MELÂL

By snmnurgyk

3M 130K 110K

Kanla kazıdığın kelebek dövmesinin üzerini çizdir. Noktalı virgülle değiştir. Bu, devam edecek gibi değil ama... More

《TANITIM》
《1》'KARA GÖZ'
《2》'ŞİZOFREN'
《3》'BELİRSİZ SURET'
《4》'KARANLIK KUTU'
《5》'ZARFDAKİ GİZEM'
《6》'CÜRETKAR HADSİZ'
《7》'RUHSUZ BEDEN'
《8》'UÇURUMDA HAYALLER'
《9》'KATİL'
《10》'ACININ GEÇMİŞİ'
《11》'BEDENSİZ RUH'
《12》'PAÇAVRA'
《13》'DARAĞACI'
《14》'RUH SANCISI'
《15》'FERYAD-I İNTİHAR'
《16》'SON ÖLÜM'
《17》'EHVENİŞER'
《18》'VİCDAN MEZARLIĞI'
《19》'ELFİDA'
《20》'GERÇEK SANRI'
《21》'RUHSAL ŞEYTANLAR'
《22》'ARAF ÇIKMAZI'
《23》'ÖLÜM MAKAMI'
《24》'KÜL BEBEK'
《25》'RUH İZİ'
《27》'ÖLÜLER PUSULASI'
《28》'ÖLÜM ÇANLARI'
《29》'KALBE NEFRET RUHA YAS'
《30》'BUGÜN ÖLÜ, YARIN GÖMÜLÜ
《31》'ORTADA OLAN CANINSA'
《32》'MİNERVA'
《33》'KOR GERÇEK'
《34》'DÜŞÜNMEDEN'
《35》'KANDAN CANA'
《36》'ÖLÜMLE OYUN'
《37》'İRTİHAL
《38》'KAR KÜRESİ'
《39》'KAMELYA'
《40》'YİNE BANA GEL'
《41》'YARIMSIN'
《42》'DUY İSTEDİM'
《43》'ENSENDEYİM'
《44》'HARABE'

《26》'GERÇEK ÖLÜLER'

43.3K 1.7K 2.8K
By snmnurgyk

OY VERMEYİ VE YORUM YAPMAYI İHMAL ETMEYİN LÜTFEN.

SİZLERİ SEVİYORUM♡

KEYİFLİ OKUMALAR
SNMNURGYK

Ruhu ölmüş birine kefen dikilmez. Kalplerde ölen birinin toprağa gömülmesi gerekmez. O zaman verilsin sela. Gerçek ölüler neredeyse orayı gösterecek pusula.

Ruhu kötü olan herkes ölü müydü kalplerdeki yoksa bizzat ölenlerin cinayetini işleyen katiller mi?

Kafiyeli cümlelerle anlatılabilirdi de açıklanamazdı cinayetleri.

Aradan iki gün geçmişti. Sessizdi. Sakindi. Bana verdiği oda için üst katta kapısı açık olan oda demişti. Geldiğimiz gün boynuma taktığı kolyeyle oturuyordum burada. Sadece yemek ihtiyacı için inmiştim bir kere. O zaman da arabaya aldığı yiyeceklerin poşetini mutfakta görünce almış ve yukarı çıkmıştım. Her yerin karanlığınının aksine evdeki tek aydınlık yerdi bu oda. Arka tarafta olduğu için göremediğimi düşündüğüm tavan yıldızları gözlerimin önüne sermek için eğimli ve camdandı.

Yatağın ayakları yoktu. Yere koyulmuş büyük bir puf gibi duran bu yatağın bazası koyu kahverengi başlığı ise beyazdı. Arkasında duvara sabitli olan siyah ahşaplar tavana kadar uzanıyordu. Yanında siyah bir komodin vardı. Giriş kapısının hemen karşısına konumlanmış olan başka bir kapı giyinme odasına gidiyordu. Raflardan ve kıyafetlerden oluşan bu camlı odada benim için birçok eşya vardı. Beni hayrete düşüren ise banyodaki ürünlerin ve kişisel bakım eşyalarının tamamının benim kullandıklarımın aynısı olmasıydı. Şampuandan saç bakım yağına, diş macunundan fırçasının markasına kadar aynıydı. Bu adam her şeyiyle benim algılarıma fazlaydı.

İki gece boyunca yol yorgunu olmama rağmen uyku tutmadığı için oturmuş ve yıldızları izlemiştim. Bu da çok büyük bir detaydı çünkü bizim evin terası da camdandı ve ben tüm bir yazı yıldızların altında geçirirdim.

Yanında kalmayı tercih etmiştim ama umarım delirmezdim. Ruh sağlığımı yitirmezdim. Ayrı bir banyo olmasına rağmen eğik tavan camlarının başladığı yerde, yatağın arkasındaki tavana kadar uzanan ahşapların camın altında şerit olarak başladığı o kısımdan birkaç metre uzaklıkta bir jakuzi vardı. Onunla bu evde yaşarken jakuziyi kullanabileceğimi düşünmesi de fazla uçuktu.

İlk gün üzerimdeki tayt ve sweatten kurtulmuş, kıyafet odasında olan çeşit çeşit pijama takımlarından birini almıştım. Pijama takımı iki parçadan oluşuyordu. Uzun kollu, kırmızı, polo yaka olan pijama takımı bana Nefes ile yaptığımız pijama partilerini hatırlatmıştı. Düşünerek canımı daha fazla yakmamak adına direkt kendimi sıcak suyun altına atmıştım. Kolyeyi boynumdan çıkarmamıştım. Dahası çıkaramamıştım. Saçlarımdan yayılan koku artık tamamen bana aitti. Her ne kadar bulunduğum yer bana ait olmasa da manevi bazı olgular benimleydi.

Yukarıda ve yalıtım malzemeleri fazla olan bir alanda olduğum için eve giriş çıkışlarını duyamıyordum. Oda arka tarafta kaldığı için girişi göremiyordum. Buradan iki gün çıkmamamın sebebi kendimle baş başa kalıp düşünmek istememdi ancak bu iyi bir fikir değildi. Her şeytandan kulağıma fısıldanan ses uzun vadede bir insanı delirtebilirdi.

Ruhsal şeytanlar insanın intiharıdır.

İntiharıydı. İnsanı intiharın kucağına bırakırdı.

Eve geldiğimizde, dinlendikten sonra konuşalım, demişti. Ben ise içimi kemiren o soruyu sorduktan sonra zihnimdeki çatlaklardan akan kanla boğulurken kurşunla kesmişti yolumu. Göğsüm ve şah damarım arasına saplamıştı.

Son hamleyi yapmasam kalbimde olacaktı.

Her şey bir anlık. Bir hatalık.

Evi kimin yaktığını bulabilmiş miydi? Tahminimce bulamamıştı. Bu sonuca varmak için sağlam delillerim vardı. Öğrendiği an kapıya dayanırdı. Sorular sorardı. Sorgulardı.

Ayaklanma vakti gelmişti. Aşağı inmeliydim ve o gün bana anlatacaklarını dinlemeliydim. Sonuçta onunla gerçeklerim için birlikteydim. Almam gereken yolu aldım. Siyahın verdiği asilliğin yanındaki kasvetle nihayet merdivenleri bitirmiş ve salonun ortasındaki yerimi almıştım. Burada değildi. Hava aydınlıktı. Uyuyor olabilir miydi?

Mutfağın olduğu ayrı bölmede olup olmadığını kontrol etmek için etrafımda döndüm. Orada da yoktu ancak içeriye keskin bir soğuk yayılıyordu. Üzerimdeki ince pijama takımı içimi titretirken soğuğun nereden geldiğini anlamak adına etrafı incelemeye başladım. O an çaprazımda kalan siyah çelik kapının aralık olduğunu fark etmiştim. Anladığım kadarıyla o dışarı çıkmıştı ve kapıyı aralık bırakmıştı. Seri adımlarla çıkışa ilerledim. Açık kapıdan bedenimi sıyırdığımda ayaklarım kapının eşiğindeki mermerdeydi.

Duştan sonra giyinme odasında bulduğum sütlü kahve önleri açık pofuduk terlikler ayağımdaydı. Dışarısı için uygun değillerdi ancak başka seçeneğim yoktu. Bahçenin ortasına doğru ilerledim. Yemyeşil çimenler kışa rağmen gökyüzünden süzülen güneş ışınlarının himayesinde parlıyordu. Bahçe düzenli ve büyüktü. Olduğum taraf giriş kapısının ve garaja giden yolun olduğu yerdeydi ve burada değildi. Büyük ihtimalle bana verdiği odanın gördüğü taraftaydı. Arka bahçedeydi.

Adımlarımı oraya çevirdim. Sabah sabah bu soğukta ne yaptığını merak etmiştim. İlerlediğimde karşımda ne büyük ne de küçük sayılabilecek duvarları siyaha boyanmış bir yapı vardı. Eğik camdan göremediğimi tahmin edebiliyordum. Buranın kapısı açıktı. O buradaydı ve bana arkası dönüktü. Kapının hemen önündeydi. Gözlerimin kocaman olmasının sebebi ise burunlarından çıkan sıcak havanın soğuk havayla birleştiği anda gri bir duman oluşturduğu, gözleri tetikte, büyük ağızlarının içindeki kocaman dişleriyle dilleri dışarda bir vaziyette bana bakan iki köpekti.

Irkı yasaklanan türlerdendi ki daha önce hiç bunlardan görmemişti. İkisi de siyah renkti ancak birinin alnında beyaz bir leke vardı. Normalde köpekten korkmazdım ancak bunlar sanki canavardı. Geldiğimi köpeklerin bana dönmesinden anladığını çıkarabilmiştim. Peki bu köpekler bana neden saldırmayı denememişti? Bana dönen gözleriyle gözlerimi ondan çekerek daha dikkatli baktığımda bir eliyle köpeklere komut verirken diğerinde kırmızı et parçalarını tutuyordu. Gözlerimi gözlerine çıkardım. Yüzünde alaycı bir ifade vardı. Bu ifade dağılmalıydı.

"Neyle besliyorsun onları?"

İçinde olduğum durumda kurduğum ilk cümle buydu. Elini indirdiği anda o köpekler beni parçalayabilirdi.

"İnsan etiyle."

"Seni de onlara vereceğim. Cesetini bile bulamayacaklar."

Bu adamın ağzından çıkan her cümlenin gerçekleşmesi dışında bir problem yoktu.

"Şaka şaka."

Yüzümün nasıl bir hal aldığını bilmiyordum ancak o fazlasıyla eğleniyordu.

"Komik mi?"

Tavrına karşı böyle bir tepki vermiştim. Yüzündeki ifade ona oldukça uzaktı ve benimle eğleniyordu.

"Korktun mu sen?" dedi yüzünü buruşturarak. Kıyamam dercesine bir ifade vardı yüzünde ve bu onu parçalama isteğimi kamçılıyordu.

"Ben köpekten korkmam."

"Öyle mi?" Cümlesini bitirdiği anda elini indirmeye başlamıştı ki köpekler anında kulaklarını dikerek koşmaya hazırlandı. Üzerime salacaktı. O kadar da değil diye geçirdim içimden çünkü değildi. Bunlar köpek değildi.

"Sakın. Sakın indirme elini. Köpekten korkmam dedim. Bunlar köpek değil canavar."

Arkamı dönmüş koşmaya hazırlanırken köpeklerin sesi kulağıma ulaştı. Havlamaya başlamışlardı. Birinin hırıltısı sanki kulağımın arkasındaydı. O derece sesli ve fazlaydı.

"Koşma." dedi keskin bir sesle. Kafamı arkama çevirdim ve ona baktım. Gözlerini köpeklere dikmiş elini az önce tuttuğu şekle getirmişti.

"Eve geç. Geliyorum."

Cümlesini duyar duymaz koşar adımlarla geldiğim yöne gittim. Acaba beni onlara yedirir miydi? Köşeyi dönüp tamamen oradan kaybolmadan ona hitaben konuştum.

"Çabuk gel ve ne konuşacaksak konuşalım."

Cümlemi bitirdim ve köşeyi döndüm. Sinirlenip köpekleri salma ihtimaline karşı hızla giriş kapısına ulaştım. İçeri girdiğim anda kapıyı hemen kapattım. Ayağımdaki terlikleri bir köşeye fırlattım ve salondaki koltuklardan birine kendimi bıraktım. Kalbim çok hızlı çarpıyordu. Sakinleşmek adına elimi kalbime bastırdım. Bir süre öyle kalıp gözlerimi kapattım.

Aradan hatrı sayılır bir zaman geçmişti. Gözlerimi açmadan öylece gelmesini bekliyordum. Dışarının soğuğunun aksine sıcak olan içerisi benliğimi ikilemde bırakmıştı. Alışmaya çalışıyordum. Öylece beklerken gerdanımda hissettiğim soğuk parmaklarla gözlerimi açıp doğrulmayı denedim. Üzerime eğik olan bedenin yanında doğrulmamı engelleyen bacaklarımın arasından koltuğa bastırdığı diziydi.

Pijamamın yakalarını sol elinin parmaklarıyla sağa sola çekiştirirken amacı kolyeyi görebilmekti. Sağ elimle bileğini kavrayıp uzaklaştırmayı denedim. Bu hamlemle daha çok yakınlaştığımızda gözlerimin içine kirpiklerinin altından bakarken bakışlarının ağırlığını göz bebeklerimde taşıyordum. Çekiştirdiğim bileğiyle gözlerini gözlerimden çekerek kolyeye indirdi. Kolyeyi avucunun içine hapsederken parmakları gerdanımı okşamıştı.

"Dokunma o pis ellerinle bana. Yıkadın mı?"

Kolyedeki gözlerini tekrar bana kaldırdığında mırıldandı.

"Ellerim temizse dokunabilirim yani. Öyle mi?"

Söylediklerinin hırsıyla hızla elini ittim. Öyle kitlenmişti ki hareket etmiyordu. Kendi isteğiyle yavaş hareketlerle kolyeyi bıraktı ve doğruldu.

"Pislik yapma sürekli. Kendine gel."

"Kendimdeyim."

Ciddi ifadesinin yanında gözlerindeki ifade insanı çileden çıkartan türdendi. Kendini karşımdaki koltuğa bıraktığında sinirle konuştum.

"Ben bir şeyi çok merak ediyorum ya." Cümlelerimi duyduğunda ciddi ifademe ciddiyetle karşılık verdi. Bir kaşı itinayla kalkarken adeta dinliyorum diyordu ifadesi.

"Bana dokunman. Bana dokunurken ki amacın hangisiydi? Senden nefret etmem için mi yaptın yoksa istediğin için mi?"

Bu konu açıldığında her zaman olduğu gibi gerildi ve daha da ciddileşti. Sesi keskin ve netti.

"Benden nefret ediyor musun?"

Bu sorusuna hiç düşünmeden vereceğim cevap belliydi.

"Evet."

İfadesi geçen zamanla sivrileşirken sesi her zaman olduğundan daha kararlı ve sertti.

"Aldın cevabını."

Aldın cevabını.

Evet aldım ancak yaşananlar onun diline bu denli kolayken benim ruhuma ölümdü. Onun için bir parçada bütündü. Benim ise kanıma karışıp tüm hücrelerime döküldü.

Bir yabancının bedeninize olan hükmü sizin için azapken onun için de zevkten ziyade birer emirmiş. Kendine verdiği sözleri tutması için gerçekleşen kesinliklermiş.

Biraz daha düşünüp intikam uğruna darmadağın olan o ruh parçalarının ellerimdeki yansımasına bakarsam hıçkıra hıçkıra ağlayabilirdim. Gözlerim dolup yaşını akıtmadan konuyu değiştirmeliydim. Ancak aklımı kemiren bir şey daha vardı. Ondan şu an zaten nefret ediyordum. Peki onun bedenime duyduğu yakınlık bu sefer ne içindi? Hangisiydi?

"Ne konuşacaktın sen benimle?"
Sesimin titrememesi için büyük bir uğraş verdim. Bu noktaya geldiğimde titreyen çenem direkt gözlerimi doldururken her anlamda sabit kalmalıydım. Bana karşı olan bu tavrında hasara uğrayacağımı ona ayan beyan sunmamalıydım.

"Duru hakkında bir şeyler öğrenmek istersin diye düşünüyorum. En son konuşmak istemiştin."

İstemiştim ancak o sonra diyerek önünü kesmişti. Aras'ın dediğine göre Aras değil Duru hastaydı. Peki nasıl? Sorunları olan birini bir planın parçası yapıp yanıma mı salmışlardı? Nasıl kurgulamış ve birebir anlatmıştı?

"Duru o gün yanıma geldiğinde erkek arkadaşından bahsetmişti. Erkek arkadaşının hasta olduğunu söylemişti. O kişi Aras anladığım kadarıyla. Ama Aras bana durumun tam tersi olduğunu söyledi. Psikolojik sorunları olan birine bir senaryo ezberletip nasıl yanıma gönderebildin? "

Sanırım uzun uzun konuşacaktık. Bunu belli eden tavrı derin bir nefes alıp sakinliğini ve rahatlığını korurken dudaklarını araladı.

"Öncelikle o gün Duru'nun sana ne anlattığını harfi harfine biliyorum fakat bunları ona ben ezberletmedim. Başına buyruk tavrı ve kriz anında kaybolmasına karşı üzerinde ses kayıt cihazı var. Oradan dinledik seninle konuşurken."

Konuşmaya daha devam edecek gibiydi ki onu böldüm. Araya girerek sorumu yönelttim.

"Duru'yu o gün yanıma sen göndermedin mi?"

O gün Duru'nun ortadan kaybolmasını mantıklı bir kalıba sokamamıştım ancak onların yanında görünce notu bırakması için gönderdiğini düşünmeye başlamıştım.

"Hayır. Ben o gün zaten orada olacaktım. Sonrasında Aras'ın da yanımda olması gerektiği için o da geldi. Duru ısrar edip gelmek isteyince reddetmiştik ama gizlice arabaya binmiş. Ben senin yanındayken de Aras'la tartışınca kriz geçirip arabadan inmiş. Sonrasını biliyorsun zaten. Hava aydınlandığında sen denizin kenarındayken onu aldık."

Biliyorum da net değil. Mantıklı değil. İçeri nasıl girmişlerdi? Murat kapının önündeydi.

"Eve nasıl girdiniz? Girişi kullanmamışsınız. Kapının önünde Murat vardı."

İfadesi Murat ismini duyunca sertleşmişti. Kaşları çatışmış, çehresi gerilmişti.

"Gizli kapıdan girdik. İstesem girişi de kullanırdım. O ibnenin beni engelleyebileceğini düşünmediğini var sayıyorum. Olay senin kulağına gelmesin ve düşün istedim sadece. Yoksa o piç sikimde olmazdı."

Bugün fazla açık sözlüydü. Bahsettiği şeyi düşünmemiştim. Üstelik iyi olmuştu ki Murat zarar görmemişti. Gizli kapıyı nerden bildiğini sormayacaktım çünkü artık şaşırtmıyordu.

"Peki bana anlattıkları? "

Soykan sözünün eri biriydi. Gerçekler için yanında olduğumdan dolayı bana bu denli açık geliyordu. Aksi halde konuşmayacağını biliyordum. Sorumu havada bırakmadı ve yanıtladı.

"Duru ruhsal şeytanlarıyla zehirlenmiş biri."

"Anlattıklarından bir kısmı doğru. Aras'la tanışmaları tam değil. Duru üniversiteyi Samsun'da okumadı. Samsun'da yaşamıyor. Sadece orada kaldığımız kısa sürede yaşadığı kadarıyla anlattı. Aras ona kör kütük aşık. Kaybetmekten o denli korkan ise Duru. Tedavi olduğunda Aras'a olan bağını kaybedeceğini düşünüyor. O gün dağ evindeyken Aras'ın bir bakışıyla sakinleşti. Fark etmişsindir. Onun antidepresanı Aras ve ilaçları reddediyor. "

Duru ruhsal şeytanlarıyla zehirlenmiş biri.

Anlattıkları içime dokunurken ne diyeceğimi bilemiyordum.

"Peki neden böyle bir şey kurguladı kafasında? Neden bunları anlattı?"

Bir cevabı olmalıydı. Gerçi ruhuna sahip olamayan birinin davranışlarına neye göre para biçebilirdi ki?

"Bunun cevabı sadece Duru'nun ruhunda. Şizofreni tanısı var. O gün kanın rengini gördüğünde o denli hırçınlaşmasının sebebi de bu."

Peki bu kız ne yaşadı? Nasıl bu hale geldi? Şeytanlarının sayısı kaç taneydi de bu denli zehirlenmişti?

"Ona ne oldu? Nasıl bu hale geldi?"

İfadesinden anladığım kadarıyla ona göre konuşma bitmişti. Oturduğu yerde dikleşirken kelimelerini sıraya dizdi.

"Bunun cevabını daha sonra öğreneceksin."

Tahmin ettiğim gibi. Sınırları belirlemiş ve o ölçüde ilerlemişti.

"Böyle biri senin tüm planlarını alt üst edebilir. Onu neden yanında tutuyorsun?"

Derin bir nefes çekti ve yerinde hareketlendi. Karşımda ayakta dikilirken son kez dudaklarını hareketlendirdi. Konuşmayı bitirdi.

"Bir sebebi vardır."

Ruhsal şeytanlarıyla zehirlenenler de gerçek ölülerdi. Ölmüşlerdi. Peki onlar için pusulanın gösterdiği yer neresiydi? Mezarları neredeydi? Zihinlerinde, ruhlarında, boşlukta, sonsuzlukta...

《☆》

Karanlığı bölen kuvvetli ışıklar misali sessizliği bölen nefes sesleriyle kafamı yasladığım yerden kaldırdım. Son cümlesini söylendikten sonra beni salonda yalnız bırakmış ve gitmişti. Hava kararmak üzereydi. Bir süre tek başıma düşüncelerle boğulmuş daha sonrasında oturduğum koltuğa kafamı yaslamıştım. Sanıyorum ki o sürede gözüm dalmış ve uyumuştum.

Ne kadar çok uyursak o kadar çok uykumuz geliyordu. Ben bunu hayatımın her noktasında hissetmiştim ve hissediyordum. Bulunduğum alanı dolduran, buraya kadar gelen sesin kaynağını bulmalıydım. Sık gelen sesler muhatabını nefes nefese bırakmıştı. Sık, hızlı ve hırslı. Bu ses neydi ve nereden geliyordu?

Ayaklandım. Kendimi salonun ortasında bulduğumda aynı zamanda etrafıma bakınarak birini ya da birilerini görmek istiyordum. Üst kata giden merdivenlerin önünde durduğumda sesin daha baskın geldiğini fark ettim. O an gözüme çarpan başka basamaklarla alt kata giden merdivenlerin varlığını öğrendim. İlk gün dikkat etmemiştim. Sonraki günler de odadan çıkmamıştım. Bugün sese odaklanmaya çalıştırken fark ettiğim basamaklara doğru adımladım.

Birkaç adım attığımda sesin daha çok yoğunlaştığını anlayabilmiştim. Sesin kaynağı aşağıdaydı. Tıpkı diğer evde olduğu gibi aşağı inen merdivenleri bitirip ilerlediğim de aralık bir kapının önünde duruyordum. Bu görüntüler beni onun açtığı mezarlara yatırırken anılar üstümü örtüyordu. Düşünmeyi ve düşünerek düşmeyi reddettim.

Aralık olan kapıyı açtığımda gözlerim artık bir alanı karşılıyordu. Karanlığın belirli yerlere yerleştirilen ışıklarla bölündüğü bu odada da her şey siyahtı. Geniş bir alandı ve tamamını profesyonel aletler kaplıyordu. Çeşit çeşit eşyanın olduğu bu yer lüks bir spor salonundan farksızdı. Hemen karşımda bana arkası dönük bir şekilde barfiks çubuğunda asılı olan Soykan barfiks çekiyordu. Bu hareketiyle parça parça olan ve içe gömülen sırt kasları terlemişti. Tüm çıplaklığıyla gözlerimin önündeydi. Ensesindeki saçlar ıslanmıştı. Ortadan ikiye bölünmüş ve kürek kemiğine yerleşmiş olan kasları kasılıyordu.

Fazla iyi ve estetik bir vücuda sahipti. Şişen kol kasları ihtişamıyla hareket ediyordu. Kollarını saran damarlar belirgindi. Boynundaki damarlar bile şişmişti.

"Sırtımın çok estetik olduğunu söyler."

Geldiğimi nereden anladı diye düşünürken tam karşımda olan boy aynasıyla yansımamla bakıştım. Aynı manzara onunda gözlerinde can bulmuştu.

"Tırnaklarını orada kırabilirsin."

Gözlerimi kapattım ve kendime sabır dileyerek sakinleşmeyi bekledim. Belki de sakinleşmemeliydim. Bedenine karşı zaafı kıldan ince olan Mira'yı ruhuma bıraktım. Zihnimin elinden tutarak sahneye çıkardığı Mira'yla bakıştım. Şimdi senin sıran. Sahneyi hakkıyla kullan.

Üzerimdeki polo yaka düğmeli pijama takımının düğmelerine ellerimi atarak aynadaki yansımasıyla göz temasımı kesmeden ilerledim. Düğmeleri açarken son düğmeye gelmek üzereydim. Pijamanın altında siyah bir bralet vardı. Fazla cesurdu. Son düğmesini çözdüğüm pijamayı yere bırakırken aynadaki yansımasına son kez göz değdirdim. İfadesi değişmezken gözlerinin hedefi gözlerimdi.

Uzun boyundan dolayı kendinin rahatlıkla çıkabileceği yerde olan barfiks çubuğu benim için fazla yukarıdaydı. Boy kilo konusunda ne kadar kötü olsamda Soykan kesinlikle 1.90 üstüydü. Aynaya paralel olan siyah dinlenme pufunun üzerine çıkarak çubuğa sıçradım. Konuşmadı. Konuşmadım. Bir spor geçmişim vardı ancak çok değildi. Kollarım onunkiler kadar kuvvetli değildi. Onun yanında hiç değildi.

Ona uyum sağlayarak bedenimi yukarı çektim. Aramızdaki mesafe o denli azdı ki dudaklarım kaslı göğsünün ayrım yerine sürtünüyordu ara ara. Aynı boyda olsak işler çok daha farklı olabilirdi ve artık Soykan bir tepki vermeliydi. Konuşacaktık. Açık açık. Konuşturacaktım. Konuşacaktım.

Bedenim ona yetişme konusunda zorluk çekerken kafamı gözlerini görmek adına kaldırdım. Yüzümdeki ifadeyi görmek istemesinden kaynaklı olacaktı ki o da kafasını aşağı eğmişti. Nefes nefese birbirimize bakarken benim sıklaşan nefesim daha baskındı. Soluklarımız birbirine karışmıştı. Gözlerimin içine baka baka daha da hızlandığında isteği pes etmem ya da düşmemdi. İstediğini vermemek adına buradaydım ve istediği olmayacaktı.

Ara ara birbirine çarpan ve sallan bacaklarımı kaldırdım. Yukarı çektiğim bacaklarımı onun kaslı ve çıplak beline sardım. Kendimi bedeninde yukarı çekerek kollarımı rahatlatmak istemiştim ki vazgeçtim. Bacaklarımı beline daha sıkı sararak kollarımı çözdüm. Ağrıyan kollarımı boynuna doladığımda bedeninde sürtünmemin de vermiş olduğu etkiyle burun burunaydık. Varlığımdan rahatsızlık duymadan çekmeye devam ederken setini tamamlamaya çalıştığı belliydi.

Beklemeye tahammülüm yoktu. Aynı şekilde gerek de yoktu. Çözdüğüm kolumdan birini adem elmasına çıkardım. Kıvrımında dolanan elim hemen kenarında bulunan bene uzarıken ellerini çözdü ve ben kucağındayken yere indi. Direkt olarak gözlerime bakarken benim gözlerimin hedefi de gözleriydi. Birbirine yaslı olan göğüslerimiz hızla inip kalkarken daha hızlı olan benimkiydi. Gözlerimde görebileceği bir korku yoktu. Dilimde tekrar eden dokunma kelimesinin yeri boşluktu. Ruhuma emanet olan Mira fısıldarken susması gerekiyordu.

Nefeslerimizin sesi odaya sıcaklığı birbirine karşıyordu. Gözleri braletten taşan göğüslerime indiğinde yapmak istediğini artık çok daha iyi biliyordum. Artık oyunlar tek taraflı değildi. Ben de oynuyordum. Tekrar gözlerime kaldırdığı gözleri parlarken meydan okuyan bir ifadeyle çenemi kaldırdım, başımı dikleştirdim. Elleri kalçamın altında birleştiğinde pes etmemeliydim. Tepki vermemeliydim. Soykan'a istediğini vermeme derdindeydim ancak bu adamın hedefi belki de beni bu hale getirmekti. Bedenime dokunarak nefret duymamı zaten sağlamışken şu halim belki de onun eseriydi. Bunu istemişti. Beni değiştirmenin peşindeydi.

Zihnindeki sesleri sustur, varlığın tek başına devleşsin.

Bir eli çeneme ulaştığında hâlâ dilinden tek kelime dökülmemişti. Baş parmağı dudağımın kenarını okşarken gözlerimdeki ifade sertleşti.
Beni bedenine sabitleyerek yere oturduğunda kucağına olabildiğinde yerleştim. Hissettiğim baskı kalkıp koşarak uzaklaşmamı sağlayacak türden olsa bile ifademi değiştirmeden meydan okumaya devam ettim.

"Ne istiyorsun?"

Sesi boğuklaşmış, gözleri koyulaşmıştı. Bacaklarımı arkasından geriye uzatırken o da iki elini arkasından yere koyarak yaslandı. Başını da geriye atmıştı. Rahat bir ifadeyle yüzüme bakıyordu.

"Çok şey."

"Ne gibi?"

Sorusu gecikmemişti. Aceleciydi. Soruları net, çehresi keskindi.

"Bedenim üzerinde hak sahibi değilsin. Bedenin üzerinde hak sahibi değilim." Gözleri kısılırken mırıldanmıştı. Sesi boğuktu. Pusluydu.

"Hı."

Aramızdaki mesafe açılmıştı. Kapattım. Şakağından süzülerek boynuna akan ter damlasıyla bakıştım. Sağ elimi kaldırarak parmağımı damlaya bastırdım. Akarken izlediği yolu parmağımla takip ederken çene kemiğinde duraksadım.

"Kirli dudaklarını tenimde istemiyorum."

Cümlelerimi algıladı. Gözleri dudaklarıma kaydı. Kendini ileri iterek bana yaklaştı. Gözlerini gözlerime çıkarmadan dudaklarını araladı.

"Dudaklarım kirli değil."

Nasıl değil? Ben hayatında olup yatağını ısıtacak kişi değilim ve şu tavrına bakılırsa Soykan'ın bunun için etrafında fazla insan vardı. Dudakları kirliydi. Kirliydi ve o dudakların adresi de sığınağı da benim tenim değildi.

"Pis ellerini bedenimde istemiyorum."

Gözlerine olabildiğince kararlı bakıyordum. Dudaklarımdan çektiği gözleri gözlerime bakarken başı birkaç santim uzağımdaydı ve yana yatırmıştı.

"Yıkarsam dokunabileceğimi söylemiştin."

Pis değil dememişti. Sabah olan olayı kast etmişti. Böyle cevap vererek uzatmanın peşindeydi ama istediği olmayacaktı. Nefeslerimiz düzene girmişti. Şimdi ise birbirine karışan kokularımızdı. Kokusunu alabiliyordum. Kokumu alabiliyordu.

"Bana dokunma. Benim senden böyle isteklerim var mı? Senin de olmasın."

"Olsun."

Verdiği cevap ve takındığı rahat ifadeyle gözlerimi devirmek üzereydim ki kendimi frenledim.

"Olmayacak."

Sözlerimi söyledim. Gözlerinin içine olan temasım devam ederken harekete geçtim. Çenesinden ilerlettiğim elim kulağının altından kayıp ensesindeki saçlarına ulaştığında baş parmağımla kulağının altını okşuyordum. Eğik olan başına daha da yaklaşarak nefesimi dudaklarına verdim. Ne olduğunu anlamadan doğrulduğunda son anda kafamı çevirmesem dudaklarımız değecekti. Sol eli kulağımın altından enseme gittiğinde çenemi dikleştirdi. Baş parmağı kulak mememin yanından yüzüme sabitliydi. Tıpkı benim gibi yaparak dudaklarıma yaklaştı ve fısıldadı.

"Benimle oynama."

Elimi yüzümdeki elinin üzerine uzatıp çekmeye çalışırken dili zehirlenen bendim. Can yakacak olsa bile zehirleyecektim.

"Oynarım. Aksi halde babanın katilinin kızıyla sevişmek istemezsin değil mi?"

Ensemdeki baskısı artıp başımın daha da dikleşmesini sağladığında gözlerimin içine olan puslu bakışları dağılmış ve netleşmişti.

"Sen onun kızı değilsin."

Tükürür gibi söylediği cümle olduğumuz konumda dahi bana kahkaha attırabilirdi.

"Kimin kızıyım? Ne kadar inkar edersen et. Ağaç kavuğundan çıkmadım ya. "

Alaycı bir ifade vardı yüzümde. Can yakmak isteyen, onun gibi sözleriyle cinayet işlemek isteyen bir ruh taşıyordu içimde. Elimi enseme tam anlamıyla attığında gözleri gözlerime hizalı ve sabitliydi.

"Benim kızımsın."

"Bu kızı yeniden büyütmeliyim."

《☆》

Kirli olanı su temizler de manevi kirleri yalnızca ölüm mü yok eder?

Kirli hissetmek pislik size bulaştığındaysa yıkayabilirsiniz. Peki ya pislik hayatınızdaysa?

Cevaplar ve sorular çok fazla da ikisinin de ucu açılmış falçatayla.

Kirli hissettiğim için yıkanmıştım. Son cümlesinden sonra kalkmış ve bana verdiği odaya çıkmıştım. Temizlenmek için duş almıştım.

Adam öldürenler onu temizledim derler. Peki buradaki kirli onlarlar kimler? Ya öldürenler ya da öldürülenler.

Onu yıkasam geçmez kiri. Temizlemek için ölümden başka olmalı bir yolu yöntemi. Yoktu. Ne onu öldürecek kir bende vardı ne de temizlenebilecek türden bir kir onda.

Aldığım duşun üzerinden saatler geçmişti. Biraz uyumayı denemiştim ama gözüme uyku girmemişti. Saatlerdir oturuyordum yatağın üstünde. Oda sıcak. Saçlarım ıslak ve üzerimdeki pijama takımı yumuşak. Midem ağrıyordu. Zihnim bulanıyordu. Gözlerim uykuyu kabul etmiyordu. Tek başıma kaldıkça sözleri ve saatler önce yaşanan o olay beynimde dönüp duruyordu. Saat geç olduğuna göre Soykan salonda değildir diye geçirdim içimden. Belki aşağıda oyalanabilecek bir şeyler bulabilirdim.

Yataktan kalktım. Üzerimdeki polar pijamaya uyumlu sabahki terliklerin siyahını ayağıma geçirdim. Pijamalarda siyahtı. Her şey gibi. Odadan çıktığımda merdivenler görüş alanıma girdi. Etrafta loş ışık hakimdi.  Salonun aydınlık olmaması beni odasında olma ihtimaline hazırlarken merdivenleri ikişer üçer indim. Son basamağa geldiğimde kafamı kaldırarak salonda göz gezdirdiğimde tekli koltukların birinde yanındaki sehbaya dizilmiş tanıdık malzemelerle oturan Soykan'dı.

Yukarı çıkmalı mıyım diye geçirdim içimden. Daha öncesinde başıma gelenleri bildiğim içindi düşüncelerim ama ben artık eski Mira değildim. Yavaş adımlarla yanına adımladım. Tam anlamıyla görüş alanıma girdiğinde yine simsiyahtı üstü başı. Siyaha tapıyordu ve siyahtandı. Kendimi büyük koltuklardan birine bıraktım. Gözlerim ondaydı. Onun gözleri beni bulduğunda o gözler yine kan çanağıydı. Gür kirpiklerinin altından üzerime kan sıçrattı.

"Niye uyumadın sen?"

Bakışlarının ağırlığı dağılsın diye bir soru koydum ortaya. Cevap verecek mi şüpheli. Gözleri kilitli ve tehlikeli.

"Bu gece uyutmadı?"

Soykan beni gün içinde fazla şaşırtmıştı. Duru hakkında konuşması, kucağındayken beni yere fırlatmaması ve şu an ki açıklığı. Ben karşılık verene kadar o dudaklarını araladı.

"Sen niye uyumadın?"

Açıklığına açıklıkla gitmeli miydim? Gidecektim. Kim bilir belki de onu böyle çözecektim.

"Beni sen uyutmadın. Seni kim uyutmadı?"

Hafif bir tebessüm dudaklarına çalındı ve sonrasında yüzüden karanlık tarafından çalındı. Kaşları çatıktı ancak sanki kapıları açıktı.
Cevap vermedi. İfadeleri ve yaptıkları çelişkiliydi. Paketten aldığı bir dalı dudaklarına yerleştirip ateşledi. Dumanı içine çekerken içeri göçen yanaklarının çukurları karşıladı yeni bir cesedi. Diğer eliyle aldığı bardağı dudaklarıyla birleştirdi. Sanki tekti. Varlığımdan bihaberdi.

Bu tavrı beni yanında fazlalık hissettirken ayaklanmak adına harekete geçtim. Ayağımdan çıkmak üzere olan terliği yerleştirirken ayağı kalkmıştım ki sözleri beni yerime çiviledi. Konuşmaya başlamadan önce paketinden aldığı başka bir dalı ve çakmağı oturduğum koltuğa atmıştı.

"16 yaşındaydım."

Bana bakmıyordu. Sigarasıyla ilgileniyordu ve sanki kendi kendine konuşuyordu. Kalktığım yere geri oturdum. Çatık kaşlarımla ona bakarken ne anlatacağını çok merak ediyordum.

"Heyecanlıyım. İçim içime sığmıyor. Yarın maçım var. Kazanırsak milli takıma seçileceğim. Günler sonra belki de hayatımdaki tek heyecan. O kadar acıya rağmen kalbimi çarptıran tek şey. Zorla uyumuşum. Uyudum ama sabah olsun da kalkayım diye bekliyorum. Beni uyandıracaklar."

Onu ilk defa böyle görüyordum. İçinde yaşadığı bir anıyı ilk kez bu denli diline ve ifadesine vurmuştu. Bölmek istemediğim için konuşmasına dahil olmuyor, duraksamalarına devam etmez diye tepki vermiyordum.

"Yatakta sağdan sola dönerken yüzümde sert bir cisim hissettim. Baskısı belli. Kesinliği yok ama her an olabilir. Açtım gözlerimi. Karşımdaki saçları birbirine karışmış, gözleri bana bakarken boşluğa dalmış biriydi. Karanlıktan seçememiş olacak ki elinde tuttuğu şey tersti. Boynuma ucu keskin bıçağı dayayan annemdi."

Son cümlesinden sonra yutkunamadım. Gözleri bana bakmadı ama ağırlığını ruhum karşıladı. Dilim tutulurken dolan gözlerimle baktığım kişi Soykan'dı. Bir cümledeki tüm kelimeler birbirleriyle alakasızdı.

"Beni öldürmek istedi. Ben onun oğlu değildim o an. Beni tanımıyordu."

Kendisine söylüyordu bunları. Kendini ikna etmek istiyordu. Kendine açıklıyordu.

"Ben o gün uyandım. Sabah değil. Akşam hiç değil. Gecenin ayazında. Boynuma saplanmak istenen bıçakla, bileğimden dirseğime kadar oluşan kocaman kanlı bir yarayla."

Derin bir nefes aldı. Sanırım yaşananlar o yaşı için fazlaydı ama bu yaştaki biri olgunlukla karşılayıp yaşını, yaşananı onardı.

"Ben o güne uyandım. Sabah uyandırmadılar. Maç için kaldırmadılar. Ölüme çağırdılar."

"Topla oynamak isteyen çocuğa  hayatla oynattılar. Forma terletmek isteyen delikanlıya kemik kırdıttılar. Sahaya çıkmak isteyen çocuğu bir gece de ringe çıkarıp adam yaptılar."

Kafasını sallayarak onayladı söylediklerini. Zihnini ikna etti. Kafasını bir kere bile bana çevirmedi. Sanıyorum ki Soykan kendinde değildi. Alkolün etkisindeydi ve çok içmişti. Aksi halde bunların hiçbirini bana söylemezdi.

"Ben o gün uyandım. On sene önce bugün. 10 şubat 2010. Bir tek anneme kızamadım. Ben anneme hiç kızmadım."

İlk defa gözlerini bana çevirdi. Anlattıklarına nazaran orada bir yaşın aksine kurumayan bir geçmiş vardı.

"Boynuna bıçağı dayayan kişiye kızamadığında benden olacaksın."

Başlangıcı bile bir ormanı kül edecek yangın olduğu bir adamın geçmişin suçlusu ilan edemezdim. Ona da demiştim. Haklısı oyken suçlusu ben değildim.

"İyi bir hafıza en tehlikeli ruhsal şeytandır."

"Ve ruhsal şeytanlar insanın intiharıdır."

Cümlesini devam ettirdim. Bunları bana anlatacak kadar yalnız olan bir ruh nasıl yitip gitmemişti? Sözlerimi sakinlikle dinledi. Gözleri derinlik kazandığında ben o bakışlarla boğuşamazken boğulurdum.

"Bunları bana anlatacak kadar mı yalnızsın? Nasıl ruhunu serbest bırakmadan hayatta kaldın?"

Beni onaylamadı. Kendi sözlerine nazaran benimkiler yanlıştı.

"Çok kalabalık olduğum için yalnızım."

"Yalnızlıktan korkmayanlar ruhlarına yenilmezler."

Ne söylenir, ne denir hiç bilmiyordum. İnsan çekmediği acının tesellesini verir derler ama ben tam tersini savunuyordum. Yaşamadığım acıyı bilemem. Tecrübesini veremem.

"Sınırları aşan birinin olması lazım. Ruhuna tutunan, yalnızlığında bile olan."

Yeni bir sigara çıkardı ve cebinden çıkardığı bir başka çakmakla yaktı. İçkisini tazelerken yine cevap vermeyecek sandım ancak Soykan beni bir kere daha yalancı çıkardı.

"Biri var."

Ne yani ben şimdi Soykan'la aşk hayatını mı konuşacaktım?

"Onu görmeden uyuyamıyorum. Bunu fark ettiğimde her şey için çok geçti. Sana çok benziyor."

Yani bana benziyorsa beni görünce de mi uyuyabiliyor?

"Samsun'da o yüzden mi sürekli yanıma geliyordun?"

Cevabı benim bildiğim miydi yoksa bambaşka bir şey mi? Dahası cevap verecek miydi?

"Evet."

Ne diyecektim? Ne söyleyecektim? Ben Soykan'ın aşık olduğu kadına benzeyen ikinci kadın mıydım? Bunları soracak değildim.

"Sen uyurken de çok yanına geldim. Bana iyiylik yapmak istersen benimle uyuyabilirsin."

Yavaştan kendine geldiğini nasıl da ele veriyordu? Yani bu adam dayaktan başkasını hak etmiyordu ama bugün yaralıydı. Tepki vermeyecektim.

"Uyumak için başka seçeneklerin yok mu? Mesela biri benim saçımla oynadığında ben hemen uyuyabiliyorum."

Bir tane daha vardı ama bunu ona söylemeye gerek yoktu.

"Kulağınla ve kulağının arkasıyla oynadıklarında da uyuyabiliyorsun."

Gözlerimin kocaman olmasına engel olamadım. Çünkü bu saçımla oynayanlar kulağıma değdiğinde söylediğim bir şeydi. Bunu nerden biliyordu?

"Geceleri uyumaya çalışırken yanında kimse yoksa da yapıyorsun. Oradan biliyorum."

Kimse yoksa sen nasıl vardın? Şaşırt be adam. Biraz şaşırt artık. Alıştırma.

"Bırak şimdi beni." dedim alttan alarak. Kışkırmaya gerek yoktu. Sakin olmalıydım.

"Senin yok mu böyle bir huyun? Saçınla oynandığında falan uykun geliyor mu?"

Sigarasından derin bir nefes aldı. Külünü küllüğe attıktan sonra gözlerini gözlerime çıkardı.

"Bilmiyorum. Daha önce kimse oynamadı."

Söyledikleriyle gözlerimi sıkıca kapattım. Neden böyle bir andaydık bilmiyordum ama tüm duygularım birbirine karışmıştı. Gözleriyle koltuğa attığı sigara ve çakmağı işaret etti.

"Hadi. Bu gece bana içiyoruz."

Hiçbir şey söylemeden kalktım ve önündeki bardağı aldım. Küllük olarak kullanacaktım. Ayrıca daha fazla içmesine gerek yoktu. Hava aydınlanacaktı. Yerime otururken gözlerini üzerimde hissediyordum ancak ona bakmıyordum. Yaktığım sigaradan derin bir nefes aldım. Gözlerim onu bulduğunda yeni bir sigara yakmış zehiri maziye yollamıştı. Sigaralar geçen zamanla kül olup giderken son nefesi içime çektim. Dışarı verdiğim nefesle dudaklarımı hareket ettirdim.

"Ben oynarım."

İlk başta anlamamış olacakki tepkisini sonradan verdi. Çatık kaşları gevşediğinde kanındaki alkolün miktarı öyle baskın olmalı ki utanmasam güldü diyecektim.

"Ona çok benziyorsun."

Sigaranın izmaritini bardağa attım. Gözlerine bakarken ayağı kalkmıştı. Sarsılmaz adımları sendelerken gözlerinin odağı önü değildi. Gözlerimin içine baka baka ilerledi. Yanıma oturduğunda bedenlerimiz arasındaki mesafe oldukça azdı. Burun buruna olduğumuz bir konumda gözlerime olan bağını kesmeden üzerime eğildi. Yanında minicik kalırken öylece ona bakıyordum. Buz tutmuş parmakları elimdeki bardağa uzandı. Parmaklarımın arasından sıyırdığı bardağı yere bıraktı. Böylece benden uzaklaşmış ve göz teması kesilmişti.

Bir sonraki hamlesi ne olacak diye beklerken kucağımda olan ellerimi kaldırdı. Siyah ve yumuşak saçlarını bacaklarımda hissettiğimde henüz bir tepki verememiştim. Başını dizlerime koymuştu. Ellerim bir avucunun içimdeyken birini aldı ve yumuşak saçlarının üzerine bıraktı. Dizilerimde bir çocuk edasıyla yatan bu adam her şeyiyle fazlaydı. Zekasıyla, kavgasıyla, acısıyla.

Parmaklarımın arasından kayan yumuşak tutamlar hareket ettikçe şampuanı burnuma doluyordu. Simsiyah tutamları dikenli tel olup avuçlarımı parçalaması gerekirken ipek oldu ve parmaklarımdan aktı. Eş zamanlı olarak gözleri kapandı.

Gözlerimi keskin bir boyun ağrısıyla açtığımda yattığım yer rahatsız değildi. Rahatsız olmayan bu yerde neden böylesine bir acı hissettiğimi merak ederek etrafıma bakındım. Üzerinde yattığım yatak Soykan'ın bana verdiği odaya aitti. En son salonda dizime yattığını hazırlıyordum. Rüya mı görmüştüm? Peki ya boynumdaki ağrı neydi?

Yatakta biraz daha hareket ettiğimde bir yastık daha olduğunu fark ettim. Anladığım üzere Soykan benden önce uyanmış ve beni odaya taşımıştı. Yastık neden buradaydı? Yanımda mı yatmıştı? Bir saçıyla oynadık diye neden yanımda yatıyordu? Ben sadece insanlık yapmıştım.

Hızlı ve hırslı adımlarla odadan çıktığımda hedefim aşağısıydı. Soykan odasında oturan biri değildi. Uyandıysa aşağıda olmalıydı. Merdivenleri hızla inerken son basamaktaydım ki beklediğimin aksine salonda Aras vardı. Ne zaman gelmişti ki? Duru neredeydi?

"Aras" dedim sesimdeki şaşkınlığa engel olamayarak. Kafasını bana çevirdiğinde beni fark etmişti.

"Mira, günaydın." diyerek karşılık verdi. Tam Duru nerede diye soracakken benden önce davrandı ve konuşmaya başladı.

"Duru nerede?" Sorusuyla ona anlamaz gözlerle bakarken bu soruyu sorması gereken kişi ben değil miydim? "Yani şey. Biz buraya geldiğimizde hava daha yeni aydınlanmıştı ama ev karanlıktı. Benim de işlerim olduğu için Duru'yu yanına yatırmıştım. Tek başına karanlıkta uyumaya korkuyordu. Görmedin mi?" Soykan'ın günahını aldık iyi mi?

"Görmedim. Hiç yanımda olduğunu da hissetmedim. Saat kaç ki?"

"Saat 15.36. Duru o kadar uyumaz aslında. Nerede ki?" Endişeli sesi kulağıma geldiğinde görünen büyük camlardan dışarı baktım. Oradaki salıncakta üzerindeki battaniyeyle oturan Duru'ydu. "Orada işte. Bak."
Söylediklerimle kapıya yönelen Aras'ı durdurdum.

"Aras bir saniye. Bahçe korunaklı zaten. Seninle bir şey konuşmak istiyorum." Dikkatini bana veren Aras olduğu yerde dururken konuşmaya açık olduğu belliydi.  "Tabii. Dinliyorum."

"Öncelikle Soykan nerede?"
Yüzünde haylaz bir ifade oluşan Aras dudaklarını araladı. "Ben de geldiğimden beri görmedim. Aradığımda eve geçin, ben dışardayım demişti. İşi varmış. Gizli kapaklı bir şey mi çeviriyoruz. Ne oldu?" Sorusuyla sinirlenmek üzereydim ki sakin olmam gerektiği gerçeği aklıma düştü. Aras'ın bu rahat tavrı ve açık sözlülüğü insanı rahatsız edebiliyordu.

"Hayır tabiki. Sadece birkaç soru soracağım sana. Şöyle oturalım." Elimle koltukları gösterip ilerledim. Önce ben oturduğumda Aras karşımdaki yerini almıştı.  "Dinliyorum." dediğinde uzatmadan konuya giriş yaptım.

"Dün gece Soykan bana bir şeyden bahsetti. O an ona soramadım hassas bir konu olduğu için. On sene önce Soykan ve annesi arasında bir olay yaşanmış. Annesi ona bıçakla saldırmış. Nedenini anlatmadı. Ben de soramadım. Nedendi? Annesi neden böyle bir şey yaptı? Annesi şimdi nerede?" Sorularımı peş peşe sıralarken Aras elini havada sallayarak beni durdurdu.

"Bir dakika bir dakika. Bunları sana Baran mı anlattı?"

Şaşırmış bir ifade yüzünde hakim olduğunda neden böyle bir tepki verdiğini anlayabilmiş değildim.

"Evet." dedim gayet normal bir tonda.
"Biraz fazla içmişti. Normal değildi zaten. Sarhoştu. O zaman anlattı." Söylediklerimden sonra Aras bariz bir şekilde sırıtmaya başladığında ne olduğunu anlayamıyordum. "Ne oluyor?" Sesim ister istemez sert çıkmıştı.

"Bir şey olduğu yok. Sen Soykan'ı viski fıçısına at. Hepsini içer ama asla sarhoş olmaz. Üstelik sarhoş olup özelini paylaşacak? Asla olmaz. Kendi isteği için anlatmıştır. Kendindeyken anlatmış yani sana bunları."

Ne demek kendi isteğiyle anlatmış? Adam sarhoştu. Kalktı dizime yattı çocuk gibi de nasıl söyleyeceğim buna onu. "Ya ayakta falan da zor duruyordu. Gözleri falan kayıyordu."

Aras'ın yüzü tekrar keyiflenirken tekrar konuşmaya başladı. "Rol yapmıştır."

"Neden?"

"Neden böylebir şey yapsın, böyle bir şeye ihtiyaç duysun ki?" Bu sözlerime karşı ciddileşen Aras ciddi bir ifade takındı. Oturuşu değişirken sesi ciddileşti.

"Bilmediğin o kadar şey var ki. Bu olayın detaylarını öğrenince anlayacaksın. O kadar hassas bir konu ve Soykan'ın öyle büyük yarası ki bu. Babasının katilinin kızına sarhoşken anlattım imajı vermek istemiş anlasana." Evet. Aras açık sözlüydü ancak insan bazen gerçeğin suratına tokat gibi çarpmasını istiyordu.

'Benim kızımsın.'

"Ben bu gerçekleri nasıl öğreneceğim Aras? Geçen gün bana söylemek istediğin de buydu değil mi? Ona hiç annesinden bahsettin mi demek istemiştin?" Cümlelerim bittiği anda açılan dış kapıyla içeri Soykan ve Duru girmişti. Konuşma yine yarıda kalırken Soykan ile kesişen gözlerimiz yine tüm sesleri kesmişti. Aras ayaklanıp yanımdan geçerken sessizce mırıldandı.

"Sana yardım edeceğim."

Sözlerini işittiğimde Aras'ın en baştan beri yanımda olmak isteyen tavrı karşısında şanslı mıydım yoksa hasar mı alacaktım emin değildim. Soykan ile göz gözeyken bir tepki vermemek adına kendimi dizginledim. Aras Duru'nun yanına giderek konuşurken Soykan sessizlik içinde bana doğru adımlamaya başladı.

"Neden bu soğukta dışarı çıktın bebeğim?" Aras Duru'nun tam önünde durduğunda Duru kollarını Aras'a sardı. Aras Duru'nun saçlarının üzerine bir buse kondurduğunda Duru sözlü bir tepki vermemişti.

"Hadi. Sen yukarı çık ve odamıza geç. Ben işlerimi halledeyim, geleceğim. Aras'ın sözlerini usluca dinleyen Duru kafasını sallayarak merdivenlere yöneldi. Soykan bulunduğum koltuğun arkasında duruken gözlerimi ona çıkardım. Karşılıklı dururken yan tarafımızdan gelen Aras Soykan'ın dikkatini dağıttı. Aras'a dönen Soykan konuşmak için bu anı bekliyordu. Hiç kimse oturmamıştı. Ayakta öylece dikilirken gözleri direkt Aras'taydı ancak Soykan'da birlikte oturtuyor olmamızdan kaynaklı olduğunu düşündüğüm bir tuhaflık vardı.

"Ne yaptın? Hallettin mi? Bulabildin mi bir şey?" Yangınla ilgili konuştuğunu tahmin edebilmiştim. Aras'a orayı emanet etmişti ve buraya gelmiştik.

"Yok abi. Hiçbir şey yok. Adamlarda ekstrem bir durumla karşılaşmamışlar. Kim bu kadar sinsi bir plan işleyebilir?" Sorusuyla ilgilenmeyen Soykan kendi sorularını sorma peşindeydi.

"Kameralar." Soru sorar bir tonda diline döktüğü cümlesiyle karşısındakinden bir yanıt bekliyordu.

"Yangın onlara zarar vermeden söndürülmüş. Patlamaya yakın yerlerdeki kameralar yerinden fırlamış ama hafıza kartına zarar gelmemiş. Söyle bir problem var ki kameralar kayıtta değilmiş." Daha devam edecek gibi olan Aras'ı sert sesiyle bastırdı.

"Ne demek kayıtta değilmiş?" Kim konuşursa kafamı ona çeviriyordum. Varlığımdan rahatsız değillerdi. Aras'ın her zamanki ifadesine gerginlik bulaşırken Soykan'ın ifadesi siniri geçmişti.

"Değilmiş işte Baran. Fişleri çekikmiş. Belki de o itin saldırdığı günden beri çekikti. O çekti."

"Değildi." diyerek sertçe kestirip attı. Emindi. Demekki takipteydi. "Nereden biliyorsun?" Aras'ın sorusu üzerine beni bulan gözleriyle yerimde rahatsızca kıpırdandım. Üzerimden çekmediği gözleriyle bakışırken  dudaklarını araladı. "Bilirim."

"Acaba diyorum ki Baran bu piç mi yaptırdı? Adamına karşılık olabilir mi abi? Ne diyorsun? O evde biz de olabilirdik. Bir tane bile kanıt yok amına koyayım." Aras alışık olmadığım bir halindeydi. Sinirlenmişti. Yerine sığamayan haliyle fazla gergindi. Meselenin daha ciddi olduğunu düşünüyordu.

"Yapamaz o şerefsiz kitapsız öyle bir şey." Cümlesinden sonra daha da gerilen Aras hiddetle konuşmaya başladı.

"Kim abi bu? Kim? Kim yaktı? Anasını sikeyim polise jandarmaya gitse olay ev suç mahali gibi. Çok büyük hedef ederdi bizi." Aras kendine hakim olamıyordu. Olabilecekleri tahmin ederek geriliyordu. İki adam öfkeyle karşılıklı dururken bu kadar abartmaya gerek yoktu. Rahat olmak gerekiyordu. Soykan'ın tehlikeli sesi araya girmeden kesildi.

"Ben yaktım."

Sözlerini kesen bendim. İkisinin kafası da aheste bir yavaşlıkla bana dönerken dikkatleri bendeydi. Soykan'ın delici bakışları bana ulaştığında dün geceki tavrından uzak olan hali boynumdaki ağrıyı sızlattı. Tehditkâr sesi bakışları bölerken Aras'a hitaben dudaklarını bu sefer kapatmadan araladı.

"Televizyonu ayarlamış mıydın?"
Sorusuyla hızla kafasını sallayan Aras ile eş zamanlı olarak konuştu. Harekete geçen bedeniyle bana doğru adımlıyordu.

"Aç." dedi keskin bir sesle.

Adımları önümde durup parmakları kolumu kavradığında yönümü televizyona çevirdi. Arkamdaki yerini almıştı. Gözlerimin odayı açılan televizyondaydı. Sert hamlesiyle boynumdaki acı gün yüzüne çıkmıştı.

Açılan ekran benim algılarımı kapatacak türdendi. Yanan eve ait görüntülerdi. Demir kapının önünde, girişte iki kişi vardı. Biri annem, diğeri babamdı. Yanan eve bakan annem hıçkırarak ağlarken yanındaki adam sağlamdı. Bu görüntüler bilincimin kapanmasını sağladı. Düşündüğüm durumun gerçek olma ihtimali algılarımda fazlaydı. Sahip çıkamadığım kafam boynumu bir kere daha sızlattı. Kapanmaktan ince bir çizgiyle kurtulan gözlerim acıdı. Bedenim yığılırken kulağıma bir ses çalındı. Gözlerim tam kapanmadan önce merdivenlerde bomboş gözlerle bana bakan biri vardı.

"Boynundaki kesik ne?"

Vakitsiz öten horozun başını kesenler mi vakitsiz açan çiçeği ezmemek için mücadele edecekler?

《☆》

[Bölüm Sonu]

MELÂL♡

OY VERMEYİ İHMAL ETMEYİN.

BENİ BURADAN TAKİP EDEREK DUYURULARA ULAŞABİLİRSİNİZ.

BURADA YAZI KARAKTERİ SINIRLI OLDUĞU İÇİN UZUN AÇIKLAMALAR YAPAMIYORUM.

DETAYLI AÇIKLAMALAR İNSTAGRAMDA.

İNSTAGRAM= SNMNURGYK
TWİTTER= SNMNURGYK

SİZLERİ SEVİYORUM♡

29 OCAK 2023

SEVGİLERİMLE
(SNG)

Continue Reading

You'll Also Like

4.5M 382K 94
1 KIZ, 6 ERKEK, ÖLÜMCÜL BİR EV. Afra'nın diğer tutsaklardan dört farkı vardı: Birincisi, bir kız olmasıydı. İkincisi, tutsak alınan son kişi olmasıyd...
382K 37.1K 29
Soyunu devam ettirmek zorunda olan bir ağaydı o. Bir erkeğe aşık olarak hayatının hatasını yapmıştı.
729K 22.5K 24
Sevgiden nefrete dönüşen imkansız bir aşkın hikayesi. "Onlar cehennemi yaşayacak, Aşk cennetin dilinden onlara kalan tek an olarak kalacak, bu aşkın...
209K 7.3K 32
Bora'nın üzerime gelen adımlarıyla birkaç adım daha ondan uzaklaşmak istesem de yatağa çarpan bedenimle durmak zorunda kaldım. Gözlerimin derinine ba...