Emriyle annemin sesi yok olurken yalnızca kendini hırpalayışı karşımızdaydı.

"Remzi, bak bana." dedi Soykan. Annemin bakışlarından kaçmak isteyen Remzi ise hemen kafasını dikleştirdi. "Hatırlıyor musun seninle ilk teması kuran o adamı?" Remzi başını onaylar bir şekilde sallamıştı. "Sence şu an ne yapıyor, nerede, kimle, adı neydi onun? Söyle!"

Gözlerim Remzi'deydi. Vereceği cevabı bekliyordum. Hatırlayamaya çalışan bir ifade geçti yüzünden önce, sonrasında verdi cevabı. "Fırat Kaya." Dilinden dökülenlerin ardından başımı Soykan'a çevirdim. Yüzünden haz alan bir ifade vardı şimdi. Kan donduran bir ruha büründüğünde ölüm kokan sesiyle dudaklarını hareket ettirdi.

"Fırat Kaya Arguvan. Ölü. Leşi bir evimin bodrumunda."

Arguvan.

Asal Çağrı Arguvan.

Bodrumdaki ceset Çağrı'nın babasının.

İnanamıyordum. Soykan bu yüzden vermiyordu cesedi. Babasının ölümünde Remzi'yle ilk temasa geçen kişiydi. Öğrendiklerim beni delirtecekti. Soykan tüm bunlara nasıl dayanmıştı, nasıl öğrenmişti ve plan kurabilmişti? Şaşkınlık tüylerimin diplerinden ruhuma kadar yayıldı. Bunu hiç beklemiyordum. Daha ne kadar şaşıracaktım?

Ellerimi yüzüme kapatıp sindirmeyi denedim. Bu denli iç içe olan olaylar, bir o kadar da gizlenmişti. Ellerim yüzümü sıvazlayıp kendime gelmeme yardımcı oluyordu. Yüzümden çektiğim ellerimden birini çeneme koydum. Dirseğimi dizime sabitlediğimde kafamı yana çevirerek Soykan'a baktım. Onun bakışları da bendeydi. Olumlu anlamda kafasını salladı. Adeta aklımdan geçenleri anlamış ve onaylamıştı.

Bakışları benden sıyrılan Soykan tekrar karşısındakilere baktı. Onunla birlikte bende onlara çevirdim gözlerimi. Annem yere oturmuş, sessizce ağlıyordu.

"Öldüreceği adam Turan Soykan. Diyorlar ki çocuğu yok. Karısı terk etmiş. Tek başına bir adam. Ayağımıza engel oluyor. Ortadan kaldırabilir misin diye soruyorlar ve teklif kabul ediliyor."

Bir çocuğu olduğunu bilmiyordum. Soykan'ın son sözlerinin üzerine hastane odasında Remzi'nin bana söylediği bu cümle yankılandı zihnimde. Sebebi buymuş. Bu nasıl bir bataklık böyle?

"Peki patron neden Turan Soykan'ın ölüm emrini verdi?" Bu soruyu bana bakarak sormuştu Soykan. "Bilmiyorum." Kafamı iki yana sallıyordum ve konu buraya gelince kendime hakim olamıyordum. Yalnızca onun söylediği kadarını biliyordum.

"Asıl isteği Turan Soykan'ın ölümü değildi. Ölümü istenen Remzi'ydi. Turan Soykan patronun yakın arkadaşıydı. Arkadaşının katil olmasını istemedi. Cinayeti engellemek istedi. Tam bu noktada tüm plan değişti. Çünkü patron biliyordu ki arkadaşı buna engel olacak. O da planı yeniden kurdu. Remzi Turan Soykan'ı öldürecek, Remzi'ye yok dedikleri oğlu da intikamla büyütülecek."

Soykan'ın gözleri bana bakıyordu ancak ben ona bakamıyordum. Sözleri üzerine bakışlarımı ondan kaçırdım. Remzi'ye baktım. Neye sebep olduğunu bilmek nasıl hissettirmiş, görmek istedim. Tüm olanlardan bihaber olduğu çok açıktı. O yüzden bana o cümleyi kurmuştu. Anneme kaydı bakışlarım, bu hikayeye içinin parçalandığından emindim. Zaten bu hikayenin geldiği nokta da onun parçalanması içindi. Canının acısı içindi. Bakışlarım annemde oyalanırken Soykan'ın sözleri bu sefer beynimde infilak etti. Etrafa savrulan cesetler gerçeklere aitti.

"Patron Mahir Mazhar! Beni büyüten adam, nezaketen adam diyorum."

Soykan'ı bu hale getiren canavar bu adam mıydı? Gözlerim ilk defa onu buldu. Onun bakışları da bizdeydi. Ruhsuz bakıyordu. Bomboş bakıyordu. Bakışları kurşun atıyordu.

"Bak şerefsiz Remzi! En büyük sır buydu değil mi? Patronu hiçbir zaman göremeyeceksin, demişlerdi sana."

Artık Remzi'ye bakıyordum. Kime bakacağımı şaşırmıştım. Gözlerimin hareketi ruhumu girdaba sokmuş ve boğmuştu. Remzi bakışlarını patrondan alamıyordu. Gerçekten ilk defa gördüğü çok açıktı. Annemin bakışları o adama kaymazken Mahir aheste bir yavaşlıkla kafasını Remzi'ye çevirdi. Bir mahcubiyetten ziyade can alma isteğine sahipti bu bakış. Zaten en büyük istediği de buymuş, diyen iç sesimdi. Mahir'in bakışlarını kaldıramayan Remzi kafasını hızla çevirdi. Ne de olsa Mahir, Remzi'nin ölmeden önce gördüğü son yüz olabilirdi.

İkiliden çektiğim bakışlarım istemsizce Soykan'ı buldu. Yarası kavlamış bir çocuk gibi duruyordu. Gözleri annemdeydi ve konuşmaktan çekinmedi.

"Ben Baran Soykan. Turan Soykan'ın yok dedikleri oğluyum. Annem akıl hastanesinde. Babamı hiç terk etmedi. Canından çok sevdiği adam kollarında can verdiği için aklını kaybetti." Annemde olan odağını bana kaydırdı Soykan.

"O odanın her santiminde olan fotoğrafları çektiren de patrondu. Remzi'yı sıkıştırmak için değil, tehdit etmek için değil, ihbar etmek için hiç değil. Cinayetin her bir anını hafızama kaydetmek için çektirmişti. Ortadan kaybolan annemi de fotoğraf eline ulaştığında bulup getirmişti. Tıpkı bir kahraman gibi."

Ne diyeceğimi bilemiyordum. O kareler olaydan bağımsız bir insanda dahi travma oluşturabilecekken öldürülen kişi onun babasıydı. Ne diyebilirdim ki?

"Peki patron tüm bunları neden yapıyor? Hepiniz merak ediyorsunuz değil mi?" Gözleri önce beni, sonra kalabalığı buldu. Kalabalıkta bir kişiye odaklanırken tekrar konuştu.

"Mahir Mazhar!"

"Pardon!"

"Hakan Mahir Mazhar!"

İşte tam şu an küçük dilimi yutmuştum. Kafayı yiyecektim. Tüm bunlar, iki adamın anneme duyduğu hastalıklı sevgi yüzünden olmuştu. En masum kişilerin canı yanmıştı. Bu nasıl sineye çekilebilirdi ki? Bu nasıl hazmedilirdi? Gözlerimi Soykan'dan çekemiyordum. Bunları yaşayan bir ruh nasıl sağlıklı olabilirdi? Nasıl hayatta kalabilmişti? Bu ne kadar aşağılık bir plandı, cinayetti? Soykan'ın gözleri hepsinin yüzlerini tarıyordu. Görmek istiyordu.

Remzi içinde bulunduğu fanusa kapanmış, kafasını yere koymuştu. Mahvolmuştu. Annem ise kitlenmiş, o adamın yalnızca gözlerine bakıyordu. Sanırım yalnızca gözlerini hatırlamıştı. Gençlik fotoğraflarını görmüştüm. Alakaları yoktu şu an o halleriyle. Hakan, gözlerini ayırmadan anneme bakıyordu ve bakışları ilk defa normal birine ait gibiydi. Soykan'ın sesi ortama düştü bir kez daha. Bir tek onun sesi vardı zaten. Artık ayaktaydı. Sesiyle ona döndüğümde yüzündeki buruk tebessümle bana bakıyordu.
Oturduğum yerden kalkıp ona sarılmak istiyordum. Yarası kanıyordu ve karşısında hiçbir destekçisi yoktu. Biri babasının ölüm emrini vermişti, diğeri katletmişti. Yapayalnızdı. Annesi bile hayatından bir cinayetle çalınmıştı.

"Hepiniz Hakan'a ne olduğunu merak etmiştiniz değil mi?"

Kafamı iki yana sallıyordum. Buna mecbur değildi. Bu şekilde olmak zorunda değildi. Gözlerim sızlıyordu. Tüm bunlar çok ağırdı.

"Hakan Turan Soykan'ın sonu oldu."

Son sözleriyle oturduğum yerden kalmıştım. Adımlarım ne zaman onun yanında sonlanmıştı, anlamamıştım bile. Bunu Soykan da anlamamış olacak ki gözlerime şaşkınlıkla bakıyordu. Vakit kaybetmedim, gözlerine olan temasımı kestim ve düşünmeden kollarımı boynuna doladım. Yaşananlar benim bile kanıma dokunurken kimsesiz kalan, celladına minnet besleyen o çocuğa sarıldım. Ailesinden, ölen babasından bağımsız kişilerin aşkı, nefrete bulanmış, nefret intikamı taçlandırmıştı. Soykan, gözümde şu an babası hiç uğruna ölen bir çocuktu. Temas ettiği göğsümde de öyle.

Ellerim boyuna dolandığında iç çeke çeke ağlamak istiyordum. Gözlerimden yaşlar akıyordu. Nasıl başarıyordu bunu? Nasıl güçlü durabiliyordu? Öğrendiklerim benim aklımın sınırlarını zorluyordu. Dudaklarımdan kaçan hıçkırıkla konuştum.

"Sonra devam edebiliriz. Karşılarında anlatmak zorunda değilsin. Yapma, gidelim buradan." diyebilmiştim zorlukla. Nefes alamıyordum sanki. Aklım bu olanları karşılayamıyordu. Kendi durumumu bile unutturuyordu. Kime kızıp, neye yanabilirdim ki? Delirecektim.

Sözlerimle Soykan'ın bir eli belimi bulmuştu. Kendine çektiği bedenim yükselirken kulağıma fısıldadı. "Bugünden başka olmaz. Devam etmek zorundayım." demişti dişlerinin arasından. İlk defa zorlandığını hissediyordum. Soykan ilk defa bu kadar açık sınanıyordu. Düşmanına bunu fark ettirmezken ben hissedebiliyordum. Sıcak teninden yanağıma acısı akıyordu.

Soykan'ın eli bedenimi kendinden uzaklaştırdığında başını eğerek gözlerimin içine baktı. Akan yaşlar eşliğinde karşılık veriyordum ona. Boşta kalan eli yüzüme uzandı. Akan yaşlara bulandı. Göz yaşlarımı sildikten sonra yüzüme düşen saç tutamını kulağımın arkasına sıkıştırdı.

"Ağlama. Ağlaman için anlatmıyorum. Eğme başını. Dik tut. Öğreneceklerin belini doğrultmayabilir. Güçlü ol."

Nasıl yapacağımı bilmiyordum. Hepsi bir anda çullanıyordu üstüme. Kafamı istemsizce iki yana sallıyordum. Hiçbir şey istemiyordum. Soykan'ın eli ensemi buldu. Ani hareketiyle başımı göğsüne yasladığında duyabileceğim şekilde konuştu.

"Dayan."

Bir süre öyle kaldırdıktan sonra Soykan beni kalktığım sandalyeye oturtmuştu. Bana arkasını dönmüştü. Gözleri baktığı yerde oyalanmış ve derin bir nefes almıştı. Ardından bakışlarını karşımızdaki üçlüye çevirdiğinde karşımda titreyerek yere düşen Mahir Mazhar'dı. Ne olduğunu anlayamamışken Soykan'ın gür sesi gökyüzünden yankılandı.

"Bakma lan, ona öyle!"

Kime bakıyordu? Gözlerimi yerdeki adama çıkardım hızla. Onun keskin bakışları üzerimdeydi. Çok rahatsız ediciydi bu. Bakışlarını çeken ise o olmuştu. Düştüğü yerden kalkmaya çalışırken konuşmak için dudaklarını hareket ettirmişti ki Soykan'ın sesi onu böldü. Bakışlarım sesin sahibini bulmuştu. O ise anneme bakıyordu.

"Aşkına sahip çıkamadın Selma Altan." diye haykırmıştı adeta. "Yarı yolda bıraktığın adam şerefsiz kocana babamı, bana kızını kurban seçti." diyerek aynı öfkeyle devam etti. Onu bu denli delirtense Mahir ile kurduğu kontaktı. Remzi'ye baktığından daha deli bakıyordu o adama.

"Plan çok basit," diye başladı Soykan sözlerine. Devam edeceği belliydi. Öyle de oldu. "Remzi'yi öldüremiyor. Arkadaşı engel oluyor. O zaman Remzi arkadaşını öldürecek. Arkadaşının oğlu da intikamla büyütülecek." dedi tükürürcesine. Cümlelerden dahi nefret edercesine. Gözlerimi anneme çıkardım. Ona bakarak konuşuyordu Soykan. Annem, yerinde küçülmüş, karşısındaki kişiye bakamayacak kadar çökmüştü.

"Ne de olsa Selma ve Remzi'nin kızı, Mahir'in acısının üstüne doğan ilk çocuk."

Soykan'ın gözleri annem ve Remzi arasında gidip gelirken yüzünde bariz bir nefret vardı. Öfkesi çileden çıkmıştı artık. Parçalayacaktı. Ben de kime bakacağımı şaşırmıştım. Gözlerim hepsini görmek istiyordu. Tepkilerini tartmak istiyordum. Hepsine adları geçtiğinde bakıyordum ya da fırsat bulduğumda. Mahir yerden kalmıştı. Annem ve Remzi yerdeydi.

"Her başarımda başarısızlığımda kafama vura vura kazıdıkları isim Remzi'nindi. Sebebi cinayetti. Sözde babamı katlettiği için intikam alacaktım ondan ama amaç bambaşkaydı. Bunu öğrendiğimde beni büyüten adam, artık adam değildi."

Soykan'ın çatırtısı dışarı vuran öfkesi, gözlerinde yangın çıkarmıştı. Mahir Mazhar'a kitlenmişti. Ona olan nefreti yaşadıklarının yanında geçen yıllaraydı. Bu çok belliydi. Soykan'ın gözleri o adamdan sıyrıldığında kor olmuş gözleri gözlerimi buldu.

"Alınan cana karşılık bir can alacağım, demiştim Remzi'ye. O da ilk senden vazgeçmişti. Arabalarla önünüzü kestiğim o gün, normalde seni bana getirecekti. Ama plana uymadı. Bizzat ben çıktım karşınıza. Seni getiremeyeceği için yapmamıştı bunu. Karısına söyleyeceği yalanı bulamamıştı."

Gözlerim Remzi'yi buldu bu sözlerin üzerine. Ben ona ne yapmıştım? Bakışları yerdeydi. Annem ise içli içli ağlıyordu ancak sesi bize gelmiyordu. Ellerini cama koymuş, Remzi'ye sesini duyurmak için bağırıyordu.

"Öyle ki annen hastalandı, bahanesine sığınıp isteğimle seni bana getirdi. Bu sefer yalanları vardı." Soykan sözlerine es verdiğinde annemin dikkatini çekmek için hamle yaptı. Başarılı olmuştu ki bakışları buluştu. "Kızınız biraz daha yakınınızda dursa hayatına son verecekti değil mi Selma hanım? Öyle demişti size. Öyle değildi işte. Babasını öldürdüğü adamın kucağına bıraktı kızını."

Soykan'ın sesi son cümlede olduğundan daha yüksek çıkmıştı. Bağırmıştı. Annem artık aklını tam anlamıyla kaybetmişti sanırım. Olduğu yere sığamıyordu. Damarları belirginleşmişti. Ellerini yere vuruyordu. Buna dayanamıyordum. Konuşamıyordum. Yalnızca annemi oradan çıkarmak istiyordum. Odağım tamamen annemdeyken Soykan'ın bana yönelik sözlerini duydum. Dikkatim dağılmıştı ve kendimi ona bakarken bulmuştum.

"İki plan vardı, demiştim sana."

"İlki yaşandığını sandığın olayın gerçekleşmesiydi. Sonrasında yaşananlar, seni bırakmam, parçalanman planın içindeydi. Olay seni mahvedecek, anneni darmadağın edecekti. Çünkü nefrete hepiniz dahildi."

Soykan'ın sözleri yaşananları aklıma düşürdüğünde nefeslerim hançer oldu, boğazımı parçaladı. Her şey Mahir'in planıysa Soykan tüm bu nefreti babasının ölüm emrini veren adam için mi kazanmıştı? Birinin nefretini karşılamak insana çok ağır gelirdi. Bunu nasıl göze alabilmişti? Sorular cevapları da veriyordu. Cevaplar yeni sorular oluşturuyor, gerçeklere ulaştırıyordu ama yakıyordu da. Akıl sağlığımı bu döngüde feda etmek üzereydim.

"İkinci plan seni öldürmekti."

"Seni bıraktıktan kısa bir süre sonra başını annene yollayacaklardı. Seni yanıma aldırmasaydım bunu yaptıracaktı." dedi Soykan gözlerimin içine bakarken. Hâlâ ayaktaydı. Oturduğum yerden ona bakıyor, parça parça sandalyeden dökülüyordum. Eriyordum. Düşman bellediğim bu adam hayatımı kurtarmıştı. Onların aksine celladıma minnet etmemi beklememişti. Gerçekler öyle düşmüştü ki üstüme kafamı çevirip bunlara sebep olanlara dahi bakamıyordum.

Aldığı nefese dahi tahammül edemediğim bu adam benim nefes almamı sağlamıştı. Evet, o nefesleri ben yaşananlardan sonra ağız tadıyla alamamıştım belki ama annem de kesilen başımı almamıştı. Gerçekler ve düşündürdükleriyle ağladığımın bilincinde bile değildim. Haykırarak hesap sormak istiyordum onlardan ancak ben içlerinden birine bunu yapmış, yine de terk edilmiştim. O zaman öğrenmiştim acıttıklarını bilmemeleri gerektiğini. O zaman öğrenmiştim ki susmak kendim için değerliydi.

Birini el birliğiyle öldürüp üstüne oğlunu nefretle büyütmüşlerdi. O çocuğa verecek hesabı olmayan bu kişilerin, bana edecek tek cümlesi olmadığından emindim.

"Bu yüzden mi gitmemi istemedin?" diye bir soru yönelttim Soykan'a. Bana karşı cevapları olan bir tek o vardı. O yanımdaydı.

"Evet," diyerek başladı Soykan sözlerine. Parçalandığımı fark etti. Bir bakışta ruhum gözlerinin önündeydi. Hep öyleydi. "Tek hedefi sendin artık. Peşindeydi ve seni öldürecekti."

Sözleriyle eğdim başımı. Belim doğrulamayacak kadar yüklenmişti. Devam edecek miydi, bilmiyordum bile. Öylece toprağı izlerken çenemi bulan eller başımı kaldırdı. Soykan oturduğum sandalyenin arkasındaydı. Arkamdaydı. Ellerinden biri omuzlarıma gidip dikleştirirken diğeri başımı kaldırıyordu. Onlara bakmamı sağlıyordu. Hepsinin yüzünde gezdirdim gözlerimi. Artık hiçbiri tek bir sıfata sahip değildi. Eskiden öyleydi. Hepsi bir geçmişti. Ve geçmiş alev alevdi. Gözlerimi beni yok etmek isteyen adamda sabitledim. Diğer adam benden vazgeçmişken o yok etmek istiyordu.

O da aşkına sahip çıkabilirdi. Annemle birlikte yanıp yanında kalabilirdi. Tüm bunlara sebep olmak yerine daha çok sevebilirdi. Ancak insanın en kolay yaptığı şey suçu üzerinden bir başkasına atabilmekti. Kendi kaldıramazken başkasına yükleyecek yüzsüzlerdi.

Baktım ona. Daha çok baktım. Gözleri hâlâ geçmişte ve doğduğumu öğrendiği gündeydi sanki. Kalbi nefrettendi.

"Peki Selma hanım, Hakan'ın tüm bu planları kendi kızı üzerinden kurduğundan haberi var mı?"

Odağım tüm benliğiyle baktığım adamdayken birden yükselen ses ve sorulan soruyla bozguna uğradım. Zihnim Soykan'ın sözlerini algıladığında tüm sesler kesildi. Zihnimin duvarlarında çınlayan tiz bir ses ve tekrar eden cümleler vardı şimdi. Dün, bugün veya sonraki gün yok olmuştu. Dizlerimin bağını kesen, kucağıma oturan varlığıyla kıran bir gerçek vardı. Gözlerim etrafa bakıyordu ama göremiyordum. Gözümün değdiği yüzler ağır çekimde hareket ediyor, yakınlaşıp uzaklaşıyor, bense zihnimin duvarlarına çarparak sendeliyordum.

Kendi kızı.
Hakan'ın kendi kızı...

Tekrara saran cümlelerle beynimden vurulmuşa dönmemiştim. Beynimden vurulmuştum.

"Yoktu. Çünkü Remzi'ye senin kızın dedin."

Başkasının varlığını reddecek bir babam yoktu benim. İçimde bunun boşluğu oluşmamıştı. İçimdeki dipsiz kuyuyu açan bu hayatta en çok güvendiğim, hayatımı bir yalanın üzerine kuran kişiydi.

Hayatım oydu ve o kendini benden almıştı. Geriye ne kalırdı?

Beynim dönmeye başladığında kapattım gözlerimi. Sol kaşım gözümü yukarı çekiyordu. Göz kapaklarımda onların yüzü vardı ve onlar zihnimde kabus oluyordu. Bedenimin düşeceğini hissederken boynumda Soykan'ın kafasını hissettim. Üzerime eğilmişti. Eli bileğimi bulduğunda bastırdığı noktayla tüm algım birden yerine gelmişti. Benden uzaklaşmadan önce ise saçlarıma gizlediği başıyla kulağıma fısıldamıştı.

"Şimdi değil."

Ellerim başımı bulduğunda iki yandan ovuşturdum. Algılarımı dağıtmaya çalıştım. Yıkılmamaya çalıştım. Soykan gibi olmak için çabaladım. Bedenim dik duruyordu ancak zihnim çöküyordu. Yüzüme düşen saçlarımı geriye iterek daha dik oturdum. Dudaklarım benden bağımsız aralanırken çıkan ses bana ait olmayacak kadar ruhsuzdu. Gözlerim annemde, sorum açıktı.

"Doğru mu?" dedim bilinçsizce. Benden kaçırmaya çalıştığı gözlerine tutundum ve yineledim. Başını olumlu anlamda salladığında gözlerim Remzi'yi buldu. Bu sefer yalanla yüzleşen ilk defa oydu ve anlamsız cümleler kuruyordu. Kısa bir süre sonra sesi dışardan alınmıştı. Şimdi gözlerim beni öldürmek isteyen kişiyi bulmuştu. Bakışları beni keşfediyordu.

Her zerremde dolanıyordu. Remzi'nin aksine gerçek anlamda yıkılmıştı. Öyle ki bacakları titremiş, düşmemek için cama tutunmuştu. Aslında beni öldürdükten sonra bu bilgiyi öğrense onun için daha acımasız olurdu ancak Soykan bunu yapmamıştı. Ve bu ruh benim tanıdığım Soykan'dan çok uzaktı. Benim tanıdığım ruhu Mahir yönetiyordu ve acımasız olan fikir tam olarak Mahir'e ait olabilirdi. Ancak bu Soykan farklıydı.

Nefretle bakıyordum onlara. Hakan denen adama ise daha büyük bir nefretle. Nefretin kararttığı kalbimle. Bomboş. Karşımda yokmuşcasına. İğrenen bir ifade yüzüme yerleştirken duyacakları şekilde konuştum.

"Ülkede adam mı yoktu da sen iki tane şerefsiz buldun?"

Demiştim güçlükle. Kelimeleri zor toparlamıştım ancak sesim öyle çıkmıştı ki düştüğü zihni parçalardı. İçimde taşan hisler boğazımı sıkıyordu. Gerçek bir ruha bürünmüş, bedenime sızmıştı. Beni oturduğum yere mıhlamıştı. Ortalığı birbirine katmak istiyordum ancak susuyordum. Çünkü karşımda düşmanlarım vardı. Öğreniyorum. Bedenim geriye düşüyor, sandalyeye yaslanıyordum. Tüm bunların yanında dayandığım bir şey daha vardı. Soykan bedeninin varlığını hissettiriyordu. Yine arkamdaydı.

Üzerime eğildiğini içimi dolduran kokusundan hissettim. Şu an tanıdık olan tek şey buydu. Soykan üzerime eğildi ve sadece benim duyabileceğim şekilde konuştu. Ellerinden biriyle saçımı okşuyordu.

"Sabret. Karşılarında kaybetme kendini. Başaracağından eminim. Yalnızca dinle."

Sözlerinin ardından nefesi de eli de arkamdan çekildi. Sandalyesine doğru gidiyordu. Oturmadan ayakta duruyordu. Kısa süreli sessizliğin ardından tekrar konuşmaya başladı.

"Arkadaşlarını katleden, sevdiklerini öldürmek için sıraya dizen, bunca şey yaşamana sebep olan ve seni öldürecek olan kişi babandı."

Soykan'ın konuşurken üzerimde olan bakışları sözlerini bitirdiğinde Mahir Mazhar'a döndü. Kesilen göz temasımla ben de baktığı kişiye bakmıştım. Bana bakıyordu. Karşımdaki bu şahıs rol mu yapıyordu? Yıkılmış görünüyordu.

"Her şeyi bilen bu kişi bir tek kızı olduğunu bilememiş, üstelik tüm nefreti de Selma'nın başkasından olduğunu düşündüğü kızınayken."
Soykan'ın sesi kaymıştı bir an. Bu da Mahir'in durumundan zevk aldığını gösteriyordu. Bakışları hâlâ ondaydı.

"Bilmiyordum. Bilseydim yapmazdım. Yapamazdım." İlk defa duydum sesini. Bu ses benim varlığıma sebep olan yokluğumu isteyen kişiye aitti. İlk defa konuşmuştu. "Remzi de babamın bir oğlu olduğunu bilmiyordu. Bilseydi yapmazdı belki. " Mahir'in sözlerine böyle karşılık vermişti Soykan. Soykan'ın biten sözlerinin ardından Remzi'nin ağlamaklı çıkan sesi ortamı doldurmuştu. "Yapmazdım." demişti.

"Sizin bilmediğiniz ihtimaller kaç kişini hayatına sebep oldu. Ne anlatıyorsunuz siz ya? Kesin sesinizi." diyebilmiştim aldıkları nefese dahi tahammül edemeyerek. Bilselermiş yapmazlarmış.

"Hep bir çocuğun olsun istemiştin değil mi Hakan Mahir Mazhar." Soykan'ın gür sesi devreye girmişti yine. Sesleri kesilmişti diğerlerinin ve gözlerim o adamın üzerindeydi.

"Artık varlığını öğrendin ama bu kızın üzerine gölgen bile düşemeyecek. Bu sana bir ömür yeter."

Böyle birini yokluğumun etkileyeceğini düşünmüyordum. Yılların nefreti bir kelimeyle geçemezdi onda. Bakışları bile ölü toprağı gibiydi. Ağırdı. Acımasızdı. Bakışlarımı ondan çektim. Yerde ne dediği belli olmadan ağlayan anneme çevirdim. Şu an ağlaması hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Ağlayabilirdi ancak benim tarafımdan bir süre anlaşılamayacaktı. Gözlerim Remzi'deydi şimdi.

"Remzi Altan, hiç soramadın bu soruyu karına değil mi? Hep kafanın içindeki şüpheyle yaşadın. Şüphe karnı aç bir parazittir. Aklı tüketir. Tükenen aklınla ilk ondan vazgçetin. Bu yüzden feda ettin."

Evet, o bana hiçbir zaman açmamıştı kucağını ama bazı zamanlarda yalnızca varlığı yetiyordu bana. Misal tek başımıza evde korkarken gücü yetmeyecek olsa bile bizi korur diyebiliyordum kendime. Gözlerine tam anlamıyla hiç bakmamıştım. Her detayını bilmiyordum. O benim hiçbir şeyimdi. Uzun zamandır ise babam değildi. İçimde belki de bu yüzden bir şey değişmemişti.

Bir yabancının kollarına bırakılmıştım ben. O ise bana düşmandı. Öyle sanmıştım. Kendini öyle tanıtmıştı. Ama şu ortamda varlığı en yakın olan ise oydu. Bu her hücremde fazlaydı ve sindirilmesi çok zordu. Ona bakıyordum. Soykan'a. İçimdeki hesaplaşmadaydı kulağım ama şimdi o konuşturuyordu. Gözlerimin içine bakıyordu.

"İzleniyoruz, demiştim sana. O gün yanıma geldiğinde camın ardındaki adamlar ona aitti. Planın tarihine çok az kalmıştı. Yapıp yapmayacağımı, durumumu kontrol ettiriyordu. Öyle ki salonda bir dinleme cihazı dahi vardı." dedi Soykan. Evden kaçıp yakalandığım günün akşamından bahsediyordu. Bakışları nefretle Mahir'i bulmuştu kısa süre. Ardından tekrar beni odağına almıştı.

"Camın hemen ardında ne yaptığımızı izleyen biri vardı. Bu yüzden kalktım zaten ayağa. Görmeliydi. Sana olan öfkemi, tahammülsüzlüğümü iletmeliydi. Senin de korkunu beslemem gerekiyordu. Seni bir role ikna edemezdim. İnandırmaya çalışacağın kişi bu filmin yönetmeniydi çünkü. Eğer yapamayacağımı, plandan sapacağımı düşünseydi bunu başka birine yaptıracaktı. Ve sen bu kadar şanslı olmayacaktın. O kişi gerçekten yapacaktı çünkü."

Konu yaşananlara geldiğinde hafızamdan o anları silmek isteyen taraf algılarımı dağıtıyor, dengemi şaşırtıyordu. Bazen hiç yaşanmamış olmasını isterken unutmak istemeyen ruhum acıyı dinç tutuyordu. Peki bu öğrendiklerimden sonra ne düşürecektim? Yine mi onu suçlayacaktım? Başka plan kurma ihtimali bile benim ölümüme sebep olacaktı. Ne için kızacaktım? Planı değiştirip neden ölmemi sağlamadın diye mi?

"Hani dedin ya bugün, senin olmadığın zamanlar da vardı diye. Öyle bir zaman hiç olmadı. Odanda yanına geldim. Evde tektin, yalnızdın. Mahir gerçekleri bildiğimi bilmediği için bizzat kendim geldim yanına. Böylece bir şey yapamayacaktı. Yazlıkta ağacın altında gördün beni. Ben oradaydım. Bazen kendimi gösterdim bazen bir nefes kadar uzağında bekledim. Benim olmadığım bir zaman hiç olmadı."

Yapma, diyordu içimdeki ses. Dışa da vurmak istiyordum ama başaramıyordum. Tüm bunlar artık çok fazla geliyordu. Daha fazla dik duramıyordum. Soykan'a minnet de edemiyordum. O da bunu istemiyordu. İsteseydi tüm bunları en başında yapar, kahramanım olurdu. O düşman olduğunu sanmamı istemişti. Belki tüm bu olanlar Soykan'ın zaferidir. Herkes paramparça olurken o ayaktaydı çünkü. Borcunu babasına böyle ödedi belki de.

"İki plan vardı ancak ben hiçbirini yapmadım. Çünkü Mahir Mazhar'ın atladığı bir şey vardı."

Son sözlerinin ardından olduğu yerden ayrıldı. Adımları bedenini öne taşırken bugün ki Soykan'ı yaratan kişilerin önünde durdu. Sanki bugün ki varlığı yoktu Mahir'in karşısında. Babası öldürülen o çocuğun hayata öfkesiyle duruyordu. Dimdik. Sapasağlam. Ve güçlü.

"Ben babamın oğluyum."

Ben de paramparçayım.

Kızını büyütemeyen bu adamlar bir başkasının oğlunu acıyla büyütmüştü.

Bu düşünce kimsesiz kalan kız çocuğunun kalbini deşti. Yaralı çocuğun acısını da yanına ekledi. Oturduğun yerde karşımdaki, bugüne kadar gelmiş Soykan'a hayranlıkla bakıyordum. Hayranlığım başarısınaydı. Hikayeyi bir yabancı dinlese onun bile kanına dokunurdu. Yaşayanın ise kafasına sıktırırdı ancak Soykan buradaydı.

Onun yerinde olsam aynısını yapmazdım. Biliyordum. Bu insanların karşsına cesediyle çıkardım. Bana bunu düşündüren acıyla alt etmişti Soykan beni.

Sen onun kızı değilsin.

Benim kızımsın. Bu kızı yeniden büyütmeliyim.

Minerva.

Soykan belki de beni yeniden büyütmüştü. Eski Mira annesine sarılıp ağlardı çünkü. Odağım da dikkatim de karşımdaki manzaradayken oturduğum sandalyeden kolumdan çekilerek kaldırıldım. Mağruz kaldığım bu ani hamleyle tiz bir çığlık dudaklarımdan kaçarken kesilen sesimin yerini bir ses doldurdu.

"Ben de babamın oğluydum lan!"

Kolumdan tutarak beni sürekleyen ve bu cümleyi kuran kişi Çağrı'ydı. Yüzü tanınmayacak haldeydi. Ayağı topallıyor, bedeni sendeliyordu. "Ver, dedim lan sana cesedi. Verseydin bunların hiçbiri yaşanmayacaktı. Ben bu hale gelmeyecektim lan!" Karşımda kendini kaybederek delicesine bağıran Çağrı'dan gözlerimi çekemiyordum. Düşüncelerim ve durumum nasıl birden tepetaklak olmuştu, onu bile anlayamamıştım. Zihnimde savaş vardı. Çağrı'yı kim bu hale getirmişti? Berbat bir haldeydi. Düşünceler beynime istila ettiğinde aklıma düşen ihtimalle taşlar yerine oturdu. Malını çaldığı adamlar yapmıştı ve Çağrı intikam için bir kez daha buradaydı.

Kolumdan çekerek bedenimi kendine yaklaştırdı. Yaklaştırdığı bedenimi aniden çevirdiğinde sırtım göğsüne yaslıydı. Görüş alanımda ise Soykan vardı. Bakışları üzerimizdeydi ve o en tehlikeli halindeydi şimdi.

"Bırak lan kızı." Soykan'ın sözleri pimi çekilen bir bombaydı. Yerine getirilmeyen emri bombayı inflak ettirecekti. Bu çok açıktı.

"Hazır bir tiyatro kurulmuş. Sahnede de biz varız. Böyle bir finali hak ederdi bu gösteri."

Çağrı'nın biten sözlerinin yerini namlunun soğuk ucu doldurdu. Silahını şakağıma dayamıştı. Bedenini bedenime yapıştırdığında bir eli belimi kavramıştı. Olduğu yerde tepinmeye başlamış, kontrolsüz bir öfkenin sularına kendini bırakmıştı.

"Ver, demiştim lan sana. Cesedi ver, demiştim orospu çocuğu. Bu kaşar karıya mesken tutmak yerine neden vermedin lan?" Konuşurken ağzından çıkan tükürüklerin bir kısmı saçlarıma karışıyor, bir kısmı öne fırlıyordu. Pis nefesi burnumdaydı. Gözlerim Soykan'dan ayrılmazken tek kelime edemiyor, kurtulmaya çalışmıyordum. İstemiyordum da.

"Bırak kızı."

"Bırakmıyorum lan!" Soykan'ın sesini duyduğunda deliriyordu. Bu ortada duran bir gerçekti.

"Son kez söylüyorum. Kızı bırak."

Duyduğu sözler üzerine şakağıma yasladığı silahı daha çok bastırdı. Gözlerim Soykan'ın arkasındakilere kaymıştı. Hiçbirinin sesi dışarda değildi ancak Mahir ve annem ellerini cama koymuştu. Annem çığrından çıkmış bir ifadeyle ağlarken Mahir bir şeyler söylüyor, yalnızca Çağrı'ya bakıyordu. Sanırım Çağrı'nın da ona bakmasını istiyordu.

"Bırakmıyorum." dedi Çağrı parmağıyla silahın emniyet kilidini açarak. Sıra tetikteydi. "Ne yapaca-" Bir silah sesi yankılandı bu ıssız tenhada. Hava kararmış, sokak lambaları görevi devralmıştı. Bir silah sesi ve ondan çıkan saniyelik kurşun. Çağrı'nın cümlesini bitirmesine fırsat vermeyecek kadar ani, aldığım derin nefesi veremediğim kadar hızlı. Bu kurşun Soykan'ın silahından çıkmıştı. Ama o silah taşımazdı. Saniyelerle yarışmıştı karşımda. Bir tek elini beline attığını görebilmiştim. Çıkan silahı ve patlaması göz kırptığım sürede gerçekleşmişti sanki.

Önce silahı yere düştü Çağrı'nın. Sonra belimdeki eli gevşedi. Bedeni çekildi. Ardında bir ses geldi. Artık bedeni yerdeydi. Şoktan kaskatı kesilen bedenimi yere düşen bedenine çevirdim. Alnının ortasında bir delik vardı. Tıpkı babası gibi. Kan akıyor, kokusu burnuma geliyordu. Gözlerimi çekemiyordum. Silah sesine dahi tepki verememiştim. Gözlerim bakıyor, baktığını görüyor ama kırpılmıyordu.

Gerçek kötüler cinayet işlemez, Soykan'ın bu cümlesiyle anlamıştım daha önce kimseyi öldürmediğini. Bu cümlesi yankılanıyordu beynimde. Zihnimdeki sesin tekrarına, Çağrı'nın başından akan kana odaklanmıştım. Nefes almıyordu. O ölmüştü.

Hareket ettiremediğim başım sebebiyle baktığım görüntüden beni Soykan'ın belime yerleştirdiği eli uzaklaştırdı. Bedenimi kaldırarak çevirmişti. Tam karşımdaydı. Gözlerim aynı açıda duruyordu, Soykan'ın göğsüne bakıyordum. Etraftaki sesleri silikleştiren, beynimi ele geçiren bir diğer cümleydi. Yine Soykan'a aitti. Kafamı kaldırdım ve gözlerine baktım. Gözleri de aynı cümleyi söylüyordu sanki.

Ortada olan canınsa o tetiği hiç düşünmeden çekeceksin.

《☆》

[Bölüm Sonu]

MELÂL♡

BİRİNCİ KİTAP FİNALİ.

MELÂL İKİ KİTAPLIK BİR SERİ.

KİTAP BİTMEDİ. İKİNCİ KİTAPLA DEVAM EDECEK. BU SORU NE KADAR GELDİ.

BEKLEMİYORDUN DEĞİL Mİ?

AĞLIYORUM EVET. SAKIN SORMAYIN.

BU BÖLÜMDEN SONRA NEFES VE EMİR'LE YÜZLEŞİRKEN SOYKAN'IN SÖYLEDİKLERİNİ OKUSANIZA :'(

İÇİMİ DÖKECEĞİM SİZE.

BUNDAN BİR SENE ÖNCE 17 EKİM 2022 TARİHİNDE İZMİR'DEN SAMSUN'A GELMEK İÇİN BİNDİĞİM OTOBÜSTEKİ (UÇAK BİLETİ YOKTU VE BEN 15 SAAT YANİ YOL BOYU AĞLAMIŞTIM🥺) SİNEM'E KİTABA GERİ DÖNECEKSİN, TOPARLAYACAKSIN, OKUNMA BİR MİLYONU GEÇECEK, BAZI YAYINEVLERİYLE GÖRÜŞME DAHİ YAPACAKSIN DESELERDİ, KEŞKE DER, BAŞIMI EĞER GİDERDİM. SAMSUN ÇOK ZOR OLACAK, YAZAMAM DERDİM Kİ BÖLÜMLERİN GEÇ GELME SEBEBİ DE BU. ZOR. SAMSUN BANA ÇOK ZOR.

PEKİ OLDUĞUMUZ KONUM. MELÂL BİR MİLYONU GEÇTİ. VE BEN MELÂL'İ İLK KİTAP FİNALİNE KADAR YAZDIM.

GERÇEKTEN BUNUN BANA HİSSETTİRDİĞİNİ KEŞKE BİLSENİZ. BİTTİ DEDİĞİM YERDE DEFALARCA DİBE BATARAK BU NOKTAYA GELEBİLDİK.

BİR BUÇUK SENE ARA VERMİŞKEN TEKRAR OLMAZ DEDİM DDFALARCA. BUNA RAĞMEN BURADAYIM.

YANIMDA OLAN VE ELİMDEN TUTAN HEPİNİZE SONSUZ TEŞEKKÜRLER.

SİZİ DÜŞÜNMEDEN SEVİYORUM.

İYİ Kİ VARDIK, İYİ Kİ VARSINIZ.

BİR SÜRE, ÇOK UZUN OLMAMASINI DİLİYORUM, KAFAMI DİNLENDİRMEKTEN ÇOK BEDEN YORGUNLUĞUM İÇİN ARA VERİYORUM.

İKİNCİ KİTAPTA BAMBAŞKA BİR MELÂL'DE GÖRÜŞMEK ÜZERE.

🥺 😭

SİZLERİ ÇOK SEVİYORUM.

7 EKİM 2023/ YAYIM TARİHİ.

İNSTAGRAM
SNMNURGYK

TWİTTER
SNMNURGYK

BU SÜREDE İNSTAGRAMDA GÖRÜŞELİM. BİLGİLENDİRME PAYLAŞIYORUM. TAKİP EDEREK HABERDAR OLABİLİRSİNİZ.

SEVGİLERİMLE
(SNG)

Continue Reading

You'll Also Like

1.3M 78.2K 52
🔞... Fantastik DEĞİLDİR Ağır cinsel içerik ve şiddet barındırır. *** "Bana hayır diyemezsin. Uykum var diyemezsin. Başım ağrıyor diye bahane sunamaz...
44.2K 1.5K 100
Geçmişte söylenen sözleri, şiirleri sizin için topladık.
4.9M 23.5K 14
"Aşka uyanmak bir gencin en acı dolu deneyimidir" Zorla evlendirilen bir çiftten aşık olmaları bekleniyor... Ancak onlar önce aşkı öğrenmeli. Derin h...
1M 66.4K 40
"Bana cehennemi yaşatmana rağmen, sen benim cennetimsin Meira." Fantastik değildir. DİKKAT! Bu kitapta cinayet, psikolojik ve fiziksel şiddet gibi r...