GGK: 2 - Gerçek Aşklar Kulübü

sezgisalman tarafından

85.4K 9.9K 752

Güzel Günler Kulübü isimli kitabın devamı niteliğindedir. Bağımsız olarak da okunabilir ama önce diğer hikaye... Daha Fazla

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Bölüm
Final

43. Bölüm

1.6K 184 8
sezgisalman tarafından

Yaz ve Anıl Ankara'ya döneli on gün olmuştu. Ankara'da havaların pek ısındığı yoktu ve yakın zamanda da ısınacak gibi değildi. Anıl yeni döneme hızlı bir başlangıç yaparak hayatındaki yeni derslerin içeriklerini şimdiden hatmetmeye başlamış, ana hatlarıyla tüm derslere hemen hemen hakim olmuştu. O yüzden okulda ve kütüphanede kendi gibi olan bölüm arkadaşlarıyla fazla zaman geçirmişti. Yaz bu hafta artık ilişkilerinin normal bir çift ilişkisine döndüğünü kabullenmişti. Cicim aylarının bir noktada biteceğini biliyordu ama belki biraz daha dayanırlar diye ummuştu.

Ona bu konuda sitem edemeyeceğini ve bir şey diyemeyeceğini de biliyordu. Sonuçta Anıl'ı olduğu gibi kabul etmişti ve onu böyle sevmişti. O yüzden bugün sabırla eve geldiğinde ona sürpriz olacak bir karşılama hazırlamıştı. Geçen hafta sonu Anıl bir ton yemek yapmıştı ve birkaç gün onu yemişlerdi. Yaz geldiklerinden beri hiçbir şey hazırlamamıştı. Bu nedenle bu gününü Anıl'ın en sevdiği yemekleri hazırlayarak geçirmişti.

Anahtarla kapı açılma sesi duyduğunda, mutlulukla gülümseyerek salondan antreye doğru koşturdu. Daha Anıl yeni içeri adımını atmıştı ki Yaz taş yerlerde kayarak ona toslamak suretiyle ancak durmuştu.

"Hoş geldin aşkım!" diye şakıdı Yaz sanki Anıl hiç de geç gelmemiş gibi. Anıl biraz şaşkınca da olsa yavaşça gülümsedi. "Hoş bulduk. Hatta beklediğimden de hoş buldum. Hayırdır?"

"Seni özledim!" Yaz şakıdıktan sonra uzanıp Anıl'ın yanağına bir öpücük kondurdu. "Sen beni özlemedin mi?"

"Özledim tabii, özlemez olur muyum?" Anıl da ona sımsıkı sarılmayı sürdürüp bir de boynundan öptü. "Çok güzel kokuyorsun," diye fısıldadı etkileyici bir sesle.

"Sen bir de yemeklerimin kokusunu duysan! Hadi elini yüzünü yıka da gel, muhteşem yemekler yaptım!"

Anıl hızlıca soyunup dökünerek mutfağa geçti. Girer girmez Yaz'ın dediği cümlenin anlamını fark etti. Sahiden muhteşem kokuyordu her şey.

"Ekşili köfte mi yaptın? Sen mi yaptın? Hem de bol naneli..." diye sordu heyecanla tencereye bakarken.

Yaz gururla başını sallayıp ona gülümsedi. "Umarım olmuştur, gerçekten çok uğraştım. O köftelerle bile tek tek uğraştım unlayacağım diye falan."

Anıl yediği en kötü ekşili köfteyi yese bile umurunda değildi. Çünkü Yaz'ın yaptığı bu jest çok büyük jestti onun açısından. Yaz yemek yapmaya çok bayılmıyordu, yapsa da basitçe şeyler yaparak kurtulmak istiyordu genelde. Fakat buna resmen emek vermişti. Bu da göz ardı edilemez bir başarıydı.

Aşağı yukarı on dakika sonra küçük mutfak masasında oturmuş yemeklerini yerlerken Anıl farkında olduğu gerçeği dile getirerek lafı açtı. "Bu hafta evde çok az vakit geçirdim değil mi?" diye sordu biraz üzgünce.

Yaz 'maalesef' der gibi hafifçe başını salladı. "Ama tabii sorun değil. Malum arkadaşına çok zaman ayırmadığın sürece sorun yok."

Anıl bir an oturduğu yerde duruldu. Hareketleri yavaşladı. Zira bugün kütüphanede Yeşim de vardı ve Anıl yalan söylemek konusunda hiç başarılı değildi.

Yaz anında onun ifadesinden tatsız durumu anladı. Hayal kırıklığıyla Anıl'a baktı. "Beni huzursuz ediyorsun. Üstelik kızla daha her şey çok tazeyken neden etrafında gezinmesine izin veriyorsun ya?! Bölümden bir ton arkadaşın var, onlarla takılsan olmuyor mu?"

"Sevgilim çok haklısın ama sana yemin ederim masanın öbür ucunda oturuyordu. Arada bir iki bir şey konuştuk sadece. Zaten pek iletişim kurmuyoruz. Yeminle gerilecek bir şey yok."

Yaz tereddütle ona baktı. Bu çocuk o kadar saftı ki inanmamak mümkün değildi. Kıyamayarak yerinden kalktı ve gidip çat diye Anıl'ın kucağına oturdu. Sıkıca kollarını ona doladı. "Tamam hemen gerilme. Ben sadece öylesine söyledim."

Geri çekildiğinde Anıl onun gözlerinin içine hayranlıkla baktı. Ağır ağır Yaz'ın yüzünü okşarken Yaz "Bence artık senin ya da benim odamı giyinme odasına ya da çalışma odasına çevirmeliyiz. Ya da misafir odasına..." diye fısıldadı. Ara ara gözlerini kaçırarak devam etti. "Malum artık herkes de biliyor, ziyarete de gelmek isteyeceklerdir yeni evimizi... Boşuna ayrı ayrı kalmaya devam etmeye gerek yok değil mi?"

Bu ikisi için de yepyeni bir alışkanlık olacaktı. Onlar İsviçre'de bile aynı yatakta yatmadıkları için ikisi de başkasıyla aynı yatakta uyumaya alışkın değillerdi. Yaz'ın tatillerde diğer kızlarla uyuma deneyimleri vardı ama bu başkaydı tabii.

"Bizden başka böyle çift yoktur herhalde. Gerçekten çok garibiz..." diye mırıldandı Yaz bakışlarını öne eğerken. Anıl hemen onu çenesinden tutup başını kaldırdı. "Öyle düşünme. Bize kimse karışamaz. Herkes bizden daha rahat diye biz birbirimizi onların sevdiğinden daha az seviyor olmuyoruz sonuçta."

"Tabii ama yine de... ne bileyim işte! Garip."

Anıl yamuk bir gülüşle Yaz'a bakmayı sürdürdü. "Bence de benim odamı yavaştan öldürebiliriz. Bunu ben de çok isterim."

***

Yaz oldukça stres dolu bu ilk 'beraber yatma' gecesinde çok zor uykuya dalmıştı. Kendisinin aksine günlerdir aşırı yorgun olan Anıl daha yastığa kafasını koymadan sızmıştı. Yaz tam uykusunun en güzel, en derinlikli noktalarındayken arkasından dolanan bir kolla ve iç çekiş sesiyle gözleri pat diye açılıverdi.

Sarılan tabii ki Anıl'dı ama Yaz hazırlıksız yakalanmıştı. Üstelik uykusu da hafif olduğu için şu olaya kolayca uyanması kaçınılmaz olmuştu.

Anıl kafasını onun saçlarına doğru gömerek mışıl mışıl uyumaya devam ederken Yaz bir memesini tutan elden kıllanarak göz ucuyla Anıl'ın sağ eline baktı. Acaba rüyasında neler görüyordu da sonucu bunlar oluyordu?

Ağır ağır sırt üstü dönerken Anıl da onun hareket etmesiyle sersem sepelek bir halde gözlerini araladı. Hala bir elinin Yaz'ın memesinin üzerinde olduğunu ve Yaz'a yapışık halde durduğunu idrak etmesi bir hayli vaktini aldı. Elini ve Yaz'ın merak dolu bakışlarını fark ettiğinde elini çekti ve uykulu bakan gözleri biraz büyüdü. "Pardon, uyandırdım mı ben..." diye tarazlı bir sesle mırıldandı. "Alışkın olmayınca... işte..."

Yaz alt dudağını hafifçe kemirdi. "Sıkıntı yok, tepiklemedin sonuçta. Ben de çok derin uyumuyordum... ondan..." diye fısıldadı. İkisinin arasında bir süre sessiz bir bakışma süregeldi. Yaz garip bir biçimde bunun sadece Anıl'la değil, hayatında yaşadığı en romantik anlardan biri olduğunu düşünüyordu. Çaktırmadan, ağır ağır sağ elini yukarı çıkararak Anıl'ın utanarak kendi göğsüne çektiği sağ elini kavradı. "Biliyor musun, tek çocuk olmama rağmen çok uzun zaman boyunca yalnız uyumaktan korkarak yaşadım," diye mırıldandı Yaz. Bakışları Anıl'ın elini tutan elindeydi. Sanki onun her bir parmağını ayrı ayrı seviyormuş gibi okşuyordu. "İlk kez bu gece gerçekten farklı hissediyorum ve bundan sonrası çok güzel olacakmış gibi geliyor." Gülümseyen bakışlarını kaldırdığında Anıl'ın gözleri parlayarak kendisine baktığını, hatta sanki içini okur gibi gözlerinin ta derinine baktığını fark etti.

Anıl uzun uzun onun göz bebeklerinin içine baktı, tüm aşkı içinden taşarken Yaz'ın elini tutan elini sıkarak hem onu kendine çekti, hem de kendisi Yaz'a doğru uzanarak onun dudaklarına kapandı. Müthiş bir açlıkla onu öperken sanki kendisine bambaşka bir cesaret gelmiş gibi hissediyordu. Bugüne kadar hiç sahip olmadığı, hiç yakalayamadığı bir istek ve güven boyutuna ulaşmıştı. Yaz bile ondaki şehvet karşısında şaşkındı ama buna tepki verebilecek kadar bile bir alan tanımıyordu Anıl ona. Zaten Yaz da her ne kadar aklından geçse de 'sen gerçekten rüyanda görüyordun da böyle oldu' diye şaka yapıp anın büyüsünü bozma riskini almak istemiyordu.

Çok kısa bir süre içinde pijaması Anıl tarafından üstünden sıyrılıverdi, ilk kez Anıl kendi tişörtünü kendi çıkardı. Yaz yeni yeni ancak Anıl'ın bu cesur hareketlerinin şokunu atlatıp onun altını çıkarırken ona katılabildi. Bu denli yüksek bir şehvet dozajında hemen bir birleşme yaşanmasını bekledi fakat o da olmadı. Bir süre çıplak bedenlerin dansı misali mükemmel bir uyumla birbirlerini sanki ilk kez keşfediyormuşçasına okşayarak öpüştüler. Dudaklar diller birbirlerinin tenlerinin en hassas noktalarında gezindi. Yaz kesinlikle ilk seferlerinden bu kadar duygu yüklü ve romantik bir gidişat beklememişti. Normal hayatlarında iki şapşal olarak çok ilginç ve biraz da kötü bir ilk sefere imza atacaklarını düşünmüştü ama bu baya sanat filmlerindeki gibi aşırı duygu yüklü bir sevişmeydi.

Şu soğuk havada bile ufak ufak terlediğini fark edince ne kadar uç noktalarda olduğunu bir kez daha anladı Yaz. Durakladıkları bir aralıkta sarmaş dolaş durduğu üstündeki Anıl'a baktı. Onun nemlenmiş saçlarını okşayan ve sırtına dolanmış elleri yavaşladı. Yutkunurken "Sen de aşırı duygu yoğunluğundan deliriyormuş gibi hissediyor musun?" diye sordu. İlk kez inlemek ve iç geçirmek dışında bir ses çıkmıştı odada.

Anıl onaylarcasına hızla başını salladı. "Seni sonsuza kadar her gün, her saat, her dakika bu yoğunlukla sevmeye devam edeceğim, söz veriyorum."

Yaz artık gözyaşlarını tutamazken gülümsedi. İkisi de birbirlerine sarılarak ortada buluşup yine öpüştüler. Anıl o muhteşem birleşmeyi yaşatmadan önce Yaz'ın ıslak yanaklarını özenle öpe öpe kuruladı. Sonra bir an için bile parmaklarının kenedini açmadan, alnını onun alnından, dudaklarını onun dudaklarından çekmeden Yaz'la tek vücut oldu.

***

Başak iki gündür Can'ın Instagram'ına bakarken daha çok neyi kıskanıyor olduğundan emin olamıyordu. Onun yeni delidolu arkadaşlarıyla beraber çılgın Yekaterinburg gecelerinde eğleniyor olmasını mı yoksa delidolu arkadaşlarının taş gibi insanlar olmasını mı kıskanıyordu çözememişti. Galiba ikisi de şu an huzursuz olmasında etkendi.

Sömestr bitiminde İstanbul'da ayrıldıktan sonra hiç görüşememişlerdi. Ve neredeyse bir ay olmuştu. Can hızlı bir dönemdeydi. Bir ara Londra'ya gitmişti, sonra oradan Moskova'ya geçmişti. Bir ara iki günlüğüne ancak İstanbul'a gelmiş ve akabinde de tekrar Moskova'ya dönmüştü ve hemen de Yekaterinburg'a geçmişti. Tüm bunlar iş seyahati amaçlıydı ama Can tabii ki de yüksek pozitif enerjisi sayesinde hayatı yaşamayı biliyordu. İş ne kadar yorucu olsa da durmuyor, eğlenmekten asla geri kalmıyordu.

Tüm bu yoğunluğun için de Başak'a da fazla fazla vakit ayırıyordu aslında. Sürekli mesajlaşıyorlardı, her gün görüntülü konuşuyorlar, bazen günde bir defadan fazla görüntülü konuştukları da oluyordu. Can o kadar sevimliydi ki Başak onu her gördüğünde bu kıskançlıkları sanki hiç yaşamamış gibi unutuyor, her şey bir anda kayboluyordu. Tamamen onun büyüsüne ve şebekliklerine kapılmış oluyordu.

Bir an önce büyümek istiyordu. Bir an evvel büyümek ve öğrenci olmaktan kurtulmak istiyordu. Gerçek yetişkinlerin yaşadığı gibi kaliteli bir ilişkisi olsun, sevgilisinden hiç ayrılmasın istiyordu. Buradan mezun olduğunda hayal ettiği gibi çevirmenlik yapabilirse sabit bir yerde işini yapması da gerekmezdi. Can'la beraber istediği kadar gezebilir, onun gittiği her yere gidip, o çalışırken o da onunla beraber çalışabilirdi.

Yekaterinburg iki saat ileride olmasına rağmen Can'ın on dakika önce attığı DJ hikayesine göre hala kopmaya devam ediyorlardı. Türkiye'de bile saat gece ikiyi bulmuştu. Belli ki Canlar sabaha kadar eğleneceklerdi.

"Boşuna bekleme, bekleyince bir şey olmayacak," diye mırıldanarak kendini yatağa atar gibi yattı Başak. Mart ayı gelmiş olmasına rağmen Antalya bile hala soğuk olduğu için vazgeçemediği yorganını üstüne çekerek telefonundan kitap okumaya koyuldu. Fakat dikkatini veremediğini kabullenmesi de çok sürmedi. Beş dakika sonra saçma bir biçimde önce kendini Google görsellerden Yekaterinburg'a bakarken buldu, akabinde de Skyscanner'dan uçak bileti ararken... Bu deli cesareti nereden gelmişti bilmiyordu ama okul zamanı, üstelik de dönem yeni başlamışken birkaç dersi ekip Rusya'ya gitme fikri onu çılgınca cezbediyordu.

Antalya'dan Yekaterinburg'a direkt uçuş yoktu. Hatta yakın zamanda İstanbul'dan bile direkt uçuş yok görünüyordu. Eğer yarın çıkışlı bir biçimde en kısa sürede orada olacak şekilde gitmek istiyorsa en az üç aktarma yapması gerekiyordu. Ve de cebinden binlerce lira para çıkması...

Gördüğü beş basamaklıya yakın, dört basamaklı uçak bileti fiyatına ağlak bir biçimde uzun uzun baktı. Üstelik bu sadece tek yöndü. Bunun geri dönüşünü makul bir fiyatla bulamazsa, orada mahsur kalması imkansız değildi. Gerçi kredi kartı limiti düşünülürse gidişi de imkansız görünüyordu.

Hiçbir şey yapamayınca en son çare uyumadan önce Can'ı aramaya karar verdi. Telefon biraz uzun çalsa da en nihayetinde açıldı. İlk önce boğuk bir müzik sesi Başak'ı karşıladı. Daha sonra da Can'ın neşeli duyuldu. "Bebeğim sen daha uyumadın mı?!"

"Yok, henüz uyumadım. Kitaba dalmışım." Güzel bir yalan seçmişti. "Story'leri görünce arayayım dedim, nasılsın? Eğleniyor gibisiniz?"

"Valla bu kulübe bayıldım! Dj çok iyi, içkiler, servis ve ilgi alaka şahane! Ortam falan da mükemmel."

'Fark ettim onu' dedi içinden Başak. "Sevindim! Benim yerime de iç. Bu yeni tipler nasıl, kafa çocuklar gibi duruyorlar?"

"İçerim tabii de, aşkım ben seni çok az duyuyorum ya! Mesaj atsan olur mu? Ya da yarın sabah arayayım mı ben seni?" Can'ın bağırarak söylediği bu sözlerin arkasında Rusça konuşan bir kadının sözlerini ne yazık ki net bir biçimde duydu Başak. Can onu net duyamıyordu ama maalesef Başak her şeyi çok net duyuyordu. Kadın "Hadi yakışıklı çocuk, telefonu bırak şimdi!" demişti Rusça olarak. Can artık orada ne oluyorsa saf saf gülmüş, "Gerçekten yıllardır burada olup hala 'davay' dışında bir kelime anlamıyor olmam... Galiba beni çağırıyorlar. Hadi kapattım sevgili, öptüm seni. Yaz bana!" diye bağırarak telefonu kapatmıştı. Başak asık bir suratla telefona bakarken "Davay'ıza sıçayım sizin!" diye söylendi. "Hangisi ki bu acaba?" Tekrar Can'ın hikayelerini açtı ve onu alıkoyan kızın hangisi olduğunu çözmeye çalıştı. Üç tane Rus kadın vardı ekipte. Hepsi olabilirdi. Rus olmasa da fark etmezdi ki, kızların hepsi çok güzeldi.

Ani bir kararla nasıl bile yaptığını bilmeden az önce bulduğu bilet—leri— satın aldı. Kızların dediği kadar vardı, sevgilin ne kadar güvenilir olursa olsun, arada başkalarına varlığını göstermen gerekiyordu.

Bileti aldıktan sonra garip bir rahatlama, mutluluk ve pişmanlığı bir arada hissederken Can'a uyuyacağına dair bir mesaj attı. Ve onu tamamen arkadaşlarıyla özgür bıraktı.

***

Tolga ve Levent yan yana koşu bantlarındaydılar. Tolga son zamanlarda hep olduğu gibi sessiz ve durgundu. Levent onu Zümrüt'ün evlilik haberi zamanı döneminde bile böyle görmediği için onca zaman geçmiş olmasına rağmen bir türlü şu haline alışamamıştı Tolga abisinin. Şu dünyada kendisine eğlenerek güldüğü nadir insanlardan biriydi şu adam ve son zamanlarda hep üzgündü. Ve bunu nasıl çözeceklerini de bilmiyordu.

"Biliyor musun? Geçen babamla yine rakı içmeye gittik. Mesaiden çıkınca annem de geldi. Çok güzeldi." Levent aklınca güzel bir konu açmaya çalıştı. Cümlesi Tolga'nın dikkatini çekmiş, başını çevirip garipser gibi ona bakmıştı. "Yine mi? Nasıl yine?" diye sordu anlamamışçasına.

Levent o anda ona en son babasıyla nasıl arayı düzelttiğini anlatmadığını fark etti. Çünkü Mehtap'la ayrılmaları konusu o dönem o kadar vakit almıştı ki bu konunun üstüne düşülememişti.

"Aaa ben sana demedim galiba... Geçen ay babam benden özür diledi. Baya... her şey için."

Tolga pat diye koşu bandını durdurup kocaman gözlerle Levent'e bakakaldı. "Sen ciddi misin?"

Levent de aynı şekilde bandını durdurdu. "Evet. Her şeyi sebepleri ve sonuçlarıyla açıklayarak özür diledi. O kadar rahatladım ki sana anlatamam Tolga abi. Hiç de korktuğum gibi bir şey yokmuş. Beni sevemiyor değilmiş!"

Tolga havlusunu alıp banttan indi. "Oğlum zaten sevmiyor değildir. Dur şunu adam gibi oturup konuşalım. Zaten bugün hiçbir şey yapasım yok."

Beraber spor salonunun kafesine geçtiler. Birer kahve söylediler ve Levent durumu en başından anlatmaya başladı. Bu ailevi özel durumlarını ne kadar herkesle çok yakın olsalar da herkese anlatmıyordu. Büyüklerin bildiğinden emindi çünkü babası onlarla da konuşuyor olmalıydı süreçleri ama gençlerin bildiğini sanmıyordu. Levent de bir tek Tolga abisine anlatırdı bu tarz özel şeyleri. Ketum olduğu için anlatması zor oluyordu.

Babasının tüm bu terapi mevzusunu, nasıl çözüme ulaştığını ve nasıl arayı düzelttiklerini Tolga'ya detaylıca anlattıktan sonra, son bir aydır nasıl anlaştıklarını da özetledi. Misal artık Harun akşam eve geldiğinde ya da çalışmayıp evde olduğu günlerde Levent'e daha çok sataşıyor, tam bir baba gibi onunla boğuşmak güreşmek gibi saçma sapan eylemleri yapıyordu. Levent bu gibi aktivitelere çok düşkün olmasa da—olmadığını sanıyordu demek daha doğruydu—babasıyla bu gibi şeyler yapıyor olmak şu an hoşuna gidiyordu.

Provalar apayrı bir mevzuydu. Başlarda daha çok Mithat ve Ercüment amcasıyla konuşarak iş çözerken artık aralarda babasının yönlendirmelerini daha çok alıyordu. Ve babası gerçekten bu konuda çok iyiydi. Ondan geri bildirim almak Levent'in daha çok işine yarıyor, her geçen gün daha iyi bir hal alıyordu. Babası da baya yol kat ettiklerini, beklediğinden çok daha iyi çaldıklarını söylüyordu.

Tolga Levent'i dinlerken baya gülümsemiş, bu durum onu da çok mutlu etmişti. Hatta Levent onu haftalardır ilk kez bu kadar içten bir biçimde gülerken görmüştü.

"Çok sevindim Levo ya! Ama biliyordum ben çözüleceğini... Harun amca sürprizlerle dolu bir insan. Ondan beklemediğin şeyleri bile görebilirsin her zaman."

"Sanırım benim için o süreç başladı gibi. Babamla rakı içmek aşırı eğlenceliymiş! Ben rakı sevmiyorum sanmıştım ama meğerse seviyormuşum!"

Tolga gülümsedi. "Valla Harun amcanın dediği kadar varsın be Levo, şanslı çocuksun vesselam! Hayatının tadını çıkar."

Levent gururla sırıttı. "Şimdi de Paris gezisi var bakalım. Konserden sonra iddialı bir adım olacak ama şansımı deneyeceğim. Bence arayı düzelttiğimize göre babam da izin verir."

Tolga 'vay vay vay' dercesine başını salladı. "Paris gezisi ha? Bizim okul bizi Topkapı Sarayı'na zor götürüyordu be. Şimdiki gençler cidden şanslı."

Levent kıkırdadı. "Bizim okul her sene yapıyor bunu. Sadece üst sınıflara oluyor ama. On altı yaş ve üstüne ancak."

"Nilay da gelecek mi?"

Levent bilmediğini belirtircesine dudak bükerken tereddütlü göründü. "Daha benim bile durumum belli değil ama Nilay kendisinin izin almasının daha zor olduğunu söyledi. Gerçekten çok istiyorum, beraber gidersek çok güzel zaman geçirebiliriz."

Tolga burukça tebessüm etti. "İnşallah olur Levo. Cidden güzel şeyler bunlar. Romantikliğin en çok tadını çıkaracağın zamanlar."

Levent onun kelime aralarındaki hüznünü yakaladı. O da biraz hüzünlendi. Keşke verecek bir tavsiyesi ya da aklı olsaydı ama kimse bir şey diyemiyordu ona. Çok sıkıntılı bir konuydu.

"Baban kime gitmiş terapi için? Biliyor musun?"

Tolga'dan gelen soruyla merakla başını kaldırıp onun gözlerinin içine baktı Levent. "Yok, ismini söyledi ama tam olarak kim bilmiyorum. Gül Oya diye bir kadınmış."

Tolga onaylarcasına başını salladı. "Tam adını numarasını falan öğrensene çaktırmadan. Şimdi bana anlattığını fark etmesin, sen böyle bir şekilde al numarasını ver bana."

Levent'in gözleri iyice irileşti. "Sen de mi... gideceksin?"

"Galiba başka çarem yok. Mehtap'a karşı yaptığım korkunç hatayı hiçbir şekilde atlatamıyorum ve ondan nasıl özür dileyeceğimi bile bilmiyorum. Kafam çok karışık. Kendimi berbat hissediyorum ve sanki bir daha yüzüm gülmeyecekmiş gibi geliyor. Hayatım boyunca kimse beni sevmeyecekmiş ve ben de insanları düzgün sevmeyi beceremeyecekmişim gibi... Bunu çözmem gerekiyor."

Levent anlayışla başını salladı. "Haklısın. Dost tavsiyesi ve dertleşmesi de bir yere kadar. Bu iş herhangi birinin yardımcı olabileceğinin ötesinde artık."

Tolga ona gülümsedi. Sonra uzanıp Levent'in saçlarını karıştırdı. "Senin varlığın yetiyor, şebek!"

***

Başak Moskova'dan Yekaterinburg'a giden uçakta oturmuş, uçağın kalkmasını beklerken kızlardan başka kimse burada olduğunu bilmiyordu. Onu da en azından birileri nasıl bir delilik yapıyor olduğunu bilsin de, başına bir şey gelirse müdahale edecek birisi olsun diye demişti. Yoksa onlara bile söylemeye çekinmişti. Çünkü yaptığının mantığa sığar bir yanı yoktu. Güya Can'a sürpriz mottosuna tutunuyordu ama Can onun kıskandığını ve sırf bu motivasyonla bu deliliği yaptığını anlarsa kırılabilirdi. Onu üzmeyi ve kendisine kızmasını kesinlikle istemiyordu.

Çok yorulmuştu ve uykusu gelmişti. Çünkü İstanbul'dan Moskova'ya gidecek olan uçuşu baya havaalanında boş boş beklemesi gerekmişti. Saat oldukça geçti. Can'ın kaldığı oteli biliyordu ama havaalanından o otele geçmesi de zor olacaktı bu saatte. Toplu taşıma olmayacaktı muhtemelen. Ve Başak uçak biletine bir ton para vermemiş gibi taksiye de çok para vermek zorunda kalacaktı.

Aşağı yukarı üç buçuk dört saat kadar sonra Can'ın kaldığı otele varmayı başardı. Çok değişik bir dejavu hissi benliğini sararken gülümseyerek resepsiyona doğru yürüdü. Muhtemelen bu durumun çok çok benzerini birkaç ay önce Can Belgrad'da yaşamıştı.

Eski Sovyetler üyesi ülkelerde bir sürü birbirlerini basma anısı biriktirmeleri gerçekten çok hoştu. Bunu bir gelenek haline getirebilirlerdi.

Resepsiyondaki adam onu "Welcome!" diyerek karşıladı. Fakat Başak pratik pratiktir mantığıyla Rusça selam verdi adama. Gün geçtikçe kendini Rusça konuşurken İngilizce konuştuğundan daha özgüvenli hissediyordu.

"Can Elmaskaya'ya geldiğimi haber verebilir misiniz? Misafiri olacağım." İnşallah.

"Biraz geç bir saat ama kendisini arayalım mı yine de?"

"Uyumuyordur. Arayabilirsiniz. Sorun olmaz."

"Kim geldi diyelim?"

"Başak diyebilirsiniz."

Resepsiyonist arayıp Can'a haber verdiğinde, Can telefona Başak'ı isteyince resepsiyonist gülerek telefonu Başak'a uzattı ve "Sizi rica ediyor," dedi.

Başak utangaç bir gülümsemeyle telefonu aldı. "Efendim?"

"Başbaş? Gerçekten sensin! Rüya falan görmüyorum yani."

Başak hafifçe güldü. "Yok, gerçekten benim. Eğer resepsiyoniste onayı verirsen kısa bir süre içinde görebileceksin de."

"Dur tamam dur evet! Versene telefonu geri. Dur bekle geliyorum ben."

"Saçmalama senin gelmene gerek yok, ben gelirim şimdi. Pasaportumu bırakıp çıkacağım sadece."

"Tamam ama çabuk gel."

Başak aynı utangaçlıkla telefonu geri verdi. Resepsiyoniste pasaportunu bırakıp yarın sabah alabileceğini beyan ederek direkt odaya çıktı. Katta asansörden iner inmez Can onu altında sadece baksırla koridorda karşılayınca Başak şok içinde ona bakakaldı ve sessizce onu azarladı. "Rusya'da kışın bu şekilde uyuyamazsın! Dışarısı eksi yirmi beş derece, manyak mısın sen?! Bir de koridora çıkmışsın!"

Can gevşek gevşek sırıttı. "Başıma gelen en güzel sürprizlerden biri bu! İnsan sahiden bir de uykudan uyandırılınca rüya zannediyor. Seni çok iyi anlıyorum şimdi."

Başak her ne kadar ilk anda kızsa da bu sözlerden sonra hemen yumuşadı. Gidip Can'a sımsıkı sarıldı ama yine de bu süreci uzatmadı. Onu hemen odaya çekiştirdi ve arkalarından kapıyı kapattı. İçeriye girer girmez Can onu belinden sararak uzun ve sert bir öpücük çaldı Başak'ın dudaklarından. "Hala buraya gelmiş olmana inanamıyorum ama aşırı mutluyum. Yoksa seni bir ay daha göremeyecektim.

Başak içinden korkuyla titrerken Can'ın çok özlediği o tatlı yüzünü sevdi. "Millete bu uzak ilişki işini başarırız dedik ama çok da başaramıyoruz sanki."

"Şşt! O kadar da değil sevgilim. En fazla kudurup bir ara ben gelirdim... Sahi, sen nasıl geldin? İstanbul'dan buraya direkt uçuş çok nadir var. Nasıl denk getirdin?"

Başak hüsranla dudaklarını birbirine bastırdı. "Direkt gelmedim zaten, bir ton aktarma ve beklemeyle geldim. Moskova üzerinden."

Can 'yaaa' dercesine erir gibi Başak'a baktı. "Benim için mi uğraştın o kadar?"

"Yok, Yekaterinburg'u çok merak ediyordum, durup dururken okul zamanı bir gelip göreyim dedim," diye dalga geçti Başak.

Can gülümseyerek ama sitemle ona bakarken Başak'ın her zamanki o kendisine çok yakışan kısa kesilmiş saçlarını tarar gibi okşadı. "Bu çok güzel bir sürpriz ama sahiden neden okul zamanı böyle uğraştırıcı bir şey yaptın? Saatlerdir yolda olmalısın."

Başak biraz duruldu. Gözlerini kaçırarak kısık bir sesle "Biraz kıskandım," diye itiraf etti. Can ilk onu anlayamadı bile. Sesi o kadar kısıktı. "Hı?"

"Kıskandım işte! Dün telefonda kız öyle yakışıklı çocuk makışıklı çocuk deyince kıskandım! Sana sulanıyorlar sandım. Yani tabii ki bir şey olacağından değil de! İşte... insan sinir oluyor. Bir de özlerken ekstra sinir oluyor."

Can Başak'ın korktuğu gibi alınmamış, aksine muzip gülüşünü saklamaya çalışıyordu. Başak öyle sağa sola yere falan bakarken ona bir adım daha yaklaştı. "Aslında iyi oldu zira ben bunu anlamamıştım bile. Gerçekten ne dedikleri hakkında hiçbir fikrim yok."

Başak başını kaldırıp merak dolu gözlerle Can'a bakınca Can daha fazla dayanamadı ve eğilip onu tekrar uzun uzun öptü. "İsteyen istediğini yapabilir, hatta şiirler falan bile yazabilir ama bu benim sana körkütük aşık olduğum gerçeğini değiştirmeyecek."

Başak bir anda istemsizce şımarıverdi bu sözlerle. Can bir anda onu beklenmedik bir biçimde kucaklayınca ufak bir çığlık attı. "Ay dur n'apıyorsun?!" diye bağırdı.

"Seni yatağa doğru uçuruyorum ve uykuma kaldığım yerden çok daha arttırılmış bir kaliteyle devam ediyorum. Sen de benim aşırı konforlu kollarımda güzel güzel dinleniyorsun."

***

Başak gözlerini araladığında yatakta yalnızdı ve kapı tıklatılıyordu. Biraz şiddetli bir biçimde çalınıyor denebilirdi hatta. Duş sesi de duyduğuna göre Can çok kapıyı açacak durumda değildi.

Uykulu bir biçimde kalkıp pijamasını düzelterek kapıya doğru yürüdü. Kapının önünden iki kızın kıkırdaşması ve kendi aralarında konuşmaları duyuluyordu. "Belli siz baya salçasınız burada, anlaşıldı. Geldiğimiz iyi oldu resmen!" diye söylenerek kapıyı sahte bir gülümsemeyle açtı. Ve kendisinin iki katı boyunda iki kızla yüz yüze kalınca zorlama gülümsemesi bile silindi. Bir insanın şöyle iki tipi kıskanmaması mümkün değildi. Arada Can olmasa bile Başak dümdüz bir durumda şunları yine kıskanırdı.

Daha ağzını açamadan kızlardan tanıdık sesli olanı "Yanlış odaya mı geldik? Can 5021'de kalıyordu?" dedi bozuk bir İngilizceyle.

Diğer kız da sorgulama yapamadan Başak araya girdi. "Doğru geldiniz. Can'ın odası burası." Başparmağı ile duş tarafını gösterdi. "Duyduğunuz üzere kendisi duşta. Çıktığında geldiğinizi haber verebilirim." Tekrar o gülümsemesini dudaklarına yerleştirerek elini uzattı. "Başak ben bu arada, Can'ın kız arkadaşıyım."

Kızlar şaşkınlıkla onunla tokalaştılar. O sırada su sesi kesildi. Başak da hemen "Çıkıyor galiba, bekleyin isterseniz," dedi. Sözlerinden sonra Can üzerinde bornozla ve saçlarını kurulayarak tuvaletten çıktı. Kapının açık olduğunu ve Başak'ın kalkmış olduğunu görünce ilk anda şaşırdı. Sonra kızları görünce halihazırda kapalı olan bornozunu iyice düzeltti. "Selam kızlar! Başak'la tanışmışsınız sanırım?" dedi neşeyle onların yanına gelerek. "Size bahsetmişim."

Başak'ın, adının Sasha olduğunu az önce öğrendiği kız "Evet, kendisini görmeyi beklemiyorduk. Sürpriz oldu bir anda," dedi.

"İnan bana olduğu kadar olmamıştır... Bugün size alışveriş için söz vermiştim ama onu iptal etmem gerekecek. Sıkıntı olmaz değil mi? Akşam yine bir şeyler yaparız ama!"

Kızlar bunun üzerine bir şey diyemeyince oradan ayrıldılar. Başak biraz daha huzur dolmuş bir şekilde odada yalnız kaldıklarında Can'ı bornozunun yakalarından tutup kendine çekti. "Alışverişe benimle çıkmanız gerekecek o zaman sevgili Elmaskaya. Madem böyle bir planınız vardı."

Can sırıtarak ona sarıldı. "Seve seve sevgili Bir! Üstelik siz beraber alışveriş yapmak için çok daha iyi bir seçeneksiniz. Muhteşem yorumlarınızı sabırsızlıkla bekliyorum."

Başak da hızlı bir duş aldıktan sonra yarım saat içinde hazırlanıp aşağıya kahvaltı için indiler önce. Can'ın arkadaş grubundan diğer milletlere mensup olanların bir kısmına rastladılar. Onlarla kısa bir sohbet ettikten sonra planlandığı gibi alışveriş yapmak üzere kendilerini buz gibi sokaklara attılar. Can burada iki haftadan fazla kalacağı için araba kiralamıştı ama çok yoğun karlı olan günlerde hiç kullanamıyordu. Zaten tabelaları anlamakta zorlandığı için çok sıkıntı yaşıyordu ama neyse ki bugün hem bir kılavuzu vardı, hem de hava biraz açıktı. Böyle denk geldiği için ayrı mutluydu.

"Bu sonsuzluğa uzanan çirkin yapılı binaların hoşuma gitmesi benim deli olduğumu mu gösterir sence?" diye sordu Başak camdan dışarı bakarken.

"Ben seni anlıyorum. Benim de sanırım gözlerim o kadar çok alıştı ki bu yapılara, artık hoşuma gitmeye başladılar. Ve de ilginç bir biçimde Ortodoks kiliselerini Katoliklerinkinden daha çok beğeniyorum. Tabii o Orta Avrupa'daki büyük kiliseler hariç... Onlar dışında Rusların küçük kiliseleri bile mimari anlamda daha güzel geliyor bana."

Başak minnettar bir bakış attıktan sonra tekrar dışarıyı izlemeye koyuldu. Can da ara ara ona bakarak ufak şehir turuna devam ettirdi. Zaten çok büyük bir şehir değildi burası. O yüzden araba turları çok uzun sürmemiş, güzel bir alışveriş noktasında arabayı bırakarak devam etmişlerdi. Can Başak'ın sevdiğini bilerek onu önce bitpazarı gibi bir yerlere getirmiş, ardından yerel ürünlerin satıldığı bir çarşıyı gezmişlerdi. Bu esnada bir alışveriş sırasında Başak'ın kartı ret verince yakalanmış, mecburen bilet alırken kredi kartını öldürdüğünü itiraf etmek zorunda kalmıştı. Can ona çok kızmıştı bunu baştan söylemediği için. Başak'la ilk kez gerilme boyutuna varan bir 'biletin parasını ben vereyim' savaşına girmişler, Başak'ın ısrarları sonucunda ancak sadece kart limitini biraz açacak kadar kısmını 'borç' olarak alma konusunda anlaşabilmişlerdi. Yemek molası verdikleri sırada Can'ın yüzü hala bu konudan ötürü asıktı. Bir türlü bunu kabullenemiyordu.

Suratsız bir biçimde en sevdiği aktiviteyi yaparken "Biz eskiden böyle değildik," deyiverdi. Başak başını tabağından kaldırıp Can'a baktı. Can göz göze gelince devam etti. "Kaş tatili mesela! O zaman daha arkadaştık ve sen her şeyi benim ödememe izin veriyordun."

Başak kafasını hafifçe yana yatırdı. "Sen beni mecbur bırakıyordun. Her zaman öyle değildi ayrıca. O tatile beni zorladığın için kendini kötü hissetme diye ben de izin veriyordum. Ayrıca bu başka! Bu bir seferde ödenmiş neredeyse on bin liralık bir fatura! Üstelik senin gram alakan yok. Haberin bile yoktu. Ben tutup da bunun parasını senden isteyemem."

"Ama babandan alacaksın..."

Başak biraz sitemle baktı. "Aynı şey mi? Bu konuşma çok felsefik bir noktaya gider, haberin olsun."

"Gitsin! Bence aynı şey çünkü. Biz en başından beri bir aileyiz. Büyük bir aileyiz. Üstelik şimdi ekstra olarak senin erkek arkadaşınım. Bu konularda çok daha rahat bir noktada olmamız gerekirken bizi daha sıkıntılı bir noktaya sürüklüyorsun." Can tripli tripli surat asmaya devam ederken deli gibi bacağını sektirdiğinin farkında değildi. Başak da masanın ufak sarsıntısından anlıyordu onun ne kadar gerildiğini. Ama sinir hali bile şu çocukta çok sevimli duruyordu. Tabii ölse bunu ona söylemezdi, bu Can'ı daha çok sinirlendirirdi.

"Ne yaparsam kendimi affettirebilirim?" diye sordu Başak zeytin dalı uzatmış olmak adına.

Can imalı bir biçimde ona baktı. Sektirdiği bacağı biraz yavaşlamıştı. Başak onun gözleriyle neyi kast ettiğini anlayınca "Onun dışında?" diye sordu.

Can tekrar önüne döndü. "O zaman hiçbir şey. Zamanla geçmesini beklemek zorundasın."

Başak'ın da yüzü biraz asıldı. Ama öylece on bin lira parayı Can'dan tek seferde alamazdı. Bu çok garipti. Uzanıp Can'ın boştaki sol elini tutmak istedi ama Can elini kaçırdı. "Gerçekten zamana bırakmak zorundasın," dedi ısrarla.

Uzunca bir süre sessizce yemeklerini yediler. Can her zamanki gibi iştahını kaybetmeden yemişti. O ne olursa olsun böyleydi gerçi. Fakat Başak git gide randımanını kaybetmiş, o yüzden biraz yemeği kalmıştı. Kalan yemeğini Can'a doğru tabağı hafifçe iterek teklif etti. Can normalde asla reddetmeyeceği bu teklifi başını sessizce iki yana sallayarak reddetti. Başak onun hala biraz bile yumuşamadığını anladı. Akabinde biraz da telefonuna daldı Can. O esnada Başak da kızlara konuyu yazarak fikir danıştı. Fakat Leyla dışında kimseden kendisini destekleyen bir yanıt alamadı. Hele Dila 'Tabii ki o ödeyecek! Bırak ödesin. İşi ne? Madem erkek arkadaş oldu her şeyi o ödeyecek bundan sonra' demişti. Başak onun bu sert çıkışını dikkate almış olsa da abartılı kısmı görmezden geldi. Zira Selim ve para söz konusu oldu mu Dila bambaşka şekilde davranıyordu.

"Çocuklar şehir dışında bir yer var Listvennaya Dağı diye, oraya gitmişler. Kayak merkezi gibi bir yer... Barbekü yerleri ve ahşap bungalov evler var böyle. Yürüyüş parkları falan da var. Bizi de çağırıyorlar gelin akşam burada barbekü yapalım diye. Gidelim mi?"

Can aşırı hevessiz sorsa da Başak hayır demeyi düşünmüyordu. Bundan sonra o derse suyuna gitmek zorundaydı zaten. O yüzden onaylarcasına başını sallarken hafifçe gülümsedi. "Hoş bir yer gibi geliyor kulağa. Ayı falan yoktur ama değil mi?"

Can bir an için gülümser gibi oldu ama tam ondan beklenecek şekilde gülmedi. Garsondan bir el hareketiyle hesabı isterken "Biz daha kalabalığız, ayı varsa da üstesinden geliriz," dedi düz bir sesle.

***

Başak geldikleri yerde kısa bir süreliğine de olsa tüm derdini tasasını unutmuştu. Hem de eksi yirmi derece soğuğa rağmen unutmuştu. Tüm gün şehir içinde kar yağmamıştı ama burada tıpkı bir kar küresindeymişçesine tozutuyordu. Aşırı romantik bir yere gelmişlerdi. Hiç de arkadaş gruplarıyla çılgınlık yapmak için gelinecek bir yer gibi değildi. Yani barbekü ve kayak pisti kısmı öyleydi de, bu ormanlık alan ve gece kalacakları bungalov falan baya yabancı filmlerdeki gibi büyüleyiciydi. Eğer şu romantik ortamda bile Can'la arayı düzeltemezse, artık ondan ne kadar para vermeyi istiyorsa o kadarını almayı kabul edecekti.

Akşam yemeği için kendilerine ayrılan barbekü alanında bir araya geldiklerinde Başak grubun tamamını hikayelerde hiç bir arada görmediğini fark etti. Çünkü grup resmen anladığından da büyüktü. Neredeyse on beş yirmi kişilerdi. Allah'tan bu barbekü alanı Türkiye'dekiler gibi değildi. Baya küçük çaplı bir ocakbaşı gibiydi onlara ayrılan mangal. Bütün gün gergin gezinen Can'ın gözlerinin mangalı görünce ve kömür kokusunu alınca nasıl parladığını görmüştü Başak. Geldiklerinden beridir sürekli diğerleriyle gırgır şamata halindeydi. Yalnız kalana kadar ona bu zamanı tanımaya karar vermişti. Yalnız kaldıktan sonra onu baştan çıkarmak için elinden geleni yapacaktı ve mutlaka kendini affettirecekti. Neyse ki Can da kızlardan ziyade erkeklerle sohbet halindeydi. Sürekli şakalar havada uçuşuyordu ve boş kaldıkları her anda votka shotları atıyorlardı. Başak da oturduğu ateşin önünden sessizce onları izliyordu. Aslında tüm dikkati onlardaydı fakat duyduğu bir takım konuşmalar dikkatini çekinceye kadar sürmüştü bu.

Sabahki kızlar ve iki kız daha içki sigara gibi bilimum sağlıksız şeyleri aynı anda yaparak koca ateşin öbür tarafında kendi aralarında konuşuyorlardı. Ara ara Başak'a bakışlar atıyorlardı ve Başak iki defa falan göz göze gelmişti. Onların Başak hakkında konuştuklarını anlamak için dil bilmeye bile ihtiyaç yoktu. Vücut dillerinden anlaşılıyordu.

Fakat ne yazık ki Başak onlara kulak kesilince ne konuştuklarını da duymaya başlamıştı. Adı Irina olan sabahki kızlardan diğeri, "Kesin çok ciddi kavga etmişler. Geldiklerinden beri doğru düzgün konuşmadılar bile. Bizim tatlı çocuğun birine karşı sevgi dolu olmamasına imkan yok. Hele de kendi kız arkadaşına," diyordu. Bir de anlaşılmasın diye kendi aralarında Can'a lakap takmışlardı belli ki. Tatlı çocuk diyorlardı...

Acaba bana ne diyorlar diye düşünürken o sinsi yılan Sasha'nın "Asla mümkün değil. Bu soğuk yer elmasının tatlı çocukla ne işi var baştan beri anlamadım zaten ben," demesiyle kendi çirkin lakabını da öğrenmiş oldu. Sasha Başak'a kısa bir bakış atıp arkadaşlarına bakarak devam etti. Başak onları dinlediği anlaşılmasın diye telefonuna bakıyormuş gibi yapıyordu ama şu saniyeden sonra pür dikkat kulağı onlardaydı artık. Bir de ateş çatırdamasa çok iyi olacaktı.

"Sabah kapıyı açtığında giydiği pijamaları gördün mü? Tatlı çocuğun yanında o şekilde uyuyorsa hiç şansı yok zaten. O iş sürmez."

Kızlar bir an için kendi aralarında kıkırdaştılar. Başak'ın buraya gelince tanıştığı Belaruslu Lena "Bana tatlı çocuk pek seks düşkünü gibi gelmedi. O yüzden rahattır belki," dedi gülmesine rağmen.

Sasha özgüvenli bir biçimde bacak bacak üstüne atarak arkadaşına gözlerini belertmek suretiyle baktı. "Bence hiç de öyle değil. Sadece çok iyi gizliyor. Ayrıca bir Türk erkeğinin, hatta bir erkeğin seks düşkünü olmaması çok düşük bir ihtimal. Tatlı çocuk da gayet de yatakta çok iyi olmalı." Alenen iç geçirişi Başak'ın tüylerini ürpertmişti artık. Kendini tutamayıp ateşin yanından eğilerek yüksekçe bir sesle "Evet, yatakta iyidir. Saat rekoru bile var inanır mısın?" dedi meydan okur gibi. Hiçbir zaman aksan meraklısı bir insan olmamasına rağmen hayatının en başarılı Rusça cümlesini kurduğuna emindi. Zira kızlar kendisine şok içinde bakakalmışlardı.

Başak özgüvenli bir biçimde gülümseyerek ayaklandı ve elinde votka bardağıyla kızlara doğru yürüdü. "Hatta normalde o kadar ateşlidir ki, şu kalın kıyafetler, çirkin pijamalar bile onu durdurmaz. Birbirimizi çok sevdiğimiz için bu genelde cinsel hayatımıza da yansıyor. Ben bunun sekste önemli olduğunu düşünenlerdenim. Yani birini sevmeden cinsellikten aynı zevki alabilmenin mümkün olduğunu sanmıyorum."

"Sen Rusça biliyor musun?" diye sordu Irina. Başak hüsranla gözlerini kapatırken gülümsedi. "Sizi üzmek istemezdim ama evet."

Kızlardaki 'şimdi sıçtık' bakışları görülmeye değerdi. Başak içten içe biraz eğleniyor olsa da böyle şeyler ona göre değildi aslında. O kadınların birbirinin ayağını kaydırmaya çalışmasından ve bundan haz almalarından hoşlanmazdı. Ne olursa olsun hemcins dayanışmasından yanaydı. Ahu falan bu yönüne kıl kapıyordu bazen ama Başak fazla okuyan o aktivistlerdendi biraz. Bu yönünü törpülemesi zordu. Bu kızların da neden böyle olduklarını biliyor ve anlıyordu. Tüm dünyadaki kadınlarda bu tarz hissiyatlar oluyordu ama Ruslardaki bu erkekleri dize getirebilme özgüveni ve aslında buna kendi açılarından ihtiyaç duymalarının arkasındaki psikolojiyi anlayabiliyordu çünkü.

Biraz hüzünle onlara baktı. "Neyse!" İçkisini hafifçe kaldırarak "Şerefe!" dedi. İçkisinden bir yudum alırken mangal başındaki erkek grubuna doğru ağır ağır yürüdü onun yaklaştığını ilk fark eden ve az önceki çıkışının sonuna şahit olan beylerden biri "Sen Rusça biliyor muydun? Neden söylemedin?" diye sordu.

Başak o anda Can'la da göz göze geldi. Son yarım saattir neredeyse hiç bakışmamışlardı bile. Kızlar da bundan gaz almış olmalılardı ya... Neyse ki Can'ın yüzü artık gülüyordu biraz.

"Evet, biliyordum. Hepiniz İngilizce konuşuyorsunuz diye söylemeye gerek görmedim. Öyle kızlar kendi aralarında konuşurken katıldım biraz onlara, o kadar."

"Baya akıcı geldi benim kulağıma," diye devam etti çocuk. O da Fransız'dı.

"İngilizceden daha rahat hissediyorum aslında konuşurken. Ama burada Rusça konuşan az." Başak dostane bir biçimde gülümsedi. Çocuk shot bardağını onunkine vurdu ve son anda karar değiştirip bir tane shot da onun için hazırladı. Başak'ın eline hızlıca tıkıştırdı. "Olsun, senin bildiğini bilmemiz iyi oldu. Bir şey olursa senden de yardım isteyebiliriz demek ki. Biz Can'la otuz kere falan kaybolduk geldiğimizden beridir." Can'la birbirlerine bakıp gülerlerken diğerleri de kıkırdadı. Başak da sessizce güldü. "Her zaman yardımcı olmaya hazırım," dedi bu kez de shot bardağını beylere doğru kaldırarak. Sonra hep beraber oldukça gürültülü bir biçimde shotları içtiler.

Başak çekingence Can'ın yanına doğru gitti. Can da tüm gün davrandığı gibi suratsızca davranmadı. Gülümsemeyi sürdürdü. Başak bunda bir tık alkolün de etkisi olduğunu düşünüyordu. Tam onun yanında durup mangalın Can'ın yönettiği kısmına baktı. "Her şey çok lezzetli görünüyor ve kokuyor. Ne zaman yiyebileceğiz?"

"Birazdan tabakları yapmaya başlarız."

Başak bir süre sessizce onun yanında durup Can'ın etleri çevirmesini izledi. Sonra iki kolunu birden onun bir koluna dolayıp başını onun koluna yasladı. Kısa olmanın avantajı buydu işte. Çok kolay sokulabiliyordu ona.

"Biraz daha iyi miyiz?" diye sordu çekingence. Can'ın yüzünü göremese de gözlerini kaldırdı.

Can da kısa bir sessizliğin akabinde "Gibi gibi," dedi. Sonra eğilip Başak'ın saçlarına bir öpücük bıraktı. Başak rahatlamış olarak başını kaldırıp onun gözlerinin içine baktı. "Benim tabağıma ekstra et koyup koymamana göre anlarım ben senin ne hissettiğini."

Can kıkırdadı. "Öğlen de doğru düzgün yemedin. Tabii ki sana torpil geçeceğim."

Başak mümkün olduğunca diğerleriyle daha çok kaynaşarak gecenin devamını kendisi açısından daha rahat geçirmeye çalıştı. Kızlara karşı da tavır almadı. Yemek yerken, içki içerken, müzik eşliğinde danslar edilirken hep Can'la daha iyiye gittiklerini hissetti. Bir ara önceden shot attığı çocuklarla sohbet ederken, içkisini tazelemeye gitmiş olan Can'ın kendisine baktığını hissedince başını kaldırıp ona baktı. Gülümsüyordu fakat onun yanında Sasha'yı görünce yüzü asıldı. Can da merakla ve şaşkınlıkla gözlerini kısmış bakıyordu. Bir Sasha'ya bir Başak'a bakıyordu aynı ifadeyle.

Başak kıllanınca kalkıp onların yanına gitme ihtiyacı hissetti. Kendi içkisinin de azalmasını bahane ederek ikilinin yanına doğru gitti. Adım adım yaklaşırken Can'ın "Hayır, öyle bir şey söylemedi bana," dediğini işitti. Can birkaç saniye Başak'a baktıktan sonra, Başak dibine kadar girince tekrar hayretle Sasha'ya döndü. "Ben bunun farkında değildim. Size bir kız arkadaşım olduğunu en başta söylemiştim. Hatta fotoğraflarını bile gösterdim... nasıl... nasıl böyle bir şey olabilir?" Sasha'ya karşı ciddi sitemli ve kızgın konuşmuştu. Fakat Sasha'nın dikkati Başak'a kaymıştı. Gözleri dolu dolu şaşkınca bakıyordu. "Söylendin sandım," dedi Rusça olarak. "Ona hiçbir şeyi söylememişsin... konuşmaları..."

Başak hayal kırıklığıyla iç geçirdi. "Tabii ki söylemedim," dedi o da Sasha'ya uyarak. "Ben iki akşam önce sen telefonda ona Rusça cilve yaparken bile senin neyin peşinde olduğunu anlamıştım. Zaten bir derdim olsaydı en baştan ona göre davranırdım."

Can hızla müdahale ederek "Lütfen benim de anlayacağım şekilde konuşur musunuz? Gerçekten tadım kaçıyor," dedi.

Başak "Bir sorun yok. Sasha benim hakkımda biraz yanılmış," dedikten sonra buruk bir gülümsemeyle Sasha'ya döndü. "Benim için hangi kadın olursa olsun, en iyi erkekten bile önce gelir. Babamdan bile... Bir sorun varsa bunu kendi içimizde hallederiz. Konuyu onlara taşımaya gerek yok."

Sasha biraz utanmış bir biçimde bir şey diyemeden onların yanından ayrıldı. O gittikten sonra Başak ancak "Sana ne dedi?" diye sordu. Can öncekinden daha bezgin hareketlerle içki hazırlamaya girişmişken "Senin, onlar kendi aralarında konuşurken onları duyduğunu söyledi. Benim hakkımda konuşuyorlarmış. Bunun için özür dilemek istemiş fakat benim konudan haberim olmadığını anlayınca şaşırdı. Utandı baya," diye kısaca açıkladı. Hala olayın şaşkınlığını yaşadığı belliydi. "Ne konuşuyorlardı? Neden bana söylemedin? Gerilmişsiniz."

Başak oflayarak gözlerini devirdi. Direkt kendine basit bir cin tonik aldı. "Gerilmedik. O öyle olduğunu sanmış olabilir. Önemsiz bir olay, gerçekten üstünde durmaya gerek yok."

Can merakla bakmayı kesmemişti. Kendi hazırladığı içkisini kırmızı plastik bardağa döktü. Sonra Başak'ın elindekini de alıp onunkini de döktü. Başak şaşkınlıkla olan biteni izlerken Can bir de dönüp onun üstünü başını düzeltip önünü düzgünce kapatmaya başlayınca "Neler oluyor?" diye sordu.

"Biraz seninle baş başa yürüyelim biz. Uzun süredir yalnız kalamadık," dedi Can. Kendisi de beresini ve atkısını düzeltti. Eldivenlerini de taktıktan sonra içkileri aldı. Başak'ınkini Başak'a verdi. "Gel benimle."

"Hava biraz fazla karanlık ve soğuk değil mi? Uzaklaşmasaydık buradan?" Başak'ın sesi bir tık ürküyor gibiydi yürüyüş yoluna yöneldiklerinde.

"Bir şey olmaz. Buranın güzergâhı dümdüz, üstelik çok uzaklaşmayacağız, geri döneriz."

Başak yine de çok emin olamasa da Can'a sonsuz bir güven duyarak onun yanında ağır ağır karlara bata çıka yürümeye başladı. En azından hava açıktı ve ay sayesinde her yer aydınlıktı.

"Sahiden tam olarak ne oldu anlatır mısın? Çünkü ilk etapta buraya zaten bir kıskançlık uğruna geldin ve buna beklenmedik bir sabır göstermen beni geriyor. Artık detaylar her ne idiyse Sasha aşırı gergindi ve senin kötü bir şey yapacağından korkuyordu."

Başak bir kez daha alayla gülmekten kendini alamadı. "Sana lakap takmışlar, kendi aralarında seni çekiştirirlerken benimle olan durumunu konuşuyorlardı. Klasik yakıştırmama durumu işte... Sasha belli ki senden hoşlanmış, şansını denemek istemiş. Benim giydiğim pijamalardan yola çıkarak bir takım cinsel taktiklerle seni kolayca benden alabileceğini sanmış. Ben de aramızdakinin sandığı gibi basit bir şey olmadığını, birbirimize aşık olduğumuz için cinsel herhangi bir girişiminin işe yaramayacağını belirttim." Biraz durularak rahatsızca ekledi. "Bizim cinsel hayatımızı da biraz abartarak övmüş olabilirim. En sevdiğim pijamalarıma laf edilmesi beni biraz yaraladı da."

Can gülmekle şaşırmak arasında bir noktada durup Başak'a bakakaldı. "Yani sırf beni kıskandığın için on binlerce kilometre geldin, en sonunda sırf pijamana laf edildi diye mi kıza laf soktun?.. Kadınların cidden kafası çok değişik çalışıyor."

"Senlik kötü bir durum yok. Bir saatlik bir rekorun olduğuna dair bile bir yalan söyledim. Kendi pijamamı savunurken seni de yücelttim yani."

"Bir saat?" dedi Can kaşları hayretle havalanırken. "Non-stop cinsinden?"

"Non-stop cinsinden..." Başak ağır ağır başını aşağı yukarı salladı.

Can yüzünü buruşturarak tekrar ağır adımlarla yürümeye devam etti. Boştaki eliyle Başak'ın elini tuttu. Başak da sevinçle parmaklarını onunkine kenetledi. Eldivenlerden yüzünden birbirlerinin ellerini hissetmeleri çok olası değildi ama hissiyatı bile hoştu.

Bir süre sessiz sessiz yürüdüler. Başak her bir adımda tüm bu karanlık ve soğuk ortama rağmen daha az korktuğunu hissediyordu. İnsanlardan uzaklaşmak ve Can'la arayı düzeltmek çok iyi gelmişti.

"Bu gece burada kalalım mı?" diye sordu Can. "Yani bungalovlardan birinde?"

Başak kıkırdadı. "Bungalov okey. Fakat hiçbir güç beni o İkinci Dünya Savaşı'ndan kalma korkunç ana binada yatıramaz, haberin olsun."

"Merak etme, ben kötü ruhlarla savaşmaya hazırım. Belki bir saat aralıksız performans gösterme gücüm olmayabilir ama hayaletlerle çok iyi savaşırım."

Bu kez Başak kahkahayı bastı. Onun o tatlı kahkahası Can'ın başını döndürmeye yetti. "Bu benim için yeterli, teşekkür ederim. Zira bir saat aralıksız bir performans beni de yorar açık olmak gerekirse."

Yürüyüşü fazla uzatmadan on beş dakika kadar sonra geri döndüklerinde grup çoktan kafayı bulmuştu. Bir kısmı çok üşüdüğünden gitmek için diretiyorlardı ama Can'la Başak'ın vardığı karara varıp onlar da bu geceyi burada geçirmeye karar vermişlerdi. Can hızlı davranıp tüm bungalovlar kapılmadan en güzelini onlar için kapmayı başardı.

Yavaş yavaş ekip dağılırken Başak gece çok güzel göründüğünden hemen odaya çekilmek istemedi. Hala güçlü bir biçimde yanan ateşlerden birinin başına oturup banka tamamen uzanarak gökyüzünü izlemeye başladı. Ortam o kadar karanlıktı ki, gökyüzündeki yıldızlar bir bulut gibi görünüyorlardı. Ve şu an havanın derecesi sınırları zorlasa da Başak'ın bu büyülü anları bırakıp odaya gidesi gelmiyordu.

Parti parti geçen bulutların arasından görünen aya odaklanmışken, tepesinde beliren Can'ı görünce gülümsemesi daha da büyüdü. Can az önce uzaktan çektiği fotoğrafı Başak'a göstererek "Seni story attım, haberin olsun," dedi. Başak hemen telefonu eline alarak fotoğrafa baktı. Gerçekten çok güzel görünüyordu. Yattığı yerde arkasında alabildiğine karlı beyaz ormanla ve yanı başındaki ateşle baya havalıydı. Hem de giydiği kat kat şeyler onu şişko göstermesine rağmen havalıydı.

"Bunu nasıl beceriyorsun anlamıyorum. Ben istesem ve poz versem şöyle çıkmam."

"Eh, o da benim sırrım olsun!" Can yavaşça Başak'ın yanına oturdu ve onun karnını okşadı. "Üşümüyor musun? Herkes odalara dağıldı artık. İstersen biz de geçelim? Ya da birkaç kişi hayaletli binanın barında içmeye devam etmek için oraya gittiler. İstersen oraya da geçebiliriz?"

Başak kıkırdadı. "Benim daha tek damla içecek yerim yok. Hem burası çok güzel, hiç üşümüyorum. Şu yıldızlara baksana! Bir daha nerede buluruz ki böyle resim gibi manzarayı?.. Ömrümüz koca koca şehirlerin yıldızları söndüren mutsuz ışıklarında kaybolup gidiyor. Bırak şu kısacık anda tadını çıkaralım. Tüm zorluklarına rağmen!" Can ağır ağır gülümserken sırtını Başak'ın kırdığı dizlerine dayadı ve onun yüzünü izlemeye devam etti. "Ekin Bir'in kızı olduğun nasıl belli... çevirmen olacağım diyorsun ama sende ciddi yazar potansiyeli var."

Başak bakışlarını gökyüzünden çekip Can'a çevirdi. 'Ha buldun!' dercesine bir ifadeyle burun kıvırdı. "İki güzel sözüme kanma Elmaskaya."

Can uzanıp onun ellerini tuttu. "Kanarım. Senin her şeyine kanarım ben. Ne olursa olsun aklımı çelmeyi başaracaksın. Ne dersen de, ne yaparsan yap."

Başak onun neye gönderme yaptığını anlayarak tekrar Can'a döndü. Sonra yavaşça doğrularak Can'ın dibine kadar geldi. "Ben ne yaparsam yapayım seni sevdiğim için yapacağım. Merak etme."

Can uzanıp onun dudaklarına yumuşacık bir öpücük bıraktı. Sonra yumuşak öpücüğü ağır bir öpüşmeye dönerken, eldivenlerini de yavaş yavaş çıkardı. Geri çekildiğinde bir an için bile gözlerini Başak'ın gözlerinden ayırmadı. Yanı başlarında yavaş yavaş sönmeye yüz tutmuş ateşin alevleri parlarken, yıldızlar tepelerinde bir yorgan gibi uzanırken ve dünyada sadece birbirlerinden başka kimseler yokmuş gibi hissederken, bundan daha doğru bir zaman olmayacağını biliyordu. O yüzden montunun fermuarını biraz açarak sağ elini iç cebine attı. Beyaz bir kutu çıktığında dakikalardır saf saf gülümseyen Başak'ın yüz ifadesi değişiverdi. Bir kutuya bir Can'ın gülümseyen yüzüne bakarken şokta gibiydi.

"Bunu beklemiyordun değil mi? İnan ben de beklemiyordum," diye itiraf etti Can. Kutuyu açmadı, bir müddet bir anda çıplak kalır kalmaz buz kesmiş olan avuçlarında tuttu, çevirdi. Yutkunarak konuşmaya devam etti. "Ben aslında bunu iki hafta önce Moskova'dan almıştım. Bir gün zamanı gelecek ve vereceğim diye yani... Hiç öyle zaman düşünmemiştim alırken. Sadece vitrinde görünce durdum. Aklıma sen geldin hemen. Bilmiyorum çok özlediğim için mi gelmiştin ama bir şekilde gelmiştin işte!.. Kalbim hızlanmıştı böyle. Heyecandan küt küt atıyordu sanki bunun planını yapmışım ve yakın zamanda sana evlenme teklif edecekmişim gibi. Aslında hiç de öyle bir şey yoktu. Sonra dayanamadım, aldım tabii ki. Satıcıyla iyi bir mücadele bile verdim alacağım diye." Kutuyu yavaşça aralayarak hala şaşkınlıkla bakmakta olan Başak'a çevirdi. İki yanında küçük yakut taşlar olan bir pırlanta yüzük Başak'ın önünde parladı. Alevler resmen berrak taşların üstünde dans ediyordu.

"Yüzüğün anlamlı bir hikayesi varmış. Sibirya'daki madenlerden çıkarılan taşlardan yapılmış. Aslen satıcının babasına aitmiş yüzük. Adam bir madende çalışıyormuş. Kendisinin bulduğu bu nadir ve değerli taşları neredeyse birikiminin tamamını vererek satın almış ve işletmiş. İmkansız aşkına vermek üzere mükemmel yüzük haline getirtmiş. Tüm parasını bu değerli taşlara harcadığı için ailesi kadını ona vermemiş ve kadın kaçmak zorunda kalmış. Senelerce çok zorluk çekmelerine, bazen yiyecek ekmek bulamamalarına, hatta birçok eşyalarını satmak zorunda kalmalarına rağmen aşklarının başlangıcı olarak bu yüzük kalmış. Öldüklerinde de yüzük tek oğullarına kalmış. Adam hiç evlenmemiş. Bu yüzüğü de kimseye vermeyi düşünmemiş. Tam kırk yıldır bu yüzük o vitrinde duruyormuş. Teklif edilen hiçbir parayı kabul etmemiş, hiçbir şekilde satmamış annesinin yüzüğünü adam... Ama o bu hikayeyi anlatınca ben pes etmedim. Onun çat pat İngilizcesi ve benim 'davay' ve 'da'dan ibaret Rusçamla, dakikalarca yalvararak onu sana olan sonsuz aşkıma ikna ettim. Yüzüğü ilk sahiplerinin anısına yaraşır şekilde muhafaza edeceğimize söz verdim... Görür görmez, o yüzük bir şekilde burada olmalı dedim." Can konuşması kadar ağır hareketlerle Başak'ın da bir eldivenini çıkardı ve yüzüğü onun parmağına taktı. Sanki onun için yapılmış gibi cuk oturmuştu yüzük Başak'ın parmağına.

"Yüzüğü taktım ama... Benimle evlenir misin Başbaş? Beni bilirsin, ben zaten dünyanın en mutlu adamıyımdır bence. Ama bir de sen benimle evlenirsen, bence dünyada cenneti yaşamak bana nasip olur. Şu hayattan isteyebileceğim tek şey sensin artık. Sonsuza dek, ayrılmadan, kopmadan seninle olmak."

Minik minik tozutan kar taneleri tepelerine yağmaya başladığında Başak başını gökyüzüne kaldırdı. Yıldızlar ve ayın üstü beyaz bulutlarla kapanıyordu yavaştan. Gülümseyen yüzünü tekrar Can'ın yüzüne çevirdiğinde gözleri dolu doluydu. Elini yumruk yapıp göğsüne bastırarak derin bir nefes aldı. Başını olumlu anlamda sallarken "Bu anı o kadar çok hayal ettim ve bekledim ki!" dedi çatallaşan bir sesle. Sonra zaten kendini tutamayıp ağlamaya başladı. Uzanıp sımsıkı Can'a sarıldı. Can da gözlerini kapatarak sıkıca sardı sevdiği kadını.

"Evet seninle evlenirim Can. Sonsuza kadar seninle olmak, benim de tek isteğim."

Kar hızlanmaya ve rüzgar sesi kulakları tırmalamaya başlayınca mecburen ikisi de ayrılıp ayaklanmak zorunda kaldı. Can kendisi üşümeyi göze alarak bungalovlarına gidene kadar montunu Başak'a siper etti. Koşar adımlarla resmen bungalova daldılar. Can arkasından kapıyı kapatırken Başak da odadaki tek ışığı yaktı. Küçük üçgen ahşap oda bir anda aydınlandı. Şirin, sade, sıcak ve sahiden küçük bir odaydı. O yüzden ayrı noktalarda durmalarına rağmen birbirilerinden uzak durdukları söylenemezdi.

Başak muzipçe ağır ağır gülümserken bir anda yüzüğün takılı olduğunu elini kaldırdı ve "Şu an en kolaydaki ve en ulaşılabilir eski dostum sen olduğun için bunu seninle yapmak zorundayım... Az önce ne oldu tahmin edemezsin!" diye bağırdı incelen bir sesle. Can onun tavrına ve söylediği cümleye kahkahayı bastı. Uzanıp Başak'ı yakaladığı gibi kendine çekerek belinden sıkıca sardı. "N'oldu?!" dedi heyecanla gülmeleri durulduğunda. "Yoksaaa..." diye devam etti abartıyla Başak'ın elini tutarak yüzüğe bakarken.

Başak gülse de oyununu sürdürdü. "Eveeet! Hayatımın aşkı bana evlenme teklif etti!"

Can ağzı açık bir halde bakakaldı. "Şaka yapıyorsun?! Hayatının aşkı hem de?"

"Eveeet."

Birbirlerine sarılı vaziyette bir süre gülüştüler. Sonra dudakları bir kez daha buluştu. Gülüşerek öpüşürlerken daracık odada yatağa düşmeleri de kaçınılmaz oldu. Başak hayatında şundan daha mutlu hissettiği çok az an hatırlıyordu. Can'ın üstünde yatarken dikkatle onun gözlerine baktı. Sanki baktığı her saniye daha fazla aşık oluyor gibiydi.

Can onun beresini atkısını yavaşça ve özenle çıkardı. Sonra saçlarını düzeltir gibi narin dokunuşlarla sevdi.

"Biliyor musun? Kaş'ta sana yürüyen o kıza içimden resmen şükrediyorum."

"Ne? Ne alaka? Nereden çıktı şimdi o?"

"O olmasaydı ben seni öpmeye cesaret edebilir miydim bilmiyorum... Başımıza ne geldiyse onun sayesinde geldi. O gün beni delirtmişti ama inşallah mutlu olur şu hayatta. Valla çok hayır duamı aldı."

Can gözlerini devirerek güldü. "Sen boş ver onu bunu şimdi. Biz nasıl evleniriz?"

Başak yana düşerken, düşünür gibi dudaklarını büzdü. "Bilmem ki... şimdi Derin ablaları sabote etmek olmaz. Onlardan sonra belki?"

"Ha baya okul bitmeden? Ben sen okulun bittikten sonra istersin sandım." Can da ona doğru dönüğünde, ikisi de yatakta yanlamasına uzanmış halde birbirlerine bakmaya başladılar.

"Yani çok şart değil. Biz her türlü ayrı kalmalı ve kavuşmalı bir ilişki yaşıyor olacağız. Sadece... Ben şunu isterim ki İstanbul'a geldiğimde annemlerin evinde değil de, bizim evimizde kalayım... Sonuçta yılın dört beş ayını İstanbul'da geçirmeye devam ediyor olacağım."

Can, Başak 'bizim evimiz' deyince istemsizce gülümsemeye başladı. "Evet, bu doğru. O zaman İstanbul'da kendimize bir ev bakarız. Antalya'da zaten senin evinde kalmaya devam ederiz. Bir müddet öyle yaşarız."

"Sonra ben seninle her yere gelirim ki! Nasılsa çeviriyi her yerden yapabiliyor olacağım. Sen hangi ülkeye gidersen git, seninle gelirim!" Başak'ın deli cesareti ve şevkle söylediği şeyden sonra Can tekrar ona kocaman gülümsedi. "O zaman hemen evlenmememiz için hiçbir neden yok."

"Bence de yok! Derin ablalardan sonra biz deevlenebiliriz!"

Okumaya devam et

Bunları da Beğeneceksin

1.4M 79.2K 48
Hale, sosyal medyada yazdığı bir yorumun hayatını bu denli değiştireceğini nereden bilebilirdi ki.
2M 89.7K 68
Aile problemleri yüzünden evden kaçmış ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, aynı zamanda sinir hastası olan Pare, ucuza gelsin diye ikinci el...
867K 17.1K 21
༺༻ Bütün hakları saklıdır "Ben geldim" Gülümseyerek ve son harfi uzatarak kurduğum cümle ile o da gülümsedi. Sandalyesini biraz masadan geri çekti...
14.7K 1.5K 11
"Cadı kazanına düştüğünde hayat ışığın sarıdan metalik bir maviye dönüşür." Cadı Kazanı |@Balaccie| Tüm hakları saklıdır.©