Güneşi Yakala

By misamigoss

998K 101K 109K

"Bu senin düğün istemeyen halin miydi?" diye sordu Yavuz duruşunu bozmadan. Nefesini düzene sokmaya çalışan İ... More

Tanıtım
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
Deprem Sonrasında Travma ve Sosyal Destek
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
Final

43. Bölüm

11.3K 1.1K 938
By misamigoss

Merhaba 💛

Bu bölümü sevgili biraktikoisleri 'ye armağan ediyorum. Eşliğin için teşekkürler canımcım. 🌸

Keyifli okumalar.

☀️

10 gün sonra

Önceki birkaç gün Efe'nin üniversite yerleştirme sonuçlarının açıklanması, genç adamın istediği bölüme yerleşmesi ve kayıt işlemleriyle geçmişti. Koşuşturma bitince de ona her an destek olan İnci ve Yavuz'u dışarıda kahvaltıya davet etmişti genç adam. Mekan seçiminde de Peri'den destek almayı ihmal etmemişti. En nihayetinde Çengelköy'deki boğaza nazır tarihi çay bahçesinde karar kılmışlardı. Hafta içi olduğu için etraf sakindi, denize sıfır masa dahi bulmuşlardı.

"Efe'm, çok güzel bir sürpriz oldu bize." diyen İnci'yle Efe'nin gülüşü genişlemişti. "Teşekkür ederiz."

Kolunu yanındaki sandalyede oturan İnci'nin omzuna saran Yavuz da içten gülüşüyle kafasını salladı.

"Mekan seçimine bayıldım Efe'cim, uzun zamandır gelmemiştim Çengelköy'e."

Aldığı övgü dolu dönütler, Efe'nin epey hoşuna gitmiş olacak ki zaten geniş olan tebessümü biraz daha büyümüştü. Sol elinin işaret parmağıyla burnunun sırtını kaşıdı.

"Peri'ylen beraber seçtik." derken hayran bakışları yanında oturmuş, onu aşık aşık izleyen Peri'ye çevrilmişti. "O her şeyin en güzelini seçiyor."

"Sen de öylesin Efe." dedi Peri şevkle. "Annem bizi seyahate çıkarma teklifi yaptığında hemen Peri Bacaları'nı seçmen çok hoşuma gitmişti."

Ertesi gün çıkacakları seyahat aklına düşünce heyecanlanmadan edememişti Efe. Peri'yle Peri Bacaları'nı gezme fikri, öyle cazipti ki zaman çabucak geçsin ve kızla o turuncu masal şehrini doyasıya izlesinler istiyordu.

"Sen en çok turuncuyu seviyorsun diye orayı seçtim. Bir de isminden dolayı tabii."

Tatlı tatlı gıdıklanan göğsüyle iç geçirdi Peri.

"Çok centilmensin sevgilim."

Efe ve Peri tatlı iltifatlaşmaya devam ederken, onları huzurlu ve hoşnut bakışlarıyla takip eden İnci başını Yavuz'un omzuna yatırmıştı. İkizinin kat ettiği yola, hayatına kattıklarına, sosyal işaretleri alma ve vermedeki gelişimine, sevdasına, beyefendiliğine hayranlık beslememesi imkansızdı. Efe'siyle gurur duyuyordu. Hep duyacaktı.

"Miden mi bulanıyor güzelim?" diye sordu Yavuz ilgiyle. Eli anında karnına kapanmış, son 10 gündür yaptığı gibi bebeğinin konakladığı yeri sevgiyle okşamaya başlamıştı. "Ufaklık erkenden seni rahatsız etmeye başladı."

Henüz dört haftalık dahi değildi minik şeftali. Mide bulantısıyla varlığını belli edemeyecek kadar minikti. Bebeğini kayırmak ister gibi ellerini Yavuz'un elinin üzerine bastırarak güldü İnci.

"Hayır, midem bulanmıyor. Ayrıca ufaklık da beni rahatsız etmiyor. Minik şeftalimi çekiştirme lütfen babası."

Işıl ışıl güldü Yavuz. Son 10 gündür gülüşü çok daha başkaydı. Her şeyi tastamam bir insanın doyuma erişmesinin eşsiz keyfini taşıyordu sanki.

Muzipçe "Ama küçük hanım sen minik şeftaliyle beni çekiştiriyorsun." diyerek İnci'nin saçını neşeyle kulağının ardına sıkıştırdı. "Dün akşam sizi duydum, ona lakaplarımı sayarken kimi zaman sütyen teli olduğumu da anlatıyordun."

İnatla havalanan kaşlarını indirmeden hemen omuz silkti İnci.

"E ne var canım bunda? Çocuğumla iki lafın belini kıramayacak mıyım?" derken kocasına, adamın içini hoş eden sevimliliğiyle göz kırptı. "Sen de istersen ona beni anlatabilirsin. Araya girmem söz."

Seyrine doyum olmayan büyülü manzarasından ayırmadığı bakışlarındaki leziz büyülenmişlikle kafasını salladı Yavuz.

"Ona seni anlatmaya doyamam ki ama. Babasının deli gibi aşık olduğu rengarenk bir annesi var." diye fısıldadı aşık aşık. "Her rengini bütün tonlarıyla ona anlatmaya kalkarsam ömrünce beni dinlemek zorunda kalabilir."

Yavuz'un, karnının üzerinde duran elini parmaklarıyla usul usul okşarken mest olmuş gülüşüyle yutkundu İnci.

"Seni bayıla bayıla dinleyeceğine eminim." dedi ve kendinden emin gülüşüyle ekledi. "Ama annesinin o renklerdeki en canlı tonlara seninle beraberken ulaştığını da anlat olur mu?"

Gülümsedi Yavuz, başını eğip kızı şakağından nazikçe buseledi.

"Onu da sen eklersin artık küçük hanım." dedi keyifle.

"Hay hay."

O sırada "Sipariş vermek ister misiniz?" diyerek yanlarına gelen personele çevrilmişti dördünün bakışları da.

"Evet, serpme kahvaltı alalım biz." dedi acıktığını hisseden İnci iştahla. "Ama menemen büyük boy olsun. Bir de kızarmış ekmek ekleyelim lütfen."

İnci'nin iştahlı hali, dayı olacağını öğrendiği günden bu yana ikizini dikkatle takip eden ve bebekler hakkında detaylı araştırmalar yapmaya başlayan Efe'yi kıkırdatmıştı.

"Ben dayı olacağım da o yüzden gülüyorum." dedi ve onları gülümseyerek dinleyen personele İnci'yi işaret etti. "İkizimin karnında bir bebek var, anneannem onun artık iki canlı olduğunu söylüyor. Dolayısıyla eskisi gibi çabuk doymuyor."

İnci otuz iki diş ikisizini izlerken, ellerini çırpan Peri de hevesle şakıyarak Efe'ye ekledi.

"Ben de yenge olacağım."

"Hayırlı olsun. Allah analı babalı, dayılı yengeli büyütsün." dedi güleryüzlü servis personeli de yeniden İnci'ye dönerek. "Siparişlerinizi hemen hazırlıyoruz."

"Teşekkür ederiz."

Yanlarından ayrılmaya hazırlanan genç adamı "Şey bir saniye." diye durdurdu Efe. Sevimli telaşıyla iki kez yutkundu. "İkizime taze sıkılmış meyve suyu getirir misiniz? Çay, kahve tüketmemesi gerekiyor. İçerdikleri nikotin ve teofilin vücut için gerekli demiri emiyormuş da."

Araştırmalarından öğrendiklerini servis personeliyle paylaşır paylaşmaz, Efe'nin ilgili dayılığına gıpta eden genç adam başını memnuniyetle sallayıp "Tabii efendim." diyerek yanlarından ayrılmıştı.

Efe'yi hoşnut gözlerle izleyen Yavuz "Muhteşem bir dayı olacaksın Efe'cim." dedi minnetle. "Minik şeftali böyle bir dayısı olduğu için çok şanslı."

Yarı utangaç yarı gururlu tebessümüyle burnunun sırtını kaşıdı Efe. Aldığı iltifat içini gıdıklanmıştı.

"Ben de çok şanslıyım çünkü çok güzel bir ailem var. Ayrıca minik şeftalimle bir an evvel tanışmak ve ona cüce galaksileri anlatmak için sabırsızlanıyorum." dedi ve irileşen gözlerindeki hevesle ekledi. "Tıpkı Bade gibi benimlen gülümser değil mi?"

"En çok seninle gülümseyecektir zaten Efe'm."

İnci'den duyduğu şeyle Efe'nin sevinci katlanarak artmıştı.

"Çok seveceğim onu çok!" diye haykırdı çocuksu mutluluğuyla. "Ağlayan pastamı bile en çok onunlan paylaşacağım."

Gözlerine usul usul akın edin şükran kaplı yaşlarla titrek parmaklarını Efe'nin parmaklarına uzattı İnci. Artık yalnızca serçe parmaklarıyla değil, bütün parmaklarıyla temas edebiliyordu kardeşine. Sadece bir yıl öncesine kadar ikiziyle ilgili hayal dahi edemeyeceği şeyleri kanlı canlı yaşıyor, ondaki bu değişimlere tüm kalbiyle şahitlik ediyordu. Masanın üzerinde sevgi dolu bir yumak gibi iç içe geçen parmakları aracılığıyla kucaklaştılar.

"Ah benim canım İstiridye'm." dedi İnci kıpır kıpır yüreğiyle. "İyi ki varsın, iyi ki!"

Aynı içtenlikle yanıtladı Efe de ikizini.

"Sen de iyi ki varsın en parlak galaksim."

İki kardeşin izleyenin yüreğini sıcacık eden sevgi aktarımı, hem aralarındaki ilişkinin gelişimine yakından tanık olan Yavuz'u hem de Peri'yi duygulandırmıştı.

Birkaç saniye sonra gözlerindeki doluluktan kurtulmak adına "Biz Efe'yle minik şeftali için bir hediye aldık." dedi Peri heyecanla. Hemen yanında duran karton çantayı İnci'ye uzattı. "Daha doğrusu oluşturduk. Efe organik kumaştan yapılmış olması hususunda kararlıydı."

"Evet, tenleri çok hassas olduğu için organik kumaşlı kıyafetler giymeleri gerekiyormuş." diye ekledi Efe de. "Derisi nefes almazsa pütürlenebilirmiş."

"Çok teşekkürler, ikiniz de çok incesiniz."

Karton çantayı eline alır almaz içindeki paketi büyük bir şevk ve heyecanla açmaya koyulmuştu İnci. Bebeğinin ilk hediyesiydi bu çünkü. Üzerine gülümser vaziyette nakşedilmiş güneş ve diğer gezegenlerin bulunduğu beyaz tulumu görünce ağzı kulaklarına varmış ve omuzlarından tuttuğu tulumu görebilmesi için Yavuz'a çevirmişti.

"En az gezegenli kupam kadar şahane görünüyor." diyen Yavuz'un, Efe'nin ona doğum gününde aldığı hediyeye atıfta bulunması Efe'yi sanki mümkünmüş gibi biraz daha mutlu etmişti. "Teşekkür ederiz."

"Güle güle giysin." dedi Peri. "Mutlu günlerde."

"Günleri hep mutlu geçsin." diye ekledi Efe de.

*

"Evet küçük hanım emrinize amadeyim."

Efe ve Peri'yi arkadaşlarıyla bulaşacakları sahile bıraktıktan sonra İnci'yle baş başa kalan Yavuz, araba rastgele kullanırken bir yola bir de karısına bakıyordu.

"Canım şeftali çekiyor." dedi İnci en şirin, en çocuksu tonlamasıyla. "Böyle kocaman, sulu sulu olacak ama."

Burnundan yükselen sesle eğlenir gibi güldü Yavuz. Şaşırmamıştı, zira karısının canı şeftaliden başka bir çekmiyordu.

"Şaşırdık mı, hayır." dedi bilmiş bilmiş. "Canın şeftaliden başka bir şey çekmiyor."

"Cık." diyerek dilini şaklattı İnci. Sonra da gözleri ona çevrilen Yavuz'a işveyle göz kırptı. "Seni de çekiyor ya sürekli."

Kızın söylemi Yavuz'un dudaklarına çarpık bir gülüş yerleştirmiş ve iç geçirmesine vesile olmuştu.

"O zaman hemen eve sürüyorum."

Kahkaha attı İnci.

"Hayır, hayır Zeynep bana tatlı yapmış. Öğleden sonra onlara geçeceğiz vaktimiz yok."

"Yaratırdık güzelim vakti?" dedi Yavuz şansını denemekten vazgeçmiyordu. "Hım?"

Yavuz'un içini yeşerten yeni bir kahkaha daha attı kız.

"Aşkım biz en iyisi şeftali alalım." derken elini araba kullanmaya devam eden Yavuz'un yanağına uzatıp sevgiyle okşadı. "Sulu sulu."

İnci'nin yanağını seven elini tutup avuç içine dudaklarına bastıran Yavuz, "Tamam en yakın manav veya markette dururuz." dedi gülerek.

Fakat İnci adeta çemkirerek "Ya hayır!" diye itiraz etti. "Market veya manav şeftalisinin içi kuru kuru veya pörsümüş oluyor. Öyle olmasa bile tadı yavan oluyor."

"O zaman Bursa'ya, şeftali tarlasına sürüyorum."

Yavuz'un sesi hayli ciddiydi.

"Vur dedik öldürdün." dedi İnci beleren gözleriyle. "Pazara gidelim oradaki şeftaliler çok lezzetli oluyor. Hem pazar gezmeye bayılırım. Her yer cıvıl cıvıl, rengarenk."

"Bu sıcakta?"

"Evet. Hem biz demokratik bir aileyiz ben ve bebeğim öyle istiyoruz."

Dudaklarını dişleyerek gülen Yavuz, kafasını imayla iki yana salladı.

"Sizden çekeceğim var benim anlaşılan." derken ses tonu çekeceklerini iple çektiğinin habercisi gibi hayli keyifliydi. "Küçük haydutlar sizi."

İçinden görürsün sen bütün pazarı gezdireceğim sana, diye geçiren İnci masum gülüşüyle gözlerini kırpıştırdı.

"Hadi sevgilim, pazarın konumu atıyorum sana."

Dakikalar sonra Yavuz pazarın yakınına arabasını park ettiğinde tereddütlü bakışları karısına çevrilmişti.

"İstersen arabada bekle. Hava çok sıcak güzelim."

Hınzır gülüşüyle omuz silkti İnci.

"Merak etme erimem."

"Dur dur." diyerek inmeye yeltenen kızı durdurdu Yavuz. "Bari şunu takalım."

Arka koltuktaki kasketli beyaz şapkasına uzanıp güneşten korunmasını istediği İnci'nin kafasına geçirdi ve karısını hoşnut gözlerle şöyle bir süzdü. Ona ait şapka, kızın salık dalgalı saçlarına öyle çok yakışmıştı ki güzel yüzünü avuçları arasına alıp dudaklarını öpmeden edememişti adam.

"Şimdi gidebiliriz."

Beraberce arabadan inip el ele kalabalık pazara doğru yürümeye başladıklarında, İnci her zamanki enerjisiyle bıcır bıcır konuşmaya kaptırmış Yavuz'a da onu hayran hayran izlemek kalmıştı. İnsan başka bir insana hiç doymaz mıydı? Yavuz doymuyordu. Kızın sesine, mimiklerine, gülüşüne, bakışına, yürüyüşüne, bedenine, mutluluğuna, öfkesine, şehvetine, masumluğuna, bilmişliğine hepsine açtı. Hiçbir zaman doymayacağını da biliyordu.

"Aaa mor incir!" diye şakıyan kız onu sol taraftaki tezgaha çekiştirince karısına ayak uydurdu. "Allah be bayılırım."

"Abla yeni hasat, baldan tatlı valla." diyen tezgahtar, İnci'ye kocaman bir incir uzattı. "Al, önce bir tat."

İştahlı gözlerle inciri anında kapan İnci'yi ikaz eder gibi "Hayatım, ama yıkanmadı o." dedi Yavuz.

Oralı olmadan inciri ortadan ikiye bölmüştü bile İnci.

Sulanan ağzıyla "Bak." dedi ortadan ikiye böldüğü inciri işaret ederek. "Bunları önce birbirine sürteceksin, böyle yapınca ballanıyor."

İncirin yarısını sulanan ağzına yollarken diğer yarısını da Yavuz'a uzattı.

"Al aşkım, çok lezzetli."

"Yok, istemem." dedi Yavuz iğrenir gibi. "Yıkanmadı o."

"Aman titiz şey." diyen İnci, kalan inciri de ağzına yollayarak pazarcıya döndü. "Abi bir kilo alalım biz."

İncir poşetini homurdanmaya devam eden Yavuz'un eline tutuşturan kızın bir sonraki durağı, şeftalilerin sanat eseri gibi dizildiği hemen çaprazdaki tezgah olmuştu. İnci o tarafa hevesle koştururken Yavuz da su satıcına adımlamış, çabucak aldığı sularla kızın peşine takılmıştı. En azından aldığı sularla meyveleri yıkayabilecekti.

"Oh be! İşte has şeftali budur."

İnci'nin eline aldığı şeftaliye uzanıp "Önce yıkayalım karıcığım." dedi Yavuz.

İnci'nin elinden kaptığı şeftaliyi mümkün mertebe yıkadı, sonra da onu bıyıkaltı gülüşüyle izleyen kıza geri uzattı. Yeniden kavuştuğu şeftalisinden hemen büyük bir parça koparan İnci'nin sahici mutluluğu Yavuz'un telaşını hiç edecek kadar güzeldi.

"Allah'ım gol beeeee!" diye haykıran kız, bol sulu şeftalisinin suyu çenesine akarken tatminle cıvıldadı. "Abi 3 kilo ver bize. Yok yok 5 kilo ver. Reçelini de yaparız değil mi aşkım?"

İnci'nin çenesine sızan şeftali suyu, Yavuz'un odak noktası olduğundan kızı algılamasa da kafasını sallamıştı genç adam. Pazarın ortasında karısının çenesini yalasa, tutkunu olduğu tende gezinmiş şeftali suyunu kendi diline taşısa çok mu absürt olurdu? Olmazdı, olurdu. Olmazdı, olurdu. Olmazdı. Olursa da kimin umurundaydı? Memlekette birbirini boğazlayan insanlara ses edilmiyordu. Aşka, tutkuya, sevdaya ses edilmesinin riyakârlığı kaç yazardı.

Hiç yazardı.

Elini beline yerleştirdiği karsını "Gel bakayım sen buraya." diye fısıldayarak kendisine çevirdi. Sonra da sabırsız dilini karısının şeftali soslu çenesiyle buluşturdu.

*

"Aşkım bir dur şu borcamları dolaba kaldırayım."

Hazırladığı kadayıflı muhallebilerin dağınıklığını toplamaya çalışan Zeynep, bir yandan da ona arkadan sarılmış boynunu ve ensesini öpen, bunu yaparken elleri de hiç rahat durmayan Ulaş'la cebelleşiyordu.

"Evi süpürdüm, sildim çok yoruldum kendimi karımla ödüllendireceğim valla." diye karşı çıktı Ulaş. "Allah çarpsın hakkımı almazsam protesto yaparım."

Kahkaha atan kızı kısa süreyle serbest bırakıp, borcamları alel acele buzdolabına kaldırdı. Ardından da çipil çipil muzip bakışları ve yamuk gülüşüyle yeniden karısına döndü.

"Nerede kalmıştık?" diye sordu baştan çıkarıcı tonlaması, alev alev yanan yeşil gözleriyle. "Mırrrr!"

Ulaş'ın bitmek tükenmek nedir bilmeyen arzusu, adamın bambaşka yüzüyle tanışan Zeynep'i hem şaşırtıyor hem de tabiri caizse içini tatlı tatlı gıdıklıyordu. Aynı güçlü arzuya o da sahipti en nihayetinde. Kıkır kıkır gülerek kocasına doğru adımlayıp kollarını boynuna doladı. Ulaş'ın yaramaz elleri çoktan beline yerleşmişti.

"Aşkım, misafirlerimiz var ya hani." dedi burnunun ucunu öpen Ulaş'a. "Bir de sen bir başlayınca bir daha durmuyorsun ya hani."

Kahkahasını tüm hınzırlığıyla koyveren Ulaş, önce Zeynep'in tutkunu olduğu sarı saçlarını ev topuzundan kurtardı. Sonra da saçları omuzlarına dökülen kızı kalçalarından kavrayıp kucağına aldı ve birkaç adım gerileyerek arkalarında kalan sandalyeye oturdu.

İmayla "Sen de durmamamdan bayağı memnun kalıyorsun ya hani." dedi kucağındaki karısı sakallarını severken. "Balayımızın çoğunu sadece benim yüzümden mi otelde geçirdik sence?"

"Evet, senin yüz-"

Ulaş'ın haylaz elleri kalçasını hafifçe sıkınca cilveli, ufak bir çığlık atmıştı Zeynep.

"Elbette hayır." diye düzeltti hemen. "Kocam kediyle sevişmeye bayıldığım için dışarı pek çıkamadık."

Elleri canevinin kalbi olan sarı saçlarla dans ederken "Kocam kedi diyen ağzını yalayıp yutacağım bak şimdi Zeynep." diye adeta coşkulandı sırıtık haldeki Ulaş. "Bir daha de."

Ulaş'ın sakallarını okşamaya devam eden Zeynep, kocasının kucağına iyice yerleşip memnuniyetle kafasını salladı.

"Kocam kedi."

"Uiy gocan sağa gurban olsin ola."

İkisi de birbirleri için iç kamaştırıcı sıcak kahkahalar atarken, Ulaş sabırsız dudaklarını karısının baldan tatlı dudaklarına mühürlemişti. Öpüşme fiilinin hakkını verircesine tutkuyla devinen dudakları, Ulaş'ın öpücüklerini kızın saçlarına kaydırmasıyla ayrılmıştı. Genç adamın dudakları kızın bedeninin neresinde dolaşırsa dolaşsın bir başka bölüme geçmeden evvel mutlaka müptelası olduğu sarı saçlara uğruyordu.

"İnciler gelir birazdan sevgilim, üzerimi değiştirip şalımı yapmam lazım." dedi Zeynep güç bela. Ulaş'ın dokunuşlarından kopmak onun için sahiden zordu. "Sen de Lisa'nın suyunu değiştiriver olur mu?"

Mecburen kafasını salladı Ulaş.

Ama yine de "Peki peki." derken son haylazlığından fire vermedi ve kızın göğüslerini avuçlayıp, hafifçe sıktı. "Bu güzel ciciklerin hatırı kalmasın ama."

"Manyak ya!"

Neşeli kahkahalarla onu serbest bırakan adamın kucağından kalkan Zeynep, onu iştahlı gözlerle izleyen kocasına güvenmediği için yangından mal kaçırır gibi yatak odasına koşturmuştu. Ulaş da bir bardak su içtikten sonra Lisa'nın suyu ile yemini tazelemiş sonra da salona geçmişti. Zaten çok geçmeden Zeynep hazırlanmış, kısa süre sonra da İnci ve Yavuz kapılarını çalmıştı. Düğünden sonra ilk kez görüştükleri için uzun uzun hasret gidermiş ve odakları minik şeftali olmuştu.

"Kimse heveslenmesin en çok beni sevecek." diyen Ulaş, abisine uzanıp yanağından keyifle makas aldı. "Şimdiden söylüyorum yakışıklım haylazlıklarımıza karışırsan bozuşuruz."

İki yana sallanan kafasıyla güldü Yavuz.

"Zaten annesiyle sana çekerse yandığımızın resmidir."

Kıstığı gözleriyle "Öyle mi Yavuz efendi?" diyerek kocasının kolunu cımırdı İnci de hemen. "Kopyamı doğuracağım görürsün."

Karısına göz kırparken keyifle dudaklarını yalayan Yavuz, İnci'nin onu cımıran elini yakalayıp dudaklarına bastırmıştı.

"Daha ne isterim."

"Sahiden kime benzeyecek acaba?" dedi Zeynep hevesle. İnci'nin annelik kararı onu hem şok etmiş hem de içini sevinçle doldurmuştu. "Bence tam olarak ikinizin karması olacak."

"Bence de." diyerek Zeynep'i destekledi hayli hevesli görünen Ulaş da. "İnşallah kız olur."

"Sağlıkla gelsin." dedi Yavuz da tüm kalbiyle.

Hepsinin ortak temennisi buydu aslında. Bir bebeğin sağlık sorunlarıyla cebelleşmesine, hastanelerde gün geçirmesine yürek dayanmıyordu. Bade bu durumun en bariz örneğiydi.

"Ben Fikoş'a tatlı götürüp geleceğim." dedi Zeynep.

"Zeynep ben de şu elimi yüzümü bir yıkayayım. Lavabo müsait mi?" diyen Yavuz da Zeynep'le beraber ayaklandı. "Pazardan sonra içim rahat etmedi."

"Tabii, rahatına bak lütfen."

Zeynep ve Yavuz salondan ayrılınca Ulaş, muzip gözlerle İnci'ye dönüp "Pazarda çıldırmıştır." diye güldü.

"Yok yok, sandığımdan daha iyi idare etti."

"Helal olsun sana Yiğido'm. Bir kadayıflı muhallebiyi hak ettin." derken bakışları yaramazlık yapmaya hazırlanan bir çocuk gibiydi. "Borcama dalalım mı ikimiz?"

Teklifin güzelliğine anında tav olmuştu İnci, lakin bir yanı tereddütteydi.

"Ama Zeynep ve Yavuz?"

"2 küçük bir tane de büyük borcama yaptı Zeynep. Bizi büyük olan ancak keser, bence kabul etmelisin bu teklifi." derken elini uzatıp İnci'nin karnına bastırdı. "Değil mi amcasının akıllı Yiğido'su?"

Hevesli iştahıyla gözleri parıldayan İnci, yaramazlığa ayak uydurarak hızlı hızlı kafasını salladı.

"Hadi, koş getir amcası."

Ulaş'ın koşarak mutfağa gitmesi ve elindeki koca borcamla geri dönmesi pek vaktini almamıştı. İkisi de tabiri caizse ağızlarından akan suyla tatlıya kendi deyimleriyle adeta dalmışlardı. Bir müddet sonra salona giren eşlerinin varlığını fark edemeyecek kadar tatlının lezzetiyle hemhal olmuşlardı.

Yavuz ve Zeynep'in gülmekle gülmemek arasında kalan şaşkın bakışları, kucaklarına aldıkları kadayıflı muhallebi borcamıyla kanepenin ortasında yan yana oturmuş İnci ve Ulaş'ta takılı kalmıştı. Bir anlaşmaya sadık kalır gibi birisi borcamın sağ kenarını iştahla çatallarken, diğeri de sol tarafını talan etmekle meşguldü. Üstelik öyle de konsantre olmuşlardı ki odaya girmiş onları izleyen iki göz çiftten bihaberlerdi.

"Yok artık." diye kıkırdayan Zeynep'in sesini duyunca Ulaş ve İnci'nin bakışları senkronik biçimde onlara doğru çevrildi.

Lokmasını çiğnemeye devam eden İnci, onları alay eder gibi izleyen kocasına ve arkadaşına sahte sitemiyle kaşlarını çattı hemen. Lokmasını yutar yutmaz da omuz silkerek çenesiyle karnını işaret etmişti.

"Ben iki canlıyım tamam mı? Yemek konusunda istediğim arsızlığı yaparım."

Gülmemek için dudaklarını dişeyen Yavuz flörtöz tonlamasıyla "Afiyet olsun güzelim." deyince İnci'nin bakışları yumuşamış, kocasına göz kırpmıştı.

Aynı saniyelerde Yavuz ve Zeynep'in peki sana ne oluyor dercesine sorgular bakışları Ulaş'a kaymıştı.

"Ee ben de dokuz canlıyım." diyen Ulaş ise oralı olmadan çatalını tatlıya daldırıp koca bir lokmayı daha ağzına yolladı. "Hem junior Yiğido'm tatlısını biricik amcasıyla paylaşmak istiyor."

Ulaş'a yan çıkarak kafasını salladı İnci de.

"Yiğido'ma laf yok." derken tatlısını iştahla mideye indirmeye geri dönmüştü.

*

Arabasını Bade'nin kaldığı hastanenin önünde durduran Yavuz, mahsun gözlerle binayı izleyen İnci'nin eline uzanıp avuç içine aldı. Minik bebeğin karısının kocaman yüreğinde kendisine yer bulduğu su götürmez bir gerçekti. İnci her ne kadar bu bağı istemediğini söylese de kardeşini çok sevmişti. Tıpkı daha fazla bağlanmasını engellemek için bebeğin tedavisine başka bir şehirde devam edeceğini söyledikleri Efe gibi...

"İyi misin?"

Elini okşayan Yavuz'a "Onu son görüşlerim." dedi ağlamaklı fısıltısıyla. "Öyle sıcakkanlı ve güleç bir bebek ki tedavi sürecinde çektiği acıya rağmen etrafa gülücük saçmaktan vazgeçmedi hiç."

"Dilediğin zaman Almanya'ya gidip onu ziyaret ederiz."

Yaşaran gözlerini kırpıştırarak gülümsedi İnci.

"Biliyorum. Dilerim orada güzel ve mutlu bir hayatı olur."

Elini kızın yumuşak saçlarını okşamak için yüzüne tırmandıracakken çalan telefonuyla geri çekilmek zorunda kalmıştı Yavuz. Fantom arıyordu.

Sakince "Efendim Fatih?" diyerek aramayı yanıtlarken boştaki eli hala İnci'nin elindeydi.

Fakat Fatih'ten peş peşe duyduklarıyla ifadesi kaskatı kesilmiş, eli de İnci'den kopmuştu.

"Bir dakika." dedi hızlanan soluğuyla ve İnci'den kopan elini alnına bastırdı Yavuz. "Ulaşmak üzere olduğun isim yine bir paravan mı yoksa aradığımız adamın bizzat kendisi mi?"

Fatih'ten bizzat kendisi cevabını duyan Yavuz'un nabzı hızlandı, başı döndü, kulakları uğuldadı. Ona kaynar bir zift gibi yapışan vicdan azabından sahiden kurtulacak mıydı yani? Bütün vücudundan aniden ter boşalmıştı.

"Ne-nereye geleyim?"

Adresi alır almaz telefonu kapattı. Onu meraklı gözlerle izleyen İnci'ye döndü. Siyaha çalan kahve gözleri zorlu çabasının nihayete ulaşmak üzere olmasından dolayı dolu doluydu.

"Fantom Aslı'yı ölüme sürükleyen adamın ismine ulaşmak üzereymiş." dedi, onu nefes nefese bırakan heyecanıyla. "Onu bulduk sonunda İnci."

Yavuz'un gönlündeki yükü yüreğimin hemen üstünde hisseden İnci, işittiklerinin ferahlatıcı etkisiyle gülümseyerek Yavuz'a doğru atılıp sımsıkı sarıldı sevdiği adama.

"Çok sevindim." dedi ağlamaklı sesindeki sahici mutlulukla. "Şükürler olsun."

"Hemen oraya gitmem lazım, seni burada bıraksam sorun olmaz değ-"

"Saçmalama ne sorunu?" diyen İnci, Yavuz'u yanağından öperek geri çekildi. "Hadi git hemen."

Bu kez Yavuz desteğini derinden hissettiği kıza doğru büyük bir minnetle atılıp onu kolları arasına almış ve tüm acelesine rağmen tutkunu olduğu şeftali kokusunda uzun uzun konaklamıştı.

"Seni çok seviyorum İnci'm." derken tonlaması bu sevgiye duyduğu şükranla doluydu. "İyi ki varsın."

"Ben de seni çok seviyorum Yavuz'um."

Alnına kondurduğu öpücüğün ardından İnci'nin yüzünü avuçları arasına sığdırarak başparmaklarıyla elmacık kemiklerini sevdi.

"Haberleşiriz güzelim."

Burnunun ucunu öpen Yavuz'a kafasını sallayarak arabadan indi ve gaza basan kocasına el salladı İnci. Hastaneye doğru yürümeye başladığında, içinin ferahladığını hatta bedeninin dahi hafiflediğini hissediyordu. Bir pisliğin daha yaptıklarının bedelini bu dünyada ödeyecek olmasına şükrediyordu.

O sırada telefonu çalınca hastanenin önündeki banka oturup Meriç'ten gelen aramayı yanıtladı.

"Oo Meriç Bey aklınıza düşer miydik biz?" dedi şakacı tavrıyla.

"Gözden ırak olan gönülden de ırak oluyor İnci Hanım." dedi Meriç de aynı şakacı tavrıyla. "Şaka bir yana çok özledim seni. Sohbetinden keyif aldığım nadir insanlardan birisin."

"Ben de seni ve sohbetlerimizi özledim."

"Huzurevinden topladığın veriler inanılmaz işimize yaradı. Burada farklı bir çalışma için de senin topladığın verileri kullanacağız." dedi genç adam heyecanla. "Tübitak partnerliğimiz bitti ama evren bizi ayırmak istemiyor. Buradaki ekip seninle bir an evvel tanışmak istiyor. Birkaç gün için bile olsa gele-"

Attığı keyifli kahkahayla böldü İnci genç adamı.

"Meriç bir nefes al yahu." derken Meriç'in de güldüğünü işitince iç geçirdi. "Şu an kıta aşacak, uzun süreli uçak yolculuğu yapacak durumda değilim."

Doktoru gerekmedikçe uzun yolculuğa çıkmamasını önermişti.

"Aa neden ki?"

"Çünkü dayı oluyorsun." diye cıvıldadı kız neşeyle. "Hamileyim."

Duraksadı Meriç. Uzun süre konuşamadı. Öyle ki İnci hattın koptuğunu düşünmüştü.

"Alo, Meriç orada mısın?"

"Bu-buradayım. Tablete bir mail düştü de ona daldım." derken boğazını temizledi. "Tebrik ederim."

"Teşekkür ederiz dayısı."

Kısa bir sessizlik daha oluştu.

"Erken değil mi?" diye sordu birden Meriç. Sesi soğumuştu. "Yani daha geçtiğimiz kış evliliğinizde sorun var diye yüzük takmadığını söylemiştin."

Kışın sahte evliliğini örtbas etmek için öylesine attığı yalanı çoktan unutmuştu İnci. Hem söylediği yalan gerçek olsaydı bile Meriç'in sorgulayışı yersizdi.

"İlişkimiz bir bebeğin dahil olabileceği kadar sağlıklı." dedi bozulduğunu gizlemeden.

"Olduğun yere iyice çakılı kalmak istedin yani?"

Meriç'in yargılayıcı tavrı İnci'yi adeta şoke etmişti.

"Bebeğimin bana ayak bağı olacağını mı söylemeye çalışıyorsun?" diye sordu kaşlarını çatarak. "Evet, bunu söylemek istiyorsun."

"Hayır İnci-"

"Hamileliğim ya da ileride kucağıma alacağım bebeğim üretkenliğime kelepçe olmayacak tamam mı? Bu çirkin kanıdan nefret ediyorum! Annelik, beynimizi çalıştırmamıza ve üretkenliğimize engel değil! Baba olacağını seninle paylaşan bir erkeğe de böyle imalarda bulunuyor musun?"

İnci'nin taramalı tüfek gibi söylediklerini dinlerken kurduğu cümlelerden pişmanlık duymuştu Meriç. Ne diye böyle yorumlar yapmıştı ki? İnci'ye karşı bir şeyler hissetmeye devam ediyordu, farkındaydı ama içten içe kıza dair umut beslemeyi kendisine asla yakıştıramazdı. Az önceki tutumuna kızdı.

"İnci özür dilerim." dedi toparlama gayretiyle. "Bebek bana büyük sorumluluk gibi geliyor, o yüzden saçmaladım. Kendi bakış açımla değerlendirdim."

Söylemi İnci'yi pek de yumuşatmamıştı.

"Evet, büyük sorumluluk ama anne olduktan sonra hayatımı tek role indirgemeyi ve yalnızca o rolün etrafında dolaşmayı zaten düşünmüyorum."

"Tekrar özür dilerim."

Meriç'e öfkesi dinmese de biraz daha konuştu İnci. Sonra da telefonu kapattı ve az önceki görüşmenin sinir harbini atabilmek için söylene söylene Bade'nin odasına çıktı. İçeri girdiğinde her zamanki gibi Salih telefonuna odaklanmış futbol maçı izliyor, Bade de ağzına sokmaya çalıştığı çıngırağıyla kendi kendine anlamsız sesler çıkarıyordu.

Ona yaklaşıp "Merhaba Bade." diyen İnci'yle ilgi göreceğini anlayan bebeğin yüzünde güller açmış, yanağındaki gamzeler ablasına neşeyle göz kırpmıştı.

Bade'nin etrafa neşe saçan güleryüzlü karşılaması, onun güleçliğine hayranlık besleyen İnci'yi de gülümsetmişti. Parmaklarının tersini minik bebeğin yanağına uzatarak narin tenini sevgiyle okşadı. Ona selam veren, konuşmak için laf atan Salih orada yokmuş gibi uzun uzun sevdi Bade'yi.

Bir müddet sonra buz gibi soğuk sesiyle "Ona bize yapmadığın babalığı yapacaksın tamam mı?" dedi Salih'e İnci. "Bade'nin kılına zarar gelmeyecek. Onu asla üzmeyeceksin! Başka ülkeye gitseniz de Bade''yi hep takip edeceğim."

İnci'nin sert yaklaşımı Salih'i sinirlendirmişti.

"Doktoru yarınki ameliyatın riskli olabileceğini söylediği andan beri canımdan can sökülüyor İnci. Ona kötü bir gelecek vermemek, iyi bir insan olmak için çabalıyorum."

"Bade'yle ilgilenmek yerine futbol maçı izleyerek mi bunu yapıyorsun?" dedi İnci iğneler gibi. "Nasıl bir baba olduğunu bilmesem inanacağım."

İnci'nin laf sokması adamı daha da öfkelendirmişti.

"Sen olaylara hep kendi açından baktın İnci. Ben size de iyi bir baba olmak istedim." derken hem sesi yükselmiş hem de ayağa kalkmıştı. "Ama sevgisiz, donuk bir eş. Her şeye karışan bir kayınpeder. İkiz çocuklar ve onların hiç bitmeyen problemleri. Benim için kolay bir dönem miydi sence?"

Tiksintisini saklama gereği duymadan kaşlarını çattı İnci.

"Seni sevmeyen bir kadınla evlenmiş olman da sırf parası için sınır çizemediğin kayınpederin de bizim ikiz veya problemli oluşumuz da bahane değil Salih!"

Odanın içinde gergin adımlarla volta atmaya başlayan Salih, işittiklerine histerik bir kahkaha ile karşılık verirken elini kaldırıp işaret parmağıyla İnci'yi gösterdi.

"Bana annen öldüğünden beri bir kere bile baba demedin." diye bağırdı hınçla. "Salih aşağı, Salih yukarı! Babanım ulan ben senin!"

"Annemin ölüm haberini annen öldü kızım onu bir daha göremeyeceğiz, gibi hissiz bir cümleyle verdin ya sen bana. Sonra da daha annemin 40'ı çıkmadan Efe'yle beni bir bavul gibi anneannemlerin evine taşıdın ve dedemden aldığın paralarla İstanbul'da hayatına baktın. Sen bu sıfatı hak ediyor musun?"

"Bak İnci-"

"Tamam sus! Bade'ye mümkün mertebe iyi babalık yap senden ilk ve son kez bunu istiyorum." diyerek kestirip attı İnci.

Ardından da onlar bağrışırken havalanmış kaşları, şaşkın ela bakışları ve ağlamak üzere olduğunu belli eden aşağı bükülmüş ürkek alt dudağıyla ona bakan Bade'ye eğildi. Vücudu gerim gerim gerilmiş olsa da bebeği sakinleştirmek için kocaman gülümsedi, dil çıkarıp komik mimikler yaptı ve yüzünü severek alnına uzun bir öpücük kondurdu.

"Sorun yok Bade'cik." diye fısıldadı yumuşacık sesiyle. "Ama sen çok güzel bir bebeksin yahu."

Bade'nin etrafa yeniden gülücükler saçması bu kadar basitti işte. Salih'in sessiz homurdanışlarını umursamadan Bade'yi sevmeye devam etti İnci. Ta ki telefonu çalana kadar. Ekranda Fatih'in ismini görünce şaşırmıştı.

Sol elinin parmakları minik Bade'nin elleri arasındayken boştaki eliyle aramayı yanıtladı.

"Efendim Fatih?"

"İnci neredesin, acilen seni görmem lazım." dedi Fatih. Sesi sıkıntılıydı. "Konum atar mısın?"

İnci'nin aklı karışmış, kaşları çatılmıştı.

"Ama Yavuz senin yanına geliyordu?" derken aklına sızan düşünceyle yüreği ağzına gelmiş, soluğu kesilmiş ve ürpermişti. "Yavuz'a bir şey mi oldu yoksa?"

"Hayır, hayır Yavuz iyi. Yani daha görüşmedim onunla. Ufak bir yanlış anlaşılma var sanıyor, daha sonra haber vereceğimi söyledim. Bak seni görmem lazım, gelince anlatacağım hepsini."

Yavuz'a bir şey olmadığını duyunca derin bir nefes alarak gevşeyen İnci, Fatih'e hastanenin arka kısmında kalan parkın konumunu yollamış ve Bade'yi bir kez daha öptükten sonra parka gitmek için ayrılmıştı. Telefon konuşması boyunca ona endişe içinde kulak kabartan Salih'in peşinden geldiğinden habersizdi.

Parktaki boş banka oturduğunda gergin, şaşkın ve merak içindeydi İnci. Dudaklarını kemiriyor, dizini sallıyor ve Fatih'in neden Yavuz'dan önce onunla görüşmek istediğini anlamaya çalışıyordu, fakat ardı arkası kesilmeyen düşünceleri onu tatmin edecek bir sonuca bağlanmıyordu. Dakikalar İnci için sıkıntıyla geçerken yarım saatin sonunda siyah eşofman altı, üzerinde yemek lekeleri olan beyaz tişörtü ve özensiz topuzuyla ona doğru yürüyen Fatih'i görmüştü. Daha dikkatli baktığında adamın uykusuzluktan moraran gözaltları ve soluk benzi dikkatini çekmişti.

Sabırsız merakıyla "Fatih?" diyerek oturduğu banktan kalmaya yeltendi İnci.

Fakat Fatih oturmasını işaret etti. Tadı hayli kaçıktı.

"Merhaba İnci." derken İnci'nin yanına oturup nefesini sıkıntıyla dışarı verdi ve ellerini yüzüne kapatıp işin içinden çıkamadığını belli edercesine ovuşturdu. "Dünyanın en berbat tesadüfü!"

Son cümlesini daha çok kendi kendine söylese de İnci bunu işitmiş ve kaşlarını biraz daha çatmıştı.

"Ne tesadüfü?"

İşin içinden çıkamadıkça boğulduğunu hisseden Fatih ellerini yüzünden indirerek başını İnci'ye çevirdi.

"İnci, Salih Sökmen senin baban mı?" diye sordu aniden.

Bu soru İnci'yi afallatmıştı.

"Biyolojik olarak evet." dedi kafa karışıklığı ses tonuna da yansımıştı. "Neden soru-"

Duraksadı. Yutkunamadı. Kafa karışıklığına rağmen zihni parçaları birleştirmiş ve burnuna gelen pis kokular göğüs oluğuna bir mızrak gibi saplanmış, kanını dondurmuştu. Bir müddet sonra başını öne eğip anın gerçekliğini reddetmek ister gibi gözlerini sımsıkı yummuş ve tırnaklarını dizlerine saplamıştı. Bu bir kabus ise bir an evvel uyanmalıydı.

"Hayır, hayır." diye fısıldadı boğazındaki sancılı düğümle. "Bu kadarını yapmış olamaz. Olmamalı..."

Elini kızın omzuna uzatarak "İnci, sanırım anladın." dedi Fatih kederle. "Aslı'yı o duruma getiren kişi Salih-"

Hemen arkalarındaki ağacın ardına sığınmış onları dinleyen Salih, yıllardır endişe içinde beklediği şeyin başına gelmesi sonucunda olduğu yere mıhlanmıştı. Beyni, kaçması komutunu verse de yüksek endişe seviyesi panik atak krizini tetiklemiş ve gürültülü soluklar eşliğinde olduğu ağacın altına yığılmıştı. O solukları işiten ve adamı fark eden İnci ise her ne kadar şok hali devam etse de hırs ve nefretle adama doğru seğirtmiş, hıncını almak istercesine üzerine atılmıştı.

"Sen bir canavarsın aşağılık!" diye haykırırken yumruklarını adamın omuzlarına indirse de Salih nefes alamadığından oralı olamıyordu.

"İnci dur. Parktayız, insanlar polis çağırabilir."

Fatih, hırsından ağlamaya başlayan İnci'yi Salih'ten uzaklaştırırken yerde sürünmeye gayretiyle kaçmaya çalışan Salih'i kolundan kavrayıp ayağa kaldırdı. Öksürükleri arasında nefes alamayan adamı parkın yakınındaki aracına sürüklerken "Bizi takip et İnci." dedi öfkeden deliye dönen İnci'ye.

İnci'nin beyni zonkluyor, bedeni titriyor bacaklarıysa hakikatli bir uyuşmayla sınanıyordu. Yine de Salih'i bir paçavra gibi çekiştiren Fatih'i takip etti. Genç adamın haki yeşili safari jipine ulaştıklarında, arka koltuğun kapısını açarak Salih'i içeri savurdu Fatih.

"Rahat dur!" diye bağırırken kendisi de Salih'in yanına oturdu ve onları bir filmi izlermiş gibi izleyen İnci'ye ön koltuğu işaret etti. "İnci sen de bin."

Uyuşmuş bedeniyle ön koltuğa yerleşti İnci. Kapıyı kapattığında, Salih kendi tarafında kalan kapıyı açmaya yeltenmiş fakat bu zaten bekleyen Fatih ondan önce davranarak adamın çenesine öfkeli bir yumruk geçirmişti.

"Ulan sen bu zekayla bunca yıl nasıl paravan kullandın? Rahat dur sikerim belanı!"

"Bırakın beni, ben kimseye bir şey yapmadım! İnci kızım yemin ede-"

"Kes ulan sesini!" diye çığlık attı İnci. Nefret ateşiyle yanan gözleri Salih'in yüzüne çevrilmişti. "Sen bir kadına bunları nasıl yaşatırsın ha? Aşağılık şerefsiz. Aslı'nın ahıyla nasıl yaşadın bunca yıl?"

Bu kez de ağlama krizine girmişti Salih. Cevap veremiyordu.

Hayıflı isyanıyla "Ya sen niye geberip gitmedin ki bunca zaman?" diye bağırmaya devam etti İnci. "Bunca günahla aynaya nasıl bakabildin? Masum insanların vebaline nasıl girdin ha?"

"İnci, sakin ol bebeğini düşün." diyerek araya girdi Fatih.

Hıçkırıkları arasında duraksadı Salih.

"Ha-hamile misin İnci?"

"Sana ne ulan!" diye bağırarak arabadan indi İnci.

Başını elleri arasına alıp sakinleşebilmek ufak mesafeli voltalar attı. Öfkesi, hıncı göğsünü deliyordu. Birkaç dakika sonra nispeten sakinleştiğinde yeniden arabaya bindi.

"Sen neden Yavuz'dan önce benimle konuşmak istedin ki?" diye sordu Fatih'e tersler gibi.

"İnci, baban olduğu için ben önce seninle konuşmak istedim." dedi sol eli Salih'in ensesinde olan Fatih. "Yavuz'la aranızda sorun olur mu bilemedim, kafam çok karıştı. En doğrusu önce senin öğrenmenmiş gibi geldi."

"Ben bu iğrenç herifin yaptıklarının sorumluluğunu almam!" dedi İnci kendinden emin tavrıyla. "Yavuz da hiçbir şekilde bana bir şeyler yüklemez zaten."

"O zaman Yavuz'la konuşalım."

Başını salladı İnci.

"Evet, derhal konuşalım ve bu yaratığı da en yakın karakola teslim edelim."

"Hayır, yapmayın lütfen." diye bağırdı Salih olduğu yerde dövünerek. Kıpkırmızı kesilmiş, yüzü gözü kan ter içinde kalmıştı. "Yarın Bade'nin ameliyatı var bari onun ameliyatını göreyim. Söz veriyorum itirafçı olacağım. Zorluk çıkarmayacağım."

Tükürürcesine "Sen Bade'yi son kez görmeyi hak etmiyorsun Salih! Sen hiçbir şeyi hak etmiyorsun." dedi İnci.

"İnci, yalvarırım yarın bebeğimin ameliyattan sağ salim çıktığını göreyim zorluk çıkarmadan teslim olacağım. Ameliyat riskli biliyorsun. Allah rızası için, Efe'nin başı hakkı için!"

"Efe'nin adını ağzına alma!" diyerek telefonunu çıkardı. "Yavuz'u arıyorum."

Hıçkırıkları arasında kıvranır gibi inledi Salih. Uçurumdan yuvarlanırken bir şeylere tutunma çaresizliğiyle çırpınıyordu.

"İnci sen de hamileymişsin, evlat sahibi olacaksın yapma. Yarın Bade'nin iyi olduğunu göreyim yeter." derken hüngür hüngür ağlıyordu. "Yemin ederim Bade'yi çok seviyorum. Size veremediğim duyguları ona verdim. İlk kez iyi biri olmayı deniyordum. Lütfen, çocuğumun ameliyatını göreyim."

İnci, Salih'in manipülasyon yapmaya çalıştığına inansa da eli ister istemez karnına kaymış ve durumu ister istemez aynalayan beyni içini sızlamıştı.

"Ben sen değilim! Bebeğimi temiz bir kucakla karşılayacağım." diye fısıldadı gözlerinden yanaklarına boşalan gözyaşlarıyla. "Ben onu mümkün mertebe temiz tutmaya çalıştığım hayatıma dahil edeceğim."

"Kızım ameliyatı göreyim tek isteğim bu." dedi Salih katıla katıla ağlarken. "Beni bir yere kelepçeleyin, üstüme de kapılar kilitleyin istersiniz. Yalvarırım."

"İnci, zaten akşam olmak üzere. Yarına kadar benim gözetimimde olur. İşaret parmağının içine de çip takarım. İstese de kaçamaz." dedi Fatih. Her ne kadar adamın bunu hak etmediğini düşünse de bebeği için ağlayarak yalvarışı içine dokunmuştu. "Ameliyattan sonra da direkt karakola götürürüz. 24 saatten çok daha az bir zaman sonra öğrenir Yavuz da."

"Hayır, bunu hak etmiyor."

"Zaten hapishanede çürüyecek 1 gün eksik veya fazla fark eder mi?"

Ellerini çıkmazdaymış gibi yüzüne kapattı İnci.

"Bade'nin ameliyatını görmezsem ve ona bir şey olursa sana sabah akşam beddua ederim İnci. İstediğim son şey yalnızca Bade'nin o ameliyattan sağ salim çıktığını görmek."

Öfkeyle "Buna Yavuz karar versin o zaman." dedi İnci. "Yarına kadar da olsa Yavuz'dan bunu saklamayacağım."

"İnci Yavuz yarına kadar beklemeyi kabul etmez." dedi Fatih umutsuzca. "Tam 4 yıldır bu herifin peşinde, 1 gün daha sabredeceğini düşünmüyorum. Hay içine sıçayım nasıl bir dilemmaya düştük böyle?"

"Hayır, Yavuz böyle bir şey yap-"

"Başka bir konu olsa Yavuz'un vicdanına güvenirim ama bu konuda bilemiyorum İnci."

"Yavuz'dan vicdanlı davranmasını neden bekliyoruz ki zaten?" derken yumruklarını dizlerine indirmişti İnci. "Ben Yavuz'a derhal haber vermekten yanayım."

"Ameliyatta Bade'ye bir şey olursa ve bu herif onu göremezse nasıl hissedeceksin?" diye sordu Fatih ve kendisine kızar gibi ekledi. "Hay duygusal yanımı sikeyim! Ama ben bu ihtimalle baş edemem."

Böyle bir şeyin yaşanma ihtimalini düşünmek istemiyordu İnci.

"Doktor Bade için riskin düşük olduğunu söyledi." dedi kısık sesiyle.

"İnci, herif adi pisliğin teki olsa da ameliyatta bebeğe bir şey olma ihtimaline karşın yarına kadar benim gözetimimde kalsın diyorum. Üzerindeki iletişim araçlarını alacağım, işaret parmağının içine de çip takacağım."

"Ya kaçarsa?" diye bağırdı gereksiz vicdan yaptığını düşünen ve buna daha da öfkelenen İnci. "O zaman Yavuz'a nasıl hesap vereceğiz? Ben bu ciğeri beş para etmez pislik için Yavuz'u germek istemiyorum."

"Kaçamaz, gözüm üzerinde olacak. Deri altına çip de takacağım diyorum. Ayrıca kaçsa bile çip sayesinde hemen enselenecek, hem deliller hem de parmak izi de dahil bütün fiziksel özellikleri polise aktarılacak."

Arada kalmışlığın çıldırtıcı boğucuyla arabadan inen İnci, hırsını almak istercesine tekerlekleri tekmeledi. Sonra da kaldırıma çöküp dizlerini karnına çekerek ağlamaya başladı. İhtimaller ve o ihtimallerin yaralı belirsizliği, Burçin'in başına gelenleri kullanarak ondan saçma sapan şeyler isteyen Atilla'dan sonra ilk kez bu denli ayaklarına dolanmıştı.

*

Bahçe kapısından içeri girdiğinde Yavuz'u ıhlamur ağacından sarkan salıncakta oturmuş, düşünceli ve üzgün gözlerle yeri izler halde bulmuştu İnci. Doğru ve yanlış, vicdan ve vicdansızlık, erdem ve erdemsiz olma kavramları İnci karmaşık bir hal almış zihnini karanlığa gömmüştü. Kol saatine baktı. Saat 23.19 idi. Bade'nin sabah 11.00'de başlayacak ameliyatı için 12 saatten az zaman kalmıştı. Yavuz'a koşup ona öğrendiklerini anlatma dürtüsü çok güçlüydü. Ama gereksiz sızladığını düşündüğü vicdanının sancısı da bir o kadar şiddetliydi.

Ürkek adımlarla Yavuz'a yürüdü. Sevdiği adama yaklaşmak, karanfil kokusuyla sarmalanmak ve sıcacık sevgisine sığınmak ilk defa bu denli zordu. Fakat durum Yavuz için tam tersiydi. Onu görünce üzerine çökmüş gri bulutlardan arınmış ve güneşe selam durmuş masmavi bir gökyüzü gibi canlılık kazanmıştı. Kolları karısını kucaklamak için sabırsızlıkla iki yana açılırken İnci'nin izlemeye bayıldığı gülüşü de dudaklarına konmuştu.

"Merhaba Yavuz'um." diyerek Yavuz'un dizine oturan İnci, onu saran kollara teslim olmuştu.

Dünyanın en huzurlu kolları arasında bu denli diken üstünde hissedeceğini asla tahmin etmezdi. Saçlarını öpen adamın yumuşak buseleri, göğsündeki sıkıntıyı alevlendirmekten öteye gidemiyordu.

"Fatih bir yanlış anlaşılmanın olduğunu, o adamı bulmamın biraz daha uzayacağını söyledi." diye fısıldadı Yavuz.

Bunu söylerken sesi dokunuşlarının aksine gergin ve sitemkârdı. Nefesini tuttu İnci, ağlamamak için dişlerini sıktı.

"Bugün uzun zaman sonra bu mesele için hiç olmadığım kadar umutlanmıştım." diye ekledi Yavuz. "Fakat bu kez gerçekten az kaldı. Hissediyorum."

Midesine aniden sağlanan krampla yutkundu İnci. Beyni bastırdıklarının stresini ondan biraz olsun uzaklaştırabilmek adına midesine vurmuş ve kız şiddetli mide bulantısıyla Yavuz'un kucağından sıçrayıp eve koşmuştu. Yatak odalarındaki banyoya girdiğinde, peşinden gelerek rahat kusabilmesi için saçlarını tutan Yavuz'un eşliğinde klozetin önünde diz çökmüş ve midesindekileri ağlaya ağlaya gidere boşaltmıştı.

"İnsan kustuğu için ağlar mı güzelim?" diye şefkatle fısıldayarak sifona bastı Yavuz.

Haklıydı. İnsan en çok da kusamadıkları için ağlardı.

"Bak sen şu minik şeftalinin yaptığına." diyerek İnci'yi şakağından öpüp ayağa kaldırmış ve lavaboda özenle yüzünü yıkamıştı. Karısının yüzünü avuçları arasına alırken "Bir insan ağlarken bile nasıl bu kadar güzel olabilir?"

Daha çok ağladı İnci.

"Nane limon yapayım güzelim sana?"

Yüzünü kurulamak için havluya uzanan Yavuz'u kolundan tutup durdurdu İnci.

"Yavuz benim sana bir şey anlatmam gerekiyor." dedi gözlerinden akmaya devam eden yaşlarla.

"Bir şey mi oldu, iyi hissetmiyor musun?"

İnci'nin içindeki gelgitli hırçın dalgaların boyu yükselmişti ve kız hangi tarafa kulaç atarsa hayatta kalacağını seçemiyordu. Beyni derhal söyle diye bas bas bağırırken yüreğini oyan vicdan hançeri onu tutuyordu.

"Meriç'le biraz tartıştık. Ondan kötü hissediyorum. Çok yorgunum." diyerek üzerini bile değiştirmeden yatağa koşup içine girdi.

Peşinden gelip yatağa giren ve ona sarılan Yavuz'a sırtını dönerek "Işığı kapatır mısın?" diye fısıldadı.

"Konuşmak ister misin, neden tartıştınız Meriç'le?"

"I-ıh."

Sıkıntıyla yutkunsa da üstelemedi Yavuz.

"Peki."

Işığı kapatan Yavuz'la gözyaşlarını koyverdi İnci. Sıcacık yatağı buz soğukluğunda bir taş kütlesi olmuş ve kız en uzun gecelerinden birini yaşamak üzere yüzünü yastığa gömmüştü.

*

Sabaha kadar göz kırpmayan İnci, grup terapisine gidecek olan Efe'yi geçirmek için kalkınca Yavuz da onunla beraber kalkmıştı.

"Bavulumu hazırladım, grup terapim bitince eve gelip son eksikleri koyacağım. Sonra da Peri'nin annesi beni almaya gelecek." dedi Efe heyecanla. "Size oradan bir şey getirmemi ister misiniz?"

"Hayır Efe'm." dedi İnci tebessüm etme çabasıyla. "Sen sağlıkla git gel yeter."

"Bizim için manzarayı fotoğraflasan yeterli." diyen Yavuz da Efe'ye göz kırparak gülümsedi. "Peri'yle de güzel anılar biriktirmeyi ihmal etme."

Utangaç fakat hevesli gülüşüyle kafasını salladı Efe.

"Tamam yapacağım. Bu akşam size çok ama çok güzel manzaralar atacağım." derken kapıya ilerledi. Fakat adımları bir müddet sonra yavaşlamış, yeniden onu izlemeye devam eden İnci ile Yavuz'a dönmüştü. "Sizi çok seviyorum. Kendinize ve minik şeftaliye çok iyi bakın tamam mı?"

Buruk tebessümüyle "Elbette İstiridye'm." dedi İnci, kolunu onun omzuna saran Yavuz da "Hiç merak etme Efe'm." diye ekledi.

Aldığı sözlerle yüzü aydınlanan Efe onlara kocaman tebessüm armağan ederek el sallayıp kapıdan süzüldü.

Efe gidince "Bade'nin ameliyatına gideceğiz değil mi?" diye sordu Yavuz, İnci'ye.

Gergin ifadesiyle kafasını yere eğdi kız.

"Burçin'i uyandırayım. Konuşuruz sonra."

Burçin'in odasına çıkıp genç kızı uyandırdı İnci. Sonra üçü beraber kahvaltı yaptı. İki lokmayı zor yediğini gözlemlediği İnci'nin üstüne gitmedi Yavuz ama kızı bu hale getiren Meriç'le tartışmalarını daha da merak etmeye başlamıştı.

"Fikoş teyzeye geçeceğim ben bugün." dedi Burçin. "Bana kek yapmayı öğretecek."

"Oo ellerinden kek yeriz artık Burçin'cim." dedi Yavuz.

"Tabii ki Yavuz abi."

Onlar konuşurken içindeki gürültülü duygularla cebelleşen İnci, sohbete dahil olmamıştı. Fikoş'a gitmek üzere evden ayrılan Burçin'i bile kız ona eğildiğinde öpmeyi akıl edebilmişti. Burçin'in de evden ayrılmasıyla düşünceli görünen ve sık sık kolundaki saate bakan İnci'ye uzattı elini Yavuz.

"Bade'nin ameliyatı için mi endişelisin? Gel bana."

Yüreğini ezen yük İnci'ye zavallı bebek için endişelenecek fırsatı vermemişti.

"Üzerimi değiştirmem lazım." diyerek masadan kalktı. "Sonra konuşuruz sevgilim."

Kıstığı gözlerindeki derin merakla onu izleyen Yavuz'u masada bırakıp yatak odasına geçti. Eline ilk geçen askılı beyaz elbisesini giydi ve Fatih'i aramak için eline aldığı telefonuyla bahçeye çıktı.

"Fatih." dedi can havliyle telefonu açan adama. "Ben çok kötü hissediyorum. Bir sorun olmadı değil mi?"

"Sorun yok İnci sakin ol. Hastanede, Bade'nin odasındayız." derken pencereden dışarı izleyen Salih'ten uzaklaşarak konuşmaya devam etti. "Dün geceden beri kurbanlık koyun gibi pencere önünde oturuyor. Kaçmaya yeltenmedi. Hatta denemek için uyuma numarası yaptım onda bile kıpırdamadı."

"Fatih sakın yalnız bırakma."

"Merak etme çip taktım istese de kaçamaz." dedi Fatih. "Sen de harap etme kendini. Ameliyata 2 saat kaldı zaten."

"Yavuz öğrenene kadar rahat etmeye-"

"Neyi öğreneceğim?"

Yavuz'un sorgulayıcı sesini duyar duymaz irkilerek arkasına dönen İnci, birkaç adım ötesinden onu izleyen adamı görünce beyninden vurulmuşa dönmüştü.

"Cevap versene İnci!"

Teslim olurcasına telefonu kapattı İnci. Kalbi küt küt atıyor, eli ayağı titriyordu. Gözlerine akın ederek görüş açısını buğulandıran yaşlar da cabasıydı.

"Yavuz." diye fısıldadı titrek sesiyle.

O esnada Yavuz da çattığı kaşlarıyla ona birkaç adım daha yaklaşmıştı.

"Yavuz." diye yineledi İnci. Hem mahcup hem ürkek hem de ağlamaklıydı sesi. Öğrendiklerini Yavuz'dan daha fazla saklamaya mecali kalmamıştı. Bir çırpıda "A-Aslı'yı o hale getiren kişi Salih'miş." dedi ve içli gözyaşlarını koyverdi.

Bu kez lâl kesilen, idrak yolları tıkanan ve duyduğu cümle ile tüyleri diken diken olan kişi Yavuz idi.

"Na-nasıl?" diye sordu.

Kısık sesi şaşkın, yüz ifadesi boş, bakışları ise kaybolmuş bir insanınki gibi arayış halindeydi. Karıncalanan dizleriyle ellerini ensesi ardında bağlayarak durumu anlamak istercesine volta attı. Dakikalarca sürdü voltası.

Sonra birden ıslak gözlerindeki çaresizlikle onu izleyen İnci'ye yaklaşıp yüzünü avuçları arasına aldı.

"Sen neden ağlıyorsun ki güzelim? Ağlama İnci'm." dedi şefkatle. Salih'e duyduğu öfke ve kine rağmen sesini yumuşak çıkarmaya çalışıyordu. "O aşağılıkla kan bağın var diye kendini örselemene izin vermem. Asla sorumlu hissetme tamam mı? Asla!"

Daha çok ağladı İnci.

"Onun için sorumlu hissetmiyorum." dedi gözlerini Yavuz'dan kaçırarak. "Ben..."

İnci'nin mahcubiyeti Yavuz'un hoşuna gitmemişti.

"Sen bunu ne zaman öğrendin?" diye sordu birden. Elleri kızın yüzünden kopmuş, adımları gerilemişti. "Cevap verir misin?!"

Kafasını ürkek bir çocuk gibi yere eğerken "Dün." diye fısıldadı İnci.

Dehşetle "Dün mü?" dedi Yavuz avaz avaz. İnanamıyormuş gibi ellerini saçları arasından geçirdi. "Dün öğrendin ve bana hiçbir şey anlatmadın öyle mi İnci? Ben sana yıllardır ne çektiğimi gösteremedim mi?"

Yavuz'un ona nasıl baktığını görmemek için başını yerden kaldıramıyordu İnci.

"Bade'nin ameliyatı az da olsa risk içerdiği için bekleyelim dedi Fatih." dedi kısık sesindeki derin azapla. "Ben sana yine de söylemek istedim ama Fatih senin sabredemeyebileceğini söyledi."

Hem İnci'nin hem de Fatih'in böyle bir şeyi ondan saklaması Yavuz için kabul edilir şey değildi. Kime merhamet duymuştu karısıyla arkadaşı? Böyle bir adamın neyine acımışlardı? Düşündükçe tepesinin tası atıyor, otokontrolünü yitiriyordu.

"O adamın Bade'nin ameliyatını görmesi Bade'ye ne fayda sağlayacak? Yüzüme bakar mısın?! diye adeta kükrerken İnci'nin ona bakmayan gözlerinden akan gözyaşları da içli hıçkırıkları da onu frenlemiyordu. Bade'ye kan veya organ mı verecek ha? Veya Bade onun varlığıyla ameliyata daha yüksek moralle mi girecek? Allah kahretsin mantığım almıyor!"

"Sen İnci, sen? Ya sen nasıl böyle bir şeye müsaade edersin?"

"Müsaade etmedim, sana anlatmak istedim. Karşı çıktım ama-"

Kapıldığı hayretle boğazı yırtılırcasına "Ama Salih'e merhamet edesin tuttu öyle mi?" diye bağırarak onu böldü Yavuz. "Bebeğinin ameliyatını görsün ve içi rahat etsin istediniz yani? O adam Aslı da dahil kaç kişinin, kaç gencin, kaç çocuğun hayatını karartmış! Onun içinin rahat etmesi ona ödül! Siz ona ödül mü vermek istediniz ha?"

Bu durumun Salih'e merhamet etmek suretiyle ondan saklanmasını anlamıyor, mantığı o adama vicdanlı yaklaşılmasını almıyordu.

"B-ben istemedim."

Sol elini havalandırarak işaret parmağının ucuyla İnci'yi işaret etti Yavuz ve dişleri arasından konuştu.

"Sen bir şeyi gerçekten istemediğinde neler yapabileceğini ikimiz de biliyoruz İnci."

Bu cümle itham edildiğini hisseden İnci'yi öfkelendirmişti.

"Ne diyorsun sen ya? Esas istediğim Salih'i senden saklamak mıydı sence?" diye bağırdı taşan sabrıyla Her ne kadar Yavuz'u anlasa da daha fazlasına müsaade etmeyecekti. Kollarını iki yana açarak kızarmış gözlerini Yavuz'un gözlerine dikti. "Yavuz dün geceden beri ne haldeyim görmüyor musun? Yeter!"

İnci'nin gözyaşlarını, harap ve stresli halini yeni yeni fark eden Yavuz'un öfkeyle perdelenen yüreği sızlamıştı sızlamasına, lakin İnci'ye ve bebeğine bunları yaşattığı için Salih'e bilenen yanı daha ağır basıyordu.

"O herifin içi rahat etsin diye kendine ve karnındaki bebeğimize stres yaşatmana değer miydi?"

Cevap vermedi İnci. Yavuz da kararlılıkla başını salladı.

"Fatih doğru söylemiş, sabretmeyeceğim İnci!" dedi kapıldığı hırsı gizlemeden. "Şimdi polisle hastaneye gidip o adamı yaka paça içeri attıracağım! Zehir taciri o adam bebeğinin ameliyatını görmeyecek! Çünkü o adam merhamet hak etmeyen bir katil!"

"Yavuz..."

"İnci kendin ve bebeğimiz için dinlen. Lütfen!"

Islak bakışlarındaki belirgin hüzünle onu izleyen karısına sırt çevirdi ve ardına tekrar bakmadan evi terk etti Yavuz.

*

Yavuz gittikten sonra İnci de yatak odasına geçmiş, kollarını bebeğinden destek almak ister gibi karnına sarmıştı. Yavuz'la uzun zaman sonra ilk kez bu denli yüksek bir tartışma yaşamalarına, sevdiği adamın ona fütursuzca bağırmasına ve buna da Salih sebep olmasından ötürü canı inanılmaz sıkkındı. Gözlerini yumdu. Sımsıkı yumduğu gözlerinden iki ufak damla şakaklarına kaydı. Sonra birkaç damla daha. Birkaç tane daha. Uyumaya çalıştı. Ağdaya bulanmış gibi uzayan dakikalar birbirini kovalarken uyuyamadı. Yatakta döndü durdu.

Kendi kendine "Onun gözünden bak, şaşkın ve öfkeliydi." diyerek yatakta doğrulup bağdaş kurdu. "Öfkelenmekte haksız da değildi."

Her ne kadar sancılı dakikalar geçirmiş olsalar da Yavuz'un öğrenmesiyle üzerindeki yükün kalkması en nihayetinde onun için iyi olmuştu. Yavuz'la sakin kafayla konuştuklarında halledemeyecekleri şey yoktu. Bunu aklından geçirmek kızı biraz daha rahatlatmıştı. Elini karnına bastırarak gülümsedi.

"Merak etme seslerin sürekli yükseldiği bir aileye gelmeyeceksin. Korkma tamam mı? Biz babanla nadiren böyle yükseliriz." dedi karnı üzerinden bebeğini okşayarak. Buruk tebessümüyle de ekledi. "Sana stres yaşattığım için çok üzgünüm annecim. Hadi biraz klasik müzik dinleyelim."

Telefonunu alıp müzik uygulamasından girdi ve klasik müzik listesine tıkladı. Spearfisher'dan The Pier'ı açtı.

Burnundan dingin bir nefes alırken "Laf aramızda babanın parmaklarından dinlemeyi daha çok seviyorum." dedi içindeki müphem huzursuzluğa rağmen bebeğine iyi hissettirmek istiyordu. Arkasına yaslandı ve kuracağı hayalin tatlı tebessümünü dudaklarına kondurup nemli gözlerini yumdu. "Babanın Burgazada'daki evinin verandasındayız seninle. Yeni doğmuş sayılırsın, o yüzden dik tutmakta zorlandığın başını sık sık boyun girintime yaslayıp duruyorsun. Ben de burnumu mis kokulu başına bastırıp, doyasıya öpüp kokluyorum seni. Yumuk ellerini başparmaklarımla uzun uzun okşuyorum. Brütüs vapurdan eve kadar yürüdüğü için yorgun düşmüş, hemen ayaklarımızın ucunda horlayarak uyuyor. Casper, Efe ve Burçin de babanın diktiği şeftali ağaçlarının altında oturuyorlar. Dayın onlara ballandıra ballandıra yeni keşfedilmiş bir gezegeni anlatıyor. Ulaş amcan ve Zeynep teyzen vapuru kaçırmış, ikisi de kabahati birbirine atıyor. Neyse ki ek sefer koyulmuş, onunla gelecekleri için tartışmaları tatlıya bağlanmış. Baban mı? O tabii ki de içeride piyano çalıyor bize. Brütüs'ün tembel horultularına inat edercesine neşeli ve enerjik bir şeyler çalıyor. Georges Bizet'den Les Toreadors çalıyor. Sonra-

Telefonuna gelen mesaj bildirimi hem dinlediği parçayı hem de hayalini bölünce, karnını okşayan ellerini hemen önündeki telefona uzattı İnci. Efe'den mesaj gelmişti. Kaşlarını hafifçe çatarak mesajı açtı.

"İnci taksiciye yanlış semt adı söyledim beni Çekmeköy'e getirdi. Başka yolcu alması lazımmış, dönemezmiş de buradan. Galiba kayboldum, başka taksi de bulamıyorum. Attığım konuma gelip beni alabilir misin?"

Hızlıca son aramalarında kayıtlı olan Efe'yi aradı İnci. Yataktan kalmış, sandaletlerini giymiş ve odada volta atmaya başlamıştı. Yanıt alamadıkça gerginliği artıyordu.

"İnci çok gürültü var burada açamıyorum."

"Tamam Efe'm geliyorum."

Efe'yi cevaplar cevaplamaz çantasını da alıp kapıya koştu İnci, yoldan geçen ilk boş taksiye atladı ve ikizinin attığı konumu şoförle paylaştı. Sabah trafiği olmadığı için karşıya geçmeleri kolay olmuştu. Fakat Efe, attığı konumda değildi.

"Efe'm geldim ben neredesin sen?"

"Taksi buldum İnci, onun içinde seni bekliyorum. Atacağım şimdi konumu."

"Abla bekleyecek miyiz daha?" diye sordu taksici kolundaki saati yoklayarak. "Duraktan bekliyorlar."

"Kardeşim taksi bulmuş, şimdi yanına geçeceğim şimdi. Teşekkürler beklediğiniz için."

Çantasından çıkardığı parayı taksiciye uzatarak aceleyle indi taksiden. Yaşanan bu aksiliğin, Efe için çeldirici olmaması ve genç adamın Kapadokya tatilini etkilememesi umuduyla ikizinin attığı yeni konuma koşturdu. Anayola yakın bir sokağa park edilmiş taksinin bulunduğu konuma geldiğinde taksinin arka koltuğunda oturan Efe'yi görünce gülümsemişti. Fakat yaklaştıkça ikizinin kafasını geriye yatırmış halde uyuduğunu fark etmişti.

"Efe?" diyerek taksinin kapısını açıp ikizinin yanına oturdu. "Efe beni beklerken sıkıldın mı yoksa?"

İkizi uyanmayınca eliyle dizini dürttü.

Fakat Salih'in "Boşuna uğraşma baygın." demesiyle beyninden vurulmuşa döndü, dikiz aynasına kayan gözleri Salih'in kan çanağına dönmüş gözleriyle birleşince kalakaldı.

"Çantanı ve telefonunu ver hemen bana." diyerek elindeki silahı Efe'ye doğrultarak kükredi Salih. "Çabuk!"

Efe'ye doğrulan silah namlusu İnci'nin yüreğinde patlamış gibi oturduğu yerde irkilmişti beyni duran, dili tutulan kız.

"Çabuk, yoksa Efe'nin beynine kurşun mıhlanır!"

Gözyaşları içinde Efe'ye kendisini siper eder gibi önüne geçen İnci, ikizinin saçlarını ve yüzünü titrek elleriyle okşayarak kafasını iki yana salladı. Kalbi korkuyla deli gibi atarken bedeni zangır zangır titriyordu.

"Ha-hayır hayır hayır hayır." diye çığlık atarken çantasıyla telefonunu Salih'e uzattı. "Bak Efe'yi bırakalım, ikimiz konuşalım tamam mı?"

"Kes sesini!" diye tıslayarak arabayı çalıştırdı Salih. "Beni kocana gammazlamanın bedelini ödeyeceksin! Senden sadece bebeğimin ameliyatını görmeme izin vermeni istemiştim."

Can havliyle kafasını reddercesine iki yana salladı İnci. Korkuya teslim olan yüreği göğsünü delip geçecekmiş gibi atıyor, göğsü daralıyor, bedeni cayır cayır yanıyordu.

"B-ben söylemedim." diye karşı çıktı. "Hadi Efe'yi bırakalım."

Gaza biraz daha bastı deliye dönmüş haldeki Salih.

"Kes sesini!"

Bu kez "Nasıl kaçabildin?" diye bağırdı İnci nefretle. "Allah belanı versin!"

Sol elini havalandırarak kana bulanmış gazla bezle sarılı olan kestiği işaret parmağını gösterdi Salih. Onu izleyecekleri çipten böyle mazoşistçe bir yöntemle kurtulmuştu.

"Pencereden kocanla polisleri gördüm. O esnada ameliyat için onam formu imzalatmaya gelmişti hemşireler. Detaylı bilgi almak istediğimi söyledim, doktorun odasına götürdüler beni. Fatih oraya giremedi tabii. Doktora balkondan hava almam gerektiğini söyledim ve kaçtım." dedi hastalıklı gülüşüyle eğlenir gibi. "Allah biliyor ya aslında kaçmayacaktım. Ama senin boşboğazlığın sağ olsun!"

"Bak Yavuz'a söylemedim, Fatih'le telefonda konuşurken duydu. Yapma, Efe'yi bırakalım."

Bir yandan zangır zangır titreyerek Salih'i ikna etmeye çalışırken diğer yandan ıslak gözlerini telaşla etrafta gezdiriyordu İnci. Adam otobandan çıkmış Şile yönünde taşlı topraklı bir yola sapmıştı. İçini kaplayan güçlü huzursuzlukla Efe'ye sığınıp onu korumak ister gibi daha sıkı sardı kollarıyla. Baygın kardeşinin yüzünü, alnını ve saçlarını öptü defalarca.

"Lütfen." dedi endişeyle. "Bak sana yalvarıyorum, lütfen. Efe'yi bulaştırma."

"Çocukluğundan beri şeytanın tekiydin sen İnci." dedi Salih kinini gizlemeden. "Şimdi kefaret ödeme vakti!"

Salih'le konuşmaya çalışarak boşa çaba harcadığını düşünen İnci, sessizliğe gömüldü. Kaçırılma anında ve sonrasında yapılması gerekenleri kendisine bir bir hatırlatmayı denedi. Dövüş ve savunma tekniklerini araba durduğunda uygulayabilirdi, fakat Efe'nin varlığı ve baygın oluşu elini kolunu bağlıyordu. Risk alması ve silahın ateşlenmesi durumunda kurşun kardeşine isabaet edebilirdi. Bu ihtimalin düşüncesi bile onun için ölüm demekti. Salt ölüm.

Yoldan geçecek başka arabaların olması için dua etmeye koyuldu. Bir şekilde işarette bulunabilirdi belki onlara. Fakat Salih kuş konmaz, kervan geçmez denilen cinsten bir yol seçmişti. Telaş esaretine giren yaralı benliği, kesif bir çaresizlik tarafından ablukaya alınmıştı sanki. Yüzünü ve saçlarını sevdiği Efe'nin omuzuna yatırdı başını. Beyni durmuştu.

Yaklaşık yarım saat sonra arabayı durdurdu Salih. Sıçrayarak etrafa bakındı İnci. Şile'ye yakın, denizi kayalık uçurumlarıyla çevreleyen ıssız bir köye gelmişlerdi. Birkaç metre ötelerindeki sarp uçurum, bulutsuz masmavi gökyüzü ile parıl parıl parlayan denizin oluşturduğu mavi sonsuzluğu selamlıyordu. Fakat korkusu ve telaşı iyiden iyiye köpüren İnci için bu manzara karanlık dumanların yükseldiği hoyrat bir cehennemden farksızdı.

"Neden buraya geldik?!"

"İn arabadan İnci." dedi Salih. Elindeki tetiği çekilmiş silahı yeniden Efe'ye doğrultarak.

"Ha-hayır!" diye bağırdı İnci. "Nasıl bir manyaklık planlıyorsun?"

Aklını kaybetmiş gibi "İn yoksa kurşun Efe'nin beynine girecek!" diye haykırdı Salih. "Çabuk!"

Gözyaşlarının açık kalmış bir musluk gibi aktığı bakışlarını Efe'den ayırmadan kırarcasına sıktığı dişleri ve karıncalanan bedeniyle arabadan indi İnci. O silahın ateşlenme ihtimali aklını çıkarıyordu.

"Birkaç adım uzaklaş." dedi arabadan inen Salih. Silahının hedefinde Efe varken bagaja doğru ilerledi. "Uzaklaş dedim sana! Bir daha tekrarlamadan silahı ateşleyeceğim!"

"Tamam, tamam. Efe'ye zarar verme n'olur."

Kalbi patlayacakmış gibi atan İnci, korku dolu gözlerini Efe'den ayırmadan bu komuta uydu ve hıçkırarak birkaç adım geriledi.

"Sakın kıpırdayayım deme!"

İnci yeterince uzaklaştığında, kızı sık sık kolaçan ederek yüzündeki haz dolu gülüşle bagajı açtı Salih. Bir kamp sandalyesi ile birkaç tomar çamaşır ipi çıkardı.

"Efe'ye zarar verme ne olur. Onun hiçbir günahı yok." dedi bagajdan çıkardıklarıyla ona doğru yürüyen adama. "Lü-lütfen."

Kamp sandalyesini bıkkın tavrıyla İnci'ye fırlatan Salih, işittiklerinden etkileniyormuş gibi değildi.

"Dün asıp keserken böyle süt dökmüş kedi değildin. Ulan dün elin adamı bile bana acıdı, sen acımadın!" dedi tükürürcesine. "Ama bedelini ödeyeceksin. Otur şuna hemen şeytan!"

Uyuşan bedenini ona fırlatılan sandalyeye attığında düşünemiyor, yalnızca eşsiz bir korku ve yüreğini parça pinçik eden bir ızdırap duyuyordu İnci. Aldığı çamaşır iplerinden birini ona attı Salih.

"Bacaklarını bu iple sandalyeye bağla, gevşek olmayacak. Bir daha asla tekrarlamayacağım."

"Derdin ne? Aklını kaçırmışsın bırak bizi!" diye boğazı yırtılırcasına bağırdı İnci. Gözyaşları sicim gibi akarken ağlamaktan nefes alamıyor, parmakları şok ve korkudan uyuştuğu için kıpırdatamıyordu. "Bak ne planlıyorsun bilmiyorum ama yapma."

Büzdüğü dudaklarıyla tahammülü kalmamış gibi nefesini gürültüyle dışarı verirken havaya iki el ateş etti Salih.

"İkinci mermi Efe'ye gelecek dediğimi yapmazsan."

Efe'ye bir şey olması ihtimalinin çaresiz telaşıyla ağlaya ağlaya ipi bacaklarına doladı İnci. Sonra Salih silahıyla beraber ona yaklaşıp el bileklerini bağladı ve omuzlarının etrafına sandalyeyle beraber başka bir ip doladı. Gözyaşları sel olan İnci'yi böylelikle kamp sandalyesine mıhlamıştı.

"Hareket etmeyi dene." dedi emir verircesine. "Çabuk."

Hareket etmeyi denedi İnci, ama milim kıpırdayamadı.

"Hareket edemiyorum." diye fısıldadı çaresizce.

"Bir daha dene!"

"Yapamıyorum!"

İnci'nin çaresiz çığlığıyla kahkaha attı Salih.

"Güzel." dedi ve gözlerini İnci'den ayırmadan geri geri adımlayarak arabaya yaklaştı. "Birazdan sana içimi dökeceğim."

Baygın haldeki Efe'yi arabadan indirip omzuna atarken İnci'nin kendini yırtarcasına debelenişini, içli feryatlarını umursamadan genç adamı uçurumun hemen kenarına uzandırdı. Ayağa kalkmadan evvel şöyle bir sonsuz maviliğe göz attı ve doğrularak iç geçirdi. Feryat figan ağlayan İnci'ye döndü. Kızın halini hayranı olduğu bir şeyi izler gibi uzun uzun izledi. Sonra da ağır adımlarla kızına yaklaştı ve tam önünde dizleri üzerine çöktü. Kan çanağına dönen gözlerini Efe'den ayırmadan ikizine seslenen İnci'ye elini uzattı. Çenesini kavradı.

"Bana bak." dedi sertçe. "Yüzüme bak İnci."

"Efe, Efe'm uyan n'olur." diyerek pür dikkat Efe'yi izlemeye devam ediyordu İnci. "Efe yalvarırım uyan."

"Sana bana bak dedim!"

Çenesini acıtarak sarsan Salih'le delici bakışlarını adama çevirdi İnci.

"Allah belanı versin!" dedi avaz avaz. "Allah belanı versin! Senden nefret edi-"

"Anneni de ben öldürdüm. Arabasının frenlerini o karlı kış akşamında ben bozdum!"

Salih'in beklenmedik bir kurşun gibi zehirli ağzından ateşlenen cümle, İnci'nin tam kalbine saplanmıştı.

"N-ne?"

"Hem de senin yüzünden." diyerek güldü Salih. "Son kavgamız annenin evde benden habersiz sakladığı bir hatıra kutusundan çıkmıştı. İçinde sevgilisine ait notlar ve saçma sapan eşyalar vardı. Ve o kutuyu sen bulmuştun, oyuncak sanıp salona getirmiştin. Kızılca kıyamet o akşam kopmuştu."

Bu detayı hatırlamıyordu İnci. Dedesinin evine gitmelerine sebep olan o kavganın gürültüsünü, evdeki kırılan eşyaların ürkütücü sesini, annesinin onları odalarına kapatışını, içli ağlayışlarını ve Efe'nin ellerini kulaklarına örterek ileri geri sallanışını hatırlıyordu ama bulduğu kutu yüzünden o kavgaya sebebiyet verdiğini bilmiyordu. Zihnini biraz daha zorladı. İçinde olduğunu düşündüğü kutuyu salona getirişi saliselik bir görüntü şeklinde zihninden geçince bir kez daha örselenmiş yüreği deşildi, beyninden vurulmuşa döndü ve eli ayağı tamamen boşaldı. Şu dünyada annesinin ölümü kadar canını yakan hiçbir şey olmamıştı. Şimdi hissettiği acıysa o acıyı solda sıfır bırakacak cinstendi.

"Beni sevmeyişinin, aldatmasının ve eski sevgilisini unutamayışının bir bedeli olmalıydı." dedi Salih gayet normal bir şey söylüyormuş gibi. "Keza senin de birazdan ödeyeceğin o bedel gibi."

Izdırap yüklü şokuyla "S-sen iğrenç bir yaratıksın." dedi İnci, her bir hücresi iltihap kapmış gibi zonkluyordu. "Geber!"

İnci'yi duymuyormuş gibi devam etti Salih.

"Aslı'yı tıpkı anneni sevdiğim gibi sevmiştim ama o da annen gibi başka bir adama, senin kocana aşıktı." dedi kindar gülüşüyle. "Sevdiğim kadınlar beni hiç sevmediler. Onlar beni sevmedikçe ben de dünyayı ve diğer insanları sevmedim." derken duraksadı ve dudakları hafifçe iki yana kıvrıldı. "Sonra Birsel çıktı karşıma. Bade'nin annesi... Onu anneni veya Aslı'yı sevdiğim gibi sevemesem de o beni sevdi. Bana Bade'yi verdi." dedi ve gülüşü soldu. Yeniden kin ve nefretle dolarken keskin bakışlarını İnci'ye kaldırdı. "Ama sen ne yaptın? Gidip köşe bucak beni arayan adamla evlendin. Yetmedi beni ona gammazladın!"

Tepki veremeyecek kadar mahvolmuştu İnci. Annesinin demir kapıdan çıkıp ona son kez el salladığı an gözlerinin önünden gitmiyordu.

"Şimdi seni annen gibi bir kere değil, binlerce kez öldüreceğim!"

Ayaklanan ve Efe'ye doğru yürümeye başlayan Salih'le daldığı ızdırap bataklığından çıktı İnci, yeniden dondurucu korku bataklığına saplandı.

"Hayır hayır hayır!" diye çığlık atarken ellerini ve bacaklarını var gücüyle hareket ettirdiği için iplerle sarılı teni soyulmaya hatta kanamaya başlamıştı. Fakat fiziksel acıyı zerre hissetmiyordu. "Yapma, Efe'me yaklaşma! Dokunma ona senin derdin benimle."

İnci'nin telefonunu cebinden çıkararak ekranda gezinen gözleriyle hastalıklı bir kahkaha attı Salih.

"Ooo kocan da defalarca aramış. Konum atalım, gelip seni alsın."

Yavuz'a konum atarak telefonu yere fırlattı. Sonra da uçurumun kenarında yatan Efe'ye doğru eğildi.

"Yapma hayır!" dedi İnci feryat figan. Çığlık çığlığa ağlamaktan artık sesi gitmişti. "Yapma senin oğlun o."

"Siz benim çocuğum değilsiniz." dedi Salih nefretle. Gözlerini hastalıklı bir hızla kırpıyordu. "Annen olacak o orospu sizi sevgilisinden peydahladı kesin."

Yavuz'un dayısından öğrendikleri düştü o anda İnci'nin aklına. Salih'in şizofreni alt dallarından paylaşılmış psikotik bozukluğa sahip olduğunu söylemişti. Yine psikotik atak geçiriyor olabilirdi.

"Hayır biz senin çocuğunuz!" diye karşı çıktı hüngür hüngür ağlayarak. "Hatırla, Efe'nin gözleri aynı sana benziyor."

Salih'ten cevap alamayınca ellerini bacaklarını daha çok hareket ettirdi. Fakat hareketleri ipin teninde daha fazla yaraya sebep olmaktan öteye gidemedi.

"Efe Bade'ye ilik verdi." dedi Salih'i ikna etmek ister gibi. "Hatırlasana!"

"İlik vermesi için kan bağı gerekmiyor."

Salih'in ters tavrıyla karşı çıkışı çırpınmaya devam ederek hıçkıran İnci'yi caydırmamıştı. Her ne kadar o adama bu kelimeyi yakıştırmasa da iç sesi Efe için değer diye fısıldıyordu.

Kederle "Baba." diye seslendi Salih'e. Dudaklarından çıkan kelime midesini bulandırsa da yineledi. "Baba, bana bak baba." dedi ve Salih'in öfkeli gözlerinin ona çevrilmesiyle gamzelerini göstererek gülümsedi İnci. Hüngür hüngür ağlarken gülmek ilk defa bu denli kahrediciydi. "Bak baba, benim yanaklarımda da aynı seninkilerde olduğu gibi gamze var. Senden aldım onları. Biz de Bade gibi senin çocuğunuz."

Gülümser gibi oldu Salih. Fakat bu yürüdüğü yoldan memnun kalmamış ve yolun sonuna ulaşmış birinin boş vermiş, kinayeli tebessümüydü.

"Hepimiz için bedel ödeme vakti." diye fısıldadı.

Gülüşüyle umutlanan İnci'nin gözlerinin içine baka baka Efe'yi ikizinin yüreğiyle beraber uçurumdan denize yuvarladı. Ardından silahını kafasına dayadı ve tetiğe bastı, uçurumdan savruldu. Tüm bunlar sadece birkaç saniye içinde gerçekleşmişti, bir zilin çalışı, yan odaya geçmek, bir tişört giymek veya bir lokmayı çiğneyip yutmak kadar kısa bir süre zarfında gerçekleşmişti. Gerçekliğin yadsınabileceği kadar kısa bir sürede... Fakat cennetten arafa uğramaksızın cehenneme geçmek bu kadar kısa sürede mümkün olabilir miydi? Bunun idrak edilemezliğiyle baş başa kalmıştı İnci. Tenini kesen zalim iplerle mücadele etmekten vazgeçi, feryat etmeyişi, kıpırdayamayışı bundandı. Daha saniyeler önce ikizinin uzandığı fakat şu an bomboş kalan noktadan ayırmadığı ıslak gözleriyle oturabilen bir ceset gibi kalakalmıştı. Zira beyni topyekün saldırıya geçen acı reseptörlerini çalıştırabilecek kuvvette değildi. Düşünce ve his akışı aniden kapanan şartel gibi kesilmişti.

Dakikalar hızla geçti. Fakat gözlerinden durmaksızın akan yaşlar dışında yaşam belirtisi göstermedi İnci. Kıpırdamadı, ses çıkarmadı, yutkunmadı, gözlerini dahi kırpmadı. İsmini haykırarak ona koşan Yavuz'u da duymadı. Canından can koparak hemen önünde dizleri üzerine çöken Yavuz'un kanayan el ve ayak bileklerini görünce çıldırması, telaşla ona bir şeyler sorması, dizlerine ve ellerine ağlayarak öpücükler kondurması da fark edebileceği şeyler olmamıştı.

İpleri yoğun korkusuyla çözen Yavuz "İnci ne oldu burada?" derken, kıpırtısız kızı kucağına çekmiş ve bebeği gibi kolları arasına aldı. Göğsüne bastırdığı başını, alnını öpüyor elleriyle sırtını sıvazlıyordu. "İnci'm konuş benimle..."

Karısı suretinde cansız bir nesneye dokunuyordu sanki.

"İnci." dedi adeta yalvararak. "Konuş benimle..."

O anda yavaş yavaş çözülmeye başladı İnci.

"Bırak." diye fısıldadı. Zayıf sesi sarhoş gibi çıksa da yineledi. "Bırak."

Mecali, gücü kalmamıştı ama Yavuz'un kollarından sıyrılmış, güç de ayağa kalkmayı başarmıştı. Islak bakışları Efe'nin boşluğunu taşıyan uçurum kenarına çevrilirken en uysal, en af diler sesiyle fısıldadı.

"Efe'm." dedi umutla yoklar gibi. Gözyaşları sicim gibi aksa da buruk gülüşü inkar ve umut yüklüydü. "Efe'm. İstiridye'm uyanmadın mı hala? Neredesin?"

İşittikleriyle buz kesti Yavuz, dünyası başına yıkıldı. Şahit olmasa da olaya ait tahmini görüntüler usul usul zihnine sızdı. Acı hissinin somutlaştığını, zehirli ve gaddar bir kılıç gibi göğsünün ortasına saplanışını hissediyordu. Tıpkı İnci gibi kıpırdayamadı, tepki veremedi.

"Efe'm." diye fısıldayan İnci, uçurum kenarına yürümek için bir adım attı o anda. Fakat canı çekilmiş ayağı buna müsaade etmeyince yere kapaklandı. "İstiridye'm geliyorum, evimize gideceğiz."

Kalkmaya yeltendi, yeniden düştü. Gözyaşları içinde sürünmeyi denedi. Bembeyaz elbisesi el ve ayak bileklerinden akan kanlar ve olanlara sessizce şahitlik eden toprak lekeleriyle kaplanmıştı.

Boğazındaki onulmaz düğümle "İnci." diye fısıldayan Yavuz, güç bela ayağa kalkıp İnci'ye yaklaştı. Onu kucağına almak için yeltendiğinde buna müsaade etmedi İnci.

"Bırak!" diye bağırdı avaz avaz. "Bırak!"

Son gücüyle gözyaşları içinde ayağa fırladı ve acı içinde yalpalaya yalpalaya uçuruma koştu. Anında peşinden gelerek onu kollarına çeken Yavuz olmasa ikizini bulmak için tek saniye beklemeden uçurumdan atlayacaktı.

"Efe!"

Uçurumla yüzleşmek yaşadıklarının gerçekliğiyle yüzleşmek demekti. Bu sert ve acımasız yüzleşme, direnmeyi temel alan ve umudun dinç ışığından hiç vazgeçmeyen dünyasını uçsuz bucaksız karanlığa boyamıştı. İsrafil elindeki Sûr'a üflemiş, dağlar parça parça olmuş, denizler birbirine girmiş, yıldızlar yerlere dökülmüştü. İnci için kıyamet kopmuştu.

"Efeeeeee!" diyerek çıldırmış gibi acı acı feryat etti. "Efe'm. Efeeee!"

Ötelenmiş, çaresiz feryadıyla Yavuz'un onu sımsıkı saran kolları arasında debelenirken tek saniye olsun ikizinden arta kalan isme tutunuyor, o ismi deli gibi haykırmaktan vazgeçmiyordu.

"Efeeee!"

Attığı her amansız çığlık gözyaşları içindeki Yavuz'u öldürüyordu.

"Efeeeeee!"

Kolları arasında yaralı bir kuş gibi çırpınan karısının anbean yaşarken ölüşüne şahit olmak da Yavuz'un kıyametiydi.

"Bırak beni, bırak! Kardeşimi istiyorum." diye küçük bir kız çocuğu gibi feryat etti. "Kardeşimi istiyorum. Efe'mi istiyorum! Bırak! Ben onsuz yaşayamam!"

Derin şoku ve içini yakan mateme rağmen gözyaşları içinde debelenmeye devam eden İnci'yi uçurumun kenarından uzaklaştırmayı başarmıştı Yavuz. Serbest bıraktığı kız, dermanı kesilen dizleri üzerine çöküp onu kahreden yakarışıyla ağlarken Efe'yi kanlı canlı görmek için canını vermeye hazırdı Yavuz. Denize inip Efe'yi aramayı düşündü fakat İnci'nin de asla durmayacağını biliyordu. Konumu görünce polislere de haber vermişti, onlar gelene kadar İnci'yi asla yalnız bırakamazdı.

"Benim kardeşim öldü mü şimdi? İstiridye'siz İnci olmaz ki... Efe'm gözünü seveyim dön bana."

İnci'nin yürek yakan çığlıklarına yüreği dayanmayan Yavuz, ellerini yüzüne kapattı. Çaresizlikten dişlerini kırarcasına sıkmaya çalışsa da bu hüngür hüngür ağlamasını engellememişti.

O esnada "Efeeee! Çekil, Efeeeee!" diye haykırarak yeniden uçuruma doğru koşmaya yeltendi İnci.

"İnci yapma yalvarırım." diyerek kızı kolundan tuttuğunda ilk kez ıslak gözleri buluşmuştu.

Bu buluşma mümkünmüş gibi Yavuz'u biraz daha kanatmıştı. Zira İnci'sinin her duyguyu cömertçe sergileyen enerjik gözlerinin feri gitmiş, yerine koca ve yabancı bir boşluk oturmuştu.

"Bırak beni!"

"İnci yapma!"

"Bırak!" diye fısıldayarak kolunu Yavuz'dan sertçe kurtardı İnci. Acısı yoğun öfkeyi de beraberinde getirmişti. Yumruk halini alan ellerini havalandırıp, hırs ve acıyla Yavuz'un göğsüne indirmeye başladı. Her vuruşunda sesi daha da yükseliyordu. "Efe'mi aldın benden! Birkaç saat daha beklesen ne olurdu ha? Senin yüzünden oldu, senin yüzünden! Bırak senin yüzünden! Neden biraz daha beklemedin?"

İnci'nin katıla katıla ağlayarak göğsüne indirdiği yumrukları hissetmiyordu Yavuz. Tıpkı İnci gibi ruhundaki acı bedensel acıya kör etmişti onu. Yaşlı gözlerini karısının bakmaya doyamadığı gözlerinden usulca kopardı, yere indirdi.

"Senin yüzünden, bırak! Senin yüzünden!"

Ölüm, acımasız bir celladın ellerinde bekleyen urgan olup sevdalarının boynuna dolanmıştı.

***

Yıldıza bastık mı? Emeğe saygı duyduğunuz için teşekkürler. 🙏🏻

Son düzlüğe hoş geldiniz. En başından beri yazmanın bana acı vereceğini bildiğim ve sahiden de öyle olan Güneşi Yakala bölümü bu bölümdü. Son kısımları gözyaşları içinde yazdım... Bakalım yol bizi nereye taşıyacak.

Güneşi Yakala bitince yazmayı planladığım Kadife Perdenin Ardında adlı hikayemin giriş bölümüne de profilimden ulaşabilirsiniz. 🎭

Bilgi, kesit ve iletişim için;
Instagram: misahanimm
Twitter: misahanimm

Continue Reading

You'll Also Like

970K 53.8K 24
"Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok." dedi umutsuzca. "Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksine umarsız çıkıyordu sesim. "Adını dilim...
332K 39K 29
Vurdu ve Aşk'tan tanıdığımız Çeşmiahu Tümer'in hikayesidir.
637K 61.5K 56
Bir Sage Taylors Romanı... Londra jet sosyetesinin büyük mirasyedilerinden biri olan Olivia, altı ay içinde tanışıp âşık olduğuna inandığı adamla evl...
3.8M 237K 81
* Siz: Ay acaba lamalar uçsa nasıl olurdu? Siz: Düşünsene, kafana tıpkı martının sıçması gibi tükürüyorlar. Siz: Çok komik olmaz mıydı? ÜSĞĞDDĞSPDĞPF...