Maça Kızı 8

By dpamuk

165M 7.1M 24.5M

"Verdiğim acıyı silebilmek için her bir saç telini öpmek istiyorum," dedi. Önce nefes almayı bıraktım. "Ama... More

Tanıtım*
1.Bölüm
2.Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
11.Bölüm
12.Bölüm
13.Bölüm
14.Bölüm
15.Bölüm
16.Bölüm
17.Bölüm
18.Bölüm
19.Bölüm
20.Bölüm
21.Bölüm
22.Bölüm
23.Bölüm
24.Bölüm
25.Bölüm
26.Bölüm
27.Bölüm
28.Bölüm
29.Bölüm
30.Bölüm
31.Bölüm
32.Bölüm
33.Bölüm
34.Bölüm
35.Bölüm
36.Bölüm
37.Bölüm
38.Bölüm
39.Bölüm
40.Bölüm
41.Bölüm
42.Bölüm
43.Bölüm
44.Bölüm
45.Bölüm
46.Bölüm
47.Bölüm
48.Bölüm
49.Bölüm
50.Bölüm
51.Bölüm
52.Bölüm
53.Bölüm
54.Bölüm
55.Bölüm
56.Bölüm
57.Bölüm
58.Bölüm
59.Bölüm
60.Bölüm
61.Bölüm
62.Bölüm
Yılbaşı Özel Bölümü*
63.Bölüm
64.Bölüm
65.Bölüm
66.Bölüm
67.Bölüm
68.Bölüm
69.Bölüm
70.Bölüm
71.Bölüm
72.Bölüm
73.Bölüm
Bayram Özel Bölümü*
74.Bölüm
75.Bölüm
76.Bölüm
77.Bölüm
78.Bölüm
79.Bölüm
80.Bölüm
81.Bölüm
82.Bölüm
83.Bölüm
84.Bölüm
85.Bölüm
86.Bölüm
87.Bölüm
88.Bölüm
89.Bölüm
14 Şubat Özel Bölümü*
8 Mart Özel Bölümü*
Maça Kızı 8 Ailesi'ne*
Geçmiş Hikaye*
90.Bölüm
91.Bölüm
92.Bölüm
93.Bölüm
94.Bölüm
95.Bölüm
Bayram Özel Bölümü - II*
96.Bölüm
97.Bölüm
98.Bölüm
99.Bölüm
100.Bölüm
101.Bölüm
102.Bölüm
103.Bölüm
104.Bölüm
105.Bölüm
106.Bölüm
107.Bölüm
108.Bölüm
109.Bölüm
110.Bölüm
111.Bölüm
112.Bölüm
113.Bölüm
114.Bölüm
115.Bölüm
116.Bölüm
117.Bölüm
118.Bölüm
119.Bölüm
120.Bölüm
121.Bölüm
122.Bölüm
123.Bölüm
124.Bölüm
125.Bölüm
126.Bölüm
127.Bölüm
128.Bölüm
129.Bölüm
8*
18 Ağustos'un Devamı*
Son Perde*
8 Kasım 2017*
Yıldız Tozu*
130.Bölüm
131.Bölüm
132.Bölüm
133.Bölüm
134.Bölüm
135. Bölüm
136.Bölüm
137.Bölüm
138.Bölüm
139.Bölüm
140.Bölüm
141.Bölüm
142.Bölüm
143.Bölüm
144.Bölüm
145.Bölüm
146.Bölüm
147.Bölüm
148.Bölüm
149.Bölüm
150.Bölüm
151.Bölüm
152.Bölüm
153.Bölüm
154.Bölüm
155.Bölüm
156.Bölüm
157.Bölüm
158.Bölüm
3 Yıl, 1 Ay Sonrası*
159.Bölüm
160.Bölüm
161.Bölüm
162.Bölüm
163.Bölüm
164.Bölüm
25 Eylül 2018*
165.Bölüm
166.Bölüm
167.Bölüm
168.Bölüm
169.Bölüm
170.Bölüm
171.Bölüm
Güneşçiçeği*🌻
Güneşçiçeği*🌻🌻
172.Bölüm
173.Bölüm
175.Bölüm
176.Bölüm
177.Bölüm
178.Bölüm
179.Bölüm
180.Bölüm
181.Bölüm
182.Bölüm
183.Bölüm

174.Bölüm

288K 16.4K 26.7K
By dpamuk

Sevgili yol arkadaşlarım,

Hepinizi çok özledim...

Hayat, yine bi' 8 Mart'ta buluşmamızı nasip etti.

Dünya Kadınlar Günümüz kutlu olsun.

Sizi çok seviyorum!

Sağlıkla, var olun... 💛🌻

♠️

Bora derin bir nefes verirken, kara gözleri bana çevrildi. Usulca gözlerimi yumdum. Bu tamam demekti. Ki zaten, ben bu plana tamam diyeli dört yıl, iki ay, on dört gün olmuştu.

Son, başlangıçla iç içeydi çünkü hayat bir çemberden ibaretti.

Gülsem mi ağlasam mı bilmediğim bir şey vardı: Buradaki hikâyemiz, her şeyin başladığı yere dönmesiyle sona eriyordu.

"Olmaz!" dedi Bora sertçe. Sergio sıkıntı dolu bir nefes verirken, Bora'nın bakışları onu bulmuştu. "Böyle anlaşmadık!"

"Farkındayım," dedi Çınar samimiyetle. "Ama en mantıklı yol, bu... En olası, en güvenli, sizi ve bizi en iyi koruyabileceğimiz yol bu. Kara, zaten başka bir yol olsaydı sen bulurdun, değil mi?" Çınar'ın hiçbir cümlesi, Bora'nın bakışlarını kaplayan öfkeyi dağıtmaya yetmiyordu. "Maalesef kaçmak, o kadar da kolay değil. Ha kaçar mısınız, kaçarsınız. Ama yakalanma ihtimaliniz çok yüksek olur. Çünkü sizi ararlar. Sizi ne pahasına olursa olsun arar ve bulurlar. Sizden umudu kesmiş olmaları gerek ki gittiğiniz yerde rahat olabilin. Bunun için de maalesef, bu planı uygulamak zorundayız."

"Kara..." dedi Aydın. Bora'nın bakışları Aydın'a çevrilmişti. "Bu kez biliyor olacaksın, olacağız. O kadar da kötü bir fikir değil sanki, ha?"

"Bu fikrin iyi ya da kötü olması, nereye gideceklerine bağlı olarak değişir ve bize, ısrarla bunu söylemiyorlar..." dedi Gökhan. Bakışları Beyza'yı bulmuştu. "Beyza, nispeten daha az kalabalık bir yerde yaşasa da insan içindeydi. Yaşayan, daha iyi bilir muhakkak ama... Yaptığı evlilikle geçmişini örtebilmeyi başardı." Gökhan'ın muhatabı şimdi de Aydın'dı. "Tamam, arkasında hayvanat bahçesi de varmış fakat ne olursa olsun, bulunduğu çevrede kimin karısı, kimin gelini olduğu belliydi... Ama X bir yere, bir çift olarak yerleşmek, her zaman dikkat çeker. Birileri mutlaka sorar; kimsiniz, kimlerdensiniz, nerelisiniz, ne iş yapıyorsunuz diye. Dünyanın neresine giderlerse gitsinler, bu böyledir."

Issız bir adada, bu böyle olmak zorunda değildi.

"Bizi Bora'yla yalnız bırakır mısınız?" dediğimde, herkesin bakışları bana çevrilmişti. Bora'nın da. Diğerlerinden farklı olarak, onun bakışları yargılayıcıydı çünkü kendisini ikna etmeye çalışacağımı düşünüyordu. Oysa, benim gerçekten de böyle bir niyetim yoktu. Çünkü ikna edilmesi gerektiğini düşünmüyordum. "Yokluğumuz dikkat çekmeye başlamıştır. Herkes, bir sorun olduğunu düşünecek. Siz aşağı inin ve herkese, her şeyin yolunda olduğunu söyleyin lütfen. Biz de hemen arkanızdan geleceğiz."

Bora, sıkıntılı bir nefes koyuverirken, Çınar ile Gökhan da ayağa kalkmışlardı. Odadan en önce çıkan Beyza'ydı. Ve yalnızca Aydın, çıkmadan evvel Bora'dan izin alma gereği duymuş, o başını sallayana dek durduğu yerden bir adım dahi atmamıştı. Nihayet yalnız kaldığımızda, yumuşacık bir sesle, "Sevgilim," dedim.

Bora hızla bana döndü ve sertçe, "Buna asla izin vermem Nazlı!" dedi. Bakışları katran karasıydı. "Mezar taşında, ne senin ne de kızımızın adı yazabilir!"

Ayağa kalktım ve bir kez daha, "Sevgilim..." dedim.

"Sakın!" dedi, ikaz dolu bir tavırla. "Cümleye bu şekilde başlama... Ne söyleyeceğini biliyorum. Ama duymak bile istemiyorum. Lütfen."

"Gerçek olmayan şeylere, sence de biraz fazla anlam yüklemiyor musun?" diye sordum.

"Bazı şeylerin, gerçek ya da değil, dile getirilmesine dahi katlanmam mümkün değil Nazlı!" dedi sertçe. Kaşları havalanmıştı. "Senin için normal olabilir ama benim için değil! Senin sağın solun belli olmaz, sen inandırıcı olsun diye kendini vurdurtmaya bile kalkabilirsin! O yüzden beni anlamaktan çok uzak olabilirsin şu anda! Ama kusura bakma, ben oyun bile olsa, senin öldü gösterilme fikrine sıcak bakamayacağım!"

"Gerizekalı mıyım ben Bora?!" diye sordum, şaşkınlıkla. "Abartıyorsun!"

"Abartıyorum, öyle mi?!" dedi gülerek. Alt dudağını dişledi. "Fikre adapte olma süren üç saniyeydi, üç!"

"Fikri mantıklı bulmuş olamaz mıyım?"

"Rica ederim, bu fikir ile mantığı aynı cümlede bile kullanma Nazlı!" dedi, dediğim dedik bir tavırla. "Şimdiden söylüyorum. Böyle bir şey olmayacak!"

"Gerçekten, şimdi, bunu mu tartışalım?" diye sordum hayretle. "Bir davet verdiğimizin farkında mısın?"

"Farkındayım ama o davet, biz inene kadar başlamayacak... Ve biz Nazlı... Bu konuyu çözmeden, bu odadan çıkmayacağız!" dedi.

"Sen konuyu çözmek değil, senin dediğine ikna olmamı istiyorsun... Sen kal istersen sevgilim ama ben aşağı inmek ve izninle evlilik yıldönümümüzü kutlamak istiyorum..." Derin bir nefes verdim. "İnan bana mezar taşında ne yazdığının hiçbir önemi yok benim için. İstersen, seni öldü gösterebiliriz, fark etmez. Ama eğer bunu yaparsak, düşmanların benim ve kızımızın peşine düşeceklerdir illaki. Yani bizi rahat bırakmazlar! Bunu göze alabiliyorsan, sen bilirsin."

"Nasıl bu kadar rahat olabiliyorsun ya?!" diye bağırdı.

"Neden olmayayım?!" diye bağırdım, ben de. "Ne var ya bunda?!" Gözlerimin içine, sanki ona intihar edeceğimi söylemişim gibi bakıyordu. "Sen bana bu teklifi yapmadın mı zaten ve ben de kabul etmedim mi?!"

"Ohoo!" dedi Bora, sitemkâr bir tonlamayla. "Milattan önceye döneceksek... Biz bu işin içinden zaten çıkamayız ki!" Bakışları da sitemle doluydu ama gölgelerinde alaycılık barındırıyordu. "Orada mıyız biz Nazlı? O günde miyiz? Gerçekten mi?!"

"Tabii ki de değiliz," dedim ciddiyetle. "Fakat o günle bugün arasındaki tek fark, birbirimizi seviyor oluşumuz..." Bir şey söyleyecekti ama ben hızla devam edince, konuşmasına engel olmuştum. "Bora... Benim karşıma geçip, bana ölmeyeceğimi ama öldü gösterileceğimi söylediğinde, bana bir seçenek sunmadan, bu fikri dayatmıştın... Senin evine geldiğim ilk gün... 8 Mart'ta... Şaşırmıştım. Ama sen, ölmeyi kabul ettiğim için, herkesin beni öldü zannettiği bir evrende bile olsa hayatta kalmanın, yurt dışında yaşayacak olmanın, çok mantıklı olduğuna inanıyordun." Kapkara gözleri kısılırken, zorlukla yutkundu. "Kimseyle görüşmeyecektim. Sevdiğim herkes benim öldüğümü düşünecekti. Üstelik o zaman, hayatım şimdikinden çok ama çok daha kalabalıktı. Anıl vardı çünkü." Yaşların gözlerimde birikmemesi için derin bir nefes alıp, gülümsemeye çalıştım. "Biz, bu senaryoyu neden yaşamadık? Sen bana aşık oldun diye... Doğru, değil mi?"

"Tartışılır," dedi.

"Bence tartışmasız, doğru... Sen bana aşık olmasaydın, ben bunu öyle ya da böyle yaşayacaktım... Sonra sen, bana, beni göndermeyeceğini söyledin... Ta ki Mehmet Şahindağ her şeyin içine edinceye dek! Bana, beni sevmediğini söylediğinde de beni buradan göndermekti planın. 8 Kasım'da. O zaman da beni öldü bileceklerdi. Çünkü bu, her şartta ve koşulda, en doğru olan şey!" Bana meydan okur gibi başını iki yana sallamıştı. "Sevgilim... Biz, birbirimizden bi'haber üç yıl, bir ay, bir gün geçirdik... Şimdi ne yaşanacaksa biz yaşamayacağız ve kim ne yaşarsa yaşasın, biz, sen ve ben, yan yana olacağız. Bunu kabul etmek niye bu kadar zor, senin için?"

"Çünkü..." dedi, bana doğru bir adım atarken. Sert bakışları, bir an olsun gözlerimden çekilmemişti. "Ben, her ne yaptıysam, bir mezar taşında senin adını görmemek için yaptım. O yüzden, zor." Bakışlarına tezat derecede sesi yumuşacıktı. "8 Kasım'da seni buradan gönderecektim, doğru. Mehmet'le yaptığım o anlaşmanın yegâne şartıydı bu. Ama seni öldü göstererek yapmayacaktım bunu. Kafamın içinde bambaşka planlar vardı. Uzun zaman önce önemini yitiren nice plan... Çünkü benim kafamın içi, senelerdir bir mezarlık ve sen... Evet, ben, seni sevdiğim için... Sahte veya gerçek, bu mezarlığın bir parçası olamazsın. O yüzden, zor." Sanki ant içtiği kutsal bir şeyden bahsediyormuşçasına, yüzünde mimik dahi oynamıyordu. "Sen benim yanımda bile olsan, eğer bir mezarda senin adın yazacaksa, o mezarın seni beklediğinden başka hiçbir şey düşünemem. O yüzden, zor Nazlı. Çok zor."

Titreyen dudaklarım zorlukla aralandı: "Seni anlamadığımı zannetme, Bora..."

"Beni anlamadığını biliyorum," dedi. Sesinde ya da yüzünde yargılayıcı hiçbir ifade yoktu ve bundan zerre rahatsız olmadığı belliydi. "Senin beni anlamadığından, Begüm ve senin aranda bir tercih yaptığımda emin olmuştum." Gülümserken, gözümün önüne doğru düşen bir tutam saçı kulaklarımın arkasına sıkıştırdı. "İnançlarla alakalıdır, belki. Ben, neden yalan söylemekten nefret ediyorum, biliyor musun?" İçine derin bir nefes çekti. "Her yalan, gerçek olmaya mahkûmdur çünkü. Bir oyun oynarsan, o oyuna bir şekilde inanıyorsun. Zamanla. Gerçeğe giden yolu değiştiriyorsun. Buna çağırmak, diyebilirsin. Evrene mesaj göndermek, diyebilirsin. Ne dediğinin de bir önemi yok. Ama bir şeyi, ne kadar çok dile getirirsen, oluyor."

"Bana, beni sevmediğini söylediğinde, neden gerçek olmadı o zaman?" diye sordum, şaşkınlıkla.

"Sana, seni sevmediğimi bir kez söylediysem; içimden, seni sevdiğimi bin kez tekrarladım çünkü," dedi. Avucunu yanağıma kapatırken gülümsemesi büyümüştü. "Her nefesimde." Alnını alnıma yasladı. "Çınar'ın plan dediği şey, benim en büyük korkum, Nazlı. Daha sen bana gelmeden, daha ben seni sevmeden, seveceğim kadına yüklenmişti bu, ölüm misyonu. Korkmakta, kaçmakta, seni sevmek istememekte ve senden defalarca ayrılmakta haklıydım, kendimce. Seni korumak ve yaşatmak istemekte de. Kaç günüm, kaç gecem bu kâbuslarla geçti benim, tahmin bile edemezsin. O yüzden, zor. Bana, bunu yaşattıramaz hiç kimse."

"Ne yapacağız peki?" diye sordum, merakla. Gözleri gözlerimi buldu. "Çınar da bir şeyde haklı: Bizi ararlar. Bizi bulana kadar, geride bıraktığımız insanlara zarar verirler. Kız kardeşine. Ablana. Yeğenlerine. Bütün ailene."

"Ben bir plan yapacağım," dedi, elimi avucunun arasına alırken. Baş parmağı, nabzımın attığı yerde durmuştu. "Senin ve bebeğimizin adının, hiçbir mezar taşında yazmadığı daha iyi bir plan yapacağım."

"İyi de yapabilsen yap-"

Dudakları dudaklarıma kapandığında, kalan kelimelerimi yutmak zorunda kalmıştım. Kendine güveniyor muydu, yoksa güvenmek mi istiyordu bilmiyordum ama beni, bunun hiçbir önemi olmadığının altını çizer gibi öpüyordu. Ölüm gerçeğinin üstünü karalar gibi ya da. Elinden gelse, bana ölmeyi yasaklayacaktı. Bugün, 21 Mayıs 2021'di. Evliliğimizin dördüncü senesi. Fakat dudaklarımı talan eden dudakları, dudaklarımın içindeki her bir boşluğa değen dili ve arzu dolu nefes alışverişleri, bugün 1 Mart'mış gibi hissetmemi sağlıyordu. Yeni tanışmışız gibi. Kâinatın en güzel yeşilini, Maçahel'i gözlerimde görmüş ve çarpılmış gibi. Bu eşsiz an'ı kutluyormuşuz ve ömür boyu da kutlamaya devam edecekmişiz gibi. Hoş bu düşüncemi sesli dile getirsem, bunu da reddederdi. "8 Mart..." derdi. "Bu dünyada kutlanmaya değer, başka bir gün bilmiyorum ben!"

Günleri birbiriyle kıyaslamak istememekle birlikte, açıkçası 21 Mayıs'ı da fazlasıyla kutlanmaya değer buluyordum.

"Gidelim," dedim. Nefesim dudaklarına çarptı. "Evlilik yıldönümümüzü kutlamamız gerek çünkü, ondan."

"Hı hı," dediğinde, üst dudağımı dişlerinin arasında sıkıştırmıştı. "Aynen sevgilim, ondan."

♠️

"Bugün..." Bora, elimi hiç bırakmayacakmışçasına sıkı sıkıya tutarken, bakışlarını iki saniyeliğine bana değdirmişti. "Evlilik yıldönümümüz."

Muhabirler, Bora'yı büyük bir ilgiyle, çıt dahi çıkartmadan ve araya girmekten çekindikleri belli bir tavırla dinliyorlardı.

"Dört seneyi devirmemizin şerefine, büyük bir davet vermek ve bugünü, bütün sevdiklerimizle beraber kutlamak istedik." Flaşlar durmaksızın patlarken; mikrofonlar, ses kayıt cihazları ve telefonlar, Bora'ya en yakın mesafede tutuluyordu. "Çok uzun zamandır, aralıksız çalışıyorum ve açıkçası biraz yoruldum. Bugünkü davetimizden sonra bir tatile çıkacağız ve her şeye, bir süreliğine mola vereceğiz ve biraz gözlerden uzak olacağız. Hatta buna, ikinci balayımız demek bile mümkün. Eşimin, hamileliğini huzurlu ve sakin bir şekilde geçirmesi bizim için önemli. Daha evvel de hakkımızda, yalan yanlış çeşitli şeyler yazıldığı için, şimdiden doğrusunu sizlerle bizzat paylaşmak istedik. İlginiz için teşekkür ederiz."

Bora'nın bakışları yeniden gözlerimi bulduğunda, konuşmasının bittiğini ve soruları cevaplamayacağını anlamıştım. Yürümeye başladık. Arkamızdan muhabirlerin sesleri geliyordu: Bu tatil ne kadar sürecekti, nerede olacaktık, bebeğimiz nerede doğacaktı, birbirimize yıldönümü hediyesi ne almıştık, Karabey Holding ne olacaktı, gibi onlarca soru peşi sıra adımlarımıza eşlik ediyordu. Hiçbir merakı gidermeden davetimizin gerçekleştiği, Nazlı Butik Otel'in arka bahçesine, el ele ilerledik. Zaten muhabirlerin buraya girmesi yasaktı ve şimdiden itibaren, sevdiklerimizle yalnız kalacaktık. Yemyeşil bahçenin içinde, bordo şakayık çiçekleriyle şık bir şekilde süslenmiş yuvarlak ve siyah örtülü masalar, büyülü bir dünyanın içine girmişiz gibi hissetmeme sebep olmuştu.

"Ben bal arısı gibiydim senden önce
Bak pervanelere döndüm seni görünce..."

Şarkı, henüz biz davetlilerin arasına karışırken başladığı için, kalbimin sesinin dışarıdan duyulmasına engel olmuştu. Gözüm hiç kimseyi görmeden, kimin geldiğini, gelenin nerede olduğunu anlamadan, pist olarak ayrıldığını sandığım kalabalığın ortasında, Bora beni durdurdu. Gözleri, gözlerimin içindeydi. Alyansımızı taşıdığı sol eliyle, sağ elimi kavrarken; sağ eli, belimde kendine yer bulmuştu bile.

"Yana yana kül olsam her an
Yine de senden ayrılamam
Bin yıl yaşasam yine sana doyamam..."

Uzun zaman olmuştu. Bir çift siyah gözün, hem beni heyecandan öldürüp hem de buna tezat bir şekilde sakinleştirirken, sonsuzluğa açılan bir kapı olduğunu hissedeli... Çok uzun zaman olmuştu ve fakat, bir o kadar da dün gibiydi.

"Bana ellerini ver hayat seni sevince güzel
Yoluna adadım ömrümü ben gel kaçma güzel"

Bora, iki elini belime yerleştirip, aramızdaki mesafeyi azaltırken, kollarımı boynuna doladım. Bergamot kokusuna karışarak denizden esen tuzlu meltem, Nazlı Butik Otel'in taşına toprağına karışırken; kaybettiğim herkesin burada, yanımda olduğunu düşünmeden edemiyordum. Çünkü, on bin yüz otuz sekiz günlük ömrümün, en şeffaf ve en gerçek an'ını yaşıyor olabilirdim.

"Sana gönlümü verdim ey nazlı güzel," diye fısıldadı Bora, kulağıma. "Ve seni alamasaydım, gözlerim açık giderdi gerçekten de. Hayatta dinlediğim en doğru şarkı olabilir bu."

Dudakları, boynumda, adının yazdığı yere ıslak bir imza bırakırken, gülümsemiştim. Bir şarkının melodisinde değil, geçmişimizle dans ediyormuşuz gibi hissediyordum. Aslında zaman geçmişti ve geçmeye de devam edecekti. Geçen zaman bizi büyütmüş, değiştirmiş, başkalaştırmıştı. Fakat zaman ne kadar geçerse geçsin, biz birbirimizden geçememiştik.

Nazlı ile Bora.

Yanmaktan korkmayan, küle dönmeyi göze alan, kül olsalar bile küllerinden yine de doğacaklarını bilen, iki sevgili.

Ancak alkış sesleri duyduğumda, şarkının bittiğini anlayabilmiştim. Dudaklarım iki yana kıvrılmıştı ve yüzümün her zerresinden mutluluk taşıyordu. Parmak uçlarımda yükselerek, Bora'nın dudaklarına kocaman bir öpücük kondurdum. O da gülümsedi ve elimi avucunun arasına sığdırdı. Fona, sevdikçe asla sona ermeyeceğine seni inandıran bir aşk'ın şarkısı olan Histoire d'un amour yerleşirken, kalabalığa dönmüştük.

"Hoş geldiniz!" dedim, içtenlikle. Bakışlarım önce bizi ayakta alkışlayan Begüm'e değdi. "İyi ki bugün, burada, bizimlesiniz! Çok teşekkür ederiz."

"Hepinize iyi eğlenceler dilemeden evvel," dedi Bora, kalabalığa hitaben. "Bir söz vermiştim Nazlı'ya, o sözü yerine getireyim..." Bakışlarım merakla yüzüne çevrildi. "Bugün, bebeğimizin cinsiyetini öğrendik." Bora'nın bakışları kısa bir anlığına gözlerimle birleşti. "Pardon. Zaten, annesine çoktan malum olmuştu..." Bakışlarım kalabalığa çevrildiğinde, Gülsüm Hanım'ı gördüm. Heyecanla, nefesini adeta tutmuş, bize bakarken; Nagihan Hanım, Filiz Hala, halam, yengem, Semra Teyze, Ziya Amca ve Sevim Hanım'ın olduğu bir masada oturuyordu. "Kız," dedi Bora, aynı babaannesi kadar bir heyecanla. "Siz sormadan, hemen adını da söyleyeyim ben." Gözleri yeniden gözlerimi buldu ve gülümsedi. "Ada," dedi, yumuşacık bir sesle. Omzuma kolunu attı ve beni kendine doğru çekti. "Ada Karabey."

Alkış seslerine, Gökhan'ın başlattığını gözlerimle gördüğüm ıslık sesleri karışırken, Bora saçlarıma küçücük bir öpücük kondurmuştu.

"Nazlı ve ben, sadece nikah yapmıştık. Hiç kimseyi çağırmadan, hiç kimseye duyurmadan, kendi kendimize evlenmiştik. Zaten, aslında Nazlı'nın bile haberi yoktu çünkü ona da sürpriz olsun istemiştim." İnsanların yüzündeki gülümseme, benim yüzümdeki gülümsemenin aynası gibiydi. "Daha sonra, biraz daha kalabalık ama yine de küçük bir grupla, yalnızca aile arasında yani, bir kutlama yapmıştık ama... Pek arzu ettiğimiz şartlar altında gerçekleşmemişti açıkçası." Bakışlarım yengemle kesiştiğinde, muhtemelen onun da aklına annemin gelinliği gelmişti çünkü ifadesinde mahcubiyet vardı. "Bugün, kötü olan her şeyin yerine iyisini yazmak için buradayız. Yeni anılar biriktirmek, bugünü daima, güzel ve sizlerle hatırlamak için. Biz, dört sene önce evlendik ama bugün, nihayet, sonsuza kadar mutlu yaşayacağımız günün başlangıcı."

Sonsuza kadar mutlu yaşayacağımız güne başlarken, tekrardan ellerimiz birleşmiş ve konukların arasına karışmıştık. İlk uğradığı masa, babaannesinin olduğu masaydı. Gülsüm Hanım ayağa kalktığında Bora'yı kucaklayacağını sanmıştım ama o, dan diye bana sarılınca neye uğradığımı şaşırmıştım. "Kiz uşak, en iyisidur..." dedi Gülsüm Hanım, kulağıma. "Nereye ciderse citsun, dönüp geluverir dizunuzun dibine. Oğlanlar gibi hayirsuz olmazlar. Allah, bahtını senin yüzün gibi cüzel eylesun."

"İnşallah," dedim.

Bora, Nagihan Akbulut'u pas geçerek halamla yengemin elinden öpmüş, Semra Teyze ve Ziya Amca'yla tokalaşmış, Sevim Hanım'a ise sarılmıştı. Gülsüm Hanım'dan ayrıldığımda, herkese uzaktan ama samimiyetle gülümsemekle yetinmiş, Nagihan Hanım'a ise kötü kötü bakmaktan geri durmamıştım. Onların hemen yanlarındaki yuvarlak masada da Canan, Özcan Abi, Masal, Gürkan Abi ve Tuba Abla vardı. Bora asla ama asla üşenmiyor, herkesle tokalaşıyor, hâllerini hatırlarını soruyor ve tebrikleri ikimiz adına kabul ediyordu. Ben ise yalnızca gülümsüyordum.

Noir etrafta dolaşırken, garsonlar yemek servisine başlamışlardı. Güvenlik önlemleri en üst düzeydeydi. Çevreyi kuşatan Bora'nın birçok adamının yanı sıra Selim, Gökhan, Aydın, Bat, Bear ve Lizard da etrafa yayılmışlardı. Kulağımın içinde minicik, mikrofon özelliği de olan bir kulaklık vardı. Bu kulaklığı yöneten Falcon'un ekibiydi. Bu otelin sınırları içinde, Bora ile birbirimizden uzaklaştığımız anda kulaklıklarımız devreye girecek ve bağlantımızın hiç kopmamasını sağlayacaktı. Bütün gece birbirimizi duyabilecektik ve bunu bloke etmek gibi bir seçeneğimiz yoktu çünkü tamamen, aramızdaki mesafeye göre ayarlamaları yapılmıştı.

Aslında bir operasyonda değil, sembolik olarak düzenlediğimiz bir düğün törenindeydik. Fakat Bora, ne olur ne olmaz diye organize ettiği kulaklığı takmamı istemişti ve ben de, tedbir amaçlı olan hiçbir şeye itiraz etmeyi uygun bulmadığım için takmıştım. Kulaklığa bir kez dokunursam Bora, Gökhan, Aydın ve Selim'in kullandığı birinci frekansa; iki kez dokunursam OCTO'nun kullandığı ikinci frekansa, üç kez dokunursam da ortak frekansa geçebilecektim. Ama bildiğim kadarıyla, o frekansları isteyen kapatabilecekti ve herkes herkesi tamamen duyacak gibi bir şart yoktu. Başka ne gibi özellikleri vardı, kaç kez dokunursam CIA'e, olmadı NASA'ya, en olmadı uzaylılara bile erişebilecektim bilmiyordum çünkü muhtemelen benim, Bora ile uzaklaştığımız anda birbirimizi duymamızı sağlayacak bize özel frekans dışında bu kulaklıkla zaten işim olmayacaktı.

Biraz ilerideki bir masada Bahar, Sultan, Engin, Engin'in sevgilisi olduğunu yediğimiz yemeklerin birinde öğrendiğim Merve, Emel Yenge, Harun Abi, Sevim, Samet, Çınar ve Selim'in karısı Yeşim oturuyordu. Bu masadan ise gülümseyerek ayrılamamıştım çünkü Bahar da aynı babaannesi gibi beni kendine çekmişti ve adetin böyle olduğunu düşünen masanın geri kalan üyeleri de tek tek bana sarılmak zorunda kalmışlardı. Keza Bora da bu masadan tokalaşarak ayrılmamıştı çünkü Çınar dışındaki herkes, ona da sarılmıştı. Açıkçası bundan şikayetçi gibi de durmuyordu. Bunun kendince bir vedalaşma seremonisi olduğunun farkındaydım. Söylediğinin aksine, gerçekten sevdiği çok fazla insan vardı ve onlardan ayrılacak olmaya, içten içe üzüldüğü belliydi.

Masadan ayrılmadan evvel Sevim'e, "Genetik'i kazanıyorsun değil mi? Sen sözünü tutarsan, ben de tutacağım... Nerede olursam olayım," demiş ve bakışlarını bir anlığına Bahar'a değdirmişti. Bahar, Bora'nın bakışlarını anlamış olacak ki başını sallamakla yetinmişti. Sevim de Bora'ya gülümsemiş ve "Ayıpsın... Alacağım o anahtarı!" demişti. Birbirlerine verdikleri sözü bilmiyordum ama bunun pek bir önemi de yoktu. Halasının torununa verdiği bir sözün de onun için kıymeti vardı ve gitmeden evvel, bunu da unutmuyor ve düşünüyordu.

Baharların gerisindeki bir masada ise Leo, Can, Asya, Eren ve Eren'in kucağındaki Demir vardı. Beyza da bu masadaydı çünkü ona bugün için, kardeşi tarafından verilen en önemli görev, Demir'i göz hapsinde tutmaktı. Çünkü Begüm, oğlunu sürekli birilerinin sevmeye çalışacağını ve kontrolün elinden gideceğini düşünüyordu. O yüzden Beyza'nın, Demir her neredeyse orada olması gerekiyordu. Eren, Demir'le tuvalete dahi gidecek olsa, Beyza'nın da peşinden gitmesi lazımdı. Evet, açık açık bunu söylemişti. Yine söylediğine göre, Eren'e güvenmediğinden değildi de tehlike karşısında onun bir şey yapabileceğine inanmıyordu. Eren'in bir şey yapabileceğine inanmazken, ablasının neler yapabileceğini hayal ediyordu, onu ise bilemiyordum. Sonuçta Lion da maalesef ki asla bir Piranha değildi.

"Nina, Island mı bebeğin adı?" diye sordu Leo, heyecanla.

Güldüm. "Anlamı bu, doğru... Ama özel isim olduğu için çeviremeyiz onu. Leo da aslan demek ama sana Aslan demiyoruz."

"Sen ne zaman Türkçe'yi öğreneceksin?" diye sordu Bora, Leo'nun saçlarını karıştırırken. "Asya, hani yardım edecektin sen Leo'ya?"

"Ediyorum. Ama zor dil deyip duruyor," dedi Asya.

"Cümleler çok uzun. Kelimeler de!" dedi Leo, sitemle. "Ayrıca, her kelimeye ek geliyor. Kafam karışıyor. Birkaç kez konuşmayı denedim. Onda da Concon güldü. İstemiyorum Türkçe konuşmak."

Leo'nun kafasını göğsümün biraz altına bastırırken, Can'a göz kırptım. "Can da Türkçe'yi yeni öğrendiğinde öyle konuşuyordu. Üzülme."

Leo merakla bana baktı. "Can da mı Türkçe'yi sonradan öğrendi?"

"Evet?" dedim. Aslında yalan söylemiş sayılmazdım çünkü Can da hepimiz gibi Türkçe bilerek doğmamıştı. Zamanla kelimeleri öğrenmiş ve yine zamanla, onları cümle hâline getirebilmeyi başarmıştı. "Ama ona gülmelerine rağmen pes etmedi. Değil mi Can?"

Beyza'nın bakışlarına, yalan söylediğim için kınayıcı bir ifade yerleşse de aldırmadım. Bu sırada Can da yalan söyleyip söylemediğimi asla umursamadan, bence çok da anlamadan, "Evet," demişti. "Suyu mesela zu sanıyormuşum. Hâlâ gülüyor anneannem."

"Aynen. Demir de Türkçe bilmiyor, öyle düşün..." dedim, Leo'yu yüreklendirmek için. Babasının kucağındaki Demir'e, "Değil mi minik kurbağa?" diye sordum ve yeniden Leo'ya döndüm. "Bak, anlamadı. Sadece Türkçe değil, İngilizce de bilmiyor."

Asya güldü. Can umursamamış ya da üzerinde durmamıştı ama Asya bariz bir şekilde yalan söylediğimin farkındaydı. "Bence Leo inat ediyor," dedi bilmiş bilmiş. "İstese çoktan öğrenirdi Türkçe'yi."

Bora eğildi ve Leo'nun omuzlarına ellerini koyup, onunla göz göze geldi. "Eğer anlaşırsak, sana Türkçe bir şey yazacağım," dedi. Leo'nun kaşları çatıldı. "O kağıdı, Türkçe'yi öğrendiğinde okumanı istiyorum. Ama o zamana kadar bunu herhangi birine okutmak, sormak yok..."

"Anlaştık, yaz?" dedi Leo, merakla. Annesine döndü. "Kalemin var mı anne? Kağıt da lazım."

Beyza başını iki yana sallarken, "Benim defterim var," dedi Asya. Pullu çantasından çıkarttığı küçük bir not defterini Bora'ya uzatmıştı.

Bu sırada Bora da cebinden annesinin hediyesi olan, dedemle anneannemden kalma kalemi çıkarttı ve Asya'nın verdiği defterden yırttığı bir kağıda, hızlıca bir şeyler karaladı. Kağıdı iki kez katladı, işaret ve orta parmağının arasına sıkıştırıp Leo'ya uzattı. "Yalnızca sen okuyacaksın. Söz ver," dedi.

"Söz," dedi Leo. Aynı dayısı gibi gülümsedi ve kağıdı arka cebine koydu. "Hemen Türkçe öğreneceğim."

"Size, birkaç minik hediyem var," dedim. Eren'in kucağındaki Demir'in burnunu sıkıştırırken, "Sana da!" diye eklemiştim. "Hepsi Beyza'da. Size gecenin sonunda verecek." Aslında bu hediyeleri bizzat vermek ve üzerine uzun uzun konuşmalar yapmak isterdim ama içimdeki veda hissi tetiklendiği için, bundan kaçınmıştım. O yüzden, herkese minik minik sesli mesajlar hazırlamış ve ben hüngür güngür ağlamadan, bu faslın kapanmasını istemiştim. "Merak etme Leo, senin notun İngilizce," dedim. Leo için hazırladığım sesli not muydu yoksa sesli kompozisyon muydu tartışılırdı, çünkü onunkisi on yedi dakika, on üç saniye kadar sürmüştü. Beyza'ya döndüm. "Sen de bugün bayağı emanetçi oldun ama..."

Beyza gülümsedi. "Sorun yok. Çantamdalar. Gecenin sonunda, herkese teslim edeceğim."

"Bora!" diye seslendi Mila. Elindeki şampanya kadehini havaya kaldırmış ve gel şeklinde de bir işaret yapmıştı. Bora başını sallarken elime uzandı. Beyzaların yanından ayrıldık ve Bora'nın arkadaşlarının yanına ilerledik. Bora'nın arkadaşları, -ki içlerinde ilk kez karşılaştığım simalar da vardı- iki ayrı masaya yayılmışlardı ve hemen arkalarındaki iki masaya da, Monte Carlo'daki Büyük Masa'nın üyeleri yerleşmişti. Kimisi eşleriyle gelmişti. Oxford'lu Sandra'nın yanında üç tane de çocuk vardı ve Sandra, en küçüklerinin kulağına ne dediyse, çocuk bana el sallamıştı.

Bora, Mila'nın kendisi için ayırdığı belli şampanya kadehini doğrudan kafaya dikerken, "Sonunda birimizin, gerçekten çocuğu oluyor!" dedi Julia, neşeyle. Karnımı sevdi. "İnanılmaz bir şey bu!"

"Kız arkadaşım, bugün fazla duygusal," dedi Andrea, Julia'ya gülerken. "Begüm'ün oğlunu severken de ağlayacaktı neredeyse."

"Bir yeni mesajınız var ama asla anlamıyorsun!" dedi Melis. Bakışları kısa bir an Eren'le Demir'e değmiş ama orada fazla oyalanmamıştı. Herkes Melis'in cümlesine kahkaha atarken Julia gözlerini devirmiş, Andrea da hepimize boş boş bakmıştı.

"Mesajı alsa da görüldü atacak gibi duruyor," dedi Berkan. Andrea ancak kastedileni anlamışçasına başını iki yana sallayınca yine herkes gülmüştü.

Bora, Andrea'nın omzuna elini hafifçe vururken, "Soyut seviyor o, boğulur gerçeklerin içinde!" dedi.

"Yine de sürrealist bir çalışma çıkar ya buradan..." dedi Stefan, alayla. "Bebekten kaçan erkek resmeder. Ama ne kadar kaçarsa kaçsın, kaçamıyor. Bebek, erkeğin beyninin içinde falan." Andrea'ya döndü. "Dene bak bunu, güzel fikir."

"Hadi parti başlasın artık!" dedi Andrea, umursamaz bir tavırla. "Dans etmek istiyorum!"

"Et?" dedi Julia. Çenesinin ucuyla, az evvel bizim dans ettiğimiz pist için ayrılan yeri gösterdi. "Bak... İnsanlar dans ediyor." Dans edenlere baktım. Samet'le Sultan, Engin'le Merve, Harun Abi'yle Sevim, Gökhan'la Filiz Hala, Özcan Abi'yle Canan, Can'la Asya, Aydın'la Begüm ve Çınar'la Bahar. "Kendine partner bul ama... Benimle dans edemeyeceksin bu gece çünkü."

Bora'nın da bir an için dans edenlere takılan bakışları arkadaşlarını bulduğunda, "Biz, konuklarla ilgilenelim biraz daha, uğrayacağım sonra..." dedi.

"Tekila için seni bekleyeceğiz," dedi Andrea.

Bora başını varla yok arası sallarken, refleksif bir şekilde dönüp bana bakmıştı. Canımın tekila isteyeceğini mi düşünmüştü, çılgın tekila partilerimi mi hatırlamıştı yoksa tekila içmesinden rahatsız olacağımı mı düşünmüştü, orasını artık Allah bilirdi. Birlikte gerilerdeki masalara ilerledik. Karabey Holding çalışanı olduğunu az çok anladığım yüzler, iş dünyasından olduğunu bildiğim bazı kişiler, Bora'nın verdiği çeşitli kumarhane davetlerinden aşina olduğum bazı simalar, henüz yeni tanıştığım tersane sahibi Sezgin Abi, karısı olduğunu öğrendiğim bir kadın ve on yedi yaşındaki cesur ergen Ayaz'ı da gördükten sonra, en azından herkese merhaba deme işini bitirmiştik.

Etrafıma bakınırken, "Biz nerede oturacağız?" diye sordum.

"Hiçbir yerde sabit kalamayız diye düşündüm. Ben biraz bizimkilerle, Harun Abi'lerle falan zaman geçirmeliyim. İlerleyen saatlerde çocuklar bırakmaz beni. O tekila açılırsa, kolay ayrılamam yanlarından. Sen, kimlerle oturmak istersin?"

"İnan hiç fark etmez, yeter ki karnım doysun!" dedim.

Minik bir kahkaha atarken avucumu öptü. "E iyi. Oturalım bizimkilerle," dedi.

Harun Abilerin oturduğu masaya doğru ilerledik. Bahar'la Çınar dışında, bu masadaki herkes yerine oturmuştu. Begüm'ün ise partneri değişmişti ve şimdi de Gökhan'la dans ediyordu. Aydın, bütün bahçeye hakim olabileceği bir köşeye geçmiş viskisini yudumluyordu ve yanında Leo da vardı. Aynı zamanda da sohbet ediyorlardı. Bora'nın adamlarından biri, el çantamı oturduğumuz masaya getirirken, Bora'ya çaktırmadan kulaklığıma bir kez dokundum ve Aydın'ın mikrofonunun açık olup olmadığını test ettim. Bu sırada Engin, "Bunlar ne iş?" diye sormuştu. Bakışları Çınar ve Bahar'da olduğu için, onları kastediyor olsa gerekti. Bora, Aydın, Gökhan ve Selim'in kullandığı birinci frekansta çıt sesi çıkmadığına göre, herkes mikrofonunu şu an için kapatmıştı. Ben de kapattım.

"Ben de pek bir şey anlamadım valla. Bunlar ne ara, bu kadar samimi oldu?" diye sordu Harun Abi.

Kulaklığımdan Falcon'un, "Hey Nina!" dediğini duyunca kaşlarımı çattım. Tabağıma kabak çiçeği dolması alırken, Bora'ya baktım. Falcon'u duymuş muydu emin değildim ama herhangi bir tepki vermeden, o da Çınar'la Bahar'a bakıyordu. "Beni sadece sen duyuyorsun. Frekans değiştirdin de... Yanlışlıkla mı dokundun, onu teyit etmek istedim."

"Anlatır Bahar size, bir ara..." dedi Bora. Bakışları kısa bir anlığına bana değmiş ve her şeyin yolunda olup olmadığını sorgular gibi bakmıştı. Ben gülümseyince, o da tabağındakileri yemeye başladı.

Çantamdan telefonumu çıkarttım ve Falcon'a hızlıca mesaj yazdım.

"Aydın'ın Leo ile ne konuştuğunu merak ettim. Ama mikrofonu kapalıymış."

"Bir yerde bir mikrofon varsa, kapalı olup olmamasının bir önemi yoktur. Yıldönümü hediyem say."

"Benim bütün yazı teknede geçirmem, çok mümkün değil ama..." dedi Aydın'ın kulağıma dolan sesi.

Leo'nun sesi ise Aydın'a nazaran daha düşük desibelde duyuluyordu: "Yaz, üç aydan oluşuyor. Sen o zaman iki buçuk ayında bizimle ol. On beş gün çalışırsın. Olmaz mı Aydın?"

Biraz ilerimizdeki Aydın'ın yüzündeki ciddiyet, fazlasıyla belirgindi. "Olmaz. Benim işlerim var çünkü. Ama eğer annen ve sen teknede olursanız, ben işlerimden fırsat buldukça yanınıza uğrayabilirim."

"Peki senin işletmesini üstlendiğin mekanlar yazlık mı?" diye sordu Leo. Aydın, viski bardağını kafasına dikti. "Otel gibi bir yer mi mesela? Burası gibi mi? Yoksa kafe veya restoran gibi mi? Oralarda buluşamaz mıyız yazın?"

"Oralara çocukların girmesi çok uygun değil," dedi Aydın.

"Gece kulübü gibi bir yer mi?" diye sordu Leo.

Bora bir kolunu omzuma atmış ve hafifçe kolumu okşamaya başlamıştı. "Nazlı?"

"Yani gündüz de geliyorlar aslında, değişiyor..." dedi Aydın. Viski bardağını yanlarından geçen bir garsonun tepsisine bıraktı ve Leo'ya döndü. "Hadi annen yalnız kalmasın. Sen, onun yanına dön."

Yüzümü hafifçe kaldırarak, "Efendim sevgilim?" dedim.

"Benim dolmamı da ister misin, diye sordum iki kez ama... Duymadın."

"Olur," dedim. Tabağındaki dolmaya çatalımı batırdım. "Yerim."

"Neye daldın sen?" diye sordu, merakla.

Çınar ve Bahar, masaya geri dönerlerken, "Hiç..." dedim gülümseyerek. "Bodrum mezelerini çok özlemişim. Tek konsantrasyonum yemek yemekti."

Bora, başımın üstüne küçücük bir öpücük kondururken, Aydın'ın sesini duydum: "Biraz konuşabilir miyiz?" Bakışlarımı Beyza'nın masasına çevirdim. Leo, yeniden Asya ve Can'ın yanına oturmuştu. Begüm'le Gökhan da dans etmeyi bırakmışlardı ve tüm masa, Eren'in kucağındaki Demir'le ilgileniyordu. Beyza ise ayakta duran Aydın'a kısa bir bakış atıp masadan kalkmıştı.

Alenen sandalyemde arkama döndüğüm için, Bora da arkamızda ne olduğuna bakma gereği duymuştu. "Nazlı?" dedi merakla. "Neye bakıyorsun?"

"Hiç," dedim, yine. Kaşlarını çattı. "Leo'nun da dolmasını alsam mı diye düşündüm de. Kesin sevmez o, bunu."

"N'oldu?" diye sordu Beyza.

"E isteyelim sana daha. Niye çocuğunkini alasın?" dedi Bora.

"Leo, ne iş yaptığım konusuna takılıp duruyor..." dedi Aydın.

"İsteyelim," dedim ve önüme döndüm. Zaten çok şükür ki Beyza ve Aydın da yalnız kalabilmek için, Aydın'ın biraz evvel durduğu yere geçmişlerdi.

Bora, elini hafifçe kaldırıp bir garsonu masaya çağırırken, bütün dikkatimi Beyza ve Aydın üzerinde tutuyordum. "Bunu konuştuk ya. İşletmeci olarak biliyor seni."

"Evet de nereyi işlettiğimi bilmiyor ve merak ediyor. Ben de durumu nasıl kotaracağımı, tam ne diyeceğimi bilemiyorum. Yani sen, profesyonelce yalan söyleyebilirsin ama ben beceremiyorum."

"O ne demek ya?!" dedi Beyza, sertçe.

"A-aa!" dedi Samet, şaşkınlıkla. "Beyza Abla ile Aydın Abi, kavga mı ediyorlar?"

Bütün masanın dikkati, Beyza ile Aydın'a çevrilmişti. "Yani demek istediğim tam o değil. Ben yalan söyleyemiyorum, onu diyorum. Ben dümdüz bir adamım Beyza."

"Tartıştıkları kesin," dedi Bahar.

"İyi. Söyle o zaman Aydın. Kumarhane işletiyorum, de. Türkiye'de bunun yasal olmadığını da anlatman gerek ama. Çünkü orada burada, babamın kumarhaneleri var, diye gezmesini istemeyiz değil mi?"

"Onu mu diyorum ben?!" dedi Aydın, sitem dolu bir tonlamayla.

"Dönün önünüze!" dedi Harun Abi, Samet'le Sultan'a. "Ayıp ulan. Diktiniz gözünüzü. Size ne?!"

"Ne diyorsun peki? Sana yalan söylemeyi mi öğreteyim, ne diyorsun? Konuştuk. Söylememiz gereken en doğru şeyin bu olduğu konusunda, pedagoguyla da hemfikir olduk. Şimdi karşıma geçmiş, ben dümdüz bir adamım derken, ne demek istiyorsun?!"

"Bir otel falan bulalım. Orayı işletiyormuşum gibi gösterelim bari," dedi Aydın.

"İyi, bulmuşsun işte kendince çözüm," dedi Beyza. Aydın'ın yanından ayrılacaktı ki Aydın kolundan tutarak onu durdurdu.

Aydın'ın, Beyza'nın kolunu tutmasıyla beraber, Harun Abi, "Bora..." demişti. "Müdahale etsek mi?"

"Çek elini!" dedi Beyza, kolunu hafifçe sallayarak. "Dokunma bana!"

"Sen demedin mi Harun Abi biraz evvel, size ne diye..." dedi Bora, tabağındaki gemici mezesine çatalını daldırırken. Rakı kadehini hafifçe Harun Abi'nin kadehine vurdu. "Afiyet olsun."

"Ya neden her şeye ters ters cevap veriyorsun?!" diye kızdı Aydın.

"Nedenini bilmiyor musun sanki?!" dedi Beyza, sertçe. Bir kez daha gitmek istedi ama Aydın, onu yeniden kolundan tutarak engellemişti. Bu kez elini, Beyza onu uyarmadan doğrudan çekmişti de.

"Olacak iş var, olmayacak iş var!" dedi Bahar. O da bakışlarını Aydın ve Beyza'dan çekemiyordu. "Belli ki kız konuşmak istemiyor." Bora ise masadaki herkesin aksine ne olup bitiyorsa asla umursamıyordu ve garsonun getirdiği kabak çiçeği dolmasını tabağıma servis etmişti.

"Özür dilerim Beyza," dedi Aydın, zorlukla. "Haklısın. Ama... Nasıl denir bilemiyorum. Yani isteyerek olmadı. Ben, kendime engel olamadım."

"Olacaksın!" dedi Beyza, sertçe.

Bakışlarından ateş çıktığını, mimikleri ele veriyordu ve artık yalnızca bizim masadakilerin değil, birçok insanın dikkatini çekiyorlardı. Belki seslerini hâlihazırda şarkı da çaldığı için kimse duymuyordu ama ortada, nahoş bir durumun olduğunu herkes anlıyordu. Gökhan, bizim masaya kadar gelmiş, bir kolunu omzuma koyarak arkamızda durmuş ve "Bora... İnsanlar, film izler gibi izliyor bunları. Ne yapsak?" diye sormuştu.

"Olacaksın! Olmak zorundasın! Öpemezsin beni!" dedi Beyza.

Kabak çiçeği dolması boğazımda kalmış olacak ki öksürmeye başladım. Bora, hızla bana su uzatırken, "Nazlı?" demiş ve hafifçe sırtıma vurmuştu.

"Özür dilerim. Yani, biz öyle... Ne bileyim... Leo hakkında konuşurken... Gözlerin değişiyor. Diyorum ki içimden... Kapkara ama aydınlık. Tam Aydın'lık." Aydın'ın sesi de gözlerine yakışır cinsten, acıydı. Çok acı. "Eskiden, çok eskiden, hep öyle bakardın. Dün gece de biz... Sabah hiç olmasın istedim, Beyza. Konuşmamız hiç bitmesin... Sen bana, Leo'nun çocukluğunu anlatınca... Gözlerinden izledim sanki, yanınızda olamadığım bütün o günleri... Ne bileyim. Tutamadım işte kendimi, bir anlığına-"

"Senin bir anlık gafletlerine tokum ben!" dedi Beyza, sertçe Aydın'ın sözünü keserek. "Seninle, sadece ama sadece, oğlum için arkadaş olmaya çalışıyorum, o kadar! O kadar Aydın Demir! Sakın, buradan ileri gitmeye kalkma! Benim bu saatten sonra, aşkla meşkle işim yok! Seninle evlenirken kendimi açıkça izah ettiğimi sanıyorum!"

"Sikeyim evliliği! Benim de seni öpmemin evlilikle falan alakası yok tamam mı?!" dedi Aydın, en az Beyza kadar sertçe. "Seviyorum kızım ben seni! Seviyorum, anladın mı?!"

Yeni bir şarkı başladı. Aydın ve Beyza için. Belki ilahi bir mesajdı, belki de Beyza'nın saniyeler süren sessizliğini sonlandırmasına yardımcı olan bir aracı.

"Değmeyin feryadıma
Figanıma değmeyin
Eğer sevda bu demekse
Ben vazgeçtim beni sevmeyin..."

"Sevme," dedi Beyza, öfkeyle. "Sen, sevmenin ne demek olduğunu bile bilmiyorsun çünkü!"

Aydın'a arkasını döndü ve hızlı adımlarla, otelin içine doğru ilerledi. Aydın, ağacın dibine tekme atıp yüzünü kalabalığa çevirdiğinde, birçok yüzün kendisine dönük olduğunu fark etmiş ve ne tepki vereceğini bilememişti. Kalkmak, yanına gitmek ve ona sımsıkı sarılmak istemiştim ama sanki oturduğum yere mıhlanmıştım. Aydın da arkasını döndü ve Beyza'nın aksi istikametinde, basınla konuştuğumuz yere doğru ilerledi.

"Her film sona erer gördüğünüz gibi," dedi Bora. Masadaki herkesin, tam olarak ne olduğunu ve Aydın ile Beyza'nın ne konuştuğunu merak ettiğine emindim fakat Bora, öyle meraksız duruyordu ki, muhabbeti dinleyen sanki ben değildim de oydu. Beyza'nın peşinden gidecek cesareti, zannediyordum ki bir tek Begüm bulmuştu. "Filmin sonunda ben çok şaşırdım diyeniniz var mı?" Sorusuna bir cevap beklemeden ayağa kalktı. Aslında ben şaşırmıştım. Aydın'ın Beyza'yı öpecek cesareti bulmasına ayrı, birbirlerini bu kadar çok severken böylesi darmadağın olmalarına ayrı. Bora, hafifçe arkasına döndü. Göz ucuyla, her şeyden habersizce Demir'le oynamaya devam eden Leo'ya baktı. "Geliyorum ben birazdan," diyerek yanımızdan ayrıldı ve Aydın'ın gittiği yönde ilerledi.

Gökhan, Bora'nın kalktığı yere oturduğunda, hafifçe kulağına doğru eğildim. Tam konuşacaktım ki... "Aydın'a haber ver, onu bekliyorum Selim." Bora'nın sesini duymamla irkildim. Bora da benim ağzımdan çıkacak her şeyi duyacaktı. Ben bu dedikoduyu Gökhan'a vermeden nasıl duracaktım peki?!

"N'oldu?" diye sordu Gökhan, neden söyleyeceğim şeyi söylemekten vazgeçtiğimi sorarcasına. "Söyle?"

Çok sevdiğim, uzun zamandır dinlemediğim, hatta belki de var olduğunu bile unuttuğum bir şarkı başlamıştı. Çok eskiye ait bir şarkı: Yalancı Bahar.

"Dans mı etsek ya?" dedim.

Gökhan derin bir nefes verdi ve gülümsedi. "Şeref duyarım Nazlı Hanım," dedi. Ayağa kalktı ve elimden tutarak, benim de kalkmama yardımcı oldu. Birlikte, pist için ayrılan yere doğru ilerledik. Gökhan, ellerini belime yerleştirdi. "Özleyeceğim seni..."

"Sigara içiyormuş abi. Bittiğinde gelecek," dedi Selim.

"Ben de seni Gökhan..." dedim, gülümseyerek. "Çok özleyeceğim..."

"Sen yalancı bir sonbahar
Ben sevdalı koca çınar
Kaç mevsim benden aldın?
Kaç sevda geri verdin?
Ruhum sana kanmam diyor."

"Bahar ve Çınar da, en manidar şarkıda dans etmiyorlar," dedim.

"Bahar bu şarkıda dans etmez..." dedi Gökhan, iç çekerken. "Onun, istisnasız her sarhoş olduğunda mutlaka açtığı, açtırdığı şarkıdır bu. Bazen ağlardı, bazen de şimdiki gibi gözünü uzaklara dikerdi." Bakışlarım hafifçe Bahar'ı bulduğunda, önündeki kadehe dalgın dalgın ve bomboş baktığını fark etmiştim.

"Söyle kaç bahar oldu?
Penceremde gül soldu
Belki de zaman doldu
Sevdiğim dönmüyor."

"Çok şanslısın Naz. Bora ve sen, çok şanslısınız..."dedi Gökhan, gülümserken. Bora, Aydın'ı beklerken Selim'le konuşuyor, etrafı gözleyen adamlarla alakalı ondan kısa kısa bilgiler alıyordu. Sesini her duyduğumda, yanımda olduğunu hissediyordum ve bunu, bu şekilde hissetmek, eşsizdi. Konuşmalarına odaklanmasam da sesini duymak, çok güzeldi. "Nereye kafanı çevirsen, eskimiş bir hikâyeye çarpıyorsun burada. Mutsuz, umutsuz, insanın içine gömülüp kalmış aşk hikâyeleriyle dolu ortalık. Belki Aydın'ın arabeskliğine benzeyecek bu söylemim ama... Bizim buralarda, sevmek de sevilmek de zordur. Ki Bahar çabaladı, çok fazla şans verdi karşısına çıkanlara, elinden geleni yaptı. Benim gibi."

"Senin çok mutlu olmanı isterim," dedim. Gözlerimin dolmasına engel olamamıştım. "Yeniden aşık olmanı... Sevmeni, sevilmeni, aşka doymanı çok isterim."

"Bak, ben gönül işlerini öyle çok ciddiye alan bir adam değilimdir," dedi Gökhan, gülerek. "Aydın gibi, Bora gibi değilimdir. Bir kere öyle olmak, benim mizacıma ters. Ben ağır değilimdir. Gülüp eğlenmesini bilirim. Bilirdim yani. Zaten bunu bilmesem, delirirdim onca sırrın içinde. Her şey ortaya döküldüğünde dağıldım ama illaki toplarım, aklın bende kalmasın. Bundan sonra Bora ile yüz yüze gelmeyecek olma fikrine de alışmaya başladım ha... En azından utanmaktan kurtulacağım."

Gökhan, bu söylediklerini Bora'nın da duyacağını çok iyi biliyordu.

"Artık Miami'ye mi giderim, Hawaii'ye mi bilmem..." dediği sırada, ne kadar gülümsemeye çalışsa da gözlerinin dolmasına engel olamamıştı.

"Bora Bora Adaları'na git..." dedim, gözlerimden bir damla yaş düşerken.

"Aynen bak alıyorsun mesajı," dedi ve beni kendi eksenim etrafında döndürdü. "Sıcak memleketleri, denizi, kumu, güneşi... Kadınları... Severim ben. Arada sizi özlersem de şeyi dinlerim. 'Arkadaş' Şarkısını Duyunca var ya Sezen'in, onu. Severim zaten onu. Hareketli ya biraz. Diyorum sana, benim öyle slow şarkılarla da işim yok."

Gülerken, "Bir gece, Concon'u ağzından kaçırdığında hani, Gönül'ü dinliyordun Gökhan," dedim.

"Gönül yaa..." dedi, başını sallarken. "Güzel şarkıdır. Gönül işlerine gelince... Bazen, bazı defterleri kapatır kaldırırsın rafa. Kaldırmazsan, eline yüzüne bulaşır çünkü. Ki biz bunu, Hande ile yeniden denemeye çalıştığımda anlamıştık." İçine büyük bir nefes sığdırmaya çalıştı ama sanki göğüs kafesi bile bu nefesi kabul etmemişti. "Aydın'ın ahını aldığım için bence..." dedi. Yutkundu. "Bir mezarın senin uğrak mekanın olması ne demek, ben de öğrendim." Hafifçe omuz silkti. "Ama işte ben, o mezara anlam yükleyecek olan adam değilim. O mezarlığa uğrarım ama orayı evim bellemem. Çünkü evim bellersem, her an öldüğünü düşünmek zorunda kalırım. Ama buna gerek yok. Sevgili, hep sevgili. Sevdiğin müddetçe, eskimez. Başkasıyla olması, başkasıyla olmak eskitmedi, ölmesi mi eskitecek?" Dudakları titremesine rağmen, hâlâ gülümsüyordu. "Bir şarkı daha var. Bak, onu da çok severim. 'O Lelli' bilir misin?" Başımı iki yana salladığımda, "Dinleteyim hemen," dedi. Ellerini belimden çekti. "Ben o şarkıyı ne zaman dinlesem, Ceren de dinler benimle."

Gökhan, masaya ilerlediğimiz sırada, cebinden çıkarttığı telefondan, birine mesaj atmıştı. Çok geçmeden, "Bir zamanlar güzel bir kız yaşarmış, saçlarını rüzgar okşar tararmış..." diye başlayan şarkı duyuldu. Gökhan'ın yüzüne kocaman bir gülümseme yayılmıştı. "Şapkası kırmızı gözleri mavi, yokmuş bir benzeri yokmuş emsali..."

Başımı Gökhan'ın omzuna koydum ve şarkıyı birlikte dinledik. Bu süre zarfında, Ceren'in de bizimle olduğunu düşünmeden edememiştim. Geride bıraktığım, çok sevdiğim insanlar vardı. Bu insanlardan biri Çınar'dı. Kardeşi Umut'la bana baktığı sırada, gözlerindeki hasreti görmüştüm. Bu hasretin bir kısmı, bir türlü kardeş olamadığı kardeşine; bir kısmı ise pek yakında hasret besleyeceği kardeşineydi, bana. Şarkı devam ederken, parmaklarım masanın üzerinde, kendi dilimizde hareket etmişti: "İyi ki benim abim oldun SerFoxÇın. Seni çok sevdim. Çok seviyorum. Hep seveceğim. Minnetle. Seni üzdüğüm, kırdığım, kızdırdığım anların hepsi için özür dilerim... Hatalarım olduysa, affet. Hakkım varsa da, sana sonuna kadar helal olsun. Geride bıraktıklarım sana emanet. Onlara ve kendine, çok iyi bak. Beni özle. Ben seni çok özleyeceğim. Birbirimizi her özlediğimizde, cheddar'lı makarna yiyelim mi?"

"Obez oluruz ama tamam," diye hareket etmişti Çınar'ın parmakları. "Beni ağlatma şimdi. Ben de seni çok seviyorum. Ne zaman çaresiz kalırsan, Sergio Morris'i bul, N."

Ağlayacağımı hissettiğimde Gökhan'ın omzundan başımı kaldırdım ve suyumdan birkaç yudum aldım. Bu gecenin hüzünle dolmasını istemesem de vedalar ne yazık ki hüzünden ibaretti. Son gecemizdi ve bunu düşünmek boğazımı yakıyordu. Gitmek, Bora ile baş başa kalmak, okyanus üzerinde uzun, upuzun mutluluklara kulaç atmak istiyordum ama bir yandan da çok üzülüyordum.

"Sana iki sigaralık zaman verdim Aydın Demir," dedi, Bora'nın kulağıma ulaşan sesi. Onun sesinin de hüzün barındırdığını düşünmem, algıda seçicilik miydi? "On iki dakika, on iki saniye miydi?"

"Aynen," dedi Aydın, gülerken. "Bir tane kesmiyor, kusura bakma Kara. Süresini hatırlaman gözlerimi yaşarttı, orası da çok ayrı."

"Bizim içimizde, senin sigaranın süresini bilmeyen yok," dedi Bora. O da gülmüştü. "Beynimizi sikmiştin amına koyayım." Çakmağından gelen sesi duyduğumda, onun da kendisine bir sigara yaktığını anlamıştım. "Şimdi değil. Durun lan şimdi girmiyoruz. On iki dakika, on iki saniye sonra. Durun lan şimdi değil. İki tane sigara içmem lazım. On iki dakika, on iki saniye sürüyor lan. Durun. Sigara içmeden baskına mı girilir, bekleyin lan."

"Doğrudur," dedi Aydın yavaşça. "Bağımlılık işte. Bıraksak, hepten iyi de. Kolay da değil bi' yaştan sonra. Yerine koyacak daha iyi bir şey yok, ondan."

"Sigara bağımlılığınla ilgilenmiyorum," dedi Bora.

"Neyle ilgileniyorsun peki, kutlamanıza gölge düşürmemizle mi?" diye sordu Aydın.

"Gölge mölge yok," dedi Bora, samimi bir tonlamayla. "Çok kalabalık olduğunda, muhakkak kontrol edemediğin şeyler oluyor. Ve insanları kontrol etmek, bir hayli zor. Dediğin gibi, bi' yaşa gelmiş adamsın... Sana akıl verecek hâlim de, öyle bir isteğim de yok. Elini kolunu da ben zaptedecek değilim. Zaten gidiyorum. Ama gitmeden sana, biraz empati yapmanı tavsiye edebilirim sanki ha? Birden yapıştığın o kol, çok değil biraz zaman önceye kadar kırıktı." Suyuma uzandım ve kocaman bir yudumu kafama diktim. "Bir de Aydın... Daha önce de, ismini bugün zaten bir kez anmak zorunda kaldığım birileri, o kola yapıştı diye, başımıza gelmeyen kalmadı... Hoş gelecek olan zaten gelecekmiş, o bahanesiymiş işin de... Yine de bence, beni anladın sen."

Begüm ve Beyza yeniden bahçeye çıkmışlardı. Beyza, masasına geri dönerken göz göze geldik. Gülümsedim. O da bana gülümsedi. Bu sırada Begüm, davetin organizatörü olduğunu bildiğim kadına bir şeyler söylemişti ve saniyeler içinde, hareketli bir müzik çalmaya başladı.

"Beyza'yı öptüm," dedi Aydın. Kaşlarım havalandığında, Samet'le göz göze gelmiştik ve bana şaşkınlıkla bakmıştı. Gülümseyerek, bir sorun olmadığını kastettim. Bora ise ağzını açıp tek kelime etmemişti. "O da ayar oldu hâliyle. O yüzden tartıştık."

"Bak, bununla da ilgilenmiyorum," dedi Bora. İçine çektiği derin nefesi duydum. "Sizin ne yaşadığınız ya da ne yaşayacağınız, beni ilgilendirmez. Buradan gitmeden yapılacaklar listem vardı kafamın içinde ve bu listede ne sen ne de Beyza ile ilgili bir şey vardı... Aslına bakarsan şu an, bir daha yüzünü görmeyeceğim sevdiklerimin, kardeşimin yanında olmak yerine sana zaman ayırmamın tek bir sebebi var: Leo. Siz birbirinizi yerken, olan ona olacak diye korkuyorum. Bizim kutlamamıza düşürdüğün gölge önemli değil de, o çocuğun hayatına gölge düşerse, işte o zaman çok yazık olur. Herkes size bakarken, o da sizi görebilirdi. Umurunda bile olmadı Aydın, bu."

"Kara..." dedi Aydın, kederle. "Kaybettiğim zamanı düşündükçe, delirecek gibi oluyorum. Hiçbir şeye vaktim kalmamış gibi hissediyorum. Onu tekrar kaybetmekten korkuyorum. Sudan çıkmış balık gibiyim amına koyayım. Hatalarımı telafi etmeye çalışıyorum. Çırpınıyorum ve her şeyi daha da batırıyorum." Aydın konuştukça, ben de kederleniyordum. "Ona sımsıkı sarılmak ve onu bırakmamak istiyorum. Acısı dinsin istiyorum. Evet, öpmemem lazımdı onu. Ama o kadar uzak kaldım ki ondan, artık uzak duramıyorum. Beni sen de anlamazsan, kim anlayacak?!"

"Bak, sırf sen konusunu açtın diye, istersen sana bir tavsiyede daha bulunayım, çünkü diğer yaptığın şey de fiziksel bir eylem..." Bir derin nefes daha aldığında, kelimelerini seçmeye çalıştığını anlamıştım. "Karşında canı yanmış bir kadın var. Psikolojik kısmı geçiyorum, psikoloji zaten hepimizin içinden geçti çünkü... Ama senin karşındaki kadın, fiziksel olarak da yıpratılmış bir kadın. Aşk kisvesi altında. Destursuz eylemlerde bulunmadan evvel, bunu düşün hep. Severken de, gayriihtiyari durdurmak isterken de, fark etmez... O çocuk annesini ne hâllerde gördü! Eğer senin bu yaptığını görürse, bunu kafasında nereye koyar, nasıl yorumlar, senin art niyetsizliğini okuyabilir mi, bunu düşün. Çünkü karşındaki kadın, küçücük şeylere dahi büyük tepkiler vermek zorunda kalan biri. Bu söylediğim çok zor bir şey, farkındayım. Beyza'nın iyileşmesi gerekiyor. Ama maalesef ki seninle evlendi ve sen..."

Bora susunca, Aydın devam etmişti: "Kaba mıyım?"

"İnce biri misin Aydın?" diye sordu Bora. Kendine bir sigara daha yaktı. "Aydın, onu kendinden uzaklaştırmak için, ki ben de aynısını yaptım, fahişe demişsin fahişe. Yani elbette ki sevdiğin kadını kendinden uzaklaştırmak zorunda kalmak apayrı bir fiyasko. Buna girmeye de, bunu biriyle tartışmaya da yüzüm yok benim. Ama işte senin üslubun, biraz fazla... Değişik? Ağır? Tuhaf? Dan dun? Basmakalıp? Nevi şahsına münhasır deyip geçelim ki, giderayak kalbini kırmayayım. Bütün bunları akıllan, diye söylüyorum Aydın. Kendine gel, diye. Çünkü maalesef ben, seni anlıyorum. Sevmenin ne demek olduğunu biliyorum lan çünkü, nasıl anlamayayım?! Ama böyle yaparsan, ki sana şu an ilişki tavsiyesi vermek üzere olduğuma inanamıyorum, onu kendinden daha da uzağa iteceksin!"

"Ne yapayım Kara?!" diye yakındı Aydın. "Çiçek mi alayım, şiir mi okuyayım, serenat mı yapayım, ne yapayım?! Yemeğe mi götüreyim?! Bana üstü kapalı konuşma! Anlamıyorum!"

"Bak, bence sizden bir şey olmaz bu saatten sonra," dedi Bora. Sanki bana küfretmiş gibi canım yanmıştı. "Çünkü sen sığ yerlerde yüzüyorsun. Ama belli ki peşini bırakmayacaksın bu işin. Olsun diye uğraşacaksın. En azından Leo'nun iyiliği için söyleyeyim, benden çıksın... Özüne dön," dedi, iç çekerken. "Onun sevip aşık olduğu Aydın'a. Çocukluğuna. Eğer bir şansınız olursa, ancak böyle olabilir. Kendin olursan. Kimsenin adamı olmazsan. Kara'nın gidişi, prangalarından kurtarsın seni artık. Sadece, Aydın ol. Zor. İşin de zor. Yolun uzun. Allah yardımcın olsun."

İnsanlar, DJ'in de gelmesiyle birlikte, hareketli şarkılara eşlik ederek dans etmeye başlamışlardı. Begüm, bu insanların başını çekiyordu. Andrea, Mila ve Sultan da Begüm'e eşlik ediyordu. Çılgınlar gibi dans etmek isteğiyle yanıp tutuştuğumu hissettim. Bu gecenin son olduğunu düşünmeden. Son olduğunu düşüneceksem de her son'un yepyeni bir başlangıç barındırdığına yürekten inanarak. Her başlangıçta ise yeni bir anlam olduğunu, bütün benliğimle umut ederek.

Yerimden kalktım ve hızlıca otele girdim. Bora'nın sesi daima kulağıma doluyor, birileriyle yaptığı ayaküstü sohbetlere şahit oluyordum. Bir zamanlar Nazlı Butik Otel'in yıkılıp da yerine başka bir otelin yapıldığına, daha sonra da onun yıkılarak Nazlı Butik Otel'in yeniden inşa edildiğine benim bile inanmam çok zordu. Annem ve babamın hiç gitmediği zamanlardan geçerek, odamıza ilerledim.

"Abilerin en bi'tanesi!" dedi Begüm, nefes nefese. "Gel, dans edelim!"

"Bu tarz şarkılarla yapılan danslar bana tepinmek gibi geldiği için, almayayım..." dedi Bora.

Uzun bir elbiseyle dans etmekte -pardon Bora'nın da deyimiyle tepinmekte- zorlanacağım için, Begüm'ün yine özel olarak tasarladığı; ince askılı, v şeklinde derin göğüs ve sırt dekoltesine sahip, dar ve mini, püsküllü beyaz elbiseyi giyecektim.

"DJ eşliğinde Vals yapmadığımız için bizi bağışla!" dedi Begüm, gülerek. "Ayrıca, Yeah! tam da senin hızlı, kulüp zamanlarına tekabül ediyor olmalı. Belki de Oxford gecelerine? Kimi yiyorsun?"

"Allah seni inandırsın, hiç öyle anılarım yok," dedi Bora.

"Tabii tabii... Hatta, DJ ne demek, onu bile bilmiyorsundur sen!" dedi Begüm, alayla.

"D ve J harflerinin, İngilizce okunuşları değil mi?" dedi Bora. Yüzünü görmesem de kaşlarını çattığına yemin edebilirdim. "Oxford gecelerinde, alfabeyi sık sık çalışırdım ben. Biliyorum harfleri. Hâlâ aklımda."

"Mila!" diye bağırdı Begüm, dan diye. "Abimin Oxford'da geceleri nasıl geçerdi, bahsetsene biraz!"

Kulağıma Mila'nın kahkahası ulaşırken, bir erkek sesi, zannediyordum ki Andrea, "Ders çalışarak!" demişti.

"Yalancılar!" dedi Begüm, kızgın bir sesle.

"Yani..." dedi Mila, alayla. "Belki de eğlence sektöründe işletmeciliği falan düşünmüşüzdür. İyi tarafından bakalım."

"Nitekim de zaten eğlence sektörüne atıldım," dedi Bora, neşeli bir sesle. "Casino açtım Kıbrıs'ta, daha ne olsun?!"

Ayaklarıma sivri burunlu, kısa topuklu, bilekten bantlı beyaz ayakkabılarımı geçirdim.

"Abi, kazık gibi dikileceksen, ayakaltından çekilir misin?!" diye kızdı Begüm.

"Meraklı değilim zaten senin ayakaltına. Karım nerede ya benim?!" dedi. İki saniye süren sessizliğin ardından da, "Nazlı?!" demişti.

"Odadayım," dedim gülerken. "İniyorum şimdi."

"N'apıyorsun odada?" diye sordu Bora, merakla.

"Tepinebilmek için üzerimi değiştirdim," dedim.

Otelden çıktığımda, Bora ile göz göze gelmiştik. Ardından onun bakışları gözlerimden çekildi ve beni baştan aşağı süzdü. Yanına ulaştım. Hayranlık ve beğeniyle dolu olan gözleri yeniden gözlerimi bulduğunda, "Hemen şimdi mi gitsek?" diye sormuştu. Kocaman bir kahkaha attığım sırada elime uzandı ve beni kendine çekti. "Eğer bu kadar güzel olmasaydın, arkadaşlarımla tekila içecektim."

"Bak sen..." dedim. Kaşlarım havalanmıştı. "Şimdi ne yapacaksın peki?"

"Kollarımda tepinmeni sağlayabilirim mesela..." dedi. Beni yüz seksen derece döndürdü, sırtımı göğsüne yaslayarak, elini karnıma yerleştirdi ve omzumdan öptü. "Nasıl fikir?" Dudakları boynuma ulaştı. "Bütün gece..."

"Bence sen arkadaşlarınla tekila iç..." dedim. Başımı kaldırmış ve şuh bakışlarımı gözlerine sabitlemiştim. "Çünkü o yata bindiğimiz andan sonra... Her an bizim olacak. Ve benim, bu gece, sana bir yıldönümü sürprizim olabilir. Geceyi bekle."

Yutkunmaya çalışırken, beni daha da kendine bastırdı ve "Neyse ki hava karardı hepten. Geceye bir şey kalmadı..." dedi.

Omuzlarım yavaşça Right Round eşliğinde ritim tutarken, elimi Bora'nın karnımdaki elinin üzerine koymuştum. "Aydın'la konuşman beni etkiledi..." dedim.

"Sakın, o konuyla alakalı bir şey söyleme..." dedi.

Boğazımdan duygu yüklü olduğunu elimden geldiğince sakladığım bir ezgi koparken yüzümü yeniden Bora'ya dönmüştüm. "Sadece öpeceğim... Önce, destur almak isterim!" dedim.

"Nazlı!" dedi, ı'yı gereğinden fazla uzatarak. Bu beni daha da gülümsetirken parmak uçlarımda yükseldim ve dudaklarının arasındaki boşluğa sızdım. Bir eli çok geçmeden belimi bulmuştu. Dudaklarımın, dudakları arasında dolaşmasını çok seviyordum. Ne kalabalıklar içinde olmamız ne de birilerinin bizi izliyor oluşu umurumdaydı. Dudaklarından kolay kolay ayrılmaya niyetim yoktu fakat...

Zorunda kaldım.

Çünkü Bat'in patlattığı şampanya ile bir yıkanmadığım kalmıştı!

Öfkeyle, "Bana hortum lazım Bora!" diye bağırdığımda, etrafımıza toplanmış ve Bat'in yaptığı çok matah bir şeymiş gibi alkış yapan insanlar, kahkaha atmışlardı.

♠️

Müziğin sesi gitgide yükselirken DJ, performansıyla birçok konuğun pist için ayrılan alana gelmesini sağlamıştı ve ışıklar da çalan şarkılara eşlik ediyordu. Şampanya şişeleri ardı ardına patlarken, özellikle ben iki tanesini Bat'in kafasına isabet ettirmek istemiştim ama Bear araya girdiği için biri onun omuzunda patlamıştı. Bazı şeyler hiç değişmiyordu! İkincisinde ise kendini korumak için olsa gerek, beni kucağına almıştı ve fakat bu kez de, şampanyanın mantarı çok uzaklara, Gülsüm Hanım'ın masasına doğru gitmişti. Bu değişik bir şeydi işte. Bayağı. Gözlerimi kapattığım için Gülsüm Hanım'ın verdiği tepkiyi görememiştim fakat Gökhan bizzat gördüğünü söylüyor, "Kurşun sandı kurşun!" diyordu. Umarım kadını öldürmeden, buradan gidebilirdim.

Çok yüksek bir müzikte dans ediyor olmama rağmen, Bora'nın sesi kulağımın içindeydi ve babaannesinin yanına gidip, "İyisin değil mi?" diye sorduğunu da duymuştum. Neyse ki Gülsüm Hanım iyiydi. Bora, vedalaşma seremonisinin hakkını verircesine babannesine, onu çok sevdiğini söylemiş ve hakkını helal etmesini istemişti. Soluk vermek için bar alanına ilerlediğim ve Hakan'ın hazırladığı alkolsüz kokteylimi yudumladığım sırada, kaçamak bakışlarımı onlara yönlendirmekten geri durmamıştım. Tam otuz iki saniye, birbirlerine sarılı kalmışlardı. Benim bile gözlerim dolarken, Bora nasıl ağlamadan duruyordu anlamıyordum. Ben, tam olarak bütün dikkatimi vermesem de Bora'nın ailesinden birileriyle, arkadaşlarıyla veya konuklarla hoş sohbetlerine ya da bir duygusu olan anlamlı konuşmalarına şahitlik ederken; Bora, avaz avaz bağırarak şarkılara eşlik edişimi dinlemişti.

On beş dakika, on yedi saniye Büyük Masa'yla birlikte oturmuş ve Benjamin diye bir adamdan bahsetmişlerdi. Akabinde, Berkan'ın yanına geçmiş ve çok fazla detay vermemek suretiyle olsa da dönmemek üzere gittiğimizden bahsetmişti. Son olarak da birlikte, arkadaşlarının masasına geçerek tekila içmeye başlamışlardı. Mila ve Andrea da pistten ayrılarak o masaya gitmişti ve bütün eğlenceyi, Oxford'lular olarak bireyselleştirmişlerdi. Gerçi bizim de OCTO olarak bir bireyselleşme durumumuz mevzubahisti ama bizden olmayanları dışlamıyorduk. Mesela Bahar, Can, Asya, Leo ve Begüm de bizim yanımızdaydı. Zaten Begüm, Bat'le gece boyunca ancak yan yana gelebildiği için olsa gerek, eğleniyor gözüküyordu ve Oxford ile OCTO arasında bir seçim yapacak olsa, kesinlikte OCTO'yu seçerdi. Buna rağmen kasıldığı da belliydi. Çünkü eski kocası ve eski kocasının ailesi buradaydı ve koskoca Begüm Karabey için bile, bu önem teşkil eden bir şeydi.

"Bira alacağım, kokteyl ister misin?" diye bağırdı Bear.

"Vişneli olsun ama!" diye bağırdım.

"Hay sesinin tınısını!" dedi Bora, dan diye.

Hayretle bakışlarımı kendisine çevirmek istesem de dans eden insanlar görüş açımı perdeliyorlardı. "Kolonların hepsi burada! Bağırmadan iletişim kuramıyorum, ne yapayım?!" diye bağırdım. "Dua et, ortam sesini aman aman duymuyorsun!"

"Sen öyle san Nazlı!" dedi, bıkkın bir tavırla. "Ayrıca benimle konuşurken bari bağırma. Aldığın nefesi duyuyorum çünkü."

"Kıs o zaman sesimi ya!" diye bağırırken, bir yandan da havada olan ellerimle dans etmeye devam ediyordum.

"Görüş açımda olduğun zamanlarda çıkartıyorum bile kulaklığı! Ama seni göremedikçe takıyorum haliyle ve her defasında da bağırıyor oluyorsun!" dedi, kızar gibi.

"Ben mi kulaklık takmak istedim?! Ben, şu an nasıl bağırmayayım?! Kendi sesimi duymuyorum! Ayrıca yazıklar olsun! Çıkartma seçeneğim olduğunu bilseydim, ben de çıkartırdım!" Aslında çıkartmazdım. Çünkü Bora'nın aksine ben, meraklı birisiydim. Ve hatta keşke, hep Bora'yı dinleyerek yaşayabilseydim. Bear yanıma gelmiş ve bana kokteylimi uzatmıştı. "Teşekkürler!" diye bağırdım. Kokteylimi havaya kaldırdım. "BİR!"

"İki!" dedi Fox.

"Üç!" dedi Bear.

"Dört!" dedi Lizard.

"Beş!" dedi Bat.

Çatılan kaşlarım Sergio ile buluştuğunda, başını sallamakla yetindi. Attention çalarken -ki artık Türkçe şarkı çalmasını istiyordum, çünkü Bora'ya laf soka soka çirkin diye addettiği şarkıları söyleme vaktim gelmişti- dans etmeye devam ettim. Çok geçmeden Falcon da tüm techizatını muhtemelen Alp'e bırakıp geldi ve "Altı'da mı kalmıştınız çocuklar?!" diye bağırdı.

Sergio, aramıza zorla katıldığı belli olan Annie ile geldiğinde, kadro tamamlanmıştı. "Yedi!" diye bağırdı Lion.

Bat'in göz kırparak işaret vermesiyle beraber, hepimiz Annie'nin etrafını sarmalamış ve olası kaçma girişimini baştan engellemiştik. Bu konuda da kardeşine benziyordu. Büyük olanına. Küçük olanı, aynı benim gibi kendinden geçercesine dans ediyordu çünkü. Hatta, Lion'ın üzerine, "Sekiz!" diye bile bağırmıştı. Farkında olmadan abisini temsil etmişti çünkü bizim neden sayı saydığımızı bile bilmiyordu. Ama belli ki bunun, Begüm için bir önemi de yoktu. Biz yanlarında olmasak da onların bir aile olacaklarına koşulsuz inanmıştım.

Leo, annesinin dibine gelip ellerini tutarak, dans etmeye başladığında, Begüm, "Ya benimki de büyüsün!" diye duygulanmıştı.

"Gel buraya, annenle sonra da dans edersin!" Leo'yu Beyza'dan çalarak, kendimi orta noktaya aldığımda, Leo da herkes gibi gülmüştü. Şarkılar ve her şarkıda yanımıza düşen insanlar değişse de, buruk gülüşlerimiz yüzümüzden silinmiyordu. Hepsini seviyordum. Ayrı ayrı ve çok. Mümkün mertebe hepsine sarılıyor, anılarımıza birkaç yeni bir şey daha ekliyor, Ada'nın da burada olup biten her şeyi hissetmesini arzu ediyordum. "Siz bana aile oldunuz!" diye itiraf ettim, en sonunda. Kendi sesimi ben bile duymadığım için, onların beni duyması imkansızdı. "Bunu ancak anlıyorum. Mutlu olana kadar anlamamışım. Sizi, ömrümün son günü bile hatırlayacağım. Teşekkür ederim."

Kadehimi saat bir yönünde, gökyüzüne kaldırdım, bu aileyi borçlu olduğum Tarantula için.

"Evliymişim John..." diye fısıldadım, gözlerimi yumarken. "Boşanmamışım... İyi ki!"

♠️

Gökhan ve Eren'in de Boralarla aynı masada olduğunu gördüğümde, "Siz aranıza Oxford'dan olmayanları alıyor muydunuz?" dedim, şakacı bir tavırla.

Herkes gülerken, Bora ayağa kalkmış ve bana yer vermişti. "Yoruldun değil mi?" diye sordu.

"Biraz," dedim. Davetliler yavaş yavaş gitmeye başlamışlardı ve bahçenin kalabalığı biraz olsun azalmıştı. Ben kulaklığımı hiç çıkartmadığım için, Bora'nın ev sahipliğine yakışan nezaketiyle, insanları uğurlamasına da şahit olmuştum. Kimileri benim yanıma da uğramıştı ama ben dans etmekle meşgul olduğum için, insanlara aynı nezaketi gösterdiğimden şüpheliydim. Adamlarından biri sandalye getirdiğinde, Bora da yanıma oturmuştu. Asla dokunmaya tenezzül etmediği pastasına çatalı daldırırken, "Enerji depolamaya geldim," dedim. Başımı Bora'nın omzuna koydum. "Aslında keşke biraz da uyusam..." Bora güldü. Elini omzuma yerleştirirken, terden sırılsıklam oldukları için yüzüme yapışan saç tellerinden beni kurtardı.

"İnanılmaz bir enerjin var!" dedi Melis, takdir edercesine.

"Begüm'le yarışır," dedi Julia. Eren'le göz göze geldiğimizde gülümsedim. "Sahi o nerede? Bütün akşam yüzünü göremedik resmen."

"Ben de!" dedi Bora, sitemle.

"Demir ve Gülsüm Hanım'ın yanına çıktı," dedim, pastadan bir çatal daha alırken. "Bi' sorun olup olmadığına bakıp, inecekmiş."

İnsanlar kendi aralarında konuşmaya devam ederken Bora, cebinden telefonunu çıkartmıştı. Begüm'ün mesaj sayfasına girdi. "Benimle vedalaşmak ister misin?" diye yazdı ve gönderdi. Ağzımdaki lokmayı yutmaya çalıştım ama vişneli pasta kursağıma dizilmişti.

"Abilikten istifa mı ediyorsun?"

"İzin kullanıyorum, diyelim."

"Hak ettin valla! Yirmi yedi senedir, aralıksız mesai yapıyorsun sonuçta."

"Gel, vedalaşalım."

"Sen, benim oğlumla vedalaştın mı?"

"Evet. Sen tepinirken."

"Karnını doyurayım, ineceğim."

Begüm'ün mesaj sayfasından çıktı ve Çınar'ın mesaj sayfasına girdi.

"Mehmet Bey'e ulaş. Gitmeden onunla konuşmak istiyorum. Beni güvenli bir bağlantı aracılığıyla arasın."

"Planımı düşündün mü?"

"Düşündüm. Olmayacak öyle bir şey. Ben başka bir plan yapıyorum. Mehmet Bey beni arasın. İstihbarat'a uçurmak istediğim bir haber var."

Ekranı kilitlediğinde başımı omzundan kaldırdım. "Ne zaman çıkacağız?" diye sordum.

Bora, saate baktı: 23:47. "Begüm'le biraz daha vakit geçireyim. Telefon görüşmesi yapacağım bi' de. Sonra okay'im ben. Kimse kalmaz zaten bir iki saate." Bakışları masalara doğru çevrildi. "Noir, Asya'nın yanında mı hâlâ?"

"Evet," dedim. İnsanlara, "İzninizle..." diyerek masadan kalkacağım sırada, Bora nereye gittiğimi sorarcasına gözlerimin içine bakmıştı. "Ben de öyle bi' dolaşayım herkesi..." dedim. Daha vedalaşmam gereken insanlar vardı ve bu insanlardan birisi de ablasıydı.

♠️

Asya ve Leo'nun pili artık tümden bittiği için, otelimizdeki odalardan birine, yatmaya çıkmışlardı ve yanlarında da Filiz Hala durmak istemişti. Asya her şeyin biraz daha farkındaydı ama Leo, gerçekten tatile gittiğimizi düşünüyordu. Dönmeyeceğimizi de her şey gibi daha sonra öğrenecekti. Bu daha mı sağlıklıydı bilmiyordum ama annesinin kararı buydu ve ben de saygı duymayı seçmiştim. Zaten ona sesli mesajımda her şeyi anlatmıştım ve dinlediğinde, benden öğrenmesi gereken her şeyi öğrenmiş olacaktı. Halamlar, Eren'in ailesi ile beraber kalkmışlardı. Biraz sonra, Harun Abiler'le Enginler ve son olarak da Bora'nın arkadaşları gitmişlerdi.

Bu sırada Bora, İstihbarat'tan hiç kimse ile telefon görüşmesini gerçekleştirmişti. Ona, Büyük Masa'dakilerle konuştuğunu, Monte Carlo'ya uğrayacağımızı, orada Benjamin ile görüşme ayarlayacağını ve tatilimiz sırasında, hedeflerindeki adamlardan birini daha yemleyeceğini, süreçte de kendisiyle haberleşeceğini söylemişti. Bu akşam bir Benjamin'di gidiyordu ve neyden bahsettiği ya da ne yaptığı hakkında herhangi bir fikrim yoktu. Çünkü kimseyle, hiçbir şekilde iletişim kurmamak üzere gidiyorduk, buna İstihbarat da dahildi. O yüzden hangi işe ve nasıl devam etmekten bahsettiğini anlamamıştım. Belki de esasen onları yemliyordu, tatile gittiğimize inansınlar diye.

OCTO'nun üyeleri, Bahar ve Begüm hâlâ dans ediyorlardı. Gökhan, Aydın ve Bora, barda konuşuyorlardı fakat Bora'nın kulaklığı takılı olmadığı ve Aydın ile Gökhan'ın da mikrofonları kapalı olduğu için ne konuştuklarını bilmiyordum. Ben ise Nagihan Hanım, Beyza ve Eren'le birlikte oturuyordum. Nagihan Hanım, çözülmesi öyle zor bir kadındı ki, Gülsüm Hanım'ın bir odaya çekilmesine rağmen onun neden ille de kalkmadığını ve bu saate kadar oturduğunu mesela, anlamıyordum. Yüzünü, beş dakika üç saniyedir, tanınmaz bir cisimmiş gibi incelediğim için rahatsız olmuş olsa gerek, "Ben de kalkayım artık..." demek zorunda kaldı. İsabetti. Zira onun yaşındaki insanlar, genelde, saat 1:17 olduğunda çoktan uyumuş olurlardı.

"Nazlı... Kendine iyi bak," dedi. Ayaklandı ve çantasını eline aldı. "Hayat, sürprizlerini sunsun hep size."

Ben de ayağa kalktım. "Çok da bir sürpriz istemiyorum açıkçası," dedim ters bir ifadeyle. Yüzüme yapmacık bir gülümseme yayıldı. "Malum, sizin son sürpriziniz de hoşuma gitmemişti. Sakın yanlış anlamayın, konunun sizinle hiçbir alakası yok... Ben sürpriz sevmiyorum, ondan!"

"Hangi sürprizden bahsettiğini anlamadım," dedi Nagihan Hanım, şaşkınlıkla.

"Beni sattınız ya, onu diyorum!" dedim sertçe. "Sizden insan gibi bir ricada bulunmama rağmen, hemen gidip koz olayını Bora'ya yetiştirdiniz ya!"

Kaşlarını çattı. "Bir yanlışın var..." dedi. Benim de kaşlarım çatılmıştı. "Bora, zaten biliyordu?"

"Ne demek zaten biliyordu?!" dedim. Sıkıntılı bir nefes verdim. "Beyza ona mesaj attığında, bunu çoktan öğrendiğini söyledi bana!" Onay almak ister gibi Beyza'ya baktığımda, kafasını sallamıştı. "Bu yalanları gidip bir başkasına söyleyin Nagihan Hanım! Şu an Bora ile iyiyiz ama olmayabilirdik? Sizin yüzünüzden başımıza çok kötü şeyler gelmiş olabilirdi? Ki geldi de zaten de... Neyse!"

Bora, bir adam tarafından vurulmak üzereyken ateş edememişti ve bunun bize nasıl bir kapı açtığını mesela, hâlâ bilemiyorduk!

"Yalan söylemiyorum," dedi Nagihan Hanım. Bakışları etrafta dolanırken, bardaki Bora'yı buldu. Aydın, Bora'yı dürtünce, Bora ile Gökhan da bize dönmüşlerdi. Bora, gözünü kırpmadan bize bakarken, kulaklığını taktı. "İstersen soralım Bora'ya. Ben, ona bir şey söylemedim."

Dudaklarım önce açıldı, sonra kapandı, sonra yeniden açıldı. "Siz ciddi misiniz? Bora, bunu sizden öğrenmedi mi?!"

"Evet?" dedi Nagihan Hanım.

Bora, "The end," deyince ona baktım. O ise Gökhan'a bakıyordu. Kulaklığını çıkarttığında, bir şey daha söylemişti ama duymamıştım. Gökhan gözlerini yumdu ve yüzünü buruşturdu.

"Kusura bakmayın," dedim Nagihan Hanım'a. Derin bir nefes verdim. "İzninizle..." Nagihan Hanım'dan biraz uzaklaştım ve bir kez kulaklığıma dokundum. "Dua et gidiyoruz Gökhan..." dedim, hırsla. Gökhan gözlerini açtı ve gözlerime baktı. "Dua et!" Ve bir cevap vermesine fırsat bırakmadan, kulaklığımın frekansını değiştirdim. Bakışlarımı Beyza'ya çevirdim. "Biraz yürüyelim mi?"

Beyza, ağır ağır başını salladı ve ayağa kalktı. Küçük adımlarla, sessizce, ön bahçeye doğru ilerledik. Bora, muhtemelen görüş açısından çıktığım için, kulaklığını takmıştı. Uzaktan gelen müzik sesini duyuyordum. Hayatımın bir 8 Mart'ında, Ahmet Karabey'le tanıştığım yerde durdum ve Beyza'ya döndüm. Kardeşinin birebir aynısı olan gözlerine baktım. "Ben, bütün gece kaçtım bu andan... Hatta bir ara, odaya çıkmayı da düşündüm ama... Begüm engel oldu," dedi.

"Sana söyleyecek çok şeyim var. Çünkü ben daha seni tanımadan, sen benim hayatıma girdin. Ve sana söyleyecek hiçbir şeyim yok. Çünkü sen, benim söylemediğim her şeyi duyabildin hep." Beyza, beni kendine çekip sımsıkı sarıldığında, gözlerimden yaşlar boşalmıştı. "Her şey için teşekkür ederim. Vedalaşmayı sevmiyorum. Sadece, bu anı yaşamak istemiştim."

"Seni, senin düşünebildiğinden ve hayal edebildiğinden daha çok seviyorum. Benim öz kardeşim olduğunu sakın unutma oğlumun Nina'sı... Asıl ben, her şey için teşekkür ederim," dediğinde, o da ağlamaya başlamıştı. "Benim için dünyayı karşına aldın. Seninle bambaşka şartlarda, bambaşka şeyler yaşayabilmeyi çok isterdim. Silahların olmadığı, kavgaların edilmediği ve beni herkesin, en çok da... En çok da ailemin sevdiği evrende..."

"Kürkçü dükkanına giderseniz," dedim, kollarından ayrılırken. "Bana selam çakın mutlaka, tamam mı?!" Beyza, gözlerinden süzülen yaşları silerken başını salladı. "Beni çok özleyin. Hep, Nina olsaydı keşke... deyin. Süper güçlerim olmadığını Leo'ya söylemeyi bırak artık. Bir de onun, beni hiç unutmamasını sağla. Ona kardeşini anlattığın gibi, devamlı beni de anlatırsın değil mi? Muhteşem bir insan olduğumu da söyler misin sürekli? Çıkmayayım aklından. Tamam mı? Söz ver."

"Söz," dedi Beyza. Alt dudağını ısırdı. "Söz veriyorum."

"Hanımlar?" dedi Çınar. Bakışlarımız aynı anda ona çevrilmişti. "Bana sarılmamanız kalbimi kırdı açıkçası."

Gözlerimden yaşlar boşalırken güldüm de. Çınar yanımıza geldi ve ikimizi birden, kolları arasına aldı. Başımızı onun göğsüne yasladığımızda, zamanın biraz durmasını ve kardeşlerime mümkün olduğu kadar doyabilmeyi ummuştum.

"Ah Nina!" dedi Sergio, hafifçe omzumu okşarken. "Hayatıma... Hayatımıza neler kattığını bi' bilsen!" Burnumu çektim. "Kızım, sen gelene kadar eksikmişiz biz!"

"Çok konuşma da Bahar'ın kıymetini bil," dedim. Hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyor ama kendimi sıkıyordum. "Beyza bence sen de Aydın'a yani... Kötü davranma artık!" da dedim. 

Bana güldüler.

Bana gülmelerini umursamadım ve "Ben de kızımıza sizi anlatacağım. Söz veriyorum," dedim.

♠️

Beyza ve Çınar'la birlikte, arka bahçeye geri döndük. Bora, bara yaslanmış ve yanı başında dans eden Begüm'ü izliyordu. Herkes Begüm'ü izliyordu. Begüm, bağıra bağıra Bi' An Gel'i söyleyerek deli gibi eğleniyor, adeta hayallerimi yaşıyordu.

"Bi' an gel, dön gel hep gel tövbeleri bozup gel
Ya da kal orada ben sana geleyim o zaman
Bi' an gel, dön gel hep gel tövbeleri bozup gel
Ya da kal orada ben sana geleyim o zaman..."

"Ben de geleceğim!" diye bağırdım. Herkesin bakışları bana çevrildiğinde, Begüm'ün yanına varmıştım bile. Bora, başını iki yana sallarken, ben çoktan kendimi şarkıya teslim etmiştim. Umarım bütün eğlence daha yeni başlıyordu, çünkü sonuçta çok heves etmiştim ve ben gelindim. Beni kırmak olmazdı. Bora, viskisini yudumlarken itiraf edemese de, bence çok eğlenmeye başlamıştı. Bora'nın dibine kadar giriyor, her dibine girişimde beni öpmesine izin veriyor, ondan uzaklaştığım ve bilhassa ona arkamı döndüğüm sırada da kendimi şekilden şekle sokuyor, içimden nasıl geliyorsa öyle davranıyordum. Nasıl göründüğümün hiçbir önemi yoktu. Begüm de bunu önemsiyor görünmüyordu. Hatta şarkılar ilerledikçe, Begüm'le birbirimizin omzuna kollarımızı atıp, avaz avaz şarkıya eşlik edip, sadece yerimizde zıpladığımız anlar yaşamıştık.

Kaç şarkı geçtiğini sayamayacak kadar kafam dumanlanmıştı ama 90'lar, 2000'ler ve 2010'lar birbirine girmişti. Bu şarkılardan biri elbette ki Karam'dı zira onsuz bir Türkçe Pop düşünülemezdi. Bora'nın şarkıdan nefret ettiğini bildiğim için -ki bu çok ayıptı, haksızlıktı, ön yargıydı ve gereksizdi- ses tellerimi patlatma pahasına bağırmış olabilirdim. "Al artık koynuna beni Karam, günahın boynuna can Karam..." kısmında özellikle, sübliminal mesajı anlayan herkes -ki en aptal olan kişi de işaret parmağımı Bora'nın neredeyse gözüne soktuğum için anlardı- kahkahalarla gülüyordu. E tabii, bu da Bora'yı daha çok sinir ediyordu. Bora'yı sinir etmeyi çok seviyordum. Şarkı o kadar bitmemişti ve DJ de eğlendiği için herhalde, nakaratı o kadar uzatmıştı ki, Bora beni bırakıp yatla kendi açılacak olsa ağzımı açıp tek kelime edemezdim.

Karam performansımdan sonra Begüm, hızını alamamış olacak ki, bir yerden sonra DJ'in yanına kadar gitmişti. Aslında o da Demir'i emzirdiği için alkol almıyordu, bizim sarhoşluğumuz var oluşumuza dayanıyordu. Birkaç şarkı da bu şekilde geçerken sahne sadece bana kalmıştı ve gecenin yıldızı tek kelimeyle ben olmuştum. Fakat birlikte dans etmeyi çok sevdiğim bir arkadaşım daha vardı, Bat. O yüzden, en sonunda onu da elinden tutarak yanıma çekiştirmiştim. Begüm de bu sırada, Kumralım çalmayı tercih etmişti ve seyircilerimizden biri olan Eren'in bununla alakalı ne düşündüğüne kafa yormayı hiç istememiştim. Bora'nın da. Kimse bir şey düşünmese de olurdu. Bat, gerçekten iyi bir dansçıydı. Ellerini belime yerleştirmişti ve benim hareketlerime muhteşem bir şekilde uyum sağlamıştı. Sayısını bilmediğim şarkı da böylece zaman gibi geçip gitmişti.

Begüm, "Yok mu istek parçası olan?!" diye bağırdığında, artık takatim kalmamıştı.

"Var benim," dedi Bora. Bakışlarımı, şaşkınlıkla kapkara gözlerine çevirdim. "Gecenin son dansını karımla yapmak istiyorum." Yanıma geldi. "Bütün İstanbul Biliyo" dedi. Ellerini belime yerleştirirken, aramızda neredeyse hiç mesafe bırakmayacak kadar bana yaklaşmıştı.

"Seni bana ayırdım, bütün İstanbul biliyo'
Çok söyledim ama kendini ölümlü sanıyo'
İnanmazsınız sesinde kuşlar yaşıyo'
Ah bi' de gülünce, kafam yanıyo'..."

"Burada, Bodrum'da dinlemiştim bunu. Tesadüfen. Sen yoktun. Ve dinler dinlemez, bu şarkıyı sana dinletmek istemiştim." Dudaklarım iki yana kıvrılsa da ilk kez duyduğum şarkıyla birlikte Bora'nın söyledikleri, sersemlememe sebep olmuştu. "Bütün İstanbul değil, Dünya biliyordu be Nazlı..."

"Öyle de güzeldi gözleri
Bıraksam içine bi' kendimi
Tutuştur içine çek beni
Yavaş yavaş..."

Yüzünü saçlarımın arasına gömdüğünde, saçlarımın kokusunu içine çekmişti. "Öyle heyecanlıyım ki..." dedi. Açılacağımız okyanuslardan daha derin olan gözleri, gözlerimle birleşti. "Sanki biraz sonra, buradan giderken, yeniden evlenecekmişiz gibi... Sana da öyle geliyor mu?" Başımı sallayıp, kollarımı boynuna sardım ve sakalları arasına küçücük bir öpücük kondurdum.

"Ölümüne güzeldi, böyle nasıl yaşıyo'?
Sert kıyılarında ne gemiler batıyo'
Dokun yaralarıma, çiçekler açıyo'
Ah bi' de gülünce kafam peynire dönüyo'..."

"Elimi hiç bırakma..." dedi. Bu bir emir miydi, rica mıydı yoksa yalvarış mıydı bilmiyordum. Belki de hepsi birden. "Sen elimden tuttuğun sürece, ben her şeyi yapabilirim."

"Öyle de güzeldi gözleri
Bıraksam içine bi' kendimi
Tutuştur içine çek beni
Yavaş yavaş..."

"Bırakmayacağım," dedim. Dudaklarımı, dudakları arasına aldı. Yeni hayatımıza bir adım atmaya hazırlanmak için, nefesimi ödünç aldığını hissetmiştim.

"Öyle de güzeldi gözleri
Bıraksam içine bi' kendimi
Tutuştur içine çek beni
Yavaş yavaş..."

Çünkü dudakları, ancak şarkı bittikten on beş saniye sonra, dudaklarımdan ayrılabilmişti.

"Seni seviyorum sevgilim," dedi, alnını alnıma yaslarken.

Yüzümü avuçları arasına aldığında, "Ben de seni seviyorum sevgilim," dedim. İnsanlara döndüğümüzde, ki ben burada olduklarını yeni hatırlamış gibiydim, gözleri dolu dolu bize baktıklarını fark etmiştik. Gülümsemeye çalıştım. "Gidelim o zaman..." dedim. Bora başını sallarken, ne zaman buraya geldiğini bilmediğim Selim'e bakmıştı. "Söylesene Mustafa'ya. Açılacağız. Noir'ı da bindirin."

"Tamam abi," dedi Selim.

Masanın üzerinden çantamı aldım. Hepimizin üstüne çöreklenen kasveti yok saymak isteyerek, yata doğru ilerledik. Bora, Bahar'a sarılırken; ben de en önce Begüm'e sarılmıştım. Sıkı sıkıya. Ona onu çok sevdiğimi söyleyerek. Sonra Bahar'a, Eren'e, Bat'e, Bear'a, Falcon'a, Lizard'a, Fox'a.

Aydın'la göz göze geldiğimizde gülümsedi. "Allah'a emanet olun yenge..." dedi. Ağladı ağlayacaktı. "Kendinize iyi bakın."

"Siz de..." dedim ve kollarımı boynuna doladım. "Leo'nun daima seninle gurur duyacağını unutma, olur mu? Ve hep, cesur ol. Tamam ince de ol ama cesur ol."

"Eyvallah..." dedi Aydın, içtenlikle.

Bora da Bahar'a, Eren'e, Bear'a, Bat'e, Falcon'a, Lizard'a, Çınar'a sarılmış ve Begüm'ün yanına ilerlemişti. Bu sırada Gökhan, mahcup bir şekilde bana bakıyordu. "Geri zekâlısın sen!" dedim. Başını salladı, bunu kabul eder gibi. "Vaktim olsaydı eğer, sana hiç bu kadar kolay sarılmazdım!" Gökhan, hızla beni kendine çekince, adeta çarpıştık. "Ada'yı korkutuyorsun!" diye kızdım. Gözlerimden yine yaşlar aktı. "Seni hep kötüleyeceğim ona!"

"Seni çok seviyorum Naz!" dedi ağlarken. "Kardeşime de yeğenime de iyi bak. Amcayım ben, tamam mı?!"

"Tamam..." dediğimde, gözyaşlarım da şiddetlenmişti.

"Şişt!" dedi, sanki kendi ağlamıyormuş gibi. Başımı salladım ve Gökhan'dan ayrıldım.

Yanaklarıma süzülen yaşları silerken, Bora ile Begüm'ün birbirlerine sarılı hâlde olduklarını görmüştüm. Bora, yüzünü Begüm'ün saçları arasına gömmüştü. Bir eli kardeşinin sırtında, diğer eli de başındaydı. Begüm'ün başı ise Bora'nın omzuna yaslanmıştı. O da abisinin omzunda ağlıyordu. Hem de hıçkıra hıçkıra. Bakışlarım Beyza'ya çevrildi. Elimi ona uzattım, elimi tuttu. Ona da sarıldım, yine. Sımsıkı. Öz ablammış gibi. Beyza'dan ayrıldığımda, Bora ile Begüm hâlâ birbirlerinden ayrılmamışlardı. Bora, Begüm'e bir şeyler söylüyordu, Begüm de kafasını sallıyordu. Çınar, bir elini omzuma attı ve hepimiz, bir süre, biraz ilerimizdeki Bora ile Begüm'ü izledik. Ayrıldıklarında Bora kardeşine gülümsedi. O, hepimizin aksine, ağlamamıştı ve ağlamıyordu. Begüm'ün gözlerinden akan yaşları sildi. Ona bir şey daha söyledi. Begüm ağlıyor olmasına rağmen, omuz silkerek gülmüştü. Bora kahkaha attı ve Begüm'ün saçlarını karıştırdı. Begüm buna uyuz olmamış, aksine abisine bir daha sarılmış ve iki dakika, üç saniye daha öyle kalmıştı. Bu kez, o da abisine bir şeyler söylemişti. Beyza'nın dudakları titrerken, büyük bir gıpta ile onlara bakıyordu. Hepimiz onlara bakıyorduk ama Beyza bir başka bakıyordu. Sanki onları duyuyormuş gibi.

Bora, Begüm'den yeniden ayrıldı ve bize doğru geldiler. Bora'nın bakışları Gökhan'ı bulurken, Gökhan çoktan Bora'ya doğru bir adım atmış ve ona sarılmıştı. "Bir gün, affet beni n'olur..." dedi.

Bora zorlukla yutkunurken gülümsemeye çalıştı. Hafifçe Gökhan'ın sırtını sıvazladı. "Hayallerimdeki hayatı yaşamaya gidiyorum Gökhan. Senin olmadığın, hiçbir yerden çıkmadığın, zırt pırt saçma sapan mesajlar atmadığın... Yalnızca karımla ve kızımızla olacağım bir hayat..."

"Bensiz yapamazsın sen amına koyayım," dedi Gökhan, gözyaşlarının arasında. Bora güldü. "En çok beni özlersin."

Begüm, yeniden hıçkırıklara boğulurken, Aydın onun yanına gitmiş ve ona sarılmıştı. Bu sırada Bora'nın bakışları da bir an için Begüm'e kaydı. "Amma abarttınız ya!" dedi Bora, Gökhan'ı resmen iterken. Bir kez daha Aydın'la Begüm'e baktı. "Sen de mi ağlıyorsun Aydın Demir? Bir daha sarılamam sana da. Sarıldık, bitti. Lan kendinize gelin amına koyayım. Hepiniz elimde kalacaktınız, kurtulduğunuza sevinsenize!" Bakışları Çınar'a kaydı. "Sana n'oluyor zaten, sen niye ağlıyorsun acaba? Sen beni sevmiyorsun bile amına koyayım!"

"Naz...lı...için..." dedi Çınar, zorlukla konuşarak. "Senin için ağlayacak değilim herhalde."

Bora gülümserken, bakışları gözlerimi buldu. "Hadi," dedi, başıyla yatı göstererek. "Gidelim sevgilim."

Ablasına, en azından, yalandan da olsa, sarılmayacak mıydı?

Selim, yattan indi. "Hazır mı her şey?" diye sordu Bora. Bakışlarım refleksif olarak Beyza'yı bulmuştu. Gergin ve yaşla dolu bakışları, kardeşine kilitlenip kalmış gibiydi. "Abim..." dedi Selim, Bora'ya sarılırken. Bora, Selim'in sırtına hafifçe iki kez vurdu. Selim, zaten bir noktada bizim yanımıza geleceği için, belki de bu veda anıyla en başa çıkabilen kişiydi ama bunu kimse bilmiyordu.

"Allah'a emanet..." dedi Bora, Selim'e. Selim, Bora'dan ayrıldı ve biz de Selim'le birbirimize sarıldık. Bu sırada Bora, yatın kenarına gelen Mustafa'ya bir şey söylemişti. Bakışları bana çevrildiğinde, "Hadi Nazlı..." dedi. Dudaklarım aralandı. "Hadi," dedi, bir kez daha. Mustafa, yatın bağlı olduğu halatı çözmeye başlamıştı. Dudaklarım kapanırken, yata ilerledim. Bora yata bindi ve bana elini uzattı. Ben ise elini tutmadan gözlerine bakmaya devam ediyordum. Ablasına sarılsa olmaz mıydı? "Gel," dedi. Gözlerine nasıl baktığımı bilmiyordum ama her nasıl bakıyorsam, "Gelsene sevgilim, ne bekliyorsun?" demek zorunda kalmıştı.

"Bora..." dedim.

"Hadi Nazlı," dedi.

Gözlerimden bir kez daha yaşlar boca olurken elini tuttum ve yata bindim. Bakışları Beyza'ya çevrildi. "Sen de bin."

Ne?!

Beyza da benim gibi, herkes gibi Bora'ya şoka girmiş gibi bakıyordu.

"Neden benim 'bin' derken ne demek istediğim, ilk seferde anlaşılmıyor?" diye sordu Bora, en az bizim kadar şaşkın bir tavırla. "Gelsene?"

Beyza, aldığı ikinci komutla beraber hızla yata yaklaştığında Bora, ablasına elini uzatmıştı.

Continue Reading

You'll Also Like

3.5M 216K 81
* Siz: Ay acaba lamalar uçsa nasıl olurdu? Siz: Düşünsene, kafana tıpkı martının sıçması gibi tükürüyorlar. Siz: Çok komik olmaz mıydı? ÜSĞĞDDĞSPDĞPF...
19.2M 1M 53
"Karımı artık yanımda, odamda ve yatağımda görmek istiyorum!" diye bağırınca donup kaldım. Ne söylediğinin farkında mıydı? Bir başkasının kimliğiyle...
769K 43.5K 36
Evin ise yediği tokatın şiddetiyle yere düşmüştü. Dudağının kenarı yeni bir darbe alırkende Kazım Ağa saçlarından koparırcasına tutup Evin'i kaldırmı...
DİLVAN By Helin

General Fiction

3.8M 189K 56
Tek davası okumak olan Avin Mirşad. Bin derdin dermanı olan Maran Mirşad. "Mardin şahidim Maran yüreğimin güneşisin. Dışımı aydınlatırken yüreğimi...