GGK: 2 - Gerçek Aşklar Kulübü

By sezgisalman

85.3K 9.9K 752

Güzel Günler Kulübü isimli kitabın devamı niteliğindedir. Bağımsız olarak da okunabilir ama önce diğer hikaye... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Bölüm
Final

20. Bölüm

1.4K 174 13
By sezgisalman

Levent birasından büyük bir yudum alarak bu buz gibi gecede muhteşem görünen mehtabı izliyordu. Aralık ayı iyiden iyiye kendini hissettiriyordu artık. Kış mevsimini severdi. Hele bir de kar yağdı mı bayılırdı Levent. Çocukluğundan beri en sevdiği şeydi. Çünkü aklının olan bitene erdiği ilk zamanlardan beridir her kar yağdığında babasıyla ve annesiyle sokağa kartopu oynamaya çıktığını hatırlıyordu. Babası karda onun en sevdiği şeyleri yaparak eğlendirir, her isteğini yerine getirirdi. Beraber kızaktan bozma bir şeylerle yokuşlarda kayarlar, yokuş sonlarında karlara gömülüp kahkahalarla gülerlerdi. Bu anılarını dün gibi hatırlıyordu. Rockstar bir kardan adam yapmak için saatlerce uğraşırlardı.

Sanıyordu ki o zamanlar babasıyla geçirdiği en samimi ve en güzel zamanlarıydı. Git gide bu heyecan azalmıştı.

"Lütfen kar yağsın, lütfen..." diye mırıldanarak gökyüzüne baktı. Şu an yağma ihtimali sıfırdı ama en azından belki yakın bir zamanda dileği gerçek olurdu.

"Üşümüyor musun burada böyle?" Seda'nın sesini duymasıyla bakışlarını dolunaydan çekerek terasın girişine çevirdi. Bu akşam okuldan bir arkadaşlarının ev partisindelerdi. Çocuğun babası Karun kadar zengindi ve evleri de—daha doğrusu villaları—Kemer Country gibi lüks bir muhitteydi. Ormanın içinde muhteşem bir evdi. Parti vermek için çok idealdi Levent'in dürüst olması gerekirse. Tabii asla bir Elmaskayaların evi değildi...

"Yok, üşümüyorum. Soğuğa alışkınım ben." Levent sözlerinden sonra yavaşça ona doğru döndü. Tırabzanlara yaslandı.

Seda gülümseyerek üstündeki yün şala iyice sarınırken Levent'e doğru yürüdü. Teras pek geniş olduğu için birkaç adım atması gerekmişti. "Doğru, unutmuşum. Sen Süpermen gibi bir şeydin."

Levent bu sözlere hiçbir şey demedi. Bu parti bir liseli partisi olduğu için Özgü'yü davet etmemişti. Özgü bu insanların arasında sıkılır diye düşünmüştü. Her ne kadar akranlarının çoğunu geri zekalı bulsa da, Özgü'nün birçok arkadaşından daha aklı başında insanlar oldukları da kesindi. O yüzden bir şey diyemiyordu.

"Asıl sen üşümüyor musun? Sen kolay üşürsün. Durma burada böyle." Son cümlesini söylerken Seda'nın çıplak olan bacaklarına kaydı bakışları bir an için. Hava buz gibiydi ama hanımefendi kısacık etek giymekten geri kalmamıştı.

Seda'nın dudaklarının bir tarafı kıvrıldı. Bir tane sigara çıkarıp yakarken "Bunun için çıktım, hem seni de yalnız görünce yanına gelmek istedim," dedi. "Neden bu gece teksin? Okulda bir kız arkadaşın olduğuna dair dedikodular dönüyor. Üstelik de yaşça senden baya büyükmüş."

"Bu okulun çenesi çok düşük. Onlara neymiş benim arkadaşlarımdan?" Levent verebileceği en doğal tepkiyi vermişti.

"Hemen kızma Süpermen, merak ettim sadece. Ondan sordum. Eğer gerçekten senden büyük bir sevgilin varsa bu tam senlik bir hareket olurdu. Ruhun otuz yaşında olduğu için."

Levent tekrar dışarı doğru dönerek karanlık ağaçlık alanları izlemeye başladı. Seda yanında sigarasının dumanını üflerken paketi Levent'e doğru da uzattı.

"Sağ ol, kullanmıyorum ben."

"Hala mı? Bak işte bu senlik bir hareket değil."

"Niye? Her müzikle uğraşan tipin sigara içmesi mi gerekiyor?"

"Genelde... Kıvanç falan da içiyor malum... Çevrende içen çok. Şimdiye alıştırmışlardır sanıyordum."

Levent cıkladı. "Öyle bir isteğim yok."

Bir müddet sessizce yan yana durdular. Daha sonra Levent Seda'nın elini kendi kolunun üstünde hissetti. Yavaşça kolunun üst taraflarını okşayarak omzuna kadar çıktı. Biraz şaşkınca ona doğru dönüp yüzüne baktı. "N'apıyorsun?"

"Bu gece kalacak mısın burada?"

Levent kolunu nazikçe çekti. "Yok, eve döneceğim."

"Kalsana... eski günleri yad ederdik." Seda vücudunu biraz Levent'e yaklaştırarak sigarasının dumanını dışarı üfledi ve yüzünü ona çevirdi. Kollarını bir anda Levent'in boynuna doladı. Hiç çekinmeden de vücudunu onunkine dayadı. "Gerçi kalmasan bile şimdi hemen gidebiliriz. Bu evde her zaman boş olan bir oda biliyorum." Hafifçe Levent'in çıplak olan ensesini okşadı parmaklarının uçlarıyla.

"Yapma Seda. Git başkasında şansını dene, beni rahat bırak." 'Zaten başımda yeterince dert var. Bir sevgilim ve onu aldattığım bir kız var hayatımda. Bir de seninle uğraşamam. Bu yaşta bu kadar karmaşa yeterli.'

Seda şımarıkça dudak büktü. "Ama ben seni istiyorum. Ve seni çok mutlu edebilirim. İnan o ilk denememizden sonra çok şey öğrendim. Göstermeme bir izin versen."

Levent vücudunu Seda'nın himayesinden tek bir hareketle kurtardı. "İstemiyorum Seda!" Bir kıza karşı kullanmak istemeyeceği kadar sert ve yüksek bir ses tonu kullanmıştı ama gerçekten çok kızmıştı. Seda'yı sollayıp gidecekken, teras kapısının yanındaki camlı kısımlarda perdenin arkasında duran Nilay'ı fark etti.

Onları izliyordu.

'Hay sıçayım...' diye küfretti içinden. Başında bir kontrolsüz pembe dizisi eksikti zaten. Hızla terastan çıkıp hemen soluna dönerek içerideki Nilay'a baktı. Nilay da ona döndü. Üzgün görünüyordu.

'Buna da üzülemezsin be kızım! Zaten Özgü'yü kabullenmişsin. Allah'ım ne garip kafalar bunlar ya...' diye isyan etti içinden. Başkasını aldatmasına neden olan kız, onu aldattığını sanarak üzülüyordu bir de!

Yine de "Düşündüğün gibi bir durum yok," dedi kısık bir sesle. "Sigara içmeye çıkmış hepsi o."

Nilay hafifçe başını salladı. Bulundukları oda küçük bir oturma odası gibiydi. Nilay'ın gerisinde, odanın köşesinde bir şömine vardı. Çatı katıydı burası ama tavanı yüksekti. Şömine çok güzel yanıyordu. Köşe koltuklarında birkaç kişi oturmuş gürültülü ve kahkahalı bir şekilde bir şeyler konuşuyorlardı. Şöminenin başında da iki sevgili vardı.

Levent ne yapacağını bilemez bir halde bir odanın kapısına bir Nilay'a baktı. Seda'nın da terastan çıkmak üzere olduğunu duyunca hafifçe başıyla kapıyı işaret etti ve hızla odadan çıktı. Merdivenlerden iki kat aşağı indi ve ilk geldiğinde keşfettiği çamaşır odasına dalıverdi. On saniye kadar sonra Nilay içeri girdi. "O sev—" derken birden Levent onu sertçe, hatta belki biraz canını acıtacak şekilde kapıya dayadı ve öpmeye başladı. Nilay neye uğradığını şaşırırken ilk kez bu kadar sert öpüldüğünü hissetti. İlk anda elleri havada kaldı. Levent onun belini öyle bir sıktı ki Nilay'ın nefesi kesildi. Dudaklarından bir inleme kaçtı. Ellerini Levent'in omuzların yerleştirip yavaşça sıktı. Sonra yavaşça boynuna kaydırdı. Saçlarından geçirdi. Şu ana kadarki en iddialı öpüşmeleriydi sahiden de bu. Ve ilk kez pat diye Levent öpmüştü onu. Nilay ne sözlü olarak ne de bakışlarıyla yalvarmamıştı.

Levent'in elleri Nilay'ın kazağının eteklerinden içeri kaydı. Elleri ağır ağır yukarılara kadar çıktı. Dışarıdan gelmesine rağmen elleri o kadar sıcaktı ki Nilay'ın ekstra hoşuna gidiyordu onun dokunuşlardı.

Gülümsemesine engel olamazken parmakları Levent'in saçları arasında kıvrıldı. Onun dudaklarının kıvrıldığını hisseden Levent biraz geri çekilip Nilay'a baktı. "N'oldu?"

"Ateşli öpüşmeler böyle oluyor değil mi? Şu an sanki bacaklarım tutmuyormuş gibi hissediyorum. Bıraksan yığılacakmışım gibi."

Levent pek de huyu olmamasına rağmen ağır ağır gülümsedi bu sözlere. "O zaman madem kendini cesur hissediyorsun, neler yapmamı istersin söyle bakalım?"

Nilay'ın kapalı gözleri aralandı. Sarhoş gibi Levent'in yüzüne bakmaya devam etti. Levent o sessiz kalınca onun utandığını anladı. Elleri yavaşça sutyeninin üzerinden Nilay'ın göğüslerini kavradı. On yaş daha küçük olmasına ve gelişimini henüz tamamlamış olmamasına rağmen memeleri Özgü'nünkilerden büyüktü. Nilay derin ve sesli bir şekilde nefesler alıp verdi. Çekingence Levent'e baksa da hiçbir şekilde onu durdurmadı. Hatta kendini daha çok ona bastırdı.

"Bunu yapmamda bir sakınca yok diye anlıyorum?" dedi Levent sorgularcasına ona bakarken. Nilay olumlu anlamda başını salladı. Levent ellerini sutyenin arka kısmına, kopçasına doğru kaydırdı. Basitçe kopçayı çözdü. "Siz kadınlar kolayca bunları bluzların içinden çıkarabiliyorsunuz. Nasıl yapıyorsunuz asla anlamıyorum ama... bunu benim için yapabilir misin? Kazağını çıkarmak istemiyorum, üşürsün."

Levent'in o tatlı gülüşü ve oyunbaz sesle söyleyişi Nilay'da tamamen soyunma isteği yaratmıştı. Bir robot gibi ona itaat ederek dediğini yaptı ve kolayca sutyenini çıkarıp yere attı. Ciddi ve şaşkın bir ifadeyle Levent'in hareketlerini izliyordu.

Levent sinsice gülümseyerek eğildi ve başını kazağın eteklerinden içeri soktu. Nilay'ın ağzı şokla açıldı ve ufak bir nida kaçtı dudaklarından. Levent onun göğüslerini öpmeye başladığında gerçekten düşecek gibi oldu. Levent'in omuzlarına tutunmak zorunda kaldı. "Levent... Levent... Levent..." diye inledi arka arkaya.

Levent onun inlemelerini duyunca aniden durdu. Gördüğü ilk rüya aklına geldi. Aynı bu ses tonuyla inlemişti rüyasında da. Aynen böyle hissetmişti Levent. Tüyleri ürpermişti şu an. Zaten uyarılmış durumdaydı. Ekstra kendini garip hissetmişti. Yavaşça kazağın altından çıkıp Nilay'a baktı. Kalbi deli gibi hızlı atıyordu.

"Bu kadar basit bir şey nasıl bu kadar çok etkileyebilir beni? Sanki nefesim kesildi... Bu böyle yapıyorsa, kim bilir..." Nilay yine utanarak sustu. Levent'e doğru sarılarak tekrar yaklaştı. "N'olur devam edelim, durma." Bu kez Nilay Levent'in üstündeki kapüşonlu sweat'i çıkarmak için hamle yaptı. Tam yarıya kadar sıyırmıştı ki Levent onun bileklerini tuttu. "Dur Nilay, biraz yavaş gidelim."

"Yavaş gidiyoruz zaten! Bir şey yaptığımız yok ki!" Levent'in sweat'ini çıkarmayı başaramayınca kendi kazağını çıkardı. Levent şok içinde Nilay'ın bu hareketine bakakaldı. Nilay'sa tam yoldan çıkmış gibi durmuyordu. Levent'i arkadaki büyükçe çamaşır kurutma makinesine iteledi ve dayanmasını sağladı. Sarılarak onu tekrar öpmeye başladı. Bu sefer sanki Nilay'ın yerinde olan Levent'i. Tutuktu, şaşkındı.

"Üşümüyorum, sen sarılırsan üşümüyorum. Lütfen Levent, hadi sev beni. Sarıl bana." Dudakları Levent'in boynuna indi. Koklayarak öptü. Levent'in gözleri kapandı. Arkasındaki kurutma makinesine iyice çöktü. Nilay'ın çıplak sırtını sever gibi okşadı. Nilay bu kez daha atik bir hareketle Levent'e seçenek bile sunmadan onun üstünü çıkarıverdi. Levent de onu durdurma niyetinde değildi zaten.

Kendini garip bir şekilde, hayatının en duygusal yakınlaşmasını yaşıyormuş gibi hissediyordu. Alnını Nilay'ın alnına dayadı. Onu yine belinden sıkıca tuttu. Gözlerini kapadı. Nilay da aynı şekilde ellerini Levent'in çıplak göğsünün üzerine yerleştirdi. Sahiden hiç üşümüyordu.

"Benim başımı belaya sokacağını daha ilk dakikadan biliyordum. Rüyalarımdan çıkmadığın yetmezmiş gibi şimdi düşüncelerimden de çıkmayacaksın. Neden yaptın bunu bana Nilay?" Levent bu sözler ağzından döküldüğü an itiraflarından pişman olmuştu ama bir kere çıkmıştı. Artık geri alamazdı.

"Rüyalarından çıkmıyor muyum?" diye sordu Nilay heyecanla. Uzanıp Levent'in yüzünü okşamaya başladı.

"Boş ver," dedi Levent kendine yakışanı yaparak. Nilay'ın başka bir şey demesine fırsat tanımamak için onun dudaklarını tekrar esir aldı. Bedenlerini döndürerek o Nilay'ı makineye dayadı ve vücudunu ona bastırarak deli gibi öptü. Ellerini çıplak olan göğüslerine indirdi ve avuçları arasına aldı. Nilay'ın aklını başından alana ve az önceki itiraflarını unutturana kadar onunla uğraştı.

***

Yaklaşık yarım saat sonra bahçedeki salıncakta yan yana oturuyorlardı. Nilay bir sevgili hissiyatıyla yapmak istese de, daha çok dostane bir duruşla başını Levent'in omzuna yaslamıştı. Levent az önce birçok sınırı aştıklarının farkındaydı. Artık aralarındaki ilişkinin boyutu daha başkaydı. Sevgili değillerdi, iki sınıf arkadaşı hiç değillerdi. Tam olarak yakın arkadaş oldukları da söylenemezdi, sanki bundan daha fazlasılardı.

İsim veremiyordu Levent.

"Keşke kar yağsa bu yıl." Nilay'ın bu cümlesiyle Levent'in gözleri fal taşı gibi açıldı. Onu duymuş olamazdı değil mi? Çok fısıldayarak söylemişti bunu yukarıda.

"Kolay üşürüm ama ben çok severim karı. Yağdı mı benden mutlusu yoktur. Böyle gökyüzüne bakıp aval aval zıplayarak yağan taneleri izlemek bile beni çok mutlu eder."

"Yağar belki," dedi Levent gülümseyerek. Gülüşü sesine yansımıştı. Nilay onun yüzünü görmese de güldüğünü anlamıştı. O da gülümsedi.

"İnşallah! Burada yağmazsa başka şekilde görebileceğim yok çünkü. Eskiden babam bizi Uludağ'a falan götürürdü, dünyanın en mutlu çocuğu olurdum o zamanlarda. Ama şimdi ikisi de işten kafasını kaldıramıyor. Bırak beni birbirlerini doğru dürüst gördükleri yok."

Levent hüzünlenmişti. Ama Nilay'ı çok iyi anlıyordu. Çünkü aynı sıkıntıları o da çekiyordu. Demek ki sadece kendisi değildi ailesiyle aynı kalmayı başaramayan. Başkaları da aynı dertlerden muzdaripti.

"Benim babam da öyle," dedi yine dudaklarından nasıl döküldüğünü bilmeden. İlk kez birine bu hislerini itiraf ediyordu. "Eskiden daha fazla vakit ayırırdı bana. Her şeyimi özenle dinlerdi... Küçücük çocuktum... ona rağmen beni ciddiye alır, her dediğimi yapardı. Ne zaman ki büyüdüm, bir şey oldu. Ben değişmedim. Değişmediğime eminim. Yani..." Küçük bir gülüş kaçtı dudaklarından. "Her ergenliğe giren insan kadar değiştim ama değişmedim. Hem değişsem bile, o benim babam değil mi? Ne olursa olsun o benimle aynı olmalı. Yanlış mı düşünüyorum?"

Nilay beklediğinden daha fazla itiraf karşısında ne diyeceğini şaşırarak göremese de Levent'e doğru kaldırdı gözlerini. "Haklısın," dedi. "Böyle olduğunu bilmiyordum. Çok üzgünüm."

"Üzülecek bir şey yok. Öyle içimden geldi anlattım. Kusura bakma, senin de tadını kaçırdım. Büyütülecek bir durum değil."

Nilay biraz doğruldu. Bu kez Levent'in yüzüne direkt olarak bakabildi. "Bence sen çok iyi bir insansın. Öyle görünmemek için uğraşıyorsun ama... Gerçekten yumuşacık kalpli bir insansın. Ve ben de bu yüzden sana—"

Levent onun dudaklarına parmaklarını koyarak susturdu. Nilay sadece 'kapılıyorum' diyecekti aslında. Ama Levent onun daha büyük şeyler demesinden korkmuştu. Parmakları yavaşça dudaklarını okşadı. Sonra eğilip sıcacık bir öpücük bıraktı dudaklarına. Nilay kalbinin titremesi durduğunda hızla geri kaçtı. "Biri görebilir, çok açıktayız," dedi gözlerini bile açamadan.

"Sorun yok. Görürlerse görsünler."

İşte bu sözler Nilay'ın gözlerini pat diye açmasına neden oldu. Levent eğilip yere bıraktığı yeni birasını aldı ve açtı. Büyük bir yudum alıp hafifçe salıncağı salladı. "Benimle görülmekten korkmuyor musun?"

"Neden korkayım?"

"Herkes bir sevgilin olduğunu biliyor. Senden büyük ve taş gibi bir sevgilin olduğunu biliyor yani... Ve onu benimle aldattığını görürlerse seni yargılarlar."

Levent alayla güldü. Birasını neredeyse yarılamıştı bile. "Herkes herkesle düşüp kalkınca okey, bir ben seninle öpüşünce mi sorgulanıyorum? Ben de bu çeşit bir o*ospu çocuğuyumdur belki?"

Nilay iyice afallayarak doğruldu. "Deme öyle Levent. Şu anki durumumuzun tek sebebinin ben olduğunu ikimiz de biliyoruz. Ben zorladım seni. Gizliliği esas aldım. Çünkü şu hayatta en son isteyeceğim şey insanların senin hakkında kötü düşünmesi. Senin gibi bir tip, okuldaki en alelade, basit, ezik tipteki kızla takılmaz. Kimse bunu normal karşılamaz."

Levent bir anda kızgınca baktı Nilay'a. "Kes artık!" dedi. "Seni orada burada kıstırıp öpmemin sebebi sırf senin istemen ve benim ergen azgınlığım yani öyle mi? Çünkü sen yoklukta gidecek bir kızsın. Öyle mi Nilay? Gerçekten kendine bu saydığın sıfatları mı yakıştırıyorsun? Nasıl yapıyorsun bunu?" Baştan ayağa süzer gibi Nilay'a bakmaya devam etti. Nilay'ın gözleri dolu doluydu.

"O zaman sana bir haberim var... sen daha bana bu teklifle gelmeden çok önce ben rüyalarımda seninle sevişiyordum. Hem de gerçek gibi olan rüyalarda. Sadece ve sürekli seninle. Madem bu kadar siliksin, madem bu kadar istenme ihtimali olmayan bir kızsın, ben neden bilinçaltımda seni yaşatıp duruyorum, söyler misin?"

Nilay her zamanki gibi kıpkırmızı kesilmişti. Utanarak başını öne eğince şıpır şıpır tüm gözyaşları yanaklarından düşüp serbest kalmışlardı.

Levent biraz sakinleşmeye çalıştı. "Bak bu yaşlarda insanların saçma sapan kafalarda olduğunu, salak salak ego savaşlarına girdiklerinin, bencillerin diğerleri için hayatı çok zorlaştırdığının ben de farkındayım. Üstelik bu her geçen gün daha kötü bir hal alıyor. Sınıf ayrımları arttıkça işler korkunç bir hal alıyor. Eğer sana biçilen değeri kabullenirsen, üzülen sen olursun. Yapma bunu. İki yıl sonra bambaşka bir dünyada olacaksın. Bugün yaşadıklarını hatırlamayacaksın bile. Bunların sende istemediğin yaralar açmasına izin verme."

Nilay iç çeke çeke ağlarken Levent ona sarılma ihtiyacıyla dolarak bunu yaptı. "Özür dilerim bağırdığım için," dedi.

Nilay burnunu çeke çeke geri kaçtı. Gözlerini kırpıştıra kırpıştıra Levent'e baktı. "Bu rüya konusunu ikinci kez söylüyorsun. Bunu eşelersem bana kızar mısın?"

Levent alayla gülümsedi. Arkasına yaslanıp birasını içti. "Çaktırmıyorum ama hormonal olarak ben senden, senin benden etkilendiğinden daha çok etkileniyorum." Sonra gülerek ekledi. "Bugün göğüslerini görünce kendime hak verdim açıkçası." Bu sözleriyle Nilay'ı daha çok utandırdı. Arkasına yaslanarak kollarıyla baskı uyguladı ve sırtını kamburlaştırarak göğüslerini içeri çekti. "Biraz hızlı büyüdüler ve açıkçası ben bu durumdan çok mutlu değilim," dedi çekingen bir sesle.

"Niye? Deli misin sen? Kadınlar tonla para veriyor öyle olsun diye."

"Yaşlanınca sarkıyor diyorlar."

Levent güldü. "Kızım o işlerin teknolojisi aldı başını gitti. Herkes artık çatır çatır her şeyi yaptırıyor. Hem de erkenden! Sen de rahatsız hissettiğin zamanda ayar çekersin. Ama bence şimdi tadını çıkarman gereken zamandasın."

Nilay gergince güldü. Saçlarıyla oynarken "Seninle bunları konuşmak çok tuhaf, lütfen konuyu değiştirebilir miyiz?" dedi. Saçının bir tutamını örmeye başladı.

"Konuyu değiştirebiliriz tabii de... bugün yaptıklarımız hoşuna gitti değil mi? yanlış olduğunu düşündüğün ya da hissettiğin bir şey yok? Çünkü eğer varsa bunu bana mutlaka söyle. Ağırdan alalım demiştim ama bugün kendimizi kaptırdık..."

Nilay başını iki yana salladı. "Her saniyesi çok güzeldi. Daha rahat bir yerde olmayı isterdim açıkçası. Fakat sanırım biz hiç o konuda şanslı olamayacağız. Hep garip garip yerde, garip pozisyonlarda takılmak zorunda kalıyoruz."

Levent yarım ağızla güldü. "Bir gün ev boş olduğunda bize gelebilirsin."

Nilay şaşkınlıkla Levent'e döndü. "Cidden mi?" diye sordu.

"Tabii, neden olmasın ki? Herkes yapıyor bunu. Ailene ders çalışacağız dersin, klasik yalan. Hep işe yarar."

Nilay hayatında ilk kez Levent'in on altı yaşında olduğunu hissediyordu şu an. Tam on altı yaşında bir ergen erkek cümlesi kurmuştu.

"Peki o zaman. Bu hafta okul çıkışı bir gün... bana haber verirsin, olur mu?"

Levent ona göz kırptı. "Anlaştık."

***

Dila lahana bebek gibi kat kat giyinmiş, az sonra egzoz borusunu yerde bırakacak gibi giden otobüste olmaktan ötürü içinden şikayet üstüne şikayet ediyordu. Başta sesli olarak etmişti ama yanında oturan Leyla'yı hayattan bezdirdiği için şikayetlerini içine taşımak zorunda kalmıştı. Otobüs o kadar külüstürdü ki kaloriferi bile çalışmıyordu. O yüzden aralık ayının göbeğinde Gaziantep gibi karasal iklimin şov yaptığı bu yerde kıçı donuyordu. Ama artık bu resmen parasıyla rezil olmaktı. Otobüsü görünce Leyla'ya "Biz araba kiralayalım alandan, binmeyelim buna, kendi arabamızla gezeriz," demişti. Leyla ona sertçe bakarak "Saçmalama!" demişti. "Buraya kulüple geldik, onların ayarlamalarına uyacağız! Ayrıca benim ehliyet yaşım araba kiralamaya yetmiyor."

Bu hafta sonu fotoğraf kulübünün düzenlediği etkinlik sebebiyle Gaziantep'e gelmişlerdi. Turistik yerleri gezerek fotoğraf çekeceklerdi. Katılım ücreti mukabilinde Dila da Leyla'ya eşlik etmeye karar vermişti çünkü Gaziantep'e ve haliyle de şu meşhur müzeye hiç gitmemişti. Çingene Kız mozaiğini merak ediyordu. Tabii bir de sınırsız baklava konusu vardı. Dila kilosuna dikkat eden bir insan olsa da tatlı onun zayıf noktalarından biriydi. Özellikle de şerbetli tatlılar...

"Otobüs böyleyse kim bilir otel nasıldır?" diye mırıldandı. Leyla yandan yandan ona baktı. Kulaklığının teki takılı, diğeri değildi.

"Dila seni zorla getirmedim ben. Niye sürekli söyleniyorsun? Ellerinden gelen buymuş, yapmışlar. Şükret haline."

"Şu an tek motivasyonum bol kaymaklı bir şöbiyet yiyecek olmak. Başka moralimi toparlayacak hiçbir şey yok."

Leyla artık kendini tutamayıp kardeşine güldü. Gerçekten bu kızın huysuzluğu bile alemdi. Başını sola çevirip otobüs koridoruna doğru bakarken öndeki sıralardan birinde, yanlamasına oturan Birkan'la göz göze gelince bir anlığına tutuldu. İlk saniyelerde hüzünlenir gibi olsa da hemen gülümsedi. Birkan da ona gülümseyerek bir baş selamı verdi.

Bu hafta sonu sancılı geçecekti. Birkan'la anlaşarak—birleşmeden—ayrılalı on gün kadar olmuştu. O günden beridir normal arkadaş gibi davranmaya çalışıyorlar lakin iki taraf da bunda zorlanıyordu. Leyla zamana bırakırlarsa düzeleceklerine inanmak istiyordu. Bu güzel gezide tek odağını fotoğraf olarak tutmaya çalışacaktı. Bol bol en sevdiği hobisini yapacaktı. Mümkün olduğunca kafasını dağıtacaktı. Ve de en önemlisi çatlayana kadar yemek yiyecekti.

Havaalanından yapılan yarım saatlik bir yolculuk sonunda şehir merkezindeki otellerine geldiler. Otobüs otelin önünde durduğunda Dila hüsranla camdan dışarı baktı. Hava kapalıydı, yağmur yağacak gibiydi ve otel Bağcılar'daki bir apartmandan daha hallice görünüyordu.

Otobüsten isteksiz adımlarla inerken "Muhteşem..." diye mırıldandı. "Umarım bitlenmeyiz."

Leyla bıkkın bir nefes alıp verdi. Otobüsten valizlerini aldıktan sonra direkt lobiye girdiler. Girişler yapılırken Dila hiçbir yere oturmadı, değmedi. Tüm o süreç boyunca otuz kere Leyla'ya gidip meydandaki dört yıldızlı büyük otelde kalmaları için yalvardı. Sonra şansını "Burası Antep, gel konak tarzı bir otelde yer soralım, tarihi dokusu olan... tadını çıkarırız"dan yana denedi. Ama o da yemedi. Leyla bu gibi durumlarda asla gruptan şaşmazdı. Grubun planı neyse ona uyardı. Asla lüks aramazdı. Dila Hanım da bu tatilde biraz sebat etmeyi öğrenecekti. Diğerlerine uyum sağlamayı da...

On beş dakika kadar sonra otelin üçüncü katındaki odalarına çıktıklarında Leyla gerçekten beklediğinden iyi bir ortamla karşılaştığını düşünüyordu. Dila asla itiraf etmiyordu ama onun için de öyleydi. Otel pis değildi, sadece biraz eskiydi. Ama eski olmasına rağmen her şey düzenli ve temizdi. İki ayrı tek kişilik yatak vardı odalarında. Oda da biraz küçüktü ama sorun değildi. Nasılsa yatmadan yatmaya geleceklerdi buraya.

Leyla soyunup dökünürken Dila kendini yatağa atıp tüplü televizyonu açtı. "İnanılmaz, çalışıyor!" dedi. Karıncalı ekranda zap yaparken bir tane yerel kanalda yemek programına denk gelince durdu. Bir süre izledi. "Şu an Manchester'da bira içiyor olabilirdim," diye hayıflandı.

Leyla üstünü değiştirirken boş gözlerle ikizine bir bakış attı. "Şu an Manchester'da olsaydın bol kaymaklı bir şöbiyet yeme ihtimalin sıfırdı. Çingene Kızı mozaiğini, Zeugma'yı, Rumkale'yi ve Halfeti'yi görme şansın hiç yoktu."

Dila şöbiyet denince yine derin bir nefes alıp verdi. "Mezun olunca Manchester'a baklavacı açacağım. Buraların en iyi ustasını götüreceğim."

Leyla'nın modu bir anda değişti ve kahkahayı basıverdi. "Bak bu çok iyi fikir yalnız! Bunu hala dünyada tam anlamıyla becerebilen yok. Sen başarırsan adını tarihe yazdırırsın."

Dila yuvarlanarak yataktan kalkarak o da üstünü değiştirmeye başladı. Daha kalın bir şeyler giydi çünkü hava beklediğinden daha soğuktu. Yarın kar yağma ihtimali olduğundan bahsediyorlardı. Leyla fotoğrafların o şekilde daha güzel olacağını söylüyordu ama Dila açık alanlarda götlerinin donmasından bir tık korkuyordu. Neyse ki en çok üşüyen yeri olan ayakları için içi tüylü botlarını getirmişti.

Yarım saat sonra aşağıda lobide buluştular. İlk durakları kahvaltı etmek için Orkide Pastanesi'ydi. Bu da Dila'nın diğer olaylar kadar olmasa da heyecanla beklediği bir şeydi. Şu an çok açtı. O yüzden mükellef bir kahvaltı onun için ödül gibi olacaktı. Ondan sonra da fotoğraf turu başlayacaktı.

Lobiye indiklerinde, grubun bir kısmı inmiş, toparlanmayı bekliyorlardı. Dila çocuk gibi sürekli ayaklarını sallıyor, kendi kendine bir şarkılar mırıldanarak kıpırdanıp duruyordu. Öyle oyalanırken gayriihtiyari tanıdık bir sesi duymasıyla başını yerdeki karolardan kaldırarak etrafına bakındı. Gözlerine kadar düşmüş olan beresini kaldırdı. Sonra gördüğü şeylere gözleri kocaman oldu.

Koltukların orada ayakta birkaç öğrenciyle konuşan tanıdık ses Selim'e aitti. Hoca olan Selim'e! Penisini gördüğü Selim'e!

"Bunun burada ne işi var!" diye isyan etti sessizce.

Leyla "Hı?" diyerek ona döndü fotoğraf makinesinden başını kaldırıp.

"Selim burada! Malum Selim!" dedi dişlerinin arasından Dila.

Leyla hemen onun baktığı yöne baktı. Bilgi Üniversitesi'nin nam salmış yeni yakışıklı hocasını görünce gülümsedi. Dila'nın olaylarını 'en ufak' detayına kadar biliyordu haliyle.

"Belki o da fotoğrafçılığı seviyordur? Hocalar kulüp üyesi olmuyorlar ama kulüp etkinliklerine katılan hocalar oluyor," dedi Leyla.

Dila suratını astı. "Bu hiç hoş olmadı."

"Niye ya? Sizin aranızdaki her şey başlamadan bitmedi mi? Sen rezil olduğunla kaldın, bitti işte!"

Leyla'nın alaycı sözleri üzerine Dila elinin tersiyle kardeşine vurdu. Leyla kıkır kıkır güldü.

"Arkadaşlar selam! Herkes buradaysa ufak bir duyuru yapalım, ondan sonra programa göre hareket edeceğiz zaten. Sizi daha fazla aç bırakmayacağız!" Kulüp yönetim ekibinden olan Çınar'ın seslenmesiyle millet onun etrafına toplandı. O sırada mecburen Dila ve Selim de göz göze gelmiş oldular. Selim hemen Çınarların yanında duruyordu. Dila da onlara doğru yaklaşan öğrenci grubunun arasındaydı.

"Bu gezide üç tane hocamız da bize eşlik edecek. Onlar da bizlerle beraber fotoğraf çekecekler," diye lafa girdi Çınar. Bir tane hoca araya girdi. "Ama burada biz de öğrenciyiz ona göre! Muhtemelen çoğunuzdan daha amatörüz. Bize yol yordam göstereceksiniz!" dedi şakacı bir sesle. Öğrenciler gülüştüler.

Dila Selim'in gamzeli gülüşü karşısında biraz zor anlar yaşadı. Adam çok etkileyiciydi...

"Hilmi hocam haklı! Hiçbir yardımdan kaçınmıyoruz, herkes birbirine yardımcı olacak, destek olacak. Bir de hocalarımızın bize ufak bir jesti var. Bu akşam kendileri bize Bayazhan Restoran'da yemek ısmarlıyorlar."

Tüm öğrencilerden alkış kıyamet coşkulu bir tezahürat koptu. Eğlenceler ve gülüşmeler eşliğinde kahvaltıya gitmek üzere hareketlenmişlerken otobüse doğru yollandılar yine. Yürürken Selim çaktırmadan Dila'nın yanına denk gelmeyi başardı. Onun geldiğini gören Leyla hızlanarak bir iki adım öne geçti.

"Geleceğini bilmiyordum," dedi Selim.

"Asıl ben senin geleceğini bilmiyordum!" dedi sertçe Dila.

"Fotoğrafçılığa ilgim vardır. Çok beceremesem de hevesliyim."

"Ne güzel... ne mutlu sana," diye mırıldandı Dila. Tam otobüse binecekken Selim onu kolundan tutup durdurdu. Dila şok içinde onun bu hareketine bakakaldı. İnsan içinde delirmiş miydi bu adam?

"N'apıyorsun sen? Millet görecek!"

"Bir şey yapmıyorum Dila, abartma. Konuşuyoruz şurada. Büyütme bu kadar. Sürekli beni tersleyip duruyorsun. Bu bir çeşit strateji olabilir mi acaba?"

"Ne stratejisi?"

"Benden deli gibi etkilendiğini ve hoşlandığını gizleme stratejisi?" Selim'in dudaklarının bir tarafı muzipçe kıvrıldı. O yanağındaki gamzesi belirdi. Dila yine kalbinden vurulur gibi olsa da bunu çaktırmadı. Selim kenara çekilip önden geçmesi için ona yol verinde atarlı bir şekilde otobüsün basamaklarını çıktı.

***

Meşhur Bakırcılar Çarşısı'nda hem gezinip hem fotoğraf çekerken bir nevi serbest zamandalarmışçasına dağılmışlardı. Leyla özenle bakır işleyen emektar amcaların izin alarak fotoğraflarını çekiyordu. Dila da Leyla'nın eski makinesiyle iki dakika fotoğraf çekip, sonra on dakika alışveriş yapıyordu.

Leyla kendi kendine bir Beatles şarkısı mırıldanırken sesinin ne kadar yükseldiğinden bihaberdi. Sesi güzel olduğu için etraftan duyanların da hoşuna gidiyordu. Leyla ise milletin duyduğunun gram farkında değildi, farkında olsa çok utanırdı.

Eğilmiş, üst üste muntazam bir biçimde dizilmiş onlarca bakır kapaklı Türk kahvesi fincanının fotoğrafını çekmek için ayarlarını yaparken, tam deklanşöre bastığı sırda vizörden gördüğü görüntüye birinin koca kafası girdi. "Hellooo!" dedi fotoğraf makinesinin içine girmiş olan kişi. Leyla anında şarkı söylemeye ara vererek suratını makineden çekti ve doğruldu. Karşısında duran yakışıklı yüze baktı. Çocuk da o doğrulunca doğruldu. Leyla ilk bir saniye içinde çocuğun kim olduğunu tanıyamasa da, çocuk pişmiş kelle gibi sırıtınca hemen kim olduğunu hatırlamıştı.

"Güzel Gaziantep'imize senin gibi güzel kızların gelmesi ne güzel!" İngilizce söylediği bu cümlede üç kez beautiful sıfatını kullanması, İngilizcedeki kelime dağarcığı kıtlığının adeta bir göstergesi gibiydi.

Leyla karşısındaki çocukla uğraşmaya karar vererek alayla gülümsedi. "Evet, şehriniz gerçekten çok güzel. Geldiğim ilk andan itibaren atmosferine bayıldım!" dedi şevk dolu bir İngiliz turist gibi. Aksanı insanı çıldırtacak kadar güzeldi. Nitekim karşısındaki çocuğun yüzünden geçen o 'sen böyle konuşunca kalbim sızladı' ifadesini yakalamıştı.

"Sana etrafı göstermemi ister misin? Ben buralıyım. Çoğu dükkan beni tanır. Yardımcı olmak isterim."

Leyla içinden etkilenmiş gibi hissederken, dışından saf bir turist gibi gülümsemeye devam etti. "Fotoğraf çekimimi tamamladıktan sonra alışveriş yapmayı düşünüyorum. Ama yine de nazik teklifin için teşekkür ederim." İngilizce konuşarak oyununu sürdürdü. Küçük sokağın karşı tarafında, çocuğun arkadaşlarının kendi aralarında konuşarak gülüştüklerini duyuyordu. "Salak kendini rezil ediyor!" "Elin güzelim İngiliz'inin ne işi var bu piç kurusuyla" "Bir gün kız tavlayacağım diye canından olacak" gibi bir takım söylemler duyuyordu. Daha kötülerini de diyorlardı arada. Ama karşısındaki kişinin pek umurunda değil gibiydi. İbiş gibi gülümseyerek Leyla'ya bakıyordu sadece.

"O zaman sana modellik yapmamı ister misin? Yüzde yüz ve saf bir Antepliyim! Üstelik daha öncesinden modellik deneyimlerim de var. Bu işte iyiyimdir."

"Sahiden mi?" dedi Leyla hayret eder gibi. Magazin sever bir kız grubuna sahip bir insan olarak karşısındaki kişinin modellikte deneyimli olduğunu tabii ki biliyordu.

"Tabii ki! Nerede durayım? Sokağın ortasında dursam güzel çıkar mıyım?" Çocuk hiç beklemeden sokağın ortasına geçip poz verdi. Leyla da oyunu hiç bozmadan hevesli turist kimliğini sürdürerek onun karşısına geçti ve birkaç fotoğrafını çekti. Çocuk arkadaşlarına "Bir de tavlayamazsınız diyorsunuz... Oğlum ben dilini bilmesem dahi tavlarım! Yeni Zelanda kabilesinden bile olsa, güzelin hakkını veririm ben!" dedi gururla. Sonra Leyla'ya İngilizce "Bir de şuraya yaslanırken çeker misin?!" diyerek poz vermeye devam etti.

Leyla kendini tutamayıp gülüverdi. Allah'tan suratında makine vardı da görünmüyordu. Fotoğraf faslı bittikten sonra beyefendi bir de fotoğraflara bakmak istedi. Ve tabii ki de "Bunları senden almamın bir yolu var mı?" diye sordu. Tüm bu fotoğraf oyununun ana temasının bu olduğunu Leyla tabii ki biliyordu.

"Mail adresini paylaşırsan en kısa sürede iletmeye çalışırım," dedi.

Çocuk çapkınca—ama kesinlikle çok yakışıklı görünerek—tebessüm etti. "Onun yerine telefonunu rica etsem? Belki fotoğrafları alana kadar sana Antep'in başka güzel yerlerini gösterme şansım olur."

Leyla hafifçe başını sallarken bilgece gülümsedi. Bir şey diyemeden çocuk "Tabii telefonunu almadan önce kendimi tanıtmam daha doğru olacaktır. Alper ben," dedi ve elini uzattı.

Leyla ağır ağır gülümsedi. Tertemiz Türkçe bir aksanla "Leyla," dedi. Sonra Türkçe devam etti. "Memnun oldum Alper Güner. Fotoğrafları Instagram'ına atarım, DM'den alırsın." Alper'e göz kırpıp yanından geçip giderken, onun arkadaşlarının bağırarak "Hassiktir!" deyişlerini ve kahkahalarını duydu.

On adım ancak atmıştı ki "Heeey!" diye bağırarak peşinden koşturdu Alper. "Bir dakika bir dakika! Sen Türk müydün?!" diye sordu panikle Leyla'yı durdurarak.

Leyla kolunu hemen ondan kurtardı. "Objektifime atladığın ilk saniyeden beri Türküm."

"O nasıl İngilizceydi ama? Seksiliğinden küçük dilimi yutuyordum?"

Leyla'nın tek kaşı hayretle havalandı. Bu çocuk gerçekten magazinde göründüğünden de laubaliydi. Beş dakika önce tanıştığı biriyle böyle konuşabiliyorsa...

"Kendimce sebeplerim var diyelim. Başka sorun yoksa ben gezintime devam edeceğim."

Alper hala şok içinde ona bakıyor olduğu için Leyla ondan bir yanıt beklemeyi keserek tekrar yürüdü. Alper yine koşturdu ve onu durdurdu. "Bir saniye dur ya! İnsana ağız tadıyla şoka girmesi için bile zaman vermiyorsun!"

"Zamanım kısıtlı?" dedi Leyla biraz sertçe. Bakırcılar Çarşısı'ndaki zamanları belliydi sonuçta.

"Tamam tamam! Peki sen Türk'sen nasıl bu kadar sarışın ve nasıl bu kadar güzelsin?"

Leyla alenen gözlerini devirdi. "Sen de kumralsın." Yüzünü buruşturdu. "Kumral ve Anteplisin. Bu olabilir?"

"Ama sen çok İngiliz'sin... Yani yok ben kabul etmiyorum. Yoksa Karadenizlilik mi var? Rus kökenler falan?"

"Her zaman kızlara bu şekilde mi yürüyorsun? Çünkü bu yöntem berbat, haberin olsun." Leyla yine gidecek gibi oldu ama Alper hemen önünü kesti. "Tamam bu konuyu kapatıyorum. Gerçekten seninle adam gibi tanışma şansım yok mu? Baştan alalım, söz o pislik angut çocuğu orada bırakacağım. Şoktan saçmalıyordum sadece." Parmağıyla az önce Leyla'ya sataştığı ilk yeri gösterdi.

Leyla dik dik Alper'e baktı. "Adımı söyledim zaten."

"Bana daha fazlası lazım..."

"Kan grubun B pozitif."

Leyla'nın bu sözleri Alper'i güldürdü. "Benim AB pozitif. Gerekirse iki üç tüp ateşlersin artık."

Bu kez de Leyla güldü. Bu yakalanan frekans Alper'in hoşuna gitti. "Sahiden gitmen mi gerekiyor?"

"Evet, buraya bir grupla geldim ve buradaki zamanımız kısıtlı. Daha gezilecek çok yer var. O yüzden devam etmem gerekiyor."

"Kimlerle geldin? Belki onlardan daha iyi gezdirebilirim seni? Sonuçta cidden Antepliyim ve sen de bunu biliyor gibisin. Beni de tanıdığına göre... Ah be! Keşke ben de seni tanıyor olsaydım. Çok şanssızım."

"Teklifin için teşekkür ederim ama grubumu bırakmayı düşünmüyorum. Üstelik kardeşim de orada, muhtemelen hayıflanarak kendisini bulmamı bekliyordur."

"Yani seni bir daha göremeyeceğim öyle mi?"

Leyla, Alper Güner'in magazin camiasının en büyük playboy'larından olduğunu bilmese ona kapılması an meselesiydi. Çocuk birebirde çok tatlıydı. Mimikleri falan resmen çok şekerdi! Böyle yalvararak konuşurken hiç çapkın enerjisi vermiyordu.

'Ne kaybedersin ki? Numaranı ver gitsin, ne olacak?' dedi iç sesi. Birkan yüzünden ağır tahribat görmüş kafası dağılırdı biraz belki. Yine de yapamadı. Telefonunu vermek iddialıydı. "Benim gerçekten gitmem gerekiyor. Antep küçük bir şehir. Sen ünlü birisin. Ve ben de bir turistim." Leyla sözlerinden sonra bu kez başarılı bir şekilde Alper'i sollayıp gitti.

Continue Reading

You'll Also Like

11K 1.7K 25
"Niye bakıyorsun öyle? Güzel buldun galiba. Aldanma sakın. Benim dışım içimdeki çirkefi kapatmak için böyle." Alaycı bir gülüşü yerleşti yüzüne. "Y...
1.3K 87 11
Mafia ailesinin oğlu olan Jeonghan hiç beklemediği anda yeni korumasına aşık olur... "Hiçkimse bizi ayıramayacak.."
401K 20K 50
3 yıl önce âşık olduğum adamın bir anda hayatımın ortasına düşmesini mucize olarak adlandırdım, yanıldım. Uğruna sayısız cümleler kurduğum adamın bü...
450K 23.2K 36
Aşkla başlayan güzel bir ilişki, meşkle son bulan evlilikleri... Saçmalıklarla dolu bu hikâye için hazır mısınız? Evlilik aşkla mı yürür yoks...