Maça Kızı 8

By dpamuk

165M 7.1M 24.5M

"Verdiğim acıyı silebilmek için her bir saç telini öpmek istiyorum," dedi. Önce nefes almayı bıraktım. "Ama... More

Tanıtım*
1.Bölüm
2.Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
11.Bölüm
12.Bölüm
13.Bölüm
14.Bölüm
15.Bölüm
16.Bölüm
17.Bölüm
18.Bölüm
19.Bölüm
20.Bölüm
21.Bölüm
22.Bölüm
23.Bölüm
24.Bölüm
25.Bölüm
26.Bölüm
27.Bölüm
28.Bölüm
29.Bölüm
30.Bölüm
31.Bölüm
32.Bölüm
33.Bölüm
34.Bölüm
35.Bölüm
36.Bölüm
37.Bölüm
38.Bölüm
39.Bölüm
40.Bölüm
41.Bölüm
42.Bölüm
43.Bölüm
44.Bölüm
45.Bölüm
46.Bölüm
47.Bölüm
48.Bölüm
49.Bölüm
50.Bölüm
51.Bölüm
52.Bölüm
53.Bölüm
54.Bölüm
55.Bölüm
56.Bölüm
57.Bölüm
58.Bölüm
59.Bölüm
60.Bölüm
61.Bölüm
62.Bölüm
Yılbaşı Özel Bölümü*
63.Bölüm
64.Bölüm
65.Bölüm
66.Bölüm
67.Bölüm
68.Bölüm
69.Bölüm
70.Bölüm
71.Bölüm
72.Bölüm
73.Bölüm
Bayram Özel Bölümü*
74.Bölüm
75.Bölüm
76.Bölüm
77.Bölüm
78.Bölüm
79.Bölüm
80.Bölüm
81.Bölüm
82.Bölüm
83.Bölüm
84.Bölüm
85.Bölüm
86.Bölüm
87.Bölüm
88.Bölüm
89.Bölüm
14 Şubat Özel Bölümü*
8 Mart Özel Bölümü*
Maça Kızı 8 Ailesi'ne*
Geçmiş Hikaye*
90.Bölüm
91.Bölüm
92.Bölüm
93.Bölüm
94.Bölüm
95.Bölüm
Bayram Özel Bölümü - II*
96.Bölüm
97.Bölüm
98.Bölüm
99.Bölüm
100.Bölüm
101.Bölüm
102.Bölüm
103.Bölüm
104.Bölüm
105.Bölüm
106.Bölüm
107.Bölüm
108.Bölüm
109.Bölüm
110.Bölüm
111.Bölüm
112.Bölüm
113.Bölüm
114.Bölüm
115.Bölüm
116.Bölüm
117.Bölüm
118.Bölüm
119.Bölüm
120.Bölüm
121.Bölüm
122.Bölüm
123.Bölüm
124.Bölüm
125.Bölüm
126.Bölüm
127.Bölüm
128.Bölüm
129.Bölüm
8*
18 Ağustos'un Devamı*
Son Perde*
8 Kasım 2017*
Yıldız Tozu*
130.Bölüm
131.Bölüm
132.Bölüm
133.Bölüm
134.Bölüm
135. Bölüm
136.Bölüm
137.Bölüm
138.Bölüm
139.Bölüm
140.Bölüm
141.Bölüm
142.Bölüm
143.Bölüm
144.Bölüm
145.Bölüm
146.Bölüm
147.Bölüm
148.Bölüm
149.Bölüm
150.Bölüm
151.Bölüm
152.Bölüm
153.Bölüm
154.Bölüm
155.Bölüm
156.Bölüm
157.Bölüm
158.Bölüm
3 Yıl, 1 Ay Sonrası*
159.Bölüm
160.Bölüm
161.Bölüm
162.Bölüm
163.Bölüm
164.Bölüm
165.Bölüm
166.Bölüm
167.Bölüm
168.Bölüm
169.Bölüm
170.Bölüm
171.Bölüm
Güneşçiçeği*🌻
Güneşçiçeği*🌻🌻
172.Bölüm
173.Bölüm
174.Bölüm
175.Bölüm
176.Bölüm
177.Bölüm
178.Bölüm
179.Bölüm
180.Bölüm
181.Bölüm
182.Bölüm
183.Bölüm

25 Eylül 2018*

237K 15.8K 18.3K
By dpamuk

25 Eylül 2018...

Yapmam gereken onlarca iş, olmam gereken onlarca yer var ama ben buradayım. Ablamın mezarında. Aslında olmam gereken yerde. Olmam gereken yer konum olarak doğru ama yanlış olan, toprağın üstünde durmam. Altında olmalıydım. Hepsinin yerine ben orada yatmalıydım. Karabey Aile Mezarlığı... Kendimi dönüp dolaşıp bulduğum yer.

Bu mezarlığa ilk kez dedemle gelmiştim. Bir bayram sabahı. "Sana bir sır vereyim," demişti. Yüzünde ne zaman buraya gelsem hatırladığım ve o güne gittiğim eşsiz bir gülümseme vardı. "Ben ne zaman kaybolsam, buraya gelirim. Köklerimize."

"Nasıl? Sen nasıl kayboluyorsun ki dede?!" diye sormuştum şaşkınlıkla.

"Kayboluyorum ya!" demişti, başımı severken. "Her insan kaybolur evlat." Ne kastettiğini ancak büyüyünce anladığım kaybolmak kavramı beni o zaman meraka düşürmüştü. Uzun süre, dedemin avucunun içi gibi bildiği köyde nasıl kaybolduğunu merak etmiştim. "Eğer bir gün, büyüdüğünde, sen de kaybolursan buraya gel. Köklerimize. Çünkü herkesle geçen kara gün bayram olur."

"Köklerimiz niye burada?" diye sormuştum, kayınpederinin mezarının mermerini yıkayan dedeme.

Dedem ise bana cevap vermeyip, mezardaki taşa bakmıştı. "Selamünaleyküm baba..." dediğinde yaşadığım şoku bugün bile hatırlıyorum. "Bak sana büyük oğlanın oğlunu getirdim bu bayram. Bora. Bana benzediğini söylüyorlar ama senin kıza sor sen bir de. Bana ne zaman kızsa, 'Benim babamın küçüklüğünün aynısı!' deyip duruyor." Dedem, mezardaki taşla konuştuğu yetmezmiş gibi bir de taş sanki ona cevap veriyormuş gibi gülümsüyordu da. "Gülsüm de dün gelmiş görmüş sizi. Kızdı bana Arefe Günü gelmedim diye ama... İlçede işlerim vardı. He ya. Habire kızıp duruyor senin kız bana. Vallahi billahi bir şey yaptığım yok."

Dedem duasını ettikten sonra, kendi annesiyle babasının mezarına doğru ilerlemiştik. "Hey gidi Sultan Karabey!" demişti annesinin mezarındaki taşa bakarak. "Geldi mi gene en sevdiğin bayram? Kestirdim senin için de kurban, sen hiç tasalanmayasın. Bak torunum geldi."

"Dede kiminle konuşuyorsun sen?!" demiştim en sonunda dayanamayıp.

"Anacığımla..." demişti iç çekerek.

"İyi de ölmüş nasıl konuşuyorsunuz?! O seni duyamaz bile!" demiştim.

"Duymaz olur mu hiç duyar. Çok sevdiğin, seni çok seven herkes, ölmüş bile olsa, seni duyar evlat. Ve hep de duymak ister. Bir bayram sabahı mesela, hayatında olup biten güzel şeyleri duymak ister."

Dedemin o cümlelerinin en kara günümü bayram ettiği zamanlardan geçmiştim.

"Gönül koyma sakın Ahmet Karabey! Senin kurbanın da tamamdır!" demişti sonra, babasının mezarındaki taşa bakarak.

"Senin babanın adı da mı Ahmet'ti diye sormuştum?" şaşkınlığım daha da artarken.

"Evet," demişti. "Seninle ortak yanımız bu..."

Bu beni öyle mutlu etmişti ki, "Sen de sever miydin babanı?" diye sormuştum.

"Çok..." dedi. Babasının mezarındaki toprağı sevdi. "Seni şimdi o kadar iyi anlıyorum ki baba... Bu sıfatı almak ne zor işmiş. Üçü evlendi barklandı, toruna torbaya karıştım, geldim gidiyorum hâlâ bu sıfatın hakkını verebiliyor muyum bilmiyorum."

"Veriyorsun veriyorsun," demişti babam. Dedem de ben de onu yeni fark etmiştik. "Hakkını ödeyemem." Sevindiğimi hatırlıyorum, babam geldi diye. Çünkü gelip gelemeyeceği belli değildi ve biz, annem, ablam, Filiz Hala'm ve Gökhan'la beraber geceden Trabzon'a gelmiştik. Önce dedemin elini öperek onunla bayramlaşmış, sonra da beni kucağına almıştı. "Oğlum!" diye öpmüştü beni. "İyi bayramlar!"

"Bakıyorum da sen kendi oğluna elini öptürmüyorsun..." demişti dedem, babama. "E isabet! Senin el öpenlerin zaten çok!"

Dedemin ne demek istediğini o gün değil, iki ay sonra babam beni ilk kez kumarhaneye götürdüğünde değil, büyüdüğümde ancak anlamıştım.

"Abla..." dedim zorlukla. Dedem içine attığı onca acıyı köklerine belli etmemeyi nasıl başarıyordu hâlâ bilmiyordum. "Bugün, tam üç yüz altmış beş gün oldu." Gözlerimi yumdum. "Anlatmıştım ya sana geçen gelişimde... 25 Eylül'de bana hediye ettiğin kaptan şapkasını kaybettim diye... Bugün tam bir yıl oldu! En değer verdiğim şeyi kaybedeli, bir koca yıl oldu abla!"

Tam bir yıldır, her gün bir öncekinin birebir aynısı olan güne açıyorum gözlerimi; en kara günüme.

"Eğer sen yanımda olsaydın... Beraber arardık."

Nazlı'yı bulur muyduk bulamaz mıydık bilmiyorum ama en azından ablam hayatta olsaydı, şimdiki kadar yalnız hissetmezdim. Her yanıma bulaşan kiri pisliği görmediği için seviniyorum ama bir yandan da özlüyorum. Gözlerimden kalbimi okuyabilecek, beni yargılamadan dinleyebilecek, anlayabilecek, her şey daha da kötüye gidecekse bile her şeyin geçeceğini söyleyerek bana sımsıkı sarılacak birinin eksikliğini hissediyorum. Nazlı'yı bulacağımı duymak istiyorum. Ablama ihtiyacım var. Çok ihtiyacım var.

Gözlerimden akan yaşı silerken, "Bulacağım ama..." dedim. Boğazımı temizledim. "Umudumu kaybetmeyeceğim abla. Bakarsın seneye, onunla gelirim buraya." Derin bir nefes aldım. "Kaptan şapkamla."

Nazlı'yla, abla. Nazlı'yla.

"Bu kez bayağı açtım arayı biliyorum... Ama yani o şapkayı kaybetmenin uğursuzluğundan mıdır nedir bilmem... Şu son bir yıl öyle yoğun ve karmaşık geçti ki abla... Rotamız habire değişti durdu! Dünyanın her yerine gidesimiz var bu ara! Ayak basmadığımız kara parçası kalmayacak bu gidişle!"

Telefonum çalınca montumun cebinden çıkarttım ve arayana baktım. Hissediyor mu yoksa burada olduğumu öğrenip bilerek mi arıyor hiçbir fikrim yok. Aydın Demir sonuçta bu, ikisi de olabilir.

"Ben gideyim artık..." dedim. Derin bir nefes daha almaya çalıştım. "Denize açılacağım yine. Yakında bekleme, gelemeyebilirim." Mermerin soğuğunu hissederken, toprağın altının da soğuk olup olmadığını merak etmiştim. Ayağa kalktım. "Ha bu arada abla... Nazlı'nın selamı var!"

Etrafımı çevreleyen ve bir gün beni de içine alacağını bildiğim Karabey Aile Mezarlığı'nda bakışlarımı gezdirdim.

Ali Karabey. Reşat Karabey. Ahmet Karabey. Betül Karabey. Beyza Karabey. Asuman Karabey. Fadime Karabey Sümerli. Esma Karabey. Bülent Karabey.

"Hepinize Nazlı'nın selamı var!"

Yürümeye başladım. Buradan çıkmak istiyorum aslında ama Esma'nın mezarının önünden öylece geçip gidemedim. "Asya iyi..." Hayatıma devamlı konuşabileceğim yeni mezar taşları ekleniyor. "Yani çok özlüyor sizi ama... İyi. Aklın kalmasın. Hepimiz yanındayız onun ama Begüm, çok iyi bir teyze oldu ona."

25 Ağustos 2017 tarihine bakıyor olmak beni mahvediyor.

"Geçen gün soybağını, anne tarafı-baba tarafı falan olaylarını detaylarıyla öğrenmiş herhalde. Bizim anne tarafından akraba olmamıza rağmen, nasıl aynı soyadını taşıdığımızı sordu. Sizin uzaktan akraba olduğunuzu söylediğimde çok şaşırdı. Gözlerinde gördüm. Bunu gidip size sormak, detaylarını sizden öğrenmek istedi bence ama... Olur öyle. Oluyor yani Esma. Maalesef. Benim bile bu yaşımda, hâlâ anneme babama sormak istediğim onca soru var. Ben cevapsız kaldım ama... Asya cevapsız kalmasın diye ne gerekiyorsa yapacağız. Söz."

Aydın'ın bir kez daha beni aramasıyla beraber, yeniden ve hızlı adımlarla yürümeye başladım. "Efendim?"

"Kara, konuşmamız lazım. Acil," dedi.

Hayatımızda olup biten her şey acil zaten. "Neredesin?" diye sordum.

"Mezarlığın girişindeyim."

"Geliyorum," dedim ve telefonu kapatıp montumun cebine koydum. Önünden geçtiğim mezarlara bakarken, buradaki insanların annelerini, babalarını, evlatlarını, kardeşlerini ya da sevdikleri herhangi birilerini düşündüm. Herkesin yüreğine kor düşmüştür mutlaka, ölümün acısı geride kalan için tarifsiz ama içlerinde, benim gibi vicdanı sızlayan biri var mıdır acaba? Annesi ile babası dışındaki neredeyse tüm sevdiklerinin ölümüne sebep olan?

Aydın, mezarlığa geldiğim arabanın önünde volta atıyordu. Begüm de onunla gelmişti ama o arabaya binmiş, arka koltuğa oturmuştu. Aydın beni fark ettiğinde durdu ve yanıma yaklaştı. "İstihbarat sana ulaşamamış. Önemli olduğunu söylediler. Birini almışlar hedeflerine ve seninle derhal görüşmeleri lazımmış. Mehmet Şahindağ'a yaklaşmamızı sağlayabilirmiş bu yeni kişi..."

Ellerimi ceplerime sokarken, "İstanbul'a mı çağırıyorlar?" diye sordum.

"Aynen," dedi Aydın. İfadesi alenen heyecanlandığını ele veriyordu. "Uçağı hazırlatıyorum. İstersen hemen gidelim." Bakışlarım arabanın arka koltuğunda olan Begüm'e çevrildiğinde, "Begüm de bizimle dönmek istedi," dedi. Başımı salladım. Arabaya doğru ilerleyip direksiyonun başına geçtim. Aydın da yan koltuğa oturduğunda arabayı çalıştırdım.

"Allah kabul etsin mi demeliyim?" diye sordu Begüm. İmalı tavrı buram buram arabaya yayılmıştı. "Özlemiş misin biricik ablanı?!"

"Bugün bunu yapmak istediğine emin misin üç numara?" Dikiz aynasından gözlerinin içine baktım. "Seni dinlemeye pek mecalim yok açıkçası."

"Mecalsiz olsan burada olmazdın abi, boş versene," dedi lakayıt bir tavırla. "Başımıza gelmeyen kalmadı ama sen hâlâ Beyza Hanım'ı düşünüyorsun! Bana gelince mecalin yok ama ona gitmek için kendinde her zaman güç buluyorsun!"

"Begüm!" dedi Aydın, uyarı dolu bir şekilde. "Lütfen!"

"Sen karışma Aydın Abi!" dedi Begüm, yüksek çıkan bir sesle. "Bu abimle benim aramda!"

"Begüm!" dedim sertçe. "Bugün yapma bari!"

"Ne var ya bugün?!" diye bağırdı Begüm. Direksiyonu sağa kırıp uçuruma doğru sürme ve uçurumdan aşağı yuvarlanıp, bu kabusa son verme isteği, dayanılamaz biçimde içimi kemiriyordu. "Nazlı seni polise şikayet edip gitmiş, sonra da kaçıp kayıplara karışmış! Hepimizin hayatının içine sıçmış! Seni, bir telefonla İstanbul'a gitmek zorunda bırakan bir mahkumiyetin içine sokmuş! Özgürlüğünü almış elinden! Ve biz de bunun seneidevriyesinde yas mı tutacağız?!" Uçurumdan aşağı yuvarlanma fikri ne kadar güzel olsa da Nazlı'yı bulmam gerektiği için hayatta kalmam lazım. "Unut artık abi Nazlı'yı falan! Unut! O seni hak etmedi! O, Anıl öldü diye hepimizden nefret etti! Belki de zaten seni hiçbir zaman, Anıl'ı sevdiği kadar çok sev-"

"Kes sesini!" derken aniden frene yüklenmiştim. Begüm'ün attığı küçük çığlıkla beraber arkama döndüm. Ne bekliyordu ki?! Söylediği ve susturmasam daha da devam edeceği cümleleri susup sineye çekmemi mi?! Nazlı'ya benim yaptıklarımı bilmiyor ve o yüzden de baktığı pencereden onu suçluyor kabul ama yine de bu kadar izansız olması canımı sıkıyor. "O cümleyi tamamlarsan kendi abinin sonunu getirirsin, anladın mı beni?!"

Begüm'ün dudakları titremeye başladı. Muhtemelen çok şey söylemek istiyor ama hepsini yutmak zorunda kalıyor. Kelimeler denizinde yüzerken, en uygununu seçmek için zamana ihtiyacı var. On kez düşünüp bir kez konuşması lazım.

"Sana ihanet eden bir kadını bu kadar çok sevmeni anlamıyorum abi..." dedi. Gözleri dolmuştu. "Beyza'yı sevmeni nasıl anlamıyorsam, bunu da anlamıyorum..."

Bazen, bir süredir bazen, ablamdan nefret ettiğimi ve her şeyin sorumlusu olarak onu gördüğümü, yaşadığımız her şeyi ablam Mehmet Şahindağ'ı çok sevdiği için yaşadığımızı benim de düşündüğümü söylemek istedim ama yapmadım. Begüm hiçbir şeyi enine boyuna düşünmeden insanları yargılıyor ve ona, ablama karşı hissettiklerimi söyleyerek bundan zevk almasını sağlayamam.

"Hak ettim," dedim sadece. "Nazlı'nın bana yaptığı şeyi ben hak ettim."

"Hak etmedin!" Başını iki yana sallarken gözlerinden yaşlar boşaldı. Oturduğu koltukta küçücük görünüyordu, sanki on bir yaşında gibi. Onu böyle görmek beni üzüyor. Bir kez daha, "Hak etmedin abi!" dediğinde arabadan indim ve içime kocaman bir nefes çektim. Ama nefesimi kursağıma dizmek istercesine, o da peşimden indi. Zaten Nazlı'nın yokluğunda aldığım her nefes zehir olmuyormuş gibi. "Hak etmedin! Çok seviyorsun!"

"Begüm!" dedim kızarcasına. "Yeter!"

"Yetmez!" dedi hıçkırırken. "Belki bir gün, elindeki kozlar sayesinde bu işlerden sıyrılabilirdin ama şimdi o kozların hepsini kaybettin! Kendini garantiye almak için yaptığın her şeyi kaybettin! Abi! Sana ne kadar kızsam da seni anlıyordum ben! Ne kadar bıksam da bunalsam da seni anlıyordum! Sen, mafyayı bitirmeye çalışıyordun! Ama şimdi gerçekten de mafyanın ta kendisi oldun! Bundan sonraki hayatında ya İstihbarat'a çalışacaksın ya da hapse gireceksin! Başka bir yolu kalmadı! Ömür boyu böyle yaşamak zorundasın! Tamam, legal bir şey yapıyorsun sonuçta ama... Bugüne kadar bulaşmaktan itinayla kaçtığın her ne varsa, sana onu yaptırıyorlar! Artık çıkamayacağın kadar çok diptesin! Bundan sonraki hayatımız daha güvensiz! Daha karanlık! Daha berbat!"

"Kim anlatıyor ya sana bunları?!" diye bağırdım. "Eren mi Gökhan mı?!"

"Önemli mi?!" diye bağırdı. "Kim anlatıyorsa anlatıyor! Abi hayatın bitti hayatın! Sana bir şey olacak diye çok korkuyorum!"

Bana bir şey olma ihtimali her zaman vardı, bu yeni bir durum değil. Yine de Begüm kurduğu her bir cümlede haklı. İçinde bulunduğum durum öyle kötü ki ben de en az onun kadar çıkamayacağım kadar dibe battığımı biliyorum. Nazlı'yı bulmak, kalbini ona geri vermek ve ondan sonra da geberip gitmek istemem bu yüzden zaten. Benim için yaşamak diye bir şey söz konusu değil artık. Birileriyle aynı masaya oturup korkunç işler konuşmak, onlardan biriymişim gibi davranmak ve sonra da onları satarak yakalatmak, her defasında benim de onlardan bir farkım olmadığını hissetmeme sebep oluyor. Sadece ben dışarıda kalıyorum, onlar içeriye giriyor. Dayanamıyorum. Bugüne kadar karşısında durduğum her şeyi yapıyor olmaya dayanamıyorum. Ablama kavuşmak istiyorum, en azından artık yapmak zorunda kaldığım tüm kötülükler son bulsun diye.

Dünya, bir pislikten olsun temizlensin diye.

Begüm'ün kollarını belime sararak hıçkıra hıçkıra ağlaması, bir abi bile olmayı beceremediğimin ispatı.

"Özür dilerim üç numara..." dedim fısıltıyla. Saçlarının arasından öptüm. "Su testisi su yolunda kırılır ama sana çok yazık oldu."

Babam. Babamın mirası. Ve miras her zaman, kardeşler arasında eşit bir şekilde bölüştürülür. Elimden geldiğince bu eşitliği bozmak için uğraştım ama yine de Begüm'ün tüm bu olanlardan nasiplenmesini engelleyemedim. Geleceğimin yok olmasını da özgürlüğümün elimden alınmasını da hak ettim ama umarım geride kalanlarla beraber, Begüm'ü koruyabilirim. Eğer Begüm'e bir şey olursa, bunun ucu bir şekilde Nazlı'nın beni polise ihbar etmesine değecek. Engel olamayacağım bu düşüncenin aklımdan geçmesi bile kanımı donduruyor.

Allah'ın eğer yazdıysa bozmasını isteyeceğim ikinci şey, Begüm'ün başına, tüm bu olanlar yüzünden bir şey gelmesi.

Birincisi de Nazlı'yı bulmadan ölmek.

Kara eskisinden daha güçlü olmasına rağmen, tüm gücüm çekilmiş gibi hissediyorum.

Telefonum çalınca Begüm kollarını benden ayırdı. Gökhan'ın aradığını görünce içim daha da sıkılmıştı. O da Nazlı'yı suçlayan başka biri üstelik Nazlı'ya neler yaptığımı bildiği hâlde. Yani onun şuursuzluğu daha da sinirlerimi bozuyor.

"Ne var?!" dedim bıkkınlıkla.

"Kara... İstanbul'a dönmen lazım biliyorum da..." Sesindeki sıkıntıyı fark etmem uzun sürmedi. "Bir şey var."

"N'oldu?!" diye sordum merakla.

"Soçi'de, bir kumarhanede, birini görmüşler. Naz'a benziyormuş."

"Hemen gidelim!" dedim hızla. Arabanın kapısını açtım ve eğilerek Aydın'a baktım. "Pilotla haberleş Aydın! Soçi'ye uçacağım! Sen Begüm'ü al, İstanbul'a dönün!"

"Bora..." dedi Gökhan, aynı sıkıntılı tonlamasıyla. "Aydın seninle gelsin. Tedbirli ve kalabalık olmamız gerek."

"Sebep?"

"Romeo'yu duydun mu hiç?" diye sordu.

"Juliet'in sevgilisi olanı soruyorsan, evet. Shakespeare severim Gökhan." 

"Yok. Bu Romeo aşk çocuğu değil pek. Ama kadınlarla arası iyiymiş bak... İtalyan mafyasından kendisi. Önde gelenlerinden birinin oğlu. Soçi'de kalıyormuş iki gündür. Bu gece de orada olacakmış. Yanında da sevgilisi."

"Ne anlatıyorsun Gökhan?!" diye sordum bezgin bir tavırla. "Vakit kaybediyoruz!"

"Romeo'nun sevgilisini Naz'a benzetmişler!" dedi. Telefon kulağımda kalakaldım. "Elisa'ymış kadının adı."

"Olmaz öyle şey," derken, bu dediğime kendimin bile inanamadığımı fark ettim. Neden olmayacaktı ki? Nazlı'ya ben kendisine bir hayat kurmasını söylememiş miydim? Karşısına kendisini gerçekten sevecek... "Nazlı değildir o!"

"Bence de değildir," dedi Gökhan. "Ama için rahat etmeyecek gitmezsek biliyorum."

İçimin rahat etmesinin ne demek olduğunu bilmiyorum. Bir yanım Nazlı'yı, Romeo denen bir herifin sevgilisi olarak görmek istemiyor. Ama diğer yanım da ne olursa olsun Nazlı'yı bulmak istiyor, Romeo'nun sevgilisiyse bile. Romeo ne amına koyayım?!

"Herifin fotoğrafı var mı?" diye sordum.

"Attım sana konuşurken," dedi.

Telefonu kulağımdan çektim ve fotoğrafı açtım. Herif kumral. Bir de mavi gözlü.

🎲

Kırk beş dakikadır kumarhanenin önünde, minibüsün içindeydik.

Aydın, Monte Carlo'daki büyük masa ile iletişim kurmuş. Gökhan ise onlardan da aldığı yardımla, o kadının Nazlı olma ihtimaline karşılık güvenlik önlemlerini arttırmış. Alp, kumarhanenin yakınlarında bir yerlerde konumlanmış, içerideki güvenlik sistemine sızmaya çalışıyormuş. Büyük masanın üyelerinden Rania yanımıza gelecekmiş, Silvain ve Guerra da mekana önden gireceklermiş. Guerra, İtalya'daki bağlantılarıyla iletişime geçmiş ve Romeo denen herifle aynı milliyetten olduğu için kendisinin önden konuşmasının daha uygun olduğunu düşünmüş. Silvain de kumarhanenin sahibini tanıyormuş ama henüz ona ulaşamamış çünkü bugün, içeride büyük bir oyun varmış.

Bunların hiçbirini dinlemek istemiyorum ama anlatıyorlar. Riskin ne kadar yüksek olduğu umurumda bile değil. Romeo denen herifin, Nazlı'ya benzettikleri kadınla beraber yarım saat önce mekana gelmiş olması lazımdı ama gelmedi.

Gelsin, peşinden içeri girelim, kadını görelim.

Eğer Nazlı'ysa onu da alıp çıkalım, değilse de verdiğimiz rahatsızlık için özür dileyelim.

Bu kadar basit.

"Hoş geldin," dedi Gökhan, minibüse binen Rania'ya.

"Hoş buldum," dedi Rania yanıma otururken. Bakışları bana çevrildi. "İyi misin?"

"Değilim," dedim doğrudan. "Nerede kaldı bu adam?!"

"Sakin ol Kara..." dedi Rania. Kızıl saçlarını tek omzunda birleştirirken bana döndü. "Romeo, öylesine biri değil. Yanında bir ordu adamla geziyor. Ona değen ters bir bakışı dahi affetmeyen bir tip. Bir gerginlik yaşanırsa başımız ağrır. Ve dışarı çıkmak, içeri girmek kadar kolay olmaz."

"Söylediğin üzere... Ben de Kara'yım!" dedim sertçe. Rania laftan anlamaz biri olduğumu düşünmüş olacak ki yardım dilenir gibi, karşımızda oturan Aydın ile Gökhan'a baktı. "Büyük masanın lideriyim, unuttun mu?! Ne giremeyeceğim ne de girdiğimde çıkamayacağım kumarhane var!"

"Bu kumarhaneyle alakalı değil!" dedi Gökhan, kaşlarını kaldırarak. "Herif tehlikeli! Empati yapsana Kara! Biri senin yanındaki kadına yaklaşabilir mi?!"

"Sikeyim..."

"Sakin ol," dedi Rania. Elimi tuttu. "O kadın karın mı ya da değil mi bilmiyoruz. Eğer oysa, daha da sakin olman gerekecek."

Limuzin kumarhanenin önüne yaklaştığında, "Geldiler!" dedi Aydın.

Limuzinden önce iki koruma, ardından Romeo denen herif indi. Daha sonra da siyah dalgalı saçları beline kadar uzanan bir kadın...

8 numarada oturan, siyah uzun saçlı kız.

Nazlı.

"Aç kapıyı Selim!" dedim sertçe. "İçeri giriyoruz!"

"Bekleyelim Kara!" dedi Gökhan.

Bekleyemezdim.

"Selim!" diye bağırdığım sırada, Selim minibüsün kapısını açmak zorunda kalmıştı ve önümde kimse duramadı.

Hızlı adımlarla kumarhaneye doğru ilerlediğimde, Silvain ve Guerra da adamlarıyla beraber arkamda bitmişlerdi. Şu an içeri giriyor olmamın bir terslik olduğunu düşündüklerine eminim. Zaten Gökhan onlara, beni tutamadıklarına dair açıklama yapmak zorunda kalmıştı.

Kapıda bekleyen adam beni tepeden tırnağa süzerken Rusça bir şeyler söyleyince, Guerra İngilizce konuşarak araya girdi: "Rezervasyonumuz yok. Ama eğer patronuna Kara geldi, dersen... Bizi beklettiğin için mahcup olacaksın."

"Kara sen misin?" diye sordu adam, Guerra'ya.

"Benim!" dedim sertçe.

"Bekletmek zorundayım," dedi adam. Yanlış bir şey yapmaktan ölesiye korktuğu belliydi. "Buraya birileriymiş gibi yaparak girmeye çalışan çok olur."

"Kartvizit gösteremediğim için üzgünüm ama sen bilgileri teyit ederken, seni burada beklemeyeceğim!" dedim, kapıya ilerleyerek.

Adam arkamdan "Dur!" diye bağırdı.

Arkama dönüp bakmasam da birileri tarafından susturulduğunu tahmin ediyorum. Kumarhaneye girdim ve masalara doğru ilerledim. Çok geçmeden Silvain, Guerra ve Gökhan da bana yetişmişlerdi. Masaların arasından geçip Romeo denen herife bakınıyordum ama göremiyordum.

"Hoş geldiniz," dedi bir adam, önümde durarak. "Mike ben. Sizinle tanıştığıma memnun oldum."

Elini tokalaşmak için uzattığında bakışlarım kısıldı. "Kumarhanenin sahibi," diye açıkladı Silvain.

Adamla tokalaşırken, "Romeo denen herif nerede?" diye sordum.

Mike'ın kaşları şaşkınlıkla çatılırken, "Sana durumu sonra açıklayacağım dostum," dedi Silvain, bir kez daha araya girerek. "Aradığımız bir kadının, Romeo'nun yanındaki Elisa olabileceğine dair bir duyum aldık. Bizi yanlarına götürür müsün?"

"Silvain beni bağışla..." dedi adam. Bakışlarına yerleşen çekince hoşuma gitmemişti. "Romeo özel konuğumuz ve büyük bir oyuna başladı şu anda. Özel oyun. Rahatsız edilmek istemez."

"Nerede?!" dedim sertçe.

Adam bana baktı, yutkundu ve çaresizce başını salladı. "Buyurun..." dedi, eliyle bir yeri işaret ederken. Adamı takip ettik. Bir kapıdan başka bir alana, oradan başka bir alana geçtik. En sonunda büyük ve önünde altı adamın beklediği kapının önüne geldiğimizde, adamlar geçit vermek istemez gibi kapının önünü kapatmışlardı.

"Ne oluyor?" diye sordu adamlardan biri. "Buraya yabancı kimse alınmayacaktı?"

"Kara..." dedi Mike, beni kapıdaki adamlara takdim eder gibi. Arada kaldığı bariz ve bunu göstermekten de çekinmiyor. "O da özel konuğumuz."

"Özel bir oyun var içeride, Romeo'ya ait bu oda bu akşam biliyorsunuz," dedi adam. Romeo'nun adamı. Bakışları beni buldu. "Arkadaşlarıyla oynuyor. Kendisine danışmadan sizi içeri alamayız." Kara'nın kim olduğunu bildiği belli ama burada ne işi olduğunu kestiremediği için afallamış durumda. "Biraz bekler misiniz?"

"Rahatsız etme patronunu," dedim. Kapının tam önünde duran adama yaklaşarak, "Çekilir misin? Çok kalmayacağız zaten..." diye ekledim. Adam ne yapacağını bilemez gibi bakarken çoktan kapının kulpuna uzanmış ve kapıyı açmıştım. "Çekil!" dedim sertçe.

İçeriden İtalyanca duyulan sert bir sesle beraber, adam kapının önünden çekilmek zorunda kaldı. Bir başka adam ise koşarak içeri girmiş ve altı kişilik yuvarlak masada arkadaşlarıyla oynayan, Romeo denen herifin kulağına bir şeyler söylemişti. Gökhan kaşla göz arasında yanıma ulaşıp, "Lütfen yanlış bir şey yapma..." diye fısıldadı. Odanın içinde bakışlarımı gezdirdim. Kadın yok. Nazlı'ya benzeyen kadın yok. Nerede?!

Romeo bakışlarını bana çevirdiğinde, "Merhaba," dedi. Ayağa kalktı. "Kara?"

"Evet," dedim İngilizce konuşarak.

"Beklemiyordum sizi," dedi Mike'a kısa bir bakış atıp. "İsminizi duymuştum. Neye borçluyuz bu ziyareti?"

"Nazlı nerede?" diye sordum.

Romeo'nun kaşları çatıldı. "Nazlı?" Şaşırdığı belli. "Pardon? Nazlı kim?"

"Elisa'yı soruyoruz aslında..." dedi Guerra. Romeo'nun kaşları daha da çatıldı. "Sevgilinizi."

"Anlamakta güçlük çekiyorum," dedi Romeo. Bakışlarına yerleşen öfkeyle beraber bana döndü. "Elisa'yı neden sorduğunuzu öğrenebilir miyim?"

"Bak, uzatmayalım..." dedim. Birkaç adım atarak Romeo'ya yaklaştığımda, adamları vereceği emri tetikte beklemeye başlamışlardı. "Nerede?! Aradığım birine benziyor! Onu görmek istiyorum!"

"Siz kimi arıyorsunuz bilemem. Ama Elisa'nın aradığınız kişi olduğunu sanmıyorum!"

Namını duyduğu Kara'ya saygısızlık yapmıyor ama kendini de ezdirmeye niyeti olmadığını açıkça gösteriyor.

Belimden çıkardığım silahın namlusu Romeo'ya çevrildiğinde, tüm silahlar çekilmişti. Kimin kime silah çektiğini ya da bana kaç namlunun dönük olduğunu bilmiyordum çünkü bakışlarım Romeo'nun mavi gözlerinden ayrılmıyordu. Ve mekanda tek silah çekmeyen de o.

"Kara!" dedi sabrının sonundaymış gibi. "Bu tanışma hiç olmamış gibi yapalım! Bir gün, ben sizin mekanlarınızdan birine gelirim, derdiniz neyse açıkça konuşuruz!" Asil ve cesur davranıyor. "Veya ne zaman isterseniz, ben sizi İtalya'da ağırlamaktan onur duyarım! Lütfen silahınızı indirin ve ben de buradan çıkıp gitmenize izin vereyim!"

Muhtemelen ben de onun gibi davranırdım. Bir gün, üstelik yurt dışında, daha evvel namını duyduğum bir adam bulunduğum mekanı bassa ve benden dünya saçması bir talepte bulunsa, aynı onun gibi davranırdım. Adamın normal olmadığını düşünerek, ona son bir şans verirdim.

"Kadın neredeyse... Beni oraya götür..." dedim.

Benim de kendisini öldürmemek için ona verdiğim son şans bu.

Bir kadının attığı çığlıkla beraber, bir bardak kırıldı.

"Nazlı? Nazlı? İyi misin? Nazlı? N'oldu? Dur, basma... Kabus mu gördün?"

"Hayır. Çok güzel bir rüyadan uyandım."

Nazlı değil.

Romeo'nun elimdeki silaha davrandığını fark edince direnmedim. Aydın, sonradan gelmenin avantajıyla, kapının girişindeki Nazlı olmayan kadının başına silah dayarken, Romeo'nun elindeki silahımın namlusunu da şakağımda hissetmiştim. Kadının yeşil gözleri yaşadığı dehşeti haykırıyordu.

Nazlı da böyle korkuyor muydu ben yokken?

"Elisa'yı bırak!" diye haykırdı Romeo.

"Mehmet n'olur!"

"Özür dilerim," dedim.

"Elisa korkma! Hiçbir şey olmayacak! Canını yakma onun! Sakın!"

"Allah aşkına, ne istersen yaparım! Ne istersen! Söyle çekilsinler! Lütfen! Allah aşkına! Lütfen!"

"İndir silahını Demir," dedim.

"Önce o indirecek Kara!" dedi Gökhan.

"Ne istiyorsunuz Elisa'dan?!" diye sordu Romeo. Yaşadığı panik, kadının zaafı olduğunu belli ediyordu. "Nazlı kim bilmiyorum! Bırakın Elisa'yı!"

Nazlı, benim nazlı sevgilim. Karım. Her yerde aradığım ve hiçbir yerde bulamadığım.

"Bırak!" dedim Aydın'a. Bakışları ateş saçıyor çünkü ona göre bu delilik. "Bırak!"

"Aynı anda indirelim silahları?" dedi Aydın, Romeo'ya.

Kadının boğazından kopan korku dolu ikinci çığlık boğazıma düğümlendi.

"Aydın!" diye kükredim. "İndir silahını!"

Aydın silahını indirirken, Romeo da başımdan silahımı çekmiş ve beni öne doğru ittirerek kadının yanına koşmuştu. Birbirlerine öyle bir sarıldılar ki burnumun direği sızladı. Nazlı'yı özledim. Çok özledim.

"Geçti bebeğim. Sorun yok," dedi Romeo. Bakışları beni buldu. "Sorun yok..." diye tekrarladı.

Kapıya yürürken, hayatımda ilk defa birbirine sarılan iki sevgiliyi deli gibi kıskandığımı hissettim. Kalbim deli gibi atarken, bu siktiğimin kumarhanesinden çıkmak istiyordum. Bugüne kadar hiç yaşamadığım bu kıskançlık duygusu benliğimi adeta ele geçirirken, Nazlı'yı bir daha göremeyecek olma fikri aklıma mıh gibi çakılmıştı. Bir umuda ihtiyacım var. Bir umut kırıntısı bile olsa, Nazlı'yı bulabileceğime yeniden inanmaya ihtiyacım var.

Kim bilir, kaç tane maça kızı kartı var burada?!

Nazlı gidince maça kızı da gitti, artık bana gelmiyor.

Minibüse bindim. Arka koltuktaki evrak çantasını açtım ve içinden Nazlı'nın günlüğünü çıkarttım.

"25 Eylül 2011

Bugün, buradaki son günüm. Bu gece İstanbul'a dönüyorum. Yarın okulum açılıyor, okulda ilk günüm. Yurda falan yerleşme işlerini, okulun ilk haftası yapacağım. Hazırlık kampüsüm Allah'ın unuttuğu bir yerde olduğu için, yurtta kalacağım. Kışın çok soğuk, zor olur diyorlar ama bakalım. Ümraniye'den Kilyos'a gelip gitmekten zor değildir herhalde ya. Bitmiyor dertler bitmiyor."

Benim de dertlerim bitmiyor. Ama keşke Nazlı'nın bütün dertlerinin bu kadar masum kalmasını sağlayabilseydim. Birini derdine ortak etmenin en tehlikeli yanı bu, derdin en büyüğünü başına ben sardım. Maalesef.

"Bir iş bulmam lazım. Seneye de eve çıkmam lazım. Ev arkadaşı bulursun dedi Anıl ama ben yaşayamam tanımadığım biriyle."

Ben de böyle düşünürdüm. Eskiden. Sonra bir gün, tanımadığım biriyle yaşamak zorunda kaldım. Ve o tanımadığım biri, tanıdığım herkesten çok farklı bir yere yerleşti kalbimde. Sen. Kalbim sen oldu.

"İçimde tuhaf bir his var. Yani mutsuz gibiyim. Kalbimde bir ağırlık var. Ayça'dan nefret ediyorum. Bazen ölsün istiyorum. O kadar nefret ediyorum. Neden Anıl onu seçti? Neden beni değil?"

Gerizekalıydı çünkü.

"Ben de artık hayatımda biri olsun istiyorum. Beni gerçekten seven biri. Beni kimse sevmiyor. Annemle babamdan sonra beni kimse öyle hayalini kurduğum gibi sevmiyor. İçimde çok büyük bir eksiklik var. Boşluk. Bazen yaşamak istemediğimi düşünüyorum. Yaşamayı ise sadece Anıl'la olduğum zamanlarda seviyorum. Galiba bende çoklu karakter bölünmesi var. Ya da bağımlıyım. Dün gece bir rüya gördüm. Rüyamda evleniyordum ama kiminle bilmiyorum. Mutluydum."

Benimledir belki.

"Uyanınca çok mutsuz oldum çünkü hiçbir zaman o kadar mutlu olamayacağımı biliyorum. İnsan rüyasını kıskanır mı?"

İnsan kendisi yaşayamadığında neleri neleri kıskanıyormuş. Ben bugün Romeo denen herifle sevgilisini kıskandım.

"Ben rüyamdaki Naz'ı kıskandım. Eren'e, benim niye sevgilim yok dedim. Askerde senin sevgilin, bakışların öyle bağırıyor ya dedi. Beni anlamıyor. Tamam benden hoşlanan birileri oldu bugüne kadar ama ne bileyim. İnsan sevmeden biriyle olamaz ki. Ama benim sevdiğim insan da benimle oluyor. Ay olmuyor yazacaktım, Allah mı yazdırdı? Neyse! Kendime çeki düzen vermem lazım. Üniversitede en azından birilerine şans vermem lazım. Geçen gün Lale, hayallerimdeki erkeği sormuştu ya bana, yazmıştım. Bence Anıl'a aşık olduğumun farkında ama olsun. Hala bunun üzerine düşünüyorum. Hayallerimdeki erkek Anıl ama diyelim ille de bu soruya cevap vermem lazım. Zeki bir erkek. Ama çok zeki bir erkek. Şefkatli."

Nazlı. Nazlı. Nazlı.

Nefes alamıyorum, neredesin?!

"Beni çok seven. Ama çok seven. Masmavi gözlü, sarışın."

Romeo'nun gözleri mavi olmasaydı, belki bu kadar umutlanmazdım.

"Eğlenmesini bilen, beraber çok eğlenebildiğimiz, ciddi olmayan. Matematik problemlerinden anlayan. Çöpleri atan. En büyük önceliğini ben yapan. Sorumluluk sahibi. Benden sıkılmayan. Beni takıntılarımla seven."

Geçmişten yazdığın satırlarla mı benden intikam almaya çalışıyorsun, yetmedi mi Nazlı?!

"Sesi güzel olan, bana şarkı söyleyen. Ya da şiir okuyan. Romantik. Kitap da okuyan. Bana olmak zorunda değil kendi okusa da olur. Etrafımda kitap okuyan çok az erkek var. Ama sıkıcı sıkıcı kitaplardan bahsetmiyorum."

Kitaplığında olan bütün romanları okudum Nazlı. Bilim insanlarının bile bir yerden sonra okumaya tenezzül etmeyeceği tüm Matematik kitaplarından tut, ucuz ajan romanlarını bile. Hepsini okudum.

"Beraber aksiyon romanları okuyabildiğimiz mesela. Godfather'ı benimle defalarca seyredebilen. Bıkmayan. Benden hiç bıkmayan. Tavla, batak, poker, yirmibir, ellibir, pis yedili, okey falan oynamasını bilen. Satranç da şart."

Sana sözüm olsun, ölmeden evvel beraber Godfather'ı seyretme sözü. Bu nasıl mümkün olur, seni bulduğumda yanına yaklaşır mıyım bilmiyorum. Ama bu sözümü tutmak için elimden ne geliyorsa yapacağım. Gerekirse sen izlerken, ben seni uzaktan izleyeceğim, yine yapacağım.

"Casinoya falan gidersek, bütün parasını kumarda kaybetmeyeceğine emin olduğum. Kumarbaz biri de olmasın ama onunla uğraşamam zaten zor kazanıyoruz paramızı."

Ah! Nazlı sevgilim benim, ah!

"Bodrum'a saygılı biri. Benimle sürekli Bodrum'a gelecek olan. Kardeşleri olmayan çünkü benim yok. Annesi babası da olmayabilir. Çöpsüz üzüm olabilir."

Özür dilerim, ancak Begüm için bunu yaptığımı söylersem bana inanabilirdin.

"Güzel filmden anlayan, gidip Kader Ajanları'nı hemen çok beğenmeyen."

Her şey üstüme üstüme geliyor ama en azından Nazlı'ya doyuyorum.

"Hümanist. Hayvanları seven. Doğayı seven. Arkadaş ortamlarında sevilen. İnce ve nazik. Benim gibi. Öyle biri bir tek Anıl. Başka öyle biri yok."

Anıl da bu anlattığı özelliklere uymuyor ki.

"Gerçi bütün bu özellikler Anıl'a uymayabiliyor ama olsun sonuçta aşk hayallerinden feragat etmektir."

Anladım.

"Ben bunu fake hesabımdan tweetleyeyim iyi söz, Anıl görsün, düşünsün. Çok yalnız hissediyorum. Kafka çok haklı. Bazen kendimi herkesin annesi babası benmişim gibi hissediyorum. Çok fazla sorumluluğum var. Çok fazla insanla ilgilenmek zorundayım. Yoruldum ya. Gerçi halama göre sadece bir ergenim. Bilmiyorum. Yazmaktan sıkıldım."

Çantanın içindeki kaleme uzandım. Sayfanın altına Nazlı'ya söyleyemediğim o cümleyi yazdım. Biliyorum, hiçbir zaman okuyamayacak ama olsun.

"25.9.18

Ben seni çok sevdim, Nazlı."

En azından, artık daha özgür hissediyorum.

Continue Reading

You'll Also Like

825K 35.2K 26
Abimin arkadaşı akımını abimin arkadaşına uyguladım. Yaparken aklımdan geçen tek şey sürekli okuduğum kitaplardaki gibi olacak değil ya; Ayrıca tek b...
113K 5.6K 19
İnsanların çoğunluğunu gıcık eden şey ebeveynlerin çocuklarının hayatlarına burunlarını soklarıydı. Avbanu'da bu durumdan gıcık alan insanlardan biri...
240K 10.6K 49
Biraz fazla içki içtikten sonra birinin yanında uyanmak bu çağda yeni ve sürükleyici bir hikaye değildi. Ama Korkut Mirzan'nın çarşaflarında uyanmak...
Zeynep By Jutenya_

General Fiction

550K 38.8K 34
Güzeller güzeli Zeynep... İki adam ve bir kadın. Afran'ın mutlu olmak istediği tek masal prensesi Zeynep'ti. Zeynep'in masalında aşık olduğu prens...