MELÂL

By snmnurgyk

3M 130K 110K

Kanla kazıdığın kelebek dövmesinin üzerini çizdir. Noktalı virgülle değiştir. Bu, devam edecek gibi değil ama... More

《TANITIM》
《1》'KARA GÖZ'
《2》'ŞİZOFREN'
《3》'BELİRSİZ SURET'
《4》'KARANLIK KUTU'
《5》'ZARFDAKİ GİZEM'
《6》'CÜRETKAR HADSİZ'
《7》'RUHSUZ BEDEN'
《8》'UÇURUMDA HAYALLER'
《9》'KATİL'
《10》'ACININ GEÇMİŞİ'
《11》'BEDENSİZ RUH'
《12》'PAÇAVRA'
《13》'DARAĞACI'
《14》'RUH SANCISI'
《15》'FERYAD-I İNTİHAR'
《16》'SON ÖLÜM'
《17》'EHVENİŞER'
《18》'VİCDAN MEZARLIĞI'
《19》'ELFİDA'
《20》'GERÇEK SANRI'
《21》'RUHSAL ŞEYTANLAR'
《22》'ARAF ÇIKMAZI'
《23》'ÖLÜM MAKAMI'
《24》'KÜL BEBEK'
《25》'RUH İZİ'
《26》'GERÇEK ÖLÜLER'
《27》'ÖLÜLER PUSULASI'
《29》'KALBE NEFRET RUHA YAS'
《30》'BUGÜN ÖLÜ, YARIN GÖMÜLÜ
《31》'ORTADA OLAN CANINSA'
《32》'MİNERVA'
《33》'KOR GERÇEK'
《34》'DÜŞÜNMEDEN'
《35》'KANDAN CANA'
《36》'ÖLÜMLE OYUN'
《37》'İRTİHAL
《38》'KAR KÜRESİ'
《39》'KAMELYA'
《40》'YİNE BANA GEL'
《41》'YARIMSIN'
《42》'DUY İSTEDİM'
《43》'ENSENDEYİM'
《44》'HARABE'

《28》'ÖLÜM ÇANLARI'

46.8K 1.9K 1.7K
By snmnurgyk

SON BÖLÜMDEN BU YANA ARAMIZA KATILAN HERKESE HOŞ GELDİNİZ DİYORUM. OY VE YORUMLAR ÇOK AZ. LÜTFEN DESTEĞİNİZİ EKSİK ETMEYİN. KİTABI OKURKEN Kİ DÜŞÜNCELERİNİZİ BANA DA İLETİN.

OY VERMEYİ VE YORUM BIRAKMAYI UNUTMAZSANIZ BENİ ÇOK MUTLU EDERSİNİZ.

SİZLERİ SEVİYORUM♡

KEYİFLİ OKUMALAR
SNMNURGYK

Fotoğraflar çoğu zaman mutlu anları yakalar. O kareyi görenlerde sizi her an mutlu sanar. Ne güzel gülmüş hâlbuki, der ama geçmiş bir tek yaşayanın canını yakar.

Karşımdaki sahne bir fotoğraf karesi olsa ne güzel bir an, derdim. Annesini ziyarete gelmiş bir evlat, ne kadar hayırlı, derdim. Ancak gördüklerimin acısı çok keskin. Yarası fazla derin. Ne mutlu anları yakalayan fotoğraf karesinin ne de güzel yarınlar vaat eden geleceğin.

Kulağıma söylediği kelimeden başka bir şey söylememişti. Yanımda fazla durmamış, içeri girmişti. O girdiği anda odadaki görevli daha da uzaklaşmış, annesi ise yattığı hayali dizden kalkmıştı. Başını bu sefer arkasındaki yastığa koymuştu. Soykan'a bakmıyordu. Yattığı yerde yan dönmüş, cenin pozisyonu almıştı. Soykan'ı ardında bırakmıştı. O ise ayak ucunda oturuyordu. Gözleri annesinin yüzünü görmek isterken elleri saçına uzanmak için kalkıyor ama tereddütle geri iniyordu.

Saçlarına aklar karışmış, koyu kumral saçlı kadın oğlunu odağına almıyordu. Sanki baktığı boşlukta biri vardı ve ona nazlanıyordu. Derin düşüncelerimi bölen omzuma dokunan eldi. Bakıştığım manzara içimi boğarken gerçeğe çarptığım derin nefesti. Soykan geldiğinde giden Aras, o içerideyken gelmişti ve bana varlığını hissettirmişti. Destek olmak isteyen bir tavırla omzumu hafifçe sıkarak söze girdi.

"Adamlara eve gideceğiz, demiştim. Hemen doğru bilgi mi diye teyit etmek için haber uçurmuş, puştlar. Baran'ı aramışlar." dediğinde kafamı benden yana bir problem olmadığını belli etmek için ona çevirdim ve içimdeki ifadeyi gözlerime yerleştirdim. "Bu durum sana büyük problem yaşatacak galiba. Gördüklerimden sonra sen arasan bile sorun değil."

Omzumdaki eli inerken dudaklarında gözlerine ulaşmayan bir tebessüm oluştu. Kafasını içerideki manzaraya çevirdiğinde gözleri bir Soykan'ı bir de annesini buluyordu. "O bana kızmaz. Kızsa bile öfkeyle yönetmez kendini."

Öfkeyle yönetilmek aptalların işidir.

Böyle demişti. Sen misin öfkeyle yönetilmeyen dediğimde yolumu yine sözleriyle kesmişti. Öfkeyle yönetilmeyen bu adam benim fikirlerime saygı duymazken tam olarak ne düşünmemi istemişti ki? Ya da neden yaşanmayan şeyleri bile düşünmemi istemişti?

"Aynı şeyi kendim için söyleyemeyeceğim. Çünkü ben onun öfkesinden başka bir şeyini göremiyorum. Duru'ya bakarken gözlerinde gördüğüm ifade ona o kadar uzak ki görmesem inanmam diyemeyeceğim. Gördüğüm halde inanamıyorum." Dudakları ne diyeceğini bilmez bir halde büküldükten sonra aralandı.
"Çok sever o Duru'yu." dedi bir solukta. Bunu ben de fark ediyordum ama sebebini bilmiyordum.

"Peki neden?" diye fütursuzca döküldü dilimden kelimeler. Yanlış bir soru mu yoksa değil mi diye düşünmeden. Aras'ın gözleri bu sefer beni bulduğunda kafasıyla içeriyi işaret etti. İşaret ettiği kişi Soykan'ın annesiydi.

Duru'yu annesine benzetiyordu ve bu yüzden seviyordu. O zaman, diye başladı içimde bir ses kısık bir şekilde. Devamında ses yükseldi. O zaman Soykan'ın annesi de şizofrendi.

Bu sefer ne diyeceğini bilmez şekilde bakan bendim. Konuştuğumuz konudaki şahıslar birinin annesi birinin ise sevgilisiydi. Farklı kişilerdi ama ortaktı dertleri. Sebepleri ise belli değildi. Dahası ben bilmiyordum.
Öğrenecek miydim ya da öğrenebilecek miydim onu da bilmiyordum.

Ağzımı açıp bir nevi kırdığım pot için telafi cümleleri kuracakken sözlerimin özgür kalmasını engelleyen Soykan oldu. İçeri girmek ve çıkmak onun için ne ifade ediyordu bilmiyordum ama içindeki dağınıklığın gürültüsünü sanki duyuyordum. Kafasını yerden kaldırmadan kapıyı kapattı. Kaldırdığı kafasıyla omuzlarını dikleştirirken gözlerini bana değdirmeden sakin bir sesle mırıldandı.

"Gidelim." Dilinden dökülen tek kelimeyle sesindeki yangını hissettirmek istediği ölçüde hissetmiştim. Burada benimle birlikte bulunmak mı onun için bu kadar zordu yoksa başka bir şey mi vardı? Onu her zaman olduğu gibi bugün de çözemiyordum ama bugün daha bir düğümdü. Sözleriyle harekete geçmeden önce kafamı çevirip tekrar o kadını görmek istemiştim. Çevirdiğim kafamla karşılaştığım manzara beklediğim bir durum değildi. Yattığı yerden kalkan kadın, yatakta bize doğru oturuyordu ve sanki geçmişte yaşadığı bir anıyı tekrar yaşıyormuş gibi bir ifadeyle camın ardına bakıyordu. Bakıyordu ancak asıl tuhaf olan bakışlarındaki tanıdık ifadeydi. Sanki bu ifadeyi daha önce görmüşüm gibiydi.

Bu ifadeyi nerden hatırladığımı bulmaya çalışan halimi bölen Aras'ın omzuma bir kez daha haber verir bir şekilde dokunan eliydi. Soykan önden yürümeye başlamışken arkasından gelip gelmediğime bakmadan düşünceleriyle ilerliyordu. Düşündüğü konu öyle netti ki beni bile gölgeliyordu. Düşmanını... Ve bunu düşmanlarına karşı her an atakta olan adama yaptırıyordu.

Aras'ta önümden yürümeye başladığında seri adımlarla peşinden ilerledim. Soykan buraya geldiği özel aracına binerken Aras oraya gitmemi söylüyordu. Soykan'ın işi olsa zaten Aras'a benimle ilgili bir şeyler söylerdi. Demekki eve gidiyordu. O arabaya bindiği için seri adımlarla arabaya ulaştım ve bindim. Sesim çıkmıyordu. O da konuşmuyordu.

Sessiz geçen yolculuk zamanı ağırlaştırıyordu. Ağırlığın sebebi acılar diyordu içimden bir ses ama dilime ulaşmıyordu. Yolu almamız gerektiği ölçüde aldık. Yol bitti ama biz hiç konuşmadık.

Arabayı garaja giden beton yolda durduğunda indi. Benim inmemi beklemeden çelik kapıya ulaştığında ardından açık bıraktığı kapıyla içeri geçti. Düşünceler beynime darbe indirecekken seri hareketlerle indim arabadan. Korumalar ya da adamları diye ifade edilecek insalar yerlerindeydi. Tetiktelerdi. Çelik kapıya ulaştığımda ben de içeri geçmiştim. Kapıyı kapatarak salona ulaştığımda sessiz evdeki tek gürültü ayağımdaki topuklu botların tok sesiydi. Salonda değildi.

Salondan uzaklaşan adımlarım merdivenleri bulduğunda bana verdiği odaya çıkmak için ilerledim. Çıkmam gereken merdivenleri bitirdim. Odanın kapısının önündeyken içimi kemiren sorularla huzursuz ve bir o kadar da tedirgindim. Öncelikle ayağımdaki topuklu botlardan ve üzerimdeki rahatsız kıyafetlerden kurtulmalıydım. Öyle de yaptım. Değiştirdiğim üstümde şimdi gri bir eşofman ve haki renk, oversize bir sweat vardı. Ayağıma giydiğim beyaz çoraplarla yatağa doğru adımladım. Saat henüz öğlen bile olmamıltı belki de. Aras çok erken bir saatte gelmişti. Sonra ise Soykan. Bu durgun tavrı içindeki acıyı bastırıyordu belki ama yansıtıyordu da.

İçinde acı vardı ama acının içinde neler vardı, bilmiyordum. Öğrenmek istiyordum. Yerime sığmayan halimle bu odaya da sığamıyordum. İçimdeki merak ve onu takip eden sıkıntıyla oturduğum yerden kalktım. Seri adımlarla odadan çıktığımda görüş alanıma giren odasının kapısı kapalıydı. Belki de aşağıdaydı. Aceleci hareketlerimle ne olduğunu anlamadan kendimi merdivenlerin son basamağında buldum. Görüş alanımı kaplayan salonda o vardı. Varlığı ve yaşanmışlıkları etrafı kaplamış, acıları kadehini doldurmuştu.

Bana verdiği zararın yanında kendine verdiği zarar da çok büyüktü. Kendini zehirleyişleri ölçüsüzdü.

Sehbasına sıraladığı ve yanına kattığı viskisi bardakta, sigarası dudaklarındaydı. Üzerini değiştirmemişti. Gömleğinin yakaları dik aynı zamanda düğmeleri göğüslerine kadar iliklenmemişti. Olduğum yerden uzaklaştım. O tekli koltuğundayken ben büyük koltuktaki yerimi aldım. O büyüktü oturduğu koltuk küçük, ben küçüktüm oturduğum koltuk büyük... Hayatlarımız kaderde de böyle yerleştirilmişti.

Sigaranın dumanını izleyen boğuk gözleri bana değmedi yine. Hava aydınlık olmasına rağmen içerisi karanlıktı. Boydan camlar parlak değil siyahlaşmıştı. Ayarlanmıştı. İçerinin karanlığını bölen ıssızca ortama yayılan cılız ışıktı. Bunu da tavana gömülmüş lambalar sağlıyordu.

"Annene ne oldu? Anlat. Ben de bilmek istiyorum."

Karanlık ortama bomba gibi düşen, sisini siyaha devreden sözlerimle gözleri bana dokundu. Gür kirpiklerinin altına yerleşen bebekleri bana bomboş bir ifadeyle baktı. Orada kazılmış ama boş bırakılmış bir mezar vardı. Kafası yan dönüp dili damağına yapıştığında adem elması hareket etti. Tenindeki dalgalar birçok cesetin kıyı şeridiydi. Sessizdi. Sakindi ama acısız değildi.

"25 Aralık." İlk kelimeleri bunlar oldu. Elindeki sigarayı önce dudaklarına sonra gözlerine kaldırdı. Dumanı verirken ateşi keskinleşen sigarayı elinde sağa sola çevirerek odağından çıkarmadı.

"O tarihin cesedi bir tane değil."

Araya sıralı sorularımı ve ısrarımı koymak istemiyordum. Ben konuşmadığımda tek başınaymış gibi anlatıyordu. Benimle konuşuyordu. Araya girmek istemememin sebebi acısını merak etmemken araya girmeme müsaade etmeden devam etti.

"Aşk evliliğiydi annem ve babamınki. Aşık olmuşlar, deliler gibi sevmişler birbirlerini. Sonra ben olmuşum. Daha 19 yaşındaymış ikisi de. Aşkları o kadar büyüktü ki gördüğüm on altı senenin bir senesinde bile eksilmemişti. Birbirlerine baktıklarında gözlerinde oluşan ifade hisleriydi." Yüzünde belli belirsiz bir gülümseme oluşurken anlattıklarını yaşıyordu belli ki. Sahip olduğu aile her çocuğun isteyeceği o muhteşem aileydi.

"Sevginin somut bir delili olsa birbirlerine baktıkları ifadeyi taşıyan gözleri olurdu."

Son sözlerinden sonra gözleri beni buldu. Kısacık bakışın ardından odağı kayboldu. Burnumun direğini sızlatan sözleri nasıl parçalandıklarını zihnime akıtıyordu. Ağlamak isteyen yanım Remzi Altan kadar kendimi de suçlatıyordu. "Annem o gün babamın iş çıkışına gitmiş. Benim idmanım vardı. Eve geç gelecektim. Onlar için de annem bir plan yapmış. Dışarda vakit geçirmek istemiş babamla. Bunları bana hiçbir zaman o anlatamadı. Gününü planladığı, notlar aldığı, ailesini anlattığı bir defteri vardı. Oradan okudum." Derince yutkundu. Teninin hareketini sağlayan aldığı nefes değil hissettiği acıydı. Son nefesini aldığı sigarayı küllüğe bastırırken kuruyan dudaklarını viskiyle ıslattı. Benim dilim damgalanmış, dudaklarım birbirine yapışmıştı.

"Amacı sürpriz yapmaktı ama hayatının en büyük felaketi bir sürpriz olup onun karşısına çıktı. Kenara park ettiği arabasıyla babamı beklerken biri onu bir arabanın bagajına tıktı." O anların fotoğrafları kare kare bir odanın duvarlarına asılıydı. O anları hatırladığımda koltuğa çıkarıp kırdığım dizlerime ellerimi, ellerime ise yüzümü yasladım. Dilimden dökülen hıçkırık benim kontrolüm dışında çıkarken yüzümü ısrarla sakladım. Bana bakmıyordu. Bu durumda ağlaması gereken ben değildim belki de. Hayatı gibi acısını da çalıyordum. Fakat ruhuma mıhlanmış olan duygular vicdanımın kulağına bağırıyordu.

"Ağlama." dedi kısaca. Beynimde dönüp duran seslerin yanında gerçeğe dönmemi isteyen güçlü sesle sildim gözyaşlarımı ve çenemi dizlerime yasladım. Kollarımı bacaklarıma sardım. Ağlamayı bırakamadım ama onu dinlediğimi anlaması için kafamı dikleştirerek ona baktım. Onun gözleri ise beni bulmamıştı.

"Takip etmiş annem o gün bindirildiği arabayı. Ormana sapınca beklemiş. Onlara uzak bir yere park etmiş kendi aracını. Araba durduğunda babamla birlikte o da inmiş arabadan. Onlar o yıkık kulübeye girerken sessizce yaklaşmış ve pencerenin altından içeriye bakmış. Canından çok sevdiği adamın tek kurşunda ölüşünü izlemiş, son nefesini verirken görmüş."

Dayanamıyordum. Burada bitirmesini istemek bencillikten başka bir şey olmazdı. Acılar paylaştıkça azalıyorsa belki onun acısı da azalıyordu fakat bu acı azalmazdı. Dinleyene bile yara açan bu acı azalamazdı. Sözleri duraksayarak devam ederken sesi bozguna uğruyordu.

"Yardım çağırmak istemiş ama telefonun çekmeyeceği bir yerdelerdi. Şoktan çıkamamış bir süre zaten. Ölüp ölmediğini ilk başta anlayamamış olacakki içeri girememiş, yarım bıraktığı işi tamamlar diye." Viskiden bir yudum daha almıştı. Bunları anlatırken bir eli havalanmış ve şakağını bulmuştu. Hafızasını onarmak ister bir halde ovmuştu.

"Orada olduğunu kimse fark etmemiş. O gittiği anda da içeri girmiş." Dişleri alt dudağını ısırırken gözleri kapanmış, başını onaylarcasına sallamıştı.

"Tam üç gün." dedi ve bir kez daha derince yutkundu. "Hayatım dediği adamın hayattan koparıldığı yerde, cansız bedeniyle birlikte kalmış ve annem aklını sevdiği adamda bırakmış."

Aklım sende kalıyor, cümlesi birçok aşk şarkısına konu olurken kimsenin bilmediği bir aşkı bir kadın tarihe yazmıştı. Öğrendiklerim, duyduklarım, hissettiklerim gözlerimde akan yaşlara engel olamamama sebep oluyordu. O an beynimde güneşle aydınlanan bir kesit gözlerimin yaşını arttırdı. Remzi Altan'ın katil olduğunu öğrendiğim gün bayılmadan önce ipten kopan bir fotoğraf ayaklarımın dibine düşmüştü. Bugün gördüğüm gözlerdeki ifade o fotoğraf karesine aitti. Bayılan ve algılamakta zorluk çeken bedenim o görüntüyü sanki beynimden silmişti. Bugün gördüğüm gözlerle alevlenmişti.

O gün yabancı birini görüp yardım istemek isteyen gözler bugün yabancı birini görmüştü ama yardım istemek için çok geçti.

Kapanan gözlerim yaşlarını sıra sıra akıtırken iki kaybı olan bir çocuğun yaşadıkları göğsümü göğüs kafesimden çıkarmak istiyordu. Kendimi yerine koyduğumda içimi saracak olan acının nelere sebep olacağını bilmiyordum. Ayrıca Remzi Altan benim sadece babamdı ancak Turan Soykan bir babadan çok daha fazlasıydı. Soykan ise iki kanadı koparılmış ama uçması istenen bir kuştu. Çocuktu.

O yarım bırakılmış, yarına bırakılmış bir çocuktu. Ben ise yarına bıraktığı...

"Ağlama. Sana bunları ağlaman için değil, öğrenmek istediğin için anlattım." Sesini, ifadesini toparlayan çocuk beni toparlama derdindeydi. Soykan hangisiydi? Suskunluğumu bozmam gerekiyordu ama ne diyeceğimi bilmiyordum. Ellerimden biri göz pınarlarımı kurularken diğerini de bacaklarımdan çözdüm ve oturuşumu dikleştirdim. Bakışları üzerimdeydi. Anlattıklarına bir tepkiden çok ağlama konusundaki sözlerini dinlememi istemişti. Ağzımı açıp konuşacaktım. Anlattıklarına verecek bir tesellim yokken dikkatimi çeken bir şeyi dile getirecektim.

"Beyaz gömlek giymişsin?" dedim soru sorar bir tonda. Gözleri düğmeleri belirli bir yere kadar açık olan üstüne düştüğünde gömleğin manşetlerinde oyalanırken dudaklarını araladı. Onu ilk kez beyazla görüyordum. Beyazın içinde...

"Annemin odasını, babamın mezarını ziyaret ederken giyerim sadece."

Sözleri gözlerimi yeniden doldururken bunu tahmin ettiğim için sormuştum. Babasını ziyaret ederken de üzerinde taşıyor mu, bunu öğrenmek istemiştim. Ellerimi yüzüme kapatıp ağlamak isterken gözlerini gömlekten kaldırmadan mırıldandı. Odaya çıkmak üzere harekete geçireceğim bedenimi olduğu yere bıraktı.

"Hadi, hazırlan da benim mekana gidelim. Hazırlık yapıyorlardır şimdi. Kafa dağıtırız."

☆》

Bad Village
(kötü köy)

Saat arabanın göstergesinden gördüğüm kadarıyla öğleden sonra dörtü. Önünde durduğum yer ise bir gece kulübüydü. Tahminimce ön girişinde durmuyorduk. Arka girişteydik. Hazırlan demeseydi muhtemelen odaya çıkıp saatlerce anlattıklarına ağlayacaktım. Ona sarılıp teselli veremezdim. O kimdi, ben kimdim? Benim babam onun babasını öldüren, annesinin aklını söndüren katildi. Bir ailenin katiliydi.

Ağlamaya devam edeceğimi tahmin etmek güç değilken Soykan'ın bu hamlesi tahmin edilebilir değildi. Beni yine varlığıyla alt etmişti. Mekanın arka girişinde yazan kocaman yazı 'kötü köy' anlamına geliyordu. Arabadan indiğinde peşinden ben de indim. Üzerimde siyah, kumaş bir pantolan, krem renk, uzun kollu, triko ayağımdaysa beyaz spor ayakkabılar vardı. Soğuk içinse siyah, yarım, oversize bir kaban almıştım. O ise yine simsiyahtı. Eğlenmeye gelmediğimiz için her ne kadar gece kulübü olduğunu tahmin etsem de oldukça günlük giyinmiştim. Piste çıkıp deliler gibi dans etmeye gelmemiştik.

"Ön taraf kalabalıktır şimdi. Gençler eğlenmek istiyor. Üniversiteler için sponsorlu biletler var. Meşhur üniversite partileri için geliyor gençler. Mekan büyük, üniversiteliler de fazla olunca şimdiden geliyorlar."

Sanki dakikalar önce anlattıklarını o yaşamamış gibi ben etkisinden çıkmamışken takındığı tavır beni dehşete düşürüyordu. Ona kızamazdım. 'Kendine gel, ne üniversitelisi ne sırası, anlattıklarını sen yaşadın, acı çek' diyemezdim. Ben de ona göre hareket ettim.

"Onlar, mekanlar kalabalık gözüksün diye şişirme müşteri oluyor diye biliyorum. Şişirme müşteriye ihtiyaç duyacağın bir mekanı neden işletiyorsun ki?" Öyleydi. Her üniversitede iyi bir bölüm kazansa bile bu işlerle uğraşan, üzerine para kazanan biri mutlaka oluyordu. Arkadaşlarına bilet satıyor, fazla söylediği rakamla biletin çoğu parası ona kalıyordu. Üzerine bileti aldığı mekan sahibinden de para alıyordu çünkü amaç mekanın dolu görünmesiydi. Mekan sahibinin tek katkısı buydu. Localara gelen paralı adamlar da genç kızları bakışlarıyla taciz ediyor, kendi uçkurları için para ödüyorlardı. Buna çanak tutup ekmeğine yağ süren kızlarda vardı. Her şey karşılıklıydı. Kıza gösteriş yapıp masayı donatacak adam, mekan sahibine kazandıracaktı, adam uçkuruna bakacak, kız ise çekeceği birkaç story ve içeceği alkole.

"Emin ol şişirme müşteriye ihtiyacım yok. Onlar benim müşterim bile değil. Asıl müşteriler gizli. Bölümleri ayrı. Yerini sadece ben ve o kötü adamlar biliyor. Normal görünmek zorunda olmasam o bölümü açık bile tutmam. Aslında zorunda da değilim. Öğrenciler haricinde bile mekan fulle kapatıyor. Amaç sadece gençler eğlensin."

"O kadar iyisin ki." İçimden söylemek istediğim bu cümle dışımdan çıkınca gözlerimi devirmeme engel olamadım. Bu adama hemen bir terapist tutmalıydık. Aksi halde sonuçlar tartışmasız ve açıktı.

Cevap vermeden ilerlemeye başladığında ben de harekete geçtim. İlerlediğimiz ne dar ne de geniş olan aynalı koridor geniş bir kapıdan büyük mekana açılıyordu. Bu haliyle sadece bar ve dj kabini sayesinde gece kulübü sıfatına uyuyordu. Masalar kenarlarda ve sandalyesizdi. Özel localar belirlenmiş, özenle yerleştirilmişti. Onlarda oturulacak yerler vardı. Mekanın tam ortasındaki bar, dört barmen koyulduğunda her taraftan gelen kişilere hizmet sağlayacak şekildeydi. Dans edilen yerin karşısında dj kabini, basamakları, materyalleri ve yanında özel locaları vardı. Barın hemen iki tarafında, uzakta, localar ve dj kabininin olmadığı bölümlerinde, gövdesi geniş ağaçlar vardı. Karşılıklıydı. Tavanı yüksek bu mekanda varlıkları sorun çıkarmazken boyları belirli ölçüde uzayan cinsten oldukları açıktı. İkisinin de iki yanında masalar vardı. İçip kafaya bulan insaların o ağaçlarda neler yaptıklarını düşünmek zor değildi.

Soykan ilerleyip barı geçtiğinde arka tarafa konulan masada, sadece bu saatlerde kurulduğu belli olan, bir masa, sandalyeler ve orada oturan bir kişi vardı. Soykan'ı gördüğü anda ayağa kalkıp yüzündeki kocaman gülümsemeyle kolunu bileğinden kırdı ve avucunu avucuna vurdu. Uzaklaşmadan bir omuz darbesi de atarken gülerek konuşmaya başladı. Soykan'ın yüzünü göremiyordum ama onun omuz darbesine karşılık vermemişti.

"Vay Baran's Soykan's hoş geldiniz, efendim." derken gözleri beni buldu. Ellerini gözlerine götürüp ovuştururken birkaç kez açtı, kapattı ve bu sefer de bana yaklaştı. Yüzündeki ifade bana tuhaf gelirken adımlarımı durdurdum. Ne yapacağını beklemeye başladım.

"Ovv! Bu güzellik de kim? Yoksa o mu? Taş gibi hatunu bulmuşsun tabi çıkmazsın evden. Tabi gelmezsin mekana." diyerek bana yaklaşıp aynı şekilde elini kaldırdığında öylece kalmıştım ki Soykan enseninden tuttuğu tişörtüyle karşımdaki çocuğu aldı ve kalktığı sandalyesine oturttu.

Bana kısaca 'geç' diyerek boş bir sandalyeyi işaret ettiğinde oturdum. O çocuğun tam karşısına. O esnada o da sızlanmaya ve söylenmeye başlamıştı. Kimdi bu çocuk? Soykan'a böyle davranabildiğine göre çalışanı değildi. "Ya Soykan's bir sakin olur musun? Tanışacaktık ne güzel."
Elini bu sefer normal bir tokalaşma yapmak için uzattığında konuşmaya devam etmişti.

"Ben Taha Bektaş. Sizin adınız nedir güzel kadın?" Tavrı içimdeki gülme isteğini bastırmama sebep olurken Soykan'dan bir hamle daha gelmiş, bu sefer de ensesine bir tokat patlatmıştı. Ardından sinirli bir ifadeyle konuşmuştu.

"Biraz adam ol lan, ibne. Am gibi gevşedin hemen." Ettiği küfürü ilk defa duyarken gözlerim kocaman olmuş ve ona hayretle bakmıştım. Ayrıca çocuk bu hareketine sebep olacak bir şey yapmamıştı. Ona olan bakışlarıma karşılık olarak ne var, dercesine bana bakarken Taha'nın elinin hâlâ havada olduğunu görerek elini sıktım. "Mira." dedim kısaca. O Soykan'ı takmadığını belli eden bir ifadeyle konuşmaya devam ederken ellerimiz ayrılmıştı.

"Soyadım nasıl ama? Kendim koydum. Taş gibi çocuğum değil mi?" dediğinde yüzümde oluşan gülümsemeye engel olamadım. Soykan'ın kafamız dağılır, dediği buysa bu çocuk bunu başarırdı. Sözlerinin yanında konuşma tarzı, jest ve mimikleri, ellerinin hareketi bile komikti. Saçları açık kumraldı, gözleri yeşilin en koyu tonundandı ama aralarında parlak lekeler ve renkler vardı, boyu uzundu. Burnu kemerli ama küçüktü. Gözleri büyüktü. Dudakları solgun olsa da gözlerinin parlaklığı yüzüne yayılıyordu. Saçları açık renkken kirpikleri koyu renk ve kıvrımlıydı. Baby face denilen erkeklerdendi. Sakalları yoktu.

Bakışlarıyla bile birçok kızı etkilerdi ki bu mekanda bunu yaptığı ve sıkça iltifat aldığı kesindi. Üzerinde sade, beyaz bir tişört ve mavi renk bir jean vardı. Ayakkabıları beyazdı. Ben onu incelerken onun Soykan'a yönelltiği soruyla gözlerim kocaman açılırken bahsettiği yere baktım.

"Soykan's senin boynuna ne oldu? Abi hiçbir gecenin sonunda bile böyle bir şey görmedim ben sende. Sen bedenine iz bıktırmazsın. Yoksa-" Devam ettireceği sözlerini bölen Soykan oldu. Gözleri direkt olarak gözlerime odaklanırken çenesiyle beni işaret etti ve dudaklarını araladı. "O yaptı." Gözlerim daha ne kadar açılabilirdi bilmiyordum ama yuvalarından çıkmaları konusunda endişe ediyordum. Taha'nın kahkası ve çekingen bir ifade takınmış gibi yaptığı sesi tekrar kulağıma ulaştığında tepki verememişti. Eğlence konusu olmuştum.

"Abi kusura bakmayın. Özel hayata saygı bizde sonsuzdur. Lütfen gizli kalsın. İnsan bir saklar, şak diye söylüyorsun?" Sanki kendisi şak diye soruyu ortaya atmamış gibi konuşurken oluşan yanlış anlaşılmayla hemen araya girdim.

"Çimdikledim sadece. Yani beni sinirlendirmişti. Canı acısın da sussun diye yaptım." Kendimi açıklayan tavrım Taha'yı bir hayli eğlendirmiş olacakki dişlerini göstererek gülüyor ve devamında konuşuyordu.

"Nasıl yaparsan yap canım. O sizin fanteziniz."

Soykan kendi işine gelmeyen yerlerde tokadı indirirken şimdi hiçbir şey yapmıyordu. Sözleriyle ağzım ve gözlerim açık kalırken önce Taha'ya sonra ona bakmıştım. Ağzımı açıp cevap vereceğim esnada Taha bu sefer de beni takmamış ve masaya yaklaşan kızı kolundan tuttarak kendine çekmişti. Kızın ağzından kaçan keskin çığlık boş mekanda yankılanırken Taha'nın omzuna vurmaya başlamıştı. Kızın sitemlerini araya girerek kesti. Bana bakarak eliyle kızı gösterdi ve konuşmaya geçti. En azından konu benim üzerimden çekilmişti. Rahatsızlığımı belli ederek tepkiyi arttırmamak en mantıklı olandı ve öyle de yaptım. Az önce gözlerimin dışarı çıkacağı anın içine düşmemiş gibi normal bir tavır takındım. Onun gibi konuyu çabuk dağıttım.

"Bu Yağmur. Benim kardeşim. O da çok güzel değil mi? İkizim gibi ama aramızda 5 yaş ve bir cinsiyet farkı var. Ha bi de adı nasıl? Ben koydum. Yağmur. Çok güzel değil mi? Doğduğu gece çok yağmur yağmıştı. Ben de o yüzden adını Yağmur koydum." Kız onun da dediği gibi kopyası gibiydi. Onun aksine çok daha ağır başlı ve hanımefendiydi. Kibar bir şekilde ojeli ve ince ellerini bana uzattığında ben de elini sıktım. Yağmur'un saçları göğüslerinin üzerinde biterken önündeki pelçemlerle güzelliği artmıştı. Boyu muhtemelen benimle aynı ya da kısaydı.

Taha soyadımı da Yağmur'un adını da ben koydum, demişti. Kardeşinin adını koyabilirdi de soyadını nasıl kendi koyabilirdi ki? Aklımı kurcalayan sesi iç sesim susturdu. Belki değiştirmiştir.

Düşünmeyi bir kenara bırakarak söylediklerine istinaden kafamı salladım. Yağmur utangaç bir edayla Soykan'a bakarken tavrı garipti. Sanki ondan hoşlanıyor gibiydi ya da çekiniyor gibi. Bakmaya utanıyordu. Bunun sebebi neydi ki? Soykan benim yanımda otururken Yağmur abisinin yanına oturdu ve kısık bir sesle konuşmaya başladı.

"Hoş geldin Baran abi." Soykan ona karşılık verirken bana döndü. "Sen de hoş geldin abla. Gerçi abla diyorum ama hiç büyük durmuyorsun. Kaç yaşındasın?" Sevecen tavrı ve sıcakkanlı sorusuyla aynı tavırla cevap vermeye çalıştım. "20. Sen?" dediğimde yüzündeki gülümseme büyüdü. "Ben de. Abim 25 yaşında. Baran abi de 26 yaşında. Sizi birlikte görünce aynı yaştasınız sandım."

Bizi birlikte görmesini farklı yoran Yağmur'un bir şeyler bilmediği açıkken Taha'nın sözlerinden olaya hâkim olduğu kesindi. Yağmur'un böyle düşünmesi de normaldi. Sonuçta mekan sahibi kapalı mekana biriyle gelmişti. Yaşlara da hakim olunca öyle düşünmüştü. Soykan 26 yaşındaydı. Bunu annesiyle ilgili anısını anlattığında çıkarmıştım zaten. Soykan yaşını asla göstermemekle birlikte o olgun tavrına nazaran asla yaşlanmayacakmış gibi duruyordu. Hep aynı yaşta kalacakmış gibi.

"Siz nereden tanışıyorsunuz?" Merak ettiğim bir soruydu. Çünkü ben Soykan'ın tek arkadaşı Aras sanıyordum. Kardeşinin bile yaşına kadar bilmesi, abisiyle birlikte mekanda kalması geçmişlerinin olduğunu gösteriyordu.

"Uzun süredir arkadaşız biz." dedi Soykan hemen araya girerek. O girmese Taha bir şeyler söyleyecek gibiydi. Az önceki neşeli halinden ziyade daha durgun bir sesle konuştu Taha bu sefer. "Rahat 7 - 8 yılı var." diyerek devam ettirdi Taha onun sözlerini.

"Taha ve Yağmur bu mekanla ilgileniyorlar. Yani buranın patronu onlar. Bu bölüm Yağmur'un diğer bölüm Taha'nın." Sözleri sanki daha fazla kurcalamamı istemeyen bir şekilde dilinden dökülürken bunun sebebi Yağmur'un diğer bölümle ilgili gerçekleri bilmemesi yoksa başka bir şey miydi? Bilmiyordum ve pot kırmamak adına soramıyordum.

Gözlerim Yağmur'u bulduğunda ona hitaben konuştum. O da bana bakıyordu. "Okuyor musun sen?" dediğimde hemen kafasını salladı. "Evet. İşletme ikinci sınıf öğrencisiyim. Abimin hiç okulla arası yokken üniversiteye girmem için çok uğraşmıştır. Zor olmuyor ikisini yürütmek onu merak ettiysen. Zaten okul çevrem de hep burada. Okul eğitime katkı sağladığı kadar işime de katkı sağlıyor. Zaten kopya ya da soru sızdırmayla herkes bir şekilde geçiyor." Anladım dercesine kafamı sallayıp konuşacaktım ki Taha tekrar konuşmaya başladı.

"Benim kafam nerede itlik, serserilik var ona basıyor. Okulla hiç alakam olmadı. Alfabeyi bile ezberleyemedim." İçimden son söylediğinin gerçek olmamasını geçiriyordum. Şu an ilkokul öğrencilerinin çoğu bunu biliyordu.

"Bir bok olmazdı zaten senden." dedi Soykan keyifle. Taha'nın kafasını dağıtacağını biliyordu. "Senden çok oldu ya." dedi Taha bir çocuk edasıyla. "Hukuk fakültesine dereceyle girdiğimi biliyorsun. Üstelik zorlama derslerle. Diğer olduğum bokları saymayayım istersen."

Soykan hukuk fakültesini mi kazanmıştı? Bitirdiğimi değil de girdiğimi dediğine göre okumamıştı. Bu hayatımın en büyük şoklarından biri olabilirdi. Beklemiyordum. Kazanamaz diye değil de onu test çözerken bile hayal edemiyordum.
Taha'ya bunları söylerken hava atmaktan ziyade takıldığı çok belliydi.

"Manken gibi çocuk olmuşum. Daha ne olayım? Adam olana çok bile. Hele bir de sizin gibi dallamaların yanında geçiyor ömrüm. Size sadece götüm layık." Soykan oturduğu yerden uzanıp Taha'nın kafasını hedef aldığında Taha her ne kadar kaçmaya çalışsa da nasibini almıştı. Eli kafasına gittiğinde sızlandı. "Abicim benim bir ağırlığım var ama. Koskoca patronum. Çalışanların yanında, kardeşimin yanında, yengemin yanında ayıp olmuyor mu?" Yenge derken gözlerini olabildiğince büyütmüş ve beni işaret etmişti. Yenge ne be?

"Senin götün ayıp olmuyor mu?" dediğinde Taha çocuk gibi inatlaşmaya devam ediyordu. "Sen küfür ediyorsun ama." Savunması ve ifadesi çok komikti. Yağmur ikisine gülerken ben gülmemek için kendimi tutuyordum.

"Ben ayıp oluyor, dediğimi hatırlamıyorum."

Taha yönünü Yağmur'a çevirip önce konudan bağımsız sonra ise sözlerine karşılık olarak konuştu. "Bize içecek bir şeyler getirsene abicim. Ulan adama vuracağım bir tane. Alacak beni altına. Sonra bir ay bok gibi suratla gez."

"Alışık olmadığın şey değil." dedi yabancı bir ses. Yağmur oturduğu yerden kalkmış, o kişinin yanından geçerken gizli gizli ona bakmaya çalışıyordu. Benim bakışlarım ise direkt olarak ondaydı. Üzeri tamamen gece mavisiydi. Üzerinde paraşüt, cepli bir pantolon, erkeklerin spora giderken tecih ettiği, dar, uzun kollu bir body ve onunda üstünde cepli, havalı bir kumaştan yapılmış yelek vardı. Cepleri fazlaydı. Ayağındaki siyah çizmeler ve yüzünün yarısını kapatan maskeyle gri gözleri elmas gibi parlıyordu. Kıvrık, sık ve uzun kirpikleri birer ok gibi baktığı insana saplanıyordu. Saçları siyah, üçe vurulmuş, üç numara saçta bile etkileyici görünen bir adamdı. Kasları bodyden fırlamıştı. Uzundu ama Soykan'dan biraz kısaydı.

Masaya yaklaşıp maskesini indirdiğinde boynuna düşen maske ile kirli sakallı, kemikli yüzü meydana çıkmıştı. Burnu şekilli ama çok küçük değildi. Karakteristikti. Dudakları büyük ve renkliydi. Kulak memesi yapışıkken şakağında belirgin olan damarın belirginliğinde, hemen gözünün burnundan uzak tarafı ve bittiği yerden başlayan derin bir yarık vardı. Göz damarlarının belirgin olduğu yere o yara izi de ev sahipliği yapıyordu. Şakağında değildi. Alnında değildi. Kaşında değildi. Tam gözünün altında, göz damarlarının başladığı yerdeydi.

Soykan'a yönelen adamla ikisi tokalaşıp ayrıldığında gelen kişi Yağmur'un kalktığı yere oturdu. Bu adamdan Soykan ve Aras'tan aldığım o karanlık havayı alıyordum. Tehlike onun varlığından da yayılıyordu. Birkaç dakika Taha ile dağılan geçmişin bulutları bu adamla tekrar üzerime yerleşmişti. Taha'yla da tokalaştıktan sonra gözleri bana değdi. Bakışlarındaki ağırlık kendimi kötü hissettirirken ekstra yaptığı bir şey yoktu. Dümdüz bakıyordu. Onun gözleri de gözlerimde fazla oyalanmazken elini uzattı kafasını yavaşça selam verircesine eğerek. Göz temasını tekrar kurup elimi uzattığımda bakışlarının sertliği beni eziyordu.

"Uygar Asiyel."

İsmini söyleyerek elini çektiğinde ismimi söyleyerek karşılık verdim. Soykan'ın sesi tekrar duyulduğunda kafamı ona çevirmiştim. "Uygar buranın, evin, güvenlik gerektiren her yerin güvenliğini sağlar. Onunla da vardır en az beş senemiz."

"Altı sene bitti." Bakışları gibi kendine has olan sesiyle bakışlarımı yine kısaca değdirip çektim. Yara izine gözümün dalacağını ve belki de rahatsızlık verceğimi bildiğim için kısa kesiyordum. Yağmur hâlâ gelmemişti. Getireceği içecekleri bar bölümünden almak yerine başka bir yere geçmişti. Onlar aralarında Yağmur'un da olmayışını fırsat bilerek diğer bölüm hakkında konuşmaya başlamışlardı.

Yağmur'un gittiği yere odağımı verdiğimde karşımda bulduğum Yağmur az önce buradaki neşeli kızdan çok uzaktı. Daha dikkatli baktığımda ellerinin titrediğini ve avucunda bir kağıt olduğunu fark ettim. Bakışlarımı fark eden Uygar'ın bakışları Yağmur'u bulduğunda oturduğu yerden hızla kalktı. Aniden Yağmur'a atıldığında ona yaklaştı ve kolundan tutarak daha seri hareketlerle masaya ulaştırdı. Masanın başında duran Yağmur, sesi titreyerek konuşmaya başladı.

"İçecek ayarlıyordum. Birden geldiler. Ofisin kapısını kapatıp üç kişi etrafımı sardılar. Bir not bıraktılar. Bu notu."

Öyle korkmuş görünüyor ve zorlukla konuşuyordu ki ne yapacağımı bilemeyerek oturduğum yerden kalkamamıştım. Durumun ciddiyetini fark eden Taha yüzünde olan ifadenin aksine bambaşka bir kişiliğe bürünerek Yağmur'a yaklaştı. Elinden bize göstererek tuttuğu kağıdı alıp masaya atarken yüzünü de avuçlarının arasına aldı.

"Bir şey yaptılar mı sana?"
Yağmur hızla başını iki yana sallarken daha önce böyle bir şey yaşamadığı için bu denli korktuğu belli oluyordu. Uygar notu okurken Soykan'ın gözleri etrafı tarıyordu.

"En yakın zamanda tanışmak isterim bayan Mira."

Yerinden kalkan Soykan'ın sandalyesi geri düşerken koluma uzanarak oturduğum yerden kalkmamı sağladı. Beni arkasına aldığında Uygar'ın kolu Yağmur'a uzanmış, küçücük kalan bedenini arkasına almıştı. Bizi güvenli bölgeye aldıklarından emin olduktan sonra aynı anda Uygar ve Taha'nın elleri bellerine gitti.

"Şimdi!" diye bağıran Uygar'dı. Gözleri mekanın etrafına yerleştirilen aynalardayken oradan birilerini gördüğü belliydi.

"Üç, dokuz."

Uygar sola, Taha sağa ateş ederken üç sağ, dokuz ise sol oluyordu. Saate göre konum belirlemişlerdi. Silah sesiyle olduğum yerde sıçrarken benden farkı olmayan Yağmur korkuyla Uygar'ın koluna yapışmıştı. Soykan önümde siperdi. Üç kişilerdi, demişti Yağmur. Onlar ise iki el ateş etmiş, devamında iki acı dolu ses gelmişti.

"Silah arabada. Uygar silahı ver." Bu sözleri söyleyen Soykan'dı. Sert baskısı her yeri doldururken Uygar'ın sol tarafta olan gözleri bize döndü. Silahın namlusunu ne zaman tam karşısına çevirdiğini anlamadığım anda bir el silah sesi daha geldi. Adam on ikideydi. Uygar onu bakmadan vurmuştu. Bunu nasıl yaptığını anlamak için bizden çekilen gözlerinin baktığı yere baktım. Arkamızda kalan ve vurduğu adamı gösteren ayna görüş açısındaydı.

Silah seslerini duyan korumalar içeri dalarken titreyerek ağlayan Yağmur'un başında hem Uygar hem Taha vardı. Taha Yağmur'un o haline dayanamayıp silahını havaya doğrulttuğunda peş peşe ateş etti. Aynı zamanda güçlü haykırışı tüm duvarları titretti. Uygar'ın bir eli sıkıca Yağmur'u sararken bu sefer ortalığı inleten sesler Uygar'dan geldi.

"Hepsi canlı. Götürün. 25. bölgeye."

Taha elindeki silahı masaya atarak kardeşine sarıldı. Yaşadığım anın dehşetini üzerimden atamazken bozulan sinirlerim tüm benliğimi sarstı. Soykan'ın kolu donukluğumdan kaynaklı olarak bana uzanacaktı ki hızla geri çekildim ve hırsla bağırdım.

"Siz kimsiniz?"

Dilimde tekrar eden ve sürekli olarak telefuz ettiğim cümleyle kontrolümü kaybetmiştim. Ani seslerden korkan ruhum ard arda patlayan silahlarla krizin eşiğindeyken iki omzumu saran ellerle sarsılıyordum. Sarsılıyordum ancak kontrolü sağlayamıyordum. Tam anlamıyla beni kafasleyen eller hırsla bağırdı. Herkesin sesi yüksek, sabrı dağınıktı.

"Biz kötü köyün kötü tohumlarıyız."

《☆》

Yazardan;

Kaybetmişti.

Şansını ve belki de geleceğini...

Bu şans bir daha ayağına gelebilecek miydi?

Bulunduğu odanın içinde bir sağa bir sola giderek öfkesini ve kaybetmişliğini sindirmeye çalışan, henüz daha 18 yaşında olan genç hayatının bundan sonra ne yöne savrulacağını merak ediyordu. Yurt dışına açıldığı bu ilk maçın tek şansı olduğu söylenmişti ama o maçı kaybetmişti. Karşısındaki rakip onunla aynı konumda değildi ki. Hiçbir anlamda. Bu yüzden mi tek şansıydı yoksa tek şansı son bulsun diye mi ayarlanmıştı?

Rakibi ondan daha kalıplıydı. Kaslıydı ve hiçbir bilgisi olmasa bile ona göre hastalıklıydı.

Maçtan mağlup çıkmasının yanında bu maçın stresi de onu fazlasıyla yormuştu. Üzerindeki tişörtü çıkarmış, havlusunu çıplak omzuna atmış, bir ileri bir geri gidiyordu.

Sakinleşmeye çalıştıkça olacakları düşünmek onu derin nefesler almaya itiyordu. Ve beklediği an gelmişti. Arkasında kalan kapı açıldığında hızla o tarafa döndü. Yüzü karşısındaki adamla kireç gibi olurken o adam öfkesini soluklarına vuruyordu. Kendisi gibi kara gözlü, yaşlarının ortasında olsa bile tek bir beyazı olmayan siyah saçlarıyla ifadesi daha da keskinleşiyordu.

Adam hızla kendisine yaklaştığında nasıl tepki vereceğini bilmiyordu ancak karşısındaki adamın tepkisini kestirebiliyordu.

"Kaybettin Baran Soykan. Onca insan A'zel çığlıkları atarken sen kaybettin." Mahir'in sözleri bir tokat gibi yüzüne vurduğunda karşısında duran adamla başını yere eğmişti. "Kaldır kafanı. Gözlerime bak." diyerek sesinin kontrolünü kaybetti Mahir. A'zel lakaplı illagel boksör Baran Soykan'ın gözleri ona değdiğinde tekrar yüksek sesi ortama yayıldı.

"Başla! Bir, iki," böyle başladığı sözleriyle şınav pozisyonu alan Soykan üçe geldiğinde başa saran sıralamayla sayısız kez şınav çekmeye başladı. "Devam et. Durmak yok. Bir, iki, üç," Maçtan önce girdiği sıkı antreman ve maçta rakibinden aldığı darbelerin etkisi şınava karıştıkça çektiği zorluk artıyordu. Sürekli tekrar eden sıralama belliydi.

Bir, iki, üç.

Kaç tur tamamladı, bilmiyordu. Zorlanan bacak kasları sanki kopacakmış gibi gerilirken yeni yeni gelişmeye başlayan bedeni bunu kaldıramıyordu. Üstelik yüzündeki kan hâlâ yerli yerinde duruyordu. Temizlemeye, düşünmeye vakti olmamıştı.

"Gelin!" diye bağırdı yanı başında dikilen adamın güçlü sesi. Sesi duvardan sekip algılarını deldi. İçeri giren ondan fazla adamla dehşeti netleşti. Adamların hepsi etrafında bir daire oluşturduğunda dairenin içinden çıkan Mahir söze bir kez daha girdi.

"Başlayın."

Ne olduğunu anlayamadan sayısız adamın darbelerine maruz kalan Soykan yerden bile kalkamamıştı. Normal şartlarda hepsini teke tekte veya toplu bir şekilde de yenebilecekken çektiği sayısız şınav buna engeldi. Güç bedeninden çekilmişti. Karına aldığı sert tekmeler kaburgalarından gelen sesi kulağına iletmişti.

Sırtına, kimi zaman başına, kalçasına ve karnına gelen tekmelerle yerden doğrulmayı denedi. Bulduğu son güçle ayağı kalktığında karşısındaki adama attığı yumruk adamı yere düşürmüş, kendisine olan öfkenin şiddetlenmesine sebep olmuştu. Kolundan çeken bir diğer adam Soykan'ı kendine çevirdiğinde yumruğunu çenesine geçirdi. Ayakta durmakta zorlanan bedeni yere savrulduğunda artık tekmelerin şiddeti daha fazlaydı. Ekstra olarak yumruklar eklenmişti. Kollarıyla kafasını kapattığında adamların dur emrini, almasını beklemekten başka seçeneği yoktu. Yattığı soğuk zeminin buzdan, çıplak bedenine aldığı darbelerin ölümden farkı yoktu.

Duyduğu acı fazlaydı. Bu halde olmasının sebebi canını daha çok acıtıyordu. Tekmeler artık onu nefessiz bırakıyordu. Burnundan ve dudağından akan kanlar yüzünü kırmızıya boyuyordu. Derince almaya çalıştığı nefes öksürüklere karışıyordu.

Öldü zannederek bir hastanenin bahçesine bırakılsa müdaheleye cevap vermeden bedeninin kaldırılacağı yer morg olurdu.

"Çıkın!" dedi Mahir. Adamlar geldikleri gibi giderken işkence boyutuna ulaşan bu saldırıyı izlediği koltuktan kalktı ve Soykan'ın yanına çömeldi. Bedenini kulağına doğru eğdiğinde zehirli dili devreye girecekti. Soykan'ın kafasını kaldıracak dermanı dahi yoktu. Derman bedeninden çekilmişti.

"Şu an bu halde olmanın sebebi maçı kaybetmen değil. Eğer baban öldürülmemiş olsaydın şu an top koşturuyordun. Maçlara çıkmak zorunda kalmayacaktın."

"Maçı kaybettiğin için değil baban öldürüldüğü için bu haldesin."

"Senin babanı öldürenler seni bu hallere düşürdü."

"Baban ölmeseydi maçlara çıkmak zorunda olmayacaktın."

"Bunların tek sorumlusu babanın katili. "

"Senin baban öldürüldü."

"Babanı öldürenler seni de o ringe gömdü."

Sürekli tekrarlanan belli ve aynı kelimeleri içeren cümleler kulağına ulaşıyordu. Canı yanıyordu. Kanının en deli aktığı zamanlarda yaşananlar öfkesini de nefretini de arttırıyordu.

'Babanı öldürenler seni de o ringe gömdü.'

'Maçı kaybettiğin için değil baban öldürüldüğü için bu haldesin.'

Her kaybedişinde her yenilgisinde bu sözlere maruz kalarak büyüdü o çocuk. Tüm bunları babası öldürüldüğü için yaşadığına inandırıldı.

Hâlbuki bugün düzenlenen maç tamamen Mahir'in planıydı. Ondan güçlü ve jacob's sendromlu o rakibi bile kendisi ayarlamıştı. Kaybetsin diye, kaybetmenin bedelini görsün diye, bir cinayeti aklı bellesin diye.

Zaferinde bile benzer cümleler döküldü Mahir'in dilinden.

Baban öldürüldüğü için...

《☆》

Saatler önce bir çatışmanın ortasında kalmıştık. Üç adamın üçü de bu duruma öyle alışıktı ki bakmadan bile adam vurmuşlardı. Hepsi canlı, demişti Uygar. Öldürmeden yaralı bırakmışlardı.

Bu saldırının sebebi neydi bilmiyordum. Notta bana dair izler varken ben muhattabı tanımıyordum. Eğer düşman sabitse etrafa saçtığı boş kovanlar artıyordu. Boşalan kovanlar bir bedeni de boş bırakabilirdi. Ruhunu söküp alabilirdi.

Soykan kolundan vurularak eve gelmişti. Onun öncesinde bir adam bana saldırmıştı ve bu kez silah benim elimde ateşlenmişti. Aras'ın ev yandığındaki endişesi aklıma düşüyordu. Bugün gerçekleşen çatışmanın sancılarını hâlâ ruhum taşıyordu. Tüm bunları sebebi bir kişi miydi yoksa her biri ayrı düşman mıydı? Bilmiyordum. Hiçbir şey bilmiyordum. Öğrenmek istiyordum. Sorguluyordum. Elimde olan tek bir isimdi. Onunda isminden başka bir şeyi yoktu ve düşünceleri gerçek değildi.

Mekanda sadece Taha kalmıştı. Tüm korumaları azarlar ve aralarındaki çöpleri ayıklarken oldukça ciddiydi. Kumarda ortaya canı ilk konulan kardeşiydi. Aslında Taha, Yağmur'u eve götürmek ve ilgilenmek istemişken Yağmur bunu reddetmişti. Aklının mekanda ve olayda kalacağını bildiği için olsa gerek teklifini kabul etmemişti. Uygar onu eve bırakırken biz de onlarla birlikte çıkmış ve onlardan ayrılmıştık.

Üzerimdeki şoku henüz atamamıştım. Yanımda ilk defa silahlar bu kadar seri patlamıştı. Soykan'ın cümlesi dahi donukluğumu çözemezken nasıl bir anda olduğumu eve geldikten sonra anlamıştım. Beni gerçeğe döndüren karnımdaki keskin ağrıydı. Regl olmuştum. Yumurtalıklarımın ikisinde de kist vardı. Sol tarafta olan daha büyük olduğu için sol kasığım daha dayanılmaz ağrırdı. Kistler regl olmamı geciktirirken iki aydan daha fazla olduğunu yeni yeni fark ediyordum.

Kendimle yalnız kalıp acıya odaklandığımda daha çok artıyordu ağrı. Uykum olmadığı sürece sırf ağrıyı unutmak için uyuyamıyordum. Ağrı uyutmuyordu. İlk günü ya da saatleri olmasının önemi yoktu. Eğer ağrı kesici içmezsem bu ağrı geçmeyecekti. Dinmeyecekti. Reglim kesilecekti belki ama acıyı çekmemek için bunu yapacaktım.

Regl olduğumu anladığım anda banyoda bulunan pedlerden birini hemen kullanmıştım. İç çamaşırımı ve üzerimi değiştirmiştim. Üzerimde yokmuş gibi hissettirecek kadar ince, saten, uzun kollu ve paçalı bir pijama takımı vardı. Rengi siyahtı. Böylece herhangi bir sızıntı durumunda arkama geçse bile leke belli olmazdı.

Seri sayılmayacak hareketlerle dayanılmaz ağrı eşliğinde salona indim. Mutfakta bulunan ecza dolabında ağrı kesici bulabilecek miydim, bilmiyordum ama öğrenmek için kurcalıyordum. O an bulduğum ağrı kesiciyi elime alırken hemen bir bardağa su doldurmuştum. Acaba iki tane mi içsem, diye geçirdim içimden. İki tane ağrı kesici içiliyordu ve zehirlemiyordu. Yan etkisinden çok da katkısı vardı. Tecrübeyle sabitliydi.

Önce bir tane içip rahatlamazsam sonra içerim diye düşünerek hapı yuttum. Elimin biri bardağın üzerinde ve masadayken diğeri güç almak için masadaydı. Bardağı elimden tam anlamıyla bırakarak saçlarımı geri ittim. Dağıttığım ağrı kesici kutusuna reçeteyi ve kapsülleri koyarken arkamdan gelen sesle irkilmiştim.

"Ne arıyorsun?" demişti kısaca. Ardımdan mutfak dolabına yönelerek bir bardak almış ve doldurduğu suyu içmeye başlamıştı. "Ağrı kesici içtim." diye karşılık verdiğimde tezgaha yaslanarak kaşlarını çatmıştı. "Neden?" Bunu neden sorguluyordu ki? Allah Allah. Ağrı yine tüm sinirlerimi birbirine düğüm etmişti zaten. "Regl oldum çünkü." Sinir sesime de yansıdığında yüzündeki ifadenin değiştiğini görebiliyordum. Tamam senin, diyordu.

"İki aydır olmuyorsun tabii. Şimdi sen nasıl sinirli olursun. Sol taraftaki kist ağrı yaptıkça delirirsin artık." Yeter, cidden ya. Yumurtalıklarımdaki kistte kadar bilmesine gerek yoktu. "Bunu da mı biliyorsun ya? Hayır yumurtalığımdaki kisti bilmek hayatına ne kattı? Ne yapacaksın bu bilgiyi?" Elindeki bardağı tezgaha bıraktığında ciddi ciddi suratıma bakıyordu.

"Şimdiden başlamış. Sen salona geç. Ben geliyorum." Nefret ediyordum reglin dengesizliğinden de ağrısından da anasından da avradından da... İçimdeki curcunayı bastıran iç sesim sakin ol, diyordu. "Zaten salona geçecektim. Söylemene gerek yok."

Elimdeki ağrı kesicinin kutusunu masada bırakarak sert adımlarla salona geçtim ve büyük koltuğa oturdum. Ona zaten sinirliydim. Üstüne karşımda bilmiş bilmiş konuşunca deliriyordum. Az daha adamlar bizi kurşuna diziyordu ama adam benim ağrı kesici içmemi sorguluyordu. İçimde savaş başlatan iki soru vardı şimdi. Ben tehlikede onunla olduğum için mi kalıyordum yoksa tehlikeye ben mi sebep oluyordum? Düşmanların dilinde sadece adım ve varlığım vardı. Hava karanlıktı. Geceydi artık. İçerisi sıcaktı. Salon tamamen aydınlıktı. Beyaz ışık etraftaydı.

Aradan geçen on dakikanın sonunda Soykan elinde pembe, yumuşak, peluş su torbasıyla belirdiğinde bana yaklaşmaya başladı. Tam önümde durarak üzerime eğildiğinde sıcak su torbasını sol kasığımın üzerine bıraktı. Böyle yaptığında üzülüyordum. Kendimi kötü hissediyordum. Teşekkür edemiyordum. O da bana yaşattıkları için özür dilemiyordu. Gerçi bizim birbirimize edeceğimiz teşekkür de dileyeceğimiz özür de anlamsızdı. Bomboştu.

"Nerede buldun bu pembe su torbasını?" dedim kısık, kırgın ve duygusal bir sesle. İşte bu yüzden nefret ediyordum regl olmaktan. Az önce bağırdığım için üzülüyordum mesela. Sonra aklıma yaşananlar ve yaptıkları geliyor, çelişkiden deliriyordum. "Evde vardı." dedi.

"Buna sen sarılıyor değilsin ya. Neden evdeydi?" En azından ortamı dağıtmaya çalışıyordum. "Yağmur'un. Bir gün hava çok soğuktu. İbne Taha'da montunun içine koyup gelmişti. Oradan kaldı." Yüzümde dudaklarımı titreten bir gülümseme oluştu. Acılar çenemden derimi çekiyordu. Yağmur'un etrafında onu koruyan insanlar vardı. Seven, sayan insanlardı. Üstelik düşmanlık duyduğu veya nefret beslemesine sebep olacak kişiler değildi bunlar. Abisi vardı hiç kimse olmasa bile. Ben de hep bir abim olsun istemiştim ama sonra ya babam gibi olursa diyerek olmadığı için şükür etmiştim. Bu düşünceler canımı yakıyordu. İçim acıyordu. Duygusallık her yanımı sarıyordu. Soykan nasıl sarhoşluğun arkasına saklanıp bana içini açıyorsa ben de bugün regl duygusallığına saklanıp dağılabilirdim. Kasığımın üzerindeki torbaya ellerimi koyarak ısıttım ve kasığıma bastırdım. Aniden kaldırdığım kafamla ona bakarken onu da bana bakarken buldum.

"Beni öldürdüğün 25 Aralık gününü anlatsana bana."

Bir çırpıda döküldü dilimden bu kelimeler. Ondan dinlemek istiyordum. Eğer dediği gibi yapmadıysa önüme sunduğu kanıtları anlatsın istiyordum. "Emin misin? 25 Aralık'ta çalan ölüm çanlarının sesi çok yüksek. Kaldırabilecek misin?"

Kaldırabilecek misin dediği şeyleri ben yaşamıştım. Konuşmadan kısaca, onaylar bir şekilde kafamı salladım. Cebinden çıkardığı bir sigarayı dudaklarına koydu ve yaktı. İlk nefesi verdikten sonra bölme, demişti. Anlaşılan o ki uzun konuşacaktı.

"O gün," dedi kısaca öksürerek sesini düzeltirken. Ardından devam etti. "Uyanıp mutfağa indiğinde içtiğin suyu hatırlıyor musun?" Hatırlıyordum. Masada sürükleyerek önüme gönderişini dün gibi hatırlıyordum. Kafamı aşağı yukarı salladım. "Bayılamanın sebebi kriz geçirmen değildi. Çünkü kriz geçireceğin bir şey yaşamadın. İçtiğin suyun içinde ilaç vardı. O gün yatağa düştüğün andan itibaren olduğunu sandıkların senin bilinçaltındı. Ben o gün sana dokunmadım." Nasıl yani? O gün üzerime çıkıp yırttığı tişört, üzerimde yaptıkları nasıl yaşanmamıştı?

"Üzerimdeki tişörtü yırttın. Sesini duydum. Boynumu morarttın. İzi vardı. Bana dokundun. Dokunuşlarını hissettim." Öfkeyle ve bir o kadar da çekildiğim geçmişin acısıyla titreyen sesimle konuşmuştum. Ellerim sıcak su torbasını daha çok bastırırken hırsını oradan aldığını sanıyordu.

"Yırtmadım. Morartmadım. Dokunmadım. Hepsi bilinçaltının oyunuydu. Korkuyordun. Kötü şeylerin olmasından korkuyordun. İçtiğin sudaki ilaçta da bilinçaltını tetikleyen maddeler vardı. Korktuğun ve yaşanacağını düşündüğün olayların hayalini gördün. Sonra da ilacın etkisiyle bayıldın." Ben bedenim kirlendi diye günlerce çok ağladım. Çok zor şeyler yaşadım. Peki şimdi yaşadıklarıma üzülecek, yaşanmadığı için sevinecek miydim?

"Yataktaki kanı bileğini keserek yaptın. Peki morluklar ve kasıklarımdaki ağrı?" Sesim kırgın çıkıyordu. Zor çıkıyordu. Gözlerim doluyor ama akmıyordu. Sigarasını tuttuğu elinin bileğini çevirerek yara izine baktı ve sigarayı dudaklarına çıkarttı.

"İlacın yan etkileri normal insanda iki, bünyesi zayıf olan insanda dört gün sürüyor. İlacın bedenindeki etkisi bağırsaklarına da vuracaktı. Ağrı yapacaktı. Bir gün öncesinde alkol almış olman da kasıklarını ağrıttı. Sende daha çok yan etki yaptığı için beni gördüğünü sanıyordun. O gün beni gördüğünü sanman da duman kadar ilacın yan etksiydi. Morlukların bir kısmı önceden kalanlardı. Yeni gördüklerini de bugün Taha'ya söylediğin gibi yaptım."

Aklımın almadığı şeyler vardı. O gün bana dokunmamakta o denli kararlıymış ki morlukları bile sıkarak yapmıştı. Peki daha öncesinde neden yaptı? Delirecektim. Neyin içinde olduğumu anlayamamak beni delirtecekti. Tişörtü yaktığım gün hastaneden gelince onu gördüğümü sanmıştım. Anneme de sormuştum. Kimse yok, demişti. Yoktu. O gün orada gerçekten yoktu. O zaman anlattıkları doğru muydu?

"O gün bana dokunmadıysan daha öncesinde neden dokundun?" Gözlerimden yaşlar akıyordu ama dudaklarımdan hıçkırık kaçmıyordu.

"İstediğim için." dedi gözlerimin içine bakarak. Ondan nefret etmemi isteyerek.

"Bana dokunduğunu sanmamı isteyip sonrasında bana gerçeği veriyorsun. Neden yaptın o zaman? Acıması gereken bendim. Canımı acıtmak istedin ama yapmadın. Neden? İstediğin içinse o gün neden yapmadın? Sonrasında neden bana bunları yaşattın? Ailemin önünde yere attın, bedenimde iz bıraktın..."

Konuşmuyordu. Cevap vermiyordu. Başka bir sebebi olduğu ortadayken ya anlatmıyor ya da anlatamıyordu. Oturduğum yerden kalktım. Ona doğru adımlarken bir şeyler öğrenmek istiyordum. Bana günler önce verdiği nedenle sınırlı değildi. Olay sadece annemin canını yakmak istemesi değildi. Bu onun kendi intikamı olsa ya gerçekten yapar ya da bana gerçeği vermezdi. Oturduğu yerde, başında dikilirken ard arda aynı soruyu sıralıyordum. Ona yukardan bakarken aşağıdan ve kirpiklerinin altından bana bakan oydu.

"Neden? Neden? Neden?" Sorularımı hızla ve öfkeyle bölen sesiydi. Sabrı kalmamış bir şekilde çıkan sesi yüksekti.

"İzleniyorduk. Yapmak zorundaydım. Onlara bir iz gös-"

Sözlerini bölen ve oturduğu yerden kalkarak beni arkasına almasına sebep olan dış kapının şiddetle açılıp duvara vurmasıydı. Kim olduğuna bakmak için omuzunun üstünde yükseliğimde kapının önünde, saçlarından akan damlalarla duran Aras'tı. Dışarıda yağmur yağıyordu ve Aras ıslanmıştı. Soykan'ın arkasından çıkarak yanında durmaya başladığımda Aras'ın ifadesini daha net görüyordum. Telaşı her hücresinden okunurken ilk konuşan Soykan oldu.

"Ne oluyor Aras?"

"Abi saldırmışlar kontrol için gittim. İki tane ceset buldum." Aras'ın soluk soluğa çıkan sesiyle kelimeleri de solukları gibi birbirine dolanıyor, güçlükle konuşuyordu.

"Nereye saldırmışlar? Cesetler kimlerindi?" Soykan'ın buz gibi sesinden çıkan kelimeleri kalbimi üşütüyordu. Kim ölmüştü? Soluklarım Aras'ın solukları gibi hızlanırken kalbim deli gibi çarpıyordu. Aras içeri girerek kapıyı ardından kapattı. Salonun ortasına doğru adımlayıp karşımızda durduğunda gözleri kısa bir süre bana dokundu ve bu bakış ruhumu doldurdu.

"Emir ve Nefes." dedi tek solukta. Üç kelime başımı döndürüp kalbimi saniyelik durduğunda duyduklarımın etkisiyle gözlerim Aras'ın gözlerinde boşluğa daldı.

"Emir'in evine saldırmışlar. İkisini de... İkisi de abi. Cansız bedenlerini buldum. Birinin," dedi ve sözlerine birkaç saniyelik es verdi. Aldığı nefes ve derin yutkunuşla devam etti. "Başı yok."

Birinin başı yok.

O cümleyle yer ayağımın altından kaydı. Kaydı ama beni ayakta bıraktı. Kalbimin çarpıntısı soluklarımı kestiğinde kulaklarımı kapının sesi doldurdu. Son cümlesi beynimde sayısız kez tekrar ederken kapıya yönelen Soykan ve Aras'ın peşinden gittiğimden bile bihaberdim. Konuşuyorlardı ama duymuyordum. Doğru dilde çevirmiyordu beynim. Açılan kapının ardında duran koruma ve elindeki büyük, siyah kutuyla bize bakıyordu. Bir şeyler anlatıyordu. Dudaklarının hareketini görüyordum ama duymuyordum. Konuştuğunu anlıyordum. Aras kutuya tedirgince bakarken Soykan'ın donuk bakışlarını gerimde bıraktım. Korumanın elindeki kutuyu alarak hemen kapının önüne, yönümü içeri çevirerek bıraktım. Titreyen ellerim tereddüte mahal verirken kalbimin hızla atan sesini dinledim ve eğildiğim yerden doğrulmadan kutuyu açtım. Açtığım kutuyla Soykan'nın bir eli direkt gözümü bulup kapatırken beni kutudan uzaklaştırdı. Elimdeki kapak düşüp yeri bulduğunda dilimdeki sayısız tiz çığlıklar ve hıçkırıklar geceye karıştı. Deli gibi bağırıp çırpınıyordum. Ağlıyor, haykırıyordum ama sanki yaşamıyordum.

Son nefesinize kadar birlikte olmanız dileğiyle, demiştim. Duamın bu kadar çabuk kabul olacağını bilememiştim.

Son nefeslerini vermişlerdi ve birliktelerdi.

Ölüm çanları canımı çaldı. Ağır yaraladı. Sağ bıraktı.

《☆》

[Bölüm Sonu]

MELÂL♡

BÖLÜM SONU DÜŞÜNCELERİNİZ?

BURAYA BİZİM İÇİN BİR KALP

YENİ KARAKTERLERİ SEVDİNİZ Mİ?


SİZLERİ SEVİYORUM.

KENDİNİZE İYİ BAKIN. GÖRÜŞMEK ÜZERE.

İnstagram= snmnurgyk
Twitter=snmnurgyk

23 MART 2023

SEVGİLERİMLE
(SNG)

Continue Reading

You'll Also Like

382K 37.1K 29
Soyunu devam ettirmek zorunda olan bir ağaydı o. Bir erkeğe aşık olarak hayatının hatasını yapmıştı.
4.6K 571 32
Her köşe başı suç mahalli sayılabilecek kadar karanlık sokaklara attı kendini. Gecenin suçu siyah olmak mıydı? Yoksa her suçu koynunda saklaması mı? ...
10.5K 876 14
Afet, okuduğu kitapların yazarlarına mesaj atmayı seven bir kızdı. Bir gün, onlardan bir cevap alacağını da biliyordu. Ve öyle de olmuştu. Afet hiç b...
10.4K 799 14
ASKER&DOKTOR 🍂 (Muşlu bir asker adam ile Mardinli bir doktor kadının hikâyesi!!!) 🍂 Mardindi orası! Cahilliğin geliştiği ama aklın gelişmediği bir...