MELÂL

By snmnurgyk

3M 130K 110K

Kanla kazıdığın kelebek dövmesinin üzerini çizdir. Noktalı virgülle değiştir. Bu, devam edecek gibi değil ama... More

《TANITIM》
《1》'KARA GÖZ'
《2》'ŞİZOFREN'
《3》'BELİRSİZ SURET'
《4》'KARANLIK KUTU'
《5》'ZARFDAKİ GİZEM'
《6》'CÜRETKAR HADSİZ'
《7》'RUHSUZ BEDEN'
《8》'UÇURUMDA HAYALLER'
《9》'KATİL'
《10》'ACININ GEÇMİŞİ'
《11》'BEDENSİZ RUH'
《12》'PAÇAVRA'
《13》'DARAĞACI'
《14》'RUH SANCISI'
《15》'FERYAD-I İNTİHAR'
《16》'SON ÖLÜM'
《17》'EHVENİŞER'
《18》'VİCDAN MEZARLIĞI'
《19》'ELFİDA'
《20》'GERÇEK SANRI'
《21》'RUHSAL ŞEYTANLAR'
《22》'ARAF ÇIKMAZI'
《23》'ÖLÜM MAKAMI'
《24》'KÜL BEBEK'
《25》'RUH İZİ'
《26》'GERÇEK ÖLÜLER'
《27》'ÖLÜLER PUSULASI'
《28》'ÖLÜM ÇANLARI'
《29》'KALBE NEFRET RUHA YAS'
《30》'BUGÜN ÖLÜ, YARIN GÖMÜLÜ
《32》'MİNERVA'
《33》'KOR GERÇEK'
《34》'DÜŞÜNMEDEN'
《35》'KANDAN CANA'
《36》'ÖLÜMLE OYUN'
《37》'İRTİHAL
《38》'KAR KÜRESİ'
《39》'KAMELYA'
《40》'YİNE BANA GEL'
《41》'YARIMSIN'
《42》'DUY İSTEDİM'
《43》'ENSENDEYİM'
《44》'HARABE'

《31》'ORTADA OLAN CANINSA'

50.8K 2.2K 2.8K
By snmnurgyk

YİNE, YENİDEN VE DAİMA MERHABA!

ÇOK ÖZLEDİM, ÇOK!

ÇEVRİMİÇİ LİSTEDE OKUYALIM LÜTFEN.

OY VERMEYİ VE YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN.

SİZİ ÇOOOK SEVİYORUM.

KEYİFLİ OKUMALAR
SNMNURGYK

Birini çok sevdin. Kaybettin. Bu kaybın sebebi takdiri ilahi değildi. Emirdi. Peki sonra ne oldu? Sevgi acıyı, acı nefreti doğurdu.

Sevginin acısı, acının nefreti var. Acı ruha yas, kalbe nefret katar. İçimde bitmek bilmeyen sevginin getirdikleri bunlar.

Önümdeki kahvaltılıklardan biraz atıştırdıktan sonra sırtımı oturduğum koltuğa yasladım. Serum taktırmamak için yemek yiyordum. Aksi halde içim hiçbir şeyi kaldırmıyordu. Su dahi içme isteğim yoktu. Serumun yanında bedenime sakinleştirici de enjekte ediliyordu. Bu da bedenimi uyuşturmanın yanında tüm hücrelerimi yok saydırıyordu. Kollarım adete demir sopayla dövülmüş gibi morarıyordu. Damarlarım çok inceydi ve damar yolu açarken zorlanıyorlardı. Sırf bu yüzden yirmi kere deldiklerini, mosmor olan kolumla üç hafta geçirdiğimi biliyordum. Acımıyordu ama baktıkça içim bir tuhaf oluyordu. Bunca acının yanında fiziksel acılarla uğraşmak en son isteyeceğim durumdu.

Aklımda hâlâ o yağmurun altında ıslanırken Nefes'e ettiğim vedanın yası çınlarken gözlerimi kapattığımda piste aynı sahneler çıkıyordu. Yoruyordu. Yakıyordu. Acıtıyordu.

Hep birlikte o yağmurun altında ıslanmıştık. Ben Nefes'le Soykan ise benimle.

Zorlukla toprağından çektiğim bedenimi kendim kaldıracak gücü bulana kadar hareket ettirmemişti. Vedalar bana göre bir kere edilirdi. Tekrarlandıkça acıyı köklendirirdi. Bir daha gidebilir miyim ya da bunu ister miydim bilmiyordum.

Değişen ölüler tam bu noktada devreye giriyordu. Ben ölüydüm. Annemi öldürüyordum. Nefes ölüydü, ben de yanına gömülmek istiyordum.

Hangisine üzüleceğimi şaşırmıştım. Miran'ın kokusu, teninin dokusu tüm algılarımdaydı. Annemin acısı avuç içlerimden taşıyordu. Nefes'in toprağı ruhuma bulaşmıştı, çıkmıyordu.

Tüm bunların yanında annemin dizine yattığımda saçlarımı sevmesini isteyen tarafım Soykan'ın, bir odanın içine hapsedilen annesini kalbime taşıyor, bu da beni kül ediyordu.

Düşünmeden işlenen bir cinayet kaç ruhu çıkmaz sokaklara atıp, sonuna duvar olmuştu.

Buna sebep olan herkesten nefret ediyordum. Ölüsünden dirisine, hepsinden. Bir hiç uğruna yok olan hayatlar için nefret ediyordum. Tek suçu Nefes'i sevmek olan Emir için, benim arkadaşım olması sebebiyle toprağın altında yatan Nefes için, Turan Soykan için, eşi için, annem için. Belki ve en son da kendim için...

Gözlerim dün gece döktüğüm yaşların yanında ıslanarak üşüdüğüm için de yanıyordu. Eve geldiğimizde sıcak bir duş almıştım. Tek başıma korktuğum için odada, aralık kapının ardında beni beklemişti. Ağrı kesici ve soğuk algınlığına iyi geldiğini tahmin ettiğim ilaçları vermişti. Sonrasında saçlarımı sevmiş ve uyumamı beklemişti.

Uyandığımda odada değildi. Bana iyilik mi yapıyordu yoksa kötülük mü kestiremiyordum. Onu bir en yakınımda bir de en uzağımda buluyordum. Tek başıma uyandığım odadan aşağı indiğimde sehbaya bırakılan kahvaltılıklardan yemeye başlamıştım. Beynim hiç susmamıştı ve onunla savaşmıştım.

Şimdi yine aynı savaşta aynı düşmanlaydım. Etraf kan gölüydü, ölüydü ama bir tek ben hayatta ve ağır yaralıydım.

Yanan gözlerim kapanmamak için direnirken bir diğer yenilgiyle kapattığım gözlerimi saniyeler sonra açmama sebep olan üzerime düşen gölgeydi. Gözlerimi acaleyle açtığımda odağımı dolduran gözleri beni kendine hapsetti. Koltuğun arkasında, elleri başımın iki yanında, arkadan üzerime eğilmişti. Çelik kapıdan girmemişti içeri. Sesini duymamıştım. Arkamdaydı. Çelik kapıdan girse önümde olurdu.

Saçları ıslaktı. Hatta saçlarından boynuna akan bir damla yavaşça yolunu almıştı. Gözleri kızarıktı. Duş almıştı. Bir alkol bir de duş aldığında gözleri kızarıyordu.

Bakışmanın yoğunluğu üzerime otururken göz temasını kesmek istememin yanında acıyan gözlerim kendini kapatmıştı. Başım geriye yaslı, gözlerim kapalı dururken dudağımın kenarında içimi ürperten parmağını hissettim. Olduğum konumda gözlerimi daha sıkı kapatmamı isteyen sesi ruhumu mayıştırmıştı.

"Uyuma, yavrum. İşimiz var."

Parmağı baskısını arttırıp kendini belli etmeye devam ederken kolumu arkaya uzattım. İnce parmaklarım bileğine dolandığında uzaklaştırma isteğindeydim ki kendine doğru çektiği kolu elimin avucuna hapsolmasına sebep olmuştu.

Elinin soğukluğunu hissettiğimde tüm tüylerim diken diken olmuştu ama ben gözlerimi açmamıştım. Parmakları elimi sarmalarken okşuyordu da. Elinin soğukluğu hariç hiçbir şey beni kendime getiremezdi. Dokunuşları daha çok mayıştırıyordu çünkü.

"Ne işimiz var? Eğitim diyeceksen hiç halim yok. İstemiyorum." dedim isteksizliğimi belli ederek.

"Ne olduğunu işin başına gittiğimizde görürsün. Sen daha yeni uyanmadın mı? Ne uykusu bu?"

Sert sesi kulağıma ulaştığında gözlerimi açarak elimi avucunun içinden çektim. Gözlerine en az onun sesi kadar sert bir ifadeyle bakarak karşılık verdim.

"Sen sürekli her günümüzü böyle planlayacak mısın? Sürekli bir plana bağımlı yaşayamayız. Kontrolün dışında gelişen bir olayın sonucunda ne yapacağız?" Sözlerimi sıraladıktan sonra vereceği tepkiyi beklemeye başladım. Umursamaz bir tavır yüzüne yayılırken sesindeki keskinlik körelmeye başlamıştı.

"Onu da o zamanki Soykan'la Altan düşünsün."

Memnuniyetsiz bir ifadeyle yerimden kalktım. Dün gece fazla üşüdüğümden üzerimde ince bir pjiamanın aksine eşofman takımı vardı. Paçalarını ayaklarımla düzeltirken karşısında dikiliyordum tüm huysuzluğumla.

"Bir yere mi gideceğiz?" dedim vereceği cevabı merak ederek. "Bahçeye çıkacağız." diyerek karşılık verdi. Ne yapacaktık acaba? Gidene kadar söylemeyecekti. "Üstümdekiler uygun o halde?" Soru sorar tonda kurduğum cümleye kafasını olumlu şekilde sallayarak karşılık verdi. Önümden yürümeye başladığında yetişerek yanında yürümeye başladım.

"Saçların ıslak. Üstelik üzerinde sadece ince bir tişört var. Bu soğukta hasta falan olursun sonra. Bir eve iki hasta fazla. Görünen o ki ben hastalanacağım." Sözlerim üzerine kafasını bana çevirdiğinde yürümeye devam ederken bakışlarına karşılık verdim.

"Isınırız." dedi muzip bir sesle. Böyle başladığı cümlesini devam ettirdi. "Üzgünüm ki bu evde hiçbir zaman tek bir hasta olmayacak."

Ne demek istediğini anlamıştım sanki. Bu konu hakkındaki sabit düşünceleri can sıkıcıydı. "Kendin delisin. Beni de delirtmeye niyetlisin anladığım kadarıyla." Ne olacağı veya yaşanacağı umrumda değildi. Bunun getirdikleriyle şekillenen sesim cümlelerimi dışarı verdi. Gözlerinin içine adımlarımı yavaşlatarak bakıyordum. Cevap vermemişti. Yalnızca bakışlarını sonlandırırken bir güzünü kırpmayı tercih etmişti. Önüne dönen ve hızlanan adımlarıyla ben de ona göre hareket ettim. Çelik kapıdan çıkmıştık. Adımları arka bahçeye doğruydu. Bu tarz evlerin genelde ön bahçesi büyük ve gösterişli olurken arka bahçe küçük tutulurdu ancak burası için aynı şey geçerli değildi.

Arka bahçe daha büyük ve sanki gizemliydi. Soykan'ın adımları daha önce gördüğüm köpeklerin durduğu alana yönelirken kulağıma ilişen sesle gözlerimi açarak şaşkın bir ifadeyle ne olduğunu anlamaya çalıştım. Burada sadece ikimiz vardık ancak bir ses kulağıma ulaşıyordu. Soykan'ın adımları sekteye uğramadan yoluna devam ederken sesi duyup duymadığını anlamaya çalışıyordum. Sesi duydun mu diye soracakken aynı ses tekrar kulağıma ilişti. Kısık bir sesti. Tıkırtı gibiydi. Belki de kulaklarım fazla hassas olduğu için yalnızca ben duyuyordum. Ses serileşirken sadece benim duymamam gerekiyordu belki de.

"Sesi duyuyor musun?" Ona hitaben konuştuğumda omzunun üstünden gözleri beni buldu. Arkasındaydım. Sesimle odağına beni almıştı. Bana bakıyordu. Ses kulağıma gelmeye devam ederken yüzündeki ifade gayet normal ve duymadığına yönelikti. "Duymuyor musun sesi?" Tekrar bir soruyu ona yönelttiğimde etrafıma bakmak için harekete geçiyordum ki ne ara bana çevirdiğini anlamadığım bedeniyle elleri omuzlarımda konumlandı.

"Ne duyuyorsun?" Sorusu ve tavrı onda her şeyin yolunda olduğunu gösteriyordu. Hava aydınlıktı. Aklım yerindeydi. Bir ses geliyordu. Duyuyordum. Kafamda kurmuyordum.

"Tıkırtı gibi hafif bir ses. Kısık. Nasıl duymuyorsun? Aynı yerdeyiz." Telaş sesime de yansıdığında gözlerim farklı bakıyordu. Emindim. Ama onun gözleri aynıydı. Bunun bilincindeydim. Etrafıma bakmak için hareketlendiğimde elleri baskısını arttırdı. Beni yerime bir kez daha sabitledi. Bu tavrı beni öfkelendirdiğinde hareketlerim fevrileşti. Ses hâlâ benimleydi.

"Duyuyorum işte. Neden etrafıma bakmamı engelliyorsun? Bıraksana!" Sert sözlerimle elleri omuzlarımdan çekildiğinde etrafıma bakmak adına harekete geçtim. Onun arkasında herhangi bir şey yoktu. Girişe yakın yerlerde gözlerimi dolaştırırken orada da aykırı bir şeye rastlamadım. Bakışlarımı bahçenin diğer tarafına çevirdim. Orası da boştu. Hızlı hareketlerle arkama döndüğümde yine herhangi bir farklılığa rastlamamıştım. Tam anlamıyla Soykan'a sırtımı çevirdiğimde sesler sıklığını arttırdı. Gözlerim her yerdeydi. Sakin bir tavır takınmıştım. Acele ve telaş durumu zorlaştırıyordu.

Gözlerim hızlıdan ziyade yavaş bir şekilde etrafta dolanırken bizden uzakta ve en köşede siyah, büyük bir şey dikkatimi çekti. Ne olduğunu tam anlamıyla göremiyordum ancak bir hareketlilik vardı orada. Bakışlarımı hızla Soykan'a çevirdim. Ellerimden biri orayı gösterirken telaşla konuştum.

"Bak, orada bir şey var. Her zaman orada olan bir şey mi bu? Ne? Ne var orada?" Sözlerimle bakışları gösterdiğim yeri buldu. Gözleri ciddi bir ifadeye ev sahipliği yakarken kaşları çatıldı. Teni gerildi ve adem elması ahenkle hareket etti. Gösterdiğim yere kilitlenirken adımları oraya doğru harekete geçti. Siyah cisme doğru ilerliyordu.

"Ne yapıyorsun? Belki tehlikeli bir şeydir. Adamlarından birkaçını alsana yanına. Tek mi gideceksin?" Aceleyle koluna yapışan ellerim, sözlerim eşliğinde onu durduruyordu. Söylediklerimi idrak ettiği anda beni bulan gözleri gözlerimin içine çok saçma bir şey söylemişim ve saçmalamamam gerekiyormuş gibi bakıyordu.

Ellerimi gerisinde bırakarak yürümeye devam etti. Bahsi geçen cisim bizden uzaktaydı. Soykan'ın adımları hızlı ve sıktı. Benim adımlarım ise bilincim dışında onu takip ediyordu. Seri adımlarla tam önündeydik hedefin. Ses artık daha netti. Önümüzdeki siyah, büyük bir kuyudu ve tam köşeye koyulmuştu. Gözlerim kutunun üzerindeyken içinde bir hareletlilik olduğu belliydi. Tıkırtı da bu yüzden çıkıyordu. Çok geçmeden kutunun üzerinde kırmızı, küçük ve dairesel bir ışık belirdi. Kutunun her yerinde dolanan bu ışıkla aklımda beliren görüntünün tarihi uzak değildi.

"Bu ışık, o gün Çağrı'nın üzerinde dolananla aynı değil mi? Uygar'ın çatıdan, silahıyla gönderdiği red dot denilen şey?" Gözlerimiz birbirine kitlendiğinde beni onaylarak kafasını salladı. Konuşmamıştı.

"Tehlikeli o zaman kutunun ardındaki. Ne yapacağız?" Bir soru daha yönelttim ona gözlerinin içine bakarak. Gözlerimin içine kan donduran bir ifadeyle bakarken buz gibi sesiyle dudaklarını araladı.

"Biz de tehlikli olacağız."

İfadesi ve sesi aklımla oynarken hemen önünde durduğumuz ve içindeki tehlikeden bihaber olduğumuz kutunun getirdikleriyle savaşıyorduk. Savaşan belki de yalnızca bendim. O kendindeydi ve emindi. "Nasıl?" Sözlerine karşılık verdiğim tepkiydi bu. Nasıl tehlikeli olacaktık? Soykan'ın bir eli seri bir hareketle beline giderken görüş alanıma tekrar giren elinde bir silah vardı. Rahat ve hızlı bir hareletle emniyetini açtığı silahı bana uzattı.

"Daha önce nasıl kullanacağını göstermiştim. Al hadi!" Dedikleriyle şaşkınlık bedenimi ele geçirirken kısa süreliğine de olsa algılarım sekteye uğruyordu. Çatıdan müdahale edilen ve aynı zamanda karşısında silahla durmamız gereken bu kutunun içindeki tehlike ne kadar büyüktü? Sorumun cevabına göre algım dağılıyordu. Büyük bir tehlikeyse biz o kutudan belirli bir adım uzaklıktaydık. Bu işin bitmesini ve büyük bir sorun haline gelmemesini diliyordum. "Al hadi. Tehlike hep bir adım uzağımızda olacak. Al ve def etmeyi öğren. Kendin başar."

Kontrolüm dışında iki yana sallanan başımın sebebi sözleriydi. Kutuya yaklaşıp bakabilirdik. Kurşuna gerek yoktu belki de. Büyütmemeliydik. Gözlerinin içine bakarak kafamı olumsuz anlamda sallıyordum. Kutunun ardına veya içine bakabilirdim ama silahı elime alamazdım. Adımlarım kutuya yönelirken kolumdan tutarak beni engelledi. Bedenimi karşısına konumlandırırken hareket etmemi zorlaştırmıştı. Bu sıralarda kutudaki hareketlilik ve ses artarken ısrarını bir kez daha dile getirdi. Öylece duruyorken şiddetlenen sesler ve hareketlerle silahı elime bir çırpıda yerleştirdi.

Bedenimi hakimiyeti altına alarak tam kutunun karşısında, yüzüm kutuyu görecek şekilde durdurdu. Bedeni arkamdaydı. Başı kulağıma yakın bir yerde, nefesi tenimdeydi. Ellerinin herhangi bir hükmü yoktu. Yalnızca bedeni arkamda, varlığının baskısı üzerimdeydi. Karşısında durduğumuz kutudan gelen ses de hareket de geçen zamanla artıyordu.

"Sık."

İçinde ne olduğunu bilmeden bunu yapamazdım.

"Sık."

Bir kez daha aynı kelimeyi tekrarladı. Netliğe ihtiyacım vardı. Ne olduğunu bilmeden kurşunu sıkamazdım. İçinde insan olabilirdi. Ölebilirdi.

"Sık hadi!"

Sesi ve ısrarı baskınlaştığında ellerimin arasında olan silah istemsizce kutuya yöneldi. İki elimle tuttuğum silahı kutuya doğrulttum. Yapamazdım. Kollarım düşmek üzereydi ki sesi bir kez daha kulaklarıma ulaştı.

"Kutunun içinde biri var. Sen sıkmazsan o sana sıkacak. Sık!"

Sözleriyle kollarım bir kez daha güçlendi.

"Oradan çıkacak ve sana saldıracak. Sen yapmazsan o yapacak. Hadi!"

Sesi sabırsızdı. Tehlikeyi hissetmişcesine aceleci ve heyecanlıydı. Buradan gitmek isteyen tavrım bedenimi harekete geçirecekti. Bunu da hissetmişti. Bir kolu sıkıca belime dolanırken kulağımın üzerindeki dudakları hareket etti.

"Hadi. Çek tetiği!"

Kollarım güçsüzleşti. Düşecekti. "Yapamam. Yapamam. Ya zararsız bir şeyse. Sadece bu heyecanı ve belirsizliği yaşatmak için bırakılan bir kutuysa. İçinde bir çocuk, hayvan ya da esir alınmış biri varsa. Nereden bileceğiz? Nasıl anlayacağız?"

Sorularımı ve kaygılarımı bir bir sıraladım. Yapamazdım.

"Kutunun içinde sana zarar vermek isteyen biri var. Nasıl çırpınıyor, bak. Çıktığı an da sana saldıracak. Sen yapmazsan o yapacak. Tehlikedesin. Tehlikede olan sensin. Biliyorum ve sana söylüyorum. Yap, hadi."

Kollarımı hedefte tutmakta zorluk çekiyordum. Ya düşecekti ya da güçlenecekti.

"Sık!"

Baskın sesi tekrar kulağımdaydı. Israrıyla güçlenen kollarım hedefe odaklanırken parmağım tetiği buldu. Nasıl yapmam gerektiğini biliyordum. Sıkılabilirdim. Tetiği çekebilirdim. Kutunun hareketi hızlandı. Sesler arttı. İçerdeki sabırsızdı. Ya tehlikeli değil de tehlikedeyse? Bu ihtimal içime düştüğü anda kollarım hızla yere düştü. Namlu doğruluğunda silah ellerimden düşecekti ki Soykan'ın elleri ellerimin üzerine yerleşerek hızla hedefi buldu ve tetiği çekti.

Patlayan silahın sesi çığlık atmama sebep olduğunda kapanan gözlerimi açmama sebep olan sesiydi.

"Ortada olan canınsa o tetiği hiç düşünmeden çekeceksin."

Silah ellerimde, ellerim ellerindeydi. Silah kutuya doğruydu, namlu yere çevrilmemişti.

"Canın tehlikesi anlıktır. İntikam zaman alır."

Sözleri aklıma kazınıyordu. Tehkilede değilsen anlık bir eylem gerçekleştirme diyordu. İntikamı zamana bırak ama ortada olan canınsa silahı kullan, bunu anlatmaya çalışıyordu. Ellerimiz aşağı yöneldiğinde parmaklarımın arasındaki silahı pratik bir şekilde aldı ve beline koydu. Kurşun yediği için dağılan kutu, açıldığında içinde yalnızca peluş ve hareket eden bir oyuncak vardı.

Bedenim titriyordu. Yaşadıklarım ve yaşananlar ruhumu tazelemenin yanında zedeliyordu. Boşalan elleriyle kollarını bedenime sardığında sırtımı göğsüne yasladı.

Yine bir eğitimden geçmiştim. Beni yine sınamıştı. Artık çözümü ellerime o veriyordu. Yolu o gösteriyor ve öğretiyordu. Hepsi onun planıydı. Sırf canımın tehlikesini bilip silahı ateşlemem için bunu yapmıştı. Öyle ki günler önce silah kullanmayı da bana o yüzden öğretmişti.

Baran Soykan beni yeni bir hayata hazırlarken eskiyi katlediyordu. Bir yanımı öldürüyordu ama görmüyordu.

Tükeniyordum. Kendimi tüketiyordum. Belki de güçleniyordum.

"Senin planındı. Neden yapıyorsun bunu? Ne hale geldiğimi görmüyor musun?" Sitemkar sesim havaya karışırken kollarının arasında öylece duruyor, ara ara hareket eden oyuncağa bakıyordum.

"Plan değil de bir sürpriz gibi düşün. Sürpriz yapacağımı söyledim, kabul et. Silahı nasıl kullanacağını öğrettim. Kullanman için bu anı yaratacağımı söylesem sürprizi söylemiş olacaktım ve hiçbir anlamı kalmayacaktı. Artık anlamlı." Bir an yaşatmaktan ziyade anlatabilirdi belki de. Bunu neden düşünmüyordu ki? Bu anlar yaşanırken kurduğu cümleleri normal bir zamanda anlatarak da bana söylenebilirdi.

"Ben çok yeni bir kayıp yaşadım. Biz normal bir anda veya zamanda değiliz. Aklımdan kaç tane senaryo geçti, biliyor musun? İntikam almak için hazırlanmış bir oyun sandım. İçinde masum ve vicdan yoracak biri var sandım. Yine bir sevdiğim o kutunun içinde sandım. Kendimi herhangi bir tehlikedeymiş gibi hissetmemi nasıl beklersin? Kafam yerinde değil. Bir ders çıkarabileceğimi nasıl düşünebilirsin?" Sözlerim üzerine kolları baskısını arttırdı. Onu daha net duyabileceğim bir konuma geldiğinde nefesi saçlarımın arasına karışıyordu.

"En çok da bu anlarda anlarsın. İhtimaller sana seçenekler sunar. Kayıplar seni daha büyük sınar. Daha çabuk adım atmanı sağlar. Ayrıca beni biraz tanısaydın bu bahçeye birinin kutu bırakabileceği ihtimalini düşünmezdin. Özellikle son olaydan sonra buna izin vermezdim."

"Anlamadığın şey ne biliyor musun? Birinin sahip olduğu güçten doğan bir tehlikeden korkmuyorum ben. Son olaya rağmen buna cesaret edecek birinin şuursuzluğu daha tehlikeli. Bu eve Nefes'in başını gönderen kişinin şuursuzluğuyla aynı bu. Bin tane ihtimal sunabilirim sana. O ihtimallerle de tetiği çekemem."

Sözlerinden sonra ellerinden kurtulup öfke dolu yüzümü ona çevirmiştim. Gözlerinin içine bakarak deliye dönmeme sebep olan düşünceleri ona söylemiştim. Kafamda sadece bir tane ihtimal ve düşünce yoktu. O da bunu istemiyordu ama olduğum konumda bambaşka hareket etmem imkansızdı.

Sözlerimi dinleyerek kendinden emin ifadesini zedelemeden gözlerimin içine baktı. Bedeni üzerime eğilirken baş parmağı dudağımın kenarında oyalandı. Dudağımdan kayan eli saçlarımı omzumun arkasına iterken parmakları boynuma çarpmıştı. Aynı hizada ve göz gözeydik.

"Biraz yürümek ister misin?"

Düşüncelerimi bölmek ve kafamı dağıtmam için bunu yapıyordu şimdi de. "Konuyu buraya neden getirdin? Konu buraya nasıl geldi?" Sinirle konuştum. Dayanamıyordum artık. Dayanmak istemiyordum belki de. Bir evde, odanın içinde ya da sadece zihnimle olmak istiyordum. Veya hiçbirini...

"Soruma cevap versene. Yürümek ister misi-" Sözlerini bölerek araya girdim ben de. "Bilmiyorum. Hiçbir şey bilmiyorum." Ona yaklaşarak gözlerinin içine beni anlamasını isteyen bir öfkeyle baktım. Olduğum konumu görmesini istedim. Eli belime ulaştığında baskısıyla parmak uçlarımda yükseldim. Konuşurken salladığım kollarım aramızda kalmıştı. Başım boynuna gömülürken ellerinin birini saçlarımın arasında hissettim.

"Öğreneceksin. Gelişeceksin. Değişeceksin belki de ama bunu kendin isteyeceksin. Ben bunları tek başıma yaşadım. Yol gösteren birine sahip olmadan, hep düşmemi bekleyen bir düşmanla. Senin yanında ben varım."

Sen de bana düşmandın, demek istedim. Sen de benim düşmemi istedin, çoğu kez de düşürdün diyerek haykırmak istedim. Ancak nefes alma isteğim dahi yokken Soykan'a bunları anlatmak istemedim.

Saçlarımın arasındaki eli hareketine devam ederken yalnızca söylediklerini dinledim. "Hava çok soğuk değil. Çocukları da alalım. Buraya yakın bir orman var. Orada turlarız. Suratını asma artık. Buna alışık olmalısın. Her an gerçek bir saldırının içinde bulabiliriz kendimizi. Ya saldırdıkları kişiler oluruz ya da saldıran." dediğinde karşılık vermek adına kollarının arasından çıktım ve yüzüne baktım.

"Çocuklar kim?"

Sorumu sorduğumda dudaklarını bulan parmağıyla keskin bir ıslık etrafta yankılandı. Sesi duydukları anda dilleri dışarda ve salyaları damlayarak üzerimize koşan iki köpek vardı.

"Çocuklar dediğin köpekler miydi? Bunların nesi çocuk be?" Üzerimize doğru gelen köpekleri gördüğüm gibi arkasında saklanmıştım. Arkadan kollarını tutarak bedenini önüme siper ederken nereye çevirirsem oraya geliyordu. Köpekler de onun yanına gelmek istediği için benimle eş zamanlı hareket ediyordu. Normalde asla köpekten korkmazdım. Hatta çok severdim. Ancak bunlar sokak köpeklerinden ziyade gerçekten korkunç bir türdü ve cinsi yasaklıydı. Eğitimli oldukları belliydi ve bu onları daha korkunç kılıyordu gözümde.

"Onlar benim çocuklarım. Böyle yaparsan sana saldırırlar. Sahiplerine saldırdığını düşünüyorlar şu an. Eğer yüzümü ciddi bir hale getirirsem üstündeler."

Doğruydu. Söylediği çok mantıklıydı. Önüme siper etmeye çalışırken onu çekiştiriyordum ve bu köpekler yalnızca ondan emir alıyordu. İnsanın gözünden korktuğunu anlıyorlardı.

"Gül o zaman. Gül. Sakın suratını düşürme." Gülmesi için baskı kurarken onu gıdıklamaya başlamıştım. Parmak uçlarımda yükselerek öne doğru eğiliyordum yüzünü görmek için ancak göremiyordum. Gülüyor muydu acaba? Gıdıklamaya devam ederken yalnızca bir sırıtışın hakim olduğu yüzünü bana çevirdi.

"Ne yapıyorsun?" Ciddiyetle sorduğu soruya cevap verdim.

"Gıdıklıyorum gülmen için."

"Ben gıdıklanmam." Ben de gıdıklanmazdım. Ne yapabilirdim ki başka. Köpeklerin sesi kulağıma daha yakından ulaşmaya başlamıştı artık. Şiddetle havlıyorlardı ve yanımıza yaklaşmalarına çok az kalmıştı.

"Ne yapacağız? Kendi kendine gül. Ya da sarıl bana. Beni seviyorsun sansınlar." Telaş dolu sesim ona ulaşırken tam anlamıyla yüz yüze bakıyorduk. Yönünü bana çevirmişti. Ellerimi bu sefer de önden kollarına koymuştum.

"Bu bir teklif mi?" Ciddiyetsiz bir ses ve gülen bir tavırla konuştu. Sinirle bir elimi kaldırıp koluna vurduğumda köpeklerden biri tam yanımda kendini son anda frenleyerek durmuş ve seri şekilde havlamaya başlamıştı. Çığlık atarak kollarımı boynuna doladığımda elleri henüz belimi bulmamıştı. Diğer köpek de yanımıza geldiğinde iki taraftan sarılmıştık. Sesleri yüksek ve soluksuzdu.

"Bir şey yap. Komut ver. Gönder. Gitsinler buradan. Hem ben kabul etmedim ki yürüyüşü. Sadece bir soru sordum. Neden çağırdın bunları? Bir şey yap gitsinler."

"Ee çocuklar kim diye sordun. Gösterdim. Ne yapayım?" dedi sanki çok sakin bir anın içindeymişiz gibi normal bir sesle.

"Yalnızca kim olduklarından bahsedebilirdin. Sen böyle her şeyi gösterecek misin?" Hiçbir şey yapmıyordu. Köpeklerin sesinden kendi sesimi duyamıyordum.

"Her şeyi değil."

"Ya kes sesini! Bir şey yap! Komut falan ver. Bir parçamın çocuklarının midesinde kalmasını istemiyorum." Sesim hırçınlaştıkça köpekler de hırçınlaşıyordu. Acaba yüzünü görebiliyorlar mıydı? Şu an ki konumumuzdan ne çıkarıyorlardı? Saldırırlar mıydı? Aslında bir komut verse hepsi son bulabilirdi.

"Sana aşırı kuruldular. Kendi kendine sakinleşmeden gitmezler."

"Yalan konuşma ya. Vuracağım şimdi bir tane. Ne yaptım da kuruldular?" Hem korkuyordum hem de sinirleniyordum. Köpeklerin sesi artık katlanılmaz bir hale gelmişti.

"Vursana. Sahibinin kolları arasındasın. Vur daha çok kurulsunlar." dediğinde adeta sırtına çıkmak istiyordum. Köpekler her an saldıracak gibiydi. Normalde yoldaki herhangi bir köpeği görünce bu tepkiyi verenlerden değildim. Olduğum konum farklıydı. Irkı yasaklanmış iki, koca köpek etrafımı sarmıştı.

"Sence şu an sarılmamıza inanıyorlar mı?" Zorla gülerek sormuştum bu soruyu. Yüzümü de sesimi de aksi bir hale sokmamaya çalışıyordum. Soykan kollarını nihayet belime sarabilmişti. Sıkıca sardığı belimle bedeninde sürtünerek parmak uçlarımda durmama sebep olduğunda kafam boynuna gömülmüştü. Belimdeki ellerinden birinin avucunu sırtımda sürükleyerek ilerletti. Nefesi kulağımdan içeri sızarken dudaklarını hissediyordum. Sırtımda dolanan elini kaldırarak saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. Göz göze değildik. Şakağı saçlarıma yaslıydı. Boynumda kalan birkaç teli elinin sırtıyla süpürerek elini boynuma yerleştirdi. Baş parmağı çenemde oyalanırken diğer parmakları saç diplerimi sevdi. Sesi tüylerimi şaha kaldırırken içimi ürperten bir sesle dudaklarını hareket ettirdi.

"Öpersem onlar için daha inandırıcı olur. Öpeyim mi?"

Sözleriyle deliye dönmüştüm. Kışkırtıcı ses tonu ve tavrıyla karşısında olan herhangi birine istediğini yaptırabilirdi. Bu halimi kullanıyordu. Parmak uçlarımda yükselmiş olmam ve üzerime eğik bedeni sayesinde başım boynuna çok yakın bir konumdaydı. Biraz daha yükselerek kulağına fısıldadım.

"Seni gebertirim. Götür beni buradan."

Kısık çıkan sesimin sebebi köpeklerdi. Bağırdığımda daha da agresifleşiyorlardı. Ne diyeceğine odaklanmışken gür ve ciddi çıkan sesiyle olduğum yerde irkildim.

"Ne dedin?" Sert tepkisiyle köpekler çileden çıkmıştı. Panik dolu gözlerimle şaşkınlığımı gizlemeyerek gözlerimi gözlerine çıkardım. Nasıl görünüyorum bilmiyordum ancak bu tavrıma dişleri görünecek şekilde gülerken hiç beklemediğim anda harekete geçti. Anlamsızca bakan gözlerimin odağı değişirken sırtıyla bakışıyordum şimdi. Bedenini hafifçe eğerek dizlerimin altından sardığı koluyla aniden beni omzuna atmıştı. Rahat bir ifadeyle ilerlerken çıkardığı komut verdiğine yönelik seslerle köpekler uysal bir şekilde ardımızdan yürümeye başlamıştı. Hani kurulmuşlardı? Öldürmek istiyordum onu. Pislik yalan konuşarak halimden memnun olmuştu.

Seri adımları köpeklerin durduğu, bir kulübeye göre fazla büyük olan, yere asılmış iki tasmanın önünde durduğunda gözlerim kuyruklarını sallayarak gelen köpeklerdeydi. Tasmaları eline aldığında gayet rahat bir tavırla yere oturdu ve beni de yana doğru açtığı bacağının üzerine bıraktı. Bacağında oturmak istemeyerek harekete geçecektim ki köpeklerden biriyle göz göze gelerek bu eylemimden vazgeçtim. Soykan'ın gözleri kısa süreliğine beni bulup çekilmişti.

Tasmalardan birini eline alarak dudaklarını hareket ettirdi. "Kızım, gel buraya. Gel." Oldukça sevecen çıkan sesiyle alnından beyaz lekesi olan köpek kuyruğunu sallayarak Soykan'ın kucağına doğru gelmeye başladı. Soykan da öne eğilmiş, böylece yakınlığımız artmıştı. Boşta kalan eliyle köpeği sevmeye başladığında köpek sevinçten delirmek üzereydi. Soykan'ın ise bu hali ona ait değil gibiydi. Gözlerinin içi parlıyordu.

"Neden tasma takıyorsun? Bağlama hayvanları." Sözlerimle köpeğe doğru eğik olan yüzünü bana çevirdi. Kaşlarının altından gözlerimin en içine bakarken konuşmak için harekete geçti.

"Gittiğimiz yerden geçen herkesin kokusunu takip etmek isteyecekler. Keşife çıkacaklar. Geri dönmeleri uzun sürer. Beklememek adına bağlıyorum."

Konuşmasını bitirdiğinde memnuniyetsiz bir ifadeyle dudaklarımı büzerek kafamı diğer tarafa çevirdim. O, köpekleri bağlayana kadar gözlerimi etrafta gezdirme niyetindeydim ki saçlarımı savuracak şiddette olan nefesi boynumda, bir çift patiyi ise göğüslerimin üzerinde hissettim. Telaş ve korku dolu gözlerimi muhattabıma çevirdiğimde bu türde bir köpekle bu denli yakın olmak nutkumun tutulmasına sebebiyet verdi. Çığlık atabilirdim ancak bunun için bile sesim çıkmamış, yalnızca nefes seslerim şiddet kazanmıştı. Kafamı hareket ettiremeden gözlerimi Soykan'a çıkardım.

İki eli de serbestti. Beni kucağında dikleştirdiğinde köpek de üzerimde hareket etmişti. Gözlerim olabildiğince açılırken ne yapmaya çalıştığını anlayamıyordum. Ellerinden biri kolumu sıvazlamaya başladı. Bir diğeri de köpeğin tüylerinde dolanıyordu. Sanırım ona benim zararsız olduğumu ve beni sevdiğini anlatmaya çalışıyordu. Kolumdaki eli elimi avcunun içine hapsettiğinde ellerimizi kaldırarak köpeğin başına koydu. Köpek iri gözleriyle ellerimize bir bakış attıktan sonra temasımızla kuyruğunu sallamaya başlamıştı. Diğer köpek de Soykan'ın göğsüne patilerini çıkardığında az önce korkudan titrediğim köpekler birkaç nefes uzağımdaydı.

"Yeter. Çok gerildim. Düşeceğim şimdi. Düşüp bayılacağım." Dişlerimin arasından, memnun bir yüz ifadesi takınmaya çalışarak konuşmuştum. Köpeğin üzerindeki ellerimizi daha hızlı hareket ettirirken bir diğer eliyle erkek olduğunu tahmin ettiğim köpeği sevmeye başlamıştı.

"Ani bir hareket yapma. Kokunu alsınlar. Seni tanıyacaklar. Kokundan anlayıp hırçınlaşmayacaklar."

Sözlerine istinaden dişi köpek üzerimde yükselerek çeneme doğru yaklaşmıştı. Derin nefes sesleri kulağıma ulaşıyordu. Bayılacaktım. Bedenim kaskatı olmuştu. Geriye çekilmeye çalıştığımda köpeğin başından sıyrılarak boşta kalan ellerimizden elini ayırarak belime yasladı Soykan. Sıkıca kavradığı belimle geriye kaçmamı engelledi.

"Yapma şunu. Alışsınlar sana. Çekilecek zaten."

O kadar kolay değildi. O köpek çeneme yakın ağzını açarak çenemi kavrasa boynumu bile kopartabilirdi. Dişi köpek üzerimden çekilmeye başladığında yerini diğeri aldı. Onun yaptıklarını yaparak çenemi yaladığında irkilerek uzaklaşmak istedim bir kez daha.

"Yeter! Uzaklaştır artık. Delireceğim."

Sert ve yüksek çıkan sesimle ters bir bakış atarak bedenimi serbest bıraktı. Seri hareketlerle dişi köpeğe tasmasını taktığında yerimde kıpırdanıyordum.

"Delirmek yerine sevmeyi deneyebilirsin. Köpekler dahi sana yanaştı. Duvar gibi duruyorsun. Yavaşça kalk. Diğerini de takacağım." dedi. Dediklerini ilk defa bu kadar hızlı yapmak istiyordum. Oturduğum bacağından kalkarak ayakta dikilmeye başlamıştım. Bunu olabildiğince sakin hareketlerle yapmıştım. Dişi köpek bağlanan tasmasıyla bacaklarıma sürtünmeye başladığında Soykan çoktan diğer köpeğe tasmayı geçirmiş ve ayakta, tasmanın ipini tutarak dikilmeye başlamıştı. Ne yapacağımı söylemesini bekleyen ve soru soran gözlerle ona bakıyordum.

"İpini tutmanı istiyor. Al eline de gidelim." dediğini yaparak eğildim ve tasmanın ucunu elime aldım. Soykan ilerlemeye başladığında hareketlenen köpekle peşinden gidiyordum.

"Ya aniden koşmaya başlayıp beni sürüklerse." Aksi bir sesle kaygımı ona ilettiğimde sesim kadar aksi bir yüz ifadesiyle gözlerime baktı. Köpeklerini sevmediğim için alınmıştı sanırım.

"Olmaz da eğer öyle bir şey olursa tuttuğun ipi serbest bırakırsın. Bunu düşünmek bu kadar zor değil sanki."

Söylediklerine gözlerimi devirerek abartılı tepkiler vermek istiyordum. Ne bekliyordu yani? Ne kadar tatlılar diyerek onlara sarılmamı falan mı?

"Bana bak çocuk. Seni parçalayacağım artık." Bunları söylerken köpeklerin önümüzde olmasını da fırsat bilerek bacağına tekme atmıştım. Memnuniyetsizleşen yüzü bana döndüğünde konuşmaya başlamıştı.

"Bir laf var bilir misin? Çocuk dediğin eline çoc-"

"Of sus ya. Ne bu? 2016 Facebook havalı sözler sitesinde paylaşılan cümleler falan mı?" Cümlenin devamını bildiğim için onu bölerek araya girmiştim. Dudakları kıvrılırken yüzündeki ifadeyi bastıran bir hali vardı. Konuşmamızı sürdürürken yürüyorduk da. Ben daha çok sürükleniyor ve hızlı olmaya çalışırken zıplaya zıplaya ilerliyordum. Arka bahçe kapısından çıkmış ve ormanlık alana girmiştik bile.

"Sen o zamanlarda yaşadıklarını hatırlıyor musun ya? Küçük değil miydin?" Yine olayı yaşıma getirdiğinde sinirlerim zıplamıştı.

"Kes artık. Madem bu kadar küçük olduğumu düşünüyorsan her fırsatta yaklaşma yanıma. Sübyancı mısın? Sus artık. Cevap falan da verme. Sesini duymak istemiyorum gerçekten. Tüm şuurumu dağıttın sabah sabah. Günümü zehir ettin."

Ne diyeceğini ya da ne tepki vereceğini beklemeden gözlerimi ondan çektim ve daha hızlı yürümeye başladım. Dişi köpek beni adeta sürüklerken ben onun emrindeydim ancak Soykan için bu söz konusu değildi. Çünkü sahip olan oydu ve istediği şekilde yürürken kontrolünde olan köpek ona uyuyordu.

"Çok zorsun. İnanılmaz birisin ama bu benim çok hoşuma gidiyor."

Cümleleri kulağıma ulaştığında omzumun üstünden gözlerine bakarak gözlerimi devirdim. 'Çok hoşuna gidiyormuş. Bir soğu benden ya. Bir rahat bırak.' İç sesimin huysuz cümlerini bastırarak yürümeye devam ettim. Soykan konuşmaya devam etmemişti. Yalnızca köpeklere yönelik komutları kulağıma ulaşıyordu. Dur, yavaşla, sakin gibi tek kelimeden oluşan söylemlerini duyuyordum.

Ne kadar yürüdük ve ilerledik bir fikrim yoktu. Bir hayli zaman geçmişti. Kontrolümdeki köpeğe odaklanmak zihnimi geri plana atmış ve rahatlatmıştı. Kışın ortasında, kapalı olsa da huzurlu hissettiren havalara bayılırdım. Çok iyi gelmişti. Gözlerimi etrafta da gezdiriyordum. Burası bana bir yerden tanıdık geliyordu ama çıkaramıyordum. Uzun süreli sessizliği bozarak Soykan'a hitaben konuştum.

"Burası bana çok tanıdık geliyor. Buralarda bir dizi veya film falan çekildi mi?" Sorumu sorduğumda yanıma yaklaşarak cevap verdi. İlerlemeden bekliyordum. Soykan'ın komutuyla köpekler de durmuştu. Cevabını bekleyen bir ifadeyle yüzüne bakıyordum.

"Hayır." dedi basit bir şekilde.

"Peki bana neden bu kadar tanıdık geliyor, daha önce gelmediğim bir yer?"

Sanki burayı daha önce görmüş gibiydim. İlk defa gelmiş olmanın hissettirdiklerinden ziyade bir anı karmaşası yaşıyordum sanki.

"Tanıdık geliyor çünkü babamın katledildiği yere benziyor."

Cevabı tüylerimi şaha kaldırırken yaşadığım aydınlanmayla inanılmaz kötü hissetmiştim. Gözlerimin önüne gelen fotoğraflarda gerçekten de sanki buraya ait bir yer vardı. Orası değildi çünkü ora Samsun'daydı. Ne diyeceğimi bilemeyerek dudaklarımı hareket ettirecektim ki tasmasını tuttuğum köpek ani ve hızlı bir hamleyle öne atıldığında neye uğradığımı şaşırmıştım. Adeta çileden çıkmış gibi koşup havlarken diğeri de Soykan'ın elinde çileden çıkmış bir haldeydi. Köpeğin peşinden sürükleniyordum. Hızına yetişemezken burkulan bileğimle kendimi yerde bulduğumda yerde sürüklenecektim ki Soykan'ın gür sesi kulağıma geldi.

"Tasmayı bırak!" dediğini yapana kadar birkaç sıyrık oluşacak şekilde ilerlediğim yerde tasmayı bırakarak yatıyordum şimdi. Bileğimde korkunç bir ağrı vardı. Erkek köpeğin de tasmasını bırakmış ve seri adımlarla yanıma geliyordu Soykan. Ona bakarken hızı sebebiyle gözümün önünden saniyelik geçen karaltıyı gördüm. Köpeğe aitti. Neye bu kadar tepki vermişlerdi? Ne olmuştu?

Aceleci adımları yanımda sonlanan Soykan eğilerek bedenimi kollarıyla yönlendirdi. Yere oturmamı sağladığında gözlerimin içine bakarak cümlesini sarf etti.

"İyi misin?" Hızla kafamı salladım. İyiydim. Yalnızca sağ ayak bileğim sızlıyordu. Üzerine düştüğüm ve altta kalan sağ omzumda da bir sıyrık olacak ki orası yanıyordu.

"Tasmayı bırak demesem tutmaya devam edeceksin. Manyak mısın kızım sen? Parça parça olurdun peşinde. Tutulur mu tasma?" Nefes nefese kalan sesiyle cümlerini sıralarken ne diyeceğimi bilemiyordum. Canım yanıyordu.

"Ne oldu birden bire onlara? Biri falan mı var?" Ne olduğunu tam anlamıyla bilmediğini gösteriyordu yüzü. "Bir şey göremedim. Bir insan olsa önceden sinyalini veriyorlar genelde. Ya biri var ya da domuz falan gördüler."

"Burada domuz mu var?"

"Evet." Sanki çok normal bir hayvandan bahsediyormuşcasına sakin bir sesle karşılık verdi. Benim sesim de ise dehşet vardı.

"Ya sen ciddi misin?" Düşmemden daha önemli olan şey o domuzdu. Çok tehlikeli hayvanlardı.

"Burası orman ya yavrum. Ne bekliyorsun? Çizgi filmlerdeki gibi sevimli hayvanları, yarış yapan tavşan ve kaplumbağayı falan mı?" Hâlâ daha dalga geçebiliyordu. Yüzü de sesi de keyifliydi.

"Köpeklere de bize de zarar verebilir. Bunu biliyorsun değil mi? Kurşun dahi işlemiyormuş onlara. Çağır köpekleri de gidelim. Öldürür onları. Ya gördükleri bir insansa? Ya tehlileki biriyse ve köpeklere ateş açarsa? Ya da tamamen masum birine senin köpeklerin zarar verirse!"

Benim zihin yine durmadan kurmaya başlamıştı. Bin türlü ihtimal vardı. Hepsinden biri olabilirdi.

"Birincisi domuzsa bizi kurtarmış olurlar ve onlar kendilerine zarar verdirmezler. İkincisi sıradan birine karşı bu tepkiyi vermezler. Bir terslik olduğunu hissettiler. Üçüncüsü köpeklere ateş edecek vakti bulamadan bir parçalarını kaybetmiş olurlar. Çağırsam gelmezler. Evi bulurlar. Eğitimliler ancak bizim gitmemiz lazım."

Burada sürekli vakit geçiren biriyse tüm ihtimallerle karşılaşmış ve bir sonuç almış olmalıydı. "Bileğin ne durumda?" diye sorduğunda acısını bastırdığım bileğim kendini belli etti.

"Canım bayağı acıyor."

Cümlemi söyleyip dudaklarım kapandığında başımın arkasına yasladığı eliyle yüzümü göğsüne gömdü. Kafamdaki eli saçlarımda gezinmeye başladığında şuurum dağılıyordu.

"Kucağıma alacağım seni. Bacağın sallandıkça biraz acıyacak. Hızlı olacağım. Sık dişini."

Dediklerini kafamı sallayarak onayladım. Göğsünde hareket eden başımla bunu anlamıştı. Saçımdaki eli belime, diğer eliyse bacaklarımın altına kayarak bedenimi kavradı. Havalanan bedenimle kollarının arasındaydım. Yüzüm göğüsündeydi. Adımlamaya başladığında sarkan bacaklarım sallanıyordu. Bu sarsıntı canımı yakıyor, sabit tutmak için gerdikçe acı katlanıyordu.

"Köpeklerin başına bir şey gelir mi? Çok üzülürüm bir şey olursa."

Yürüme devam ederken sesimi duyarak başını aşağı eğmişti. Saç diplerimdeki sıcak nefesinden anlamıştım. "Tir tir titriyordun karşılarında. Bakıyorum da onları düşünmeye başlamışsın hemen." Gerginliğimi almaya çalışıyordu. Onu artık tanıyordum. Konuşmayı uzatarak yol boyunca konuşmada kalıp acıyı düşünmememi sağlamak istiyordu.

"Onlardan nefret etmiyordum. Korkuyordum yalnızca. Çok sadıklar, akıllılar. Ölmeleri istemem." Ne tepki verdiğini göremiyordum ama saç diplerimdeki nefesin vuruş şeklinden güldüğünü çıkarabilmiştim.

"Kendilerine zarar verdirmezler."

"Nasıl bu kadar emin olabilirsin ki? Neden gülüyorsun? Bir şey olmasına karşı korkmuyor musun?" Ciddi ve hayret içinde olan sesimle içimdekileri ona da yöneltmiştim.

"Olayları bu kadar dramatize etmene gülüyorum. Utanmasan bayılacaksın. Korkmuyorum çünkü onlara güveniyorum. Onları ben eğittim. Başlarının çaresine bakarlar. Yanımda sen olmasan ben de peşlerinden giderdim. Sen varsın ve bırak koşmayı yürüyecek durumda değilsin. Bu yüzden eve gidiyoruz. Yeterli oldu mu? Uzun uzun konuşturmadan susmuyorsun da!"

Baskılayarak kurduğu cümlelerden son söylediklerine takılmıştım. Onun kadar bu olayların içinde değildim. Korkuyordum. Sorguluyordum. Bu da çok normaldi. Ben hiçbir zaman tek başıma da kalmamıştım, kendimi korumak zorunda da. İkimizi bir kefeye koyamazdı.

"Rahatsız oluyorsun anladığım kadarıyla. Susuyorum."

Sözlerimle nefesini tekrar saç diplerimde hissettim. Kısa bir duraksamanın ardından yürümeye devam ettiğinde söylediklerini dinledim.

"Trip mi atıyorsun?" Alay kokan sesiyle bunları söylediğinde araya girdim. "Neden trip atayım? Gerçekler bunlar ki sen söylüyorsun. He bu arada beni taşımaktan rahatsızlık duyursan kendim yürüyebilirim. Bırakabilirsin." Aksi bir sesle söylemek istediklerimi söylemiştim. Ne tepki vereceğini bekliyordum şimdi.

"Bırakmıyorum." dedi net bir şekilde.

"İyi. Taşımaya devam et o zaman. Bir işe yararsın." Sesimdeki huysuzluğu azaltmadan söylenmeye devam ediyordum.

"Başıma belasın." diyerek kestirip attı. "Olmayabilirim." dediğimde bir tepki vermeden ilerlemeye devam ediyordu.

Bahçe kapısından içeri girmiştik. Beni Soykan'ın kucağında gören adamlardan birkaçı koşarak yanımıza gelmişti. Adamların konuşmasına fırsat vermeden araya giren Soykan söyleceklerini söylemişti.

"Ormanda bir hareketlilik var. Benimkiler orada. Bir gidip bakın." Onu dinleyen korumalar saygıyla kafalarını eğerken tekrar araya girmişti Soykan. "Evde ağrı kesici krem var mıydı?" Sorusuyla kafasını olumlu anlamda sallamıştı koruma. Onları ardımızda bırakarak yürümeye devam etmişti. Yanımızdan geçen başka korumalar koşarak diğerlerinin yanına gidiyordu. Bahçeden tamamen ayrılıp çelik kapıdan içeri girmiştik. Adımları üst kata doğruydu. Bana verdiği odaya gidiyor olmalıydı.

Üstüm çamur olmuştu. Sağ omzum kanlanmış, sıyrıktan dolayı üzerimdeki sweatin pamukları koluma yapışmıştı. Abartılacak bir şey olduğunu düşünmüyordum ancak sıyrıldığı için kanlanmıştı. Soykan tahmin ettiğim gibi bana verdiği odanın kapısını açarak içeri girdi. Bedenimi yatağın üstüne bırakarak bir şeyler aradığını belli eden bir tavırla hareket etmeye başladı. Tahminimce bahsettiği ağrı kremini almaya gidecekti. Krem sürmeden önce duş almak istiyordum.
Kapıdan çıkmak üzere olan bedenini sözlerimle durdurdum.

"Dur gitme. Kremden önce duş almak istiyorum. Kremin acelesi yok." Sözlerimi dinleyerek bedenini bana çevirdiğinde yüzünde sorgulayan bir ifade vardı. "Emin misin? Omzundaki sıyrık acıyabilir." diyerek bana karşılık vermişti. Küçükken de hep bisikletten düşer, sonra banyo ederdim. O yüzden alışıktım acısına. Sorun olmazdı.

"Alışığım bu duruma. Bir sürü sıyrık vardır bacaklarımda. Yaraların izleri hâlâ daha belli oluyor bazı yerlerde. Acısı önemli değil." demiştim. Omzunun üzerinden bana bakarken konuşmama karşılık tam anlamıyla bedenini bana çevirmişti. Kolunu kapıya yasladığında kapı kadar oluşuna hayret etmeyi de ihmal etmemiştim.

"Tek başına duş alabilecek misin?"

Düşünceli olduğuna yorabileceğim sorusu gözlerindeki ifadeyi gördüğümde bambaşka bir hal almıştı. Ben yine de korkup korkmayacağımı sorduğunu varsayarak telaşla atılmıştım. Bakışları hiç hayra alamet değildi. Kapıya yaslanmış, gözlerindeki deli ifadeyle tek başıma duş alıp alamayacağımı soruyordu.

"Korkmam. Hava karanlık değil. Korkmuyorum şu an. Sen gidebilirsin. Aşağıya gelirim ben de."

Sözlerim üzerine kafamı kaldırıp gözlerine baktım. Herhangi bir değişim olmadan, aynı ifadeyle bakmaya devam ederken ayaklanmam gerektiğini hissetmiştim. Ayağım yere bastığı anda sağ bileğimde hissettiğim acıyla derin bir inleme ağzımdan kaçmış, bakışlarım önce ayağımı sonra gözlerini bulmuştu. Aynı ifadeyle bakmaya hâlâ devam ediyordu. Yanına yaklaştığımda kapıyı tutarak gitmesini istediğimi belli ettim.

"Hadi in aşağıya. Çık. Duş alayım ben de." Israr dolu kelimlerimi ona iletiyordum. "Emin misin?" Kışkırtıcı bir ses kullanıyordu. Ne diyeyim? Gel birlikte yıkanalım falan mı? "Eminim. Hadi çık." Sözlerimi dinledikten sonra üzerime eğildi. Kapıdan olan kollarımız kesişmişti. Baskısını hissediyordum. Başı boynuma doğru yaklaşırken ne yapacağımı bilemeyen bir tavırla olduğum yerde duruyordum. Boynumda son bulan başıyla dudakları boynuma bir öpücük kondurdu. Yaptığıyla tüylerim diken diken olurken titremek üzereydim. Benim uzaklaştırmama gerek kalmadan uzaklaşan başıyla gözlerimin içine bakmaya başladı. Yakınlığı hâlâ çok fazlaydı.

"Hâlâ çok güzel kokuyorsun. Bence yıkanmana gerek yok."

Çatılan kaşlarımla gözlerinin içine bakarken beklemediğim hamlesiyle olduğum yerde donup kalmıştım. "Çık şu odadan. Kokuyla duş almanın ne alakası var. Seninle temasa geçtiğim için daha çok yıkanacağım." Sert çıkan sesim memnuniyetsizliğimi dile getiriyordu. Serseri bir gülüş dudaklarında peydah olurken renkli dudaklarını ıslatarak parlattı.

"Özel bir işin varsa gir tabi." Göz kırparak konuştuğunda kapıdaki elimi aynı yerde olan koluna koydum. Tuttuğu yeri bırakması için zorlarken söyleniyordum. "Ne işim olacak? Gider misin artık?" Gözleri tuttuğum kolundaki elime kayarken bakışlarını kolumda dolandırmaya devam etti.

"Etkilendin."

Göz kırparak konuşması üzerine gözlerimi koluma çıkardım. Tomurcuk tomurcuk olmuştu. Bunu fark etmişti ve alay ediyordu. Kapıdaki koluna daha fazla baskı uygulayarak ittirdim onu.
Öfkeyle konuştuğumda sesim yüksek çıkıyordu.

"Çık dışarı!"

Yavaş hareketlerle bedenini doğrulttu. Aynı yavaşlıkla arkasını döndüğünde merdivenlere doğru ilerlemeye başlamıştı. Ardından kapıyı sertçe çarptım. Ellerim saç diplerimi bulduğunda çekiştirerek geriye yatırdım. Düşünmemeliydim. Düşünmemeliydim. Az önce yaptığını aklımdan silmeliydim. Kafamı dağıtmak adına aceleci hareketlerle kendimi giysi odasına attım. Hızla giyeceklerimi hazırladıktan sonra havlu alarak banyoya adımladım. Banyoya girmeden dişlerimi fırçaladıktan sonra kendimi sıcak suyun altına bırakmak bana iyi gelecekti. Her anlamda.

Hızlı bir duşun ardından üzerime aynı tarzda siyah pijama takımını giyerek hazırlandım. Kolumdaki sıyrık duş esnasında sızlamış ancak çok fazla canımı yakmamıştı. Küçüktü ve tam da omzumun başladığı yerdeydi. Giyinme işini halletmiştim. Şimdi ise saçlarımı kurutmalıydım. Islak saçlarımın suyunu havluyla aldığımda tarayarak bakım yağı sürmek için makyaj masasına doğru adımladım. Saç bakım yağını da sürdükten sonra saçlarımı hafiften kurutup artık aşağıya inebilirdim. Sıcak su bileğime iyi gelmişti ama üzerine basarken zorlanıyordum. Topallıyor, böylece yavaş hareket ediyordum. Artık hava tam anlamıyla kararmıştı. Yürüyüşte ve öncesinde fazlasıyla vakit geçirmiştik. Zaman geçmişti. Aklım aynı acıların gölgesini üzerine düşürmemek için mücadele ederken dejavu etkisi yaratan olaylar körüklemiş, yine de bir odanın içinde olup düşünmekten kafayı yiyeceğim evreye gelmemi engellemişti.

Yalnız kalmanın da etkisiyle düşünmekten kafayı yiyeceğim anlara doğru sürüklenirken seri olmaya çalışarak merdivenleri bitirdim. Görüş alanıma giren koltukta Soykan vardı. Her zamanki gibi tekli koltukta oturuyordu. Uzanmayı sevmiyordu sanırım. Seviyor olsa büyük koltukları tercih ederdi. Ben seviyordum ve bu doğrultuda hareket ediyordum. Büyük koltuğa kendimi bıraktığımda ağrıyan bileğimi koltukta uzatmıştım. Sessizliği bölmek ve merakımı gidermek adına da ortaya bir soru atmıştım.

"Köpekler geldi mi?" Soruma gecikmeden cevap verdi. "Evet." dedi dümdüz bir sesle. Bir şey mi olmuştu buna? Köpeklerin başına bir şey mi gelmişti yoksa? "İyiler mi? Bir şey mi olmuş?" Soykan'ın bakışları üzerime düşmüştü. Koltuğa uzattığım ayak bileğimde oyalanan gözleri gözlerime çıktığında aynı sakinlikle cevap vermişti. Gözleri kırmızıydı. O da duş almıştı. Fazla ciddi görünüyordu.

"Hayır."

"Ne oldu sana? Niye böyle cevap veriyorsun?" Takındığı tavıra karşı sesimin yükselmesine engel olamamıştım. Yükselen sesim aksileşmişti de.

"Pijamanı yukarı çek." Oturduğu yerden kalkarak üzerime gelmeye başladığında bu tavrın dağılması adına aklımda dönen soruyu ona ilettim. Sesi ciddi, ifadesi nemruttu. Çok ciddi bir anın içindeymişiz gibi davranıyordu.

"Bu bir teklif mi?" Üzerime doğru olan adımları koltuğun sınırlarında durmuştu. Bir kolunu üzerimden uzatarak koltuğa yaslamıştı. Gözlerimin içine değişen ifadesiyle bakarken bu kadar keskin duygu geçişlerine hâlâ alışamamıştım.

"Sana böyle bir teklifte bulunsam o pijamayı senin çekmeni istemem. Bizzat kendim çıkartırım."

Amacım sadece bugün onun yaptığı gibi ciddi bir anda ona takılmakken konuyu getirdiği yerle gözlerim kocaman olmuştu. Ona alttan bakışlar atıyordum. Kafası üzerime doğru gelmeye başladığında yakınlığı artıyordu. Ellerimi omuzlarına koyarak uzaklaştırmayı denedim. Olduğum konumda hareket etmem zordu. Üstüne birde kafeslenmiştim. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi Soykan başını boynuma gömmüştü. Burnunu boynuma sürterek derin nefesler alıyordu. Dokunuşları içimi ürpertiyordu. Boynumda ilerlettiği burnu ensemdeki saçların dibinde bittiğinde boğuklaşan sesini de nefesini de kulağımda hissettim.

"Çok güzel kokuyorsun. Bu koku insana aklını kaybettirir."

Sözleriyle omuzlarındaki ellerimin baskısını arttırdım. Öpmüyordu. İstemiyordum da. Bu kadar yakın olmayı da istemiyordum. Çünkü kokusu ruhuma doluyordu. Bundan haberi yoktu.

"Uzaklaşsana. İstemiyorum."

Beni duyduğunu saçlarımın arasında hareket ettirdiği burnundan anlamıştım. Derin nefesler almaya devam ediyordu. "Sana da hiç şaka yapmaya gelmiyor. Hemen hiç olmadık yerlere çekiyorsun. Bu kadar mı etkileniyorsun benden? Öyleyse söyle de kendimi odalara kilitleyeyim." Nefesleri boynuma çarpıyordu. Gülüyordu. Omuzları düşüyordu. Sanki çok yorgundu ve kokumda dinleniyordu. Bu adam beni mahvediyordu.

"Krem süreceğim."

"Ben sürebilirim." Diyerek bir kez daha uzaklaştırmayı denedim onu. Yine uzaklaşmamıştı. Bir süre daha orada oyalanırken nefessiz kalıyordum. Kokusuna alışmak istemiyordum sanki. Tutuyordum nefeslerimi.

"Ben sürmek istiyorum. Hem bir işe yaramış olurum."

Çekildiği yerden gözlerimin içine bakarak konuşmuştu. Bakışlarının yoğunluğu karşısında eziliyordum. Boğuluyordum. "Sür o halde." Uzatmanın anlamı yoktu. Doğru söylüyordu. Bir işe yarayabilirdi.

Koltuktan uzaklaşarak dikleşti. Orta sehbaya bıraktığı ve gerekli olan malzemeleri alarak ayak ucuma oturdu. Kavradığı ayak bileğimi nazikçe kucağına bıraktı. Dikkatle onu izliyordum. Ayağıma çok yakındı ve tiskinmiyordu. Bazı insanların ayak görmeye dahi tahammülü olmuyordu. Ancak o bundan iğrenmiyordu.

Kusursuz yan profilini izliyordum. Spot ışıklarından vuran yansımalarla loş bir ortam hakimdi burada. Işığın etkisiyle kirpiklerinin gölgesi yüzüne vuruyordu. Kıvrık kirpikleri, kalkık burnu, yutkundukça hareket eden adem elması... Hepsi bir uyum içerisindeydi. Gerçekten kusursuz biriydi Soykan. Mükemmel bir dış görünüşe sahipti. Tırnaklarından belirgin olan damarlarına kadar. Bu kadar güzel olan adamın yaşattığı kötülükler kanıma dokunuyordu.

Düşüncelerimi bölen tenime temas eden soğuk krem oldu. İrkilmeme sebep olan soğukluk tenimde yayılıyordu. Masaj yaparak kremi bileğime dağıtıyor, tenime yediriyordu. Soykan tüm bunları çok nazik yapıyordu. Halbuki o sertçe kavradığı bileklerimi de morartmıştı. Geçmişi unutamıyordum. Yakamdan da aklımdan da düşmüyordu. Unutmak nasıl mümkün olacaktı bilmiyordum. Ya da bunu istemiyordum.

Krem sürme işini bitirdikten sonra bir eline hapsederek kaldırdığı bacağımla acıyı hissettim. Acı düşüncelerimi bölmüştü. Boşta kalan eli ayağımı kavradığında yaptığı hamleyle canımın çok acıyacağını düşünmüştüm ki ufak bir sızlamanın haricinde bir şey hissetmemiştim.

"Böyle yapınca acıyor mu?" Sorusuyla olumsuz anlamda kafamı salladım. Bakışları beni bulduğunda cevabını almıştı. "Önemli bir şey yok o halde. Burkulmanın etkisiyle damarların zarar görmüş. Bunun ağrısı da olacak çatlayan damarlar sebebiyle moraracak da. Korkulacak bir şey yok."

Korkmuyordum zaten. Ne olursa olsun hiçbir şey umrumda değildi. "Saracağım şimdi. Sıcak iyi gelir." Sözleri üzerine havada olan bileğime sargı bezini dolamaya başlamıştı. Bu durumlar için kancalı, kalın bezler oluyordu. Sargı bezine ihtiyaç yoktu aslında. Ne yaptığını biliyor gibi görünen Soykan, sargı bezini sabitledikten sonra üzerine geçirdiği, Çağrı'nın yanına giderken boynuma taktığı kumaş parçasını doladı.

"Bandaj yoktu. Bu da iş görür. Birkaç güne hatta kremin etkisiyle sabaha bir şey hissetmezsin." Bacağımı kucağına koyarak oturmaya devam ediyordu. Yaptığına karşılık bir teşekkür etmeliydim ancak daha önce bunu yaptığımda sert bir tepki almıştım. Yine de söylemek için dudaklarımı aralamıştım ki beni böldü.

"Etme." dedi sert bir sesle. Ne diyeceğimi nereden bildiğini soracaktım ki bu sefer de bölünen ben oldum. Soykan tarafından değil. Sertçe duvara çarpan çelik kapı sebebiyle. Beklenmedik ve ani gelen bu sesle oturduğum yerde irkildim. Telaş tüm bedenime yayılıyordu. Bu an, o geceye çok benziyordu. Nefes'in haberini aldığım anın aynısını yaşıyordum sanki. Telaşla yerimden doğruldum. Soykan çoktan ayaklanarak önümdeki yerini almıştı.

"Ne oluyor amına koyayım? Yol geçen hanı mı burası?" Sert tepksiyle gözlerim birini görmeyi bekledi. Görünürde kimse yoktu. Kapı ardına kadar sertçe açılmış, öyle ki duvara gürültüyle çarpmıştı. Karanlık bahçe girişinde, sensörlü lambanın hareket karşısında yanması sonucu biri belirdi. Dağılmış bir şekilde içeri giren Taha'nın ta kendisiydi. Görüntüsü her zamanki haline oldukça tersti.

"Ne bu hal lan?" Soykan'ın sert sesi bir kez daha evin ortasında infilak etti. Taha'nın bu hali berbat denilecek türdendi. Onu çok kısa süredir tanıyordum ancak benim tanıdığım kişiyle bu bir değildi.

"Ne varmış amına koyayım halimde? Bok gibiyim değil mi?" Taha'nın kelimeleri zor toparlayarak cümle oluşturan sesi yükseldi. Kolları hareket ediyor, adımları bir ileri bir geri gidiyordu.

"Taha! Gece gece siktirme bana kendini. Ne ol-" Soykan'ın cümlesi Taha'nın aksi ve olmaması gereken kelimeleri barındıran cümleleriyle bölündü. "Neyi sikeceksin lan? Hayatım mı kalmış benim? Sen neyi sikeceksin puş-" Bu sefer yarım kalan cümleler Taha'ya aitti. Az önce hemen yanımda dikilen Soykan büyük adımlarla Taha'nın karşsındaki yerini almıştı. Gerginlik ortama hükmederken hızla oturduğum yerden kalkmıştım. Bu ikili nasıl bu hale gelmişti?

"Lan bana bak! Siker, atarım seni. Sarhoşsun. Çık git lan!" Soykan tepkisini yüksek çıkan sesiyle ortaya koyuyordu. Sesi yüksekti, yüksek olduğu kadar da sakindi. Taha'nın yakalarını kavrayacak olan eli son anda durmuş, yalnızca bir eliyle omzundan itmekle yetinmişti. Kendini frenlemişti. Karşılıklı durdukları bu yerde hemen yanlarında ben duruyordum. Ne ara yanlarına geldiğimi bile anlayamamıştım. Etraf bir anda alabora olmuş, ışıklar kaybolmuştu sanki. Er meydanından farkı yoktu.

"Gitmiyorum! Ben hiçbir yere gitmiyorum."

Taha'nın fevri cümleleri devam ediyordu. Sabrının sınandığını hareketleriyle belli eden Soykan ellerini saçlarına daldırdığında sert bir şekilde geri yatırdı. Saçlarından çektiği ellerini ortalarında olacak şekilde konumlandırarak yumruklarını sıktı. Kendini öyle zor tutuyordu ki parmak boğumları beyazlamıştı.

"Ne anlatıyorsun lan sen? Neyin peşindesin oğlum sen? Bir derdin mi var?" Soykan'ın sözleri üzerine yerimden sıçramama sebep olan sesiyle ortamı ortadan ikiye bölen Taha oldu.

"Var!"

"Var lan!"

Kendini kaybetmiş gibi bağıran Taha'nın gözleri beni bulmuştu. Öyle hırçın hareket ediyordu ki konuşurken ağzından tükürükler fırlıyordu. Her bir kelime dilinden düşerken saçları savruluyordu. Kendini bu denli kaybetmişti. Buna rağmen gözleri beni bulmuş ve o an asıl amacını hatırlamış olacak ki kendine gelmişti. Gözlerinden gözlerime akan nefreti hissetiğimde nefretin somut varlığı karşısında dumura uğramıştım. Gözlerimin içine bakarak haykırdı. Bir kez daha kontrolünü kaybetti. Kriz geçiriyor gibiydi. Delirmiş gibi.

"Benim kardeşimi kaçırdılar lan!"

"Benim kardeşimi kaçırdılar!"

Her bir kelimesine baskı yaparak söylediği cümleyle tüylerim diken diken olmuştu. Kim, neden böyle bir şey yapmıştı? Ben düşüncelere boğulurken Taha sürekli olarak aynı cümleyi tekrar ediyordu. Bir krizde gibi görünen hali her tekrar ediş de katlanarak artıyor, boyut kazanıyordu. Taha'nın kuvvetli sesi evin duvarlarında tekrar ederken hızlı adımlarla Aras içeri girdi. Yüzündeki ifade tedirgindi.

"Ne oluyor burada? Sesiniz sokağın başından duyuluyor!" Aras'ın merak dolu sesi kulaklara ulaşmıştı. Taha yönünü ve dikkatini Aras'a çevirdiğinde dağılmış bir ifadeyle aynı cümleyi ona da kurdu. Aras'a karşı sakin olan sesi Soykan'a karşı değildi. Ona neyin nefretini duyuyordu?

"Kim yapmış?" diye sordu Aras bir çırpıda. Soykan'ın konuşmasına müsaade etmeyen Taha, Aras'ın sorusunu cevapladı.

"Çağrı yaptı!"

Taha'nın söylediği cümle beynimin duvarlarında yankılandı. İçim titrerken ihtimaller karşısında donup kalmıştım. Yağmur böyle bir caninin elindeydi. Bu tam da Taha'nın bu duruma gelmesine sebep olacak şeydi.

"Neden böyle bir şey yaptı?" Aras sorularını sıralarken sesi Taha'nın ve ortada olan olayın gerçekliğine öfkeliydi. Yani tahminim bu yöndeydi. Soykan'ın ağzını bıçak açmıyordu. Olduğu konumda dikleşmiş, konuşulanları dinliyordu.

"Cesedi istiyor. Çağrı'nın derdi başka ne olabilir?" Taha'nın sözleri bugün beni derin kuyulara atıp nefessiz bırakıyordu. Bakışlarımın odağı değişiyordu. Duyduklarına karşılık Soykan yerinde kıpırdanmaya başlamıştı. Kafamı ona çevirdiğimde gözlerinden çıkarak yere çarpan öfkenin sesini duymuştum. Onu bu kadar geren şey neydi, bilmek istiyordum. Yağmur'un hayatına sebep olabilecek bu ceset neydi?

"Ne cesedi?" diye sordum nefessizce. Taha'nın sözlerinden sonra derin bir sessizliğe gömülen etrafta bir cevap aradım. Cevap Taha'daydı. Sesimi duyduğunda yalpalayan bedenini bana çevirdi. Hareketiyle hemen yanında tetikte bekleyen Aras'tı. Taha'nın gözleri bana öldürmek isteyen bir ifadeyle bakarken ölmem gerektiğini de düşündürüyordu.

Neyin içinde olduğumu bilmiyor ve anlamaya çalışıyordum. Taha'nın gözlerimden çekilen bakışları Soykan'ı bulmuştu. Uzattığı eliyle beni gösterirken iğrenen bir ifadeyle konuşmaya başlamıştı. "Ondan da mı haberi yok?" Bir cevap bekleyen gözleri Soykan'ı talan ederken Soykan'ın gözlerindeki ifade kan dondurucuydu. Araya girmeye çalışan bir Aras vardı. Uyarı dolu bir sesle ismini zikrettiğinde Taha diğer elini de ona doğru kaldırarak Aras'ı susturdu. Yüzündeki dehşet dolu ifade yerini sinir krizindeki duygusuz kahkahaya bıraktığında dudaklarını tekrar araladı.

"Biz bir cinayet yüzünden neler yaşıyoruz. Hanımefendinin ondan da mı haberi yok?" Sözlerinin ardından kahkahalar eşliğinde saçlarını çekiştirmeye başladı Taha. Kimsenin konuşmasına müsaade etmeden tekrar komuşmaya başladı. "Delireceğim amına koyayım. Delireceğim." Son kelimesini haykırırcasına söylerken ruh hali korkunçtu. Hepsinden daha korkunç olan ise Soykan'ın araya giren, soğukluğuyla tüyleri ürperten sesiydi.

"Taha saçmalayı kes!"

Yalnızca bir cümle kurdu ancak bu cümle, bu zamana kadar konuşulan her şeye buz tutturdu. Taha bedenini tam anlamıyla Soykan'a çevirmişti. Benim gözlerim de onun üzerindeyken ne olacaksa olsun istedim. Düşünmeden ve beklemeden araya girdim.

"Ne cesedi diyorum! Neyi bilmem gerekiyor?"

Sorum üzerine Taha'nın Soykan'a olan bakışları meydan okuma kazandı. Nispet yaparcasına gözlerine bakarak gülümserken bedenini çevirmeden bana çevirdiği başıyla söyledikleri ortamda bir bomba oldu ve patladı.

"Baran'ın seni bodruma kapattığı ceset. Çağrı'nın babasının. Onu istiyor."

Bir sır veya söylenmemesi gereken bir şey olduğundan bağımsız ve korkusuzca sarf ettiği sözlerle yer ayaklarımın altından kaydı. Bir gerçek üzerime tonlarca ağırlık olarak düştüğünde altında can çekişiyordum ancak ölmüyordum. Yaşadıklarım ve şu an yaşananlar boğazıma yapışmıştı. Nefes alamıyordum.

"Ne!" Tutulan dilimden dışarı yalnızca iki harf bir heceden oluşan o kelime çıktı. Ne!

"Lan şerefsiz! Ne alakası var bunun Mira'yla? O cesedi neden vermediğimizi, veremediğimizi bilmiyor musun lan sen? Ne yapıyorsun sen bu gece ibne?" Aras Taha'ya doğru bir hamle yaptığında iki eliyle yakalarını kavramıştı. Taha'nın ayakta durmakta zorluk çeken bedeni Aras'ın ellerinde sallanıyordu.

O ikiliden çektiğim bakışlarımı Soykan'a çıkardım. Yüzündeki ifade kanımı dolduruyordu. Gözlerini kapatıp açıyor, parmak eklemlerini kırmak istercesine sıkıp serbest bırakıyordu. Bunu bana daha önce neden söylememişti? Ya da söyleyecek miydi? Yaşadığım şokun yanında bir hayal kırıklığı da yaşıyordum. Gerçekler için çıkmıştık bu yola ancak ben hep yarım bırakılıyordum.

"Benim bildiğim tek şey intikam lan. Bu intikam yüzünden her şeye göz yumuyoruz. Bu kız yüzünden..."

Taha, bu kız derken tükürürcesine bahsetmişti benden. Ben onlara ne yaşatmıştım, bilmiyordum. Bakışları üzerime kilitlenmişti yine. Nefret dolu bakışların ağırlığı çok fazlaydı. Bakışlarınla kaldıramıyor, karşılık veremiyordun. Kirpiklerini koparıyor, kirpiklerin tartmıyordu. Aras kolları arasında bilinçsizce sallanan Taha'yı iterek serbest bıraktı. Tişörtünün yakasını düzeltmek için başını öne eğen Taha'nın çenesini Soykan kaldırdı.
Bir hayli sıkıyor olacak ki eklem yerleri bembeyazdı. Soykan ne ara oraya gitmişti, anlayamamıştım. Zihnimin içine hapsolmuştum. Etrafta olaylar yaşanıyor, ben yalnızca boğuluyordum.

"Ben sana, gözün dönünce etrafa saldırmaktan vazgeç demedim mi lan kaç kere?" Çenesinden tuttuğu Taha'yı dik tutmak için savuruyordu. Sesi görüntüsünden de tehlikeliydi. Ölüm gibiydi. "Bunu söylemen eline ne geçirdi şerefsiz? Sen o cesedin neden orada olduğunu bilmiyor musun? Bir soru daha sorayım sana ibne! Ben olmasam sen nerede olacaktın lan? Çağrı takıntılı değil mi senelerdir Yağmur'a? Niye yaptığı belli değil mi? Kardeşini koruyamayıp neyin erkekliğini yapıyorsun lan sen burada? Adam gibi gelsen kurtarmayacak mıyız kardeşini? Yağmur sadece senin kardeşin mi? Sen ne anlatıyorsun lan?"

Öfkeyle içindekileri kusan Soykan'ın sesi zemini titretiyordu. Ya da ben titriyordum. Soykan Taha'nın çenesini o kadar kuvvetli tutuyordu ki Taha'nın yüzü tamamen kızarmıştı. Korumalar kapıda dikilmeye başladığında Aras kafasıyla gitmelerini emredip onları göndermişti.

Aklımdaki soruların ucu bucağı kaçmıştı. Yağmur bir caninin ellerindeydi. Üstelik böyle biri Yağmur'a takıntılıydı. Bu korkunç bir şeydi.

Ortada bahsi geçen bir ceset vardı. Ben o cesedi bizzat görmüştüm. Çağrı'nın babasına aitti. Bunu bilmiyordum. Öğrenmiştim. Peki neden? Neden öldürülmüştü? Bağlantıları neydi? En önemlisi, 'gerçek kötüler cinayet işlemezler' diyen bu adam birini mi öldürmüştü? Bunu kim yapmıştı?

"Ne kardeşi lan?" Düşüncelerimi bölerek kendime gelmemi, bakıştığım zeminden gözlerimi çekmemi sağlayan Taha'nın sesiydi. Soykan'ın eli arasında, yüzünde gülen bir ifadeyle bakan Taha işleri zor duruma sokuyordu. Sarhoştu. Soykan bu yüzden kendini frenliyordu ancak bu ne kadar süre devam ederdi bilmiyordum.

Taha sorusunu sorduktan sonra ani bir duygu geçişiyle ifadesini değiştirdi. Çatılan kaşlarıyla ve saf nefretle bakışlarını önce Soykan'ın gözlerine ardından bana sapladı. Gözleri üzerimdeyken zehirli dilini harekete geçirdi.

"O gün Yağmur, korkudan titreyerek yanımıza geldiğinde konu şu kıza gelene kadar oturduğun yerden kalkmadın. Hani kardeşindi Yağmur? Kime karşı yerini değiştirdin?"

Taha'nın dilinden tereddütsüzce çıkan kelimelere karşı Aras tedirgin bir ifade takınmıştı. Olacakları bildiği içindi belki de. Taha gözlerini hâlâ üzerimden çekmemişti. Nefes almakta zorluk çekiyordum. Bu anın bitmesini istiyordum. Bu denli bir olay çıkarmak yerine Soykan'ın da dediği gibi dostlarının yanına yardım istemeye gelebilirdi.

"Ben buraya gelmesem haberiniz bile olmayacaktı! Ne kardeşi?" Taha fütursuzca konuşmaya devam ediyordu. Bakışları üzerime kilitliydi. Dalıp gitmişti. Kendinde değildi. Cümleleri kurarken cesur ancak ayakta duramayacak kadar kontrolsüzdü. Taha'ya olan bakışlarımı sonlandıran Soykan oldu. Tuttuğu çenesini sertçe bıraktığında Taha'nın yalpalayan bedeni yere yapışmıştı. Ona arkasını dönerek kendini kontrol etmeye çalışan Soykan'ın sesi bir kez daha etrafı inletti.

"Elimden bir kaza çıkacak!"

Taha düştüğü yerden kalkmak da zorluk çekerken onca nefrete rağmen kaldırmak isteyen yanımı bastıramıyordum. Yerde kendine gelmeye çalışan Taha'nın yardımına benden önce Aras koşmuştu. Kollarından tutuyordu. Kollarının birini sırtından geçirmiş diğerini ise omuz başından kavramıştı. Taha'nın eğik olan bedeni doğrulurken elleri belinde oyalanıyordu. Aras'ın desteğiyle doğrultacağı bedenini Aras'ı iterek engelledi. Sendeleyen bedeniyle Aras geri çekildiğinde keskin bir ses kulağıma geldi.

Silahın açılan emniyet kilidi sessiz ortamda çınlamıştı. Arkasından çıkardığı silahın namlusunu direkt bana doğrultmuştu. Silahın karşısındaydım. Silahı tutan Taha, namlunun ucundaki bendim. Sesi duyduğu anda Aras tetiğe geçmiş, Soykan büyük bir sakinlikle bedenini Taha'ya çevirmişti. Namlu bir benim bir Aras'ın bedeni arasında gidip geliyordu.

"Yapma lan! Delirdin mi sen?" Aras'ın öfke dolu sesi vardı etrafta. Kulaklarımda çınlıyordu. Ben ise kılım kıpırdamadan namlunun ucunda duruyordum.

"Hareket etme lan! Karışma."

Taha sözlerinden sonra bakışlarını Soykan'a çevirdi. Ölüm isteyen gözleri muhattabına bakarken ölümü çağıran sesi bir kez daha araya girdi.

"Ya cesedi verirsin. Ya da cesedini veririm."

Sözleri kulağıma, bahsi geçen olayın katranı ruhuma bulaştı.

Kardeşine karşılık cesedimi istiyorlarsa ortada olan canıdır. İşte o zaman hiç düşünmeden tetiğe basılır.

《☆》

[Bölüm Sonu]

MELÂL♡

NE BÖLÜMDÜ BE!

UMARIM SEVMİŞSİNİZDİR.

LÜTFEN KİTABI ÇEVRİMİÇİ LİSTEDE VE İNTERNETİNİZ AÇIK OKUYUN.

AKSİ HALDE VERDİĞİNİZ OYLAR GEÇERSİZ. OKUNMAYA DA HİÇBİR KATKINIZ OLMUYOR.

BİR UYGULAMADA TUTUNMAYA ÇALIŞIRKEN SAYISAL VERİLERE İHTİYAÇ DUYUYORUM.

LÜTFEN OY VERMEDİĞİNİZ BÖLÜMLERİ KONTROL EDİN.

BÖLÜME OY VERMEYİ UNUTMA AŞKIM.

18 TEMMUZ SALI/ 2023

________________ÖNEMLİ_____________

EN AKTİF KULLANDIĞIM SOSYAL MEDYA HESABIM İNSTAGRAM.

TAKİP EDEREK BİRÇOK DUYURUYA ULAŞABİLİR, BÖLÜM KESİTLERİNİ GÖREBİLİR VE BENİMLE İLETİŞİMDE KALABİLİRSİNİZ.

TWİTTER'DA DA MELÂL'DEN BAHSETMEYİ UNUTMAYALIM.

İNSTAGRAM
SNMNURGYK

TWİTTER
SNMNURGYK

SEVGİLERİMLE
(SNG)

Continue Reading

You'll Also Like

4.2M 14.1K 6
Merhaba kimsenin haberi olmadığı üyelerinin birer kimliksiz olduğu suç örgütüne Çöplüğe Hoş Geldiniz. Kimliksizler den biri ama aslında Kralın ( Çöpl...
44.2K 1.5K 100
Geçmişte söylenen sözleri, şiirleri sizin için topladık.
TUTSAK By Elsa

Mystery / Thriller

76.3K 2.7K 37
"Ben; kışı yaşadığım bir akşam beni yakan rüzgarı da çok iyi tanıyorum, bir cehennem akşamı beni üşüten alevleri de"
1M 66.1K 40
"Bana cehennemi yaşatmana rağmen, sen benim cennetimsin Meira." Fantastik değildir. DİKKAT! Bu kitapta cinayet, psikolojik ve fiziksel şiddet gibi r...