Güneşi Yakala

By misamigoss

998K 101K 109K

"Bu senin düğün istemeyen halin miydi?" diye sordu Yavuz duruşunu bozmadan. Nefesini düzene sokmaya çalışan İ... More

Tanıtım
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
Deprem Sonrasında Travma ve Sosyal Destek
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
Final

25. Bölüm

26.3K 2.3K 3.7K
By misamigoss

Merhaba 💛

Sizleri ve çok seviyor ve bölümü kucağınıza atıp pusuya yatıyorum 😂 İyi ki varsınız 🌸

Keyifli okumalar.

☀️

"Girebilir miyim?"

İnci'nin afallayışı uzun sürünce elindeki kutuyu ona doğru uzattı Yavuz. O anda belli belirsiz irkilerek kendine geldi İnci. Yavuz'un elindeki kutuyu alırken yana kayıp usulca kapının önünden çekildi. Şaşkındı. Fakat hissettiği tek şey şaşkınlık değildi, Yavuz'un bu davranışı kalbini okşamış ve itiraf etmesi güç olsa da içini sevinçle doldurmuştu. Ancak diğer yandan bunları hissetmek, duygularının derinleşmemesini istemeyen yanını huzursuz etmişti. Gerçi duyguları daha ne kadar derinleşebilirdi ki zaten? Boğazına dizilen hislere rağmen soluklanıp yutkundu. Yaşamı boyunca yüzlerce kaotik duruma şahit olmuş hatta bir çoğunun tam merkezinde yer almıştı. Lakin hiç biri duygularındaki şu karmaşa kadar zorlamamıştı onu.

İnci'nin kapıdan çekilmesiyle ufak adımlarla içeri süzülen ve üzerindeki gri kabanı çıkarmakta olan Yavuz da ondan farklı değildi. Aklı da duyguları da karman çormandı. Lakin o karmaşanın içinde emin olduğu ve istediği belki de tek şey İnci'yi kırgın görmemekti.

"Efe evde değil mi?" diye sordu, onu izleyen İnci'ye dönerek.

"Evde ama az önce uyudu."

Elindeki kutu ile mutfağa ilerlemeye başlayan İnci, Yavuz'un peşinden gelmesiyle içinde çatışan hislerin etkisiyle kızarmış olan yüzünü adama çevirdi.

"Sen salona geçebilirsin, kahve yapıp dönerim."

Bakışları kısa bir an için İnci'nin gözlerinde takılı kalsa da toparlayan Yavuz, başını iki yana sallayarak tebessüm etti.

"Mutfakta içebiliriz." dedi hızlıca.

Yüreğindeki aykırı devinim bir türlü dinmeyen ve aykırılıktan ilk kez haz etmeyen İnci, gözlerini Yavuz'un gözlerinden çekip adamı onaylarcasına kafasını sallayarak önüne döndü ve mutfağa doğru ilerlemeye devam etti. İkisi de heyecan, gerginlik ve bastırdıkları iç gıdıklayıcı hislerle kuşatıldıklarından sessizce mutfağa geçtiler. İnci profiterolleri tatlı tabaklarına koyup, kahve makinesine yönelirken Yavuz da İnci'den ayırmadığı gözleriyle sandalyeye oturmuştu. Kıza dalıp gitmek ne kolaydı. Dirseğini masaya, çenesini de avuç içine yaslayarak kahve pişirmekte olan İnci'yi izlerken dudaklarındaki şapşal tebessümü silemiyordu.

"Şekersiz içiyordun değil mi?"

Omzu üzerinden ona dönen İnci'nin sorusu ile yüzündeki ablak tebessümü toparlayıp kafasını salladı Yavuz. İnci yeniden önüne dönüp alel acele kahveleri hazırlarken Yavuz da ayağa kalkıp kızın tabaklara koyduğu tatlıları masaya taşıdı. Daha sonra yapabileceği başka bir şeyin olup olmadığını sormak için tezgâhın önünde dikilen, sırtı ona dönük duran İnci'ye yaklaştı. Tam ağzını aralayacakken elindeki tepsi ile ona dönen İnci ile burun buruna gelince öylece kalakalsa da irkilen kızın elindeki tepsiyi düşürmemesi adına ellerini uzatıp incecik bileklerini sardı.

Hem ürken hem de fazla yakın düşmelerinden ötürü gerilen İnci, bir adım gerileyince kızın bileklerini bıraktı Yavuz.

"Pardon, yardım edebileceğim bir şey var mı diye soracaktım ben." dedi bir adım geri çekilerek.

Gerginliğini belli etmek istemeyen İnci ise "Dolaptan su çıkarabilirsin." dedi hemen.

Güldü Yavuz.

"Buzdolabını açmam ayıp olmaz mı?" diye sordu hafif muzip tonlamasıyla. "Sen öyle söylemiştin."

İnci de dayanamayıp güldü. Baskı altında hissedip kendisini kasınca bir şeyler daha fazla rayından çıkıyordu. En iyisi akışına bırakıp, normallerini korumaktı.

"Biz senin evinde kalırken her tarafı kurcalamıştık. Sorun olmaz." derken Yavuz'un yanından geçip masaya ilerledi.

İnci'nin ona karşı yumuşadığını hisseden ve yüreği hafifleyen Yavuz, kafasını sallayarak buz dolabına ilerledi. Su şişesini çıkarıp bardaklara koyarken dudaklarındaki sırıtışı silemiyordu.

O sırada telefonu çalan İnci, "Hemen geliyorum." diyerek salona koşunca su doldurduğu bardakları masaya koydu Yavuz.

Ardından da su şişesini buzdolabına bıraktı. Fakat kapattığı dolabın üzerine magnetlerle yapıştırılmış olan ve aylar önce de incelediği fotoğrafları fark edince dudaklarını birbirine bastırarak duraksadı. Gözleri hemen İnci'nin o gün de dikkatini çeken sokak köpeğiyle çekilmiş olan fotoğrafını aramaya koyuldu. Çok geçmeden buldu da o fotoğrafı. Sol profilden çekilmiş fotoğrafta İnci, alınını ona dolu gözlerindeki minnetle bakan köpeğin başına yaslamış ve kollarını da sevgiyle hayvanın cılız bedenine dolamıştı. Derin neşesinin, içten mutluluğunun nişanesi olan izlenisi gamzesi de yanağını süslemişti. Fotoğrafın bütünü çok güzeldi, lakin Yavuz'un gözleri yine kızın gamzesinde takılı kalmıştı. Dudakları iki yana kıvrılırken, sıcacık kesilen yüreği ile elini uzatıp fotoğrafı magnetten sıyırdı. Başparmağı ile o gün de yaptığı gibi kızın gamzesini okşadı. Bunu yaparken hem gülüşü hem de ışıl ışıl bakan gözleri belirgin bir hayranlıkla kaplanmıştı.

"Anneanne, Yavuz'un ailesi bayramda nerede olacak bilmiyorum. Konuşmadık henüz."

İnci'nin mutfağa yaklaşan adımları ile aniden heyecanlanan ve soluğu hızlanan Yavuz, elindeki fotoğrafla ne yapacağını bilemeyerek onu hızla pantolonunun cebine attı. Bunu yapar yapmaz kızın fotoğrafını çaldığını fark ettiğinden ateş basan yüzü ve irileşen gözleri ile elini cebine soktu. Fotoğrafı oradan çıkarıp yerine bırakacaktı ancak geç kalmıştı. Zira İnci, kulağına yasladığı telefon ile mutfaktan içeri girmişti bile.

Mecburen sesini çıkarmadan derin derin soluklanıp masaya geri döndü. Suç işlemiş bir zanlı gibi başını önüne eğip, dudaklarının içini kemirerek anneannesi ile konuşmakta olan kızı dinledi. Fotoğrafı çaldığı için suçlu hissediyordu, fakat bir yanı da içten içe tatlı, muzip ve çocuksu bir heyecanla dolmuştu.

"Bayram'da Kayseri'ye gidip gitmeyeceğimizi soruyor anneannem." dedi telefonu kapatan İnci. "Hayatta o dedem olacak bağnazla görüşmem."

"Bayramları Kayseri'de geçirir bizimkiler. Senin için de uygun olursa gidebiliriz."

Omuz silkti İnci.

"Annemi ve anneannemi ziyaret etmek için zaten gideceğim. Efe de anneannemi özledi." dedi kıstığı gözleriyle sesli düşünerek. "Anneannemi dışarda görür, Efe'yi de onlara bırakırım. Canım benim çok mutlu olur. Birkaç gün kalır, ben de o süre zarfında Seda teyzeyle vakit geçirmiş olurum. Burada yoğunluktan pek görüşemiyoruz."

Duraksadı. Muallakta kalmış şirin tebessümüyle Yavuz'a kaydırdı ışıldayan kahverengi gözlerini.

"Çok mu konuştum yine?" diye sordu merakla.

Halinden memnun gözlerle onu izleyen Yavuz kafasını iki yana sallarken dudaklarını yalayıp yutkundu.

"Sen sen gibisin. Bundan şikayetçi olmadığımı uzun zaman önce belirtmiştim." dedi ve yanaklarına tatlı bir kızarıklık oturan İnci'den ayırmadığı gözleriyle ekledi. "Barıştık mı?"

Bu soru ile gülüşü küçülen İnci dalgınlaşarak duraksadı. Birkaç saniye sessiz kalıp bir şeyler arıyormuş gibi Yavuz'un yüzünü izledi.

Yeniden konuştuğunda "Sana vicdan yükü olduğum için mi uğraşıyorsun bu kadar?" dedi gerçekten merak ettiği şeyi sorarak.

"Bendeki yerini vicdan yükü olarak mı tanımlıyorsun İnci?" diye sordu gözleri kısılan Yavuz kırgın sitemiyle. "Söylediğim şeyin ne kadar kırıcı olduğunu fark eder etmez sana geldim. Ama bunu kesinkes vicdanımı rahatlatmak için yapmadım. Değer verdiğim birini o kırgınlıkla bırakmak istemedim yalnızca."

Değer verdiğim biri... Yavuz'un bu söylemi İnci'yi dumura uğratırken kalbi göğsünü yarıp geçmek istercesine hızlanmış, kulakları uğuldamış ve dudaklarından hayret dolu incecik bir tebessüm geçmişti.

"Bana değer mi veriyorsun?" diye sordu kendini tutamayarak.

Buruk tebessümüyle evet dercesine kafasını salladı Yavuz. Bu onaylayış İnci'yi öylesine mutlu etmişti ki bir çocuk gibi sevincini gizlemedi. Dişlerini göstererek kocaman gülümsedi. Sevincinin kaynağı romantik bir beklenti içine girdiği veya hislerine karşılık alacağı umuduna kapıldığı için değildi. Yalnızca adamda önemsiz veya değersiz olmadığını görmek hayal kırıklığını ortadan kaldırmış, rahat bir nefes aldırmıştı ona.

Fazla sevindiğini fark eden İnci "Ben..." dedi ve gözlerini bakışları gamzelerinde olan Yavuz'dan kaçırıp masaya indirdi. "Bana değer vermediğin için beni kolaylıkla kenara ittiğini düşünmüştüm. Esas kırgınlığım bundandı aslında."

İçi cız etti Yavuz'un. Benliğine tüm varlığıyla yayılan birini nasıl kenara itebilirdi ki? Dişlerini sıkıp ona böyle hissettirdiği için kendisine kızsa da önceliği kızın kırgın yüreğini tamir etmekti. Sandalyesini İnci'ye yaklaştırarak elini uzatıp başparmağını yumuşak bir temasla kızın çenesine yasladı.  Kafasını nazikçe kaldırıp gözlerini buluştururken dudaklarındaki buruk tebessümle af dilercesine bakıyordu İnci'ye.

"Kenara itmek ne demek İnci? Yalvarırım bir daha böyle bir şey düşünme." diyerek başparmağının uçucu dokunuşlarıyla gözleri onda olan kızın çenesini okşamaya başladı. "Bilinçli olarak incitmek isteyeceğim son insan bile değilsin." dedi acı çeker gibi ve nefesini sıkıntıyla dışarı verdi. "İç dünyamın ahengi bozuldu, kayboldum ve inan bana yolumu bulamıyorum." derken yolunu İnci'nin onu dikkatle izleyen kahverengi gözlerinde arıyormuş gibi içli içli baktı onlara. Yutkundu ve cılız tebessümüyle devam etti. "Kaybolmak, önümü görememek bana göre değil. Keşke olsa..."

Yavuz'un söylediklerini anlamayan İnci "Yavuz ben anlamıyorum." dedi kısılan sesiyle.

Kızın aklını bulandırmamak için yutkunarak gülüşünü büyüttü Yavuz ve elini İnci'nin çenesinden uzaklaştırıp arkasına yaslandı.

"Daha önce de dediğim gibi o akşam olup bitenler benimle ilgiliydi. Seni incittiğin için defalarca özür dilerim."

Yavuz'un samimiyetine inanan İnci, adamın iç dünyasındaki karışıklığı merak etse de sınırlarını ihlal etmemek adına bir şey sormamayı tercih etti. İstese kendisi anlatırdı zaten.

"Peki, barıştık o zaman." diyerek tebessüm etti ve havalanan kaşlarıyla omuz silkti. "Küs kalmayı hiç sevmem zaten." derken tehditkar bakışlarını Yavuz'un gözlerine mıhladı. ''Ha ama bu tekrarı olursa kolaylıkla affedeceğim anlamına gelmiyor.''

Onu içten tebessümü ve derin bakışları ile izleyen Yavuz da kafasını sallayıp profiterol dolu tabağı kızın önüne itti.

"Senin için sıra bekledim o kadar. Yemeyecek misin?"

İşittikleri ile içinin bir hoş olmasını engelleyemeyen İnci, gözlerini Yavuz'un gözlerinden kopararak önüne itilen profiterol dolu tabağa indirdi. Sabahtan beri pek bir şey yememişti, aç sayılırdı fakat Yavuz'un geldiği ilk andan bu yana göğsü ve midesi arasında mekik dokuyan karmaşık tatlı hisler iştahını kapatmıştı. Yine de arkadaşlarıyla gitmeyip ona tatlı getirmeyi tercih eden Yavuz'un inceliği için yiyecekti.

"Vay, demek küçük bey benim için sıra beklemiş." diyerek çatalını profiterollerden birine bastırdı. "Kibarlığın alemi yok, yabancı değiliz şurada. Bunu parçalamadan tam yiyeceksin, diğer türlü kreması dağılıyor." derken çatalına sapladığı profiterolü beklemeden bütün şekilde ağzına yolladı.

Bütün şekilde ağzına yolladığı profiterolün çikolata sosu dudaklarına ve çenesine bulaşmış olsa da umursamadan iştahlı mırıltılar çıkararak ağzının neredeyse tamamını dolduran tatlıyı çiğnemeye koyulmuştu İnci. Yutkunma isteğiyle dolan ve hipnotize olmuş gibi bakan Yavuz ise, çenesi ile dudakları çikolata sosuna bulanan kızı izlemeye dalmıştı...

Ağzındaki lokmayı iştahla çiğnemeye devam eden İnci "Ne pasaklı bir şey olduğumu düşündüğünü biliyorum. Makarna yerken dudaklarıma bulaşınca öyle demiştin. Ama tadı harika!" dedi, tutuk bakışları onda kilitli kalmış Yavuz'a. "Sen de ye."

Kapanmış olan iştahına rağmen aldığı leziz tat ile profiterolün ne kadar lezzetli olduğunu anlatırcasına gözlerini kıstı İnci. Onu izleyen Yavuz'un da gözleri de kızı aynalıyormuş gibi kısıldı. O anda kıstığı gözlerini kapatıp başını hafifçe geriye yatıran İnci, kafasını iki yana sallayınca, gözlerini kırpmadan onu takip eden Yavuz da kafasını belli belirsiz iki yana salladı. En sonunda ağzındaki lokmayı yutan ve boğazından yükselen beğeni dolu mırıltılarla dilini dudaklarının kenarındaki çikolata sosunda gezdiren İnci ile ağzı aralanan Yavuz, ne yaptığının farkına vararak kaşlarını çattı. Sonra da dudaklarını hızla birbirine bastırarak avuçlarını ateş basmış olan yüzüne kapatıp sertçe ovuşturdu.

"Çok tazeydi, bayıldım." diyerek gözlerini aralayıp başını yere eğen İnci, masadaki rulo peçeteye uzanıp dudaklarını ve çenesini sildi. Ardından da eliyle alnını ovuşturmakta olan Yavuz'a kayırdı gözlerini. "Sağ ol."

"Afiyet olsun." diyerek gülümsemeye çalıştı Yavuz ve kahvesinden bir yudum aldı. Biraz sessiz kaldıktan sonra aklına gelen şeyle boğazını temizledi ve tepkisini ölçmek adına İnci'nin yüzüne diktiği gözleriyle "Dün akşam Meriç'e evli olduğumuzu söyledin." dedi.

Duyduğu şeyle İnci'nin neşesi azalır gibi oldu. Söylediği her şeyi hatırlıyordu.

"Hatırlıyorum." dedi sıkıntıyla. "Sarhoş olunca gevezeliğim tutar, boş yaparım. Bayağı saçmaladım onu söyleyerek."

Üstelik derin olmasa da Meriç'in ona beslediği duygulardan haberdarken bunu yapmış olmak İnci için hayli nahoş bir durumdu.

İnci'nin sıkıntılı suratı ve söyleyeceği şey hoşuna gitmese de "Ağzının sıkı olduğuna inanıyorsan ona gerçeği söyleyebilirsin." dedi Yavuz kafasını öne eğerek.

"Benin boşboğazlığımdı." diye karşı çıktı İnci. "Bir şekilde hallederim."

*

Efe uyandıktan sonra genç adamla sohbet edip birkaç kısa belgesel izleyen Yavuz, Fikoş ve İnci'nin ısrarlarına rağmen yemeğe kalmayı kabul etmemişti. Ekmek almak için dışarı çıkması gereken İnci de ona eşlik etmiş beraberce apartmanın önüne inmişlerdi. Birbirlerine bakarak gülümsemeleri uzun sürünce boğazını temizleyerek kafasını sağ omzuna yatırdı İnci.

"Görüşürüz o zaman." derken onlara doğru yürüyen Zeynep'i fark edince arkadaşına el salladı.

Zeynep de yanlarına geldiğinde, Yavuz'la ayaküstü sohbet etmeye koyuldular. Çok geçmeden sokağın diğer ucundan sarı vosvosu ile Ulaş giriş yapmış ve karşı kaldırımda sohbet etmekte olan üçlüyü görünce soluğu yanlarında almıştı. Yavuz'un ev meselesinden ötürü ona mesafeli davranmasına aldırış etmemeye çalışarak İnci'nin yanında, Zeynep ile Yavuz'un da tam karşısında dikilerek sohbete müdahil olmuştu hemen.

"Çok şirinmiş araban Ulaş, bir tur attırırsın artık."

İnci'nin söylediği şeyle dilini şaklatarak kafasını iki yana salladı.

"Araba değil, vosvos." dedi çok önemli bir düzeltme yapıyormuş gibi tane tane konuşan Ulaş. "Lütfen Yiğido'm."

Kıkırdayarak Ulaş'ın yanağından makas aldı İnci de hemen.

"Aman aman." derken onları izleyen Yavuz ve Zeynep'e göz kırptı. "Ulaş'cığımın vosvosu da en az kendisi kadar şirin değil mi?"

Dirseğini keyifle İnci'nin omzuna yaslayarak böbürlenircesine sırıtan Ulaş ise, Zeynep'ten ayırdığı yeşil gözlerini birkaç saniye için İnci'ye kaydırdı.

"Öv beni!"

Kahkaha atan İnci ellerini Ulaş'ın yüzüne uzatıp adamın yanaklarını sıkarak sevmeye başladı onu. ''Şu suratın bebeksi karizmasına bakın. Ok gibi kaşlar, cin bakışlar, hokka burun, poy pos endam!'' diyen İnci'nin her kelimesiyle zevkten dört köşe olan Ulaş, yan bakışlarla onları sırıtarak izleyen Zeynep'in tepkisini kontrol etmeyi de ihmal etmiyordu.

Yanaklarını sevmeyi kesen İnci'nin omzuna doladığı koluyla Zeynep'ten ayırmadığı gözleriyle sırıttı Ulaş.

''Allah sahibime bağışlasın değil mi İnci?''

Yanakları kızaran Zeynep sessizce ''Salak ya.'' diye söylenip kafasını yere eğerken ''Tabii.'' diyen İnci kıkır kıkır güldü.

O esnada "Kırmızı vosvos istiyordun, neden sarı aldın?" diye sordu o anda ellerini kabanının ceplerine sokan Yavuz.

Abisinin sorusuyla muzip bakışları Zeynep'te olan Ulaş Yavuz'a dönüp omuz silkti.

"En sevdiğim rengin kırmızı olmadığına karar verdim." derken, kulakları onda olan Zeynep, gülümsememek için kafasını yere eğmişti.

"İyi, hayırlı olsun bakalım Ulaş."

O sırada "Ooo yeni enişteler mi bunlar?" diyerek apartmandan çıkan Emre, Yavuz ve Ulaş'a selam vererek üzerindeki siyah şişme montun fermuarını çekti. "Bu apartmanın müzmin bekarı bir ben mi kaldım?"

Zeynep hayır dercesine başını iki yana sallarken Emre'yi gülerek dinleyen İnci, genç adamı Ulaş ve Yavuz ile tanıştırırken aklı eski enişteler lafında kalan Ulaş, tanışma seremonisinin bitmesini zor beklemiş ve Emre'den ayırmadığı gözleriyle "Eski enişteler, nasıl birileriydi o dallamalar?" diye sabırsızca soruvermişti.

"Ulaş!" diye ikaz eden Zeynep ile İnci de dirseğini Ulaş'ın karnına geçirince. "Ne var ya merak ettim!" diye homurdandı Ulaş.

"Valla ikisi de-"

Emre'nin devam etmesini karşı apartmandan kopan "İmdat!" çığlığı bölünce hepsinin bakışları o tarafa çevrilmişti. Mualla teyze çığlık çığlığa bağırıyordu.

"Bana çöp attıran teyzenin sesi." diyen Ulaş, Yavuz ile beraber önden seğirtip karşı apartmana koşunca İnci, Zeynep ve Emre de telaşla onları takip etti.

Hep beraber en üst kata çıkıp yaşlı kadının kapısına dayandıklarında, üzerindeki pandalı polar pijamaları ile kapıyı açıp nefes nefese dışarı attı Mualla teyze kendini.

"Mualla teyze iyi misin?" diye sordu İnci. Ardından da parmaklarını kadının bileği üzerinden nabzına yasladı. "Tansiyonun yükselmiş."

"Ay ay." diye ağlamaklı soluklanmasıyla elini göğsüne yaslayıp dövünen kadın ise "Fare var. Allah'ını seven çıkarsın onu evden."

Kadına bir şey olmamış olması hepsini ferahlatırken, gergin kalan tek kişi Ulaş'tı. Zira oldu olası farelere, böceklere ve yılanlara karşı fobi derecesinde korku beslemişti. Fakat Zeynep de buradaydı ve kıza korkusunu belli etmek istemediğinden dik tutmaya çalıştığı omuzlarıyla kaşlarını çattı.

"Nerede teyze?" diye sordu büyüklenmeci tavrıyla. "Abimle hallederiz şimdi."

Ulaş'ın korkusunu az çok bilen Yavuz, ne diyorsun sen dercesine çatılan kaşlarıyla sorgularcasına kardeşine dönse de Ulaş oralı olmadı.

"Salonda." diyen Mualla, bir koluna Zeynep'i diğerine de  İnci'yi alarak kenara kaydı. "Süpürge saplarını kapının arkasına dayadım. Geçin yakalayın oğlum."

Önden geçen Ulaş, Yavuz'u da kolundan tutup içeri çekerken Emre de peşlerinden girdi. Zeynep'in görüş açısından çıkar çıkmaz Yavuz'u öne iten ve abisinin arkasına saklanan Ulaş, kaptığı süpürge saplarını onu izleyen Yavuz ile Emre'nin ellerine tutuşturdu.

İnci'nin dışarıdan "Zarar vermeyin sakın hayvana!" ikazıyla dudaklarını kemiren Ulaş da "Zarar vermeyin sakın hayvana." diye kızı tekrar etti sanki abisi ve Emre İnci'yi duymamış gibi.

O sırada salondan koridora koşan minik fare ile çığlık atmamak için elini ağzına kapatan Ulaş, ayakları üzerinde tepinircesine zıplamaya başlayınca onu izleyen Emre gür bir kahkaha patlatmış, Yavuz da iş başa düştü dercesine oflayarak hayvanın peşine düşmüştü. Uzun süren kovalamacanın ardından önce dış kapıya oradan da apartmanın içine koşan fare, bulduğu ayakkabılığın altına saklanınca çığlık atan Mualla teyze ile Ulaş, Yavuz ve Emre de dışarı çıkmışlardı.

"Şu mendeburu apartmandan çıkarın bakın hepinize birer kutu kahve fincanı hediye ederim." dedi Mualla tiksinen suratıyla minik fareyi kastederek. "Gençliğimizde porselen dükkanımız vardı. Bir odamız hala ağzına kadar dolu."

"Aa bize de hediye etmiştin Mualla teyze, antika havası vardı çok güzellerdi." diyerek gülümsedi Zeynep.

Hatırladığı şeyle heveslenen İnci de "Feriköy'deki antika pazarında okuturuz yine onları." deyiverdi hemen.

"Ne?"

Kaşları hızla çatılan Mualla İnci'ye dönerken Emre kahkaha atmış, Yavuz ve Zeynep bıyıkaltı gülmeye başlamış, fareden dolayı diken üstünde olan Ulaş ise ayakkabılıktan ayırmadığı gözleriyle işittiklerine odaklanamadığı için sessiz kalmıştı.

"Size hediye ettiğim fincanları sattınız mı?"

Sessizce gülen Zeynep'in kaş göz etmesiyle çam devirdiğini anlayan İnci, şirin görünme gayretiyle yaşlı kadının sokulup yanağına ufak bir buse kondurdu hemen.

"Ama Mualla teyzem o parayla Mardin'deki tatlı bir köy okuluna okuma kitapları ve yapboz setleri almıştık." dedi tatlı tatlı. "Minicik kalplere dokundun fena mı?"

Küskünce omuz silkerek "Size daha yok oğlanlara vereceğim." diyen Mualla, Ulaş'a çevirdi gözlerini. "Yeni kiracı, yakala oğlum. Süpürge sapıyla yokla ayakkabılığın altını hadi."

Gözleri tereddütle irileşen Ulaş, yaşlı kadına dönüp boş boş yüzüne baktı. Onu izlemekte olan Zeynep de "E hadi ama Ulaş." deyince dudaklarının iç kısmını kemirmeye başlayan adam, endişeyle yutkunarak bıyıkaltı gülen abisi ile Emre'ye döndü.

"Sen oradan çıkmasını sağla biz buradan kıstıralım." dedi Emre gülmeye devam ederek. "Hadi bakalım."

El mahkum farenin gizlendiği ayakkabılığa doğru yürüyüp avcuna hapsettiği süpürge sapı ile ayakkabılığı dürttü. Dürter dürtmez de gürültüden korkan minik farenin dışarı çıkıp Ulaş'a doğru koşmaya başlamasıyla, genç adamın başından aşağı kaynar sular dökülmesi bir olmuştu.

"Aha lan git git, imdat!" diye bağıran Ulaş önde apartmandan kaçıp canını kurtarma derdinde olan fare arkasında çığlık ata ata merdivenleri inmeye başlamışlar, onların peşinden koşan Emre de "Dur öldüreceğim." diyerek Ulaş ile fareyi takip etmeye koyulmuş, Emre'den duyduğu şeyle "Hayır, sakın öldürme!" diye çığlık atan İnci de onların peşine düşmüş, kızın merdivenleri aceleyle üçer beşer inmesini izlerken endişesi artan Yavuz da "İnci yavaş, düşeceksin." diyerek İnci'nin arkasından koşmuş, gülme krizine giren Zeynep ise Mualla teyze ile olduğu yerden kıpırdayamamıştı.

Saniyeler sonra zavallı fare apartmanın zemin katına inip bir köşeye iliştiğinde kalbi ağzında atan Ulaş merdivenlere yığılmış, hayvanı öldürmeye çalışan Emre'yi ve onu durdurmaya çalışan İnci'yi izlemeye başlamıştı.

"Emre, dışarı çıkacak zaten hayvan! Çekil, sakın vurma!"

Nihayet koşarak onlara yetişen Yavuz, Emre'yi tutup kenara çekince hengame duruldu. Emre tehlikesi ortadan kalkınca, dehşet içinde köşeye çekilen ve sindiği köşeden korkuyla etrafı izleyen minik fareye eğildi İnci. Minicik ellerini kendisini korumak istercesine kafasının yanında birleştirmiş, nefes nefese kalmış ve ufacık gözleri de yaşlarla dolmuştu.

"Emre seni mahvedeceğim! Nasıl korkmuş hayvan." diyerek dizleri üzerine çöken İnci, acıdan kaçan ve yaşama tutunmak isteyen minicik cana içinin parçalandığını hissederek gözyaşı dökmeye başladı. "Gözleri bile dolmuş, ah canım benim."

Elini uzatıp hayvana dokunacağı sırada "İnci dur." diyerek yanına çöken Yavuz ile durdu. "Biliyorum, onun için üzüldün ama mikrop taşıyor olabilir." derken cebinden çıkardığı peçete ile minik fareyi incitmeden yakaladı Yavuz. "Zarar vermeyeceğim korkma. Sokağa bırakacağım yalnızca."

İnci ona güvenle başını sallayınca ayaklandı Yavuz ve elindeki peçetede olan hayvan ile apartmanın dışına çıkıp sokağa bıraktı minik fareyi.

Kaldırımda koşarak sokağı terk eden hayvanı merhametli tebessümüyle izlerken, apartmandan çıkıp ona doğru koşan ve aniden boynuna atlayan İnci ile kısa süreli şok yaşasa da kollarını kızın beline dolaması fazla zamanını almamıştı.

"Yardımın için teşekkür ederim Yavuz."

Huzurla kuşatıldığını hisseden Yavuz, başını eğip İnci'nin omuzlarına dökülmüş olan saçlarına bastırdı burnunu. Daha dün gece haşır neşir olduğu şeftali kokulu saçlardan doyumu imkansız derin soluklar çekti içine. Saniyeler içinde dünyadan soyutlanmak, çevreyi yalnızca İnci'den ibaret kılmak bu kadar basitti onun için. Ona sımsıkı sarılmaya devam eden İnci için de durum farklı değildi. Hissettiği yoğun minnetten Yavuz'un boynuna bastırdığı burnuyla özlediği karanfil kokusundan kopmak istemiyordu.

Fısıltı halindeki sesiyle "Çok içlendim zavallı hayvana." diyerek gözyaşı dökmeye devam ederken, Yavuz'un saçlarında dolaşan ellerini hissettiğinde daha çok ağladı. "O minicik elleriyle başını koruyordu. İnsan olmadıkları için canları bu kadar değersiz olmamalı. Onlar da acı çekiyor, onların da canı en az bizler kadar tatlı."

"İyi ki yufka yürekli İnci'ye denk geldi."

Usulca geri çekilip İnci'nin yüzünü avuçları arasına alan Yavuz, merhametle işaret parmağının tersini kızın yanaklarına kayan yaşların üzerine bastırdı ve nazikçe yok etti onları. İnci tanesi gibi tertemiz, pırıl pırıl kalbi vardı kızın. Sevecen gözlerini sevdiği kadından ayırmadan gülümsedi. İnci de ondan farklı değildi. Nemli gözlerindeki derin minneti silmeden kocaman gülümsedi Yavuz'a. Gamzelerini cömert elden ortaya çıkaran gülüşü, Yavuz'un aşık kalbini karıncalandıracak kadar güzeldi.

"İyi ki yufka yürekli Yavuz'a denk geldi." diye fısıldadı İnci de.

Aynı anda yüreklerinden taşan sevgiyle iç çektiler.

O esnada apartmandan çıkıp elindeki sopayı çöp konteynırına fırlatan Emre ise, İnci ve Yavuz'u süzüp "Ah ulan Büşra ah, millet el kadar fareden bile romantizm döndürüyor. Biz de böyle olabilirdik hain kadın!" diye söylenerek sokağın karanlığına karıştı.

Emre'nin söylediklerinden sonra gözlerini Yavuz'dan kaçırdı İnci.

"Ben de ekmek alayım artık." dedi hızlıca.

Ceplerine soktuğu elleriyle "Görüşürüz." dedi Yavuz da.

Kırpılmayan gözleriyle ona sırtını dönüp markete doğru yürümeye başlayan İnci'yi izlerken, sağ elini havalandırıp başparmağı ile tutuk tebessümünden ötürü iki yana kıvrılmış olan dudağının kenarını kaşıdı. Tatlı bir sarhoşluk ifadesi yerleşmişti yüzüne.

O sırada üzerindeki korkudan sıyrılan ve elinin tersiyle terli alnını silen Ulaş, "Hey, Romeo Baytek!" dedi apartmanın içinden izlediği abisine imayla bağırarak. "Gel de kardeşinin evini gör."

Ulaş'a kırgın hissetse de bu teklifi reddetmedi Yavuz.

*

"Yeni kahve alalım mı?"

Batuhan'ın fısıltısı ile başını ders notlarından kaldıran Duru, esneyerek yorgun bakışlarını kütüphanede gezdirerek başını salladı.

"İlker sen de geliyor musun?" diye sormak için başını yana çevirdiğinde, genç adamın masaya koyduğu başıyla uyuduğunu görünce uyandırmaya kıyamadığından sustu Duru.

Batuhan'la beraber montlarını alıp kütüphaneden çıkarak koridora ilerlediler. Otomattan aldıkları kahveler ile bahçeye çıktıklarında Duru'nun birkaç gündür moralsiz olduğu Batuhan'ın gözünden kaçmamıştı.

"Duru, sessizsin?" diye sordu Batuhan. "Moralin bozuk gibi."

Sıkıntıyla kafasını sallayan Duru, yaşaran gözlerini Batuhan'ın gözlerine dikti. Ardından da Yavuz'la olanları anlattı.

"Şimdi yeni bir firma ayarlamış gezi için ." dedi yakınmayla. "Onu çok seviyorum, kötü niyetli olmadığını da biliyorum ama bu kadar temkinli olması beni yoruyor. Kim bilir kendisi ne kadar yoruluyordur..." derken vicdan azabıyla yutkundu. ''Ona onun gibi bir abi istemediğimi söyledim ama öyle değil, iyi ki benim abim ama...''

Ağlayan kıza sarılıp saçlarını okşadı Batuhan, ''Yavuz abi senin söylemek istediğin esas şeyi anlamıştır.'' diyerek burnunu çeken Duru'nun saçlarına ufak öpücükler kondurdu. ''Temkinli olmak elbette gerekli ama fazlası maalesef anı ıskalatıyor."

Gözyaşlarını silmek için geri çekilen Duru, elindeki karton bardaktan yeni bir yudum alarak Batuhan'dan ayırmadığı gözleriyle gülümsedi.

''Teşekkür ederim Batuhan.''

"Ne demek Duru. Eee gidecek miyiz peki yeni firma ile?"

Batuhan'ın çoğul düşünmesi Duru'nun sıkıntılı ifadesini tamamen dağıtmış ve kocaman gülümsemesini sağlamıştı.

"Benim için planı bozmak zorunda değilsin ki. Sen istediğin firmayla gidebilirsin."

Gözlerini Duru'dan ayırmadan elindeki karton bardağı önünde dikildikleri bankın üzerine bırakan Batuhan, kıza doğru bir adım atıp aralarındaki mesafeyi kısalttı. Ardından da havalandırdığı sol elini Duru'nun şakaklarına dökülmüş olan kıvırcık saçlarına yaklaştırarak usul usul okşadı onları.

"Ben seninle gitmek istiyorum." diye fısıldadı kendinden emin biçimde.

Kesilen soluğu, hızlanan kalbi ve kızaran yanakları ile önce bir yanıt veremedi Duru. Elindeki karton bardağı düşürmemek için parmaklarını ona daha sıkı dolarken, Batuhan'ın yoğun bakışları başını döndürmüştü.

"Gi-gitmek ister misin?" diye sorabildiğinde heyecandan titreyen sesi Batuhan'ı biraz daha gülümsetmiş, bu gülüş de Duru'nun içini kıpır kıpır etmişti.

"Evet, seninle gideceksek gitmeyi çok isterim."

Duru'nun karton bardağı tutan ve anbean uyuşan parmakları gevşeyince bardak yeri boylamış ve ikisi de bardağı almak için aynı anda dizleri üzerine çökünce kafaları çarpışmış ve gülmeye başlamışlardı.

Batuhan'ın "Özür dilerim." diyerek, kafasını yerden kaldırması yüzleri arasındaki mesafe iyice kısaltmış, Duru'nun kesik soluklarını yüzünde hissetmesine sebep olmuş ve genç adamın başı da Duru'nunki gibi dönmeye başlamıştı.

Ne diyeceğini bilemeyen Duru, "Şey filmlerdeki gibi oldu." diyerek gülmeye çalışsa da Batuhan'ın gözlerinin dudaklarına kaydığını fark edince irileşen gözleriyle nefesini tuttu. Hislerine ad koymamıştı henüz. Gerçi ne hissettiği gün gibi ortada değil miydi? Heyecanla yutkundu. Batuhan da ona karşı aynı şeyleri mi hissediyordu yani? Kızın gözleri de Batuhan'ın dudaklarına kayarken yüzlerini aynı anda birbirlerine yaklaştırdılar.

Ilık solukları, dudaklarından evvel kucaklaşırken ellerini havalandıran Batuhan, onları nazikçe Duru'nun yüzüne sardı ve yükselen cesaretiyle alnını kızın alnına yasladı.

"Seni öpmek istiyorum." diye fısıldadı izin ister gibi.

İşittiği şeyle kalbi artık tamamen ağzında atan ve gülüşü büyüyen Duru, sözel bir yanıt vermek yerine ellerini havalandırıp tıpkı Batuhan'ın ona yaptığı gibi genç adamın yüzünü avuçladı ve tek saniye dahi beklemeden hızla dudaklarını birleştirdi. Birbirini bulan sıcak ve sabırsız dudakları, içlerindeki kuvvetli sabırsızlığın aksine sevgi dolu yumuşak temaslarla tanışırken, bu tanışmadan hayli memnun kalan kalpleri adeta bayram yeriydi. Bayram yerinden yükselen coşkulu melodi, dudaklarının ilk dansına kanatlanmış ruhlarını da ortak edince öpüşmelerine gülümseyerek devam ettiler. Yuvarlanıp giden saniyeler de dahil kendileri dışında kalan her şey onlar için anlamını yitirse de bir müddet sonra nefes almaları gerekliliği baskın gelmiş ve nefes nefese geri çekilmişlerdi.

Birleşen alınları, aralayamadıkları gözleriyle elleri hala birbirlerinin yüzlerinde ve nefes nefeseydiler.

"Otomat kahvesinin bu kadar lezzetli olduğuna ilk kez şahit oluyorum." diye fısıldadı Batuhan, kızın dudaklarından aldığı kahve tadına ithafen. Ardından da kesik kesik solumaya devam ederek ekledi. "Duru, ben sana karşı çok yoğun şeyler hissediyorum."

İçi içine sığmayan Duru sevinçle, "Ben de." diye fısıldadı.

Ansızın yaşadıkları yakınlaşma ve peşine gelen derin itirafla ne yapacaklarını bilemediklerinden sımsıkı sarıldılar birbirlerine. Batuhan yüreğini kısacık sürede iyileştiren kızın varlığına tüm benliğiyle şükrederken, Duru da kalbini ilk kez böylesine derin hislere açmış olmanın heyecanını yaşıyordu.

Bir süre daha sarıldıktan sonra el ele tutuşup ayağa kalktılar. Ders çalışmaya geri dönemeyecek kadar mutluydular. Soğuk havaya rağmen kütüphaneye geri dönmediler. Kalplerinden taşan sıcak hisler onları ısıtırdı zaten. Ellerini tek saniye olsun ayırmadan, sabaha kadar bayram yeri olacak olan kalplerindeki heyecanla kampüsü turlamaya, yaprakları dökülmüş olan ağaçların altında yürümeye koyuldular. Bunları yaparken dudaklarının tanışıklığını arttırmayı da es geçmediler tabii...

*

Mesafeli tonlamasıyla "Güzelmiş evin." diyerek gözlerini Ulaş'ın salonunda gezdiren Yavuz imayla gülümsedi. "Davet edebilmeyi akıl etmen aşırı ince bir davranıştı, teşekkür ederim."

Dönebilen yuvarlak berjerinde sağa sola dönerek abisini izleyen Ulaş, Yavuz'un laf sokma gayretini anlamış ve dalga geçercesine gülmeye başlamıştı.

"Can ciğer kuzu sarmasıymışız da birden seni hayatımın dışına itmişim gibi davranmayı kes Yavuz!" dedi hala gülmeye devam etse de seçtiği ton buz gibiydi. "Ne istiyorsun, seni attığım her adımdan haberdar etmemi falan mı? Üzgünüm abicim, ben Duru değilim!"

''Şaşırmadım işte onu söylüyorum.''

''Of senin triplerini hiç çekemem Yavuz.''

Kardeşi için önemsiz biri olmayı ve her seferinde bir şekilde uzağa itilmeyi artık yediremeyen Yavuz, çatılan kaşlarıyla kollarını iki yana açıp "Ya sen niye böylesin?" diye bağırdı öfkeli sitemiyle. "Aşılamaz duvarlarından bıktım artık!"

Yavuz'un bağırmasıyla oturduğu berjerde sağa sola dönmeyi kesen Ulaş, artan öfkesinin getirisi olan hiddetle ayağa fırlayıp abisinin karşısına dikildi ve Yavuz'u işaret parmağı ile omzundan geriye itti.

Hayrete kapılmış gibi "Aşılamaz duvarları olan ben miyim lan?" diye bağırırken yeşil gözleri bir anda kan çanağına dönmüştü. "Kendini geri çeken, beni görmeyen ve duymayan hep sendin Yavuz!"

Boğazına oturan yumruyla gözlerini kısıp kaşlarını biraz daha çatan Yavuz, başını ağır ağır iki yana salladı.

"Sen..." dedi kırgın sesiyle. "Sen Ulaş, bana hep nefretle baktın." diyerek dolan gözleriyle pes etmiş gibi omuz silkti. "Geçmişe bakıyorum. Beni sevdiğini hissettiğim, abin olarak gördüğünü düşündüğüm tek bir an dahi yok..." derken Ulaş'ın buruk bakan yeşil gözlerindeki doluluğu fark ederek kafasını yere eğdi ve arkasına döndü. "Sen de haklısın, sırf kardeşiz diye beni sevmek veya hayatında tutmak zorunda değilsin. Olmamalısın da zaten. Neyse, gideyim artık."

"Ya sen bana gerçekten baksaydın sevgimin de hayal kırıklığımın da ne kadar büyük olduğunu görürdün!" diyen haykıran Ulaş'ın kızgın ve boğuk sesi ile söyledikleri, salondan ayrılmak için hareketlenen Yavuz'u durdurmaya yetmişti. Yavaşça kardeşine dönüp, kısılı gözlerini Ulaş'ın buğulu bakışlarıyla buluşturdu. Gözlerindeki doluluk her geçen saniye artan Ulaş ise, buruk gülüşü ve kırgın sitemiyle yutkundu. "Abim gibi hissettirmedim öyle mi?" diye kederle fısıldarken kollarını iki yana açtı. "Peki sen? Sen benimle oynamaktan neden vazgeçtin abi?"

Donakaldı Yavuz. Böylesine bir şey duymayı asla beklemediğinden şok içinde ağır çekimdeymiş gibi  kardeşine döndü. Ulaş'ın yaşlı gözlerini ve o gözlerdeki çırılçıplak hayal kırıklığını görmek midesine hoyrat bir yumruk gibi inip, amansızca yüreğini yaktı. Zira karşısında 27 yaşında bir adam değil de küçük ve kırılgan bir oğlan çocuğu vardı sanki...

"Ulaş..."

Yutkunamadı Yavuz. Nermin yüzünden iç dünyasına çekildiğinde, küçük kardeşini ihmal ettiğini asla fark etmemişti. Başından aşağı kaynar sular dökülmüş gibi sersemlemişti. Ufak ve donuk adımlarla koltuğa ilerleyip oturdu. Kazan gibi olan başını taşımakta zorlanıp, kalbindeki derin sızıyla cebelleşse de bu soruyla kendini yıllarca hırpaladığı belli olan kardeşine cevap vermeli ve Nermin'i anlatmalıydı. Ulaş bu cevabı almayı hak ediyordu. Onun için hiç kolay olmasa da karşısındaki duvara diktiği ifadesiz gözleri ve kısık sesiyle geçmişi tıpkı İnci'ye anlattığı gibi anlatmaya başladı. Nermin'in ona bahşettiği ve canavarlardan çok daha korkutucu olan endişelerini bir bir kelimelere döktü...

Duyduğu her cümleyle beti benzi atan Ulaş, bacaklarının gücü kalmamış gibi sarsak adımlarla Yavuz'un yanına ilerleyip dehşete kapılmış gibi abisinin yanına ilişti. Sıkışan göğsü ve daralan nefesiyle Yavuz'un zorlanarak anlattıklarını dinledi. İşittikleri kafasında yıllardır oturmayan şeyleri bir bir yerine oturturken, dişlerini sıkıp hırsla dolmaktan alamıyordu kendisini. Yaşadıklarını ter kan içinde kalarak anlatan Yavuz, güç bela son cümlesini de söyleyerek sustuğunda, inanamazlıkla kafasını iki yana salladı Ulaş ve gözlerini yumarak çatlayacakmış gibi olan kafasını iki eli arasına sıkıştırdı.

"Aşağılık kadın, ikimizin hayatını da mahvetmiş!" diye tısladığında, Yavuz'un kan çanağına dönmüş gözleri duyduğu şeyi algılayamadığından kardeşine çevrilmişti. "İkimizi de manipüle etmiş!"

"Ne demek bu?"

Nemli bakışlarını abisine çevirerek acı acı gülümsedi Ulaş. Geçmişi açma sırası ondaydı.

2000, İstanbul

Onları ziyarete gelmiş olan anneannesi ile kurabiye pişiren annesi mutfakta sohbet ederken, gözleri duvar saatinde olan Ulaş sabırsızdı. Abisinin eve geleceği saati iple çekiyordu. En sevdiği oyuncaklarını hazır etmişti, Yavuz abisi belki bugün onunla oynardı. Çocuksu umudu karşılık bulamasa da hiç sönmüyordu. Minik kalbindeki inanç her daim tazeydi.

Beklediği zil nihayet çaldığında, minik bedenini heyecanla oturduğu sandalyeden aşağı itip, peşinden gelen annesiyle beraber kapıya koştu. Beraberce açtıkları kapının ardında okul giysileri, kızarmış yanakları ve kocaman sırt çantası ile dikilen Yavuz'u görünce gülüşü büyüdü.

Fakat heyecanla beklendiğinden bihaber olan Yavuz, kardeşi ile göz teması kurmadan hızlı ve ürkek adımlarla içeri süzülüp dudaklarını yaladı.

"Anneciğim, karnın aç mı?"

Annesinin sorusu ile kafasını iki yana salladı Yavuz. O esnada çocuğun kızarmış yanakları Seda'nın dikkatini çekince elini şefkatle Yavuz'a doğru uzattı. Annesinin ateşine bakacağını anlayan ve hasta olduğunun bilincinde olan Yavuz ise tüm halsizliğine rağmen hızla geri sıçrayıp gülümsemeye çalıştı.

"İyiyim ki ben." dedi hasta olduğunu gizleme telaşıyla. Annesine yük olursa kadının gideceğine inandığından kalbi hızlanmış, boğazı korkuyla düğümlenmişti. "Şey servis çok sıcaktı, ondan kızardım. Valla çok iyiyim anne, yorulma sen."

Sevgi dolu bakışlarını Yavuz'dan ayırmadan gülümsedi Seda.

"Güzel oğlum benim, seninle ve kardeşlerinle ilgilenmek asla yormaz ki beni." dese de annesine yaklaşmadı Yavuz.

Ödevleri olduğunu söyleyerek annesini geçiştirip, üst kata uzanan merdivenlere koştu. Ulaş da abisinden ayırmadığı gözleriyle onun peşinden koşunca çocuklara kurabiye tabağı hazırlamak için mutfağa döndü Seda.

Yavuz önde Ulaş arkada iki kardeş merdivenlerin ortasına ulaştıklarında, Yavuz'un elinden tutup abisini durdurdu Ulaş.

"Abi, oyuncaklarımı hazırladım." dedi ancak abisinin yüzünde herhangi bir kıpırtı görmeyince alçalan buruk sesiyle ekledi. "Bugün de mi benimle oynamayacaksın?"

Kazayla kardeşine veya onun oyuncaklarına zarar vermekten ve problem yaratmaktan korkan Yavuz, elini Ulaş'tan çekip kafasını hızla iki yana salladı.

"İdil ablamla oyna Ulaş."

"Ama ben seninle oynamak istiyorum."

"Çok ödevim var." diyerek Ulaş'ı arkasında bırakıp odasına koştu Yavuz.

Dudakları hayal kırıklığıyla aşağı bükülen Ulaş ise, dolan gözlerini ovuşturarak merdiven trabzanlarına tutuna tutuna aşağı kata geri döndü. Aralık duran mutfak kapısına ilerledi.

"Yavuz'un hali hiç hoşuma gitmiyor. 3 yıl önceki canlı çocuk gitti yerine bambaşka biri geldi sanki." dedi, tabağa kurabiye dolduran Seda üzüntüyle. "Çok sessizleşti yavrum."

Ekşiyen yüzüyle kızını dinleyen Nermin, eleştirel biçimde başını iki yana salladı.

"Aman bırak, babası düşünsün Seda! Elin çocuğuna kafa yorma, sen mi doğurdun sanki?"

Anneannesinin kızgın sesiyle söylediklerinin ardından irileşen nemli gözleriyle kapının önünde kalakaldı Ulaş.

"Anne! Sana defalarca böyle konuşmamanı söyledim!" diyerek üzüntülü öfkesiyle annesine karşı çıkan Seda sesini alçalttı. "Anne, bak böyle şeyler söylemeye devam edeceksen bir daha buraya gelmeni istemiyorum."

Gözleri yuvalarından fırlarcasına açılan Nermin, oturduğu sandalyeden hışımla fırlayıp kızının karşısına dikildi hemen.

"Elin piçi için anneni mi kovuyorsun sen?!" diye bağırdı.

Annesinin anlaşılamaz hırsı, öfkeli gözü dönmüşlüğü ve kararmış kalbi ile Yavuz hakkında söyledikleri, yüreğine saplanan Seda kendisini tutamayarak ellerini yüzüne kapatıp ağlamaya başlamıştı. Sevmeye doyamadığı masum oğlu için bunları duymak kadını mahvediyordu.

"O benim yavrum, el kadarken aldım onu kucağıma." diye hıçkırırken elini kavrulan kalbine bastırıp başını iki yana salladı. "Ben onu buramda büyüttüm! Suçu günahı olmayan masum bir çocuk için nasıl böyle şeyler söylersin? Onu karnımda taşımamış olmamın ne önemi var?!"

Kıstığı nefret dolu bakışlarıyla tükürürcesine "Anasının bile istemediği çocuğu kendi doğurduklarından daha çok seviyorsun!" dedi Nermin. "Utan kendinden utan!"

Böyle bir anneye sahip olduğu için katıla katıla ağlayan ve bir cevap veremeyen Seda'yı arkasında bırakıp hışımla dışarı çıktı Nermin. Mutfak kapısının önünde ağlayarak kulaklarını kapatmış halde duran Ulaş'ı görünce Seda görmeden çocuğu kolundan tutup odasına götürdü. Şok içinde ağlamaya devam eden Ulaş'ı yatağına oturtup çocuğun önünde dizleri üzerine çöktü.

"Ah benim güzel çocuğum, kadersiz yavrum. Bakma sen annene. O en çok Yavuz'u seviyor ama benim en çok sevdiğim sensin." dedi ve söylediklerinden haz alıyormuş gibi elini uzatıp Ulaş'ın saçlarını okşadı. "Duydun değil mi onu annenin doğurmadığını?"

6 yaşına henüz girmiş olan çocukla konuştuğunu umursamadan ona ıslak gözlerle bakan Ulaş'a yüzünü ekşitti.

"İdil ve seni doğurmamış gibi en çok Yavuz pisliğini seviyor o annen. Bak ona dedim kendi doğurduklarından daha çok seviyorsun diye cevap bile veremedi. Duydun değil mi? Baban da onu sizden daha çok seviyor." diyerek büzüştürdüğü dudaklarıyla şoktaki Ulaş'ı kendine çekip sarıldı çocuğa. "Ah benim Ulaş'ım, seni hep o pislikle kıyaslayacaklar biliyorum ben. Ama sen aldırış etme tamam mı, ben en çok seni seveceğim."

İşittikleri minik kalbine batan Ulaş hıçkırarak kafasını iki yana salladı.

"Ama... Ama ben beni en çok abim sevsin istiyorum." dedi titreyen sesiyle ağlamaya devam ederek.

"Kaç gündür sizdeyim senin yüzüne baktığı mı var? Annesi başka onun, o yüzden seni sevmiyor. Nankör o Yavuz, nankör."

Burnunu çekerek "Nankör ne demek?" diye sordu Ulaş.

Hastalıklı hevesiyle gözleri ışıldadı Nermin'in.

Dünyaya dair bilgisi kısıtlı olan ufacık çocuğun beynine sevilmeme, değersizlik ve yetersizlik tohumları ektiğini bilmeden bilse de umursayacak olmadan kin ve nefret dolu söylemleri ile Ulaş'ı doldurdu Nermin. Konuştuklarını kimseye anlatmamasını da tembih ederken, Yavuz'un yaşadıklarından bihaber olan çocuk ona sevmediğine inandığı abisinden o günden itibaren yavaş yavaş vazgeçmeye başladı.

Günümüz

"Ömrüm en çok sevilen çocuk olan senin gölgende geçti abi. Tercih edilmeye değer biri olmadığıma inandım hep. Kıyasların kaybedeniydim ben. Meğer hepsi Nermin'in safsatalarıymış." diyen Ulaş, kıstığı yaşlı gözleriyle alnını ovuşturarak canı yanıyormuş gibi dişlerini sıktı. "Büyüdükçe anlattıklarının yalandan ibaret olduğunu anladım, ama yanlış öğrenmeler kolay kolay değişmiyor işte Üstelik senin kendini geri çekmelerine de cevap bulamayınca durumu beni sevmediğine yordum ben hep..."

Nermin'in yalnızca kendisine değil, Ulaş'a da zarar verdiğini öğrenen Yavuz, duyduklarının ağırlığı altında ezilirken kelimenin tam ve gerçek anlamıyla kahrolmuştu. Üstelik kendi derdine düştüğü için farkında olmadan kardeşini ihmal etmiş olması da cabasıydı. Islak gözlerini tavana dikip nefes almayı denedi ama içindeki yangın dinmedi. Nasıl görememişti kardeşinin ona ihtiyaç duyduğunu? Nermin'den tüm benliğiyle bir kez daha nefret ederken yüreğindeki yangınla gözyaşlarını serbest bıraktı. Saniyeler sonra da yanaklarına durmaksızın süzülen yaşlarla kıpkırmızı kesilmiş olan yüzünü Ulaş'a çevirdi.

"Her şey seninle oynadığımız oyuncak trenin ufak bir parçasını yanlışlıkla kırmamla başlamıştı." dedi titreyen kısık sesiyle. "Problem çıkarmamak için görünmez olmam lazımdı. Çocuk aklımla yıllarca buna inandım. Seninle oynarken de sana veya oyuncaklarına istemeden zarar verirsem, problem çıkarırım ve annem gider sanıyordum. Üstelik içimdeki kaybetme korkusu öylesine kuvvetliydi ki oyun oynamak aklımın ucundan dahi geçmiyordu..."

Dirseklerini dizlerine yaslayarak ızdırap ve öfke ile öne eğilen Ulaş, elleriyle yüzünü örtüp sessizce ağlarken işittiklerini sindiremiyordu.

"Neden daha önce anlatmadın?" diye sorarken kahrolmuş yüzünü abisine çevirdi. "Ben senin bunları yaşadığını bilmiyordum, bilsem..."

"Ben de senin yaşadıklarını bilmiyordum." diyerek kederle gülümsedi Yavuz. "Bilsem, beni sevmediğini düşünmezdim. Seni sevmediğimi düşünmene de asla izin vermezdim!"

Sıkıntılı nefesini gürültüyle dışarı veren Ulaş, kafasını önüne eğdi. Ardından da sancıyan boğazına rağmen ağlayarak kahkaha attı.

"Beni seviyor muydun lan?" diye sorarken hem hınzır ve mutlu hem de hayıflıydı. Ama hayıflanışı abisine değildi. Hasta zihniyetli anneannesineydi. "Ben yıllarca beni en çok seven kişinin hastalıklı anneannem olduğuna inanmıştım."

Başını iki yana sallayan Yavuz, umutla parıldayan yaşlı gözlerini kardeşinden ayırmadan koltukta Ulaş'a doğru kaydı. Elini kızarmış yeşil bakışları dizlerinde olan kardeşinin omzuna yaslayarak babacan biçimde sevgiyle sıvazladı.

"İdil ablam, sen ve Duru benim canımsınız." dedi tüm içtenliğiyle. "Ulaş, seni bilinçli olarak ihmal etmedim. Sende yara olacağımı kestirebilseydim, bunu görebilseydim yemin ederim o şekilde davranmazdım. Seni çok seviyorum, daima çok sevdim."

Yanaklarına yuvarlanan yaşlarla abisini dinlerken içi parçalanan Ulaş, başını yerden kaldırmadan Yavuz'a doğru dönüp var gücüyle sarıldı abisine. Abisi onu görmüştü sonunda. Yüzünü küçük bir çocuk gibi onu kollarıyla sarmış olan Yavuz'un omzuna saklayarak hıçkıra hıçkıra ağladı. Abisinin yaşadıklarının örseleyiciliğinden haberdar olsa ona karşı bu denli acımasız ve mesafeli davranmazdı. Sızlayan vicdanıyla sanki mümkünmüş gibi daha sıkı sarıldı Yavuz'a. Yüreğinden bir kördüğümün arındığını hisseden Yavuz da aynı şekilde karşılık verdi ona.

"Affet beni Ulaş, kendi derdime düşüp seni ihmal ettiğim için çok üzgünüm abicim."

Dakikalarca sanki yıllardır görüşmemişler gibi koca bir hasretle sarıldılar. Bir nevi yıllarca görüşmemişlerdi zaten...

"Seni çok seviyorum lan Yavuz." diyerek burnunu çekip doğrulan Ulaş, çocuksu hevesiyle gözlerini Yavuz'dan ayırmadan içinde ukde kalan şeyleri soluk almadan sıralamaya başladı hemen. "Bak basketbol maçlarımızı acilen çoğaltıyoruz. Sandal kiralayıp Boğaz'da balık tutmaya gidiyoruz. Yaz gelince de Fethiye'ye gidip yamaç paraşütü yapıyoruz. Halı saha maçları da ayarlayalım hemen. 101 de oynamamız lazım." derken duraksadı, sonra da abisinin omzuna ufak bir yumruk geçirerek güldü. "Lan, sen 101'i bilmezsin elit herif. Neyse önce okeyi öğretirim."

Ömrünce kardeşiyle arasındaki keskin uçurumdan muzdarip olan ve o uçurumun kapanmayacağına inanan Yavuz, Ulaş'ın aslında o uçurumun ortadan kalkmasına ne kadar hazır olduğunu görünce içinin burkulmasını engelleyememişti. Fakat aynı zamanda güzel bir rüyadaymış gibi mutluydu. Geçmişin onu mahveden sancılı karanlığı ilk kez işe yaramış, Ulaş'la aralarındaki uçurumu dakikalar içinde yok etmişti. Konuşacak çok şeyleri vardı, ama şu an için umurunda olan tek şey kardeşinin berrak yeşil gözlerindeki sevgi dolu heyecandı.

"Tamam, ben de sana piyano çalmayı öğretirim." dedi heyecanla aklına gelen ilk şeyi söyleyerek. Sonra da ellerini uzatıp kararlılıkla Ulaş'ın yüzünü avuçladı. "İstediğin her şeyi yapacağız abicim. Söz veriyorum."

Olan bitene inanamayan Ulaş, 27 yaşındaki bir adam gibi değil de abisinin yolunu gözleyen o küçük çocuk gibi hissediyordu. Üstelik o küçük çocuk bu kez abisine sahiden kavuşmuştu. Yüzünü aydınlatan geniş sırıtışını silmeden kafasını salladı. Yavuz da tıpkı onun gibi kafasını sallayarak alnını kardeşinin alnına yasladı.

"Bundan sonra kopmak yok." dedi yemin edercesine.

"Yok abi."

"Asla yok!"

Abisinin and içercesine söylediği şeyle bulundukları konumun farkına varan ve sırıtışını silmeyen Ulaş kaşlarını çattı. Zira Yavuz, yüzünü avuçları arasında tutmaya devam ederken alnını da alnından ayırmıyordu.

"Tamam oğlum seviyoruz falan da az geri çekil." diyerek tatlı sert itti abisini ve muzip bakışlarını yalandan bir sorgulamayla kıstı. "Geçen de baş başa havuza inmek istemiştin, lan bana halleniyor musun yoksa sen?"

Yavuz da kardeşinin omzuna ufak bir yumruk geçirdi.

"Tam bir zırdelisin!" dedi kahkaha atarak.

"Şımarma, bak pencereyi açıp gel kocanı al diye bağırırım İnci'ye!"

Gülmeye devam eden Yavuz, sırtını geriye yaslayıp kucağına aldığı kırlentle başını omzuna doğru yatırdı.

"Açım, yiyecek bir şeyler hazırlamayacak mısın abine?" dedi kıpır kıpır olan ferahlamış göğsüyle.

"Makarna?"

Onaylarcasına kafasını salladı Yavuz.

*

Yemek yedikten sonra salona geçen İnci tarçın renkli kanepelerinin sağ ucuna otururken bugün Yavuz'la olanları düşünüp gülümsüyor, aynı kanepenin sol ucuna oturan Zeynep de fareden korkan Ulaş'ın tatlı hallerini aklından silemediği için kendi kendine kıkırdıyordu.

"Saat çok geç oldu, bu saatte çay içilmez de şundan tırtıklayalım azcık." diyen Fikoş, elindeki profiterol kutusuyla içeri girince kızların bakışları ona kaymıştı. "Siz ikiniz niye ağzı açık ayran budalası gibi gülüyorsunuz?"

İnci ve Zeynep gülüyor muyuz dercesine birbirlerine dönerken, elindeki kutuyu kızların oturduğu kanepenin önündeki orta sehpaya bırakan Fikoş, hemen çaprazlarında kalan berjere oturmuştu. Bir şeyleri çözmek isteyen dikkatli bakışları da kızların arasında mekik dokuyordu.

"Dökülün kız n'oluyor size?" diyerek berjerin yanındaki yarım kalmış lifini eline alarak örmeye koyuldu. "Kulağım sizde cadılar."

İki kız da sessiz kalarak başlarını önlerine çevirerek Fikoş'u duymamış gibi davrandılar. İnci, sehpanın üzerindeki profiterol kutusuna dalıp giden gözleriyle iç çekerken Zeynep'in gözleri de karşı apartmana bakan pencereye çevrilmişti. Uzayan sessizlikle beraber profiterol kutusunu izleyen İnci, kutudan ayırmadığı gözleriyle Yavuz'u, adamın ona değer verdiğini söylediği anı, kalbini titreten gülüşünü, güzel bakışlarını hatırlayıp yeniden gülümsemeye başlamıştı. Fakat bir müddet sonra kutuya bakıp şapşal şapşal güldüğünü fark edince duraksadı. Dolan gözleriyle başını arkaya yatırıp aniden ağlamaya başladı.

"Aklımı çıldırıcam şimdi ya! Tatlı kutusuna bakıp adamı hatırlıyorum." derken durumu garipseyen Fikoş ve Zeynep'in gözleri ona çevrilmişti. "Bu kadar aşık olmuş olamam ya! Delilik bu hiç mantıklı değil..."

Örgü ören parmaklarının hareketi kesilen Fikoş, "Kız sen kime aşık oldun?" diye sordu heyecanla gülerek. "Yavuz'a değil mi? Bak ben anladıydım ama. Sizin bakışlarınız bakış değildi."

"Berbat bir şeymiş aşık olmak ya! Özgürlüğümü elimden aldı resmen." diye hayıfla ağlamaya devam eden İnci, kucağına kırlent çekerek ona sarıldı. "Düşünmek istemiyorum, içimdeki hisleri söküp atmak istiyorum olmuyor! Resmen istila edildim, zorbalık bu!"

Benzer şekilde hisseden Zeynep, iradesine hayran olduğu İnci'nin dahi böylesine pes ettiğini görünce göğsüne çöreklenen umutsuzlukla yutkundu. O da Ulaş'ı düşünmek istemiyor, adamın kalbine ektiği istila edici hislerden uzaklaşmak istiyordu. Ama beceremiyordu. İçinde tutup, durmadan bastırmaya çalıştıklarına artık direnemediğinden kafasını önüne çevirerek tıpkı İnci gibi aniden ağlamaya başladı.

"Niye böyle oluyor ya?" derken onun da ağladığını fark eden İnci ile Fikoş'un gözleri Zeynep'e çevrildi hemen. Omuz silkerek yanaklarına kayan yaşlarla burnunu çeken kız da sitemli bir edayla devam etti. "Hissetmek istemiyoruz işte! Ulan herif miyavlaya miyavlaya kalbimi gasp etti resmen! Şaka gibi..."

"Oha!" dedi hem ağlayıp hem gülen İnci. "Zeyno?"

İştahlı merakıyla "Kız Zeyno sana kim miyavlıyor?" diye sordu berjerinde hop oturup hop kalkan Fikoş. "Kime aşık oldun?"

"Of!" diyen Zeynep burnunu çekerek omuz silkti. "Aşk mı bilmiyorum, bilmek de istemiyorum ama Ulaş'a karşı yoğun şeyler hissediyorum."

Ağlasa da arkadaşının aydınlanmasına sevinen İnci, kafasını kendi omzuna yatırarak anlayışla iç geçirdi.

"Zeynep o da sana karşı bir şeyler hissediyor bence. Hislerin karşılıklıyken neden ağlıyorsun ki?" diye sordu burulan kalbiyle.

"İstemiyorum, o da beni sevmesin ben de onu sevmeyeyim." diye elleriyle yüzünü kapatan Zeynep ağlamaya devam edince İnci de kafasını yere eğip ağlamaya devam etti.

O esnada "O cingöz oğlanın sende gönlü var, neden istemiyorsun Zeyno?" diyen Fikoş'a istemiyorum dercesine omuz silken Zeynep'le yaşlı kadının gözleri İnci'ye kaydı. "Kız İnci, seninkinin de sende gözü var. Yangın gecesi nasıl toplayıp götürdüydü ama bizi?" diye keyifle kıkırdadı. "Aslan damat."

Gözlerini deviren İnci "Mümkün değil." dedi umutsuzca.

Hemen kestirip atan İnci, sevmeyi de sevilmeyi de istemeyen Zeynep'le beraber sessizce ağlamaya devam edince "Salaklar." diye fısıldayan Fikoş, burun kıvırıp gözlerini devirerek örgüsüne indirdi başını.

Dakikalar sonra da ağlayan kızları bırakıp çalan kapıya koştu. Aşk sarhoşu olan Batuhan, şapşal sırıtışıyla Fikoş'un yanağından makas alıp kapıdan içeri girdi. Fakat salona girer girmez kızların ağladığını görünce ayakta kalakaldı. Arkasından gelen Fikoş, gayet normal tavrıyla berjerine kurulup örgüsünü örmeye devam edince olayı anlayamayan Batuhan çatılan kaşlarıyla kızların oturduğu kanepeye yaklaştı.

"İnci abla, iyi misiniz?" diye sordu. "Zeynep abla neden ağlıyorsunuz?"

İkisinden de yanıt alamayınca Fikoş'a çevirdi tedirgin gözlerini.

Gayet normal biçimde örgüsünü örmeye devam eden Fikoş omuz silkerek çenesiyle önce İnci'yi işaret etti. "Bu kocasına aşık olmuş, ondan ağlıyor." dedi ve ardından da gözleri irileşen Batuhan'a Zeynep'i işaret etti. "O da onun kocasının kardeşine aşık olmuş."

Ağzı açık kalan Batuhan usulca kızların oturduğu kanepeye ilerleyip ortalarına çöktü. Sonra da yamuk sırıtışıyla elini kaldırıp kendini işaret etti.

"Bu da," diyerek kendini gösteren elini İnci'ye çevirdi. "Onun kocasının kız kardeşine aşık oldu galiba."

"Neee?"

İnci, Zeynep ve Fikoş'un senkronik biçimde bağırıp ona dönmesiyle tatlı tatlı gülümseyip omuz silkti Batuhan.

"Şey hatta sanırım biz beraberiz."

İnci ile Zeynep gözlerindeki yaşlara rağmen sevinçle gülmeye başlarken Fikoş, "Hahayt, aslan oğlum, şu ablalarına ders ver." diye kahkaha atmıştı.

Afallayışından sıyrılır sıyrılmaz "Resmen Baytek tutulması." diye mırıldandı İnci. Üçünün de üç kardeşlere aşık olma ihtimalinin mümkünatını düşünerek aklı karışmış gibi güldü. "Biz bu kadar düşük bir istatistiği nasıl mümkün kıldık ya?"

Şaşkın şaşkın gülmeye devam eden Batuhan ise, aşk sarhoşluğuyla arkasına yaslanarak keyifle iç geçirdi. 

"Valla onu bilmiyorum da Baytek ailesi paso bize çalışmış."

O sırada "Ağlanacak halimize gülüyoruz." diyen Zeynep, ayağa kalkıp koridora doğru yürüdü. "Ben yatıyorum."

"Ben de yatıyorum." diyerek Zeynep'in peşinden kalktı İnci de. "Profiterolleri bitirebilirsiniz."

Zeynep'i öpüp Casper ve Murti ile belgesel izleyen Efe'nin odasına ilerleyip ona biraz eşlik ettikten sonra kendi odasına geçerek Yavuz için ördüğü gri atkıyı dolabından çıkarıp yatağının üzerine bıraktı. Eğri büğrü olsa da neredeyse bitmişti. İçli içki atlıyı izlerken hala çantasında duran fındıklı çikolata, şeftali kurusu ve kağıt gülü hatırlayarak tabiri caizse tatlı tatlı gıdıklanan kalbiyle yutkundu. Onları da çantasından çıkarıp yatağına dizdi. Sonra da yanlarına kıvrılıp kağıt gül ile gri atkıyı kalbine bastırdı. Paketlerinden çıkarmadığı fındıklı çikolata ile şeftali kurularını da parmak uçlarıyla sevdi.

"Üstesinden geleceğim, hep geldim." diye fısıldadı dolu dolu gözleriyle. "Yabancısı olduğum duygular ama halledeceğim."

Birkaç saat sonra evine geçecek olan Yavuz'un cebine attığı ona ait fotoğrafı, önce yastığının kenarına koyup hayranlıkla uzun uzun izleyeceğini, ardından da dünyanın en değerli şeyiymiş gibi yumuşak ve özenli dokunuşlarla eline alıp kalbine bastırıp uyuyakalacağını bilmeden uykuya daldı İnci.

*

Ertesi sabah elindeki beyaz gül demeti ile Aslı'nın mezarına giden Yavuz, elindeki gülleri bırakmadan gömüldüğü derin sessizlikle bir süre mezarın ayak ucunda dikilmişti. Mezarlığa eskisi gibi her sabah gelmiyor ve bunun sebebini Aslı ile paylaşmak istiyordu. Fakat yıllardır "Özür dilerim Aslı." cümlesi dışında bir şey söylemediği için nasıl başlaması gerektiğine karar veremiyordu. Dolan gözleriyle yutkundu. Sonra da eğilip toprağa eğilip yeni yeni filizlenen otları temizledi ve beyaz gül demetini Aslı'nın mezarı üzerine bırakarak avcunu sever gibi toprakta gezdirmeye başladı.

"Seninle konuşmayı, sana içimi dökmeyi çok özledim Aslı." dedi dakikalar sonra kısık ve kederli sesiyle. Sonra da kendisiyle alay eder gibi güldü. "Yıllar sonra başka şeyler söylüyorum, şaşırdın değil mi?"

Buruk gülüşüyle kafasını geriye yatırarak sol gözünden süzülen yaşın şakağın kayışını hissetti. Derin derin soluklandı.

"Bir yanım sana hala inanılmaz kızgın Aslı." derken sitemli gözleri yeniden toprak birikintisine inmişti. "Diğer yanımsa acı dolu ve kendime öfkeli..." diyerek güçlükle yutkundu. "Ama sakın merak etme, er ya da geç ikimizi de huzura erdireceğim." dedi kararlılıkla.

Sonrasında bir müddet daha sancılı bir sessizliğe gömüldü. Kalbindeki yeni duygulardan, benliğine yayılan İnci'den bahsetmek istiyordu. Bunun doğru olup olmadığına asla karar veremeyeceğini anlayınca göğe dikilen gözleriyle sanki orada İnci'nin güleç yüzünü görmüş gibi tebessüm etti.

Aniden "Aslı, ben aşık oldum." diye itiraf edercesine hüzünle fısıldadı. Dudaklarındaki tebessümü silmeden şakaklarına bir bir kayan gözyaşlarıyla gökyüzünü izleyerek kelimeler boğazına dizilmiş gibi sertçe yutkundu. "Hiç anlamadım biliyor musun? Hislerimle yüzleştiğimde kendimi ona aşıkken buluverdim... Adı İnci. Hayatımda gördüğüm en renkli kişi." derken büyüyen gülüşüyle kaşlarını çattı. "En manyak kişi de olabilir, emin değilim. Bazen ne yapacağını, ne söyleyeceğini asla kestiremiyorum."

Gözlerine yerleşen dalgınlıkla dudaklarındaki tebessüm de usulca kaybolurken soluğunu gürültüyle dışarı verdi.

"Olan biteni baştan anlatacak mecalim yok. Fakat İnci aşık olmamam ve sınırı geçmemem gereken biriydi aslında. Bilmiyorum, bu gereklilik yüzünden elimden geldiğince uzak durmaya çalışıyorum ama..." Duraksadı. Kafasını yere eğip, Aslı'nın mezar taşına diktiği ıslak gözleriyle yutkundu. "Bana mutlu olmam için yalvarmıştın hatırlıyor musun?"

Elini alnına yaslayarak gözlerini kapattı içindeki koyu karmaşada kaybolmuş gibi sessiz kaldı.

"Olamıyorum Aslı." dedi yeniden konuştuğunda teslim olan bir çocuk gibi. "İnci bir gün beni sever mi bilmiyorum, ama sevmesi ihtimalini düşündüğümde  bu kez endişelerim başlıyor. Ona daha çok bağlanıp da kaybedersem diye ödüm kopuyor." diyerek başını usulca sağ omzuna yatırıp acıyla güldü. "Bana cevap verebilsen yine en felaketi düşündüğümü söyleyip, beni bir güzel fırçalardın değil mi?"

Elleriyle yüzünü örtüp sıkıntıyla soludu.

"Kaybolmuş gibiyim. Önümü göremiyorum. Kendimce yapmam gereken şey ondan uzak durmak..." derken elini kaldırıp kalbinin üzerine bastırdı. "Ama kalbim buna el vermiyor. Her seferinde ne olduğunu anlamadan daha da çekiliyorum ona. İçimdeki varlığından korkup hislerimi budamaya çalıştıkça inatla daha çok yayılıyor. Daha derine kök salıyor sanki..."

Sonrasında tamamen sessizliğe gömüldü. Ta ki dedesinin aramasıyla telefonu çalana kadar.

*

Sabah evden erken çıkan İnci, sarhoş olduğu gece söyledikleri için huzursuz hissettiğinden Meriç'i beraber kahvaltı edebilecekleri bir simit fırınına davet etmişti. Kızın teklifini geri çevirmeyen Meriç ise bu teklifi kabul edip kızla buluşsa da yüzü asık, davranışları gözle görülür derecede mesafeliydi. Öyle ki bir müddet sonra bu mesafeden ötürü sohbetleri yüzeysel kalınca sessizleşmişlerdi.

Tabağındaki simit ile üçgen peyniri izlemeyi kesen İnci, daha fazla dayanamayarak konuya giriş yaptı.

"Meriç, sarhoşken gevezeliğim artar ve saçmalarım." dedi sesine yansıyan pişmanlıkla. "O akşam Yavuz ile ilgili söyle-"

Alındığını gizlemeden keskin bakışlarını İnci'ye kaldıran Meriç, "Kocam var, bana yaklaşma mesajıydı." diye böldü onu ve çatılan kaşlarıyla dirseklerini masaya yaslayıp öne eğildi. "Sana deli divane aşık olmadığımı söylemiştim zaten. Başta neden gizlediğini asla anlamadığım kocanı öne sürmene gerek yoktu."

Meriç'ten duyduklarını önce idrak edemeyen, idrak edebildiğinde de öfkelenen İnci bakışlarına yerleşen kızgınlıkla geriye yaslandı. Meriç, onu asla ama asla yapmayacağı bir şeyle yaftalıyordu.

"Sana sınır çizerken başka bir erkeğin varlığına ihtiyaç duyduğumu mu ima ediyorsun sen bana?" diye sorduğunda seçtiği ton hayli sertti. Havaya dikilen kaşları, tavizi olmadığının mesajını verirken kafasını iki yana salladı. "Sana hayır dedim, sen de gayet medeni biçimde bunu kabul ettin. Kabul ederkenki içtenliğine inanmasam seni hayatımdan anında çıkarırdım zaten! Bak benim kocam var, benden uzak dur diyecek kadar bağnaz değilim. Hayatımda kalmasını istemediğim insanları bizzat kendim, bir başkasının varlığına ihtiyaç duymaksızın kapı dışarı edebiliyorum!"

İnci'nin nefes almadan söyledikleri ile dirseklerini aralarından bulunan masaya yaslayarak hafifçe öne eğildi Meriç.

"Pat diye adamın kocan olduğunu söylüyorsun, ne anlamamı bekliyordun ki?" derken alınganlığı sürse de tonlaması biraz daha uzlaşmacıydı şimdi. "O gece sen de Yavuz da bir şeylere bodoslama daldınız. Bütün gece yanımıza gelmeyen adam, pat diye asansöre geldi ve çekip aldı seni yanımdan. Sen de bu benim koca diye şakıdın. Yadırgadım. Ayrıca kusura bakma ama dışlanmış gibi hissettim. Hatta aranıza giren kötü adam gibi hissetmiş bile olabilirim." diyerek sıkıntılı biçimde yanaklarını şişirip ofladı ve İnci'nin kızgın gözlerinden ayırmadığı gözleriyle hafifçe tebessüm etti. "Of tamam, bakma öyle. Onu öne sürdüğünü söyleyerek abarttım. Özür dilerim."

O gece yaşananlara Meriç'in penceresinden bakmak ve adamın hislerini anlamak, İnci'yi yumuşatmıştı.

"Sana dışlanmış gibi hissettirdiğim için de ben özür dilerim." diyerek gülümsedi.

Alınganlığı dağılan Meriç, bu kez merakla kısılan gözlerini kızın yüzünde gezdirmeye başlamıştı.

"Peki neden en başında arkadaşın olarak tanıştırdın ki eşini? Hem yüzük falan da takmıyorsun?"

Bu soruyu bekleyen İnci, çay bardağına uzanıp ufak bir yudum aldıktan sonra gülümsedi. Vereceği cevabı düşünmüştü.

"Evliliğimizi gözden geçirmek için ara verdiğimiz bir dönemdeyiz." diye yalan söyledi. "Evliliğe mi yoksa arkadaşlığa mı devam edeceğimizi tarttığımız bir süreç olduğu için arkadaşım deyivermiştim sana da."

Gülmeye başlayan "İyi, arkadaşlığa dönecekse haber ver bana." diyerek göz kırptı İnci'ye.

"Ne?"

Yaptığı şakanın İnci'nin yüzüne nasıl yansıdığını görünce gülüşü kahkahaya dönen Meriç, arkasına yaslandı.

"Şaka yapıyorum partner. O herifte seni bırakacak göz yoktu, nasıl kıskandı o akşam seni?"

Adamın ilk cümlesiyle ferahlayan yüreği, işittiği son cümle ile hızlanırken ısınan yüzünü yere indirdi. Yavuz'un onu kıskanmasına ihtimal vermese de kalbinde meydana gelen heyecanı ve hareketlenmeyi engelleyemiyordu.

O esnada çalan telefonu ile irkilse de ekranda Yavuz'un ismini görünce gözleri irileşti. Meriç'ten müsaade isteyip telefonla beraber dışarı çıkarak aramayı yanıtladı. Selamlaştılar.

Hemen ardından "İnci, emrivaki yapmaktan hiç hoşlanmam ama bu akşam dedemlerin İstanbul'daki otelinin bilmem kaçıncı yıl dönümüymüş." diyerek kısacık soluklandı ve çekingen tonlamasıyla devam etti. "Dedem kutlama yapmak için Kayseri'den gelmiş ve hepinizin katılmasını istiyor."

Yavuz'un huzursuzluğuna karşın rahat ifadesiyle omuz silkti İnci.

"Tamam katılırız."

"İnci." dedi Yavuz da mahcup sesiyle. "Emrivaki için gerçekten çok özür dilerim. Dedem birkaç gün önce söylemişti ama aklımdan tamamen çıkmış."

Anlayışla tebessüm etti İnci.

"Yavuz, sorun yok. Akşam görüşürüz."

"Teşekkürler, görüşürüz."

Telefonu kapatıp Meriç'in yanına dönen İnci, genç adamla eski samimiyetlerini yakaladıkları için sevinçle kahvaltısına devam etti.

*

"İdil abla otelde giyiniriz demişti." diyen İnci, Yavuz'la beraber İdil'lerin bulunduğu odaya çıkmak için içerisine geçtikleri asansörün düğmesini tuşladı.

"Mantıklı." dedi Yavuz da. İnci'den ayırmadığı gözleriyle iki adım gerileyip asansörün duvarına yasladı sırtını.

Kafasını sallayan İnci de sırtını asansörün aynalı kısmına yaslayarak giyeceği elbise ve ayakkabıların bulunduğu minik çantaya indirdi gözlerini. Yavuz'a bakmama gayretindeydi. Zira adam üzerine kusursuz biçimde oturmuş siyah takım elbisesi, özenle ütülenmiş beyaz gömleği, kıyafetlerinden taşan ince karanfil kokusu, sağa taranmış havalı gür saçları, siyaha çalan parlak kahverengi gözleri ve başparmağını sık sık üzerinde gezdirdiği kirli sakalları ile nefes kesici görünüyordu. Adam aynı adamdı. Hatta sahte düğünlerindeki haliyle birebir karşısında dikiliyordu. O zamanlarda zerre dikkat etmediği görüntüsü şimdilerde nefesini tekletiyor, kalbini akıl sır ermez şekilde eritiyordu. Savaşmak ve direnmek en iyi bildiği iki şey değilmiş gibi hisleri konusunda eli kolu bağlıydı.

"Allah öyle bir belamı verdi ki!" diye kendisiyle kavga eder gibi ağzının içinde mırıldandı.

"Efendim?"

Yakınmasının sesli olduğunu fark ederek bakışlarını elindeki çantadan ayırıp Yavuz'a dikti. Kollarını göğsü altında kavuşturmuş, yüzüne onu anlamak istediğini belli eden ufak bir tebessüm kondurmuş, başparmağını da dudağının kenarında kaşırcasına gezdirerek onu izliyordu.

Gördüğü manzara ile kalbi kanatlanan ve bundan  asla memnuniyet duymayan İnci, "Ulan!" diye dişleri arasından tısladı.

Böyle bir yanıt beklemeyen Yavuz gülüşünü büyütse de durumu anlayamadığından kaşları çatılmıştı.

"İnci?"

"Asansör diyorum, kağnı gibi bir türlü çıkamadık!" dedi daha fazla gaf yapmamak için kafasını yere indiren İnci.

Yavuz cevap veremeden inecekleri kat ulaşmıştı asansör. İnci önde Yavuz arkada İdil'in bulunduğu odaya ilerleyip kapıyı çaldılar. Kucağındaki Mine ve eteğini çekiştiren Cesur ile kapıyı açan odada yalnız olan İdil kapıyı açar açmaz söylenmeye başladı.

"Ulaş işi, Duru da dersleri bahane edip gelmediler. Kabak büyük çocuklara patlıyor işte. Selçuk dedemin ısrarları yüzünden iki çocukla buraya kadar geldim. Ben hafta sonu olacak sanıyordum, bakıcı ablaya da izin verdiğim için kalakaldım böyle." diyerek nefes alamadan konuşan İdil, kucağındaki Mine'yi içeri giren İnci'nin kucağına tutuşturdu. Cesur'u da dayısına doğru iteledi. "Neyse ki kızcağız otele gelmeyi kabul etti. İki dakika çocuklarla durur musunuz, Gülşah'ı alıp geleyim."

Kucağındaki Mine ile neye uğradığını şaşıran İnci, "Ama bebek ya ağlarsa?" diye sordu kabanını aceleyle giymeye koyulan İdil'e. "Teorik bilgim olsa da pratiğim yok."

"Karnı tok, ağlar gibi olursa iki pışpışlarsın."

Onlara el sallayıp odadan ayrılan İdil ile Yavuz eğilip Cesur'u kucağına alırken İnci de kucağındaki Mine'yi alnından öperek gülümsedi. Sonra da ne ona ne de Yavuz'a pas veren Cesur'a kaydırdı gözlerini.

"Merhaba Cesur, nasılsın?"

Yavuz da eliyle cevap vermeyen çocuğun saçlarını severek yanağını öptü. Ufaklık onlara hala küstü anlaşılan.

"Ama ben seninle kudurmayı çok özledim Cesur." diyerek odanın içine ilerleyip pencerenin önündeki ördek yeşili geniş koltuğa oturdu Yavuz.

İnci de kucağındaki Mine'nin başını avcuyla destekleyip omzuna yatırırken yanlarına ilerlemişti.

Küskün bakışlarını dayısının yüzüne çeviren Cesur, "Ama sen o gün gamzeli fıstıkla kudurdun." diye homurdanarak sitemle yanlarına oturan İnci'ye döndü. "O da seninle kudurmayı tercih etti. Benimle güreşmediniz. Küsüm size!"

Cesur'un homurdanışları İnci ve Yavuz'un gözlerinin buluşmasını sağlarken, Yavuz ne diyeceğiz dercesine bakıyordu. Saniyeler içinde saksıyı çalıştıran İnci ise hin gülüşüyle bunu yaparken adamın aşık kalbini tekleteceği bilmeden Yavuz'a göz kırptı. Sonra da muzip gözlerini Cesur'a indirdi.

Şirin gülüşüyle "Şimdi şöyle ki Cesur'cum," derken kızın ses tonundaki hinlik Yavuz'u güldürmüştü. "Biz baş pehlivan olan seninle güreşebilmek için birbirimizi elemeye çalışıyorduk."

İşittiği şeyin ardından kırgınlığı anında buharlaşan Cesur, iri iri açtığı gözleriyle enerjik biçimde gülümsedi.

"Sahiden mi?" diye sorduğunda, "Sahiden tabii!" diyen Yavuz, Cesur'un karnını gıdıklayarak kıkır kıkır gülmeye başlayan çocuğun yanaklarına kuvvetli öpücükler kondurdu.

"O zaman sizi affettim!" diyerek kollarını havaya kaldırıp dayısının boynuna dolayan Cesur'un neşesi hemen yerine gelmişti. "En kısa zamanda yeniden kuduralım." derken çarpık gülüşüyle İnci'yi süzüp ikaz edercesine dayısına döndü. "Ama dayı sen gamzeli fıstıkla güreşme. Onunla sadece ben güreşeceğim."

İki yana kıvrılan dudaklarıyla "Peki." diyen ve başını sallayan Yavuz'un hoşnut bakışları onları izleyen İnci'nin gözlerini bulurken "Gamzeli fıstıkla güreşmem." dedi kısılan sesiyle.

Cesur'un kullandığı tamlama Yavuz'un dudakları arasından dökülünce karnına tatlı krampın girdiğini hisseden İnci, sırıtışını mümkün mertebe ufak tutabilmeyi başararak yutkundu. Ardından da yüzündeki ısınmayı umursamadan bakışlarını Cesur'a kaydırdı.

Havalanan kaşları ile "Aaa bak sen." diye gülen İnci sol elini uzatıp sevgiyle Cesur'un saçlarını karıştırdı. "Ama Cesur efendi, 2 saniyede kazanmana asla müsaade etmem. Baştan söyleyeyim."

"Tamam olur."

Kafasını sallayarak ışıldayan gözlerini kırpıştırıp minik elini İnci'nin yanağına uzatıp parmaklarıyla makas aldı Cesur. Fakat aklına birden gelen şeyle yüzü telaşla gölgelenir gibi oldu ve tedirgin bakışları İnci'nin karnına kaydı.

"Görüşmeyeli Mine'den yapmadınız değil mi?" diye sorarken sesi korku doluydu.

"Ha-hayır."

Çatılan kaşlarıyla kafasını alel acele iki yana sallayan İnci, Cesur'un rahatlamasını sağlarken yeniden gülümsemeye başlamıştı çocuk.

"Sakın yapmayın geceleri uyanıyor, ağlıyor. Sesi benim odama kadar geliyor. Kafam şişiyor."

O sırada kendisine laf edildiğini anlamış gibi huzursuzlanıp ağlamaya başlayan Mine ile telaşa kapılan İnci, minik bebeği sakinleştirebilmek için ayağa kalkıp odayı turlamaya başladı.

"Bakın işte böyle ağlıyor." dedi Cesur şikayet eder gibi.

İnci ve Mine'yi izlerken bir yandan da Cesur'un saçlarını okşayan Yavuz, "Ama o daha çok küçük dayıcım." dedi anlayışlı tonlamasıyla. "Sadece dünyayı keşfetmeye çalışıyor. Konuşamadığı için de derdini ağlayarak anlatabiliyor."

İnatla omuz silkip dayısının kucağından inen Cesur, karşı kanepedeki tabletine koşup kendisini dış dünyadan soyutlayarak oyun oynamaya başladı. Küçük çocuğun kardeşine alışma hususunda hala daha direnç gösterdiğini anlayan Yavuz da üzerine gitmedi.

O sırada bebeğin sırtını sıvazlayıp başını öpen İnci, Mine'nin esnediğini görünce uykusu geldiğini fark ederek yatağa ilerledi. Kuzu desenli turuncu tulumuyla hayli sevimli görünen bebeği, yüzü ona bakacak şekilde yatağa yatırıp yanına uzandı. Sol elini Mine'nin karnına yaslayıp usul usul okşarken, yalandan esnemeye başladı.

"Hazır istediğini yapmakta özgürken uyabildiğin kadar uyu." diyerek yeniden uzun uzun esnedi. "Sonra oraya yetişeceğim, buraya koşacağım, şu işimi halledeceğim derken uyuyamayacaksın. Bak 26 yaşındayım, uykuya doyabildiğim tek bir günüm bile yok."

Minik gözlerini kapatıp açarak arada sırada havalandırdığı kaşlarıyla onu dinleyen Mine'nin tombul yanakları, öylesine sevimli görünüyordu ki dayanamadı İnci. Bebeğe yaklaşıp o tombul yanaklardan uçucu bir buse çaldı. Pamuğu andıran yumuşacık teni mis gibi kokuyordu. İşaret parmağını Mine'ye uzattı ve bebeğin minik parmaklarını oraya dolayışını hissederken yeniden esnedi. Onları çenesine yasladığı eli ve huzurlu gülüşüyle izleyen Yavuz ise o anlarda sıcacık hislerle dolmuştu. Onu İnci'ye aşık eden belki de en önemli sebep kızın içten ve yapmacıksız davranışlarıydı. Karşısındakinin onu anlamayacak bir bebek olduğunu umursamadan içinden geldiği gibi sohbet edebiliyordu. Brütüs'le ettiği sohbetleri de hatırlayarak büyüyen gülüşüyle içinin gıdıklandığını hissetti. Sonra da üzerindeki ceketi çıkararak ayaklanıp yatağa ilerledi.

Yatağın diğer tarafında Mine'nin arkasında duran adımlarıyla hafifçe eğilip, parmaklarının sırtını sever gibi bebeğin sırtında gezdirdi. Bebeğin yüzü İnci'ye dönük olduğu için Mine'nin yüzünü göremiyordu. İçi gülen gözleri, esnemeye devam eden İnci'ye kaydı.

Fısıldayarak "Uyudu mu?" diye sordu.

"Gözleri gidiyor."

İçindeki tatlı dürtüye direnemeyen Yavuz, Mine aralarında kalacak şekilde yatağa uzandı ve elini tıpkı İnci gibi hafifçe bebeğin karnına yasladı. Aynı yerde bulunan ellerinin teması ve o temasın getirdiği tatlı karıncalanma hissi kaçınılmaz olsa da ikisi de ellerini geri çekmediler. Çekemediler.

"Çok esniyorsun, Mine'den önce sen uyuyacaksın sanırım." diye fısıldadı Yavuz.

Havalanan kaşlarıyla gamzelerini ortaya çıkaracak genişlikte gülümsedi İnci. Yavuz'un gözleri derhal gamzelere kayarken, kalbinden göğsüne yayılan gıdıklayıcı hislerle iki kez yutkundu.

"Ayna nöronları aktifleşsin ve daha çabuk uyusun diye esniyorum." diye fısıldadı İnci de ve muzipçe kıkırdadı. "Hem esneyip hem de gözlerimi kapatıp uyumuş numarası yaparsam hiç şansı kalmaz."

Bu doğrultuda gözlerini kapatıp esnemeye devam etti fakat bunu yaparken yalnızca Mine'nin değil, onu izleyen Yavuz ile kendi ayna nöronlarını da çalıştırmış ve dakikalar içinde üçü de uykuya dalmıştı. Üstelik uykuya dalmakla kalmamış, minik bebeğin karnı üzerindeki elleri de birbirine sımsıkı kenetlenen parmakları aracılığıyla birleşivermişti.

*

Evine yakın bir markete giren ve dakikalardır abur cubur reyonunda takılan Ulaş, yan reyondan "Koskoca markette nasıl spagetti kalmaz ya?!" diye söylenen Zeynep'in sesini hemen tanımıştı.

Yüzüne yayılan çarpık ve hınzır gülüşle kolundaki alışveriş sepetini çıkarıp aceleyle yere bıraktı. Anbean sırıtışa kayan gülüşüyle elini cebine atıp telefonunu çıkardı ve çipil çipil olan yeşil gözleriyle telefonunun ön kamerasına açıp nasıl göründüğünü kontrol etti. Kaşlarıyla saçlarını düzelterek dudaklarını yaladı. Görüntüsünden memnundu. Şanslı gününde olduğunu düşünerek alışveriş sepetini yeniden koluna taktı ve abur cubur reyonunu terk edip, bakliyat reyonuna ilerledi.

Gri paltosu, siyah şalı ve kolundaki alışveriş sepeti ile ellerini belinin iki yanına yaslamış halde çattığı kaşlarıyla makarnalara bakan Zeynep'i görünce nefesini tutup yutkundu Ulaş. Sol yanından tüm vücuduna dalga dalga yayılan tatlı uyuşma hissi onu birkaç saniye afallatsa da toparladı. Dudaklarına yerleşen muzip gülüşle markette spagetti kalmamış olmasına söylenmekte olan Zeynep'e doğru adımladı.

"Sürekli spagetti yiyeceğiz anlaşılan." derken sesindeki keyifli ton ayan beyan ortadaydı. Şaşkın gözleri ona dönen Zeynep'le gülüşünü büyütüp kıza göz kırptı. "Bana uyar."

"Ulaş?" diyen Zeynep, sanki çıplak yakalanmış gibi bakışlarına oturan tedirginlikle kafasını yere eğdi.

Ona dair hislerini sesli olarak dile getirdikten sonra ilk kez karşılaşmak tuhaf hislerle doldurmuştu kızın içini. Endişe, utanç, kararsızlık, heyecan içindeki karmaşadan seçebildiği ilk duygulardı.

"Bolonez soslu spagettiye bayılırım hemşo."

Ellerinin titrediğini hisseden Zeynep, terlediğini de hissedince kolundaki sepeti ellerine doğru kaydırıp parmaklarıyla sepetin sapını sardı.

İncelen sesiyle "Evet, güzel olur." dedi, makarnaları inceliyormuş gibi yaparak.

Zeynep'in yüzüne bakmamasıyla ağzının içinden "Gözlerine hasretiz be kızım, iki dakika çevirmesen şu yüzünü..." diye mırıldandı sessizce. Sonra da yükselttiği sesiyle "Ee nasıl geçti günün? Sevgi evine uğrayamadım bugün. Orada mıydın?" diye sordu.

Gününün sevgi evi kısmını hatırlayan Zeynep, istemsizce gülümsemeye başlarken bakışlarını gözleri onda olan Ulaş'a çevirdi.

"Oradaydım. Şrek izledik hep beraber." derken çocukların kahkahalarını hatırlamak mavi gözlerini sevgiyle parıldamasını sağlamıştı. "Öyle mutlu oldular ki onları bırakıp eve dönmek çok zor oldu benim için."

Kıza hak verir gibi sevecen gülüşüyle kafasını salladı Ulaş da.

"Bağımlılık yapıyor keratalar."

Bir süre sessiz kalıp dudaklarında tebessümle birbirlerinin yüzüne dalıp gittiler.

"Senin günün nasıldı?" diye sordu uzayan sessizlikten gerilen Zeynep.

"2 duruşmam ve sıkıcı ofis işlerim vardı. Seninki kadar keyifli geçmedi yani." derken çarpık gülüşüyle ekledi. "Geçmemişti yani. Şu ana kadar."

Yutkunarak gözlerini ondan kaçırdı Zeynep.

"Şey ben diğer marketlere bakacağım." dedi kısılan sesiyle. "Görüşürüz."

Kızın endişelerini az çok anlayabilen Ulaş, sabırlı olmaya çalışsa da kişiliğindeki tez canlılığa da mani olamıyordu. Ona sırt çevirmeye hazırlanan Zeynep'ten ayırmadığı gözleriyle boğazını temizledi.

"2 gün sonra doğum günüm Zeynep."

Ulaş, doğum günlerini kutlamaktan veya o günlerin abartılmasından hoşlanan biri olmamıştı hiçbir zaman için. Fakat şimdi aşık olduğu kadından ufacık da olsa bir adım görebilmek adına kutlamaktan hoşlanmadığı doğum gününden medet umuyordu. Üstelik bundan gocunmuyordu da.

"19 Kasım." diye ekledi.

Ulaş'ın söyledikleri ile hem yüzündeki ısınma hem de kalp atışlarının hızı artan Zeynep ne söyleyeceğini bilemedi. Birbirine dolanan eli ayağıyla bir müddet öylece bekledi. Sonra da Ulaş'a kafasını salladı.

"Şey tamam." derken titreyen kısık sesi hiç hoşuna gitmemişti. Boğazını temizleyerek bir kez daha kafasını salladı. "Görüşürüz."

Marketten kaçarcasına çıkıp kesilen soluğu ile çarşı tarafına yürüdü Zeynep. Korktuğu, kaçtığı şey acıydı. Acı çekmek istemiyordu. Kalbini açtığı ilk erkek olan Alp'ten sonra toparlanması çok güç olmuştu. Gözlerini gökyüzüne çevirdi. Yaradan'dan yardım dilenir gibi gözleriyle aynı renge sahip olan göğü izledi. Birkaç saniye sonra kafasını yeniden yere eğerken görüş açısına ev terliği satan bir mağaza ve mağazanın vitrininde bulunan Garfield'lı panduf takılınca dolan gözleriyle gülmeye başladı.

Hem gülüp hem ağlarken insanların hakkında ne düşüneceğini umursamadan o mağazaya ilerleyip içeri girdi. Ulaş'a verip vermeme konusunda kararsız kalsa da Garfield'lı pandufları satın aldı.

*

İdil gelince uyanan İnci, alel acele hazırlanıp Yavuz ile otelin balo salonuna indiğinde neredeyse tüm davetliler gelmişti. Seda ve Selçuk ile sarılıp, kısacık sohbet etmişler sonra da dedesinin ricasıyla el ele davetlileri karşılamışlardı. Nihayet karşılama görevleri sona erdiğinde üzerine giydiği belden oturtumalı straplez kesim lila elbisesinin kalın askılarını düzeltti İnci. Uyuyakaldıklarından geç kalmamak için çabucak hazırlanmış ve nasıl göründüğünü kontrol edememişti. Dümdüz fön çektirdiği ve salık bıraktığı uzun saçlarını omzunun gerisine iterek kıstığı gözlerindeki beğeniyle onu izlemekte olan Yavuz'a döndü.

"Senin yüzünden uyuyakaldık, iki ayağım bir pabuca girdi hazırlanacağım diye. Nasıl görünüyorum, üstüm başım derli toplu mu?"

Giydiği lila elbise, Yavuz'un gözünde kızın tenine inanılmaz yakışmıştı. Öyle ki gece başladığından bu yana gözlerinin uğrak yeri sık sık İnci oluyor, koskoca balo salonunda yalnızca İnci varmış gibi kendisini ansızın ona dalıp gitmişken yakalıyordu.

"Gayet iyi görünüyorsun."

O sırada babasının koluna girmiş olan Oya  "Ooo genç çiftimiz de buradaymış." diye sırıtarak yanlarına gelince onlara döndüler.

Oya abartılı gülüşüyle bir İnci'ye bir Yavuz'a bakıyor, onlara baş selamı veren Uğur da dudaklarındaki zayıf tebessümle kızını izliyordu. Oya'nın samimi gelmeyen sorularıyla geçen birkaç sorunun ardından Uğur, isin isteyip Seda'nın yanına dönünce Yavuz'un koluna girdi Oya.

"Ee Yavuz, bu yaz tatile nereye gidiyoruz?" diye sorarken İnci orada yokmuş gibi davranmaya başlamıştı. "Çocukken Petra Antik Kenti'ne gitmek isterdik. Bu yaz gitsek mi acaba?"

"Bilemiyorum Oya, annemin sağlık durumuna bağlı." diyen Yavuz, karşıdan ona işaret eden bir tanıdığını görünce "Hemen geliyorum." diyerek Oya ve İnci'yi yalnız bırakıp arkadaşının yanına ilerledi.

Yavuz yanlarından ayrılır ayrılmaz içten olmadığı her halinden belli olan gülümsemesiyle İnci'ye döndü Oya.

"Ee İnci'cim, nasıl gidiyor hayatın canım?" diye sorarken aklına yeni gelmiş gibi yanaklarını şişirdi. "Az önce tatil falan derken seni müdahil etmedim. E yaza kadar halam iyileşirse sana hoşça kal deriz diye düşünüyorum çünkü."

"Boş yapmaktan sıkılmadın mı Oya?" diye sorarken gözlerini devirdi. "Yemin ederim Yavuz ve Seda teyzenin hatrı olmasa iki dakika bile çekmezdim seni."

Attığı alaycı kahkaha ile dudaklarını aşağı büken Oya üzülmüş gibi yaptı.

"Kıyamam, seni tatil planımıza dahil etmediğimiz için bozuldun mu yoksa sen?"

Kollarını göğsü altında bağlayıp gülümsese de kıstığı gözleriyle bir şeyler çözmek ister gibi Oya'nın yüzünü izlemeye başlamıştı İnci. Birkaç saniye içinde cevabını almış gibi kafasını sallayıp Oya'ya doğru bir adım attı.

"Sen Yavuz'a aşık falan mısın?" diye sordu. Gülüşü solan ve buz kesen Oya ile cevabını almış olurken kafasını yeniden salladı. "Güzel, ben de öyle düşünmüştüm. Ama hislerini ifade edememiş olmanın veya şu anki konumunuzun sorumlusu ben değilim. Şu gizil saldırganlığından vazgeç!"

"Sen!" diye öfkeyle tıslayan Oya, hiddetli bakışlarını İnci'nin gözlerine dikse de ona bakmadı İnci.

Yerden kaldırmadığı başıyla "Ben sana hiçbir şey yapmadım." dedi hızla. "Tanıştığımızdan beri bana düşmanca davranan sensin Oya."

"Kafanda kurmuşsun. Saçmalıklarını kendine sakla." diyen Oya, öfkesini gizlemeye sakladığı alayıyla güldü. "Sahte kocanı kıskanmayı da bırak."

"Tamam Oya, öyle yaparım."

Geçiştirircesine söylediği şeyin ardından küplere binen Oya'yı arkasında bırakıp Seda ile İdil'in yanına döndü İnci. İdil'in eşi ve dayısı sohbet ederken, Seda teyzesinin ellerini elleri arasına alarak sevgiyle okşayan İnci de gündelik yaşantısını kadına ve İdil'e anlatmaya koyulmuştu. İlerleyen dakikalarda hiçbir şey olmamış gibi yanlarına gelen Oya da sohbete katılınca sessizliğe gömüldü İnci. Ta ki Emir ile koluna girmiş olan Yasmine'i görene kadar. Oya ile ikisini aynı anda idare etme düşüncesinden hiç hoşlanmamıştı.

Yasmine ile bulundukları masaya gelen Emir, selam verip Yasmine'i tanıtırken Oya'nın dikkatli bakışları Emir'in yüzüne kilitli kalmıştı. Günlerdir onunla iletişime geçmediği gibi aramalarına da yanıt vermemişti. Üstelik geldiği ilk andan bu yana Oya'ya bir kez bile bakmaması da cabasıydı. Bir müddet sonra Yavuz da yanlarına gelmiş ve Yasmine'in ilgi odağı olduğu sohbet koyulaşmıştı. Yasmine'in önceki gün sergilediği tavırdan hoşlanmayan İnci sohbete katılmıyor, Oya ise kızın hakkında bilgi sahibi olabilmek adına durmaksızın sorular soruyordu.

En sonunda Emir'e kaydırdığı gözleriyle "Dakikalardır dans müziği çalıyor neden dansa kaldırmıyorsunuz bizi?" diyerek güldü Oya. Sonra da ayaklanıp Emir'in kolundan çekiştirerek adamı dans pistine sürükledi.

Onların peşinden İdil ve eşi de el ele tutuşup dans pistine ilerlerken, Yavuz'un bakışları İnci'ye kaymış ve onu dansa kaldırmak için hareketleneceği sırada Yasmine önce davranarak Yavuz'un koluna girmişti.

"Karın kaçmıyor, önce ben." diye espri yapınca kibarlığını bozmayan Yavuz, silik tebessümüyle başını salladı ve Yasmine ile piste ilerlediler.

"Eh, ben de en küçük gelinimi kaldırayım o zaman." dedi son derece keyifli görünen Selçuk dede de. Seda'ya göz kırptı. "Sonra da büyük gelinimi kaldırırım."

Taktığı bordo papyonu düzelterek onu gülen gözlerle izleyen İnci'yi elinden tutup kaldırdı ve beraberce piste ilerlediler.

"Senin yavru limon ağacı bayağı büyüdü." derken yaşlı adamın sesi hayli keyifliydi. "Bayramda gelince görürsün, kerata bayağı boy attı."

"Bakım vereni sağ olsun. Büyüksün Selçuk dedem."

Kızın samimi sevecenliği ile iyice keyiflenen Selçuk, arkalarında Yasmine ile dans etmekte olan Yavuz'u işaret etti.

"Hala lapa mı seninkinin pilavları?"

Kıkır kıkır güldü İnci.

"Evet." dedi ve yalandan ekşiyen yüzüyle burun kıvırdı. "Hala lapa."

Aynı dakikalarda etraflarının kalabalıklaşmasıyla Emir'in kulağına yaklaşan Oya, "Görüşmeyeli uzun zaman oldu. Küs müyüz?" diye sordu merakını yalandan sitemiyle gizlemeye çalışarak. "Yoksa Fransız hatunla mı sevgilisin?"

Bıkkın bir soluklanışla yutkundu Emir.

"Neden umurunda Oya?"

"Umurumda olduğunu söylemedim." dedi dalga geçer gibi gülen Oya da.

Kızın söylediği şeye havalanan kaşları ile sinirle güldü Emir.

Ardından da "O zaman bir cevap almak veya almamak da umurunda olmamalı." diye tersledi kızı.

Dişlerini sıkarak sustu Oya da. Kızgın bakışlarını Yavuz'la dans etmekte olan Yasmine'e çevirdi. Sonra da Selçuk'la dans etmekte olan İnci'ye... İki kadını da bir kaşık suda boğmak istiyordu. İnci neyse de Yasmine karşı böyle hissetmesi neyin nesiydi? Gerginliği gitgide artarken ifadesini ilgisiz tutmaya çabalamak onu zorluyordu.

O sırada İnci ile Selçuk'a yanaşıp bilinçli olarak yeniden Fransızca konuşmaya başlayan Yasmine ile yanaklarını şişirerek ofladı Yavuz. Kızın Fransızca konuşmalarını sabırla İngilizce yanıtladı. Yasmine'in bunu bilinçli yaptığını anlayan İnci ise herhangi bir tepki vermeyip, onu görmezden gelince kıkırdayarak Yavuz'un kollarından sıyrıldı Yasmine.

"Seninki anladı benim niyeti, pas vermiyor bak hiç." diyerek omuz silkti. "Akıllı kızmış. Hadi fazla tuttum seni, sevgiline git."

Yavuz cevap veremeden Yasmine, Selçuk dedeyi kolundan tutup kendine çevirerek Emir'lerin yanına ilerledi. Oya'yı dürtüp eşleri değiştirelim dercesine Selçuk dedeyi gösterdi ve kızın afallayışından faydalanarak Emir'i kendisine çekti. Çatılı kaşları ile duraksayan Oya, ona ellerini uzatan Selçuk dede ile dans etmek durumunda kalırken Yasmine'e diktiği hırslı gözleriyle öfke içindeydi. Bunu bilinçli yapan Yasmine ise Emir'in ensesine sardığı elleriyle bedenleri arasında mesafe bırakmaksızın sokuldu adama.

Sonra da Emir'in kulağına "Seninkine de bir ders verelim." diye fısıldayarak kıkırdadı. "İki kızı da hiç sevmedim."

Oya ile olanları Yasmine'e anlatan Emir, sıkıntıyla oflarken ikaz edercesine başını iki yana salladı.

"Yasmine, anlattığıma pişman etme. Ayrıca Oya ile romantik bir ilişki yok aramızda."

Emir ona baştan çıkarıcı şeyler fısıldamış gibi şuh bir kahkaha atıp, ona ne yapıyorsun dercesine şaşkın gözlerle bakan Emir'den ayırmadığı gözleriyle adamın sakallarını okşamaya başladı Yasmine.

"Ergen değilsiniz. Süreğen yatak arkadaşlığı nedir ya?" diyerek omuz silkti Yasmine. "Yetişkinler için tek gecelik veya uzun süreli ilişkiler vardır. Seks tek gecelik değilse duygudan bahsetmemek aptallıktır tatlım."

"Yasmine..."

"Sus ve belimi okşa." diyerek Emir'i yanağından öptü Yasmine. "Sonra da saçlarımı sev. Klişe ve basit teknikler gibi görünse de işe yaramadığını hiç görmedim."

"Yasmine, saçmalama."

"Emir, o kızın senin bir vibratör olmadığını anlaması ve kendi hislerinin de farkına varması lazım." dedi ve çatılı kaşlarıyla ona bakan Emir'in kararsız kaldığını görünce tehditkar tonlamasıyla ekledi. "Yapmazsan seni şimdi dudaklarından öperim!"

Emir el mecbur kızın dediklerini yaptı. Önce belini ardından da saçlarını okşadı. Onları izleyen Oya'nın tepkisi önce anbean kızarma ardından da Selçuk dedenin kollarından ayrılıp, hışımla oteli terk etmek oldu. O karşılık alma umuduna kapılmadığı Yavuz'a aşıktı, Emir'i başkasıyla görmenin verdiği rahatsızlık çok mantıksızdı.

Arkasından gidecek gibi olan Emir'i durdurdu Yasmine.

"Yapma Emir, yolunu kendisi bulsun." dedi dostane şefkatiyle. "Acele edip üzerine gidersen can havliyle seni de acıtabilir."

"Bana karşı duyguları yok ki Yasmine." diye fısıldadı gözleri dolan Emir üzüntüyle.

"Belki de hem sana hem de kendisine üç maymunu oynuyordur?"

Kafasını yere eğip sessiz kaldı Emir. Buna ihtimal verip de yere çakılmak istemiyordu.

Aynı dakikalarda Yasmine'in müdahalesi ile karşı karşıya kalan İnci ve Yavuz da birbirlerine bakakalsalar da dans etmeleri gerektiğinin farkındaydılar.

Ufak bir adım atıp İnci'ye yaklaştı Yavuz. Sol kolunu usulca İnci'nin beline sardı ve sağ eliyle de kızın elini kavrayarak gülümsedi. İnci de boştaki elini onun omzuna yasladı. İkisinin göğsü de kıpır kıpır heyecanla dolup, bedenlerinden de tatlı ve okşayıcı bir ürperti geçse de ufak adımlarla dans etmeye başladılar.

Eşlikçileri Sefarad'ın Seni Ne Çok Sevdiğimi parçasıydı.

Muzip gülüşüyle usulca İnci'nin kulağına yaklaşan Yavuz "Birkaç dakika böyle sağa sola sallanacağız." diye fısıldadı, düğünlerindeki konuşmalarına atıfta bulunarak. "Aman ayağına basayım demeyeyim, sol ayağında işçi bayramındaki uzun yürüyüşten kalan bir nasır vardı."

Dansları yumuşak adımlarla sürmeye devam ederken, Yavuz'un sevimli oyunu hoşuna giden İnci de imayla gülerek Yavuz'un kulağına yaklaştırdı dudaklarını.

"Çok gevezeydim, ağzım hiç susmuyordu." diye fısıldadı.

"Çok konuşmak kötü değildi ki." diye karşılık verdi hemen Yavuz. "Beynin yürütücü işlevlerinden sorumlu bölgelerinin yüksek faaliyette çalışmasını sağlayıp, hafızayı güçlendirirdi."

Oyunbaz gülüşüyle yüzünü geri çeken İnci, Yavuz'un içi gülen gözlerine baktı dosdoğru.

"Boş konuşmak da beyinde aynı etkiyi yaratıyor muydu?" diye sordu kavislenen sağ kaşıyla.

Muzip gülüşüyle hafifçe dudaklarını yalayan Yavuz, havalanan kaşlarıyla boğazını temizledi ardından da yalandan çattığı kaşlarıyla iç geçirdi.

"Bilmiyordun. Ama bende gözlemlediğin kadarıyla yaratmadığı kanısına varmıştın."

"Çene yarıştırmaktan hoşlanmadığını söylediğini hatırlıyordun." diye kıkırdadı İnci.

Alt dudağına hafifçe geçirdiği dişleriyle başını belli belirsiz geri yatırıp güldü Yavuz.

"Kış çayı parfümümü daha az sıkamaz mıydım?" dedi bakışları tekrar gözlerini ondan ayrılmayan İnci'nin güzel yüzüne inerken.

"Ben kendi kokuma bakmalıydım. Çakma jelibonlar gibi yapay şeftali kokuyordum."

İnci'nin gülerek söylediği son şeyle Yavuz'un gülüşü yavaşça silindi dudaklarından. Muhtaçlığı andıran bakışları İnci'nin saçlarına, kaşlarına, kirpiklerine, gözlerine, burnuna, dudaklarına yüzünün neredeyse her zerresine ağır ağır dokundu. Akıp giden parçaya kulak kesilip aynı kaybolmuşluktan pay alan İnci'de kayboldu.

"Hiçbir zaman görmesem bile, bildiğini bilmesem de
Seni ne çok sevdiğimi bir ben, bir Allah bilir..."

Birkaç saniye sonra dudaklarında beliriveren silik tebessümle yüzünü başı dönen İnci'ye yaklaştırıp, şakağını kızın şakağına yasladı.

Tüm içtenliğiyle "Bence kokun sana çok yakışıyor." diye fısıldadı.

Ağzına tırmanan kalbinin duracağını zannetti İnci. Yutkunup, zor da olsa soluklandı.

"Seninki de sana çok yakışıyor." diye fısıldayabildiğinde sesi dalgalanmıştı.

İşittiği zayıf fısıltı yüreğinde bomba etkisi yaratan Yavuz, şakaklarını ayırmadan İnci'nin saçlarına yasladığı burnu ile sarhoş olmuş gibi gülüşünü büyüttü. Zaten hangi alkol sevdadan daha sarhoş edici olabilirdi ki?

"Bu dans biraz yavan kaldı sanki?" diyen Yavuz'un bu kez yaptıkları tangoya atıfta bulunduğunu hemen anlamıştı İnci.

Dudaklarını aralayıp cevap verecek bir cevap ararken yanlarında biten Selçuk dedenin sesi ile irkilip kendilerine geldiler.

"Şarkı biteli yıl olacak siz hala dans ediyorsunuz." diyen yaşlı adam durumdan hoşnut biçimde ellerini havalandırıp ikisinin de sırtına vurdu. "Aferin, böyle dünyadan kopun işte."

*

"Otel valesinin elleri yağlıydı sanırım." diyerek çatılan kaşlarıyla direksiyona bakan Yavuz, yol üzerindeki benzinliğe girdi. "Ellerimi yıkamam lazım. Bir şey istiyor musunuz?"

Girdiği benzinlikte arabasını park ederken İnci kafasını iki yana sallamış, arka koltukta oturan ve Oya'nın habersizce gitmesinin ardından onlarla gelen Uğur ise "Ben de lavaboya gireyim." diyerek arabadan inmişti.

Onların arabadan inmesiyle esneyen İnci elini uzatıp direksiyona dokundu. Biraz yağlıydı ama eve kadar idare edemeyecek kadar da değildi ona göre.

"Küçük beyimiz pek titiz." diye söylenip kıkırdadı. İçi gülen gözleri Yavuz'un ellerini yıkamaya giderken çıkardığı yüzüğüne kayınca yüzü düştü.

Gözlerini yüzükten ayırıp benzinlikte gezdirmeye başladı. Fakat yüzüğün içinde ne yazdığını merak eden yanı rahat durmayınca dudaklarını kemirerek odağını oradan uzaklaştırmaya çalıştı. İlkokuldaki sınıf arkadaşlarının isimlerini saydı. Sınıf listesindeki okul numaralarını hatırlamayı denedi. Fakat içindeki dürtüye direnemeyince kendine kızan ağlamaklı ifadesiyle hızla yüzüğe uzandı. İçinde ne yazdığına bakıp geri bırakacaktı.

Parmakları arasında tuttuğu yüzüğü loş karanlıkta yavaşça çevirip Aslı'nın ismini veya başharfini aradı. Fakat yaklaşık iki hafta öncesinin tarihinden başka bir şey yoktu. Şok içinde kalakaldı. Tarihi doğru görüp görmediğini kontrol etmek için çantasından telefonunu çıkarıp fenerini yaktı. Sahiden de iki hafta öncesinin tarihi vardı. Bu yeni bir yüzüktü.

"Ne-neden?" diye kekelerken kalbinin hızlanmasını engelleyemiyordu. Hızla kafasını iki yana salladı. "Hayır, benimle ilgili olamaz." dedi bunun böyle olmasını dileyen yüreğine direnerek. "Hayır, belki kaybetmiştir."

Elindeki yüzüğü yerine geri bırakarak nefes nefese kalmış halde arabadan indi. Umutlanmak veya durumu kendisine çekmek istemiyordu. Arabanın yanında volta atmaya başladı.

"Her haltı merak etme işte İnci!" diye kendisine kızarak elini hızlanmış olan kalbinin üzerine bastırdı. "Sus sen de sus! Azcık rahat ver bana."

"İnci?"

Çatılan kaşları ve buruşan yüzüyle donakaldı İnci. İsmini duymak istemediği bir sesti bu. Babasının sesi. Dönüp ufak adımlarla ona yaklaşan adama baktı.

"Kızım ne yapıyorsun bu saatte burada?" diye soran Salih ile iki adım geriledi İnci.

"Seni ilgilendirmez, gider misin?"

"Benzin almak için durmuştum ben de burada." diyerek az ilerideki arabasını işaret etti. "Eşim de arabada. Tanışmak ister misin?"

Dünyanın en saçma şeyini duymuş gibi sıkıntıyla soluyan İnci, sabır dilenen bakışlarını gökyüzüne dikti.

"Salih, git şuradan!"

"Kızım!"

"Ne kızımı ulan?" diye sesini yükselten İnci, ateş saçan gözlerini Salih'e indirerek sol elini kaldırıp uzaklaşmasını işaret etti. "Efe de ben de senin çocukların değiliz tamam mı?"

"İnci ama-"

"İnci bir sorun mu var?"

Yavuz'un sesi ile cümlesi yarıda kesilen Salih, usulca Yavuz'a döndü. Aniden irileşen gözleri, aralık kalan dudakları ve kanı çekilmiş gibi bembeyaz kesen yüzü ile konuşamadı.

Saniyeler sonra tereddütle İnci'ye dönerek "Bu kim İnci?" diye sordu kısılan sesiyle.

"Salih defolup gider misin?"

O sırada elindeki su şişesi ile onlara doğru gelen Uğur'u fark eden Salih, biraz daha irileşen gözleriyle put gibi kesilirken beyazlamış yüzü yalnızca birkaç saniye içinde dehşete kapılmış gibi kıpkırmızı kesilmişti. Onu gören Uğur'un adımları da olduğu yere mıhlanırken kendisini dikkatle süzen adamı çıkarmaya çalışır gibi kısılmıştı gözleri. Çıkardığında da kıstığı gözlerine alenen kin yerleşmişti.

Göğsü öfkeyle inip kalkmaya başlayan Salih, "Sen!" diye tükürürcesine bağırarak hızlı adımlarla Uğur'un üzerine yürüyünce hem Yavuz hem de İnci neye uğradıklarını şaşırsalar de koşup araya girmekten de geri durmamışlardı.

"Ne yapıyorsun, manyak mısın sen Salih?" diye bağırdı İnci. "Dursana!"

İnci babasını hızla geri itmeye çalışırken, Yavuz da adamın rastgele havaya savurduğu yumrukları engellemeye çalışıyordu.

"Sakin olun!" diyen Yavuz, Salih'i bileklerinden yakalayıp geriye savursa da adam yeniden öne atılıp kıpırdamadan duran Uğur'a vurmaya çalıştı.

"Dur artık, dur Salih!"

"Bırakın! Karımın aklını çeldi bu şerefsiz. Sedef bu pislikle aldattı beni." diye tükürürcesine bağıran Salih ile beyninden vurulmuşa dönerek afallayan İnci, iki yanına düşen elleriyle canının çekildiğini hissetti o an. Gözleri dolan Uğur'un tek kelime etmemesi ve kıpırdamadan öylece durmasıyla daha da hiddetlenen Salih, "Lan evli barklı kadınla düşüp kalkmak adamlığa sığar mıydı? Çocuklar senden miydi söyle!" derken kafasını hızlı hızlı salladı ve "Annem haklıydı, çocuklar kesin sendendi." diyerek yuvalarından fırlarcasına açılan gözlerini şoktaki İnci'ye çevirdi. "Bak İnci, belki de gerçek baban bu heriftir!"

***

Çıkmadan oy vermeyi unutmayalım 🙈 Görüşürüz canlar 🙋🏻‍♀️

Bilgi, kesit ve iletişim için;
Instagram: misahanimm
Twitter: misahanimm

Continue Reading

You'll Also Like

244K 7.7K 17
Yıllar önceymiş, kalbi kötülükle beslenenler şer tohumlarını onların üzerine ekmiş. Filizlenmiş tohumlar, yeşermiş, büyümüş, sarmaşık olmuş, dört bir...
POBEDA By oliveandturtle

General Fiction

449K 39.7K 47
İpek ve Atlas. İki ünlü dağcı, sıkı dost, hayata ve kadere ortak iki babanın çocukları. Sekiz yıl önce; dünyanın en zorlu 7000'liği kabul edilen Pobe...
34.1K 2.9K 4
"Sana geldim Güneş. Meçhule gelir gibi geldim sana. Bana yardım et çünkü ben, senin sessizliğinde sağır oldum." Gökyüzünden firar eden feryat, Alihan...
Kayıp Parça By Rabikce

General Fiction

82.5K 6.4K 13
Balım. Kalabalık bir ailenin en küçük üyesiydi. Babasının göz bebeği, abilerinin prensesi. Ancak annesinin hataları yüzünden hayatı bir anda değişti...