Maça Kızı 8

By dpamuk

166M 7.2M 24.6M

"Verdiğim acıyı silebilmek için her bir saç telini öpmek istiyorum," dedi. Önce nefes almayı bıraktım. "Ama... More

Tanıtım*
1.Bölüm
2.Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
11.Bölüm
12.Bölüm
13.Bölüm
14.Bölüm
15.Bölüm
16.Bölüm
17.Bölüm
18.Bölüm
19.Bölüm
20.Bölüm
21.Bölüm
22.Bölüm
23.Bölüm
24.Bölüm
25.Bölüm
26.Bölüm
27.Bölüm
28.Bölüm
29.Bölüm
30.Bölüm
31.Bölüm
32.Bölüm
33.Bölüm
34.Bölüm
35.Bölüm
36.Bölüm
37.Bölüm
38.Bölüm
39.Bölüm
40.Bölüm
41.Bölüm
42.Bölüm
43.Bölüm
44.Bölüm
45.Bölüm
46.Bölüm
47.Bölüm
48.Bölüm
49.Bölüm
50.Bölüm
51.Bölüm
52.Bölüm
53.Bölüm
54.Bölüm
55.Bölüm
56.Bölüm
57.Bölüm
58.Bölüm
59.Bölüm
60.Bölüm
61.Bölüm
62.Bölüm
Yılbaşı Özel Bölümü*
63.Bölüm
64.Bölüm
65.Bölüm
66.Bölüm
67.Bölüm
68.Bölüm
69.Bölüm
70.Bölüm
71.Bölüm
72.Bölüm
73.Bölüm
Bayram Özel Bölümü*
74.Bölüm
75.Bölüm
76.Bölüm
77.Bölüm
78.Bölüm
79.Bölüm
80.Bölüm
81.Bölüm
82.Bölüm
83.Bölüm
84.Bölüm
85.Bölüm
86.Bölüm
87.Bölüm
88.Bölüm
89.Bölüm
14 Şubat Özel Bölümü*
8 Mart Özel Bölümü*
Maça Kızı 8 Ailesi'ne*
Geçmiş Hikaye*
90.Bölüm
91.Bölüm
92.Bölüm
93.Bölüm
94.Bölüm
95.Bölüm
Bayram Özel Bölümü - II*
96.Bölüm
97.Bölüm
98.Bölüm
99.Bölüm
100.Bölüm
101.Bölüm
102.Bölüm
103.Bölüm
104.Bölüm
105.Bölüm
106.Bölüm
107.Bölüm
108.Bölüm
109.Bölüm
110.Bölüm
111.Bölüm
112.Bölüm
113.Bölüm
114.Bölüm
115.Bölüm
116.Bölüm
117.Bölüm
118.Bölüm
119.Bölüm
120.Bölüm
121.Bölüm
122.Bölüm
123.Bölüm
124.Bölüm
125.Bölüm
126.Bölüm
127.Bölüm
128.Bölüm
129.Bölüm
8*
18 Ağustos'un Devamı*
Son Perde*
8 Kasım 2017*
Yıldız Tozu*
130.Bölüm
131.Bölüm
132.Bölüm
133.Bölüm
134.Bölüm
135. Bölüm
136.Bölüm
137.Bölüm
138.Bölüm
139.Bölüm
140.Bölüm
141.Bölüm
142.Bölüm
143.Bölüm
144.Bölüm
145.Bölüm
146.Bölüm
147.Bölüm
148.Bölüm
149.Bölüm
150.Bölüm
151.Bölüm
152.Bölüm
153.Bölüm
154.Bölüm
155.Bölüm
156.Bölüm
157.Bölüm
158.Bölüm
3 Yıl, 1 Ay Sonrası*
159.Bölüm
160.Bölüm
161.Bölüm
162.Bölüm
163.Bölüm
164.Bölüm
25 Eylül 2018*
166.Bölüm
167.Bölüm
168.Bölüm
169.Bölüm
170.Bölüm
171.Bölüm
Güneşçiçeği*🌻
Güneşçiçeği*🌻🌻
172.Bölüm
173.Bölüm
174.Bölüm
175.Bölüm
176.Bölüm
177.Bölüm
178.Bölüm
179.Bölüm
180.Bölüm
181.Bölüm
182.Bölüm
183.Bölüm

165.Bölüm

364K 18.3K 34.5K
By dpamuk

Sevgili Maça Kızı 8 Ailesi,

Hepinizi çok seviyorum! 🐥💛🤗

Yorumlarda görüşürüz, kocaman sarıldım!

♠️

Bora'dan boşanmak istiyordum.

Sabahın kör saati olan 7'yi 13 geçe beni uyandırmış ve İstihbarat'a gitmek üzere evden çıkacağını söylemişti. Siyaha yakın renkte bir kot pantolon üzerine, siyah balıkçı yaka kazak giymişti. Saçları belki de biraz uzadığı için dağınık gözüküyordu ama bu maalesef kötü durmadığı gibi, olduğundan daha da seksi bir şekilde görünmesini sağlıyordu. Bu kadar seksi görünüyorken, benim kendisinin yanında olmamı istemesi gerekiyordu ve fakat ne yazıktı ki öyle bir niyeti yoktu. Ben ona sitem ederken beline silahını yerleştirmişti ve bu sırada ben karın kaslarını görmek zorunda kalmıştım. Uyanır uyanmaz gördüğüm manzaranın kusursuzluğuna rağmen, karakteri kusursuz değildi ve beni yanında istemiyordu. Bu beni daha da sinirlendirmişti. Bora ise beni en sonunda öperek susturmuş ve "Görüşürüz sevgilim..." demişti.

"Bora!" dedim hızla yataktan kalkarken. Durdu ve bana baktı. "Ben de geleceğim!" Kolundan çekiştirerek, yatak odamızın kapısını çıkamasın diye kapattım ve çatık kaşlarımın altındaki dik bakışlarımı yüzüne sabitledim. "Uyandım artık!"

"Tekrar uyuyabilirsin," dedi bir fikir veriyormuş gibi. "Sen bir saniye önce uyanıkken, bir saniye sonra uyuyabilme potansiyeline sahip birisin sevgilim."

"Uyandım artık!" dedim, itiraz dolu bir tonlamayla. "Uyandırmasaydın! Karın kasların uykumu açtı!" Bora kaşlarını çatıp ne demek istediğimi kavramaya çalışırken, yüzünde özgüveni yüksek bir gülümseme peyda olmuştu. "Uyandım artık! Sen uyandırdın! Uyandırmasaydın!"

"Uyandığında beni göremeyince, endişelenme diye haber verdim..." dedi. Yüzünde öyle bir ifade vardı ki muhtemelen kendine küfrediyordu ve çoktan beni uyandırdığına pişman olmuştu. "Ben her gitmek zorunda olduğumda seni uyandıracağım. Hep bunu mu yaşayacağız?"

"Hayır, sen beni bir daha uyandırmayacaksın!" diye kızdım. Saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırdım. "İstemiyorum ya ben böyle bir şey! İcat çıkartma!"

"Tamam uyandırmam bir daha..." dedi gülümseyerek. "Hadi yat, uyu şimdi. Ne işin var ya senin İstihbarat'ta?!"

"İstihbarat belasını başına açan benim!" dedim öfkeyle. Aslında öfkem kendimeydi ama Bora, bu belayı başına açanın ben olduğumu akıl edemediği için öfkemin hedefi olmuştu. "O yüzden yaşadığın her zorlukta yanında olmak zorundayım!" Bana herhangi bir cevap vermesine fırsat kalmadan ona arkamı döndüm ve giyinme odasına doğru ilerledim. "Şimdi üzerimi değiştireceğim! Sonra elimi yüzümü yıkayacağım ve sen beni bekleyeceksin, hiçbir yere gitme!"

"Önce elini yüzünü yıkasan daha iyi olmaz mı?" diye sordu. Giyinme odasına girmeden durdum ve Bora'ya baktım. "Bir fikir sadece?"

"Olabilir," dedim. Banyoya doğru ilerledim. "Ama sakın bir yere gitme! Vallahi peşinden gelirim!"

Ellerini teslim olur gibi kaldırdı. "Bekliyorum," dedi. Banyoya girdim. Kapıyı kapatmadan evvel, "Aşağıda beklesem olur mu?!" diye seslendi.

"Olur! Ama bekle mutlaka!"

Yatak odasının kapısının da açılıp kapandığını duydum. Hızlıca elimi yüzümü yıkadım, dişlerimi fırçaladım. Aslında o kadar çok uykum vardı ki... Ama Bora'yı yalnız bırakmak istemiyordum. Ne yaşarsa yaşasın elinden tuttuğumda, kötü düşüncelerinin dağılacağını biliyordum. Kara, ben yanındayken başlamadıysa bile ben yanındayken bitsin istiyordum. Kara'yı yok ettiğimi sandığım günlerde aslında Bora'yı yok etmiştim. Bu, her ne kadar o koşullarda olması gerekendiyse de şimdi hayatımızın içinde bir hata gibi asılı kalmıştı. Ve ben hatamı telafi edebilmek, koşulları değiştirebilmek için ne gerekiyorsa yapacaktım. Banyoda işlerimi hallettikten sonra balkona çıkıp havanın nasıl olduğuna baktım. Daha sonra da giyinme odasına geçtim ve antrasit kot üzerine, gri, salaş bir kazak giydim. Beyaz spor ayakkabılarımı giyerken, telefonuma Begüm'den mesaj gelmişti.

"Uyanık mısın Naz?"

Çantamı aldım ve odadan çıkarken Begüm'e mesaj yazdım.

"Günaydın."

"Napıyosun?"

Merdivenlere ilerledim ve aşağıya inmeye başladım.

"Bora ile evden çıkacağız şimdi. Biraz işimiz var. Sen napıyorsun?"

"Demir'i emzirdim, uyuttum. Şimdi uzandım yatağa. Dün gece konuşamadık, bir yazayım dedim. Çok kötü bir geceydi."

"Sen onu bir de bana sor."

Evden çıktım. Bora kapının önünde, adamlarıyla konuşuyordu. "Selim, sen Gökhan'ın yanına git. Ben de uğrayacağım sonra. Şu adamlarla görüşelim bi' bakalım, dediği kadar iyiler mi, anlayalım." Beni fark ettiğinde, başını omzunun üzerinden hafifçe bana döndürdü ama sonra yeniden Selim'e ve diğer iki adama odaklandı. "Aydın bir şey dedi mi adamlarla alakalı?"

Başka bir adamı yanıma gelmiş ve bana bir paket uzatmıştı. "Afiyet olsun Nazlı Hanım." Hemen paketi açtım, içinden dumanı üstünde tüten poğaça çıktı.

"Abi o mekanda çok kalmadı," dedi Selim. Bora'nın kaşları çatıldı. "Yani adamlarla falan aman aman ilgilenmeden, bastı gitti."

"Nereye?!" diye sordu Bora sertçe.

"O zaman önce ben anlatayım. Abim, Beyza'yla beraber eve geldi. İçeri girdik. Hep beraber salona geçtik. Beyza pek iyi görünmüyordu ama yine de normal geldiler eve. Abim, Demir'i öptü bir kucakladı falan. Leo da Asya ile beraber salonda uyuyordu zaten, öptü onları da. Çok kalmadan çıktı. Abim gidince Beyza da odasına çıktı, Leo'yu salonda bırakıp. Ben çocuk niye burada kalsın, Asya'yı da onu da yataklarına yatıralım diye peşinden odasına çıkamadan, odasından çığlık sesi geldi. Her şeyi birbirine katmış, sinir krizi geçirdi, nasıl ağlamak! Ne yapacağımı bilemedim Aydın Abi'yi aradım. Leo kalktı, korktu. Demir durmuyor Sevim Teyze'nin kucağında. Asya, Leo'yu sakinleştirmeye çalışıyor falan. Öldük öldük dirildik! Ama Aydın Abi gelince asıl kıyamet koptu!"

Begüm mesajı göndermişti ama hâlâ yazıyor gözüküyordu. Bu sırada Selim de Bora'ya çoktan cevap vermişti: "Tarabya'ya gitmiş diye biliyorum abi." Poğaçamı yerken, Begüm'ün mesajını beklemeye başladım.

"İyi," dedi Bora ve elini belime yerleştirdi. "Hadi Nazlı..." dedi. Arabasına ilerledik. "Güneş gözlüğümü verir misin torpidodan?" dedi arabayı çalıştırırken. Ben güneş gözlüğünü kutusundan çıkarırken, Begüm yeniden mesaj atmıştı.

"Aydın Abi'ye saldırdı. Her şey senin yüzünden, deyip durdu. Ablamın ilk kez küfrettiğini gördüm, sen daha önce görmüş müydün? Ağzım açık kaldı Naz! Beni öyle bir duruma düşürdün ki, beni öyle bir çıkmaza soktun ki, bütün bunlar senin yüzünden, diyor. Nasıl bağırıyor var ya anlatamam! Doktor geldi. Sakinleştirici yaptı. Öyle uyudu. Aydın Abi bütün gece başında bekledi. Bir noktada ben uyuyakalmışım çocukların yanında. Sabah uyandım, 6'yı biraz geçiyordu. Telefonumda bir mesaj."

Begüm'ün mesajını okurken, bu duyduklarımı Bora ile paylaşıp paylaşmamam gerektiğini kestirememiştim.

"Üç numara, senden son bir ricam var. Bugün de Leo ile ilgilenirsen çok sevinirim. Benim dışarıda biraz işlerim var. Dün akşam için üzgünüm. Ve her şey için teşekkür ederim. Seni seviyorum."

Bir şey olduğu belliydi ama ne olduğunu henüz bilmiyordum ama elbet ortaya çıkacaktı.

"Bunu yazmış sabahın 6'sında düşünebiliyor musun? Aydın Abi de yok meydanda. Aradım ikisini de açmadılar. Eğer kaçmadılarsa, OĞULLARI BENİM YANIMDA GERÇİ, neredeler, nereye gittiler asla anlamıyorum. Bence Beyza, Aydın Abi'yi öldürdü. Çünkü dün akşam gözlerindeki o nefreti gördüm. Gökhan'ı aradım, bırak naparlarsa yapsınlar dedi. Çınar Abi'yi aradım, iki yetişkin insan polise gidecek halimiz yok, endişelenme, dedi. Endişelendiğimden değil ama yani ablam cidden iyi değildi. Sen ne ara çıktın sakinleştiricinin etkisinden de eski sevgilinle karga kahvaltısını yapmadan evden çıktın ya?! Aklım almıyor. Şimdi böyle bir durumda ne yapılır? Abime söylemeli miyim? Ki ne diyeceğim? Adam açıkça resti çekti... Kafam karıştı. Bu çocuk uyanınca ben ona ne diyeceğim? Annesini soracak?"

Sıkıntılı bir nefes verdiğimde, Bora bana döndü ve "N'oldu?" diye sordu.

"Hiç..." dedim.

Gözleri kısıldı. Hiç, pek inandığı bir cevap değildi. "Kiminle mesajlaşıyorsun?"

"Begüm'le..." dedim. Yalnızca başını salladığında konunun Beyza ile alakalı olduğunu düşündüğünü ve bununla ilgilenmediğini anlamıştım.

"Leo uyandığında beni ara istersen. Ben konuşurum onunla. Bunun dışında da ne yapılır inan bilmiyorum Begüm. Abine söylemek istiyorsan söyle. İstemiyorsan da söyleme. Yani ilgilenir mi ilgilenmez mi bilmiyorum."

"İlgilenmez. Bak Beyza üç beş söze kırılmaz. Hele ki abimin söylediği bir şeye şu durumda asla kırılmaz. Ben ona ne laflar sokuyorum kendimi tutamayıp. Ama abim gelinen son noktada, umursamaz. Çünkü abim onu umursayacağı bir durumda olsaydı, dün akşamki vedasını gerçekleştirmezdi. Kaldı ki ben bile gecenin içeriğine senin kadar hakim değilim. Ama Gökhan'la oynadığınız oyunu öğrendim. Ablam çok korkmuş. Mehmet sanmış. Arabada fenalaşmış galiba... Abim de demiş ki, 'Kendini topla... Sana acımak istemiyorum. Eğer toparlanamam diyorsan, hastaneye götürüp orada bırakacağım seni...' Bunu da ablam, Aydın Abi'ye bağırırken öyle laf arasında anladık. Eğer doğru anladıysak o da."

"Neyse. Biraz vakit geçsin, yine haberleşiriz. Bir şey olursa ara beni."

"Tamam."

Telefonumun ekranını kilitlediğimde Bora'nın kapkara gözleri yeniden beni bulmuştu. "İyi misin?"

Başımı usulca evet anlamında salladım. "Ben iyiyim de... Begüm dağılmış biraz..." dedim. Bakışları yeniden yola çevrildi. "Yani dün gece, senden sonra, biraz sorun olmuş da evde..." Bora hiçbir şey söylemeyince devam edip etmemem gerektiğini bilemedim ve poğaça paketini elimde küçücük hâle getirip, çöpe atmak üzere arabanın kenarındaki bölmeye koydum. "Öyle işte..."

"Müzik açayım mı?" diye sordu.

Başımı cama yaslarken, "Sen bilirsin..." dedim.

Moonlight Sonata arabanın içine yayılırken gözlerimi kapatmıştım.

"Profesör'ü özledim..." diye fısıldadım. "Belki bizim de adadaki evimizin zili, Moonlight Sonata olur... Ne dersin?"

"Nasıl istersen..." dedi.

"Bodrum'a da gideriz değil mi?" diye mırıldandım. "Buralardan gitmeden?"

"Yıl dönümümüzü Bodrum'da kutlayacağız," dedi yumuşacık bir sesle. "Nazlı Butik Otel'de." Kalbimi bir heyecan sararken gülümsedim. Bora'ya sımsıkı sarılmak istemiştim ama gözkapaklarım çok ağırlaştığı için açılmadılar. "Ve oradan bir tekneye bineceğiz beraber... Dönmemek üzere."

Bizi bekleyen güzel günlerin hayaliyle iç çekerken, geride bırakacağımız insanları düşünmekten kaçındım. Güvenlikleri konusunda elimizden geldiğince emin olabilirdik ama psikolojileri konusunda hiçbir şey yapamazdık. En çok da Beyza Karabey için yapılacak bir şey yoktu. En nihayetinde, Beyza da oğlu ile kardeşlerinin hayatı için bir yola çıktığında, geride bıraktığı insanların ne hâlde olacaklarını görmezden gelmek zorunda kalmıştı. Henüz kimse farkında değildi ki Bora'nın Beyza'ya kestiği en ağır ceza, iletişim kanalını yalnızca Begüm'le sağlayacak ve bizden Beyza'nın haber almasını engelleyecek olmasıydı. Buna belki Kara'nın adaleti diyeceklerdi ama aslında bu, ilahi adaletten başka bir şey değildi. Ne yazık ki.

♠️

Sıcak kum ayaklarımı yakarken, enseme Bora'nın ıslak dudakları değmişti. Arkamdan sarılarak ellerini bikinimden açıkta kalan karnımda birleştirdi. Üzerinden damlayan sular tenimdeki yangını yatıştırıyordu. "Bora..." diye kıkırdadım, dudakları boynumu talan ederken. "Huylanıyorum," diye fısıldadım. Beni bir çırpıda kucağına aldı ve soğuk dalgaların sıcak kum taneleriyle birleştiği yere taşıdı. Birlikte okyanusun dibine uzandık. Parmak uçlarım karın kaslarında dolaşırken, "Özledim..." dedim.

Hafifçe üzerime doğru eğildi. "Ben de Nazlı..." dedi. Bergamot kokusu buram buram içime dolarken yüzünde hüzünlü bir tebessüm vardı. "Çok özledim seni..."

Dudakları dudaklarıma yaklaştığı sırada, yakınlardan bir yerden, bir bebeğin ağlama sesi duyuldu.

Bizim bebeğimizin.

"Uyandı..." dedik aynı anda.

Ama Bora yine de beni öptü.

Bora beni öperken, bebeğimiz ağlamayı bıraktı.

Bora'nın yanından ayrılmak istemiyordum ama bebeğimizin yine ağlama ihtimali vardı. "Ben bakayım, belki bir şeye ihtiyaçları vardır..." dedim, mahzun bir tavırla.

"Ama beni çok bekletme..." dedi davetkâr bir tonlamayla. "Hemen gel..."

"Tamam sevgilim."

Ayağa kalktım ve kızgın kumlarda, ayaklarımın altı acıya acıya bebeğimizin yanına doğru yürüdüm. Yol çok uzundu. Susadığımı hissettim. Yürüdüm. Yürüdüm. Yürüdüm. En sonunda hücreye vardım. Hücrenin demir kapısını açtım ve içeri girdim. Kara perdeyi çektim. Perdenin arkasında Mehmet Şahindağ vardı ve bebeğimiz onun kucağındaydı.

"Bir şeye ihtiyacınız var mı diye kontrol etmek istedim..." dedim gülümseyerek.

Mehmet Şahindağ da gülümsedi. "Hayır, Nazlı Hanım..." dedi. Bebeğimiz kundakta olduğu için yüzünü göremiyordum ama Mehmet Şahindağ'ın kucağında huzurlu olduğu kesindi. "Her şey yolunda. Siz Bora'nın yanına dönebilirsiniz."

"Teşekkür ederim," dedim. Yeniden perdeyi çektim ve hücreden çıktım.

Geldiğim tüm yolu geri döndüğümde, artık buranın bıraktığım gibi olmadığını fark etmiştim. Okyanusun sularının tümden çekildiğini görünce su da içemedim. Kızgın kumların yerini kurak bir toprak almıştı, toprağın üstünde çirkin otlar bitmişti ve Bora'yı bıraktığım yere ulaşmak çok zordu. Çok susamıştım, yol çok uzundu ama yine de pes etmedim. Yürüdüm. Yürüdüm. Yürüdüm. Bora ile öpüştüğümüz yere geldim. Burası kurak bir toprağın ortasında kalmış bir yükseklikti ve daha yeni zift döküldüğü belliydi.

"Sevgilim," dedim ziftin ortasında öylece uzanan Bora'ya. "Ben geldim."

Bora'nın kaşlarını çatmasını önemsemedim çünkü geç kaldığım için böyle davrandığını biliyordum. Zifte bastığımda ayağım daha da yandı ama bunu da önemsemedim. Yanına uzandım. Her yerim yapış yapış zifte bulanmıştı ve rahat edemiyordum. Dudaklarım dudaklarına ulaştığında çatık kaşları normale döndü ve beni yeniden, tutkuyla öpmeye başladı. Bebeğimiz yine ağladı ama ikimiz de bunu umursamadan, öpüşmeye devam ettik.

Tam olarak rahat edemediğimi hissederken, huzursuz bir yerde uyuduğumu fark ettim. Gözlerim neler olup bittiğini anlamak istercesine aralanırken Bora'nın kapkara gözleriyle karşılaşmıştım. "Sevgilim?" dedim, şaşkınlıkla. "N'apıyorsun?!"

"Seni izliyorum..." dedi tok bir sesle.

"Uyudum mu ben? Saat kaç? Niye beni uyandırmadın da izliyorsun?!" diye sordum.

"Niye izlemeyeyim?" diye sorduktan sonra kolundaki saate baktı. "11'e 7 var."

"Çüş!" dedim yerimde kıpırdanırken. "Neden uyandırmadın beni? Hani 8'deydi toplantı?!"

"Bir kere daha uyandırmaya kıyamadım..." dediğinde, ondan boşanmak istediğim için biraz utanmıştım. "Öyle güzel uyuyordun ki..."

Yerimden doğrularak ona doğru yaklaştım ve bulunduğumuz yere bakmaksızın, dudaklarına kocaman bir öpücük kondurdum. Geri çekileceğim esnada, bir eli kazağımın sıyrılan yerinden belimi kavradı. Hatta belki de kazağımı bile isteye o sıyırmış da olabilirdi ve dudakları yeniden dudaklarıma kapandı. Soluklarımız birbirine karışıyordu. Bora muhtemelen dudaklarımda dinlenirken, hiç olmayı istemediği bir binanın otoparkında olduğumuzu unutmaya çalışıyordu; ben ise gördüğüm saçma sapan kabusu. Ona dışarıdan güzel görünen uyku hâlimin bana iyi hissettirmediği muhakkaktı ama gözlerimi açtığımda ona kavuşmak, yeniden hafiflememi sağlamıştı.

"Bir kabusun izlerini..." dedim dudaklarım dudaklarına çarparken. "Öyle güzel sildin ki..."

Bir eli saçlarıma ulaştı ve önüme düşen tutamları yüzümden uzaklaştırdı. "Ne kabusu?" diye sordu, gözleri gözlerimle birleşirken. "Çok huzurlu görünüyordun halbuki..."

"Kabustu ama içindeyken kabus gibi gelmedi," dedim. Bir eliyle yanağımı okşamaya başladı. "Anormal şeyler oldu ama bunları normal karşıladım kabusun içinde... Anlatabiliyor muyum?"

"Daha açık, doğrudan kabusunu anlatmak ister misin?" diye sordu.

İsterdim. Ama zaten sıkışık olan ruhunun daha da sıkışacağını bilirken, saçma sapan bir kabusu ona anlatmam yersizdi. Hele ki yapmak istemediği bir şeyi yapacakken, biraz sonra toplantı yapacağı insanlardan yine mutsuz olacağı direktifler alacakken... Kabusumu anlatmak isterdim ama onu göz göre göre üzmeyi hiç istemezdim.

"Yok ya saçma sapandı zaten," dedim. Koltuğuma geçtiğimde, bakışları araştırmacı bir tavırla yüzümde dolaşmaya başlamıştı. "İnelim hadi. Çok bekledi insanlar. Bir sorun yaşamayalım sonra?"

Kendinden emin bir tavırla, "Bir şey olmaz..." dedi. Birlikte arabadan indik. Elimi tuttu ve asansöre doğru ilerledik. Asansör yukarı çıkarken, "Çınar, Gökhan'ı da çağırmış," dedi. Kaşlarım şaşkınlıkla çatılırken, merakla devam etmesi için yüzüne baktım. "Ne Çınar'ın burada ne işi olduğunu ne de Gökhan'ı neden çağırdığını biliyorum. Sen uyurken Gökhan mesaj attı. Ben de birazdan geleceğimizi söyledim. Öğreniriz şimdi."

Asansör kata geldiğinde karşımıza çıkan görevlilerden biri, Bora ile beni başıyla selamlamış ve doğrudan, "Geldiğinizi Mehmet Bey'e haber veriyorum," demişti.

Bu cümledeki Mehmet'in, benim kabusumda gördüğüm Mehmet'le alakası olmadığını bilsem de ürpermiştim.

Bora bunu fark etmiş olacak ki avucunda olan elimi okşadı. "Biliyor musun..." diye fısıldadı kulağıma. "Ben ona hiç kimse dediğimde, daha iyi hissediyorum."

Hayretle yüzüne bakarken, "Hiç kimse mi?" diye sordum.

"Evet," dedi, ne var bunda der gibi. "Ama tabii içimden. Sonuçta saygılı bir insanım."

"Çalarım ama ben bunu!" dedim.

"Al, senin olsun..." dedi.

Görevli yeniden yanımıza yaklaştı ve "Lütfen şöyle buyurun..." diyerek, bizi uzun bir koridora yönlendirdi. Buraya daha evvel de geldiğimiz için, ki Bora benden daha çok gelmiş olmalıydı, yolu zaten biliyorduk ama bilmiyormuşuz gibi görevliyi takip ettik. Hiç kimse'nin odasının önüne geldiğimizde, görevli kapıyı tıklatmış ve "Buyurun," demişti.

Odaya girdiğimizde hiç kimse masasında, Gökhan ve Çınar ise onun masasının önündeki koltuklarda oturuyorlardı.

"Gözlerimiz yollarda kaldı!" dedi Çınar ayağa kalkarken. İfadesindeki tutum onun SerFoxÇın olduğunu haykırırken bize yaklaştı ve beni yanaklarımdan öptü. "N'aber Nazlı?"

"İyiyim," dedim kısık bir sesle. "Sen nasılsın?"

Bora'nın bakışlarının Gökhan'a çevrildiğini ve ona sorarcasına baktığını görmüştüm ama Gökhan'ın da bir şey bildiği yoktu.

"Ben de iyiyim," dedi SerFoxÇın. Ellerini ceplerine soktu. "Sen, bu işlerin dışında kalsan daha iyi değil mi? Bu toplantının konusu aksiyona çıkıyor. Hamilesin sonuçta."

Ben, SerFoxÇın'a bir cevap veremeden Bora konuşmuştu: "Yeniden İstihbarat'a çalışıyorsun demek?"

Hiç kimse, odada kendisinin de olduğunu hatırlatmak ister gibi boğazını temizledi. "Oturun isterseniz Bora Bey."

"Yanlış anlamayayım diye soruyorum..." dedi Bora. Elimi bıraktı ve SerFoxÇın'ın kalktığı koltuğa doğru yürüdü. "Hani beni tutuklarken, Çınar Akbulut'u da tutuklamıştınız ya... Gerçi buna siz plan diyordunuz... Operasyon mu ya da?" Bora koltuğa oturdu, bacak bacak üzerine attı ve gülümsedi. "Siz sanki o zaman Çınar'a, ülkeni sattın falan diyordunuz! Hani OCTO adı verilen, gizli bir örgütün üyesiydi ya?"

"Çınar bana ve üstlerime... Devletine... Ne kadar sadık olduğunu gösterdi," dedi hiç kimse.

"Beyza Karabey'in yaşadığını ülkesinden saklaması da umurunuzda değil tabii..." dedi Bora. Bakışları karşısındaki adamdan nefret ettiğini alenen ortaya koyuyordu. "Doğrudur. Zaten Beyza'ya, B planı olduğunu ve sizinle yeni bilgi alışverişlerine girerek kendisini kurtarabileceğini söylüyordu. Boş konuşmuyormuş belli ki."

"Bora Bey!" dedi, hiç kimse. Sesinde uyarıcı bir tını vardı. SerFoxÇın ellerini ceplerinden çıkarmadan sessiz kalırken, Gökhan'la birbirimize bakmıştık. "Çınar Akbulut'la beraber çalışacaksınız bundan sonra. Kendisi sizi yönlendirecek ve siz onun sözünden çıkmayacaksınız." Bora'nın attığı kocaman kahkaha odanın duvarlarına çarpıp yok oldu. Hiç kimse, bundan asla hoşlanmadığı belli bir tavırla, "Komik olan ne?!" diye sordu.

"Çok acayip biri bu Çınar," dedi Bora, başıyla SerFoxÇın'ı işaret ederken. "Yıllar yıllar evvel, benim Kara olduğumu İstihbarat'a ihbar ederken, acaba bugünleri ön görmüş müydü?" SerFoxÇın'ın yüzünde hüzünle karışık bir gülümseme belirdi ama belki de bunu sadece ben görmüştüm. "Allem etti kallem etti ve bugün buradayız işte. Bence bu savaşın, gerçek winner'ı o."

Gökhan'ın bakışlarındaki öfkenin, SerFoxÇın'ı daha da üzdüğü belliydi. "Peki ben?" diye sordu Gökhan, hiç kimse'ye. "Ben neden bugün buradayım? Kara'nın sizinle olan toplantılarında ben olmam genelde? Çınar Akbulut, biyolojik kardeş kontenjanından beni de buraya aldırma hayali kurduysa, bana gelmez baştan diyeyim. Ha beni istediğiniz zaman tutuklayabilirsiniz de! Çünkü benim, kalan diğer insanlar gibi, herhangi bir zaafım, ailem, sevdiğim biri falan yok."

"Mehmet," dedi SerFoxÇın. Hiç kimse'nin bakışları ona çevrilmişti. "Biz biraz yalnız kalalım mı?"

Hiç kimse kolundaki saate baktı. "On beş dakikaya kadar gelmiş olurlar. Fazla vaktin kalmadı," dedi. SerFoxÇın başını salladığında hiç kimse ayağa kalktı. Bakışlarını hepimizin üzerinde gezdirip, en sonunda Bora'ya sabitledi. "Peşinde olduğumuz adamlarla ilgili konuşmadan... Çınar'ın size anlatacakları var," dedi. Cümlesi bittiğinde masanın üzerindeki telefonunu cebine koydu ve yanımızdan geçerek odadan çıkıp, kapıyı da kapattı.

"Beyler," dedi SerFoxÇın, hiç kimse'nin masasına yürürken. "Ve Nazlı Karabey..." Kaşlarım havalanırken ben de masaya doğru ilerledim. Gökhan oturmam için bana yer vermeye yeltense de elimle gerek olmadığını belli edercesine bir işaret yapmıştım. "Evet..." dedi SerFoxÇın, gözlerimin içine bakarken. "Senin burada olmaman lazımdı."

"Sadede gel," dedi Gökhan, bana fırsat bırakmadan.

"Biliyorum..." dedi SerFoxÇın, derin bir nefes verdikten sonra. "Hayatın içinde durduğumuz yerler hep farklı oldu. Benim politikamla sizinki birbirinden hep ayrıldı." Bakışları Bora ile Gökhan arasında mekik dokuyordu. "Ben bir mafyanın içinde olduğumu ve ailemin kim olduğunu bilerek büyüdüm. Annemle kardeşimin neler yaşadıklarını...." Bakışları Gökhan'da durdu. "Ben kim olduğumu hiçbir zaman reddetmedim." Belki Gökhan bir şey der diye bekledi ama sessizlik büyüyünce, Bora'ya baktı. "Olmak zorunda olduğum kişiyi de... Asla olamayacağım kişiyi de..."

"Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu be Gökhan!" dedi Bora. Bakışları şu anda ne olduğunu, ne yaşadığımızı, karşısındaki adamın neler anlattığını sorarcasına Gökhan'a çevrilirken, bunu sırf Çınar Akbulut'un damarına basmak için yaptığının hepimiz farkındaydık. "Bence senin genler, Akbulut'lardan değil de rahmetli annenden falan geliyor olmalı. Şanslısın ha!"

"Dur abi, ben merak ettim nereye bağlayacağını..." dedi Gökhan, yapay bir merakla. "Mafyada olduğunu bildiğini söyledi ya... Orada bir kazandı beni. Ben salaktım çünkü, dayımın elindeki silahı oyuncak sanıyordum!"

Bora gülerken, "Demek istediğim!" dedi Çınar sertçe. "Ben hiçbir zaman sizin kadar hayalperest olmadım! Ya da acıyı, sizin kadar geç yaşta tatmadım maalesef! Ben, Zeki Dede'min ve babamın da yardımıyla, İstihbarat için yetiştirildim! Mehmet Şahindağ'ı bitirmek için! Çünkü bu uğurda kirlenip kaybolmaktansa, elimdeki gücü ülkem için kullanmak en şereflisiydi!"

"Sar buraları ya..." dedi Gökhan. Bora tüm pası ona atmıştı. "Nagihan Akbulut bilmiyordu falan filan. N'apıyorsun sen şu anda, bize kendini mi anlatıyorsun? Niye?" Gökhan'ın, Çınar'ı aşağılamak için değil gerçekten bunları dinlemeye tahammül edemediği için böyle davranmaya başlaması uzun sürmemişti. "Seni kızımıza almayacağız. O yüzden kısa kes!"

"Peki..." dedi Çınar arkasına yaslanırken. Bakışları gözlerimi buldu. "Okyanuslardan bahsedelim o zaman biraz..." Bora'nın çatık kaşlarının altındaki kapkara bakışları bana çevrilirken, zorlukla yutkunmuştum. Çınar ise, "Ne kadar sürecek geziniz?" diye sorarken, yeniden Bora'ya bakmıştı.

"Fox?" dedim hayretle. İçinde bulunduğumuz odada bakışlarımı şaşkınlıkla gezdirirken, "N'apıyorsun şu anda?" diye sordum.

Parmakları hareket etti ve özel dilimizle bana, "Sus!" emrini verdi.

Ben sussam da kafamdaki sorular susmuyordu. Dinlenmediğimizden emin miydik? Bu oda güvenli miydi? Fox ne yapmaya çalışıyordu?

Gökhan sertçe, "Bana bak Akbulut!" deyince irkildim. "Nerede olduğumuzu unutup da saçma sapan bir şey yapma sakın! Seni doğduğuna pişman eden, ben olurum!"

Gökhan'ın saçma sapan dediği, ne olabilirdi ki? Çınar Akbulut, kaçacağımızı İstihbarat'a ihbar edecek değildi ya! Peru açıklarında bir adada yaşayacağımız, Bora ile benim bildiğim, yanılmıyorsam yalnızca Selim'le paylaşılmış gizli bir bilgiydi ama okyanuslara açılacağımız ve İstihbarat'tan kaçacağımız o kadar da gizli değildi. Yani Sergio'dan gizli değildi. OCTO'dan yardım istediğimiz bir evrende, bunu saklayamazdık ki. Eğer gizli tutulması gerekiyorduysa, Bora'ya OCTO'dan yardım almasını söylediğimde, beni uyarması da gerekmez miydi?

"Sakin ol Gökhan," dedi SerFoxÇın.

"Derdini söyle derdini!" dedi Bora, hükmedici bir tavırla. Bakışları keskin bir şekilde, SerFoxÇın'ın gözlerine kilitlenmişti. "Derdin ne?!"

"İster inanın, ister inanmayın... Ailemi korumak. Ailem de sizsiniz," dedi SerFoxÇın. Derin bir nefes verirken, gözleri kısa bir an gözlerimi bulmuş, sanki benim gözlerimden güç almak istemişti. "Bora... Hiçbir koşulda beni sevmeyecek, bana güvenmeyeceksin. Biliyorum. Ve sen böyle davrandıkça, bana seni tehdit etmekten başka bir çare bırakmıyorsun!" Ellerini masanın üzerinde birleştirdi. "Ve ben senin dikkatini çekmek için, hep canını yakmak zorunda kalıyorum. Maalesef."

Gökhan kısa bir an Bora'ya bakarken gözlerini kısmıştı. "Ağlayacak şimdi, yazık..." dedi alayla.

SerFoxÇın, Gökhan'ın alaylı tavrı karşısında sabır dilenir gibi bir nefes aldı ama bakışlarını Bora'nın gözlerinden çekmedi. "Sebeplerin var. Belki de sana olan öfkemden, sen benim ailemi reddettiğin için, babama yardım etmediğin için duyduğum öfkeden, bu saçma çatışmayı ben başlattım. Haklısın. Beyza'nın cenazesinde söylediğim sözler için özür dilerim. 'Senin sonunu ben getireceğim. Gün gelecek, ben de en sevdiğinle vuracağım seni,' demiştim. Bu cümledeki en sevdiğin, Gökhan'dı. Beyza'nın ölümüne değil, başına gelenlere ve seçtiği yola ağlıyordum. Sen, öz kuzenine sırt çevirirken, Gökhan'a bu denli güvenmenden nefret ediyordum ve bu nefreti yüzüne kustum! Ama bugün, başka bir gün. Ve bilmeni isterim ki, ben kendi inandığım değerlerin peşinden gittim. Ne ablanı ne de Nazlı'yı senden, canını yakmak için saklamadım. Ben hiçbir eylemimi, senin canını yakmak için yapmadım."

"Bir şey var," dedi Bora. Başını anladığını belli eder gibi salladı. "Kötü bir şey var. Kötü bir şey yaptın ya da yapacaksın. Benim çok kızacağımı, canımın yanacağını düşündüğün bir şey!"

"Ne kadar dil döksem de, saatlerce konuşsak da İstihbarat'la iş birliği içinde olmak konusunda seninle anlaşamayacağımızı biliyorum..." dedi Sergio, iç çekerken. "Kara muhteşem bir güç ve sen, bu gücü ülkene adamayı hiçbir zaman kabul etmeyeceksin... Kendi doğruların daima baskın gelecek. Adalet duygun körelecek. Yaptığın işlerin altında ezildin, ezileceksin de. Belki de çok geç başladığın içindir. Belki de her zaman bu işlerden nefret ettiğin ve bizim gibi yetişmediğin içindir. Bilemem. Çok önemli adamları hakladın senelerce. Belki de içinden, ulan ben zaten bunlara çalışmadan da bunu yapıyordum diye düşünüyorsundur! Olabilir. Ve bunu birinin dayatmasıyla yaptığında, karakterine tezat düştüğünde, o adamların içeride kendinin dışarıda olmasını sorguluyorsundur. Çünkü layık olduğuna inandığın yer dışarısı değil, içerisi. Kara muhteşem bir güç ve sen bile bunun farkında değilsin bence. Kaçacaksın ve Kara'nın yok olup gitmesine izin vereceksin."

Kaşlarım havalandığında, korku dolu bir tonlamayla, "Fox!" dedim. "Eğer bizim inşa etmeye çalıştığımız geleceği bozacak bir şey yaptıysan ya da yapacaksan..."

"Sana sus dedim N!" diyerek lafımı kesti. Bakışlarındaki ikaz oldukça açıktı. "Lütfen!"

"Çınar?" dedi Bora, meraklı bir sesle. "Buradan gitmemizle alakalı bir derdin mi var?"

"Kaçamazsınız," dedi Çınar, hiç düşünmeden. "Yardıma ihtiyacınız var!" Bora'nın yüzüne samimiyetsiz bir gülümseme yayılırken, ayağa kalkmıştı. "İçeriden gelen bir yardıma!" Bora odanın içinde, elleri ceplerinde volta atarken, ne hissettiğini okuyamıyordum. "Benim yardımıma!"

"Karşılığında ne istiyorsun?" diye sordu Bora, bakışlarını Çınar'a çevirmeden.

"Seninle aynı şeyi..." dedi Çınar. O da ayağa kalktığında, Bora durdu ve Çınar'ın gözlerinin içine baktı. "Kalanları korumayı... OCTO da Türk İstihbaratı için çalışacak. Dış bağlantılar sağlayacaklar bizlere. Sen olmayacaksın ama düzen devam edecek. Senin adını kullanacağız. Kara'nın adını."

Bora'nın kapkara bakışları kısılmıştı. "İstihbarat'a benim yokluğumu nasıl açıklayacaksın?" diye sordu.

"Bunu, daha sonra anlatacağım..." dedi Çınar.

"Ve bizi, sen kaçıracaksın buradan, öyle mi?" diye sordu Bora.

"Evet," dedi Çınar. Gökhan hiçbir şey anlamadığı belli bir ifadeyle bana bakarken, benim de ondan bir farkım yoktu. "Kaçmak demeyelim. Gezi diyelim. Ne zaman biteceği belli olmayan bir gezi."

"Kumarhaneler?" diye sordu Bora.

"Aydın Demir'e devredeceksin," dedi Çınar.

"İstihbarat'ın şartı, Beyza ile evlenmeleri..." dedi Bora.

"Evlensinler o zaman?" dedi Çınar.

Bora'nın kaşları havalandı. "Kabul etmezsem?"

"Sizi ben ihbar ederim," dedi Çınar. Blöf mü yapıyordu?! Bora gülünce, "Ciddiyim!" diye ekledi. Gökhan'a ve bana kısa bir bakış atıp yeniden Bora'ya döndü. "Bak en doğrusunun bu olduğunu, sen de biliyorsun! Bu zaten senin fikrindi?! Sadece senin fikrinin üstüne bir fikir ekledi adamlar ve bunda da haklılar... Aydın Demir ancak ve ancak, bir Karabey'le evlenirse, o kumarhaneleri almaya layık olur. Ve en uygun adam o. Eğer kumarhanelerin başına Aydın geçerse, hem geride kalanların güvenliğini hem de bıraktığın düzendeki otoriteyi daha iyi sağlayacağız."

Bora'nın bakışları Gökhan'a çevrildiğinde, "Bence benim Aydın'dan bir eksiğim yok," dedi Gökhan ve ayağa kalktı. Çınar şaşkınlıkla Gökhan'a dönmüştü. "Bir, ne kadar övünmesem de esasen Akbulut'um. İki, Karabey'lerin içinde büyüdüm. Üç, Aydın Demir abim. Dört ve en önemlisi, Kara'nın en önemli adamıyım."

Bora başını Gökhan'a hak verir gibi salladı. "Mantıklı..." dedi. Gökhan sahte bir şekilde gülümsedi. "Sen evlensene Beyza'yla Gökhan, geç sonra da kumarhanelerin başına? Suç ortaklığınızı, böyle bir ortaklığa evirin... Faydanız olsun vatana millete ve bize. Çünkü ben tehdit, kural, emrivaki falan sevmiyorum. Sen evlen! Her evlilik gerçek olmak zorunda değil nasılsa, değil mi?"

"Aynen..." dedi Gökhan. Kollarını bağladı. "Evleneyim." Sesli bir nefes verdi. "Tabii hâlâ medeni durumu bekarsa, ama bence değil!"

"Bana da öyle geliyor..." dedi Bora, Çınar'ı baştan aşağı süzerken.

"Bana bak lan!" dedi Gökhan, öfkeyle. "Aydın'la Beyza evlendilerse... Kara'nın değil, benim gazabımdan kork asıl!"

"Sana n'oluyor amına koyayım?!" diye sordu Çınar, yüksek çıkan bir sesle. "Sana ne?!"

Bora, başını yazık der gibi iki yana sallarken, kapı açıldı. Hiç kimse'nin yanında, Beyza ile Aydın da vardı. Beyza'nın elinde nikah cüzdanı olmasına rağmen, bir düğünden değil de cenazeden geliyor gibiydiler. Aydın'ın bakışları doğruca Bora'ya çevrilirken, Bora'nın ifadesiz bakışları da kendisini bulmuştu. Beyza ise hiçbirimizin yüzüne bakmıyor veya bakamıyordu. Dün geceden sonra, bu sabah erkenden gidip evlenmelerinin mantık çerçevesine hiçbir koşulda sığmadığının kendisi de farkında olmalıydı. Çünkü bu, niyeti bu olmasa dahi Bora'ya meydan okumaktan başka bir şey değildi.

"Evlendiniz öyle mi?!" diye sordu Gökhan, kendisinden asla beklemediğim bir hiddetle. Bu tepki karşısında en az Çınar, ben ve hiç kimse kadar, Beyza ile Aydın da şaşırmıştı. Bora ise asla şaşkınlığın uğramadığı ifadesiz bir yüzle Aydın'a bakmaya devam ediyordu. "Ulan!" dedi Gökhan. Birkaç adımla Aydın'a yaklaştı. "Kumarhanelerin başına geçeceksin... Bu sırada da Beyza ile evli olacaksın! Karı koca olacaksınız bayağı! Leo'nun da sikik sokuk, bizimkinden hallice bir hayatı mı olacak sonra?!" Aydın zorlukla da olsa Bora'dan çektiği bakışlarını Gökhan'a sabitledi. "Leo'ya mı miras kalacak bu kez her şey?!"

"Gökhan!" dedi Aydın, ikaz dolu bir tonlamayla.

"Sikerim lan Gökhan'ını!" diye bağırdı Gökhan. "O çocuk bizim kaderimizi yaşamayacak! Ben o çocuğun hayatının üzerine, hayatımı koydum lan! Siz her şeyi darmaduman edip içine sıçın diye çekmedim bunca cefayı!" Beyza'ya döndüğünde öfkesi daha da katlanmıştı. "Madem bir imza atmak kadar kolaydı her şey, o zaman en başında atsaydın o imzayı! Yaşamasaydık bunca şeyi!"

"Gökhan Bey!" dedi hiç kimse, ikaz dolu bir ifadeyle.

Gökhan, hiç kimse'yi umursamadan Bora'ya döndü. "Mehmet Şahindağ'a müjdeyi hangimiz verelim Kara?!" Bora'nın yüzünde hiçbir ifade yoktu. "Bakalım, dışarıdaki adamlarının bize saldırma süreleri kaç gün olacak?!"

Kalbimdeki odacıkta bir sızı baş gösterdiğinde, neden tekrar tekrar Mehmet Şahindağ'a maruz kaldığımızı sorguluyordum. Adını, ömrümüzün son gününe dek hatırlamamak üzere, hayatımızdan çıkartmak istiyordum. Hiç olmamış gibi. Fakat ben, ne kadar buna niyetlensem de bunu mümkün kılamıyordum. Yıllar geçtiğinde bile, çıkmak bilmez bir leke gibi, içimizde yer tutacaktı sanki.

"Yeter!" dedi Aydın, kaskatı bir ifadeyle. "Bu tepkiyi verecek kişi sen değilsin!"

"Sen, benden mi tepki bekliyorsun Demir?" diye sordu Bora.

Aydın'ın acı kahve gözleri bir kez daha Bora'nın ifadesiz gözleriyle birleşti. "Evet," dedi Aydın, dimdik bir tavırla. "Allah mesut etsin ya da Allah belanı versin... Vereceğin iki tepki de başım üstüne!"

Bora'nın ifadesiz yüzü dağıldı ve dudaklarının kenarına bir tebessüm yayıldı. "Allah'ın işine karışılmaz..." dedi. Alt dudağını dişledi. "Karınla birlikte, ne zaman BlackJack'te olmanız gerektiğini söyleyeceğim." Hiç kimse'ye döndü. "Toplantıyı erteleyelim. Şu hedefinizdeki yeni adamların birini de BlackJack'te çıkarırız aradan, buna göre hazırlanın. Önceliğiniz hangisiyse. Toplantının gününü ve saatini iletirim." Ve en sonunda bakışları beni buldu. "Hadi sevgilim."

♠️

"Olmuyor!" dedim yakınarak. "Hiçbiri olmuyor!"

Kıbrıs'ta, Bora'ya ait otel odasındaki yatağımızın üzerine döktüğüm kıyafetlere nefretle bakarken, külodumun üzerine giydiğim kısa, ipek sabahlığımla duruyordum. Elbiselerin ise her biri kusurluydu çünkü benim kusurlarımı meydana çıkarıyorlardı. Bugün itibariyle hamileliğimin onuncu haftasındaydım ve bebeğimiz bir uygulamaya göre zeytin tanesi kadar, başka bir uygulamaya göre çeri domates kadardı. Bir internet sitesine göre orta boy bir kayısı kadar, başka bir internet sitesine göre de çilek kadardı. Hangisi kadardı bilmemekle beraber, bebeğimiz yaklaşık dört gramdı ve bunun bana nasıl bir kilo, dört yüz gram olarak döndüğünü asla bilmiyordum. Bir kilo, dört yüz gram aldığım yetmiyormuş gibi karnımda ara ara keskin bir ağrı oluyordu ve iç çamaşırlarımın vücudumu sıktığını hissediyordum. Odanın içinde sütyen giymeye zaten tahammülüm kalmamıştı da açıkçası BlackJack'e de sütyensiz bir şekilde gitmenin abes olup olmayacağını düşünüyordum.

"Sevgilim?" dedi Bora, balkondan içeri girdiğinde. Şaşkın bakışları bir bana, bir de yatağın üzerindeki kıyafetlere çevrilmişti. "Sorun ne? Niye bağırıyorsun?"

"Sorun, bu kıyafetlerin hepsinin iğrenç olması!" dedim. Bora'nın kaşları çatıldı. "Bak, benim çok ama çok güzel karın kaslarım vardı! Ben onları yapacağım diye ne kadar spor yaptım, bir fikrin var mı?!" Birkaç adım atarak bana yaklaştı. "Ayrıca en ergen dönemimde bile, sivilce sorunum olmadı benim! Bir insanın şakağında sivilce çıkması ne demek ya?!"

"Geçer..." dedi önce. Biraz sonra ise muhtemelen tarafımdan öldürülecek olduğunu fark edince, derin bir nefes verdi. "Kilo almadın henüz."

"Tartıdan daha mı iyi biliyorsun Bora?!" diye çemkirdim. "Ya da bu..." Yatağın üzerindeki siyah, mini elbiseyi gözüne gözüne soktum. "Güzelim dapdar elbisemden daha mı iyi biliyorsun?! Karnım dümdüz durmuyor bunu giyince! Çok çirkin durdu üstümde!" Yatağın üzerindeki daha on gün önce, Bora ve Beyza ile yemeğe çıkacağız zannettiğimde giydiğim ve Bora'nın nefes kesici göründüğümü söylediği kırmızı elbiseyi gösterdim. "Hele bu! Berbat oldu ya! Boğulacaktım içinde neredeyse! Şişkinliğim var ve göğüslerim de çok acıyor!"

"Başka kıyafetler getirtelim?" dedi. Kendince, belki bana yardımcı olmak istiyordu ama çözümü bu muydu yani? Elinde tuttuğu telefonuna bir mesaj düştüğünde, bakışları telefonuna kaymış ve konuşmaya devam ederken de dikkatini telefonundan çekmemişti. "İster misin?"

"Kabul ediyorsun yani bu elbiselerin içinde çirkin olduğumu?" dedim. Dudakları bir parça açılırken yüzüme baktı. "Tamam, peki! İsterim!"

"Nazlı," dedi gülümseyerek. Telefonunu cebine koydu, ellerini omuzlarıma yerleştirdi. "Saçmalama istersen sevgilim. Kabul etmiyorum öyle bir şeyi. Sadece neyin içinde daha rahat hissedeceksen, onu giy isterim."

"Sabahlığın içinde çok rahatım! Kumarhaneye böyle gelmeme ne dersin?!" diye sordum terslenerek.

Beni kendine doğru çekti. Başım göğsüne yaslanırken bir eli belime, diğer eli başımın arkasına yerleşti. Bu sırada, telefonundan bir mesaj sesi daha duyulmuştu. "Kendine haksızlık ediyorsun..." dedi. Omuz silktim. "Sivilcelerini de kapatırsın, dert değil ya..."

"Sivilceler mi?!" diye sordum, Bora'yı göğsünden dan diye ittirerek. Bir kez daha şaşkına dönmüş bir şekilde bana baktı. "Ler? Ler öyle mi?! Başka neremde var?!"

"Ağzımdan öyle çıktı..." dedi, ne diyeceğini bilememiş gibi.

"Harika ya! Harika! Sivilcemden de rahatsız oldun madem! Harika!" dedim, yatağın üzerindeki bütün kıyafetleri bavula tıkıştırırken. "Tek bir sivilceyi, sivilceler olarak da gördün ya! Tamam kapatırım! Okay! Daha onuncu haftam onuncu! Kalan otuz haftada artık neler duyarım Allah bilir! Bakarsın sezaryen yaparım, dikiş iziyle falan gezerim, ona da laf edersin değil mi sen?!"

"Sen, rahatsız oluyorsun diye dedim..." dedi, her bir kelimeyi vurgulayarak. Yatağın üzerini komple boşalttım ve yatağın üzerindeki ince yorganı kaldırıp, yatağın içine girdim. "N'apıyorsun? Öğle yemeği yiyecektik?" dedi.

"Uzanacağım ben biraz," dedim. Sağıma döndüm ve duvarı izlemeye başladım. "Aç değilim."

Çok sıkıntılı bir nefes verdikten sonra, "Sevgilim niye böyle yapıyorsun?" diye sordu. Yatağın kenarına oturarak, bana bakmaya başlamıştı. Yan yattığım için şakağımdaki sivilceyi görüyordu muhtemelen. Benden tiksinecek, benden nefret edecek, beni artık beğenmeyecekti! "Nazlı..." dedi, ben cevap vermeyince.

Telefonuna bir mesaj daha gelince kendimi tutamadım. "Neden ötüp ötüp duruyor ya bu?!" diye sordum sertçe.

"Nazlı..." dedi. Sesinde biraz uyarıcı biraz da beni alttan almaya gayret gösterir, ikisi birbirine karışmış, tuhaf bir tonlama vardı. "Bu akşam, önemli bir akşam biliyorsun... Bin tane şey, benim onayımdan geçmek zorunda."

"İyi, git onayla! Şu an, seninle konuşmak istemiyorum," dedim.

Bir eli alnına ulaştı ve alnını sıvazladı. Belki bir şey der, belki yemek yememiz için ısrar eder, belki de yemeği odamızda yemeyi teklif eder diye bekledim ama Bora, telefonu çalınca yanımdan kalktı. "Efendim?" Balkona ilerledi. "Yok inmeyeceğiz yemeğe." Altı saniye boyunca karşı tarafı dinledi. "Olur olur. Geçelim planın üstünden. Ben gelirim."

Benim yanımda durmak bile istemediğini anlayınca, sol gözümden bir damla yaş aktı. Ben kendime ne yapmıştım?! Ne yemiştim de bir kilo, dört yüz gram almıştım?! Güzelim vücudum mahvolacağını haber veriyordu ama ben, hiçbir şey yapamıyordum. Felaket yakındı, çok yakındı, Bora da güzel vücudum gibi ellerimden kayıp gidecekti.

"Tamamdır," dedi Bora, telefondaki kişiye. Adım sesleri yeniden odaya geldiğinde, "Çıkıyorum ben," dedi. On saniye boyunca cevap vermemi bekledi. "Yemek gönderteyim mi buraya?"

Ama bu kez değil on, beş saniye bile beklemedi. Sessizliğime yalnızca dört saniye sabredilmişti ve benden herhangi bir şey duyamayınca, hızlı adımlarla odadan çıktı.

Yorganı tekmeleyerek üstümden attım ve yataktan çıktım. Giyinme odası için ayrılan alandaki aynaya ilerledim ve sabahlığı üzerimden çıkarıp vücuduma baktım. Karnım çıkmıştı işte. Elbiselerin hiçbir suçu yoktu, suç bendeydi. Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştım ama yapamadım. Gözlerimden bir damla yaş daha aktı. Ben ki yirmi yedi yıl, sekiz ay, dört günlük ömrümde neler yaşamış, nelerle baş etmiş, nelere göğüs germiştim. Ben ki Mehmet Şahindağ'ın bile bir hücreye tıkılabilmesini sağlamıştım ama bir sivilceyle mücadele edemiyordum. Şakağımdaki sivilceyi saçlarımla örttüm. Altı ay önceki kadar kısa olmayan ama çok da uzun olmayan saçlarıma dokundum, cansızlaşıp kurumamışlardı değil mi? Ben neden hamile olunca daha da güzelleşen bir kadın değildim? Begüm yalancıydı, ben çok çirkinleşmiştim. Gardırobu açtım ve rahat bir şort üzerine, Bora'nın kısa kollu gri tişörtünü giydim. En azından Bora'nın bana bol ve uzun gelen tişörtü, bedenimin çirkinliğini kamufle ederdi.

Yeniden yatak odasına geçtim, komodinin üzerindeki telefonumu aldım ve ben de odadan çıktım. Begüm, Demir, Asya ve Sevim Hanım henüz yoldalardı ama zaten onlar buraya gelmeyecek, doğrudan BlackJack'in olduğu otele yerleşeceklerdi. Çünkü Begüm, Asya'ya ve Demir'e yakın olmak istiyordu. Kim bilir Begüm bu gece, ne kadar da güzel olacaktı. Beyza ile Leo da o oteldeydiler ve onlar, Aydın ile beraber sabahtan gelmişlerdi. Bora, ablasıyla Aydın'ın evlendiğini duyduğu günden bugüne dek geçen dokuz günde, böyle bir şey hiç yaşanmamış gibi davranmış ama bir yandan da bu geceki davetin hazırlıkları için uğraşmıştı. Bu gece, Aydın'a kumarhaneleri devrettiğini açıklayacak ve bu evliliği tüm dünyaya ilan edecekti.

Tüm dünyaya, çünkü bu geceki davet inanılmaz kalabalık geçecekti ve benim kalabalıklar içindeki çirkinliğimi herkes görmek zorunda kalacaktı.

Bora, dokuz gündür Beyza ve Aydın ile görüşmemiş olsa ve ben dahil herhangi biriyle bu evlilik hakkında konuşmamış olsa da, ben tüm detaylara vakıftım. Çünkü daha bu evliliği öğrendiğimiz günün akşamında, Bora'nın kumarhaneye gitmesini fırsat bilerek, soluğu Tarabya'da almıştım. Beyza ile Aydın, Bora giderken gözü arkada kalmasın ve kumarhanelerin devriyle alakalı ilk düşüncesini yerine getirebilsin, planı bozulmasın diye bu işe girişmişlerdi. Beyza, Bora'nın vedasını ciddiye almış ve en azından kardeşi için bir fedakârlık yapmak istemişti. Bu fedakârlığın, oğlunun babası ve sevdiği adamla evlenmek olması ironik dursa da durum buydu. En azından Beyza için, bu anlaşmalı bir evlilikti ve sınırları daha imzayı atmadan çizmişti. Bu konuda ne zaman konuşsak kaşlarını kaldırıyor ve büyük bir ciddiyet takınıyordu; ben de o hâllerinden nefret ediyordum.

Ben en çok, Leo'nun mutluluğuna seviniyordum. En büyük hayalini gerçekleştirmiş, babasına kavuşmuştu ve şimdi de annesiyle babası evlenmişti. Küçücük kalbi, annesinin başka bir adamla evlenecek olmasından ölesiye korktuğu için, yaşadığı hissi belki tarif bile edemezdi ama acı kahve gözleri her şeyi ele vermişti. Üstelik Beyza, elinden geldiğince sansürlese de oğluyla açık açık konuşmuş ve bugüne kadar başlarına ne geldiyse, kendi üslubunca onunla da paylaşmıştı. Aydın ise ne kadar açıkça dile getirmese de bence benim gibi, zamanla Beyza ile aralarındaki buzların kırılma ihtimali olduğunu düşünüyordu. Bu konuda onunla ayrıntılı bir şekilde konuşabilmek isterdim ama kendisini doğru düzgün görememiştim, ki kocamı bile dokuz gündür doğru düzgün görebildiğim söylenemezdi.

Bora, benim çoktan uyuyakaldığım geç saatlere kadar kumarhanede olmak zorunda kalıyor, gündüzleri ise holdinge gidip çeşitli evrak işleri hallediyor, akşamüzerileri evde olduğu birkaç saatte de İstihbarat'ın hedefindeki Dolu lakaplı adam hakkında çalışmalar yapıyordu. Dolu dedikleri adam, anladığım kadarıyla, kadınları fuhuşa zorlayan pisliğin tekiydi, nasıl olduğunu bilmediğim bir şekilde çeşitli örgütlerle bağlantısı vardı, en büyük zaafı kumardı ve Kara'nın bu adamın yakalanması için, hakkında ciddi bir kanıt bulması gerekiyordu. Ya da onun gibi bir şey. Dolu da bu akşam, Kara'nın davetinde olacaktı ve bu davetiyeyi ona ulaştıran kişi Falcon ile Alp'ti. Bora'nın telefon konuşmalarından, ya da Lion'sız OCTO ve Gökhan ile bizim evimizde bire bir yaptığı görüşmelerden anladığım kadarıyla, bu akşamki davette adama ciddi bir yem atılacaktı. Davetin baş karakterlerinden biri olan Aydın Demir'in bizim eve ayak basmaması da dikkatimi çekiyordu ama bu, benim bile sesli dile getirebildiğim bir şey değildi.

Gökhan'ın bizde olduğu zamanlarda açıkçası canım çay seansı yapmak istemişti ve fakat o, bu evlilikten, Bora'nın ettiğinden bile daha çok nefret ediyordu ve Beyza ile Aydın'a olan öfkesi dokuz gün önceki gibi tazeydi.

Canım birazcık olsun dedikodu çektiğinde konuşabildiğim tek kişi Begüm'dü, ama o ne zaman bu konu açılsa, hâlâ şaşkın olduğunu söyleyip durarak canımı sıkıyordu. Begüm bu evliliği sindirebilene kadar, ablası ikinci çocuğunu bile doğurabilirdi. OCTO'dan ise bahsetmek bile istemiyordum, onların resmen bu evlilik hakkında konuşabilecek vakitleri yoktu. Varsa yoksa davetle ve Dolu ile alakadar oluyorlardı.

Dolu ilgimi çekmediği için ve yapacakları operasyonun detaylarını merak etmediğim için olsa gerek, ben geçen dokuz günde, formüllerimi, çeşitli denemelerimi veya Matematik'e dair her şeyi adadayken bağlantılarıma ulaştırabileceğim güvenli sisteme kafa yormaya başlamış ve bağlantılarımı güçlendirmek için birtakım yazışmalar gerçekleştirmiştim. Bundan artakalan zamanlarda da Begüm'ün saçma sapan paralar ödeyerek aldığı eğitimleri incelemiş, hamilelik sürecimle alakalı bilgiler edinmeye devam etmiş, Bora'nın bebeğimiz için başladığı deftere bir şeyler karalamıştım.

Yani her an efor harcamıştım ve bir kilo, dört yüz gramı nasıl aldığımı asla ama asla anlayamamıştım!

Gökhan'ın odasının önünde bekleyen koruma bana başıyla selam verirken, ben kapıyı tıklattım. Gökhan kapıyı açar açmaz, "Ben çok mu çirkinim?" diye sordum.

Gökhan bir an için şaşırdı ama sonra güldü. "Saçmalama kızım fıstık gibisin!"

"İçeri gelebilir miyim?" diye sordum, üzgün olduğumu belli etmekten kaçınmadan. "Biraz canım sıkkın. Bora odada, beni öylece tek başıma bırakıp gitti. Giderken de akşamki planı bahane etti. Kaçtı resmen benden. Çirkinsin ve sivilcelerin var senin, dedi. Ben de senden yardım istemeye geldim. Çünkü bu akşam mesela, ne giyeceğimi bile bilmiyorum! Karnım çıkmış Gökhan! Çünkü kilo almışım! Tam bir kilo, dört yüz gram!"

Gökhan'ın kaşları havalandı. "Tam bir kilo, dört yüz gram mı?!" dedi inanamaz gibi. Konu Beyza ile Aydın olmadığı müddetçe, en azından onunla konuşulup, dertleşilebiliyordu. Kapının önünden çekilirken, "İnanmıyorum Naz!" dedi. İçeri girerken başımı salladım. "Acaba hamile misin?!"

"Lütfen dalga geçme..." dedim, düşük bir tonlamayla. "Yardıma ihtiyacım var."

Gökhan kapattığı kapıya yaslanırken, odanın salonundaki yemek kokusunu duymuştum. "Elbise mi seçeceğiz gerçekten?" Yüzü hoşnutsuzlukla buruştu. "Tabii sen de haklısın. Senin hiç kız arkadaşın falan yok değil mi?! Hakikaten ne çok erkek arkadaşın var ya senin! Küçük görümcenden yardım istemeye ne dersin?"

"Of!" dedim kızgın bir tavırla. "Tabii ki seninle elbise seçmeyeceğim, zevkine güvendiğimi falan mı sanıyorsun sen?!"

"Bana çirkin olup olmadığını sorarken, zevkime güvendin ya?!" dedi, bozulmuş gibi.

"Gökhan!" dedim ciddiyetle. Yemek kokusu, ki zannediyorum tavuk kokuyordu, yutkunmama sebep olmuştu. "Bırak şimdi boş konuşmayı. Kaç kilo alacağımı hesaplamamız lazım seninle. Benim matematik bilgimle, senin tıp bilgini birleştirmemiz lazım. Sonra çeşitli doktorlara da danışacağım bu konuyu. Tavuk mu kokuyor?"

"Hı hı," dedi gülerken.

Tavuk yemeye karar verdiğimde salona doğru ilerledim. "İşte önden bir fizibilite çıkaralım. Doktorlarla konuşurken, elim boş olmasın. Bana kilo yakışmaz Gökhan. Gerçekten yakış-"

Odanın salonuna geçtiğimde, Bora ile karşılaşmayı beklemediğim için cümlem yarıda kesilmişti.

"Çirkinsin ve sivilcelerin var, mı dedim ben?" diye sordu. Yüz hatlarının keskinliğine bakılırsa, pek de tadının olmadığı bir andaydık. Gerçi bu akşamki davette ablasıyla ve Aydın'la muhatap olmak zorunda kalacağını, üstüne üstlük bir de Dolu denen adama bir plan dahilinde oyun oynayacağını düşünürsek, tadının olmaması normaldi. "Bu akşamki planı bahane ettiğimi mi düşünüyorsun ya da?"

Gözlerim kısa bir an Gökhan'ın gözlerini bulduğunda, Bora'nın burada olduğunu söyleyerek beni uyarmadığı için kendisine ne kadar kızdığımı açıkça belli etmiştim.

"Bak eğer bu şekilde abartarak rahatlıyor, stres atıyorsan kabul... Ama bu dediklerine kendin de inanıyorsan, gerçekten seninle işimiz var Nazlı!" dedi Bora.

"Hormonlar!" dedi Gökhan. Ortamı ısıtmak için gereksiz bir neşeye bürünmüştü. "Sivilcelerin de abartmaların da tek sebebi bu!"

"Ler değil!" Gökhan sert çıkışım karşısında zorlukla yutkunurken, Bora'nın karşısına oturdum ve gözlerinin içine baktım. "Yeni elbise almamızı istediğine göre, bendekilerin hiçbirini yakıştıramadın bana bugün! Yalan mı?!"

"Nazlı, görmedim bile elbiseleri üzerinde bugün!" dedi Bora. Tabağının kenarındaki çatalını aldım. "Sabahtan beri balkonda olduğumu biliyorsun. Dünya kadar iş hallederken, senin içeride neyle uğraştığının farkında bile değildim."

"Tavuğundan yiyebilir miyim?" diye sordum. Tabağını hafifçe önüme itti. "Keşke elbiseleri üstümde görmediğini söyleseydin," dedim. Çatalına, hâlihazırda dilimlediği tavuk parçasını batırdım ve ağzıma attım. "Ben çok yükseldim, öfkelendim. Düşünemedim." Çatalını salatasına batırdım. "Beni boşu boşuna çirkin olduğum fikrine inandırdın." Ben salatayı çiğnerken, Bora gözlerime ciddi bir şekilde bakmaya başlamıştı. "Tamam ya!" dedim, sıkıldığımı açıkça belli ederken. "Bebeğimiz inandırdı, sen değil! Ama ne yapayım Bora, bebeğimize mi kızayım?"

"Hamilesin ve kilo alman gayet normal değil mi Nazlı? Bunun çirkinlikle ne alakası var?" diye sordu.

"Normal!" dedim, bakışlarımı salatasına dikerek. "Ben anne olacağım için kilo alırken, sen baba olacağın için kilo almıyorsun ama... Bu da çok normal, evet! Ben çirkinleşip bir dünya kadar kocaman olurken, sen gayet seksi ve kaslı olmaya devam ediyorsun! Çok normal! Sonra doğacak, büyüyecek, çok yakışıklı ve fiziğine dikkat eden bir babası olduğunu düşünecek... Ben peki?! Ben de fiziğime dikkat ediyordum ama hamile kaldım, benim suçum ne?!" Bakışlarımı salatadan çektim ve Gökhan'a döndüm. "Bana da tavuk söyler misin? Bora'nın tabağını bitirmeyeyim. Kasları için proteine ihtiyacı vardır!" Gökhan gülmemek için kendini çok zor tutuyordu. Başını salladı ve cebinden çıkarttığı telefonuna bir şeyler yazdı. Bora'ya baktım. "Çok güzelmiş tavuk."

"Afiyet olsun Nazlı," dedi Bora. Arkasına yaslandı ama bakışlarını yüzümden çekmedi. "Gerçekten karnın yok, bunu bi' netleyebilir miyiz? Bilmeyen biri, hamile olduğunu anlamaz henüz. Alt tarafı bir kilo, dört yüz gram! Ve sen kilo konusuna takan biri değilsin-"

"Kim demiş?" diye lafını kestim, bir parça ekmek koparırken. "Ben hep, alsam da bir şekilde kilo verebilen biriydim. Ama şimdi böyle bir şansım olmayacak. Minik, ayva göbeğim varken bile şimdikinden iyiydim! Hem otuz yaşına geldim neredeyse, artık metabolizmam yavaşlamıştır."

"Ben sana aldığın kiloları verdiririm," dedi. Bakışlarımız kesişti. "İlle de zayıf olmak zorunda olduğun için değil. İstersen yüz kilo ol Nazlı, zerre umurumda değil. Eğer sen zayıflamak ve yeniden karın kası yapmak istersen, ben sana yardımcı olurum." Bora ile spor yapma fikrinin derhal aklımdan çıkması lazımdı çünkü bir kilo, dört yüz gram almıştım, sivilcem vardı ve artık çirkindim. "Zaten en fazla ne kadar kilo alabilirsin ki Allah aşkına?!"

"Yemek yerken kilom hakkında konuşmak istemiyorum," dedim. Bir dilim tavuğu daha iştahla yerken, "Kendimi bipolar gibi hissediyorum..." diye de eklemiştim.

"Hamilesin sadece," dedi Gökhan. Sıkıntılı bir nefes verirken, çaresizce bu söylediğini kabul etmek zorunda kalmıştım. "Ve maalesef, normal şartlarda yaşanan bir hamilelik de değil bu. Eminim ki takılı kaldığın, içini kemiren, onlarca soru vardır kafanda."

"Var tabii, olmaz mı?!" dedim. Yüreğime yayılan ağırlık, aldığım kilodan bile fazlaydı. "Sen, Mehmet Şahindağ'ın adamlarının, bize saldırmalarının kaç gün süreceğini haykırdığından beri, bir yandan bunu düşünüyorum mesela. Tam dokuz gündür, bir şey olmadı çok şükür! Kaçıncı günde olacak?! Ama bu geceden sonra ne olur, onu kestiremiyorum. Bu evliliği dünyaya ilan etmek konusunda ciddi misiniz?" Bakışlarım Bora'nın kapkara gözleriyle buluştu. "Büyük büyük davetlerin sonu pek hayırlı bitmeyebiliyor."

Bora sol elimi avucuna aldı. "Sence ben, seni riske atacak bir şey yapar mıyım?" Kapı tıklatıldığında, Gökhan kapıya ilerledi. "Yanıma gel..." dedi Bora. Sandalyemi hafifçe geriye iterek ayağa kalktım ve yanına geçtim. "Hiçbir şey olmayacak..." dedi, oturduğum sandalyeyi hepten kendine doğru çekerken. Bir kilo, dört yüz gram almama rağmen sandalyemi çekebilmişti, acaba zorlanmış mıydı? Kaç kilo daha alırsam zorlanmazdı? Ben ne yapacaktım?! "Bana güven," dedi.

Kilolarımla alakalı soruları kafamın içinde savuşturup, Mehmet Şahindağ ile alakalı olan konuya odaklanmaya çalıştım. "Sadece kendimi düşünmüyorum sevgilim," dedim.

Saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırdığında, şakağımdaki sivilce yine açıkta kalmıştı. "Bebeğimizi de riske atmam," dedi.

Gökhan servis arabasıyla yanımıza geldi. "Açıkçası risk grubunun başında Aydın var bence," dedim. Tabağımı aldım ve hiç vakit kaybetmeden, tavuğumu yemeye başladım. "Sonra da Leo, Aydın'ın oğlu olduğu için. Bir de bunun haricinde, Gökhan'ın Leo'nun geleceği ile ilgili söylediği şeyler de kafamı karıştırdı." İç çektim. "Senin Kara'dan kurtulmanı istediğim tüm sebepleri saydı Gökhan. Hani bebeğimizi doğurmakla alakalı tereddütlerim vardı ya. Hepsi bunlardı işte, biliyorsun. Gökhan'ın o tepkisinin üstüne, oturup seninle bunları konuşamadık sevgilim ama... Leo'nun, sizin yaşadığınız hayatı yaşamasına nasıl engel olacağız?"

"Leo'nun annesi ve babası var Nazlı," dedi Bora. Servis arabasındaki çatala uzandı ve o da yemeğini yemeye devam etti. "Onlar eminim ki ellerinden geleni yapacaklardır."

"Naz, sen benim dediklerimi çok ciddiye alma," dedi Gökhan, karşımıza otururken. "Leo'nun geleceğini de hayatını da ben sigortaladım say."

"Hani sen eline silah almayacaktın 21 Mayıs'tan sonra?" diye sordum, merakla. "Silahsız olduğun bir evrende, nasıl olacak bu dediğin?"

Gökhan'ın kaçamak bakışları Bora'yı bulunca, ben de Bora'ya baktım. Kızarmış hellim peynirinden bir parça keserken, bakışlarımızın kendisinde olduğunun farkındaydı ama bunu umursamadı. Yok saymak istediği şeyleri yok sayabilmek konusunda, tanıdığım herkesten ve benden daha başarılıydı. Gökhan'la diyalog kuruyor olmak, muhtemelen onun için hiçbir şey ifade etmiyordu. Gökhan, sohbet edebildiğimiz anlardan birinde, Bora'nın, kendisine, 21 Mayıs'a kadar etrafta varlık göstermesinden rahatsız olmayacağını ama vereceğimiz partinin, kendisini göreceği son gün olmasını istediğini söylediğinden bahsetmişti. Beyza'dan ise, karşısına çıktığında yüzüne bakmamasını ve kendisi yokmuş gibi davranmasını istemişti. Bora, ağzından çıkanlar doğrultusunda yoluna devam ederken, insanlar da ona eşlik ediyorlardı. Son dokuz gündür, tam olarak bunu yaşıyorduk ve kalan yirmi dokuz günde de çok büyük bir ihtimalle, bunu yaşamaya devam edecektik. Aydın ile ilgili ne düşündüğünü ise bilemiyordum, OCTO hakkında ne düşündüğüne dair de hiçbir fikrim olmadığı gibi.

Kafamdaki sorulardan yalnızca yedisini dile getirebilmiştim. Dahası vardı. Onlarca değil, belki de yüzlercesi. Ama Bora, hiç konuşmadan yemeğini yemeye devam edince, diğerleri gün yüzüne çıkamadan, oldukları yerde öylece kaldılar.

♠️

Otel odasının aynasındaki görüntüme son kez baktım. Degaje yaka detaylı, ince askılı; sırtı, birbirini iki sıra halinde çapraz kesen ince ipler dışında tümden açık olan, derin yırtmaçlı ve yere kadar uzanan, ipek, siyah elbiseme bayılmıştım. Çünkü önü dökümlüydü ve bir kilo, dört yüz gramımı çok güzel saklıyordu. Zaten ince ve yüksek topuklu, bilekten tek bant bağlamalı; bantın üzerinde, pırlantalarla işlenmiş küçük bir marka logolu tokası olan siyah ayakkabılarım, bence beni olduğumdan daha ince göstermeyi başarmıştı.

Bakışlarım, ara ara aynadan Bora'nın kapkara gözleriyle kesişiyordu. Siyah bir takım içine, beyaz bir gömlek giymişti. Kollarını göğsünün altında bağlamış, bir ayak bileğini diğerinin önüne atmış ve kapının pervazına yaslanmış, dudaklarının kenarındaki eşi benzeri bulunmaz bir tebessümle beni izliyordu ve ben de ona bakmaktan kendimi alamıyordum.

Ense hizamda gevşek bir topuz yaparken, sivilcemi gizlemek için, şakaklarımın kenarında birkaç tutamı serbest bıraktım. Her ne kadar onu fondötenle kapatmış olsam da orada olduğunu bilmek moralimi bozuyordu. Uzun pırlanta küpelerimi taktıktan sonra boynumdaki, Bora'nın dövmesinin neredeyse birebir aynısı olan kolyemi çıkarttım ve kutusuna koydum. Küpelerimle takım olan bilekliğimi de sağ koluma taktığımda hazırdım.

Bora bana doğru yaklaştı ve tam arkama geçti. Parmaklarının tersi omzumdan koluma doğru yavaşça ilerlerken, boynuma ıslak bir öpücük kondurdu. "İçine sindi mi?" diye sordu, boğuk bir sesle.

"Evet..." dedim. Dudakları boynumdan çekildiğinde, yüzümü ona dönmüştüm. Okyanus derinliğindeki bakışları gözlerime asılı kalırken, "Yine bir mucize gerçekleştirdin," dedim.

"Abartma," dedi. Gülümsemesi büyüdü. "Sana abartmayı yasaklamam lazım." Küçük bir kahkaha attım. "Senin için..." dedi, işaret parmağı şakağımın üstündeki sivilcemden yanağıma doğru bir yol çizerken. "Yapamayacağım şey yok ve..." İşaret parmağı alt dudağıma değdi. "Bunların içinde bir elbise bulmak, en kolayıdır herhalde!" Parmağı alt dudağımdan çeneme, oradan da boynuma doğru ilerledi. "Bunca keşmekeşin içinde, kendine çok tatlı dertler ediniyorsun ve en büyükleri de bunlar olsun. Her derdini çözerim ben senin." İşaret parmağı, köprücük kemiğimin ortasındaki boşlukta durdu. "Yeter ki konuş benimle, kafanda kurmadan ve içinde büyütmeden..."

"Özür dilerim," dedim. Elleri belime yerleşirken, beni kendine doğru çekti. Gözlerimiz arasındaki temasın kopmaması için, başımı hafifçe kaldırdım. "Dokuz gündür o kadar çok çalışıyorsun ki... Doğru düzgün konuşamadık, görüşemedik. Zaten ben de sürekli uyukluyorum. Biliyorum, bu gece senin için zor geçecek. Sıkıntıların, halletmen gereken meseleler var ve hepsini benim için, bizim için yapıyorsun..." Ellerimi omuzlarına yerleştirdim. "Ben bazen seni çok üzüyorum, değil mi? Sıkıyorum? Bunaltıyorum? Çekilmez biri oluyorum bazen, değil mi? Bunu isteyerek yap-"

Lafımı keserek, "Bak yine kafanda kuruyorsun..." dedi. Kaşları da havalanmıştı.

Başımı ona hak verir gibi salladım ama aslında hak verdiğim falan yoktu. İnsanın beyni çalıştığı müddetçe, insanın düşünmesi de normaldi ve ben de sadece düşünüyordum işte. Düşünmek, ne zamandan beri kafada kurmak demekti ki? O nasıl kurmuyordu, nasıl kendi kendine çıkarımlar yapmıyordu? Ben kendimi nasıl engelleyecektim ve de? Düşünmeyi mi bırakacaktım? Mümkün değildi ki. Beyin dediğin, sen istemesen de senin yerine düşünürdü sonuçta. Bora'nın bu yaptığı bir nevi düşünce suçuydu. Kafamın içine karışamazdı, kocam olduğu için kendinde bu hakkı bulamazdı, böyle davranırsa iyi bir koca olamazdı.

"Ne geçiyor şu an aklından?" diye sordu, bir kez daha düşünce suçu işleyerek. Açıklamak zorunda değildim aslında, yasal olarak susma hakkım vardı.

"Senin ne kadar mükemmel bir koca olduğun!" dedim, yersiz ve kocaman bir gülümsemeyle.

"Hıı," dedi. Dudakları dudaklarıma yaklaştı. "Yedim ben de."

"Afiyet olsun kocacığım!" dedim alaylı bir kahkaha atarken.

Dudakları dudaklarıma kapanırken telefonu çaldı. Kim arıyordu bilmiyordum ama arayan kişinin, çıkmamız gerektiğini bize hatırlatacağı kesindi. Yine de sekiz saniye boyunca telefonu duymazdan gelmiş ve beni öpmeye devam etmişti.

♠️

Kırmızı rengin hakim olduğu, herkesin şıklık yarışına girdiği, ultra zenginlerin belki bir gecede çok büyük paralar kaybettiği ve kesinlikle elini kolunu sallayanın giremeyeceği bu kumarhaneye, Kara'nın karısı olduğum için girebilmiştim.

Üstelik Kara ile el ele.

Gerçi Kara'nın karısı olmasam da ben BlackJack'e bugün ve daima, özel konuk olduğumu belirten kredi kartına benzer kartla, dövmemdeki sayılardan oluşan şifreyi kullanarak girebilirdim. Bu kart bana, Aydın Demir'in evlilik hediyesiydi ve bugün de biz ona evlilik hediyesi vermek için buradaydık.

Ablasının ölüm yıldönümü olduğu için İstanbul'dan uzaklaşarak Kıbrıs'a kaçan ve kaçtığı yerde benimle karşılaşan Bora ile dört yıl bir ay, yirmi dört gün sonra, yeniden buraya, bu kez el ele, ablası Aydın Demir'le evlendiği için gelmiştik.

Kader diye bir şey vardı ve kaderin ağlarını ördüğü hayat çok enteresandı.

İçeriye girdiğimiz andan itibaren, tüm bakışlar üzerimize çevrilmişti. Bora, insanları başıyla selamlayarak kesintisiz yürüyordu, ben de ona uyum sağlıyordum. Votka vişne kadehini yudumlayarak çaresizce masaya oturacağı anı bekleyen, Hakan'ın endişelenmemesi için onu rahatlatmaya çalışan ve başına geleceklerden habersiz olan Naz'ın hatırasına doğru ilerlediğimizde, ilk durağımızın bar olacağını anlamıştım. Bakış açıma Hakan girdiğinde ise bir an için heyecanlandığımı hissettim.

"Hoş geldiniz abi..." dedi Hakan. Bora, Hakan'a göz kırparken, yanındaki bir adamın kendisine selam vermesi üzerine elimi bırakmak zorunda kalmış ve adama dönmüştü. Bu sırada Hakan'ın bakışları gözlerimi buldu. "Merhaba," dedi. Açıkçası benimle muhatap olması beklediğim bir şey olmadığı için afallamıştım. "Nasılsın Naz?"

"İyiyim," dedim, içtenlikle. "Sen nasılsın?"

"İyiyim," dedi. Bora, adamın yanından uzaklaşmasıyla beraber yeniden Hakan'a döndü ve elini de derin sırt dekoltemin bittiği yere, belime yerleştirdi. "Abi, ne hazırlayayım?" diye sordu Hakan.

"Viski," dedi Bora. Hakan başını salladı. "Dikkati bende olsun çocuklardan birinin, ara ara tazelersiniz." Bora'nın bakışları kısa bir anlığına bana çevrildi. "Hakan'ın kokteyllerini özlemişsindir?"

Gülümsedim ve Hakan'a döndüm. "Özledim." Hakan da gülümsedi ve başını salladı. "Ama bu kez gerçekten alkolsüz! Hamileyim ben."

Hakan'ın bunu bildiğini şaşırmamasından anladım ve de zaten tüm Türkiye'ye bunu basın önünde ben duyurmuştum. "Merak etme," dedi. Bakışları Bora'yla benim aramda gidip geldi. "Hayırlı olsun."

"Eyvallah," dedi Bora.

"Hoş geldiniz!" dedi, yanımıza gelen Bat. Bora ile ona döndüğümüzde, Hakan içeceklerimizi hazırlamaya başlamıştı. "Kara... Hedef geldi, mekanda. Bilgin olsun."

Bora derin bir nefes verdi. "Onu biraz gecenin sonuna saklayacağız. Gündemimiz yoğun malum." Bakışları etrafta dolaştı. "Her şey yolunda mı?"

"Evet," dedi Bat. Parmağıyla bir yeri işaret ederken, "Begüm, şu tarafta..." diye ekledi.

Bora'nın kaşları çatıldı. "Sormadım," dedi.

"Yok öyle bakınınca sen, Begüm'ü arıyorsun sandım."

Bora, Bat'i sorgulayıcı bakışlarla süzerken, "Sam," dedi. "Sana, kendimle ilgili bir şey söyleyeyim. Bir mekanın içindeyken, benim için önemli olan herkesin nerede olduğunu biliyorumdur. Aramam."

"Hazır abi," dedi Hakan. Bora bara döndü. Önce benim kokteylimi bana uzattı, ardından kendi viskisini aldı ve derhal yudumladı.

Bat'in soru dolu bakışları beni esir almıştı ve belli ki kırdığı potu nasıl toplayacağını düşünüyordu. Bora, boşta kalan elini yeniden belime yerleştirmişti ve birlikte, davetlilerin yoğunlukta olduğu kalabalık alana doğru ilerledik. Fonda slow bir müzik çalıyordu. Kimileri birbirleriyle sohbet ediyor, kimileri de oyun oynuyordu. Begüm, oyun masalarının net bir şekilde görülebildiği, biraz yükseğe kurulu kokteyl standlarından birinde, Beyza ve Sergio'nun yanında duruyordu. Begüm'ün üzerinde koyu lila tonlarında, parıltılı, tek omuzlu, beli pencereli, mini bir elbise vardı ve omuzlarına dökülen saçlarıyla inanılmaz cazibeli görünüyordu. İnsanlar mücevherlerini konuşsun istemiş olsa gerek, tek koluna, bileğinden omzuna kadar beş tane, lastik üzerine dikilmiş pırlantalardan oluşan, bilekliklerden takmıştı.

Beyza'nın üzerinde ise üst bedeni asimetrik kesilmiş, tek kolu yırtmaçlı, diğer kolu açıkta bırakılmış, vücudu tamamen saran, uzun antrasit bir elbise vardı. Boynuna da kelepçeyi andıran, beş sıra inci kolye takmıştı. Bileğinde ise, Bora'nın hediyesi olan ve bir zamanlar hiç çıkartmadığı, daha sonra Bora'ya mesaj göndermek gibi bir şuursuzluk yaparak evimde bıraktığı, Bora'nın yılbaşında bana hediye ettiği, üzüldüğüm için Aydın'a hediye ettiğim, Aydın'ın ise Mehmet Şahindağ'a bir tehdit içeriğine dönüştürdüğü, arkasında BK yazan, o bileklik vardı.

"Abiciğim!" dedi Begüm, neşeli bir tavırla. Parmak uçlarında yükseldi ve Bora'nın tek yanağından öptü. "Bu kadar kalabalık bir davet beklemiyordum!" Ben de bu sırada Beyza'nın yanına yaklaşmış ve ona sımsıkı sarılmıştım. "Zamanlaması öyle şahane ki! Son iki kilomu da bu hafta verdim ve bu harikalar harikası bebeğin içine sığdım! Seni çok seviyorum!"

Begüm'e sarılmak üzere bir adım atacakken kurduğu cümleyle adeta kalakalmıştım. Bora boğazını temizledi. "Sevindim," diye geçiştirdi Begüm'ü. Ben neden Gökhan'la falan vakit kaybediyordum ki? Begüm doğum yapalı sadece iki ay, on yedi gün olmasına rağmen bütün fazla kilolarından kurtulmayı başarabilmişti ve de zaten kontrollü kilo aldığından da bahsetmişti.

"Başlayabiliriz," dedi Bora, Sergio'ya. Sergio gülümsedi, kadehini Bora'nın kadehine çarptı ve son yudumunu aldı. Ardından da yanımızdan ayrıldı.

"Begüm, sen nasıl kontrollü kilo aldın?" diye sordum. Begüm bana sımsıkı sarılırken, Bora ise bana teessüf dolu bakışlar göndermişti. "Bu akşam davetten sonra, uzun uzun konuşabilir miyiz seninle?"

"Olur," dedi Begüm. Üzerimdeki elbiseye burun kıvırarak baktı. "Gerçekten çok ama çok kötü bir gelinsin! Senin görümcen tasarımcı ve sen, el âlemin saçma sapan markalarından alışveriş yapıyorsun!" Bana takdim eder gibi ablasını gösterdi. "Geceye benim markamla hazırlandı! Bak ne kadar güzel oldu! Senden de bu ince davranışı beklerdim Naz, çok kırıldım..."

"Nazlı, gayet güzel olmuş ama değil mi Begüm?!" diye araya girdi Beyza. Şu anda oturup hüngür hüngür ağlayabilme potansiyelim olduğunu mu anlamıştı? "Sen tasarlamadın diye, elbise kötü olmak zorunda değil." Begüm'ü bakışlarıyla uyardığını anlamadığımı falan mı sanıyordu? "Kaldı ki müthiş güzel bir elbise, rakip marka diye kıskanma! Ve Nazlı çuval giyse bile ona yakışır, değil mi?!"

Kokteylimi kafama diktim, belki psikolojik olarak sarhoş olur ve bütün bunları, ne kadar çirkin olduğumu, her şeyi unuturdum.

"Hani erkekti?!" dedim, Begüm'e tavırlı bir yerden. "Hani daha da güzelleşmiştim?!"

Begüm şaşkınlıkla, "Elbiseye dedim ya, sana değil!" dedi.

"Deme Begüm?" dedi Bora, bıkkınlıkla. "Ölür müsün demesen, sana ne?"

"Ay deli misiniz nesiniz ya?!" dedi Begüm ve hızla yanımızdan ayrılarak, davetlilerin arasına karıştı.

Beyza, hafifçe kolumu okşadığında, mutsuzluktan ölen gözlerim, gözlerine değdi. "Çok güzelsin," dedi.

Bora viskisini kafasına dikerken, Gökhan yanımıza gelmişti. Bana göz kırparken, Beyza'nın yüzüne dahi bakmadı ve Bora'nın soluna geçti. "Son iki dakika diyelim mi?" diye sordu.

"Aydın Demir Bey neredeler?" diye sordu Bora, alayla. Bakışlarının hedefinde sadece Gökhan vardı. "Teşrif etmediler mi yoksa daha?"

Bir garson, Bora'ya bir kadeh daha viski getirmişti. "Büyük Masa içerideki salonlardan birinde oynuyor. Onların yanındaymış. Çınar söyledi." Bora sessiz kalırken, bakışları etrafı taradı. "Bu arada hiç konuşmadık," diye devam etti Gökhan. "Aydın'a sembolik de olsa bir şey vermen gerekmez mi?"

Bora kaşlarını çattı. "Ablamı verdim ya! Daha ne vereceğim?!"

"Sembolik sembolik," dedi Gökhan. Bora ise umursamaz bir şekilde omuz silkti. Acaba ablasını, Aydın'dan kıskanıyor muydu? "Kara'nın forsunu devam ettireceği bir şey vermen lazım insanların önünde."

"Babamın kumar chipini versene," dedim. Bundan hoşlanmadığı belli bir ifadeyle yüzüme baktı. "Ama Kara'nın simgesi o sevgilim? Bence en uygunu o."

"Niye her şeyi Aydın'a veriyoruz?" diye sordu Bora, memnuniyetsizlikle. "Bilekliği de önünü arkasını düşünmeden vermiştin hatırlarsan, sonra neler yaptı gidip. Bir şey de bizde kalsın. Kumarhane veriyoruz işte, simge gibi simge!" Gökhan'a baktı. "Kumarhaneler, yeterince sembolik mi senin için?"

Aydın görüş alanıma girdi. Şık, koyu gri bir takım elbisenin içine siyah gömlek giymişti. Her zamanki hâlinden daha iyi göründüğünü düşünmeden edemedim. Bakışları kalabalıkları yarıp Bora'ya değdiğinde, göz göze gelmişlerdi. Beyza'ya baktım. Bedeni burada gibi dursa da ruhunun burada olmayı reddettiği belliydi. Aydın yanımıza ilerledi. Bora, Gökhan'a bakışlarıyla bir direktif verirken, Gökhan da aynı direktifi sessizce bir adamına iletti. Aydın standa geldi, bana başıyla selam verdi ve Beyza'nın yanına geçti.

Casinonun içindeki müzik sesi fondan çekilirken insanlar konuşmayı bıraktılar. "Hoş geldiniz!" dedi Bora. Davetlilerin bakışları bize çevrildi. "Beni kırmadığınız ve bugün, burada bize eşlik ettiğiniz için teşekkür ederim!"

"Her zaman, çağırdığın yerde oluruz!" dedi bir kadın sesi. Bakışlarım sese çevrildiğinde onun İrem olduğunu fark ettim. Yanında da Büyük Masa'nın üyelerinden eşi Luca, Rania ve Sandra vardı.

Bora gülümsedi. "BlackJack..." dedi, bakışları kalabalıkta dolaşırken. "Benim için önemli bir yerdi ve bildiğiniz gibi, yaklaşık dört yıl kadar önce, burayı Aydın Demir'e hediye etmiştim." İnsanların bakışları Aydın'ı buldu. "Aydın, Ahmet Karabey'in has adamıydı." Bora, Türkçe konuşuyor olsa da herkes Türk değildi, ama davetliler arasında, birilerinin kulağına, Bora'nın cümlelerini çeviren birileri vardı. "Ve takdir edersiniz ki, ben bu işlere girdiğimde, yolumu açan da oydu. Her ne kadar biz, o zamanlar bu bilgiyi alenen sizlerle paylaşmasak da!"

İnsanların yüzlerinde tatmin dolu bir ifade vardı, Kara'yı ne kadar seviyorlarsa, Aydın Demir'i de öyle seviyorlardı.

"Ben ve ailem, bugüne kadar, çok zorlu sınavlardan geçtik. Bazılarını verdik, bazılarından ise kaldık. İçinizde gerçekten sevdiğim, güvendiğim, dostluğuna inandığım, hep yanımda olan insanlar var. Gerektiğinde, benim için ailesini karşısına alan insanlar..." Bora'nın bakışları İrem'in de içinde olduğu grupla kesiştiğinde, hepsi gülümsemişlerdi. Yanlarında şimdi Şeyh Saffan, Silvain ile Feng de vardı ve Büyük Masa'nın kadrosu tamamlanmıştı. "Doğru da yapsam, yanlış da yapsam bana sırtını dönmeyen insanlar... Bugün, burada olmamda katkınız çok büyük."

İnsanların bakışları Büyük Masa'nın üyelerinde toplanırken, muhtemelen bazıları onların dünyadaki kumarı yönettiğini ve patronlarının da Kara olduğunu biliyor, bazıları ise şimdi fısıldaşmalar aracılığıyla öğreniyorlardı.

"Hayatımın son on yılını özetleyecek olsam, arayış derdim, herhalde," dedi Bora. Kalabalığın içinde Nagihan Akbulut'u gördüm. Sergio'nun yanı başındaydı. Sergio, elleri ceplerinde dikkatle Bora'yı dinlerken, Nagihan Hanım'ın bakışlarında hüzün vardı. "Annem ve babam öldü, onları aradım. Karaya vurdum, denizi aradım. Dostlarımdan uzaklaştım, onları aradım. Birden çok büyüdüm, eski günlerimi aradım. Ailemin çok önemli üyelerini kaybettim, onları aradım. Bugün, buraya, eksilerek geldim ben. Ama eksilmek, öyle ya da böyle, gücüme güç kattı, doğru. Doğruları aradım. Adaleti. Mertliği. Dürüstlüğü... Yalnızca kendi içimde değil, bazen de sokaklara düşerek, en değer verdiğim...şeyi aradım."

En değer verdiği şey, bendim ama bunu alenen söyleyemiyordu çünkü verdiği bir önceki davette, ablasının yaşadığını zaten bildiğini, benim de ablasının yanında olduğumu söylemişti.

"İşler büyüdü..." dedi Bora. İç çekti. "Artık yalnızca kendi ülkemde değil, sık sık yurt dışında da bulunmam gerekiyor. O yüzden kumarhanelerle ilgilenmek, beni zorlamaya başladı. Bir süredir de aklımdaydı aslında bu, ama ancak bugüne kısmetmiş." İnsanlar şaşkınlıkla birbirlerine Bora'nın ne demek istediğini sorar gibi bakmışlardı. "Müsaadenizi isteyeceğim..." dedi Bora, gülümserken. "Artık burada ve buraya benzer bütün mekanlarda, sadece bir oyuncu olarak bulunmak istiyorum."

Kimisi şoke olmuş, kimisi ise üzüntü dolu bakışlarla Bora'ya bakmaya başlamıştı.

"Aydın Demir, Ahmet Karabey'in kızıyla nihayet evlenerek mutluluğa yelken açmış olsa da... Ben vuslata doymasına pek de izin vermeyerek, kendisine biraz daha meşguliyet kazandırmayı uygun buldum!" dedi Bora, şakacı bir tavır takınarak. "Bütün kumarhaneler, Aydın Demir'indir artık! Büyük Masa'nın yeni lideri o!"

Bora, Aydın'a baktı ve Aydın, eyvallah der gibi başını sallayınca, yeniden kalabalığa döndü. Bu haberi biraz olsun sindirmeleri için, insanlara zaman tanıyor olmalıydı.

"Bana gösterdiğiniz saygının aynısını, Aydın Demir'e göstermenizi istiyorum sizlerden! Biliyorum, saygı kazanılan bir şeydir. Ama zaten, Aydın'ın saygıdeğer biri olduğunu düşünmesem, bu kararı almazdım. Gözüm, kulağım ondadır bundan böyle. Ben neysem, Aydın Demir de o!" dedi Bora, ciddiyetle. Kalabalıktaki fısıltıları bastırmak için biraz yüksek sesle konuşması gerekmişti. "Kafanızda soru işaretleri oluşmadan da söyleyeyim... Kara, her zaman, her yerde olabilir. Tıpkı belki beraber oynamak nasip olur diye, insanların buraya sık sık gelmesi gibi! Bu değişmeyecek... Herkes bunu böyle bilsin ve kimse yanlış bir izlenime kapılmasın!"

İnsanlar ne düşüneceklerini bilmiyor olmalılardı ama Bora'yı, veya Kara'yı hayranlıkla dinliyorlardı. OCTO da. Hele Bat en öndeydi ve Bora konuştukça, bak ne dedi der gibi Falcon'u dürtüyordu.

Bora gülümsedi ve kadehini havaya kaldırdı. "Var mısınız jübileye? Bu gece hâlâ, her yer benim! Kartlar benim! Masalar ve chipler benim! Parti başlasın!" Bora'nın adamları kalabalığın içinde taşıdıkları çantaları teker teker insanlara verirlerken, insanlar bir kez daha şaşkınlıktan küçük dillerini yutmak üzereydiler. "Bu gecenin anısına, başlangıçlar benden! Bu gece kasa değil, Kara değil, siz kazanın!"

Kalabalıktan kocaman bir alkış koptu. İnsanlar, Bora'yı büyük bir sevinçle alkışlarken, Bora da bakışlarını kalabalıklar içinde dolaştırarak gülümsüyordu. 1 Mart 2017'de, her şeyden ve Kara'dan habersizce bu kumarhaneyi dolandırmaya çalışmamın ne kadar komik olduğunu düşününce, ben de gülümsemiştim. Bora'nın, Kara'nın dünyasına sırtını dönmesini istesem de, ona böylesi hayran olmaları gururlanmamı sağlıyordu, bu tuhaf mıydı? 8 Numara'lı BlackJack masasına oturmak ve Kara ile oynamak istiyordum.

"Bana da bir çanta düşer mi sevgili Kara?" diye sordum.

Bora, kalabalıktaki bir noktaya bakıyordu ve belki de beni insanların coşkulu seslerinden ve kahkahalarından duyamamıştı bile. Nereye baktığını anlamak için bakışlarını takip ettiğimde, bir kadın gördüm.

Güzel, zayıf ve seksi bir kadın.

Bora, kadına bakıyordu. Bora, kadına mı bakıyordu? Kadın, Bora'ya bakmıyordu ama Bora kadına bakıyordu. Bora niye o kadına bakıyordu? Ve niye hâlâ bakıyordu? Ben baktığını fark edeli on beş saniye olmuştu ama belli ki fazlası da vardı.

Bora, niye bir kadına bakıyordu?

"Kara!" dedim, yüksek çıkan bir sesle.

Sesim kulaklarına ulaştığında, varlığımı ancak hatırlamış gibi bana döndü ve gülümsedi. Kendisine Kara dememden nefret ettiğini biliyordum, neden gülümsüyordu?!

"Sevgilim," dedi, beni kendine çekip sarılırken. Onun bir eli sırtıma, bir eli de belime yerleşmişti ama benim ellerim havada kalmıştı. Bora, bir kadına bakmıştı. İnsan içindeydik. Hafifçe sırtına dokunurken, o kadına baktım. Kadın ise elindeki çantanın içindeki chiplere bakıyordu. Küfretmemeliydim. Kafamda da kurmamalıydım. Belki de Bora, kadına boş boş bakmıştı, sadece gözleri dalmıştı. Kendimi kandırmamalıydım. O bakışların boş olmadıkları belliydi ama bakışlarına mana yüklemek de nefesimi kesiyordu. Ben ne bok yiyecektim?!

Sakin olmalıydım.

Sakin falan olamazdım çünkü kocamın ilk defa bir kadına bu denli bir dikkatle baktığına şahit oluyordum ve hayatın içinde, böylesi bir duruma hazır değildim.

Her şey çirkin ve sivilceli olduğum içindi!

"Benim biraz insanlarla oynamam lazım," diye fısıldadı kulağıma. "Ve benimle konuşmak isteyen bir sürü kişi var, insan içine karışmam gerek. Sonra da Dolu operasyonu var, biliyorsun..." Ayrıldığımızda gözlerimiz birleşti. "Eşlik edecek misin bana?" diye sordu.

"Şimdi değil..." dedim.

"Tamam," dedikten sonra, bakışları yeniden kalabalığa çevrildi ve yine o kadını buldu. Kalbimin en derinlerinde büyük, keskin, içimi delik deşik eden bir acı hissettim. Kaç saniye olduğunu sayamadığım bir süre sonra bakışlarını o kadından çekti ve "Gökhan..." diye seslendi. Biraz ileride duran Gökhan, hızla yanımıza geldi. "Hangi masaya geçeceğim, ayarladınız mı?" diye sordu Bora.

"Aynen, gel..." dedi Gökhan.

Bora bana döndü, göz kırptı ve Gökhan'la beraber kalabalığa karıştı. Olduğum yerde kıpırtısız bir şekilde durarak, Bora'nın bir masaya geçmesini izledim. Çok geçmeden etrafını içlerinde tanıdık ve tanımadık simaların olduğu bir grup insan sardı. Saniyeler bir asır kadar uzun gelirken, o kadın da Bora'nın masasına oturmuştu.

Continue Reading

You'll Also Like

ZEMHERİ By yudumsucan

General Fiction

96.2K 4.7K 13
Zemheri babası tarafından zorla evlendirilen bir kızdı. Akay ona yıllarca aşık bir adamdı. Zemheri Akay'ı sevecek mi?
SARKAÇ By Maral Atmaca

General Fiction

1.4M 88.8K 7
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...
998K 55.3K 24
"Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok." dedi umutsuzca. "Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksine umarsız çıkıyordu sesim. "Adını dilim...
256K 21.3K 38
*Asker Kurgusu* Güneş Milan Aksu, annesinin günlüğünü okuyarak babası hakkında herhangi bir bilgiye ulaşarak onu bulmak ister. Fakat günlüğü okurken...