Güneşi Yakala

By misamigoss

999K 101K 109K

"Bu senin düğün istemeyen halin miydi?" diye sordu Yavuz duruşunu bozmadan. Nefesini düzene sokmaya çalışan İ... More

Tanıtım
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
Deprem Sonrasında Travma ve Sosyal Destek
38. Bölüm
39. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
Final

40. Bölüm

12K 1.2K 1K
By misamigoss

Merhaba 💛

Bu bölümü hem çizimleri hem de naif kalbiyle beni mest eden sevgili nrslgncgl1 'ye armağan ediyorum. İyi ki varsın canım Nurseli! 🌸

Keyifli okumalar.

Az önce Yeşim'den talep ettiği sevgi istenci sahiden onun dudaklarından mı dökülmüştü? Sesi neden bir başkasına aitmiş gibi çıkmıştı o halde? Çamurlu gölün kilometrelerce altındaymış gibi hissederken sımsıkı kapalı dudaklarına değen dudakların varlığı vurgun yemiş kalbine ölümcül darbe gibi inmişti. Ama o ölmek istemiyordu ki. Ona işkence gibi gelen birkaç saniye sonunda hayli mutlu görünen Yeşim'i henüz dokunduğu dudaklarından uzaklaştırdı. Savrulurcasına ondan uzaklaşan kızın şaşkın gözleri eşliğinde aralan tek düğmesini ilikledi. Sonra da idrak etmek ister gibi sersemlemiş ifadesiyle etrafı taradı. Sahiden gelmiş miydi buraya, sahiden böyle bir hata yapmış mıydı?

"Hayır..." dedi gözlerinden yuvarlanan yaşlarla içli içli. "Ha-hayır, beni böyle sevme... B-ben bunu istemiyorum ki... Neden buradayım?"

"Ne diyorsun Ulaş?"

Ellerini kulaklarına bastırıp dehşet verici bir kabusa direnmek ister gibi gözlerini yumdu Ulaş. Bedeni de aklı da uyuşuktu. Dudaklarını yalamak istedi, fakat orada onu birkaç saniye için de olsa öpen Yeşim'in izleri vardı. Midesi bulandı. Yeşim'den değil, bizzat kendisinden midesi bulandı. Sevgi dilenmek için ona hakikatli yaralar armağan eden kızın evine gelmiş olmaktan tiksindi. Sevgiye muhtaçlığından tiksindi. Kendisinden nefret etti. Midesinden yükselen inkar dolu sıvıyı daha fazla bastırması imkansızdı. Onu zor taşıyan bacaklarındaki uyuşukluğa rağmen çabuk adımlarla Yeşim'in banyosuna koştu ve dizlerinin üzerine çöktüğü gibi içinde biriken ifade edilmemiş duyguları midesindeki sıvıyla beraber klozete akıttı.

Adamın delirmiş olmasının endişesiyle "U-Ulaş." diyen Yeşim de dolu gözleriyle peşinden gelmişti. "Ne oluyor sana, beni korkutuyorsun. İyi misin?"

Cevap veremedi Ulaş. Zira neredeyse soluk almadan kusmaya devam ediyordu. Kustukça da üzerindeki çamurlu suyun miktarı azalıyor, dünyadan kopuş mesafesi azalıyor ve suyun yüzeyine yaklaşıyordu. Peki suyun yüzeyinde onu bekleyen gerçeklerle yüzleşmeye hazır mıydı?

"Ulaş, hastaneye gidelim mi?"

Midesinde bir şey kalmayıncaya kadar kusan Ulaş, sifona basarak güç bela ayağa kalktığında bir kez daha yabancı gözlerle etrafa bakındı. Yeşim'e sahiden gelmişti. Gözlerine yığılan yaşlarla musluğa açıp yüzüne birkaç kez su çarptı. Sonra da kızarmış yeşil bakışlarını kemirdiği dudaklarıyla onu endişe içinde izleyen kıza çevirdi. Yara bandı demişti Alp onun için. Aynı şeyi dünyadan kopuş anında Yeşim'e yaşatacak olmanın utancıyla yutkundu. Kendisini nefret ettiği birine karşı mahcubiyet hissedecek konuma soktuğu bir kez daha tiksindi benliğinden.

"Buraya hiç gelmemeliydim. Özür dilerim." dedi yere eğilen kafasıyla. "İnan bana bunu neden ve nasıl yaptım bilmiyorum..."

Yeşim'in mutluluğu yerini kesif bir acıya bırakırken gözlerinden süzülen yaşlara aldırış etmeden kederle gülümsedi.

"Zeynep'le mi kavga ettiniz?" diye fısıldadı. Sesi tuhaf şekilde merhametliydi. "Onun aşkı mı yıktı seni bu kadar?"

Zeynep'in ismini işitmek Ulaş'ın yüreğindeki taze yarayı umarsızca oyarken hıçkırarak ağlamak istedi. Tüm bunlar yaşanmışken artık kız onun için uzak bir düşten ibaret olabilirdi ancak. Ciğeri kavruldu, bir kez daha katıla katıla ağlamak istedi. Ama kafasını yerden kaldırmadan dişlerini sıkarak öteledi bu isteği.

Mahcubiyetle "Kusura bakma, özür dilerim." diye fısıldayarak önce banyoyu ardından da evi terk etmek için hareketlendiğinde koluna yapışan kızla duraksadı.

"Bari şu havluyla yüzünü kurula Ulaş."

Ulaş'ı hiç böyle görmediğinden hala şoktaydı Yeşim. Karşısında kederli bir çocuktan farklı görünmeyen adama merhamet duymaktan başka bir şey yapamıyordu.

"Hadi al, yeni çıkarmıştım hiç kullanmadım." dedi ağlayarak. "Sil yüzünü."

Ulaş'ın hala yerde olan hüzünlü bakışları ağır ağır  kızın ona uzattığı havluya tırmandığında, sıktığı dişleri gevşemiş ve yüzündeki ağlamamak için direnen ifade tuzla buz olmuştu. Zira Yeşim'in ona uzattığı havlu tıpkı Zeynep'in gözleri gibi eşsiz bir maviliğe sahipti. Direnemedi, boğazından kopan acı iniltiyle başını sağ omzuna düşürerek havluyu eline aldı ve var gücüyle ıslak yüzüne bastırdı. Yitip giden sevdasına, artık doyasıya bakamayacağı gözlere hıçkıra hıçkıra ağladı.

"Neden bu haldesin Ulaş?"

"Zeynep'in gözleri de bu renk..." dedi Ulaş, güçlü hıçkırıkları arasında kesik kesik. Kızın gözlerini ilk kez gördüğü karanlık teras düştü aklına. Karanlığa rağmen eşsiz mavilikleri nasıl parıl parıldı. "Onun gözleri de bu renk... Mavi, masmavi..."

Ağlamaktan titreyen sesiyle "Zeynep'le konuşurum." dedi Yeşim, sevdiği adamın bir başkası için harap olması kalbini deşse de Ulaş'ın hali içini parçalanmıştı. "Onu kaybetmezsin, ona ne kadar aşık olduğunu anlatırım ona. Bak gerçekten, kaybetmezsin Zeynep'i."

Gözyaşlarıyla ıslanmış havluyu usulca kenara bıraktı Ulaş. Aynı saniyelerde boşluğu andıran cılız tebessümüyle omuz silkmişti.

"Bunun bir önemi yok ki..." diye fısıldadı. "Ben kendimi kaybettim."

Yeşim'in evinden ayrıldığında kendisine dair fark ettikleri içler acısıydı. İçindeki sevgiye muhtaç çocuğu büyütemediği için kendisine karşı hırsla doluydu. Tüm kederiyle İstanbul sokaklarında yeniden kaybolduğunda, kafasının içinde bu kez de neden sevgiye muhtaç yanım beni Yeşim'e taşıdı sorusu dönüp duruyordu. Sevgiye muhtaç yanının onu aciz kılışının hırsını yine kendisinden çıkarmak, sevilmemeyi hak etmek için bunu yaptığını, kendine biçtiği cezayı henüz fark edememişti. Zeynep'le tanışmadan önceki savunma mekanizması buydu. Özellikle annesiyle abisine kendisini ailenin şımarık ve umursamaz çocuğu gibi resmederken de sevilmeme durumunu hak etmeye çalışmıyor muydu...

Saatler öncesinde onu mahveden anların yaşandığı sokağa geldiğinde, kafasını yerden kaldırmadan dosdoğru evine çıkmış, apar topar duş almış ve eline ilk gelen siyah kazakla pantolonunu üzerine geçirmişti. Sonra da aynadaki aksini uzun uzun izlemeye dalmıştı. Sadece birkaç saatte onlarca yaş almış gibi hissediyordu. Bir an için aynadaki aksine yumruk atmak, parçalanan camlarla bedenine zarar vermek istedi.

Kendisine duyduğu salt kinle "Sevilmiyorum diye mızmızlanan, sevgi muhtaçlığıyla iğrenç hatalar yapan birisin!" diye bağırdı. "Lan sen sevilmeyi, el üstünde tutulmayı hak ediyor musun ki? Bir de en çok sevilen sen ol istiyorsun! Bencil pisliğin tekisin!" derken kaskatı kesilen çenesiyle ayna inmek üzere yumruğu havalanmıştı. "Keşke ölse-"

Ölesiye sıktığı yumruğu aynaya inmek üzereyken bir şey dank etmiş gibi durdu. Kısacık bir an duraksadı. Diğer insanlardan onu koşulsuz şartsız sevmelerini beklerken, kendisi bunu ne kadar yapabilmişti ki? Gözlerindeki yaşlar çoğaldı. Ve usul usul gevşeyen yumruğunu yavaşça aynaya yaklaştırdı. Çekingen, titrek parmak uçlarını aynadaki yüzünde gezdirdi.

"Ben, ben..."

Gözlerindeki yaşlar akın akın yanaklarına boşaldı.

"Daha iyi bir Ulaş'ı hak ediyorum." diye fısıldadı yalvarırcasına. "B-ben bu Ulaş olarak kalmak istemiyorum. Ama bunu kendimi sevmeden yapamam ki. Olmuyor, yapamadım zaten."

Aynadaki yansımasına daha bir şefkatli bakmaya başladığında, orada bu kez ona kurtarılmayı bekler bakışlar atan çocukluğunu görür gibi olmuştu. Yüzü o çocuğa karşı acıma ve merhamet ifadesiyle kaplandı.

"Kendimi kaybetmedim." dedi buruk gülüşü ve titrek fısıltısıyla. "Ben kendimi hiç bulmadım ki... Ben kendimin elinden hiç tutmadım ki..."

Gözlerini kapattı. İçi yangın yeriydi, fakat kalbinde kendisine dair cılız bir umut yeşermişti. Bu haliyle devam ederse yaşamını bizzat kendisinin çekilmez kılacağını anlamıştı. Yaraları örtülmemiş, aksine yaralarını halletmiş Ulaş'la devam etmeliydi. Islak kirpiklerini aralayıp etrafta göz gezdirdi. Hayatı için yol çizmeliydi. Fakat bunu buradayken yapamazdı. Otele yerleşmek için yatağının altından valizini çıkardı, eşyalarının bir kısmını çabucak valize yerleştirdi. Eline aldığı valizle beraber hole çıktığında, çalan zille ifadesiz bakışlarını kapıya çevirmişti.

Valizi elinden bırakıp mimik oynamayan yüzüyle kapıya ilerledi. Açtığı kapının ardında tedirgin gözlerle ona bakan Zeynep dikiliyordu. Orada, kapının önünde uzunca bir süre boyunca suspus kesilip öylece göz göze kaldılar.

"Ulaş, saatlerdir sana ulaşmaya çalışıyorum. Kaç kez aradım, sonra da kapandı telefonun." dedi Zeynep, hızlı hızlı konuşarak. Kaygısı sesini titretiyordu. "Bak bugün olanlar hakkında uzun uzun konuşmalıyız."

"İçeri gel Zeynep." dedi Ulaş sakince.

Kafasını sallayarak içeri giren kız, Ulaş'ın valizini görünce korktuğu başına gelmiş gibi inkâr kaplı bakışlarını Ulaş'ın yüzüne tırmandırmıştı.

"Ha-hayır Ulaş..." derken gözleri yaşlarla dolmuştu. "Ben ancak sonrasında düşünebildim. Yemin ederim seni incittiğim için çok pişma-"

Aynı sakin tonlamasıyla elini kaldırıp salonu işaret etti Ulaş.

"İçeri geç lütfen Zeynep."

Yaşlı gözleriyle holdeki valize içli bir bakış daha atarak salona geçti Zeynep. Yosun yeşili koltuğa diken üstünde otururken, Ulaş da hemen karşısına yemek masasından çektiği sandalyeye oturmayı tercih etmişti.

Kısık sesiyle "Şiddet her zaman için kırmızı çizgim oldu Ulaş." diye lafa girdi Zeynep. "Ben yıllarca şiddete karşı yüzlerce eyleme katıldım, bugünkü tepkim Alp'e vurduğun için değildi. Yani ona özel değildi. Üstelik bunun benim yüzümden olması hassasiyetimi daha belirgin hale getirmişti."

Sustu ve gözünü kırpmadan onu dinleyen Ulaş'ın yüzüne baktı. Adam ona öylesine ifadesiz bakıyordu ki içi yandı, göğsü daraldı. Sanki sevdiği adam için bir yabancıdan farksızdı.

"Sizi pencereden gördüm. İtirazına rağmen sana dokunamaya çalıştığını fark edince soluğu sokakta aldım." dedi Ulaş. Hala sakin ve ifadesizdi. "Seni rahatsız etmemesini söyledim. Sonra bana senin onun ilk ve tek aşkın olduğunu anlattı gururla. Ona ilişkinizin ilk ayında Alp'im dediğin" derken soğuk bakışlarından saliselik keder geçmişti. "Evinize keten koltuk istediğin mesajları falan gösterdi."

Şaşakalmıştı Zeynep, sonra da öfkelenmişti.

"O mesajlar ilk ayımızda değildi." dedi Zeynep, Alp'e duyduğu hınçla. "Bunları sana neden gös-"

"Geçmişiniz beni ilgilendirmiyor." diye böldü Ulaş onu. "Senin hala onu sevdiğini, beni yara bandı olarak kullandığını, ileride onun çocuklarını doğuracağını söyleyince tepem attı. Sonrası malumun zaten."

Kafasını kararlılıkla iki yana salladı Zeynep.

"Ulaş sen benim yara bandım değilsin, sevdiğim adamsın. Bunu sen de çok iyi biliyorsun."

Zeynep'in bu cümlesi kısacık bir an gülümsetmişti Ulaş'ı. Fakat içten bir gülüş değildi bu.

"Ama o anlarda bana sevdiğin adammışım gibi bakmadın. Düşmanına bakar gibi iğrentiyle baktın." derken aklına gelen an şimdi dahi yüreğine ateşten bir hançer saplıyordu. Kaşlarını çatıp arkasına yaslandı. "Bakışların, bana verdiğin cevaplar beni sevilmeme uçurumundan aşağı fırlattı. İlk kez bu denli denetimsiz bir yuvarlanış yaşadım. Beynim sevilmediğimi destekleyen çığlıklar dışında bomboş kesildi. Saatlerce sokaklarda dolaştım..." derken kısa bir an için sustu. Zeynep'ten ayrılmayan ifadesiz bakışları yüzüne yayılan kederli tebessümle önce kısıldı, ardından da salt acıyla kaplandı. "En sonunda kendimi nerede buldum biliyor musun?"

Ulaş'ı gözlerinden sicim gibi akan yaşlarla dinleyen Zeynep, gözlerini yumarak dudaklarını birbirine bastırdı. Felakete sürüklendiklerini sezmişti. Titrek parmaklarını pantolonunun kumaşına sapladı. Ulaş cümlesini öteledikçe korktuğu şeyden de beterini yaşayacaklarını anlamıştı. Ölümü kabullenmiş, idam sırasını bekleyen bir mahkum gibi yutkundu.

Yine de "Yeşim'e gittim..." diyen Ulaş'ın kurşun niteliğindeki sözleri beyninden vurulmasını engellememişti. "İstediğim tek şey sevildiğimi görmek veya kendime sevildiğimi ispat etmekti sanırım. Hatırlamıyorum, o anlar silik silik..."

Zeynep'in ağlayışı hıçkırıklara dönerken Ulaş da gözlerinden bir bir kayan yaşlarla Yeşim'in evine gitmeye nasıl karar verdiğini hatırlamaya çalışıyordu. Ama o kısım koca bir boşluktu.

Ağlamaktan çatallaşan sesiyle "Evine gittim." dedi bölük pörçük hatırladığı kısma odaklanmaya çalışıyordu. "Ondan beni en çok beni seviyormuş gibi sevmesini istedim. Sonra Yeşim bir şey söyledi, anımsayamıyorum. Ardından öptü beni, gömleğimin ilk düğmesini açtı ve o anda sanki bende bir tuşa basmış gibi kendime geldim. Aramızda sonrasında bir şey geçmedi."

Zeynep'in duyduklarını reddetmeyi isteyen içli hıçkırıklarının ardı arkası kesilmiyordu artık.

"Oraya onunla sevişme niyetiyle mi gittin? Hoş bu neyi değiştirir ki?! O-ona nasıl gidersin Ulaş?" diye avaz avaz bağırırken öfke ve hayal kırıklığı doluydu. Yanında bulunan kırlenti ona öylece bakan Ulaş'ın yüzüne fırlattı. "Cevap ver bana! Bizi bitirmeden, bizi bitirdin mi?!"

"Sen Alp'i seçtiğinde biz bittik zaten Zeynep!" diye ilk kez sesini yükseltti Ulaş.

Ulaş'a yeni bir kırlent daha fırlatarak "Ben Alp'i falan seçmedim geri zekalı!" diye çığlık attı çileden çıkan Zeynep. "Onu hastaneye götürdüm yalnızca."

"Sen seni manipüle eden, yalancı Alp'e şefkatle yaklaşmayı ve tek saniye dinlemediğin bana ise düşmanınmışım gibi bakmayı seçtiğinde bittik! Ötesi yok! Ama buna rağmen oraya gitmem hem kendime hem sana hem de Yeşim'e saygısızlıktı." diyen Ulaş da kucağına düşen kırlenti sertçe pencerenin önüne fırlatarak sesini biraz daha yükseltti. "Bak, bu kadar acizim işte!"

Yüreğindeki cehennem yetmiyormuş gibi Zeynep'in hıçkırıkları da ruhunu ateşten bir mengene gibi acımasızca kıstırıyordu.

"Ha sorunun cevabını da vereyim, oraya Yeşim'le sevişme niyetiyle gitmedim. Böyle bir şey aklımın ucundan bile geçmedi. Tek derdim sevilmek, tercih edilebilir olduğumu hissetmekti. Ya da işte adı her ne sikimse! Bilmiyorum! Hiçbir bahane kendime, sana ve hatta Yeşim'e yaptığım şeyin iğrençliğini aklamayacak."

"Neden seni seven diğer insanlara gitmedin?" diye çaresizce hıçkırdı Zeynep. Gücü tükenmiş, canı çekilmiş gibi oturduğu kanepeye sinmişti. "Neden annene, Yavuz'a, İdil ablaya veya Duru'ya gitmedin? Neden, neden?"

Bu soruyu defalarca kez kendisine sormuş olan Ulaş, Yeşim'e giderek sevgi açı aciz yanını cezalandırmaya çalıştığını bilmiyordu.

"Bilmiyorum diyorum sana anlamıyor musun? İnan bana bilmiyorum..." derken yaşlı gözlerini yumarak dudaklarını yaladı Ulaş. "Belki de sadece babamın oğluyumdur..."

Son söylediği cümle, dakikalar önce şefkat vermeye çalıştığı aynadaki yansımasına okkalı bir tokat gibi inmişti sanki. Hüngür hüngür ağlamaya devam eden Zeynep ise iki yana sallanan kafasıyla ayaklanmış ve kaçar gibi dış kapıya koşmuştu. Islak bakışlarıyla onu izleyen Ulaş da peşine düşmüştü.

"Zeynep."

Kıza yetişip tam kapıdan çıkmak üzereyken kolundan yakaladığında "Bırak!" diye çığlık attı Zeynep. "Bırak..."

Bırakmadı Ulaş. Kızı usulca kendisine çevirdi. Tıpkı gözlerine bakmamak için direnen Zeynep gibi gözyaşlarına boğulmuştu.

Azapla "Korkma, benden gitmene izin vereceğim." diye fısıldadı Ulaş. "Ben de benden gideceğim zaten. Halının altına itmekle olmuyormuş Zeynep. Bak hem sana hem kendime zarar verdim. İyileşmeyen travmalarımın ardına saklanmak, senden ya da kendimden af dilemek istemiyorum. Seninle devam etme gibi bir talebim de yok zaten. Sadece tarifsiz üzgün olduğumu bil."

Usulca bıraktı Zeynep'in kolunu. Saniyelerce hatta belki de dakikalarca gözyaşları içinde konuşmadan öylece dikildiler. İkisi de ağlamaktan birbirinin yüzünü net göremiyordu. Zeynep'i son kez net görebilmek için ellerinin tersiyle gözlerini sildi Ulaş.

"Hoşça kal Zeynep." diye fısıldadı.

İncecik, kederli hıçkırığıyla kafasını iki yana salladı Zeynep. Sonra da kapıyı açtı ve ağlaya ağlaya koşarak merdivenlerden indi.

*

Ertesi gün yeni evlerine tamamen yerleşen İnci ve Yavuz, olanlardan habersiz halde düzenlerini oturtmaya çalışıyordu. Yavuz çalışma odalarındaki iki duvarı boydan boya kaplayan kütüphanelerine kitaplarını özenle istiflerken, İnci de peşinden asla ayrılmayan Brütüs ile yatak odalarındaki dolabın kendisine ayrılan kısmına rastgele kıyafetlerini yerleştiriyordu. Yavuz'a göre dağınık olduğundan, onun ısrarlarıyla bölümleri ayırmışlardı.

"Oh be!" dedi kıyafetleri dolaptaki yerini tamamen aldığında. "İki gün sonra tekrar dağılacak bir şeye bu kadar vakit ayırmak çok saçma."

Kafasını iki patisinin arasına yaslamış halde tembel bakışlarıyla onu izleyen Brütüs'e bak şimdi der gibi hınzırca göz kırptı.

"Yavuz." diye seslendi sonra da kapıya doğru. "Senin kıyafetlerini de yerleştireyim mi?"

Yan odadaki adamdan alacağı cevabı biliyordu.

Zira çalışma odasındaki aralık kapıdan kibarca "Hayır." diye seslenen Yavuz onu yanıltmamıştı. "Ben halledeceğim güzelim sen hiç zahmet etme."

Kıkır kıkır güldü İnci. Zahmet olacağı için değil, yalapşap yapacağı için istememişti.

"Aman iyi titiz şey." diye mırıldandı kendi kendine.

Brütüs'le beraber yatak odasından çıkıp mutfağa ilerleyecekken üst kattaki odasında Casper'la beraber kendi düzenini kurmaya çalışan Efe'ye seslendi.

"Efe'm yardıma gelmemi ister misin?"

Üst kattan yükselen sesiyle "Hayır İnci." dedi Efe de kararlılıkla. "Casper'ın oyuncak kutusunu bile düzenli toplayamamışsın. Ben kendim yapacağım."

Kıstığı gözleriyle ellerini belinin iki yanına yerleştirip omuz silkti İnci. Şikayet eder sitemli bakışları çoktan dışarıdaki diliyle onu izleyen Brütüs'e çevrilmişti.

"Şu haspamlara bak, yaptığım işi beğenmiyorlar. Kahve ikramı yapacaktım, rüyalarında görürler."

Söylenerek onu takip eden Brütüs'le mutfağa geçti. Taze demlenmiş filtre kahvesinden bir fincan alırken homurdanmaya devam ediyordu.

"Bütün fındıklı çikolatamı da tek yiyeceğim. Küçük bey sevmiyordu zaten."

Aynı saniyelerde kalan kitapları yerleştirmeye devam etmeden evvel biraz dinlenebilmek için pencerenin önüne yaptırdıkları beyaza boyalı ahşap sedire uzanmıştı Yavuz. Dudaklarından silinmeyen ufak tebessümüyle sol kolunu katlayıp başının altına yaslarken gözlerini kapatmış ve ona huzur ikramı yapan seslere kulak kesilmişti. Üst kattaki Efe'nin belirgin olmayan adım sesleri, Casper'ın oyun ister miyavlayışları, İnci'nin evde dolanışı ve söylenişleri ve hatta Brütüs'ün uzun esneyişleri... Tüm bunlar, uzandığı sediri onu deşarj eden koca bir buluta çevirmişti.

"Bak şimdi Brütüs, sana bu hafta öğrencilerime ilk kez anlatacağım konunun provasını yapacağım."

İnci'nin bu cümlesini işitince gözleri aralanan Yavuz'un aklına İnci'nin dersine katıldığı gün gelmişti. Nasıl da kendinden geçerek dinlemişti karısını, nasıl da içi gitmişti ona. O leziz heyecan şimdi de içini sardığından sedirden doğrulup hızla mutfağa koştu. Bu dersi kaçırmamalıydı.

Kapıdan içeri giren kocasını fark edince "Kahve istiyorsan kendin servis edeceksin, dolap düzenimi beğenmiyorsun." dedi İnci. Burnu sahte sitemiyle havaya dikilmişti. "Mazallah kahve servisimi de beğenmezsin falan."

Yavuz ise elindeki fincanla Brütüs'ün önünde bağdaş kurarak oturmuş olan İnci'den ayrılmayan gizemli ve hoşnut bakışlarıyla kıza ilerlemekle meşguldü.

"Ben senin her şeyini beğeniyorum."

Ufak adımları çapkın gülüşüyle beraber kızın tam önünde durduğunda, kafasını yukarı kaldırmış ona bakan İnci'ye doğru eğilmişti.

"Ne olu-"

Sorusunu tamamlamaya fırsat bulamadan kendisini kahvesiyle beraber Yavuz'un kucağında bulan İnci, fincanı düşürmemek parmaklarını sıcak porselene sarmış ve refleksif çığlığını koyvermişti.

"Bu dersi kaçıramam hocam, bana da anlatacaksın."

Ona irileşen gözleri ve şaşkın gülüşüyle bakan kızın burnuna ufak bir buse kondururken çalışma odasına ilerlemeye başlamıştı bile Yavuz. Brütüs de peşlerindeydi.

Odaya girdiklerinde "Bak sen." diyen İnci, onu boynundan öperek yere indiren Yavuz'a göz kırptı. Keyiflenmişti. "Bedava anlatmam ama hee. En az 500 kağıt ateşleyeceksin."

Son söylemi, hayli neşeli görünen kocasına içini bahara boyayan şen bir kahkaha attırmıştı.

"Ateşleriz güzelim, ticari zekânla kimse yarışamaz. Kayseri'nin gururusun maşallah."

"Sen de öğrencim olmaya da pek meraklısın maşallah."

Parmaklarıyla gür saçlarını tarayan Yavuz, karısına eğilerek kahve aromalı dudaklarından ufak bir buse çaldı.

Cezbedici fısıltısıyla "Her şeyin olmaya pek bir meraklıyım." derken ve dudaklarını yalayıp aldığı tatla derin derin iç çekti. "İnci soslu kahve, ders bitiminde bolca tüketmek isterim." diye ekleyerek pencerenin önündeki sedire oturdu. "Evet, derse hazırım hocam."

Gözlerini kocasından ayırabilse anlatmaya niyetliydi İnci. Lakin üst bedenini neredeyse tamamen belli eden incecik beyaz tişörtü ve kaslı kalçalarını saran siyah eşofman altıyla bacak bacak üstüne atmış olan kocası, hafiften kıstığı parlak gözleri ve meraklı tebessümüyle ona hiç yardımcı olmuyordu. İç çekme isteğiyle dolan kız üzerindeki lacivert tişörtün yaka kısmını çekiştirerek kahvesinden hızlıca bir yudum aldı. En kısa zamanda seks bağımlılığı hakkında araştırma yapmalıydı. Dümdüz oturan adamı böyle şiddetle arzulamasının başka açıklamadı olamazdı.

"Şap falan mı yalasam acaba?"

"Efendim, anlayamadım?" diyen Yavuz'la sesli düşündüğünü anlayan İnci, elindeki kahveyi masanın üzerine bırakıp gülümsedi.

"Konuya nasıl giriş yapacağımı düşünüyordum da." diyerek kafasını iki yana silkti. Boğazını temizledi. Sahiden konuya odaklanmalıydı artık. "Evrimsel süreçten bize miras kalan belli kodların, sinirbilim perspektifinden açıklamalarını yapan bir ders bu. Bu dönem ilk kez vereceğim için de biraz heyecanlıyım."

"İstediğin kadar prova yapabiliriz güzelim."

Yavuz'a göz kırparak saçını kulağının ardına iteledi İnci.

"Kadın ve erkeklerdeki partner seçim kriterlerinin beyindeki yerini konuşacağız bu hafta." dedi, odağı sahiden anlatacağı konuya kaymıştı. "Çoğu zaman tabu olarak nitelendirip, öfkelendiğimiz kriterler bize atalarımızdan miras kalmış olabilir. Şöyle ki insan varoluşunun gayesi en temelde ilkel iki tabana oturuyor. Hayatta kalmak ve neslini devam ettirmek. Tarihsel süreçte bunun savaşı birden fazla alanda verildi ve en iyi adapte olan hayatta kaldı. Adapte olurken elde edilen kazanımlar da sonraki kuşaklara aktarıldı. Böylelikle sonraki kuşaklar daha az çabayla belli kodlar kazandı. Uzun süreli eş seçiminde de bu kodları biliçsizce kullanabiliyoruz."

İnci'nin dikkatini dağıtmamak için ayaklarının ucuna uzanan Brütüs'ün kafasını kısacık okşasa da eski konumuna çabucak dönmüştü Yavuz.

"Her iki cinste de düşünceli, şefkatli, dürüst ve anlayışlı partner özellikleri sabit. Tabii bu durum kadınlarda fiziksel özellik kıstası kısmına göre biraz daha baskın."

"Yani erkekler fiziksel özelliklere daha fazla mı önem veriyor?" diye sordu Yavuz. "Fiziksel çekicilik elbette önemsizdir ama bence ilk sırada olmamalı."

Havalanan kaşlarıyla omuz silkti İnci.

"Teori aksini söylüyor."

"Bir erkek olarak böyle düşünmüyorum."

"Sen türünün nadir örneklerindensin aşkım. Birsin biriciksin." diyerek göz kırptı İnci kocasına. "Ama burada, yani fiziksel özelliklerin tercihi kısmında bizlere atalarımızdan kalmış halihazırdaki kodlar devreye giriyor."

"Açıklamasını merakla bekliyorum." dedi merakı artan Yavuz.

"Dolgun dudaklar, iri parlak gözler, pürüzsüz cilt, çıkık elmacık kemikleri, uzun ve güçlü saçlar, ince bel, geniş kalçalar." dedi İnci imayla. "Tüm bu özellikler erkeklerin eş seçimini etkileyen ortak fiziksel çekicilik özellikleri. Peki neden, erkeklerin geneli bu özelliklerle gafil avlanıyor. Çünkü tüm bu özellikler östrojen seviyesi yüksek, sağlıklı kadın imajı çiziyor. Sağlıklı kadın imajı da yüksek doğurganlığa işaret ediyor. Hayatta kal ve neslini devam ettir emrine itaatte öne geçiriyor."

"Yok artık." diye güldü duyduklarını beğenmeyen Yavuz. "Çok ilkel."

"Evet, ama genellenebilirliği yüksek bir teori. Çünkü random ve kalabalık örneklemle yapılan deneylerde, erkeklere az önce saydığım özelliklere sahip kadın görselleri gösteriliyor ve beyinleri görüntüleniyor. Nucleus accumbens denilen ödül merkezinde yüksek aktivite saptanıyor."

"Peki kadınlarda durum nasıl?"

"Kadınlarda da durum aynı. Sadece hayatta kalma ve neslini devam ettirmeye ek olarak korunma ihtiyacı da devreye giriyor." diye güldü İnci. "Çünkü ilk insanlar doğada yaşadıkları ve dış saldırılara daha açık oldukları için kadınlar onları koruyacak erkeklere daha fazla ihtiyaç duyuyordu." derken şükreder gibi iç geçirdi. "Çok şükür kendi kendimizi koruyabileceğimizi fark ettik artık."

İnci'den ayrılmayan gözleriyle bu kez ufak bir kahkaha atmıştı Yavuz.

"Siz kadınlar nasıl erkekleri tercih ediyormuşsunuz, sebepleri neymiş? Anlatmaya devam edebilir misiniz hocam?"

"Erkeklerin yüksek sosyal statü, yüksek sorumluluk bilinci, çocuklarla iyi iletişim kurabilme, yaşça büyük olma gibi özellikleri kadınlardaki korunma, kaynak ulaşımı ve iyi ebeveynlik gibi beklenti kodlarını karşılıyor."

"Fiziksel özellik beklentisi sahiden çok mu geri planda?"

"Hayır, çok da geri planda değil." diyerek kafasını iki yana salladı. "Bir tık geri planda sadece. Kadınların fiziksel özelliği nasıl doğurganlığa etki ediyorsa erkeklerinki de aynı şekilde."

"Uzun boy, yakışıklılık doğurganlığımızı mı gösteriyor yani?" dedi Yavuz eğlenir gibi.

Kafasını salladı İnci.

"Tam üstüne bastın canım. Doğurgan olmasanız da sonraki neslin gen kalitesini, yaşam süresini az çok belirliyorsunuz." dedi bilmiş bilmiş. "Uzun boylu erkekler neden kadınlar için daha çekici? Çünkü erkeklerde uzun boy güçlü bağışıklık sistemine işaret ediyor. Simetrik yüz hem kadınlarda hem de erkeklerde tercih sebebi çünkü asimetrik yüz hastalık veya enfeksiyonla ilişkili olabilir. Ayrıca beyin simetrik yüzleri daha kolay işler ve enerji harcamak istemeyen beyin de buna bayılır."

Ona bir yaşına daha girmiş gibi bakan adama kahkaha atan İnci, bozuntuya vermeden devam etti.

"Yine tercih edilen geniş çene, gür sakallar, kalın ses, atletik vücut yüksek testosterona, yüksek testosteron da yüksek cinsel gücü gösteriyor. Yüksek cinsel güç daha fazla seks demek, daha fazla seks de neslin devamı için daha fazla şans demek."

"İnanılmaz şaşkınım!"

"Erkeklerin kadınlara göre aldatmaya daha yatkın olmasını da açıklıyor bu yaklaşım. Bir kadın dokuz ay boyunca maksimum kaç bebek doğurabilir?" diye devam etti İnci. "İkiz, üçüz hadi beşiz olsun. Ama bir erkek dokuz ay boyunca çok fazla kadınla beraber olup belki de yüzlerce çocuğun babası olabilir."

İnci konuştukça şaşkınlığı katlanan Yavuz'un kaşları çatılmıştı.

"Yani her şeyin temeli hayatta kalmak ve çoğalmak mı?"

"Evrimsel teorilere göre öyle."

"Ama biz hayata bu bilinçle devam etmiyoruz ki." diye itiraz etti Yavuz. "Bana bayağı indirgemeci geldi açıkçası."

"Evet, bu konuyu ilk öğrendiğimde hiç oturmamıştı bende de. Ama tutum sebebi illa bunlar demek yerine sebepler diliminde yer aldığını düşününce biraz daha dış gözle bakabiliyorsun."

Sedire yaklaşıp kocasının yanına oturdu İnci.

"Bilinç seviyesinde yapılan şeyler değil zaten bunlar. Beyin, sonraki neslin devamlılığına katkı sağlayan bilgi kodlarını bizlere sorgusuz aktardı." derken avuç içini Yavuz'un yanağına bastırmış ve usulca sevmeye başlamıştı. "Eğer işe yaramasalardı beyin tarafından çoktan egale edilmiş olacaklardı. Bilgi veya özellik işe yarıyorsa sonraki kuşağa aktar, işe yaramıyorsa derhal def et. Def edemiyorsan adapte olamıyorsun, adapte olamıyorsan gelecekte işin yok."

İnci'nin yanağını seven elini nazik bir el hareketiyle yakalayıp dudaklarına bastırdı Yavuz. O sırada kızın aklına kendi bebek tercihi gelmiş ve durgunlaşmıştı.

Neşeyle "Güzelim, neler öğrettin bana iki dakikada." diyen Yavuz'a tırmanan muğlak ve ürkek bakışlarıyla yutkundu. Kızın birden durgunlaşması, Yavuz'un gözünden de kaçmamıştı. "N'oldu İnci'm?"

Kucağına çektiği eliyle yutkundu İnci. Meseleyi şimdi, yolun daha başındayken açmalıydı.

"Yavuz." dedi. Kısık sesi tedirgin çıkmıştı. Gözlerini onu dikkatle dinleyen Yavuz'dan ayırmadan devam etti. "Ben çocuk istemiyorum. Yani anne olmak istemiyorum."

Bir çırpıda söylediği şey Yavuz'u kısa bir an için duraksatsa da dudaklarına yayılan ufak tebessümle İnci'nin yüzünü avuçları arasına alması fazla vaktini almamıştı.

"Biliyorum güzelim..."

Aldığı yanıt İnci'yi afallatmıştı.

"Na-nasıl biliyorsun? Bunu konuşmadık ki hiç."

"İdil ablam Mine'yi doğururken çocuk sahibi olmak istemediğini söylemiştin." dedi Yavuz. Ardından da ona şaşkın gözlerle bakan kızın burnuna uçucu bir buse kondurdu. "Sen büsbütün kalbimdesin, seninle ilgili olan her şeyse aklımda..."

Baş parmaklarıyla yanaklarını okşayan Yavuz'un söyledikleri İnci'yi kuş gibi hafifletmişti.

"Bak ya hipokampüsün cillop gibi diye boşuna demiyorum." diye kısa bir an için gülse de hemen ciddileşmişti. "Peki sen ne düşünüyorsun? Bencil olmak istemiyorum, senin düşüncelerin de önemli."

Yavuz'un gülüşü kaybolmasa da ufalmıştı ama hala İnci'nin yanaklarını okşamaya devam ediyordu.

"Ben baba olmak istiyorum." diye fısıldadı. Uzanıp tutmak istediği bir hayali izler gibiydi içi gülen ışıl ışıl gözleri. "Hem de çok istiyorum İnci. Ama ben istiyorum diye seni buna zorlayacak değilim. Hiçbir şey senden önemli değil."

Buruk tebessümündeki minnetle hafifçe yutkundu İnci. Doğru adama aşık olmanın gururuyla kuşanmıştı aşık yüreği.

"Biliyorum, zorba biri olmamana deli gibi aşığım ya zaten..."

Kafasını sallayan Yavuz, kızın yanaklarını saran ellerini saçlarına kaydırmış ve onları da sevgiyle okşamaya başlamıştı.

"Bunları detaylıca konuşmak için henüz çok erken. Biz tanışalı 1 yıl bile olmadı, her şey normal akışta gelişseydi şu an evli dahi olmayabilirdik." diyerek iç çekti. "İkili ilişki dinamiğimiz bir otursun, sonra bir karar veririz. Ama senden sadece şunu istiyorum..."

"Nedir?"

Buruk tebessümüyle süslü dudaklarını ona sorgular gözlerle bakan karısının alnına bastırdı Yavuz.

"Keşfet." diye fısıldadı. "Anne olmayı neden istemediğini keşfet."

Derinlerde çok gizil bir sebebi vardı İnci'nin. Ama kendisi bile bunu tam olarak anlamlandıramıyordu.

"İçimde belli düğümler var, çözemiyorum." dedi hüzünle. "O kadar çok ertelenmiş içsel yolculuğum var ki..."

Dudakları hala İnci'nin alnına yaslı olan Yavuz, karısını sıcacık kolları arasına alarak saçlarını koklaya koklaya öpüp okşadı.

"Bunu tek başına yapmak zorunda değilsin." dedi şefkatle. "Terapiye başlamayı düşünebilirsin. Ben faydasını gördüm, hala görüyorum."

Burnunu Yavuz'un boyun girintisine bastıran İnci, sevdiği adama daha sıkı sarıldı. Kokusunu huzurla içine çekti.

"Haklısın Yavuz... Hep istediğim ama sürekli de ertelediğim bir süreç. Artık başlamam gerekiyor."

Kızın sesindeki hüzün Yavuz'un yüreğini burkmuştu. Konudan uzaklaşmak ve İnci'sini mutlu görebilmek için aklına gelen fikirle kızı bir kez daha öptü. Sonra da cebinden telefonunu çıkardı.

"Sana bir sürprizim var." dedi keyifle.

"Ne sürprizi?"

Nemli bakışlarını kırpıştırarak geri çekilen İnci'nin ifadesi sevimli bir merakla kaplanmıştı şimdi.

"Yavuz'um, hadi söyle çok merak ettim."

Telefonunun ekranını İnci'ye çevirdi. Ekranda mail yazışmaları vardı. Dikkatle yazılanları okuyan İnci, Yavuz'un sokak hayvanları için binlerce çelik mama ve su kabı siparişi verdiğini anlamıştı. Kazı kazandan çıkacak olası parayla hayvanlara çene sivilcesi yapan plastik mama kapları çelik kaplarla değiştirmek isteyen ve hüsrana uğrayan kız için gördüğü şey havalara uçma aracıydı.

"N-ne? Ya sen, sen nesin be adam?" diye haykırırken şaşkın sevinciyle yeniden Yavuz'un boynuna atlamış, yanaklarını sıkarak sevdiği adamın yüzünü öpücük yağmuruna tutmuş ve kucağına tırmanmıştı. "Seni çok seviyorum. Seni çok seviyorum. Allah çarpsın seni çok seviyorum."

Neşeli kahkahalarıyla kollarını kucağına yerleşen kızın beline sarmıştı Yavuz. Karısı kendi tabiriyle onu yoğurarak severken dünyanın en mutlu en tasasız insanı gibi hissediyordu.

"Ben de seni çok seviyorum aşkım. Ben kafama göre sipariş verdim ama dağıtımı sende. İlgili derneklerle iletişime geçersin olur mu?"

O işi bende der gibi hızlı hızlı kafasını salladı İnci.

"Yoğurmak yetmiyor bir kere ısırıcam." dedi haylaz tebessümüyle.

"Bak ısırırsan aklıma farklı çağrışımlar gelir ve ben de o çağrışımlara ayak uydurmak zorunda kalabilirim."

Yavuz'un çapkın gülüşüyle fısıldadıkları İnci'nin haylaz gülüşünü büyütmüş ve kocasının yanağını dişleri arasına kıstırmasına sebep olmuştu.

"Ama zaten o çağrışımlara ayak uydurmazsak ayıp bize." derken ufak ısırıkları adamın kulağına kayıyordu. "Değil mi sevgilim?"

Kulağına tatlı tatlı fısıldayarak yüreği başta olmak üzere tüm bedenini ateşe veren kızı, kucağından indirmeden çevik hamlesiyle sedire yatırdı Yavuz. Ona cüretkâr bakışlar atan güzel karısının üzerine çıkarken dudaklarındaki kendinden emin gülüş ona epey yakışmıştı.

"Bize ayıp olmasın o zaman."

"Bence de..."

Sabırsız dudakları uzun soluklu bir buluşmayı iple çekerken, İnci'nin mutfaktaki telefonunun çalmaya başlaması buna mani olmuştu. Homurdanarak güç bela sedirden kalıp mutfağa gitseler de telefondaki Fikoş'un telaşla anlattıkları gündemlerini ışık hızıyla değiştirmeye yetmişti. Zira İnci apar topar Zeynep'le kaldıkları evin yolunu tutarken Yavuz da endişe içinde kardeşini aramaya koyulmuştu.

*

Önceki akşam Ulaş'ın evinden ayrılıp kendi evine geçtiği andan itibaren gözyaşları dinmeyen Zeynep, Fikoş'un ısrarlarına rağmen ağzına tek bir lokma sürmemişti. Hayal kırıklığı, kızgınlığı, acısı baş edemeyeceği kadar yoğundu. Ulaş'ı nasıl incittiğini, çocukluğundan beri taşıdığı derin yarısını bilmeden deştiğini biliyordu ama sevdiği adamın Yeşim'e gitmeyi tercih etmesini aklı almıyordu. Elini fiziksel anlamda da acıyan kalbinin üzerine yaslayıp ıslak gözlerini yumarak ovuşturdu. Banyoya geçip abdest aldı. Dün geceden beri yaptığı gibi Kuran okuyup Allah'a içine serinlik vermesi için yalvaracaktı.

"Allah'ım yardım, hiç böyle yanmamıştı içim." diye hıçkırarak namaza durdu.

Gözyaşları içinde öğle namazını kıldıktan sonra yemek masasının üzerindeki Kuran'ını göğsüne bastırarak pencerenin önüne ilerledi. Mavi gözleri yaşlarla kaplı, bakışları buğuluydu. Sırayla Fetih, İnşirah, Felak ve Kehf surelerini okudu. Allah'a yalvardı. Ruhuna yapışıp kalan acıyla havada asılı kalmış hissediyor, kimseyi görmek istemiyordu.

"Zeynep."

Kapıda dönen anahtar sesiyle eş zamanlı olarak İnci'nin telaşlı haykırışını duyunca, ayaklandı ve okuduğu Kuran'ı masanın üzerine bıraktı.

"Zeynep neler oluyor?" diyen İnci salona girer girmez Zeynep'i kucaklamıştı. "Fikoş bir şeyler anlattı, Ulaş'la bitti demişsin. Hiçbir şey yiyip içmiyormuşsun."

Geri çekilip sadece bedensel varlığı buradaymış gibi görünen Zeynep'in yüzünü avuçladı. Can dostunun kıpkırmızı bakışları içini parçalamıştı.

"Zeyno'm hiç iyi görünmüyorsun." dedi titreyen sesiyle. İnci'nin gözleri de dolmaya başlamıştı. "Neden beni aramadın?"

"İnci..."

Ağlamaklı fısıltısıyla kafasını iki yana salladı Zeynep.

"İnci... Ben mahvoldum." derken gözyaşlarını yeniden koyverdi. Ona sımsıkı sarılan İnci'nin kollarında hüngür hüngür ağlıyordu şimdi. "Mahvoldum..."

Zeynep'in içindekileri dökebilmesi adına bir şey söylemedi İnci, merhametli kollarıyla sarmaya devam ettiği arkadaşını kanepeye oturttu. Başı omzuna yaslanan arkadaşının kaskatı omuzlarını, kollarını ve ellerini okşadı. Kafasına buseler kondurdu. Dakikalarca öyle kaldılar. Çoğu zaman kahkahalarının yankılandığı salonlarında bu kez Zeynep'in iç sızlatan hıçkırıkları yankılanıyordu.

"Bir şeyler yemen lazım." diye fısıldadı İnci, Zeynep'in hıçkırıkları iç çekişlere döndüğünde.

"İstemiyorum."

"Böyle olmaz, sen de biliyorsun. Hadi burada uzan ben de sana salçalı boncuk makarna yapayım."

İtiraz etmeye hazırlanan Zeynep'e fırsat vermeden arkadaşını kanepeye uzandırdı ve alnına sevgi dolu uzunca bir öpücük bıraktı.

"Üzerine yoğurt da koyacağım."

Islak gözlerini yuman kızı bir kez daha öperek mutfağa koştu. Makarnayı haşlarken ondan haber bekleyen Fikoş'a haber vermeyi ihmal etmemişti. Dakikalar sonra elindeki tepsiyle salona girdiğinde, Zeynep'i doğrulmuş boş gözlerle karşısındaki duvarı izlerken bulmuştu.

"Bol salçalı makarnamız hazır." dedi gülümsemeye çabalayarak. "Dolapta süzme yoğurt da buldum, mis gibi oldu."

Ellerini yüzüne kapatan Zeynep ise bunalmış gibi solumuştu o esnada.

"Yemek istemiyorum İnci. Yalnız kalmak istiyorum."

"Tamam, sadece üç kaşık anlaşması yapalım."

"İstemiyorum dedim İnci."

Elindeki tepsiyle Zeynep'e doğru ilerlemeye devam etti İnci. Israrcıydı, arkadaşının aç kalmasına içi el vermiyordu.

"Hadi benim için birkaç kaşık-"

"İnci git başımdan!" diye hiddetle çığlık attı Zeynep. Ateş saçan bakışları hemen başucunda dikilen İnci'ye çevrilmişti. "Yanımda olmanı isteseydim seni arardım! Yeterince boğuluyorum bir de sen boğma beni!"

Afallamıştı İnci. Zira Zeynep ilk kez ona sesini bu denli yükseltmişti. Hafifçe yutkundu ve elindeki tepsiyi orta sehpanın üzerine bıraktı.

"Ben Fikoş'a ineyim o zaman." dedi dalgalanan kısık sesiyle. "Bir şeye ihtiyacın olursa oradayım."

Arkasını dönüp iki adım atmıştı ki Zeynep'in yeniden hıçkırdığını ve ismini fısıldadığını duydu.

"İnci..."

Oturduğu kanepeden gözyaşları içinde hızla kalkıp arkası ona dönük olan İnci'ye koştu Zeynep. Dostuna arkadan sarılıp yanağını sırtına bastırdı.

"İnci gitme n'olur. Tepkilerini ayarlayamayan aptalın tekiyim ben." dedi ve daha sıkı sarıldı İnci'ye. "İnci ben Ulaş'sızlığa nasıl alışacağım? Ben ona çok ama çok aşığım..."

Gözlerinden süzülen yaşlarla katıla katıla ağlayan Zeynep'e dönüp yeniden kolları arasına aldı onu İnci. Sonra da iki kız kanepeye dönüp beraberce uzandılar.

"Onu yaraladım ama böyle olsun istememiştim." diyerek başını İnci'nin göğsüne yatırdı Zeynep. "Artık geri dönüşü yok. Onu içimden nasıl uğurlayacağım ben?"

"Neler olduğunu anlatmak ister misin?"

İnci'nin yumuşak fısıltısıyla olup bitenleri Ulaş'ın geçmişini de katarak yer yer hıçkırıklarıyla kesilen cümlelerine rağmen dostuna anlattı Zeynep. Olanları içten içe hem Zeynep'e hem de Ulaş'a kızarak ama aynı zamanda ikisine de üzülerek dinleyen İnci, yüreğine çöreklenen ağırlıkla sessizliğe gömülmüştü.

"En acısı da ona tam anlamıyla kızamamak. O an hissettiklerini görebilseydim ve daha yumuşak yaklaşabilseydim belki de bunların hiçbiri yaşanmayacaktı." dedi Zeynep ağlamaktan kısılan sesiyle.

"Alp şerefsizi ikinizi de manipüle etmiş!"

Kuru hıçkırıklarıyla burnunu çekti Zeynep.

"Neden Ulaş sevgimden emin olamadı ki? Onu onun istediği şekilde sevemedim belki de... Fiyaskoydu ilk ilişkim. Dilim yanmıştı ve sadece temkinli olmaya çalışıyordum."

"Ulaş'ın bu denli derin yaralara sahip olduğunu bilmiyordum. Yeşim'e gidişini bu yüzden sadece sana duyduğu hırstan diye yorumlayamıyorum." diyerek sıkıntıyla iç çekti İnci. "Sadece sana duyduğu hırstan dolayı oraya gitmiş olsa ona karşı daha öfkeli olabilirdim ama... Ama işte oraya giden sağlıklı yetişkin Ulaş değilmiş. Bilemiyorum, kalakaldım."

Devam edemedi. Mesele öyle bir hal almıştı ki içinden çıkamıyordu.

"Beni de mahveden yer burası işte. Onu anlamak...Kabul edemiyorum, sindiremiyorum, düşündükçe kalbim yontuluyor ama onu anlıyorum." derken söyleyeceği şeyin gerçek olma ihtimalden korkar gibi yutkundu. "Sevgi aradığı için ona gitti. Bu onun sevgisinden emin olduğu anlamına mı geliyor sence?"

"Bunu ben bilemem ki Zeynep... Ulaş'a sormalısın."

"Onunla tekrar konuşamam, şu an yapamam. Ama konuştuğumuzda neden ona gittiğini bilmediğini söylemişti."

Muğlak hisler arasında kaybolan İnci, Zeynep'in sırtını sıvazladı ve başına yumuşak bir öpücük kondurdu.

"Keşke ruhumuzun da röntgenini çekebilecek bir araç geliştirilse." dedi buruk tebessümüyle. "Ulaş'ın ruhundaki kangrenlerin kurtulması lazım. Keza senin de öyle Zeynep. Alp'in sende bıraktığı hasar azımsanacak boyutta değil."

"Hatayı burada yaptık belki de. Tamir edilmemiş yanlarımızla aşkın albenisine kapıldık. Ama gözardı ettiklerimiz bizi uçurumun kenarına taşıdı."

Bu kez gözlerinden kayan sessiz yaşlar eşlik etmişti Zeynep'e.

"Peki o uçurumdan yuvarlandınız mı sence?" diye sordu İnci tereddütle.

"Bi-bilmiyorum."

Şiddetlenen ağlamasıyla eş zamanlı olarak İnci'nin alnına değen dudaklarıyla gözlerini sımsıkı yumdu Zeynep. Paramparça hissediyordu.

"Zeynep ateşin var." dedi o anda İnci. "Az önce bu kadar yüksek değildi."

Beyni alışkın olmadığı yüksek miktardaki acıya adapte olabilmek için bedensel faaliyetlerini yavaşlatıyordu.

"Canım çok yanıyor İnci." diye fısıldadı mecalsiz sesiyle. Bilinci yavaş yavaş uykuya yuvarlanıyordu. "Meğer ben sandığımdan daha çok sevmişim Ulaş'ı. Meğer ne çok aşıkmışım ona..."

*

Otel odasında, abisinin zoruyla iki ısırık aldığı tostunu tabağa geri bırakan Ulaş ayağa kalkarak Haliç manzaralı pencereye ilerledi. Olanları Yavuz'a anlatırken bir kez daha yüzleştiği şeyler içini matem yerine çevirmişti.

Kendisiyle dalga geçer gibi "Mükemmel aşık sıfatını da sana kaptırdım." dedi yatağın ucuna oturmuş onu izleyen abisine. "Aşkı da elime yüzüme bulaştırdım."

Kardeşinin yaşadığı buhranı anlamlandırabilmişti Yavuz. Ulaş'a terapi almasını önermediği için de kendisine hayıflanmadan edemiyordu.

"Ben mükemmel bir aşık değilim, İnci'yi bıçaklandığı gün terk etmiştim Ulaş." diye yanıtladı alnını cama yaslamış olan kardeşini. "İnsanız ve kimi zaman kendi çarpık algımıza göre yorumluyoruz dünyayı. Bu da bizi daha kolay hata yapabilir hale getiriyor."

Alnını yasladığı cama hafif hafif vurarak kapattığı gözleriyle gülümsedi Ulaş.

"Ne olursa olsun böyle bir hata yapmamalıydım. Ama buna odaklanıp kendimden daha fazla nefret etmeyeceğim."

"Etmemelisin zaten." dedi Yavuz da destekleyici tonlamasıyla. "Seni bu noktaya getiren süreci halletmelisin önce. Sonra da Zeynep'le-"

Devamının gelmesine müsaade etmedi Ulaş. Buruk fakat kararlı sesiyle böldü abisi.

"Zeynep'le olamayız artık. Onun bana düşmanca baktığı an..." derken elini kaldırıp kalbine bastırdı. "O an, şurama öldürmeyen bir mermi gibi saplandı kaldı. O bakışı aklıma düşünce bak yine sevilmedin diye bir ses yükseliyor ve canımı bedenimden söküp alasım geliyor..."

Son cümlesiyle beraber sesi tarazlanmış, ağlamaya başlamış ve sessizliğe gömülmüştü. Aynı saniyelerde kardeşini böyle görmeye dayanamayan Yavuz'un da gözleri dolmuştu.

"Ulaş." diyerek yataktan kalkıp alnı pencere camına yaslı halde ağlayan kardeşine adımladı ve arkasında durdu. "Sen sevilmeye değer birisin ve biz seni çok sevdik abicim." derken sol gözünden yuvarlanan yaşla elini kaldırıp avuç için Ulaş'ın nemli saçlarına bastırdı. "Yemin ederim..."

"En acısı da bu ya abi..."

Hiçbir çekince duymadan, içinin acısını tüm çıplaklığıyla koyvererek hıçkıra hıçkıra ağlıyordu genç adam şimdi.

"Gerçek olmayan bir kavram ruhumu delik deşik etmiş." dedi ızdırap yüklü hayıfıyla. "Dün kendimin yok olmasını istedim."

İşittiği son cümle Yavuz'un yüreğine mıhlanmış ve gözlerinden süzülen yaşlarla kardeşini kendisine çekerek ona sımsıkı sarılmıştı.

"Geçecek abicim." derken hem ağlıyor hem de kolları arasında hıçkırıklara boğulan kardeşinin saçlarını şefkatle öpüyordu. "Geçecek abicim, söz veriyorum."

"Abi ben kendimi sevmiyorum. Ama ben artık çok yoruldum, kendimi sevmek istiyorum..."

Yalvarır gibi fısıldayan kardeşini daha sıkı sardı Yavuz.

"Hemen terapiye başlayacaksın, halledeceğiz."

"Başlayacağım." diyerek alnımı abisinin omzuna bastırdı Ulaş. Sesi kendisini telkin eder gibi çıkıyordu. "Ben kendimi seveceğim. Herkesten önce ben kendimi seveceğim."

Bir müddet daha kucaklaşıp ayrıldıklarında Yavuz'un uzattığı suyu içen Ulaş, biraz daha sakinleşmişe benziyordu.

"Abi ben İngiltere'ye gitmeye karar verdim." dedi sakince. "Hem uzaklaşmak hem de ileri hukuk İngilizcesi kursuna katılmak istiyorum."

Bu fikre itiraz etmeyecekti Yavuz. Zira yerinde bir karara benziyordu.

"Ne kadar kalmayı planlıyorsun?"

"Bilmiyorum, belki de temelli yerleşirim. Pek düşünmedim." derken iç geçirerek ufacık güldü. "Ama Türk terapist istiyorum. Orada bulamazsam buradan online halletmeye çalışırız."

Kafasını sallayarak gülümsedi Yavuz da.

"Araştırırım ben senin için merak etme." dedi sevecen tavrıyla. "Az çok bilgili sayılırım artık."

"Yılların delisiyim diyorsun ha?"

Ayağının ucuyla şaka yapan kardeşinin dizine vuran Yavuz "Hadi lan oradan." diye gülerken Ulaş aklına gelen şeyle ciddileşmiş ve konsolun üzerinde duran cüzdanına doğru ilerlemişti.

"Abi, sana bir şey söyleyeceğim ama şimdilik çok detay sorma olur mu?"

Kaşları çatılsa da kafasını sallayan Yavuz'a dönerek cüzdanından çıkardığı iki kredi kartlarıyla abisine ilerledi.

"Ben uzun zamandır bir sevgi evinde gönüllü olarak çalışıyordum. Daha doğrusu çalışanlara destek olmaya, çocuklarla vakit geçirmeye çabalıyordum. Kimse bilmiyordu." derken dudaklarından saliselik, buruk bir tebessüm geçmiş ve hafifçe yutkunmuştu. "Zeynep dışında... Onunla tesadüf eseri orada denk gelince... Neyse."

Kardeşinin yaptığı şey Yavuz'u gurur ve sevinçle doldurmuştu.

"Neden daha önce söylemedin? Bu yaptığın harika bir şey."

"Orasını sonra konuşuruz." derken elindeki iki kredi kartını Yavuz'a uzattı. "Kazandığım birkaç davadan gelecek yüklü miktarda para var, bu kartlara yatacak. Senden isteğim yatacak paraları sevgi evi için harcaman."

"Ben halle-"

İki yana sallanan kafasıyla Yavuz'u böldü.

"Halledebileceğini biliyorum. Ama karta gelecek olan paralar bittiğinde sen hallet olur mu?" derken boğazına yeniden çöreklenen düğümle yeşil gözleri yaşlarla dolmuştu. Yine de gülümsüyordu.  "Öyle güzel, öyle akıllı çocuklar ki hepsini çok seveceğine eminim... Sana emanetler."

"Onlar için yerini dolduramayacağıma eminim." diyerek kollarını gururla iki yana açtı Yavuz. "Gel buraya. Seninle gurur duyuyorum."

İki kardeşe kalan duygu yüklü bir kucaklaşmaydı şimdi.

*

"Hocam, bu kez lalem oldu sanırım."

Mesaisi çoktan bitmiş olsa da huzurevindeki ebru dersine katılmıştı Asu. Yaşlı sakinler bir müddet sonra sıkılıp salonu terk etse de hayli hevesli olan kız, onu izleyen hocasından alabildiğini alma derdindeydi.

"Evet, bu kez tam oldu." diye destekledi Feyza hanım. "Kuruduğunda pvc makinesiyle ayraç haline getirebiliriz. Hem kendin kullanır hem de sevdiklerine hediye edersin."

Parıldayan gözlerindeki mutlu heyecanla kafasını salladı Asu.

"Şahane olur."

"O halde sen son dokunuşları yap. Ben bir lavaboya kadar gidip geleyim."

"Tabii."

Feyza Hoca'nın dışarı çıkmasıyla etkinlik salonunda tek başına kalan Asu, öylesine mutlu ve özgür hissediyordu ki sevinçten kanatlanıp uçabilirdi. Çeşit çeşit boya malzemesiyle farklı ebatlarda kağıtların bulunduğu masaya yaklaşıp boyaları sevdi, okşadı. Annesi çalışmaya başlayacağı dönemde onu güç bela bir anaokuluna yazdırmıştı. Arkadaşları envai çeşit boyayla sınıfa gelirken, o artmış ve kırık boyaların toplandığı kutudakileri kullanabiliyordu. Zira annesi kocasının alkol masrafından ve o masrafın getirdiği borçlardan arta kalan parayla onu ancak anaokuluna gönderebiliyor, boya ya da oyun hamuru gibi etkinlik malzemelerini satın alamıyordu. Yine de bu duruma yüksünmüyordu kız.

"Olsun." diye fısıldadı o anları hatırlamanın buruk tebessümüyle. "Kırık boyalar güzel resim yapmamı engellemedi ki..."

Boyaları parmak uçlarıyla okşamaya devam ederken görüş açısına hindistan cevizli eti puf tutan bir el girmişti.

"Duydum ki burada şahaneler yaratmışsın." diye fısıldayan Emir'e çevirdi şaşkın bakışlarını. Göz göze geldiklerinde Emir'in dudaklarındaki gülüş büyümüş ve mavi gözleri de sevecen parıltılarla süslenmişti. "Bunu emeğinin ufak bir karşılığı olarak kabul eder misin?"

Yavuz'un doğum gününde yaşananların ardından ilk kez karşılaşıyorlardı. Emir, başta Asu'dan uzak durması gerektiğini düşünse de Oya'nın yaptıkları yüzünden böyle bir karar almasının yersiz olduğuna karar vermişti. Asu ise o anları düşünmekten daima kaçınmıştı.

Kısık sesiyle "Teşekkürler." diyerek Emir'in ona uzattığı eti pufu eline aldı ve kafasını yere eğdi.

Kalbi, tüm baskılama ve gözardı etme çabasına karşın yine ve yeniden hızla çarpmaya başlamıştı.

"Asu, ben o akşam olanlar için çok üzgünüm."

Yanaklarına hücum eden dehşet ısınma hissiyle gözlerimi yumdu Asu. Bir yanı tıpkı o gece yaptığı gibi kaçıp gitmek, diğer yanıysa Emir'i dinlemek istiyordu.

"Oya ne yazık ki insanları incitmekten haz alan bir kadın. Onunla bir geçmişim var." derken kurduğu cümlelerde zorlanmaya başlamıştı Emir. "Ama ben aslında onunla ya da bir başkasıyla bu tarz ilişkiler yaşamak isteyen biri değildim, hala değilim. Oya'ya karşı da hiç karşılık bulamayan hislerim vardı. Ama artık o hislerin uzakta kaldığını biliyorum."

Göğsünde kol gezen huzursuzlukla yutkunan kız kafasını yerden kaldırmadan boğazını temizledi.

"Bunları bana anlatmak zorunda değilsiniz Emir Bey."

"Bir zorunluluktan ötürü anlatmıyorum. Sadece içimden geliyor, engel olamıyorum." dedi Emir tüm samimiyetiyle. "Ben, beni olduğum halimden farklı biriymişim gibi tanımandan endişe ediyorum sanırım."

İşittiği son cümleler, Asu'nun huzursuz hislerle kaplı göğsünü yumuşatmış çok geçmeden de içini kıpır kıpır eden bir heyecana bırakmıştı. Emir'in onun düşüncelerini önemsemesinin hoşnutluğuyla yumuk gözlerini araladı. Gördüğü ilk şey parmakları sıkı sıkı arasında tuttuğu eti puf idi. Belli belirsiz gülümsedi.

"Sizin art niyetli birisi olmadığınızı biliyorum zaten. Endişe etmeyin lütfen."

Göğsünü dolduran huzursuz hislerden arınma sırası Emir'deydi şimdi. Asu'nun kafasında olmayı asla ummadığı bir profil çizmek istemiyordu.

"Sana karşı kötü bir niyetim yok." dedi ve erken olup olmadığını tartmadan bir cesaretle ekledi. "Ben seni tanımak istiyorum Asu."

Emir'in dudaklarından dökülen ani sözcükler şoke olan Asu'nun parmakları arasında sımsıkı tuttuğu bisküvinin yerle buluşmasına neden olmuştu. Emir'e karşı bir şeyler hissettiği gerçeğini bastıramıyordu ama Emir'in ona karşı bir şeyler hissetmesine hiç ihtimal vermemişti. Göğsü oyunbaz güvercinler gibi takla atarken yutkundu. Ona hayatı zindan eden bir evlilikten birkaç ay önce kurtulmuşken yeni bir ilişki fikri ona korkutucu geliyordu.

Şaşkınlıkla "Emir..." diye fısıldayıp hızla iki yana sallanan başıyla düzeltti. "Yani Emir Bey, ben..."

Yere düşen bisküviye eğilip eline alan Emir, onu yeniden Asu'ya uzatırken gülümsemeye devam etse de bakışları tedirgindi. Ani çıkışı için kendisine hayıflanıyordu.

"Seninle birkaç kez sohbet edebildik ve ben ettiğimiz bütün sohbetlere fazlasıyla ait hissettim Asu. Seni tanımak istiyorum ve bu sürecin illa romantik bir şeylere evrilmesi gerekmiyor. Ben..." dedi kendisini açıklama gayretiyle. "Ben sadece hayatımda yerin olsun istiyorum."

Emir'den işittikleri Asu'nun ilişkiden korkan yanını ferahlatmış ve Emir'in ona uzattığı bisküviyi yeniden eline almasını sağlamıştı. Ürkek yanı aksini bağırsa da Emir'e güvenen yanının tanımaktan ne zarar çıkar söylemine meyledecekti. Ağzında atan kalbiyle bir kez daha yutkundu.

"Ben de sizi tanımak isterim." diye fısıldadı.

Çocuklar gibi şendi şimdi Emir. En son ne zaman bu denli mutlu olduğunu hatırlamıyordu.

"Sizi atsak nasıl olur acaba?"

Sevimli tonlamasıyla sorduğu şeye güldü yanakları epey kızarmış olan Asu. Sonra da Emir'e izlenisi bir manzara sunan ela bakışlarını adamın gözlerine tırmandırdı.

"Ben de seni tanımak isterim."

*

3 gün sonra

Akşama doğru ülkeden ayrılacak olan Ulaş, aile fertleriyle kahvaltı yaptıktan sonra eşyalarını almak için abisinin evine geçmişti. Kardeşinin otelde yalnız kalmasına müsaade etmemişti Yavuz.

"Çocuklarla vedalaştıktan sonra ben bırakırım seni havalimanına."

"Yok abi kendim geçerim." diyerek abisini reddetti Ulaş. Mutfak masasında karşılıklı oturmuş sohbet ediyorlardı. "Uğurlama fikri iyi hissettirmiyor."

"Emin misin?"

"Eminim abi, sağ ol."

Yavuz'un demlediği sıcak çaydan birkaç yudum daha alırken kapıda dönen anahtar sesiyle Ulaş'ın ifadesi tedirgin bir hal almıştı. Günlerdir Zeynep'le beraber kalan kızı yaşananlardan sonra ilk kez görecekti.

"Ben geldim." diyen İnci'yi "Mutfaktayız." diye cevaplayan Yavuz, gerildiğini hissettiği kardeşinin omzunu sıvazladı. Sevecen mimikleri güven verir gibiydi.

"Merhaba."

Mutfağa giren İnci'yle beraber çay bardağını eline alarak ayaklandı Yavuz. Karısını yanağından öptü ve bir bahaneyle ikiliyi yalnız bıraktı. Kendisine de bir bardak çay alan İnci'yse Yavuz'un kalktığı sandalyeye yerleşmiş ve hüzünlü bakışlarını Ulaş'ın soluk yüzüne dikmişti.

"Küs müyüz, neden bana bakmıyorsun?" diye soran İnci'ye kaldırdı bakışlarını genç adam. "Hım?"

"Bana kızgın olduğunu düşünüyordum." diye fısıldadı. "Yani olanlardan sonra."

"İkinize de kızdığım ikinizi de anladığım ya da ikinizi de anlamadığım noktalar var."

O anda buruk bir tebessüm yayılıverdi kızın dudaklarına.

"Gitmeye karar vermişsin Ulaş?"

İnci'nin ona gülümsemesi Ulaş'ı hafifletmişti.

"Uzaklaşmam lazım İnci." derken yeşil bakışları nemlenmişti. Kederli sesindeki belirgin kısılmayla yutkundu. "Zeynep nasıl?"

"İyi değil. Dün geceye kadar ateşini düşüremedik, bu sabah yeni yeni kendine gelmeye başladı."

Duyduğu her kelimeyle dişlerini biraz daha sıkan Ulaş'ın yüzü kıpkırmızı kesilmiş, avuç içini alnına yaslayarak sertçe ovuşturmuş, ağzını aralayıp bir şeyler fısıldamak istemiş ancak kuru dudaklarından sadece anlamsız harfler yumağı dökülmüş ve en sonunda da kendisini sıkmayı bırakarak yüzüne örttüğü elleriyle hüngür hüngür ağlamaya başlamıştı.

"Ulaş, kötü hissetmen için söylemedim. Zeynep'in sana olan sevgisinin boyutunu anlaman için-"

Çam devirdiğini anlayan İnci, Ulaş'ın hıçkırıklarına dayanamayarak ayağa kalkıp iki adımda yanında bittiği adama sarıldı. Saçlarını şefkatle okşayıp, uzun uzun sırtını sıvazladı.

"İkiniz de iyi olacaksınız, sadece geçmişten kalan yaralarınızı sarmaya ihtiyacınız var."

Sandalyesinden kalkmadan başını ayakta dikilerek ona sarılmakta olan İnci'nin karnına bastırdı Ulaş.

"Böyle olsun istemezdim. Benim yüzümden incinsin istemezdim..."

"Biliyorum, ikiniz de bunları yaşamak istemezdiniz ama hayat böyle işte Ulaş. Hiç beklemediğin anda hiç beklemediğin şeylerle çıkıyor karşına." diye fısıldadı İnci. "Yeter ki dağılma."

Saniyeler boyunca sessizce ağlayan Ulaş, bir müddet sonra ayaklanmış ve İnci'nin boynuna sarılmıştı.

"Yiğido ben hep dağınıkmışım. Ama toparlanacağım. Bunu kendim için yapacağım."

Şefkatle "Önce eski yaralar." dedi İnci de onaylar gibi.

Daha sıkı sarıldılar.

"Bunu söylememe gerek bile yok biliyorum ama... Zeynep sana emanet." dedi Ulaş buruk fısıltısıyla. "Bize ne olursa olsun, o daima benim kıymetlim olarak kalacak."

Bazı sevdalar için çok sevmenin yeterli olmamasının boğazında bıraktığı yumruyla yaşaran gözlerini kapattı İnci.

"Merak etme." diye fısıldayabildi sadece.

*

Kahvaltı ettikten sonra aldığı ilaçların etkisiyle uyuyan Zeynep, su içmek için mutfağa ilerlerken Fikoş'un mutfaktan gelen sesiyle olduğu yere çivilenmişti.

"Temelli mi gidiyormuş İngiltere'ye?" dedi dövünür gibi. "Süheyla'ya bırakmış evinin anahtarını o da bana getirdi. Sen al bari İnci, abisine verirsin."

Ulaş'ın yurt dışına gidişini henüz öğrenen Zeynep ilk şoku atlattıktan sonra göğsünü ezen sancılı hislerle gözyaşlarına boğulmuştu. Uyanık olduğu saatlerde gözyaşlarının kuruduğu zaman dilimi öyle dardı ki...

"İyi tamam bende kalsın, benim anahtarlıkların yanına koyarım madem İnci." dedi Fikoş. "Yok uyuyor daha. Ayıkladığın fasulyeyi pişirdim, şimdi eve inip tarhana yapacağım."

İnci'yle biraz daha konuştuktan sonra telefonunu kapatan Fikoş'a dert anlatmamak için duvara tutuna tutuna gerisin geri odasına dönmüştü Zeynep. Hem içli içli ağlıyor, hem de yarım kalmışlık hissiyle nasıl mücadele edeceğini düşünüyordu. Dış kapının kapanma sesiyle evde yalnız kaldığını anlayınca bastırdığı hıçkırıklarını koyverdi.

"Ah Ulaş, nasıl unutacağım ben seni?"

Çalan zil hıçkırıklarının kesilmesine ve ellerinin tersiyle yüzünü kurulayıp kapıya koşmasına sebep olmuştu. Açtığı kapının ardında Yeşim'in dikiliyor olduğunu görmek ise güçlü bir şoka...

"Girebilir miyim?"

Yana kayan Zeynep'le beraber acelesi varmış gibi içeri girdi Yeşim. Çantasının kulpuna astığı eliyle holde ıslak gözlerindeki şaşkınlıkla ona bakan Zeynep'in karşısındaydı şimdi.

"Ulaş'la ne yaşadınız bilmiyorum Zeynep. Birkaç gün önce bana geldi ve benden tabiri caizse sevgi dilendi." dedi hızlı hızlı konuşarak. "Ben, beni affettiğini ya da normal bir halde bana geldiğini sanıp onu öptüm. Bana karşılık vermedi, hatta ona dokunduğum an kendisine gelip beni itti ve kustu. Ona uzattığım havluya sırf senin göz renginde diye hıçkıra hıçkıra ağladı."

Dudaklarına birbirine bastırdı Zeynep. İçi yansa da sustu, tek kelime etmedi.

"Bunları sana anlatmak benim için hiç de kolay değil. O yüzden hızlı konuşuyorum." diye devam etti Yeşim. "Ben eskiden Ulaş'a çok büyük bir hayal kırıklığı armağan ettim. Bana döneceğine dair hep umudum vardı ama o gün bir imkansızı beklediğimi anladım."

Zeynep'in ifadesi hala daha donuk olsa da gözlerini dolduran yaşlar bir bir yanaklarına yuvarlanmaya başlamıştı.

"Ona çok aşığım ama artık mutlu olması önceliğim. Aylardır beni tekrar sevsin diye çabalıyorum fakat olmuyor... Keşke olsaydı." diyerek kafasını iki yana salladı Yeşim. "Nefret ettiği bana gelecek kadar ağır ne yaşadı veya yaşadınız bilmiyorum. Onu bu denli nasıl yıktın bilmiyorum ama topla Zeynep."

Çantasından alel acele bir not defteriyle kalem çıkardı. Bir şeyler yazarken aynı zamanda da konuşmaya devam ediyordu.

"Barodan çekilmiş, davalarını da başka avukatlara devretmiş. Bugün İngiltere'ye gidiyor." derken not defterinden yazdığı kağıdı yırtıp Zeynep'in eline tutuşturdu. "Bunu bilmiyor ama mail adresi hala bilgisayarımda açık. Uçuş bilgilerini buraya yazdım. Yetiş ona."

Taramalı tüfek hızında konuşan Yeşim, yaşaran gözlerini yere indirdi ve apar topar terk etti kızın evini. Zeynep ise eline tutuşturulan kağıt ile heykel misali donakalmıştı. Canlılığının göstergesi olarak yalnızca gözlerinden akan yaşlar vardı.

"Ah Ulaş..."

Bir müddet sonra buğulu bakışlarını usulca elindeki kağıda indirdi. Uçuş saatine az kalmıştı, şimdi çıksa turnikelerde belki yakalayabilirdi. Peki yakalamak istiyor muydu? Zihni karman çormandı. Ulaş'a da kendisine hala çok öfkeliydi, fakat azap yüklü aşık yüreği böyle bitmesine kafa tutuyordu. Yutkundu. Doğru yanlış ayrımı yapacak halde değildi. Yüreğine yerleşen birlikte iyileşme umuduna tutundu.

"Belki düzeltebiliriz." diye mırıldanarak odasına seğirtti.

Beyaz kazağıyla kot pantolonunu üzerine alel acele geçirip, başına da siyah şalını örttü. Uzun siyah kaşesiyle çantasını da eline aldığında kararlı adımları çoktan dış kapıya çevrilmişti bile.

Yol boyunca defalarca kez "Düzeltebiliriz, beraber terapiye de başlayabiliriz." diye umutla telkin etmişti kendisini.

Bindiği taksi havaalanının önünde durduğunda, taksiciye kartla yüklü bir miktar ödeme yaptıktan sonra bir yaprak gibi tir tir titreyen bedeni, delicesine çarpan kalbi ve uğuldayan kulaklarıyla dış hatlar kısmına koştu. Tedirgin bakışları yüzlerce farklı yüzün bulunduğu alanda Ulaş'ı ararken bir yandan da birilerine çarpma pahasına aceleyle uçuş bilgilerindeki tarafı bulmaya çalışıyordu.

"Neredesin, neredesin Ulaş?"

Dakikalar sonra birkaç metre ötede, ona sırtı dönük duran Ulaş'ı fark etti. Sağ omzundan astığı siyah sırt çantası ve hemen önündeki gri valizle kafasını eğmiş telefonuna bakıyordu. Yaşaran gözleriyle hafifçe gülümsedi Zeynep. Etraftaki her şey silik bir hal almıştı. Valizlerden çıkan tekerlek sesleri, insan sesleri, anonslar da kız için derin bir sessizliğe gömülmüştü. Yutkundu, ürkek adımlarla Ulaş'a doğru yürüdü. Sırtı ona dönük duran adamın iki adım ötesinde durduğunda kalbi tam anlamıyla ağzında atıyordu.

"Ulaş..."

İlk söyleyişinde sesi öylesine kısık çıkmıştı ki kendisi dahi sesini duyamamıştı. Titreyen parmaklarını avuç içlerine saplayarak daha bir cesaretle yutkundu.

"Ulaş." dedi daha yüksek sesle.

Adamın elindeki telefona bakan eğik başı ağır ağır doğruldu fakat hemen arkasındaki Zeynep'e dönemedi.

Ta ki ağlamaklı sesiyle "Ulaş." diye yineleyen kıza kadar.

Usulca arkasına döndü. Zeynep'in solgun yüzü, içli mavi bakışları ve kızarık burnu görüş alanına girdi. Ona yalnızca birkaç saniye bakmak, yeşil gözlerinin dolması için yeterliydi.

"Zeynep." dedi buruk ve şaşkın fısıltısıyla. "Neden buradasın?"

Ulaş'ın hafiften uzamış kumral sakalları, koyulaşmış gözaltları ve hüzünle sislenmiş yeşil gözleri Zeynep'in içini yaksa da cılız tebessümüyle gülümsedi.

"Gitme demek için." dedi titrek sesindeki umutla. "Gitmeni istemiyorum. Düzeltebiliriz, terapiye başlarız ve-"

Kederli tebessümüyle sol taraflarında kalan bekleme koltuklarını işaret etti Ulaş.

"Gel, oturalım biraz."

Kafasını sallayan Zeynep'le beraber bekleme koltuklarına ilerleyip yan yana oturdular. Ulaş dizlerine yaslanan ellerine, Zeynep ise onun yüzüne bakıyordu.

"Hatırlıyor musun? Seninle ikinci karşılaşmamız yine bir havaalanındaydı." diyerek tebessüm etti Ulaş. "Varoluş sancılarının muhatabı olan kişi ben değilim! Git profesyonel bir destek al! Orada seni kızdırdığımda böyle demiştin bana."

Boğazındaki düğümle "Hatırlıyorum." diye fısıldadı Zeynep. "İnci ve Yavuz'un düğününden döndüğümüz gün."

Onaylar gibi kafasını salladı Ulaş.

"Keşke o zaman seni dinleseydim ve profesyonel yardım alsaydım Zeynep." dedi içten pişmanlığıyla. "Seni sevmek yemin ederim bana çok iyi geldi. Ama varoluş sancılarımı halletmedi. Böyle bir işlevi de olmamalı zaten... Fakat böyle bir işlevi varmış gibi gizledi sancılarımı. Hayatımın merkezine seni koydum. Duygularımın, düşüncelerimin, davranışlarımın ibresi sen oldun. Böyle olunca da halledemediklerimi gözardı ettim."

İşittikleriyle hıçkırdı Zeynep.

"Se-seni senin istediğin gibi sevemedim değil mi?" diye sordu ağlayarak. "Ulaş, yemin ederim ben seni çok sevdim."

Zeynep'in ağlayarak söyledikleri, bakışları hala dizlerindeki ellerinde olan Ulaş'ın da gözyaşlarını serbest bırakmasına sebep olmuştu.

"Zeynep, sen beni dünyalar kadar sevsen ve bunu hissettirmiş olsan da bir şey değişmezdi. Çünkü ben kendimi sevmiyorum. Yeni yeni idrak edebiliyorum." dedi dürüstçe. "Senin ya da bir başkasının beni az veya çok sevmesi, benim çok büyük hatalar yapmama neden olmamalı. Kendisini seven ve benliğine saygı duyan bir insan böyle şeyler yapmaz ki."

"O gün seni daha net anlayabilseydim bunlar yaşanmayacaktı."

"Yalnızca ötelenecekti Zeynep." diye karşı çıktı Ulaş. "Eğer o gün bunlar yaşanmasaydı ben yine içim günlük güneşlikmiş gibi devam edecektim. Ama derinlerde sevgin hiç yetmeyecekti." derken kendisiyle alay eder gibi güldü. "Seni abimlerin Fatih'ten bile kıskanmam normal mi? Şimdi şimdi anlıyorum, sağlıksız bir sevgiliymişim ben."

Elini Ulaş'ın eline uzatmak istese de yapamadı Zeynep. Ama karşı çıkmaktan da geri durmadı.

"Hayır, sen yaralarına rağmen çok güzel sevdin beni. Bense içimdeki sevgiyi tam olarak aktaramadım sana." dedi belirgin pişmanlığıyla. Hala hüngür hüngür ağlıyordu. "Üstelik senin bu konudaki hassasiyetini bile bile yapamadım. Özür dilerim. Tüm kalbimle özür dilerim Ulaş..."

"Ben de özür dilerim Zeynep."

"Gitme Ulaş. İkimiz de hatalarımızın farkına vardık beraber düzelelim. İlişkiye devam etmek zorunda değiliz. Ara veririz, ikimiz de terapiye başlarız."

"Olmaz Zeynep. Ben kendimi sevmeyi tek başıma öğrenmek istiyorum." dedi Ulaş. Sessiz gözyaşları devam etse de kısık sesi kararlıydı. "Tek başıma da iyi olabileceğimi görmek istiyorum."

Kalbindeki güçlü sızıyla yutkunan Zeynep, bu kez çekince duymadan elini Ulaş'ın eline uzatıp sımsıkı kavradı.

"Seni çok seviyorum." dedi yemin eder gibi. "Yemin ederim çok seviyorum."

Başparmağıyla elinin üzerine yaslanan buz kesmiş parmakları belli belirsiz okşadı Ulaş. Diğer elini kendi yüzüne kaldırıp gözyaşlarını kuruladı.

"Ben de seni çok seviyorum." dedi tüm kalbiyle. "Çok seviyorum."

"Neden yüzüme bakmıyorsun o halde?"

Zeynep'in ağlamaklı sorusu Ulaş'ın dudaklarına içli bir tebessüm kondurmuştu.

"Çünkü sana uzun uzun bakarsam içim yine güllük gülistanlık olur ve ben tek başıma yapmak istediğim şeyi yapamam Zeynep."

Saniyeler sonra buruk ve yorgun bir "Peki." döküldü Zeynep'in titrek dudaklarından.

Sonrasında dakikalarca sustular. Bu dakikalarda Zeynep'in titrek eli Ulaş'ın parmakları üzerinden ayrılmamış, genç adamın başparmağı da kızın elini okşamaya devam etmişti.

"Artık gitmem lazım." diye fısıldadı Ulaş.

Zeynep'in elini usulca havalandırıp dudaklarına yaklaştırdı ve kapanan gözleriyle kızın avuç içine uçucu bir buse kondurdu. Sonra da gönlünün avaz avaz direnişine rağmen sevdiği kadının elini serbest bıraktı.

"Kendine çok iyi bak olur mu?"

Kapalı gözleriyle Ulaş'ın öptüğü elini kucağına çeken Zeynep, diğer elini adamın öpücüğünü saklamak ister gibi elinin üzerine örtmüştü. Boğazındaki yumru konuşmasına müsaade etmiyordu.

Yine de güç bela "Sen de kendine iyi bak." diye fısıldadı.

Sonrasında ikisi de bir daha konuşmadı. Ulaş gerekli kontrollerin tamamlanması için ardına bakmadan uzaklaştı kızın yanından Zeynep ise onun gidişini izleyemeye dayanamadığından durmaksızın akan gözyaşlarıyla çoktan dışarı koşmuştu.

*

İnci ve Yavuz, beraber girdikleri duşta tepelerinden akan sıcak suyun altında birbirine sarılı vaziyette sessizliğe gömülmüşlerdi. İkisi de vedalardan nefret ettiği için sıkı sıkı sarılmışlardı. İnci hüzünlü yüzünü Yavuz'un boyun girintisine saklamış, Yavuz da yanağını kızın ıslak saçlarına yatırmıştı.

Buruk fısıltısıyla sessizliği bölerek "İkisi için de öyle zor ki..." dedi İnci. "Ben bir süre daha Zeynep'in yanında kalmaya devam edeceğim."

Dudaklarını karısının şakağına yaslayarak uzunca öptü Yavuz.

"Tabii ki İnci'm, en doğrusu bu. Hatta hiç tereddüt etmeden bizimle yaşamasını teklif edebilirsin."

"Bunu isteyeceğini düşünmüyorum ama söylerim." derken Yavuz'a biraz daha sokulmuştu İnci. "Sana çok aşığım. O güzel yüreğinde konaklayabildiğim için öyle şanslı hissediyorum ki..."

"Ben de öyle güzelim, ben de öyle."

Birbirlerine sığınışları, adeta şükran hissiyle cilalanmış ve ikisini de huzurla doldurmuştu.

"Yavaş yavaş çıkayım ben İnci'm. Kahve suyu koyarım, sen evden çıkmadan beraber içeriz." dedi Yavuz.

"Tamam Yavuz'um."

Onu öperek duşakabinden çıkan Yavuz beline doladığı beyaz havluyla banyodan ayrılınca İnci de saçlarını bir kez daha köpürtmüş, sıcak suyla bir süre daha haşır neşir olmuş ve bornozunu giyip yatak odalarına geçmişti.

"Yavuz?"

Saçlarını kuruttuktan sonra giydiği kot pantolon ve mavi kazakla mutfağa girdiğinde Yavuz'u orada bulamamıştı.

"Yavuz, neredesin?"

Salona ilerledi. Orada da kimse yoktu. Fakat bahçeye bakan penceresinden telefonla konuşan ve hayli ciddi görünen Yavuz'u fark etmişti. Adamın bu soğukta neden dışarıda konuşmayı tercih ettiğini anlamasa da mutfağa geri döndü. Demlenmiş olan kahve makinesini kapatıp Yavuz'unkini Efe'nin hediye aldığı kupaya, kendisininkini de düz beyaz bir fincana boşalttı. O sırada dış kapının kapanma sesini de işitmişti.

"Mutfaktayım sevgilim kahveleri koydum."

Adım seslerini işittiği Yavuz'un mutfağa girmesiyle yüzünde güller açarak kocasına çevirmişti bedenini İnci. Fakat belirgin şekilde durgun görünen adamın beti benzi atmışa benziyordu.

"Yavuz, iyi misin?" diyerek kapının hemen önünde dikilen kocasına doğru ilerledi İnci.

"İyiyim güzelim."

Göz kontağı kurmaktan kaçınan Yavuz'un söylediği cümlenin aksine işaret eden sesi ve git gide sıkıntıya evrilen ifadesi İnci'nin içine kurt düşürmüştü.

"Yavuz, bir şey olmuş. N'oldu?" derken elini hemen karşısında durduğu kocasının çenesine yaslayarak ona bakmasını sağladı İnci. "Yavuz?"

Yavuz'un siyaha çalan kahve bakışlarındaki ikilem, İnci'nin zihninde kalbini delicesine çarptıran felaket çanları çalması için yeterliydi.

Anında yaşaran gözleriyle "Anneanneme mi bir şey olmuş?" diye sordu korka korka. "Yavuz."

İnci'yi omuz başlarından kavrayarak sakinleştirmeye çalıştı Yavuz.

"Hayır, hayır anneannen iyi."

"Söyle o zaman ne oldu?" diye sesini yükseltti kaygısı azalmayan İnci. "Yavuz neden bana kötü bir haber verecekmiş gibi bakıyorsun?"

İkilemde kalışının İnci'yi örselediğini fark eden Yavuz, nefesini sıkıntıyla dışarı verdi.

"Atilla." dedi sonra da bir çırpıda. "Bu sabah intihar etmiş."

Buz kesen bedeniyle donakalsa da "Ö-ölmüş mü?" diye sorabilmişti İnci.

"Ölmüş."

***

Yıldıza bastık mı? Emeğe saygı duyduğunuz için teşekkürler. 😌

Bilgi, kesit ve iletişim için;
Instagram: misahanimm
Twitter: misahanimm

Continue Reading

You'll Also Like

Kayıp Parça By Rabikce

General Fiction

84.1K 6.5K 13
Balım. Kalabalık bir ailenin en küçük üyesiydi. Babasının göz bebeği, abilerinin prensesi. Ancak annesinin hataları yüzünden hayatı bir anda değişti...
976K 54.1K 24
"Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok." dedi umutsuzca. "Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksine umarsız çıkıyordu sesim. "Adını dilim...
1.2M 6.3K 5
Genel kurgu #1 🌟 Mavi Kelebekler Serisi 1. Kitap. Kalbimde Saklı adı- Güz Sarmalı olarak değişmiştir. Öfkeyle boynunu sağa sola yatırıp kemiklerin...
3.8M 238K 81
* Siz: Ay acaba lamalar uçsa nasıl olurdu? Siz: Düşünsene, kafana tıpkı martının sıçması gibi tükürüyorlar. Siz: Çok komik olmaz mıydı? ÜSĞĞDDĞSPDĞPF...