GGK: 2 - Gerçek Aşklar Kulübü

By sezgisalman

85.3K 9.9K 752

Güzel Günler Kulübü isimli kitabın devamı niteliğindedir. Bağımsız olarak da okunabilir ama önce diğer hikaye... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Bölüm
Final

33. Bölüm

1.5K 178 9
By sezgisalman

Başak ve Can, Başak'ın kullandığı arabada beraber İstanbul'a dönüyorlardı. Hemen hemen tüm okulların sömestr dönemi olduğundan ve kayak sezonu çoktan açıldığından yollar kalabalıktı. O yüzden plandıklarından biraz daha geç varacaklardı. Başak aslında Can'ı kendi evine bırakıp aile evine geçecekti ama bu plandan vazgeçmişti çünkü muhtemelen İstanbul'a vardığında zaten çok geç olacaktı. Sabah geçebilirdi.

Can'ın telefonu müzik sistemine bağlıydı ve her zamanki gibi onun tarzı şarkılar arabayı inletiyordu. Bütün gündür ne kadar içi içini yese de Başak bir daha onun telefonunu eline alıp bakamamıştı tabii ki de. Simay'a bir yanıt vermiş miydi, mesajları görünce ne yapmıştı, hiç bilmiyordu. Çünkü sabah Can'dan önce uyanıp okula gitmişti.

"Aşkııım! Bursa'da dursak olur mu? Ben acıktım." Can çekingence sorsa da, hevesi çok net hissediliyordu. Yine de Başak'ın yargılayan bakışlarına maruz kalmaktan kaçamadı. Garipser gibi ona baktı bir süre Başak. "Daha yeni Afyon'da dünyayı yedik? O sucuk ekmekler? Kaymaklı ekmek kadayıfları?"

Can hemen oyunbozanlık yaparak mırın kırın etmeye başladı. "Ya Başbaş sanki beni bilmiyorsun! O geç kalmış bir öğlen yemeğiydi, şimdi de akşam yemeği yemek istiyorum. Hadi duralım duralım!"

Başak'ın omuzları düştü. "Gece eve varıncaki öğününe ne ad veriyorsun? Biliyorum çünkü eve gidince de bir şeyler yiyeceksin sen." Başak'ın bu sözleri üzerine Can ona sinsi sinsi gülümsedi. Başak gözlerini devirerek baktı ona. "Gerçekten anlamıyorum nerene gidiyor tüm bunlar. Hayır bir şey değil işin kötüsü ben kilo alacağım senin yüzünden. Kavuşmanın böyle bir bedeli olduğunu bilseydim iki defa daha düşünürdüm."

Başak'ın bunu şaka yollu söylediğini bilse de Can hemen ona sırnaşarak "Aşk olsun!" diye sitem etti. Onu boynundan öptü. "Bir şeycikler olmaz! Kilo alsan da bana fark etmez ayrıca! Ve son olarak kabul et, beni böyle seviyorsun."

Başak tabii ki de kendini tutamayıp gülümsedi. "Evet seni pis boğazınla seviyorum. Söyle nerede duralım istiyorsun?"

Can ellerini çırparak bir sevinç gösterisi yaptı. Sonra hemen telefonunu alarak onlar için mükemmel mola noktasını aramaya başladı. "Şu cantık pidesi midir nedir, şu küçük lahmacuna benzeyen şey, ondan yiyelim. Hiç onu yemek kısmet olmadı buralarda. Ya kebap ya iskender yiyoruz hep."

Başak yine bir kınama edasıyla baktı Can'a. Sonra telefonunu onun elinden aldı. Can ilk anda neye uğradığını şaşırsa da Başak'ın "Yeter artık. Bu ne kültürsüzlüktür! Hala fonda Weeknd çalıyor, karşıma geçmiş cantık pidesi midir nedir diyorsun utanmadan. Bundan sonra seni ele alıyorum Can Elmaskaya. İngiliz asilzadeliğine acilen son vermemiz gerekiyor," çıkışıyla pusmak zorunda kaldı. Bıyık altından gülerken Başak bir yola bir telefona bakarak Burak Kut Tahtalara Vur'u aramaya çalıştı.

"Dur şimdi bana ver ne açacaksan ben açayım," diye uzandı Can gülerek ama Başak hemen telefonu çekti. Tam Burak K yazmıştı ki profiline girerken yukarıdan bildirim gelince dikkati dağıldı. Ve ne yazık ki yine Simay'ın adını görmüş bulundu. Hemen bakışlarını çekip yola bakması gerektiği için bu kez sadece mesajın başını görebilmişti. 'Bence ciddi bir şey—' diye başlıyordu mesaj. Ama devamını görememişti, görmek istediğine de emin değildi.

Telefonu direkt Can'a geri uzattı. "Burak Kut açacaktım ama mesaj geldi..." diye mırıldandı. Can tam telefonu geri almış bildirimleri açarken Başak düz bir sesle "Simay'dan," diye ekledi.

Can hemen eğlenerek gülme haline son vererek bir anda ciddileşti. "Şey," diye mırıldandı gelen mesaja bakarken. İlk anda afallar gibi olsa da ışık hızıyla doğruyu söyleyerek—zira huyu buydu—"İki gündür biraz konuşuyor gibiyiz ama yanlış anlama lütfen," dedi. Yutkunarak doğruldu. "Kötü bir haber almış. O yüzden yazdı. Kimle konuşacağını bilememiş. Annesinin göğsünde kitle çıkmış." Can 'gerçekten mesajları gösterebilirim istersen' diyecekti ki bunu demesine gerek kalmadı. Çünkü Başak'ın yüzünde öyle bir ifade görmemişti.

"Hadi ya..." diye mırıldandı Başak biraz üzülerek. "Peki kötü huylu muymuş?"

"Bakılıyor, yarın çıkacakmış sonucu."

"Geçmiş olsun. Umarım korktukları gibi bir şey yoktur."

"Umarım..." Can Başak'ın ılımlı yaklaşımına rağmen kendini hala huzursuz hissediyordu. Hala açıklama yapmak istiyordu. Dudaklarını kemirerek yandan yandan Başak'a baktı. "İnan elimden geldiğince soğuk yanıt veriyorum ama—"

"Sorun değil Can. Ben zaten kötü niyetli bir şey düşünmemiştim. Sadece anlam verememiştim. Yalnız... bunu konuşabileceği yakın kimsesi yok mu sahiden?" diye sordu şaşkınca Başak. Bunu bir türlü kabullenemiyordu.

Can sıkıntıyla nefes verdi. "Maalesef pek yok. Onun çevresindeki tipler... nasıl desem... bizim gibi değiller işte. Arkadaşlıklarındaki kafa benim alışkın olmadığım bir kafa. Sen de bilmezsin. Biz genel olarak hep yakın olduğumuz ve her şeyi konuşabildiğimiz için anlaması zor geliyor."

Başak'ın kaşları hayretle havalandı. "Üzücüymüş," diye mırıldandı.

"Öyle."

Kısa bir sessizlikten sonra, eskiye döndüklerini hissedince Can muzip moduna geri döndü. Gülümseyerek Burak Kut'un ilk sırada çıkan şarkısını açtı. Başak şarkıyı duyar duymaz gülümsedi. "Bunu açmayacaktım ama bu da olur."

"Hangisini açacaktın?! Söyle söyle açayım!"

"Tahtalara Vur açacaktım."

"Hemmen şefim!"

***

Yaz şarap kadehini dudaklarından çekerken biraz daha Anıl'dan tarafa döndü. Bütün hazırladıkları yemekleri salondaki sehpaya yaymışlar, koltuklara yayılarak yemişlerdi. Yine Anıl'ın minimum seviyede konuştuğu, Yaz'ın asla susmadığı dakikalar yaşanmıştı. Fakat şarap etkisini gösterdikçe çenesi kapanmaya başlamış, vücudu hareketlenmişti. Sürekli bir şekilde Anıl'a temas ediyor, dokunduğu yeri sever gibi okşuyordu. Elindeki bardağı uzanıp sehpaya geri bıraktı ve tekrar arkasına yaslanırken Anıl'a sokuldu. Bu sefer elini onun göğsüne koyup "Aşkım!" diye mırıldandı. Anıl hemen bakışlarını televizyondan çekip Yaz'a döndü. "Söyle bebeğim."

Yaz yavaşça başını onun omzuna yaslayarak, tam boyun çukuruna güzelce yerleşti. "Seni seviyorum diyecektim," dedi sessizce. Gözlerini kapatıp kafasını çevirerek boynuna sıcacık bir öpücük bıraktı Anıl'ın. Sonra ağır ağır başını kaldırarak Anıl'ın gözlerinin içine baktı. Anıl da pür dikkat, gözlerinin içi parlayarak onun gözlerinin içine bakıyordu.

O da uzanıp Yaz'ın yanağını okşadı. "Ben de seni seviyorum. Hem de çok!" Anıl'ın içten ve etkileyici bir sesle söylediği bu cümle üzerine Yaz içinden taşan bir şevkle onu öpmeye başladı. Öpüşü öyle sert ve beklenmedik gelmişti ki, Anıl bir an için arkaya doğru gider gibi olmuş, sonra hemen Yaz'ı sıkıca belinden tutarak dengelerini sağlamıştı. Aynı tutkuyla karşılık verirken boştaki diğer elini Yaz'ın saçlarının arasından geçirdi. Yaz hemen iki bacağını açarak onun kucağına oturdu. Böylesi daha rahattı.

"Bence bu gece o gece artık," dedi Yaz öpücüklerinin arasında. Zaten hal ve tavırlarından ne kadar istekli olduğu da belli oluyordu. Anıl bir an için geri çekildi. Elinden geldiğince sakin olmaya çalışarak Yaz'ın gözlerine bakmaya devam etti. "Adım adım gidecektik?" dedi sorarcasına.

"Adım adım gelebileceğimiz noktaya kadar geldik. Gelmedik mi?" Yaz bu isyanının sonuna kadar arkasındaydı çünkü gerçekten yapmadıkları şey kalmamıştı. Herkes herkesin her şeyini görmüştü bir kere. Çıplaklık onlar için yeni bir ayrıntı olmayacaktı. Özellikle İsviçre'de, yılbaşı akşamı çok fazla şey yapmışlardı. Bundan daha fazla bir adım gideceklerse, sonraki adım çok belliydi artık.

Anıl da ürkek bir kabullenişle "Tamam, haklısın," diye mırıldandı. Alnını bir an için Yaz'ın alnına dayayıp soluklandı. Sonra onu kucağına aldığı gibi yatak odasına doğru yürüdü. Yaz hemen tekrar sinsice gülümsemeye başlayarak kollarını Anıl'ın boynuna sıkıca doladı.

"Bence önümüzdeki dönem odalardan birini öldürelim, misafir odası gibi bir şey yaparız. Ya da hobi odası da olur."

Anıl nefes verir gibi güldü. "Böyle olacağını bilseydim daha küçük bir ev arardım en baştan... Benden nefret ediyorsun diye yüz kırk metre kare ev tuttuk."

Yaz sitemle ona bakarak "Aşk olsun!" diye isyan etti hemen. "Şu an o konuya hiç girme bence, çünkü sonunda üzülen sen olursun."

Anıl konunun Yeşim'e kayacağını hissettiği an ışık hızıyla sustu. Susmakla da kalmadı, Yaz'ın dudaklarına yumuldu. Beraber yatağa doğru yuvarlandılar ve parti parti birbirlerini soymaya başladılar. İlk önce Yaz Anıl'ın üstündeki sweat'i çıkardı, sonra da Anıl Yaz'ın üstündeki pijama üstünü... Akabinde Yaz pat diye Anıl'ın altını çıkarırken; Anıl yine bu aşamada biraz kızarmıştı, hala bu rahatlığa alışamıyordu, Yaz'sa bir o kadar hevesli ve heyecanlıydı. Kendisinin bu hamlesinden sonra aynı hamleyi Anıl'dan bekledi ama beklediği kadar hızlı bir dönüş alamadı. Yine de Anıl'ın onu öpüşleri, okşayışları hoşuna gittiği için aceleye getirmedi. Anıl tek tek vücudunun her yerine ayrı ihtimam gösterirken Yaz'ın giderek artan inlemeleri odayı doldurdu. En son Yaz'ın altını sıyırdığında, dudakları onun kadınlığını buldu. Yaz iç çekerek başını hafifçe kaldırdı. Zira bu da yeni alışılan bir adımdı. Buradaki zevk noktalarını yılbaşında çözmüşlerdi. İki yönlü olarak... gerçi Yaz'ın işi çok daha kolay olmuştu. Erkekleri tatmin etmek inanılmaz kolaydı.

"Anıııl... hadi artık! Beni bu şekilde yoldan çıkaramazsın. Bu sefer bu şekilde teslim olmayacağım!"

Anıl bu can çekişen ama kendine güvenen ses tonu üzerine başını kaldırıp Yaz'a baktı. Gülmemek için kendini zor tutar bir hali vardı. "Peki..." diye mırıldanarak tekrar yukarı doğru geldi ve Yaz'ın dudaklarına bir öpücük bıraktı. "Hoşuna gidiyor sanmıştım."

"Gidiyor ama ben artık gerçekten kavuşmak istiyorum!"

Anıl kıkırdadı. Onun yüzünü ve saçlarını hafifçe okşadı. Gözlerini onun gözlerinden çekmedi. Prezervatifi almak için hareketlendiğinde, hiç de planlarında olmayan bir şey oldu.

Kapı çaldı.

İkisinin de gözleri aynı anda irileşti. Hemen birbirlerini buldu tekrar. İlk "Bu ne şimdi?" diye isyan eden Yaz oldu.

"Bilmem! Birini mi bekliyorduk?"

"Hayır?!"

Onlar orada anın şokunu yaşarken kapı bir kez daha çalındı. Anıl Yaz'ın üstünden inerek yana kaydığında resmen canı acıdı. Şu an çok ama çok zor bir durumdaydı.

"Of ben bakmak istemiyorum! Devam edelim biz, evde yokuz!" dedi Yaz tekrar Anıl'a doğru dönerken. Anıl "Aşkım olur mu öyle? İki kez çaldı ya kapı!" dedi. Kapı bu kez tıklatıldı. Demek ki çalan kişi baya kapının önündeydi.

Yaz surat asarak yataktan kalktı. Anıl o halde kapıya gidemeyeceği için çaresiz görev Yaz'a kalıyordu. Üstüne isteksizce kalın pelüş sabahlığını giyip önünü sıkıca bağladı. Şu an bunu yaptığına inanamıyordu. Hayatının dönüm noktası olan bir anında gidip kapıyı açması gerekiyordu!

Oflaya puflaya kapıya gelip kimin geldiğine baktı. Gördüğü kişiler yüzünden yüzünü buruşturarak kapıyı açtı. Suratına doğru kocaman gülümseyen ve ellerinde içki şişeleri tutan bölümden arkadaşlarına bakarken şaşkınlığını pek saklayamadı. Gülen kafalardan "Sürprizz!" "Sana sürpriz yapalım dedik!" "Nasıl da şaşırdı!" "Baskın basanındır kızım!" tarzında cümleler yükseldi önce. Yaz ancak uğultuyla kendine gelerek gözlerini kırpıştırdı ve "Evet baya sürpriz oldu, neden haber vermediniz geleceğinizi?" diye sordu.

Arkadaşlarından en önde duran Hakan "Adı üstünde sürpriz kızım! Sen hayırdır? Bu saatte uyuyorduk deme! Yoksa seninki seni de kendine mi benzetti?" diye tatsız bir şaka yaptı. Bir gülüşmenin akabinde Yeliz "Bizi içeri davet etmeyecek misin bebişim? Böyle kapıda durmaya mı geldik?" diye sitem edince Yaz hemen "Buyurun buyurun," diyerek kenara çekildi. Yeni bir uğultu dalgası eşliğinde millet ayakkabıları çıkararak içeri doluşurken Yaz hala tam anlamıyla kendine yakışır bir biçimde gülümseyemiyordu. Yeliz Yaz'ı çaktırmadan kenara çekip "Kız cidden biz yanlış zamanda mı geldik? Kapıyı da böyle açtığına göre meşguldün sen? Anıl uyuşuğunun olduğu eve erkek atabiliyor musun sen? Uyuzluk yapmıyor mu?" diye sordu sessizce.

Yaz gözlerini belerterek arkadaşına baktı. "Saçmalama Yeliz! Bu benim ev halim işte, üşüyorum, bilmiyor musun! Siz geçin salona, ben Anıl'a söyleyeyim geldiğinizi."

Yeliz kıkırdadı. "Uyuyorsa uyandırma dedemi, bırak."

Yaz gözlerini devirerek yatak odasına döndü. Kapıyı arkasından sıkıca kapatıp sırtını kapıya yaslayarak örtüyü üstüne çekmiş meraklı gözlerle kendisine bakan Anıl'a baktı.

"Bugün de yattı, giyinebilirsin," dedi mutsuzca.

"Ne demek yattı?" diye çıkıştı Anıl. Sonra kendi sesinin yüksekliğinden rahatsız olup hemen kontrol altına almaya çalıştı. Bu kadar gaza gelmişken bunu diyemezdi. Tam inanmıştı, bu kez olacaktı, şimdi yattı diyordu! "Aşkım inan bana şu an yatan hiçbir şey yok. Ben bu halde nasıl giyineyim?!" diye dişlerinin arasından sorgulayarak malum yerini Yaz'a kaşlarıyla işaret etti.

Yaz mutsuz mutsuz giyinirken "N'apabilirim Anıl! Arkadaşlarım gelmiş, sürpriz yapmışlar. Ellerinde bir ton şey var, mecburuz," diye söylendi.

Anıl yüzü düşerek "İyi sen git, benim gerçekten zaman ihtiyacım var çünkü," dedi. İçinden 'Bunlar da gelecek zamanı buldular' diye söylenmekten kendini alamadı. Çaresizce yatağın kenarına oturup beklemeye başladı. hayatta şu an ağzını açıp Yaz'ın arkadaşlarına laf edemezdi. Çünkü Yaz cephesinde kendi arkadaşları açısından istemediği kadar mimlenmiş durumdaydı. Bu sözlü savaşı her türlü kaybedeceği için kaderine razı olmak durumundaydı.

***

Başka bir sınavların bitişi kutlaması da Ahu tarafından yapılıyordu. Genelde potansiyel tanıdıkların olduğu ortamlarda herkesten her şeyi saklamaya çalışsalar da, bu gece Room'da baya rahat bir akşam geçiriyordu Ahu. Daha saat erken sayılırdı ama şimdiden biraz çakırkeyif olduğu söylenebilirdi. Ara ara çalışmak zorunda olmadığı her anda Kaan'a sarıyordu ve içten içe onun hoşuna gitmediğini bildiği şeyler yapıyordu ona. Saçma sapan hareketlerle dans etmeye zorlamak bunlardan biriydi. Kaan onun keyfine karışmak ve neşesini bozmak istemediği için bir tepki vermiyordu ama Ahu onu zorladığının farkındaydı. O yüzden aşağı yukarı kırk beş elli dakikadır hiç ortalıkta görünmemişti Kaan.

Elinde tavsiye üzerine aldığı değişik bir Alman birasıyla hafifçe dans ederek içerilere doğru ilerledi. Daha önce tuvalette kapana kısılıp kaldığı yerin o tarafın ofis tarafı da olduğunu biliyordu. Kaan'ın o taraflarda bir yerlerde olduğunu umarak o yöne doğru yürüdü. Yerini yönünü bulamayınca mutfak tarafından gelen ilk garsona "Kaan Bey nerede acaba?" diye sordu.

"Kaan Bey en son ofise çıkmıştı. Şuradaki merdivenlerden yukarı çıkın, soldaki kapı. Diğer kapı depo zaten, yazar üstünde."

Ahu başını sallayarak teşekkür etti ve kendisine söylenen tarafa doğru yürüdü. Merdivenlerden yukarı çıkıp müzikten bir nebze de olsa uzaklaştı. Nedense kata vardığında adımları iyice yavaşladı çünkü bir anda kötü bir enerji sarmıştı etrafını. Sanki onu mutlu etmeyecek şeyler görüyormuş gibi hissetmişti.

Nitekim kapıya yaklaştıkça bir kadın sesi duymak Ahu'yu beklemediği kadar afallatmıştı. Bir de sesin tanıdık bir kadın sesi olması ayrı yıpratıcıydı. Ne dediğini ilk anlarda tam duyamasa da, sesin Kaan'ın babasının karısına ait olduğunu anlamıştı.

Melisa'ya.

Tam duvarın dibine sinip kapıya dayanmışken, Melisa'yı daha net işitmeye başladı. Kaan'ın çakmağının yanma sesini de duydu.

"Bu zamanları değerlendirmen lazım. Ama sen yine boş adımlar atıyorsun. Her anlamda."

Kaan o kadar bıkkınca iç çekti ki, Ahu onu bile rahatça duydu. "Melisa artık aşağı arkadaşlarının yanına mı dönsen? Bak merak etmişlerdir seni, hem ayıp oluyor, hem de benim işim var izninle."

Melisa rahatsız edici bir sesle güldü. "Hiç sorun olmaz. Arkadaşlarım burada bir şey ödemeden takılmanın tadını çıkarıyor olmalılar. Beni aramazlar... senin de önemli bir işin olmadığını biliyorum. Bu saatlerde burada çalışmazsın. Aşağıda takılırsın... Sahi, bu akşam kimseyle yolların kesişmemiş, hatta biriyle gelmişsin sanırım? O ne alaka?"

"Bunun seni ilgilendirdiğini hiç sanmıyorum."

"Güzel kız... hem de çok. Tabii önemli olan bu değil."

Ahu kendisinden bahsedildiği için iyice yapışmıştı kapıya. Konuşulanları hem duymak istiyor, hem de hiç duymak istemiyordu aslında.

"Melisa!" dedi Kaan bu sefer daha uyaran bir sesle. Bağırmamıştı ama ses tonu ürkütücüydü. Ahu bu ses tonunu çok iyi tanıyordu. Kendi işine bak diyordu. Fakat Melisa'nın bu ses tonunu pek takar hali yoktu. Ahu birkaç adım atan topuklu ayakkabı sesi işitti. Sonra Kaan'ın daha yüksek sesle uyaran sesi duyuldu. "Melisa! Lütfen! Tadımı kaçırıyorsun!"

Ahu gözleri bir anda korkuyla büyüyerek elinden geldiğine çaktırmadan içeri bakmaya çalıştı. Melisa'yı Kaan'ın üstüne abanmış ve kur yapmaya çalışır bir halde görünce gözleri iyice büyüdü. Kaan da onun himayesinden kaçmaya çalışırken Ahu yanlışlıkla telefonunu elinden düşürdü ve bir anda iki kafa birden kapıdan tarafa döndü. Ahu panikle yere düşen telefonunu alırken ikiliyle göz göze geldi. Melisa kendini geri çekmişti ama hareketleri ahesteydi. Sanki Ahu'ya yakalanmaktan hiç çekinmiyormuş gibiydi.

Kaan'sa resmen panikle kaçılmıştı. Biri onu babasının karısıyla o halde görecek diye aklı çıkmıştı. Gelenin Ahu olması da kötüydü ama başka biri, mesela çalışanlardan biri falan çok daha kötü olabilirdi. Ya da dedikoducu bir arkadaş...

"Pardon... Ben rahatsızlık vermedim umarım, Kaan'a bakmaya gelmiştim, uzun süredir yoktu da," dedi Ahu titrek ve kekeleyen bir sesle. Karşısındaki insanları ne kadar inandırabildiği şüpheliydi. Orada onları gözlediği belli oluyor olabilirdi.

Kaan hızla toparlanmaya çalıştı. "Asıl sen kusura bakma Ahu. Geliyordum şimdi, Melisa biraz lafa tuttu da. İnelim biz istersen." Kaan hiç onları tanıştırmaya bile meyletmeden direkt yarısı bile içilmemiş sigarasını söndürdü. Masanın arkasından çıkarken, Melisa sahte bir gülümsemeyle Ahu'ya bakıyordu. "Aaa! Aşk olsun Kaancım! Beni Ahu'yla tanıştırmıyor musun? Her zaman arkadaşlarınla tanışmak kısmet olmuyor. Bu fırsatı kaçırmak istemem."

Kaan yine ya sabır ya selamet tadında bir nefes aldı. "Öğrendin adını işte Melisa. Birbirinizi tanımanıza çok gerek olduğunu düşünmüyorum. O da senin adını duydu, yeter. Şimdi izninle. Lütfen ofiste oyalanma." Direkt yanıt bile beklemeden odadan çıktı. Ürkek ve meraklı bakışlarla kendisine bakan Ahu'nun dibine kadar girerek "Gel biraz arkada hava alalım," dedi ve elini tuttu. Sonra onu peşi sıra aşağıya sürükledi. Ahu'nun daha evvel Tinder randevusundan kaçmaya çalıştığı kapalı duvarlı bahçeye götürdü. Karanlık ve ıssız duran buz gibi bahçede soğuk havanın uyandırma şokunu yaşadılar. Ahu montsuz çıktığı için ürperince Kaan hemen ceketini onun omuzlarına koydu. Ceketini ona verirken içinden yeni bir sigara almayı ihmal etmedi.

Ahu pür dikkat Kaan'ı izliyordu. Onun ne hissettiğini anlamaya çalışıyordu. Sürekli gözlerini kaçırıyor ve sinirli gözüküyordu. Tavırlı hareketlerle sigarasını yakıp, hızlıca birkaç nefes çekti. O konuşmayınca Ahu doğrucu davutluğunu yaparak itirafta bulundu. "Ben aslında kapıda sizi biraz dinledim. O anda yeni gelmemiştim."

Kaan ilk kez başını çevirip ona baktı. "Tahmin ettim," dedi düz bir sesle. "Keşke bunu yapmasaydın. Melisa hayatıma dair herkesten saklamaya çalıştığım belalardan bir tanesi çünkü."

"Bunu daha seni arabada aradığı gün anlamıştım ben aslında. Bugün fark ettiğim bir şey olmadı. Sadece pekişti."

Kaan biraz şaşkınca baktı. "Nasıl? O gün nasıl anladın? Ben hemen başımdan savmıştım."

"Ses tonundan. Burada da aslında çok göze batan bir şey demedi ki. Ses tonundan anlaşılıyor her şey..." Ahu kısa bir duraksamadan sonra sordu. "Ne zamandır böyle... başına bela?"

Kaan sıkıntıyla kaşının üstünü kaşıdı. "Hatırlayamadığım kadar uzun zamandır. Ben on dokuz yaşındayken evlenmişlerdi. Şu an yirmi üç yaşındayım. O arada bir yerlerde herhalde. Evlenmeden önce de beraberlerdi bir süre. O zaman da bakışlarından rahatsız olurdum."

Ahu gittikçe daha çok üzüldüğünü hissetti. Sorgulamak istediği çok şey vardı ama soramıyordu. Kaan onda öyle bir imaj yaratmıştı ki, onunla konuşabileceklerinin sınırları vardı ve Ahu'nun kafasında bu sınırlar çok netti. Sormaması gereken şeyleri önceden bilebiliyordu artık. Ama tabii bu merak etmesine de engel değildi.

Kaan onun sormak için öldüğünü bilerek fakat sormaya da çekindiğini tahmin ederek ona baktı. "Babam bilse ihale bana patlar, o yüzden hiç sorma adını gözlerinden alan kız. Boş ver, bari sen bulaşma bu konuya. Bunu bilmeni o kadar istemiyordum ki anlatamam. Benim içine sıçılmış hayatımdaki yüzlerce saçmalıktan bir tanesi bu sadece. Uğraşıyorum işte, alıştım. Kaçabildiğim kadar kaçacağım. Sonsuza kadar sürdürecek hali yok." Kaan'ın ses tonu o kadar bezmiş ve yılgındı ki Ahu bir anda kendini ona sarılırken buldu. Pek şefkat arayan bir tip de değildi Kaan lakin bu ses tonundan sonra başka bir şey de yapamazdı Ahu. Kaan da acıyla gülümseyerek bir kolunu ona doladı ve omzunu hafifçe okşadı. Çok sevdiği o kızıl saçlara bir öpücük kondurdu. Sonra burnuna dolan kokusuyla bir de derin derin kokladı.

"Tamam dur artık, daha sıkı sarılırsan hiç iyi yerlere gitmeyeceğiz." Kaan biraz Ahu'yu güldürmeye çalıştı. Fakat stratejisi ters tepti. Ahu başını kaldırır kaldırmaz uzanıp Kaan'ı öpmeye başladı. Kaan aniden gelen bu öpüşme atağı karşısında hızlı davranıp Ahu'yu belinden sardı. O kuytu bahçede ateşli bir öpüşmenin esiri oldu ikisi de.

"Gidelim," diye fısıldadı Ahu. "İyi ya da kötü... nereye olursa olsun gidelim. Lütfen Kaan."

Kaan gözleri şehvetten parlayarak baktı Ahu'nun gözlerinin içine. Başparmakları yavaşça yanaklarını seviyordu.

"Gidelim güzelim. Sen istiyorsan akan sular durur."

***

Derin geldikleri beşinci eve de yine ısınamamış gibi bakıyordu ve Emir bunun farkındaydı. Etrafa bakıyordu, dikkatle de bakıyordu ama yüzünde saklamaya çalıştığı bir ifade vardı hep. Emlakçılar kendilerini yırtıyorlardı ama Derin hep nötr yanıtlar veriyordu. Emir'in de tek derdi vardı. Evi Derin'in çok beğenmesi ve en çok onun içine sinmesi. Zira Emir onunla olduktan sonra her yerde yaşamaya hazırdı.

"Biz biraz nişanlımla yalnız konuşabilir miyiz?" diye sordu susmadan sürekli evi öven emlakçıya doğru. Adam hemen susarak genzini temizledi ve kravatını düzeltti. "Tabii, ben sizi dışarıda bekliyorum Emir Bey." Emlakçı ufak bir baş selamı verip gitti. Derin merakla Emir'e döndü. "N'oldu?" diye sorarken Emir gülümseyerek ona yaklaştı ve ellerini tuttu.

"Eğer sen mutlu olmayacaksan oradan oraya sürüklenmemizin hiçbir anlamı yok, biliyorsun değil mi? Sabahtan beri birbirinden farklı bir sürü eve gittik ama hiçbiri ilgini çekmiyor, farkındayım. İçine sinmiyorsa söyle, açıkça söyle. Sorun yok."

Derin analiz eder gibi tavanlara, boş duvarlara bakındı. "Bu evler... hep çok büyük," diye mırıldandı. Durduğu yerin etrafına bakındı. "Buraya Zühre teyzelerin evindeki gibi kocaman bir U koltuk alıp bir ucunda sen, bir ucunda ben mi oturacağız? Nasıl olacak? Ya da senin evindeki gibi kocaman perde gibi bir şeyden mi televizyon izleyeceğiz?"

Emir'in gülümsemesi yüzünde büyüdü. "Ben üşürüm, sarılarak oturmayacağız mı diye mi soruyorsunuz Derin Hanım?" dedi muzipçe.

Derin gülümsese de sitem eder gibi başını yana yatırdı. "O da var tabii ama ne bileyim! Ben hiç bu kadar büyük evlerde yaşayacağımı hayal etmedim. Yani annem Burak abiyle evlendikten sonra ilk kez büyük ev kavramını gördüm ben. Onda da çok kalabalık olduğumuz için ev gözüme büyük görünmüyordu. Ondan sonra taşındığım evimi biliyorsun, gayet mütevazı bir dairede yaşıyorum ben ve hayatımdan çok mutluyum. Tamam sana gel bir apartman dairesinde kalalım da demiyorum, senin de buna alışkın olmadığını biliyorum. Ama bu kadar büyük bir eve gerek var mı?"

"Yok," dedi Emir hemen. Hiç etrafına bakınmadı. Hiç savunma yapmadı. "Hatta bence apartman dairelerine de bakabiliriz."

Derin şaşkınca ve ufak bir şüpheyle Emir'e bakıyordu.

Emir heyecanla devam etti. "Hani şu beraber izlediğimiz bir filmde ikimizin de beğendiği bir ev vardı. Galata civarında mıydı? Müstakil girişli, taş duvarlı, asma katlı, geniş tavanlı evler. Şimdi hemen gidip emlakçıya o tarz bir şeyler arıyoruz diyebiliriz?"

Derin gittikçe artan bir şaşkınlıkla bakıyordu Emir'e. "Sen ciddisin?"

"Ciddiyim tabii sevgilim! Neden olmayayım ki?"

"Ne bileyim... Sen yapabilir misin öyle bir yerde? Özel güvenlikler olmadan, kendine özel bir sürü alanın olmadan? Çok entel tiplere göre evler onlar ve sen... Sen hiç öyle biri değilsin. Sen hep modernize döşenmiş, at koşturabileceğin tiplerde evlerde yaşadın. Bir anda öyle bir değişiklik doğru olur mu bilemedim. Evet, dışarıdan bakınca, filmlerde görünce cazip görünüyor olabilir ama... Sonuçta orada yaşayacaksın."

"Evet yaşayacağım ama seninle. Seninle olduktan sonra ben küçücük bir otel odasında hayatımı sürdürmeye bile varım Derin. Mutsuz olurum diye korkuyorsan korkma. Bence olmam çünkü. Olursam da söylerim. Bu saatten sonra benim dürüstlükten başka mottom yok." Emir derin bir nefes alarak kısa bir an için durakladı. Şefkatle Derin'in gözlerine bakarak devam etti. "Ben kendi evimde bile seninleyken evi gözüm görmüyor. Gördüğüm tek şey sen oluyorsun, nitekim şu anda da öyle. Yok yerden ısıtmalıymış, yok sitenin kapalı havuzu varmış, yok bahçesi kocamanmış... umurumda değil."

Derin hafifçe güldü. "Beni fazla şımartıyorsun Emir. Bu iyiliğinin karşılığını nasıl ödeyeceğimi bilemiyorum şimdi böyle olunca."

Emir bir kahkaha attı. Derin'e sarıldı. "Beni seviyor olman yetiyor. Hep sev, başka bir şey istemiyorum," dedi onun sarı saçlarını okşayarak.

Derin de gözlerini kapatarak Emir'in kollarında olmanın tadını çıkardı. Bu hisse bayılıyordu. "Onda sıkıntı yok... ama aklıma bir fikir geldi. Bu jestini sana nasıl ödeyeceğimi biliyorum."

Emir geri çekilip merakla Derin'in yüzüne baktı. İşin şakasındaydı hala.

Derin de muzipçe sırıttı. "Balayı için Cancun ve Tulum'da el sıkışırsak, senden mutlusu olmaz sanırım."

"Ufff! Neler diyorsun! Gerçekten her şeyi bu şekilde ödemek istediğine emin misin? Tüm geçmişimize rağmen mi?"

Derin de bu teklifinden çok emin değildi ama Emir'in bu fedakarlığı bunu hak ediyordu. Emir'in dünyada çapkınlık yapmayı en çok sevdiği yerlerden biri Cancun'du. Tabii Emir bu çapkınlıkları en son sekiz dokuz sene önce yapmıştı oralarda. Derin'in de yapmışlığı vardı ve bunların yirmili yaşlarda ortak tatil zamanlarına bile denk geldiği olmuştu. Cancun'un gece hayatını, plajlarını, denizini, atmosferini, her şeyini çok severdi Emir. Tam onluk bir şehirdi orası. Balayı için tartışılır bir yerdi ama Derin bu fedakarlığı yapmaya hazırdı.

"Bence orayı bir kez de beraber bir çiftken deneyimlemeliyiz. Bakalım üstesinden gelebilecek miyiz... Üstelik... artık yaşımız da var malum. Yirmi altı yaşındaki gibi sonsuz sayıda tekila shot ve esrar sigarası içerek gün doğumunda denize falan girebileceğimizi sanmıyorum."

Emir o genç, güzel ve çılgın günlerini hatırlayarak yüzünü buruşturdu. "O kadar kalbim kırılıyor ki anlatmam."

Derin kıkırdadı. "Yine senin güzel hatırına bir gece deneriz. Ama sadece bir gece deneyebilirim bunu. Zira ikinci bir gece denemeye kalkarsam balayımızın kalanını kolumda bir serumla hastanede geçirmem gerekebilir."

Bu kez Emir keyifle kıkırdadı. "İyimser konuştun. Benim midemin yarısını falan almak zorunda kalırlar öyle bir şeyi iki gece üst üste yaparsam."

Derin onun koluna hafifçe vurdu. "O kadar da değil! Tamam biraz yaş almış olabiliriz ama daha ölmedik."

"Ölmedik sevgilim, ölmedik. Bembeyaz kumların altımızda bir örtü, turkuaz bir denizin karşımızda manzara olduğu bize özel bir plajda, gün doğumunda çılgınca sevişmek için hiçbir engelimiz yok!"

***

Anıl arabasını evin önündeki her zamanki yerine bırakamıyordu çünkü her zamanki yerinde başka bir araba vardı. Arabayı tanımasa da içinde oturanları tanıyordu. Kaan ve Ahu birbirlerine bakarak bir şeyler konuşmaktaydılar ve Anıl da onların kıpırdamasını bekliyordu. Gideceklerse gitsinler, kalacaklarsa da arabayı başka bir yere çeksinler diye düşünüyordu. Yaz'ı on beş dakika önce evine bırakmıştı ve aşırı gergindi. Yaşanan son felaketten beridir Yaz'la araları limoni sayılırdı.

O gece sürpriz baskınla gelenlerin hepsi Yaz'ın arkadaşı olunca ve daha çok müşkül durumda kalan Anıl olunca, Anıl haddinden fazla çıkışmıştı. Haddinden fazla çıkışınca, Yaz da haliyle onun üstüne gelmişti. Durumun kendisinin elinde olan bir şey olmadığının, zamanında Yaz'ın Anıl'ın arkadaşlarına fazlasıyla katlanması gerektiğinin altını çizmişti özellikle. Anıl bu geri söylemin geleceğini en baştan bilse de sözlere bozulmaktan kendini alamamıştı. Bir de malum arkadaşlar geldikleri gibi gitmek bilmeyince bütün geceleri tamamen yalan olmuştu. Yaz sarhoş olmuş ve sızıp kalmış, Anıl milleti zorla sabaha karşı evden yollamış, bir de berbat olmuş evi toplamıştı. Ondan sonra da merakla beklenen büyük kavuşma için ikisinde de moral kalmamıştı. Zaten uyandığında Yaz hala kendi arkadaşlarına bir ton laf ettiği için Anıl'a ayrıca kızgındı. O yüzden Anıl'ın bahsini açma gibi bir şansı dahi kalmamıştı. Tam yeterince yükselmiş ve kendini tam anlamıyla hazır hissetmişti, onda da bu olmuştu. Bir daha nasıl bir atmosfer yakalarlardı da o iş olurdu, hiç bilemiyordu.

Sıkıntılı düşüncelerinden sıyrıldığında, karşısındaki Kaan ve Ahu'nun gözleri önünde öpüştüklerini görünce artık uyuzluk yapmayı da göze alarak kornaya bastı. Ahu yerinde zıplayarak korna sesinin geldiği yöne bakmış ve Anıl'ı görünce yüzünü asmıştı hemen. Kaan biraz daha düz bakıyordu.

"Devam edecekseniz de az öteye gidin!" diye söylenerek onları kışkışlar gibi bir hareket yaptı Anıl. Kaan hemen yola çıkarak Anıl'ın park etmesi için çekildi.

Anıl arabayı park edip atarlı hareketlerle direkt eve yürüdü. Kaan'a selam vermemenin kabalık olduğunu bile bile umursamadı. Bu pek onluk bir hareket değildi ama şu an dünya yansa çok umurunda olduğu söylenemezdi.

Anahtarla kapıyı açarken Ahu arkasından "Senin derdin ne! Niye öküzlük ediyorsun! Çocuğu da gerdin yok yere! Başka yere park etsen ölür müydün?" diye söylendi. Anıl bıkkınca nefes vererek kapıyı açtı. "Siz de başka yerde sevişin bir zahmet. Benim her zamanki park yerimde değil."

Ahu oflayarak onun peşi sıra içeri girdi ve ayakkabılarını çıkarıp direkt eline alarak odasına yollandı. Anıl, Ahu önünden geçince hızlıca onun bir giyim kuşamına göz attı. Saat öğlen ikiye geliyordu ve Ahu'nun dün geceden beri ilk kez eve geldiği kıyafetinden belliydi.

"Ahu Hanım hayatını yaşasın, biz anca sürünelim zaten. Anlamadım o kadir gecesinde doğdu da benim göbek bağımı çöplüğe mi attılar yanlışlıkla n'oldu!" diye sessizce söylenerek kendini koltuğa attı Anıl. Yüzünü ovuşturarak başını arkaya yasladı ve gözlerini biraz dinlendirmek adına kapadı.

Gözlerini babasının gür sesli bağırtılarıyla araladığında panikle doğrularak uyandı. Hemen akabinde annesinin "Niye bağırdın ki şimdi bak, nasıl uyandı çocukcağız!" diye Çağatay'ı azarladığını duydu. Çağatay mutfağın iç tarafından kıs kıs gülerek Anıl'a bakıyordu.

"N'oldu Anıl Bey? Gören de Hakkari'den buraya arabayla geldin sanır."

Anıl kendine gelmeye çalışarak gözlerini kırpıştırdı. Yavaşça doğrularak kalkarken saatine baktı. "Ben kaç saattir burada böyleyim?" diye kendi kendine söylenirken yaklaşık üç saattir o rahatsız pozisyonda uyuduğunu fark etti.

"Biz bilemiyoruz kaç saattir öylesin. Az önce geldik biz de. Hadi git bi ayıl da gel, lahmacun almıştık."

Anıl hızlı bir duşun akabinde aşağı indiğinde Ahu da uykulu bir halde masada oturuyordu. Başak oğlunun ayak seslerini duyar duymaz "Gel hayatım, daha fazla soğutmadan yiyelim," diye seslendi.

Anıl da Ahu'dan çok farklı olmayan bir ruh haliyle onun yanına oturdu. İki kardeşin yorgun yemek yiyişleri, tabii ki Çağatay'ın da Başak'ın da gözünden kaçmadı.

"Neyiniz var sizin?" diye sordu Çağatay.

Anıl en kolay yalanını seçerek "Ben yol yorgunuyum, hepsi bu," dedi.

Ahu da "Ben de mental olarak yorgunum," dedi. Anıl içten içe onun yanıtına güldü. Şu basit soruya yanıt verişi bile havalıydı hanımefendinin. Demiyordu ki dün bütün gece erkek arkadaşımla takıldım diye! Mental olarak yorgunum diyordu.

Şu an hayata karşı o kadar sinirliydi ki her şey batıyordu Anıl'a.

"Sınavlarınız da bitti, artık yorgun olacak bir şey yok. Sen oturur seni mental olarak rahatlatacak ne varsa onu yaparsın," dedi Çağatay kızına doğru. Sonra Anıl'a bakarak "Sen de herhalde bahar dönemindeki derslere çalışırsın, başka n'apacaksın ki?" diye ekledi.

Anıl'ın ilk kez eğitim öğretim hayatında böyle bir şey yapası yoktu. Tüm sömestrlerini tüm yaz tatillerini hep bir sonraki dönemlere hazırlanarak geçirmişti ama bu sefer bunu yapmak istemiyordu. Hayatında ilk kez, gerçekten bir sevgilisi vardı ve bu önündeki üç boş haftayı onunla değerlendirmek istiyordu. Ama gelin görün ki sevgilisiyle arası bozuktu!

"Belki çocuğun başka bir planı vardır Çağatay? Niye şimdi öyle diyorsun ki?" diye sordu Başak.

Çağatay kaş altından oğluna baktı. "Ben de olur diye ummuştum ama beni hayal kırıklığına uğrattı kendisi..." diye ağzının içinde geveledi. "Anıl Bey aynı Anıl Bey!"

Anıl babasının bu mırıltı halindeki tepkisine şaşırarak başını kaldırdı. Başak da sitemle kocasına bakıyordu. Ahu duymamıştı bile. Çağatay'sa dev lahmacunundan koca bir ısırık alıyordu.

"Anıl sen bakma babana. O ne dediğini bilmiyor. Sen kafanı dinle rahat rahat. N'apmak istiyorsan onu yap. Hatta vizen de duruyor, isterseniz beraber bir yerlere gidin? Diğerlerine de sorun," dedi Başak.

Ahu direkt "Ben bir yere gitmek istemiyorum. Genel olarak yatmayı, çizim yapmayı ve gitar çalmayı planlıyorum," dedi.

Anıl da hemen atıldı. "Ben de bir yere gitmeyi düşünmüyorum şimdilik. Belki bir iki gün Bodrum'a kaçarım ama ev boşsa o da. Kafa dinlemek için, biraz yalnız kalmak iyi gelebilir."

Başak gözlerini kısarak oğlunu inledi. Ahu'ysa babasının aklındaki soruya tercüman olarak "Neden öyle dedin ki şimdi? Bizden mi rahatsızsın, Yaz'dan mı?" diye sordu memnuniyetsizce. Tabii ki arkadaşını savunuyordu konuyu bilmese de.

Anıl ona döndü. "Sadece yalnız kalmak istiyorum, bir nedeni yok."

"İyi, sık dişini. Kaldı şurada bir buçuk senen. Ondan sonra gider stajını Iğdır'da falan yaparsın, bizden de uzaklaşmış olursun. Tek başına evinde misler gibi yaşarsın."

"Onu mu dedim ben şimdi Ahu?! Benim biriyle yaşamakla ilgili bir sorunum yok! Belki sadece mutsuzum ve yalnız kalmak istiyorum? Dönemsel ve geçici bir şey! Rahat bırak beni ya!"

Ahu gözlerini devirdi. "Yalnızlık başına vurdu farkında değilsin. İhtiyacın olan şey yalnızlık değil, tam aksi. Ama nerede sende o göz?"

"Ahuuu!" Başak kızına karşı nadir kullandığı o ses tonunu kullanarak istemediği bir çıkış yapmak zorunda kaldı.

Aksine Anıl kız kardeşinin bu lafına sinirlenmemişti. Haklıydı, ihtiyacı olan şey buydu ama bu gizlilik saklılık işleri git gide zorlaştırıyordu. Yaz'la konuşup bu durumu düzeltmesi gerekiyordu. Zira Anıl'ın bu gidişata katlanacak birkaç haftalık sabrı bile kalmamıştı.

Ahu'nun bile kendisine böyle bakması ekstra canını sıkıyordu. Dönüp sinir bozucu bir özgüvenle "Ben Yaz Acar'ı kendime aşık ettim, sen kime neyin aklını veriyorsun dünkü çocuk?" diye çatmak istiyordu kardeşine. Her zaman Kaan gibi 'bad boy'ların değil, kendisi gibi aklıselim tiplerin de kazanabildiğini ona göstermek istiyordu. Kısacası bu ezik halden bıkmıştı.

***

Demiralların evindeki yemekten çok daha hallicesi Elmaskayalarda yenmekteydi. Gerginlik yoktu ama konuşma hali de pek azdı. Genelde Ebru bir şekilde laf açıyordu. Yine bir laf açma taktiğini kullanarak eve en geç gelen kişi olan Derin'e "Ev bakma işi nasıl gitti? Beğenebildiniz mi bir yerler? İlk günden bulmak imkansız tabii ama..." diye sordu.

Derin lokmasını yutar yutmaz başını annesine doğru kaldırdı. "Bugün beş tane ev gezdik. Hepsi güzeldi ama karar değiştirdik. Başka tarzda evler istediğimizi söyledik emlakçıya. O birkaç alternatif çıkaracak. Birkaç gün içinde arar herhalde. Tekrar gezinmeye başlarız."

Ebru merakla kaşlarını çattı. "Ne gibi karar değiştirdiniz?"

"Büyük bir ev istemiyoruz. Daha doğrusu ben istemiyordum. Emir'in daha mütevazı bir yerde yaşayabileceğinden şüpheliyim ama kendisi ısrarla başarabileceğini söylüyor. Şu asma katlı, daha sanatçı ruhlu olan evler var ya, o tarzda yerler bakacağız."

Dila hemen "Hii! O tarz evler çok güzel oluyor ya!" diye araya girdi. Derin başını sallayarak hevesle kardeşine gülümsedi.

"Pekiii..." Ebru sorgulamalarını sürdürmek istiyordu. "Öyle bir evde ne kadar süre devam etmeyi planlıyorsunuz? Hayır bu geçici bir hevesse boşuna ev almayın."

"Gayet de planımız kalıcı olmak, niye ki?"

Ebru çekingence yutkunarak aklındakini geciktirmeden soruverdi. "Öyle bir evde... çocuk büyütmek zor olur da sanki?"

Masayı anında bir sessizlik kapladı. Tolga gözlerinin içinden ne kadar eğlendiği belli olarak ve gülerek kardeşine dikti bakışlarını. Herkes göz ucuyla Derin'e bakıyordu.

"Annecim ben Emir'in pek çocuk istediğinden emin değilim... Zira kendimi bile oturup düşünmedim hiç."

Derin'in tutuk sesli yanıtından sonra Burak Cem bir kurtarıcı misali araya girdi. Karısı için bu iyiliği yapmak istemişti. "Emir'in herhangi bir kadından çocuk istediğini ben de sanmıyorum tatlım ama hiç sen onunla bu konuyu konuştun mu? Seninle evlenmeyi çok uzun süredir bekliyordu ve sen onun için bambaşkasın. Görüşü değişmiş olabilir. Bence bunu oturup bir konuşun."

Derin köşeye sıkışmış gibi çaresizce masadaki herkese bakmaya başladı. Can'a, Dila'ya, Leyla'ya, annesine, Burak Cem'e ve Tolga'ya... ama kimsenin yüzünde bir yanıt yoktu.

"Bu konunun açıldığı iyi oldu. Çocuk konusu değil de, Emir konusu..." diye gür bir sesle lafa girdi Burak Cem. "Yarın akşam herkesin münasebette olduğu kişileri yemeğe bekliyoruz. Ebru'yla konuşmuşum zaten, herkes sevgilisini, nişanlısını, flörtünü, artık ya da gizli eşini neyinizi bilmiyorum, lütfen getirin."

Herkes ufak çaplı bir şok yaşarken Dila panikle genzini temizleyerek parmağını havaya kaldırdı. "Bir şeyi olmayanlar ne yapacak babacığım? İlla birini getirmemiz gerekiyorsa hemen eski erkek arkadaş defterimi açacağım çünkü?"

Dila'nın sözlerine Tolga ve Can kendilerini tutamayıp gülünce Burak Cem'in azarlayan bakışlarına ilk onlar maruz kaldılar. Daha sonra kızına dönerek "Hayret!" dedi Burak Cem. "Senin nasıl oluyor da bu kadar uzun süredir flörtün olmuyor, açıkçası ben şaşkınım! Hiç alışkın değilim bu düzene. Oysa ki eskiden annenden her hafta başka bir adamı dinlerdim."

Bu sefer gülüşen insan sayısı biraz daha artmıştı. Dila şu an Selim'i ölse babasına diyemeyeceğini, annesine de diyemeyeceğini, hatta Leyla'dan ve kızlardan başka kimseye diyemeyeceğini bildiği için susuyordu. Adım adım gitmeliydi. Önce ablasına söylerdi, o bile sorgulayacaktı. Ancak onu alıştırdıktan sonra mertebe mertebe açıklayabilirdi. O zamana kadar da mezun olurdu inşallah. Böylelikle Selim'le aralarında hiçbir engel de kalmamış olurdu.

"Valla olsa dükkan senin babacım ama... maalesef. Ama önerin varsa yarın sen getir, benim yanıma oturtalım, duruma bakarız." Dila'nın bu sözlerine artık Ebru bile kahkahayı basıverdi. Bir tek Burak Cem çok kötü bakışlarla kızına bakıyordu. Resmen sadece bakışlarıyla 'şakanın da bir sınırı var, uzatma' diyordu.

Burak Cem tekrar konuya dönerek, sözlerinin ilgililerine baktı. "Benim derdim daha çok Alper'le Emir. Hatta çoğunlukla Alper. Yoksa Başak'la Mehtap için benim diyecek bir şeyim yok. Orada sınava girecek olanlar sizlersiniz."

"Şimdi öyle de demeyelim baba, sınav falan. Olmuyor." Can hemen bu konudaki gerginliğini savuşturmaya çalıştı. Tolga sırıtarak araya girdi. "Ben sınavımı kısmen verdim geçenlerde. Biraz aileyle tanıştım, iyi geçti. Ama tabii... herkes benim gibi tatlı değil." Tolga dönerek Leyla ve Derin'e baktı. Leyla hemen burun kıvırdı Tolga'ya. Cesurca babasına döndü. "Söylerim ben baba. Umarım işi yoktur. Biraz son dakika bildirimi oldu," dedi.

Burak Cem memnuniyetsizce güldü. "Planı varsa daerteleyiversin beyefendi. Aynısı Emir için de geçerli. Yarın akşam saat yedibuçukta, herkesi bu sofrada görmek istiyorum!"

Continue Reading

You'll Also Like

259K 18.4K 101
"Ben seninle heba olmaya da razıyım." 🍀 HAYAL ÜRÜNÜDÜR Başlangıç Ekim/2019
1.6K 105 15
tek bölümlük project sekai ship hikayeleri multishipperım ve sevdiğim shipler hakkında yazıyorum 020923
7.5K 396 16
•Göğün Acı Feryâdı'nın devam kitabıdır.• Bulutların ötesinde, garamdan kalelerle korunan bir ülke varmış. Bu ülkenin rüyaların gerçeklere karıştığı...
450K 23.2K 36
Aşkla başlayan güzel bir ilişki, meşkle son bulan evlilikleri... Saçmalıklarla dolu bu hikâye için hazır mısınız? Evlilik aşkla mı yürür yoks...