the other coin | #tlc2

By o-ophelia

4.1K 389 415

"Adı neydi demiştiniz?" diye sordu polis memuru, ama bıkkınlığı sesinden ve yüzünün aldığı ifadeden anlaşılıy... More

Bilgilendirme
Giriş
1 / Babasız Bir Doğum Günü
2 / Olivia'sız Bir Ev
3 / Ufacık Bir Hata
4 / İçi Boş Bozukluk
5 / Moira
6 / Olivia, Hiç Kimse
7 / Bir İtiraf
8 / Farklı Bir Harry
9 / Andersonlar
10 / Déjà vu
11 / Ivar'ın Hikâyesi
12 / Uzun Saçlar ve Yara İzi Dolu Bir Gövde
13 / Farklı Bir Edward
14 / Kar Meleği
15 / İki Harry, Aynı Yerde
16 / Springwell'e (I)
17 / Springwell'de (II)
18 / Babalık Testi
19 / Harry. Olivia. Edward
20 / Diskalifiye
21 / Harry Dayı
22 / Tuzak
23 / Yara İzi
24 / Moira'nın Planı
25 / Kovalamaca
26 / Anlaşma
27 / Bu Sefer Ağlamak Yok
28 / Vedalar
29 / Nimueh
30 / Yakın Cadıyı!
Kapanış

31 / Uğur Parası

42 3 0
By o-ophelia

O L I V I A

Kendime geldiğimde birinin beni taşıdığını hemen anladım. "Harry?" dedim emin olmak için, gözlerimi açmadan önce. Onun sesini duyunca rahatlayıp ellerimi boynuna sıkıca doladım. Beni nereye götürdüğünü bilmiyordum ama nereye götürürse götürsün kabulümdü. Biraz sonra beni suyun içine bırakınca önce panikledim ama gözlerimi açınca buranın kendi banyomuz olduğunu gördüm ve anında rahatladım. Ilık suyun içinde rahatça arkama yaslandım ve vücudumun gevşemesinin keyfini çıkarmaya başladım. Başım hala biraz bulutluydu, yani ne olduğunun, neler yaşandığının pek de idrakinde değildim. Anın tadını çıkarmaya bakıyordum.

Kokulu mumlar, onların yaydığı loş ışık, hafifçe çalan soft müzik... Suyun altını gizleyen kabarık köpükler. Ve karnımdaki o tatlı kıpırtı. Huzur ve güven veren o güzel karıncalanma hissi. Hepsi mükemmeldi.

Zihnimdeki bulanıklık, Harry süngerle omuzlarımı ovarken dağılmaya başladı. "Neler oldu?" dedim. Her şey çok belirsizdi, hatırlamaya çalıştıkça bir duvarla karşılaşıyordum. Bu rahatsız ediciydi, sanki beynim kaşınıyormuş gibi hissettiriyordu.

"Her şey yolunda," dedi Harry. "Bitti artık."

Omzumun üstünden ona baktım, bana bakarken inandırıcı bir şekilde gülümsedi. "Başardık mı?" diye sordum. "Büyü işe yaradı mı?"

Bunu sorarken büyüyü hatırladım, daha doğrusu sadece neler yapacağımı anlatan Ivar gözümün önüne geldi. Şunları söyleyeceksin, şunları düşüneceksin, şunları hissedeceksin... Bunları yapmış mıydım? Başarılı olduysak yapmış olmalıydım ama neden hatırlamıyordum.

"Evet, Moira artık bir bozukluk."

"Ama ben... hatırlayamıyorum," dedim huzursuzca.

"Olivia," Harry omzumu ovalamayı kesip yanıma eğildi. Ciddi bir ifadeyle yüzüme bakarken yine bir şeylerin yolunda olmadığını düşündüm. "Nahoş şeyler yaşandı," dediğinde haklı olduğumu anlayıp sıkkın bir iç geçirdim. "Ama bunları hatırlaman gerekmiyordu. Ivar unutmana yardımcı oldu."

"Ne?" O duvar. Ivar. Bir şeyler mantıklı gelmeye başlıyordu.

"Canını sıkacak, seni rahatsız edecek bazı ayrıntılar. Önemi yok. Hatırlaman gerekmiyor. Önemli olan yaptığın şeyin işe yaraması ve Moira'dan kurtulmuş olmamız."

Böyle söylese de kendimi hatırlamak için zorladım ama o korkunç kaşıntıyı hissedince yüzümü buruşturdum. "Hatırlamaya çalışma, Olivia," dedi Harry ne yaptığımı anlayıp. "İşe yaramaz. Boş ver, gerçekten önemli değil."

Ona kuşkuyla bakıp bir kez daha denedim ama kaşıntı hissi dayanılmazdı. Boş vermeyi denedim ve gerçekten de zihnimin boşaldığını ve rahatladığını hissettim. Gülümsedim.

"Peki," diye kabullendim durumu. Önemi olmadığı konusunda ona güveniyordum.

"Artık bir uğur paramız daha var," dedi parmaklarını kollarımda gezdirirken. "İki dilek hakkımız." Sonra birden ciddileşip işaret parmağını uyarır gibi bana uzattı. "Bu sefer üçüncüyü kullanmayacağına söz vermen gerek!" Güldüğü için uyarısının ciddiyeti anında suya düştü. Omuz silktim.

"Zaten onun için başka planlarım var."

Ve Harry'e bu planımı anlattım. Önce itiraz etti, delice direndi. Ama sonra bana olanların unutturulmasına göz yumduğu için bunun adil bir istek olduğunu kabul etti. Tek şartı benimle gelmekti, ben de zaten bunu bekliyordum.

Aminata, Ivar'ın karısı ve kızıyla birlikte o gün gelmişti. Biz aşağı indiğimizde çoktan üzeri ağız sulandıran yemeklerle dolu bir masa hazırlanmıştı bile. Charlie gelmişti. Gemma da Willy'i getirmiş, herkesin burada olduğunu görünce kendisi de kalmıştı.

Aminata çok üzgündü, mahcuptu ve utanıyordu. Hepimizden defalarca özür dilemişti. Samimiyetine inanıyorduk çünkü Moira'nın onu da tehdit ettiğini biliyorduk. Yine de, ona artık her şeyin yolunda olduğunu, Moira'nın gittiğini ve ona kızgın olmadığımızı söylesek de Aminata yemeğe kalmayı reddetti ve İngiltere'ye giden ilk uçağa binmek üzere bize veda etti.

Kalması için ısrar etmedik çünkü Ivar ve ailesiyle aynı ortamda bulunması onlar için pek hoş bir fikir değildi. Ivar'ın karısı, Harper ve kızı Lauren herkese, her şeye şaşkın şaşkın bakıyordu. Tanımadıkları bu insanların neden bu kadar mutlu olduklarını, neyi alt ettiklerini merak ediyorlardı haliyle. Aminata onlara hiçbir şey söylememişti. Onları eve kapatmış ve asla dışarı çıkmamalarına izin vermemişti. Aslına bakılırsa, evden dışarı çıkmadan birkaç gün geçirmişlerdi. Gerçi tüm iletişim araçlarını almıştı Aminata, hiçbir şekilde dışarıyla bağlantı kuramamışlardı. Evde hapis olmuşlardı ama en azından korkutucu, karanlık ve soğuk bir hücreye hapsedilmedikleri için mutlu olmuştum. Kendi evlerinde tıkılı kalmış olmaları diğer ihtimalden daha iyiydi, sonuçta. Yine de Ivar'dan haber alamamak ve onun iyi olup olmadığını bilmemek ve bir kadın tarafından hiçbir açıklama yapılmadan birden eve hapsedilmek yeterince korkunçtu.

Dolayısıyla onlara şükretmelerini söylemedik.

Ivar ve ailesini yurt-dışından gelmiş bir aile-dostu olarak tanıttım. Sonuçta orada benim ailemden kimse yoktu, dolayısıyla bunu yalanlayacak biri de yoktu. İnanılır bir yalandı ve kimse soru sormadı.

Charlie, Lauren'la kaynaşmak için elinden geleni yaptı. Onun üzerindeki yabancılığı atması için tüm iletişim yeteneklerini kullandı. Sonunda Lauran çekingenliği üstünden attı ve aslında Harry'nin müziğini çok beğendiğini yanakları kızararak itiraf etti. Harry onunla özellikle tokalaşıp imzasını isteyip istemediğini sordu. Elbette istiyordu. Harry çıkan tüm albümlerini onun için imzalayıp kıza verdiğinde Lauren ona sıkıca sarıldı. Sonra çenesi düştü ve Harry'e en sevdiği şarkılarından, video kliplerinden ve röportajlarından bahsetmeye başladı. Onlar arasındaki bu şirin diyalogu hepimiz gülerek seyrettik.

Gerçekliğe sonunda döndüğümüz için mutluydum. Harry de mutluydu.

Gitarını alıp onun istediği birkaç şarkı çalınca keyfinin artık iyice yerine geldiğini gördüm. Aslında şarkı söylemesi hepimizin ruh halini daha da yükseltmişti. Onun bu küçük konserini dinlerken herkes kendini birer kadeh şampanyayla eşliğinde ödüllendirmişti. Bana düşense buz gibi bir soğuk-çay olmuştu.

Sonra Charlie ve Lauren, Willy'i de alıp aşağı, video oyunu oynamaya indiler. Gemma yemek yemeleri için ısrar etse de Charlie çoktan burger siparişi verdiklerini söyleyip gözlerini devirdi.

Bazen o yaşlardaki halimi özlüyorum.

Ivar masada karısıyla hasret giderirken, biz de masadaki eksikleri mutfaktan taşımaya koyulduk. Gemma bu işten sıkılıp masaya, Harper'ın yanına oturdu ve ona Avustralya ve işiyle ilgili sorular sorup onunla tanışmaya, sohbet etmeye girişti. Bu sırada Brandon bana nasıl olduğumu sorma fırsatı buldu. "İyiyim," dedim sadece. "Sorun yok." Bu sefer ikna olmuştu, rahatlamış bir gülümseme yerleşti dudaklarına.

Yemek sırasında havadan sudan bahsettik. Ivar, Brandonla politikadan konuştu. Gemma ve Harper kendi aralarında kıkırdayarak bir şeyler konuşuyordu, muhtemelen ortak bir nokta bulmuşlardı ve bu çok hoşlarına gitmişti. Harry ile birlikte onları izleyerek, dinleyerek, sessizce yemeğimizi yedik. Bazen bakışıp birbirimize gülümsedik. Harry ben bitirdikçe tabağıma hep biraz daha patates püresi, biraz daha salata, biraz daha fasulye koydu. Misilleme yapmaya başladığımda o da tabağındakileri bitirmeye odaklandı.

Sonra arkasına yaslanıp sırıtarak milleti izlemeye, keyifle şarabını yudumlamaya başladı. Ben de onu seyrettim. Bizi ayırmadığı için Tanrıya binlerce kez şükrettim.

Yemekten sonra Ivar, Harry ile beni mutfakta yalnız yakaladı. Kalan sosların dibini sıyırıp gülüşüyorduk.

"Bu sizin," deyip cebinden bir bozukluk çıkardı. Harry ile birbirimize baktık. Parayı ben aldım.

"Ben de seninle bu konuda konuşmak istiyordum Ivar," dedim, cesaretim kırılmasın diye ona değil, bozukluğa bakıyordum. "Onu tutmak istemiyoruz."

"Neden? Size şans getirir," dedi.

"İçinde o cadının olduğu bilmek beni deli ediyor," dedi Harry. Ivar anlayışla başını salladı.

"Peki ne yapacaksınız? Onu ben de istemiyorum, ama---"

Sözünü kestim. "Aslında onun getireceği şansa ihtiyacı olan birini tanıyorum ve bozukluğu ona vermek istiyorum. Bunun için senin yardımına ihtiyacım var, Ivar."

Yüzüne yerleşen ifadeden bunun şimdiden hoşuna gitmediğini görebiliyordum ama bunu beklediğim için şaşırmadım. Artık evine gitmek ve normal yaşantısına geri dönmek istediğini biliyordum ama bu paradan kurtulmamız gerekiyordu. Yardım istediğimi reddedemezdi.

"Oraya geri dönmeliyiz," dedi Harry benim yerime lafa girip. "Gidip geri geleceğiz. Parayı orada bırakacağız."

"Bir portal daha açmamı mı istiyorsunuz?"

"İkimiz yapacağız," dedim hemen, iş yükünü bölüşeceğimizi vurgulayarak. Onun aksine benim yaşlanmamak gibi bir problemim yoktu. Olması gerektiği gibi yaş alacak ve Harry ile aynı anda kırış kırış olacaktım. Aman ne güzel.

O konuşmayınca hemen ekledim. "Uğur parasını kullanabilirsin. Zaten şimdiden çok büyü yaptın ve... Bir süre yaşlanmayacaksın. Yani aslında... Bir dilek dilersin ve normal bir şekilde yaşlanırsın? Büyü yapsan bile... Bu mümkün değil mi?"

Ivar ikimize de çatık kaşlarının altından baktı, bir süre sessizce bizi süzdü.

"Ben de size bununla ilgili konuşacaktım. Dileklerden birini kullanmak istiyordum. Bunun için."

"Yani işe yarayabilir," dedi Harry.

Ivar, "Evet," deyince birbirimize bakıp sırıttık. "Yaptığım büyülerin etkisinden kurtulmayı dileyebilirim. İşe yaracağını umuyorum. Teoride hiçbir engel yok."

Neden tereddütlü olduğunu anladım. Bir portal daha açtığında uzun bir süre yaşlanmamayı garanti etmiş olacaktı. Öncekiyle birlikte düşünüldüğünde bu çok uzun bir süre demekti. Büyük olasılıkla o hala kırklarındayken kızı yüz yaşında olacaktı, hatta belki çoktan ölmüş olacaktı. Bu riski tartıyordu. Buna değip değmeyeceğini düşünüyordu.

"Öyleyse bir eksik, bir fazla, ne fark eder?" dedim hevesle.

"Tamam, önce dileği dilerim," dedi. "Normal bir yaşam istiyorum. Harper'la birlikte yaşlanmak. Ondan biraz bile genç görünmek istemiyorum."

"Ne dileyeceğini kesin olarak biliyorsun," dedi Harry. "Bu güzel, işe yarayacaktır." Düzgün dilek dilemek konusunda ustaymış gibi ukala ukala sırıttı. Ona gözlerimi kısıp baktım. Sarhoşken dilediği tek bir dileğin tüm gerçekliği nasıl değiştirdiğini unutmuş gibiydi. Benim alaylı bakışlarıma karşılık hiç bozuntuya vermedi.

Ivar salona doğru bakıp "Bir şey uydurmamız gerek," dedi.

"Gerek olmaz," dedim. "Gece herkes uyurken gideriz. İşimiz yarım saat bile sürmez."

Anlaştık. Ivar bizimle gece karısı uyuduktan sonra buluşacaktı. Ve birlikte son bir yolculuğa daha çıkacaktık.

Plan basitti. Uyumadan önce Harry ile uzun uzun konuşup üstünden geçmiştik. Bu son fantastik maceramız olacaktı. Sonra sıradan, günlük sorunlarla uğraştığımız hayatımıza geri dönecektik. Hiçbir şey ters gitmeyecekti, çünkü uğur parası şimdilik bizdeydi. Zaten bizim de onu verene kadar şansa ihtiyacımız vardı.

Sorun olmayacaktı.

Uğur paramız vardı. Şans bizden yanaydı.

Gece yarısını biraz geçerken Harry ile aşağıya indik. Ivar'ın çoktan bizi bekliyor olduğunu görünce şaşırdık. Demek Harper erken uykuya dalanlardandı. Ivar'ın yüzündeki üzgün ifadeyi görünce karısını büyüyle uyutmuş olduğundan da şüphelenmedim değil.

"Tamam, halledelim şu işi," dedi Ivar. "Bozukluğu alabilir miyim?"

Uğur parasını ona uzattım. Ivar, hiçbir hazırlığa gerek duymadan onu avuçlarının arasında tuttu ve hemen gözlerini kapattı. Bir-iki saniye sonra gözlerini açıp derin bir nefes verdi – demek nefesini tutmuştu. Parayı bana geri uzattı.

"Bu kadar mı?" dedi Harry. Ben de bu kadar hızlı olmasına şaşırmıştım. Ivar başını salladı.

"Ne dileyeceğimi iyi biliyordum."

"İşe yarayıp yaramadığını..."

"Yaradı," dedi hemen. "Hissettim."

"Ah..." Harry ile birbirimize bakıp kaşlarımızı kaldırdık. Doğru. Adam büyücüydü.

"Nereye gideceğini biliyorsun, değil mi?" diye sordu bana ellerini uzatırken. Birini ben tuttum, diğerini de Harry.

"Evet," dedim.

"Tamam, sadece orayı düşün. Sadece. Orayı."

Başımı salladım. Ivar ne yapacağını bildiğinden ben sadece onun dediğini yapıp Rivera çiftliğinin, iki tarafında eski sokak lambalarının sıralı olduğu toprak yolu gözümde canlandırdım. Zihnimdeki diğer her şeyi yok etmeye ve yalnızca orayı hayal etmeye kendimi zorladım. Başka bir yere gidersek bu işi yüzümüzü gözümüze bulaştırmış olurduk. Ve dua ettim.

Lütfen, tanrım. Lütfen bu sefer işimiz rast gitsin.

Dönmeye ve her şeyle birlikte bir girdabın içine sürüklenmeye başladığımızda büyülü sözcükler bunlarmış gibi bu duayı mırıldanmaya başlamıştım. Gözümün önündeyse sadece ama sadece toprak yol vardı. Üçümüzü de bu hayalin yönlendirdiğini hissediyordum. Öylesine savrulmuyorduk, belli bir hedefe doğru çekiliyor gibiydik.

Sonunda yere pat diye düştüğümüzde ellerimiz ayrıldı. Bu sefer hiçbirimiz bayılmamıştık. Harry bu konuda iyice uzmanlaşmış görünüyordu, bu onun üçüncü seferiydi ne de olsa. Hemen ayağa kalkıp üstünü başını silkmeye başladı. Ivar da kalkıp etrafa bakındı. Ben biraz olduğum yerde oturup baş dönmemin geçmesini bekledim. Harry gelip elini bana uzattı. "İyi misin?"

Bu soruyu duymaktan bıkmıştım ama belli etmeden, "İyiyim," dedim. Elini tutum ondan güç alarak ayağa kalktım. Dengemi sağlarken beni sıkıca tuttu. Ben de üstüme bulaşan tozları temizledim, sonra arkamı döndüm ve gülümsedim. Tam da olmamız gereken yerdeydik. Rivera Çiftliği tabelasının yanında.

Buradan ilk geçtiğim anı hatırladım. Aradan yüzyıl geçmiş gibi geliyordu.

"Gidelim," deyip önlerine düştüm ve çiftlik evine giden yolda yürümeye başladım. Gecenin bir vakti olduğu için çiftlik sessizdi. Herkes, insanlar, hayvanlar, herkes uyuyordu.

Birkaç gün önce burada yaşananları düşününce içim sıkıntıyla doldu. Edward'ın vurulması, onunla birlikte kötü adamlardan kaçışım ve onu bir polis merkezinin önüne öylece bırakmam...

Yapmam gerekeni yapmıştım ve pişman değildim ama ona ne olduğunu çok merak ediyordum. Başına kötü bir şey gelmiş olmasından deli gibi korkuyordum. Beni kandırmış olsa da, Moira ile birlik olup bize oyun oynamış olsa da onun özünde iyi biri olduğunu ve bu yüzden de ikinci bir şansı, bir uğuru hak ettiğini düşünmek istiyordum.

Ayrıca Moira'nın tutsak olduğu bir bozukluğun Winona'nın büyüdüğü dünyada kalmasına asla izin veremezdim. Yani bu planı yaparken sadece Edward'ı düşünmüyordum.

Eve varında dönüp onlara dışarıda kalmalarını söyledim. Harry itiraz edecek gibi olunca ona bunun sakıncalarını kısaca anlattım. Kapıyı Gemma ya da çocuklardan biri açabilirdi. Harry, Edward gibi görünüyordu ve bu durumu karmaşıklaştırırdı. Bu karmaşa da buradan gitmemizi geciktirebilir, işler iyice sarpa sararsa engeleyebilirdi. Ivar Harry'i tutup geri çekti. İkisi verandanın gölgesine saklandı.

"En fazla on beş dakikaya dönmüş olurum," dedim. "Yirmi dakikaya uzarsa, eve girin."

Başlarını salladılar, Harry hemen kol saatine bakıp süre tutma işine başladı.

Kapıya ulaşınca onu çalmadan önce tokmağı yokladım. Açık olabileceğini düşündüm ama kapı kilitliydi. Olanlardan sonra Gemma'nın önlem almış olması doğaldı. Kapıyı yavaşça tıklattım. Uyuyan insanların bunu duyması imkansızdı ama uyumayan biri olmasını umuyordum. Cevap veren olmadı. Bu sefer uzanıp zili çaldım ve sesin içeride yankılanışını dinledim. Biraz bekledim. Yeniden zile uzanıyordum ki birden içeriden adım sesleri duydum. Biri söylenerek kapıya yaklaşıyordu.

"Olivia!" Kapıyı açan Gemma'ydı. Sabahlığının önünü sıkıca tutmuş, kocaman gözlerle bana bakıyordu.

"Merhaba," dedim yarı gülümseyerek.

"Senin... Gittiğini sanmıştım."

"Gitmiştim," dedim. "Ben... Ee..."

"Burada ne arıyorsun?" Sesi sertleşmişti. Kapının aralığını azalttı. Edward ona her ne söylediyse hoş şeyler değildi belli ki.

"Edward... O iyi mi?"

Bana hayret dolu bakışlarla bakarken kötü bir şey söyleyecek diye ödüm kopmuştu. Ama sonunda, aynı hayret ifadesiyle, "Evet," dedi. "İyileşiyor."

"Ya çocuklar?"

"İyiler."

Güldüm ve yüksek sesle şükrettim. "Ne istiyorsun?"

"Onunla konuşabilir miyim? Sadece beş dakika sürecek, söz veriyorum."

Gemma, beni baştan aşağı süzdü. "Bebeğin babası o değil, değil mi?" diye sordu kısık ve hüzünlü bir sesle. Başımı iki yana salladım. Gemma hala sorunun bundan ibaret olduğunu sanıyordu.

"Lütfen," diye üsteledim. Biraz düşündü, neyse ki kısa sürdü. Kapıyı iyice açtı, hemen, fikrini değiştirmesinden korkarak içeri girdim.

"Odasında," derken gönülsüz bir tavırla merdivenleri gösterdi. "Muhtemelen uyanıktır. Yolu biliyorsun."

Ona teşekkür edip hızlıca merdivenleri çıktım. Edward'ın odasının önünde durdum, kapının altından loş bir ışık süzülüyordu. Gerçekten uyanıktı. Kapıyı vurdum, bir şey söylemesini bekledim, ses çıkarmayınca usulca içeri süzülüp kapıyı kapattım.

Hemen göz göze geldik, o anda donup kaldım. Diyeceğim şeyleri, provasını yaptığım konuşmayı birden unuttum.

"Uyuyordum," dedi. "Sesini duyunca uyandım."

Yatakta oturuyordu, üzerinde örtüler olsa da dizinden büktüğü sol bacağı hafifçe dışarıya çıkmıştı, sargıları görebiliyordum. Kapıya sırtımı yasladım, ona yaklaşmaya cesaret edemedim. Yüzünü önüne dönünce diğer yanı karanlıkta kaldı. "Beni bırakıp gittin."

Hala bir şey söylememiş olduğumu fark edince telaşla boğazımı temizledim. "Ben... Harry'i bulmam gerekiyordu."

Bir şey söylemedi. Önüne bakmaya devam etti. İhtiyacım olan cesareti toplamıştım, ona doğru birkaç adım attım. Buna tepki verdi, sertçe, "Neden buradasın?" diye sordu. Yerimde durup daha fazla yaklaşmadım ona.

"Özür dilerim, Edward," dedim. "Seni öyle bıraktığım için. Ama mecburdum."

"Bunu söylemek için mi geldin?"

"İyi olduğundan emin olmak istedim," dedim inandırıcı olmak için sesimi olabildiğince yumuşatarak. "Bir de..." Elimi cebime attım. Bu hareketim ilgisini çekmiş olacak ki başını bana çevirdi, gözlerini kısıp ne yaptığımı anlamaya çalıştı. "Bir de, sana vermek istediğim bir şey var." Bozukluğu çıkarıp parmaklarımın arasında tuttum, ona gösterdim.

"Ne? Bana sadaka vermeye mi geldin?" Güldüm ama onunla dalga geçtiğimi sanıp gücenmesin diye hemen dudaklarımı ısırıp bu ifadeyi yüzümden yok etmeye uğraştım.

"Hayır," dedim ciddi olmaya çalışarak. "Sadaka değil, Edward. Bu sıradan bir bozukluk değil."

Daha iyi görmek için başını uzattı, parayı evirip çevirdim. "Sana anlattığım hikâyeyi hatırlıyor musun? Bir uğur param olduğunu, onu kaybettiğimi, onu Harry'nin bulduğunu ve bir dilek dilediğini... Sonra..."

"Evet, evet," dedi elini sallayıp beni susturarak. "Saçma hikâyelerinin hepsini hatırlıyorum Olivia." Gözlerimin içine derin derin baktı. "Bana söylediğin hiçbir şeyi unutmadım." Hala kendini kandırılmış hissediyordu. Suçlulukla yutkundum.

"Bu bir uğur parası," dedim kekeleyerek. "Harry'nin dileğini gerçekleştiren, benim dileğimi gerçekleştiren... Onlar gibi bir uğur parası. Onu sana vereceğim."

"Benimle dalga geçiyorsun, Olivia. Benimle hep dalga geçiyorsun!" Yerinde kıpırdayınca bacağını acıttı, acıyla inledi. Refleksle ona yaklaştım ama elini kaldırıp beni durdurdu.

"Hayır, dalga geçmiyorum," dedim. Onu ürkütmeden, sinirlendirmeden yatağın ucuna iliştim. "Bunun gerçek olduğunu biliyorsun, Edward. Biliyorsun," diye ısrar ettim. Avucumu açıp parayı gösterdim, daha yakından bakmasını için yukarı kaldırdım. "Bunu sana vereceğim ve o yanında olduğu sürece işlerin rast gidecek. Bu bozukluk sana uğur getirecek."

Paraya bakarken kaşlarını çattı. Elini uzatıp ona dokunmak istedi ama hızlıca parmaklarımı kapatıp avucumu göğsüme bastırdım. Bana öfkeyle baktı ama hemen açıklamaya giriştim.

"İçinde iki dilek hakkı var, birini buraya gelebilmek için kullandım."

"Dilek mi?"

"Evet, iki tane. Ama sadece birini kullanabilirsin, Edward. Bunu anladığından emin olmam gerekiyor."

"Neden?"

"Çünkü..." Duraksadım. Ona ne kadarını söylemeliydim. "Çünkü... Çok tehlikeli bir büyücü bozukluğun içinde tutsak. Üçüncü dilekle birlikte serbest kalacak. Bunu istemezsin."

"Moira?" diye tahmin yürüttü. Başımı salladım, istemeden. Belki de bilmese daha iyi olurdu. Çünkü ona güvenmişti. Onunla birlik olmuştu. Yine aynı şeyi düşünebilir miydi? Moira bu dünyada serbest kalırsa, yine bize ulaşmanın bir yolunu bulur muydu?

"Nasıl?" Sorusunu görmezden geldim. Nasıl olduğunu ben de hatırlamıyordum ve boş vermiştim.

"Anlaman gerek, Edward. O sadece kendisini düşünen, acımasız, kötü bir cadı. Sana verdiği sözü biliyorum ama o zaman da senin iyiliğini düşünmüyordu. Şimdi sen, iki dilek dileyip onu serbest bırakırsan sana da zarar verir, seni kullanmak ister. Sana ihtiyacı olmasa bile başkalarına mutlaka zarar verecektir. Lütfen, anladığını söyle Edward."

"Ondan kurtulmak istiyorsun, yani?" Çenesi gerildi, dişlerini sıkıyordu.

"Evet," diye itiraf ettim. "Ama bunun aynı zamanda bir faydası olmasını da istiyorum. Sana. Özellikle sana. Onu herhangi birine verebilirdim, Edward. Daha çok güvendiğim birine. Ama bunu hak ettiğine inanıyorum. Bir şansı. Bir uğur parasını."

Gözlerindeki sert bakış giderek yumuşadı. Samimiyetime inanmaya başlamıştı. Bakışlarımız ayrıldı, gözlerini kırpıştırarak yüzünü öbür tarafa çevirdi. "Bir dilek ve ölene dek uğur. Bence güzel bir hediye, neden kabul etmiyorsun?"

"Kabul etmediğimi söylemedim," dedi fısıltıya benzer bir sesle.

"Söz veriyor musun?" diye sordum. Başını yavaşça çevirip elime baktı. Avucumu açıp parayı görmesine izin verdim.

"Tamam," dedi. "Söz veriyorum."

"Daha açık olmalısın," Burnundan derin bir nefes alıp bakışlarını gözlerime çevirdi.

"Üçüncü dileği dilemeyeceğim, Moira'yı serbest bırakmayacağım. Söz veriyorum."

Güldüm. "Güzel, al bakalım." Avucumu ona uzattım, bozukluğu alması için başımla işaret ettim. Tek yapmamız gereken buydu. Rızayla olan bir alış-veriş. Soğuk parmakları avucuma değdi, parayı kavradı ve yavaşça aldı. Gözünün önüne tutup çevirdi, onu bir güzel inceledi.

Ve uğur parası artık onundu.

Ondan kurtulmuştum.

"Nasıl işliyor?" diye sordu, gözleri hala paranın üstündeydi.

Ona anlattım. Onu yanında taşıdığı ya da bir yerde güvenle koruduğu takdirde paranın ona uğur getireceğini, çok zor bir şey yaşarsa, içinden çıkamayacağı bir şey olursa dileği ancak o zaman kullanmasını tembih ettim.

"Nasıl olacak, gözlerimi kapatıp amin mi diyeceğim?" Bu söylediğine kahkaha atıp güldüm. Buna karşılık somurttu.

"Hayır, iki elinin arasında tutup dileğini dile. Buna tam konsantre olman gerekiyor. Aklın başında olsun. Sakın sarhoşken yapma. Ne dilediğine dikkat et. Kesin ve net ol. Yoksa, yani belirsiz bir nokta bırakırsan, bozukluk o belirsizlikleri kendi kafasına göre doldurur."

"Amma zor işmiş," derken parayı avucunun içine sakladı.

Aklıma son anda bir şey gelince yerimde sıçradım. "Ah, bir de sakın onu kaybedeyim deme, bu sana uğursuzluk getirir."

"Onu derimin altına diktirsem nasıl olur?" Yine güldüm ama bu sefer o da bana katıldı.

"Onu başkasına kendi rızanla verebilirsin ama. Tıpkı şimdi benim sana verdiğim gibi."

Anladığını belirtmek için başını salladı. Saatime baktım. On beş dakika dolmak üzereydi. Ayağa kalktım.

"Gitmem gerekiyor ama bir şey daha merak ediyorum. O adamlara ne oldu?"

"Hiç," dedi.

"İyi ama sen,"

"Yakalanan ben olunca..." Diğer bacağını da örtünün altından çıkardı. Polisin taktığı bileziğe bakarken yüzümü buruşturdum. "Polis beni takip ediyor. O yüzden bana yaklaşamıyorlar."

"Bu iyi," dedim.

"Nereden baktığına göre değişir. Bu ev benim hapishanem."

Odasına son kez göz gezdirdim. Dümdüz bir odaydı. Yatak, dolap, sallanan bir sandalye, eski bir komodin. Herhangi birinin odası olabilirdi. Onunla ilgili hiçbir iz yoktu. Yine ona baktım.

"Değişecektir," dedim. "Şans bundan sonra senden yana. Onu iyi kullan."

Gülümseyip başını eğdi. "Üzgünüm, seni kandırdığım için. Harry'i oraya tıktığımız için."

"Üzgün olmana sevindim," dedim. "Yaptığın adiceydi."

"Evet, özür dilerim."

Saatime baktım. Harry ve Ivar'ın eve dalmasına üç dakikadan az kalmıştı. "Artık gidiyorum," dedim. Başını salladı. Tam dönüp kapıya ilerleyecekken komodinin üstündeki bir şey dikkatimi çekti. Gidip onu aldım.

Bu üzerinde resmimin olduğu porno filmdi. Kahkahayı bastım. "Onu atmadığına inanamıyorum."

"Götürebilirsin. Burada çok var," derken ukala ukala sırıtıyordu. Filmi alıp kapıya ilerledim.

"İyi bir değiş-tokuş oldu," dedi arkamdan. Kapıyı açtım, omzumun arkasından ona son kez baktım.

"Kendine iyi bak, Edward." Ona el salladım.

"Görüşürüz," dedi ama sonra bunun ne kadar saçma bir ifade olduğunu anlayıp güldü, ardından boş verip omuz silkti ve bana el salladı.

Kapıyı arkamdan kapattım.

.

Hemen geri döndük. Oyalanmak için bir nedenimiz de yoktu zaten.

Ertesi gün Ivar ailesiyle birlikte evine geri dönmek üzere bizle vedalaştı. İletişimde kalacağımıza, ara sıra haberleşip fırsat bulursak da buluşacağımıza söz verdik. Ivar küçük Winona'yı görmeye mutlaka geleceklerini söyledi, bunu söylerken gözlerinin içi parlıyordu. Aslında görmek istediğinin Nimueh olduğunu sadece biz anladık.

Herkes gittiğinde uzun bir zamandan sonra ilk defa evimizde yalnızdık, biz bizeydik. Ben, Harry, bebeğimiz Willy. Bizim güzel ailemiz.

Artık bir uğur paramız yoktu.

Bizi bir araya getiren bir uğur parasıydı. Yaşadığımız tüm iyi ve kötü şeyler benim uğur paramı kaybetmemle, onu Harry'nin bulmasıyla yaşanmıştı. Bunu düşününce artık böyle bir uğura sahip olmamak beni hem duygulandırıyor, hem de rahatlatıyordu.

Çünkü mutlu olmak için bir uğur parasına ihtiyacımız yoktu. Aslında hiç olmamıştı.

Zaten kimsenin mutlu olmak için böyle bir tılsıma ihtiyacı yoktur. Tek yapmanız gereken elinizdeki kıymetli şeylerin değerini onları kaybetmeden takdir etmenizdir. Onları sevmeniz ve onlara sevildiklerini hissettirmenizdir.

Yani, sorun yoktu. Birbirimizi seviyorduk. Yaşamaya devam ediyorduk. Harry müzik yapmaya devam etti, ben insanlara Fransızca öğrettim, Willy okula başladı, Winona doğdu. Her şey, bir şekilde devam etti. 

Biz, birbirimizi sevmeye devam ettik. 

Bir şeyler yolundaydı, bir şeyler değildi ama sorun değildi. Hayat böyleydi, böyle olması gerekiyordu. Hikâyemiz bir şekilde devam ediyordu, devam edecekti. 

...

Continue Reading

You'll Also Like

183K 15.2K 40
Av oyunlarını bilir misiniz? Hani bir ormana hayvanları salarlar, en hızlı avcıyı bulabilmek için. Avcılar için bir zevk ve güç gösterisi olan bu oyu...
417 117 25
"Bu bir çöküş imzasıydı..."
20.3K 249 19
Şahsıma kurulan şeytani bir kumpas sebebiyle ayak kölesi oldum. Bu durumdan nasıl kurtulacağım (Şantaj Kölesi hikayesinin 2.sezonudur. 35 bölümden de...
277K 5K 32
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı.Bir an kalbim duracak gibi oldu. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi ve odamın kapısını açt...