GGK: 2 - Gerçek Aşklar Kulübü

By sezgisalman

88.6K 10.2K 753

Güzel Günler Kulübü isimli kitabın devamı niteliğindedir. Bağımsız olarak da okunabilir ama önce diğer hikaye... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Bölüm
Final

19. Bölüm

1.4K 184 11
By sezgisalman

Can yine abur cuburların esiri olduğu bir araba yolculuğundaydı. Filibe'yi geride bırakmış, Pazarcık diye bir yere gelmişti. Hayatında ilk kez Bulgaristan'da araba kullanıyordu. Hayatında ilk kez İstanbul'dan Belgrad'a araba kullanarak gidiyordu.

Bu deliliği yapmasındaki tek sebep aynı şekilde geri dönerken Başak'ı da yanına katabilme aşkıydı. Eğer ki Başak ona inanırsa ve aralarındaki her şey netleşirse, onu Belgrad'dan sevgilisi olarak alabilecekti. Ondan sonra da nereye gitmek isterlerse oraya gidebilirlerdi!

Sınırlarda ya da yollarda sorun yaşamadığı müddetçe yolculuğu on iki-on üç saat sürecek gibi görünüyordu. Şu an biraz kar atıştırıyordu ama bu önemli değildi. Buna da hazırlıklıydı Can. Kar lastikleri takılıydı ve gerekirse zincir takmasını da biliyordu. Şu an gerekirse Ferhat gibi dağları delecek, Mecnun gibi çölleri aşacak motivasyonu vardı. Ya da modern çağda bu işler nasıl oluyorsa o yolla yapacaktı!

Kafasında sürekli Başak'a sürpriz yaptığı o anı hayal ediyordu. Onu karşısında görünce çok şaşıracaktı. Sevineceğine de emindi. Belki arkadaş grubuyla olduğu için biraz zorlanabilirdi ama bunu göze almıştı Can. Üstelik Başak'ın arkadaşlarından bazılarını tanıyordu da. Onlara durumu anlatıp izin isteyerek Başak'ı kaçırabilirdi. Eğer çocuklar halden anlayan insanlarsa laf etmezlerdi.

Spotify'dan en güzel aşk şarkıları listelerini açmış, kendini gazlıyordu da gazlıyordu. Uyanık kalması gereken bir durum olmasına rağmen hep slow şarkılar dinliyordu çünkü bunlarla daha güzel hayal kuruluyordu. Barbra Streisand'ın sesi ile aşka düşmek çok daha güzeldi. Zaten sürekli gözünün önüne Kaş'taki romantik geceleri geldiği için ayık kalmak için ekstra bir şey yapmasına çok da gerek kalmıyordu.

Sofya'da kısa bir yemek ve ihtiyaç molası verdikten sonra Kalotina sınırından nihayet Sırbistan'a girmeyi başardı. İngiliz pasaportu sahibi olmak böyle anlarda hayatını çok kolaylaştırıyordu. Sınırlarda neredeyse hiç vakit kaybetmemişti. Birkaç saatin sonunda da Belgrad'a yaklaştığında artık gün doğmak üzereydi. Tüm gecedir uyumadığı için uyku da bastırmıştı. Ama hayali sevdiği kadının kollarında güzel bir uyku uyumak olduğu için kendini dinç tutuyordu.

Rotasını Başak'ın kaldığını bildiği otele çizdi. Belgrad'a daha önce gelmişti ama arabayla hiç gezmediği için yolları bu şekilde bilmiyordu. Fakat otelin ana meydanlardan birinde olduğunu haritadan anlamıştı.

"En azından levhalar Latin alfabesiyle. Gözünü sevdiğimin Latin alfabesi ya... Bir kez daha teşekkürler Atam!" demekten kendini alamadı otelin olduğu caddeye dönerken. Rusya'da araba kullanmaktan nefret ediyordu. Bazı alıştığı şeyleri ezberlemişti ama levha okuyamamak deyim yerindeyse Can'ı çıldırtıyordu. Burada en azından anlamasa da harfleri okuyabiliyordu. Gerekirse telefonuna çat çat yazabiliyordu.

"Neyse! Artık sevgilim bana yardım eder. Onun telefonunda Kiril klavyesi de var. O bulur yollarımızı!" diye mırıldanarak gülümsedi. Sonra radyosuna bakarak "Değil mi Whitney abla! Söyle de coşalım! There can be miracleees when you believeeeee!" diye bağırarak When You Believe şarkısının nakaratına eşlik etti. Gerçekten mucizelerin gerçek olacağına inanıyordu. Misal birazdan olacaktı. Yani inşallah olacaktı.

Otelin önünde aracı durdurduğunda doğruluğunu kontrol etmek için birkaç kez baktı. Otel merkezi bir konumda olmasına rağmen standartlara göre biraz ortalama bir oteldi. Muhtemelen beraber geldiği arkadaşlarının durumu Başak'ınki kadar iyi olmadığı için bu oteli seçmişlerdi.

Vale yoktu ama otelin otoparkı olduğuna inandığı bir yere girerek aracını kendini bıraktı. Sonra daha sabahın kör saatleri olduğu için bomboş olan lobiye geldi. Tek bir genç adam oturuyordu resepsiyonda.

"Günaydın," dedi o babasını aratmayan etkileyici İngiliz aksanlı İngilizcesiyle. "Boş odanız var mı? Olumlu yanıt duymaya çok ihtiyacım var!" dedi sempatik bir şekilde.

Resepsiyondaki çocuk gülümseyerek Can'a baktı. "Son birkaç odamız vardı. Noel zamanı yoğun oluyoruz ama şanslısınız. Kaç gün konaklamayı planlıyordunuz?"

"Kesin değil henüz. Şimdilik bir gece diyelim, eğer daha fazla olacak olursa bunu size gün içinde bildirsem olur mu?"

"Tabii olur. Ama eğer iki geceden fazla kalacaksanız süitimizi vermek durumundayım size."

Can cezbedici bir haber almış gibi masaya doğru eğildi ve gülümsedi. "Bir gece için bile olsa süiti isterim. Sen bana orayı ayarla!" dedi.

Resepsiyonist en pahalı odayı kolayca satabilmiş olmanın verdiği mutlulukla hemen bilgisayarda işlemleri yapmaya girişti. Can'dan pasaportunu istedi, hızlıca girişleri yaparken Can oda numarası konusunda şansını denemek istedi. "Senden bir konuda daha yardım istesem, bana yardımcı olur musun?"

"Buyurun tabii, elimden gelecek bir şeyse?"

"Birinin oda numarasını soracağım. Kendisine sürpriz yapmak istiyorum. Buraya geldiğimden haberi yok."

Çocuğun yüz ifadesi değişti. "Maalesef misafirlerin oda numaralarını paylaşamam. Bu bilgi gizlidir."

"Biliyorum ,biliyorum. Güvenlik açısından bunu yapmanız çok güzel ama bu sadece hoş bir sürpriz olacak. Arkadaşım buraya geleceğimi bilmiyor ve ben onu aramadan, direkt karşısına çıkmak istiyorum."

"Anlıyorum efendim ama ne yazık ki yardımcı olamam."

Can daha fazla zorlamadı. "En azından Başak Bir isimli kişinin burada kaldığını doğrulayabilirsiniz ama değil mi?" diye sordu.

Çocuk artık bunu yapmış olmak adına kontrolü sağladı ve Can'ı onayladı. Can mutlulukla sırıttı. Parmaklarını tezgahta tıkırdatırken "Bugün güzel bir gün olacak," diye mırıldandı kendi kendine. Heyecanı arttıkça içi iyice kıpır kıpır oluyordu.

Çocuğa ödemeyi de yaptıktan sonra oda kartını alarak asansöre yöneldi. Odaya kadar çocuk eşlik edecekti ama Can buna gerek olmadığını söyledi. Kendi odasına girip fazla büyük olmayan valizini bırakırken telefonunu çıkarıp artık mecburen Başak'ı aradı. Tek tek tüm odaların kapısını çalamazdı.

Telefon birkaç çalıştan sonra uykulu bir sesle "Can?" diye açıldı. Daha Başak'ın sesini duymasıyla Can'ın midesinde milyonlarca kelebek uçuştu.

"Selam Başbaş! N'aber?"

"İyiyim de, aramak için biraz erken bir saat değil mi?"

"Aaa! Orada daha saat o kadar erken mi? Burada çoktan uyandık!"

"Saat kaç bakmadım ama biz akşamdan da kalmayız, ondan uyuyordum."

"O zaman hızlıca bir soru sorup seni azat ediyorum. Şimdi loto kuponu dolduruyorum da, bana uğurlu sayını söyler misin?"

"Loto kuponu mu? Can sen sarhoş musun sabah sabah?"

"Sen bana uğurlu sayını söyle hadi!"

"Beş."

"Güzeeel. Pekiii... Üniversite okul numaranın son iki hanesi ne?"

"On altı."

"Tamamdır. Son olarak kaldığın otelde odanın numarası nedir?"

"2451. Bitti mi? Benim gerçekten çok uykum var ve biraz daha vızıldarsam arkadaşımı uyandıracağım."

Can koştur koştur ikinci kata inerken "Bitti bitti," dedi. "Kimle kalıyorsun? Fahriye'yle mi?"

"Yok Fahriye erkek arkadaşıyla kalıyor. Ben Emre'yle kalıyorum mecburen."

Can tam 400'lü odaların olduğu koridora dönmüştü ki pat diye durdu. Ne demekti Emre'yle kalmak? Başka insan mı kalmamıştı koskoca grupta. Başka kız mı yoktu?!

"Can benim cidden çok uykum var."

Tekrar koştur adımlarla 2451'in önüne geldi. Sinirine hakim olmaya çalışıyordu. Şu ana kadar sabırla şu anı beklemişti hayaller kurmuştu. Şimdi sırf bir erkekle kalıyor diye sinirlenemezdi.

"Tamam peki salıyorum seni. Ama önce son bir şey yapmanı istiyorum."

Başak yorgun bir nefes verdi. "Ne yapmamı istiyorsun?" Can onun sesini kapının dışından da duymuştu.

"Kapıyı açar mısın?"

Birkaç saniyelik duraksamadan sonra "N—ne—ne?" diye kekelemeye başladı Başak. Akabinde de adımları kapıya yaklaştı ve yavaşça kapı açıldı. İkisi de kulaklarında telefonla birbirlerine baktılar. Can kocaman sırıtırken Başak şok içindeydi.

"Nasıl sürpriz ama Başbaş!" dedi Can kısık bir sesle. Uzanıp gayet de çaktırarak odanın içine hızlıca göz attı. Emre camdan tarafta olan yatakta yüzükoyun uyuyordu. Bu görüntü onu rahatlatmıştı.

"S—se—senin burada ne işin var?" diye sordu Başak sonunda telefonu indirip kapatırken. Can onun arkasındaki kapıyı aralık kalacak şekilde çekti. Kaş'taki otel koridorunda öpüştükleri andaki gibi karşı karşıya durdular yine bir otel koridorunda.

"Senin için geldim. Sana söylemem gereken bir şey vardı."

Başak hala rüya görüyor olduğunu sanarak dönüp oda kapısına baktı. Kesin şu an yatakta uyuyordu. "Sen aslında yoksun değil mi? Ben sonunda toptan kafayı yedim... dün o yeşil şeyleri içince benim balatalar tamamen yandı."

Can bu yorumun üstüne kıkır kıkır güldü. "Hayır delirmedin! Ben buradayım. Hatta deli olan bendim, artık akıllandım. Aklımı başıma devşirdim ve doğru olanı yapıyorum."

"Nasıl?"

"Böyle!"

Ve Can eğilip onu özlemle öptü.

***

Başak arkadaşlarına gruptan kendisinin onlara sonra katılacağını yazdıktan sonra tekrar yatakta dönüp mışıl mışıl uyuyan Can'ı izlemeye devam etti. Hala bir rüyada olduğunu sanıyordu. Bunun gerçek olduğuna, şu an Can'ın omzunun dibinde başının durduğuna inanamıyordu.

En çok da sabahın köründe gözlerinin içine bakarken pat diye "Seni seviyorum!" dediğine inanamıyordu. Başak buna bir türlü inanamadığı için yüz bin kez tekrar ettirmişti. Can da her seferinde daha da yüksek bir heyecanla tekrarlamıştı.

Kapının önünde defalarca kez öpüştükten sonra Can onu kendi odasına kaçırmıştı. O kadar acele ettirmişti ki Başak'ın sadece telefonunu ve terliklerini almasına izin vermişti. Can'ın odasına geldiklerinde de Can sevişemeyecek kadar uykulu olduğu için biraz tadı kaçmıştı ama mutlu bir halde Başak'ı öpe öpe ve ona sarılarak uyuyakalmıştı. Onca yolu arabayla gelmesi de Başak için şok edici bir etki olmuştu. Açıklama olarak da "Beraber döneriz ve yolda çok eğleniriz diye düşündüm" demesi de kalbini eritmişti adeta.

Yine ona bakarken dayanamayıp içinden taşan sevgi yüzünden başını onun koynuna sokarak sarıldı. Can uykusunun arasında onu hissederek gülümsedi. Sonra nazlana nazlana gözlerini açtı. O da Başak'ı sarınca Başak kafasını kaldırıp ona baktı. "Uyandırdım mı?"

"Bilmem! Rüyayla gerçeği ayırt edemiyorum şu an," diye mırıldandı Can. Hafifçe gerinirken ikisi de güldü. Can eğilip hemen onun dudaklarına bir öpücük bıraktı. "Tekrar günaydın..." dedi. Ve hemen ekledi. "Sevgilim!"

Başak duyduğu hitap şekliyle gözü dönerek uzanıp upuzun bir öpücük kondurdu Can'ın dudaklarına. "Sevgilimmm!" diye inledi adeta.

Can da ondan yana döndü. İkisi de yatakta dip dibe yanlamasına uzandılar. "Bu güzel mübarek günde ne yapıyoruz şimdi?" diye sordu Can.

"Eğer senin hala uykun varsa uyu biraz daha. Bütün gece araba kullanmışsın zaten."

"Kendimi heyecanım yüzünden enerjik hissediyorum. Bu birkaç saatlik uyku bana yetti. Sevgili olduğumuz bu ilk günün tadını çıkarmak istiyorum şimdi."

Başak kıkırdadı. "Hala senin ağzından şunları duyduğuma inanamıyorum."

"Çok daha fazlasını duyacaksın, hazır ol."

"Bir de senin yetişkin romantizmine utanmadan laf mı ediyorlardı? Bence bulmuş da bunuyormuş o kızlar!" demekten alamadı kendini Başak. Gerçekten Can dünyada eleştirilecek en son insanlardan biriydi. "Neyse ki kurtulup doğru yolu buldun!"

Can onun bu sözlerine sessizce güldü. Başak uzanıp onun saçlarıyla oynamaya başladı. "Bizim çocuklar kahvaltı etmeye bir yerlere gittiler. Sonra da bugünün planında çikolata müzesine gitmek vardı. Ama tabii bu ilk günümüz olduğu için ve sen baş başa bir şeyler yapmak istersen, onları ekmemi anlayışla karşılayacaklardır. Zira Fahriye'ye senin bana ilanı aşk etmek için geldiğini, üç satır süren bir NE mesajı attı."

Bu sefer Can ufak bir kahkaha attı. "Şimdi buraya arkadaşlarınla gelmişsin, seni planlarından alıkoymak olmaz. Onlarla olan tatilinin bittiği günü, ilk günümüz kabul ederiz. Hiç problem değil. Ayrıca çikolata müzesi dediğinde kalbim bir teklemedi diyemem. Burada öyle bir müze mi varmış?" Can son iki cümlesini söylerken dirseğinden destek alarak heyecanla doğrulmuştu. Başak onun bu haline sesli güldü.

"Evet. Ve sen sormadan söyleyeyim, tabii ki yiyebiliyormuşsun da."

"Daha ne yatıyorsun o zaman! Koş koş koş! Kalk çabuk hazırlanalım." Can uçarak yataktan kalkıp altındaki her şeyi tek seferde çıkartarak banyoya koşturdu. Sonra havlu almadığını fark ederek Başak'a iki saniyelik bir göz ziyafeti yaşatmak suretiyle çıplak halde geri koşarak odaya döndü ve kenarda katlı duran havluları aldı. Sonra banyoya tekrar geri koştu. Başak bu anların her saniyesinde kahkahalarla güldü. Ardından o da toparlanıp yataktan çıktı.

"Benim eşyalarımın hepsi odamda, giyinip geliyorum. Sen duştan çıkana kadar gelirim!" diye seslendi banyoya.

"Eşyalarını al gel hepsini, burada giyin. Oda kartını da al. Tabii ki buraya taşınacaksın ve başka bir erkekle aynı odayı paylaşmayacaksın!" Can suyu açmış olmasına rağmen sesi çok net bir biçimde Başak'a ulaşmıştı.

Başak gülerek başını iki yana salladı. Fakat Can'a hak vererek eşyalarını diğer odadan alıp buraya taşımak üzere aşağıdaki odasına gitti.

Bundan sonra Can'la beraber geçirdiği her geceyi onun yanında uyuyarak geçirecekti!

***

Tolga arabanın içinde beklemekten sıkılınca—kıçında pire varmış gibi yerinde duramamıştı artık—kalkıp kapı önünde volta atmaya başlamıştı. Mehtap beş dakikaya çıkacağını söyleyeli yirmi dakika olmuştu.

En sonunda onu kabanına sarılarak koştur koştur kapıdan çıkarken görünce, son yirmi dakikadır nasıl sıkıldığını bir anda unutuverdi. Sonuçta bunlar cicim aylarıydı. Ayrıca cicim ayı olmasa bile bu kadın doktordu ve Tolga bunu baştan kabullenmişti. Aniden bir mesajlaşmanın ortasında mesajların pat diye kesilebileceğini bilerek bunları göze almıştı.

"Kusura bakma, yine tabii ki son dakika bir şey çıktı ama hızlıca hallettim. Çok beklemedin değil mi?" Mehtap koşturarak geldiğinde direkt arabaya yönelecekti ki Tolga onun yolunu kesip bir anda belinden sararak öptü. Gülümseyerek geri çekildiğinde "Yok çok beklemedim," dedi.

Mehtap hala tam olarak Tolga usulü ilişki yaşamaya alışamamış olduğu için uluorta gelen bu öpücüğü sindirmesi zor oldu. "Yine de çok geç kalmadan yola koyulalım, daha karşıya gideceğiz," dedi.

Tolga bıyık altından gülerek yerine geri geçti ve karman çorman olan otoparktan çıktı. Planladıkları gibi Suadiye'ye gitmek üzere trafiğe daldı.

"Günün yoğun geçti gibi anlıyorum?" dedi sorarcasına Mehtap'a.

"Doğum yoktu ama çok hasta vardı. Ondan beş dakika nefes alacak fırsatım olmadı. Son dakika biri de kan testi sonuçlarını getirince ondan geciktim, hadi aradan çıksın dedim. Sen ne yaptın? İnşallah hiçbir şeye dokunmuyorsun işte?"

Tolga daha bu hafta başında yeni işe dönmüştü. Pek bir şeye karışmasına izin vermiyorlar, gün içinde genelde kendi konteynır ofisinde oturuyordu.

"Yok yok! Ofisten çıkarmıyorlar ki zaten. Umarım Ferdi bir şeylerin ağzına sıçmıyordur diye umut ediyorum ancak. Neyse ki bizim ustabaşılar tecrübeli tipler hep. Çoğu şeyi benden bile iyi biliyorlar, o yüzden içim rahat."

Mehtap ona bir bakış atarak gülümsedi. "İyi bari."

Tolga köprü trafiğinde kaldığı bir noktada radyoyu biraz kısarak "Yılbaşı için bir planın var mıydı?" diye sordu.

Mehtap biraz düşünerek dudak büktü. "Yok aslında. İzin takvimime de bakmadım. 31'inde yarım gün çalışıyor bile olabilirim."

"Yaa! Yapma ya!" dedi Tolga hüsranla. Önündeki araba ilerleyince biraz arabayı ilerletti.

"Senin bir planın mı vardı?"

"İsviçre'ye gideceğiz, cümbür cemaat! Hatta Alper'e de dedim bugün. Sen de gel istiyorum."

Mehtap düşünceli halini koruyarak Tolga'ya kısa bakışlar attı. "Bilmem ki... bir bakayım. Aslında açık olmak gerekirse güzel bir öneri. Nereye gidiyorsunuz?"

"Saint Moritz. Bizde gelenek gibidir. Babam her kış şale kiralardı biz küçükken, hep giderdik. Hala kiralıyor gerçi de biz her sene gidemiyoruz işler güçler yüzünden. Bu yıl yılbaşını da orada kutlayalım dedik. Aslında Derin'le benim önceden planladığımız bir şeydi. Bizim kızları örgütledik anca. Sana da daha önce söylemek istiyordum ama... biraz erken olur mu acaba endişesi yaşadım. Fakat düşününce hiç de erken gelmiyor şu an. Aksine, benimle gelmeni çok istiyorum. Yeni yıla seninle girmeyi..."

Mehtap biraz utangaçça gülümsedi. Yine alışkın olmadığı romantizmlere maruz kalıyordu. "Ne zaman gideceksiniz peki? Önceden gideceksinizdir sanırım?"

"Yirmi sekizine bilet aldık biz. Konaklama işi tamam zaten onun için bir şey yapmana gerek yok, yerimiz var. Sadece bilet ayarlamak gerek, tamam dersen hızlıca ayarlarım ben."

Mehtap biraz gerilerek önüne döndü. Ellerini kucağına ovuşturdu. "Ben kendi biletimi alamıyor muyum?" diye sordu çekingence.

Tolga biraz kasılarak vücudunu sağa sola yatırdı. "Tabii ki alabilirsin. Ben centilmen bir erkek arkadaş olmaya çalışıyordum sadece."

Mehtap onun sevimli yanıtına gülümsedi. "Ben takvimime bakarak biletimi alırım. Vizeye de başvurmam lazım. Haber veririm."

"Aaa bak o konuda yardımcı olmayı isterim ama! İsviçre'den Şengen aldığın aracı firmada tanıdığım var, hızlıca hallettirebilirim?"

Mehtap kendini tutamayıp güldü. "İlla bir şeylerde yardımcı olacaksan... Konaklama belgeleri de sende zaten. Diğer belgeleri sana veririm, başvuruyu yaparsın. Ama baştan söyleyeyim pasaport fotoğrafıma ve vize başvuru fotoğrafıma bakmak yok!"

Tolga bir kahkaha attı. "O kadar mı diyorsun?"

Mehtap omuzlarını silkti. "Seni yeni buldum, hemen kaybetmek istemem," dedi hem şakacı hem ciddi bir sesle. Tolga bu kez daha çok güldü.

Trafik yüzünden hava artık kararmışken Suadiye'ye ancak vardılar. Yemek yiyecekleri restorana geldiklerinde ikisi de çok acıkmıştı. O yüzden oturur oturmaz birazcık sohbet etmek yerine hemen menüye dalmışlardı.

Hızlıca sipariş verdikten sonra Tolga karşısında oturan Mehtap'ı izlemenin tadını çıkarmaya başladı. 'İnsanın sevgilisi olması ne güzel bir şeymiş ya! Ben bu hissi nasıl unutmuşum!' diye hayıflandı içinden.

"Neden öyle bakıyorsun?" diye sordu Mehtap tereddütle tebessüm ederken.

"Çok güzelsin, ondan bakıyorum. Bence sevgilin olarak en doğal hakkım."

"Şöyle şeyler deme bana bak geriliyorum!"

"Neden geriliyorsun ya?! Söylediklerimde tek bir yanlış kelime yok!"

"Ben bu tip romantikliklere alışkın değilim. Devrelerim yanıyor böyle şeyler söylenince."

"Artık orta yolu bulacağız doktor hanım. Ben de böyle bir romantiğim, yapacak bir şey yok. Misal ben senden hiç övgü duymadım bugüne kadar. Bir tane bile beğendiğin bir şeyim yok mu?"

Mehtap nefes verir gibi güldü. Tolga'ya dair bazen aşırılaşan zıpırlığı dışında sevmediği hiçbir şey yoktu. Aksine, Tolga'nın kendisinden daha çok sevilesi olduğunu düşünüyordu.

Politik bir şekilde "Gözlerin güzel," dedi. Tabii ki bu gelen yanıt Tolga'yı mutlu etmedi. Gözlerini devirerek ve burun kıvırarak "Bunu herkes söylüyor. Başka bir şey de!" dedi.

Mehtap bir anda tek kaşını kaldırarak "Herkes?" dedi sorgularcasına.

Tolga yavaşa sırıttı. "Mavi gözlü olunca insan sık duyuyor bunu. Bir de nazarımızdan şikâyet ediyorlar ama asla öyle bir şey yok."

Mehtap şüpheyle bakmaya devam ederek suyundan bir yudum aldı. Acaba kimler beyefendinin gözlerini övüp duruyordu?

Yemekleri gelene kadar havadan sudan sohbet ettiler ve şaraplarından içtiler. Ama Mehtap'ın kafasında sürekli bu göz övülme konusu dönüp duruyordu. Tolga'nın bunu abartarak şakayla karışık söylediğini biliyordu ama bunun doğru olduğunu da biliyordu. İçinden kendine binlerce kez kızmasına rağmen yine aynı durumlara teslim oluyordu. Tolga hayatına girmiş erkekler arasında bugüne kadarki en yakışıklı olandı ve Mehtap ondan çok daha beterleriyle bile kıskançlık savaşları vermişti. Bu sefer aklı başında davranacağına kendi kendine söz vermişti ama yapamıyordu işte! İnsan bir özelliğini pat diye yok edemiyordu. Üstelik Tolga bunları uygulamak için zor da bir seçenekti. Tolga'yla tanıştığı geceyi düşününce... Adamın hayatının aşkının düğününde onunla tanışmıştı. Ve o düğünün Tolga için ne kadar zor geçtiğini bizzat kendi gözleriyle görmüştü.

Demi glace soslu etini keserken "Zümrüt'le konuşuyor musunuz?" diye soruverdi bir anda. Yine kıskançlığına yenik düşmeyi başarmıştı.

Tolga gelen soruya biraz şaşırdı. Ama durumu bozuntuya vermedi. "Özel olarak konuşmuyoruz tabii ki de. Fakat bazı Whatsapp gruplarında ikimiz de varız ve orada bazen ortak konuşmalarda sohbet etmek durumunda kalıyoruz. Bir de ayda bir toplaşıp mümkün olduğunca herkesin katıldığı yemekler yapıyoruz, onlarda denk geliyoruz. Neden sordun ki?"

"Sadece o konuda nasıl olduğunu merak ettim. Kötü bir niyetle sormadım, yanlış anlama... Biz bir anda pat diye kendimizi bir ilişki içinde buluverdik ama bu konuları konuşma şansımız hiç olmadı seninle."

Tolga rahatsızca kıpırdandı. "Yok... Yani konuşacak bir şey yok zaten. O defter kapandı, o akşam da demiştim. Ben Zümrüt'e aşık değilim. Çok uzun süredir değilim. Zümrüt bir saplantı gibiydi sadece." Tolga derin bir nefes alıp verdi ve isteksizce konuşmaya başladı. Bunları söylemesi gerekiyordu. "Zümrüt benim ilk aşkımdı ve biz çok uzun süre beraberdik. Ondan onun evlenmesi o kadar büyük bir olay oldu aile içinde. Yoksa ayrılalı on sene olmuş, bir insan on sene sonra hala aynı kişiyi seviyor olur mu? Filmlerde olur öyle şeyler. Ayrıca bizim aramızda öyle de bir aşk yoktu yani."

"Bir insan on sene sonra aynı kişiyi seviyor olabilir bence," dedi Mehtap bilge bir ses tonuyla hafifçe gülerek. Tolga ancak o zaman kırdığı potu fark edebildi. O ayrılmış kişileri düşünerek bu lafı söylemişti ama beraber olan insanları hiç hesaba katmamıştı.

"Tabii bu çok nadir. En büyük aşklar bile evlendikten birkaç sene sonra bitebiliyor. Boşuna saygı da saygı diye bir taraflarını yırtmıyor insanlar," diye ekledi patateslerinden yemeye devam ederken. Tolga oturduğu yerde gittikçe küçülüyordu.

"Güzelim ben onu kast etmek istemedim. Ayrılmış kişiler için demek istemiştim aslında. Tabii ki insanlar on sene hatta otuz sene kırk sene sonra bile aynı şekilde sevmeye devam edebilirler."

Mehtap kaş altından hızlı bir bakış attı. Ağzındaki lokmayı bahane ederek hiçbir şey demedi. Ama 'güzelim' demesi de gözünden kaçmamıştı. Bir hoşuna gitmişti...

"Sen Kerem amcayla Bahar ablayı gördün mü? Birbirlerini on altı yaşından beri seviyorlar! Üstelik annemin anlattığına göre gayet de aynı şekilde! O yüzden benim o tarz aşklara inanmamam mümkün değil." Tolga çok kendinden emin bir şekilde konuşuyordu. Üstelik Kerem'le Bahar çok iyi birer örnekti.

"Doğrudur, nadiren böyle durumlar olabildiğini belirtmiştim."

Mehtap bu konuyu kapatmak istiyor gibi davransa da Tolga kapatamıyordu. Mehtap'ın hareketlerinden nedense iyi bir enerji almıyordu. "Yemin ederim öyle bir durum yok Mehtap. Birazcık, ufacık bir his bile yok..." Çaresizce Mehtap'a doğru eğilmiş bakarken gözü yemek yedikleri restoranın orta yerine gitti. "Valla çıkar şurada Copacabana söylerim!" dedi.

Mehtap az kalsın ağzındaki yemeği püskürtüyordu. Kıkır kıkır gülerek ağzını peçeteye silerken "Bu senin Zümrüt konusunda her şeye okey olduğunu kanıtlama yöntemin mi?" dedi.

Tolga hafifçe omuzlarını silkti. "Yani... Bu iş için kullanabilirim bence. Şarkıyı da güzel söylüyorum."

"Alemsin Tolga..." Mehtap gözlerini devirerek yemeğinden yemeye devam etti. Tolga onun dudaklarından kendi ismini duyunca çapkınca gülümsedi. "Hadi bana seninle ilgili bilmediğim bir şeyler anlat."

"Ne anlatayım?"

"Kadın doğumcu olman, beton yığınlarından hoşlanmayan bir aktivist olman ve aile apartmanında yaşaman dışında pek bir şey bildiğim söylenemez. Mesela burcun ne?"

"Burçlarla aram yoktur ama koç."

"Aaa inatçılık konusu buradan netleşti. Güzeeel. Peki en sevdiğin renk?"

Mehtap sorulara gülmek istese de kendini tutuyordu. "Lila. Kan kırmızısını da severim ama bazı kıyafetlerde özellikle."

"Kan kırmızısını kıyafetlerde seversin?" Tolga kan kelimesine vurgu yaparken şakadan korku dolu bir ifade takınarak tek kaşını kaldırdı. Mehtap'a kahkaha attırdı bu hali. "Gerçekten laf çarpıtmada üstüne yok!.. Ayrıca biraz da sen cevap ver. Senin en sevdiğin renk nedir?"

Tolga neşeyle "Yeşil," demişti ki hızla "Beyaz! Beyaz beyaz beyaz!" diye dört defa tekrar etti. "Beyaz severim ben. Temizliği falan temsil eder ya! Bu aralar bir sürü beyaz kıyafet de aldım mesela. Gösteririm dolabımı."

Mehtap dudaklarını yalayarak hafifçe ısırdı. Kıskançlık yine bir ok gibi göğsüne saplansa da bir şey demedi. "Ayrıca ikizler burcuyum. Biliyorum kulağa kötü geliyor ama gerçekten ikizlerin iyisiyim. Derin mesela hiç değildir!"

Mehtap sessizce güldü. "Dediğim gibi, burçlardan anlamam."

"O zaman başka bir şey sor!"

"Biyolojik babandan hiç bahsetmedin, az önceki St Moritz konuşması hariç. O konulardan bahsetmek ister misin yoksa hiç kurcalamayayım mı?"

Tolga hafifçe tebessüm ederek arkasına yaslandı. "Benim annemle babam ben daha çok çok küçükken boşanmışlar. Hatta ben bebekken boşanmışlar bile denebilir. Annem bizle beraber İsviçre'den Türkiye'ye geri dönmüş. Babam orada kalmış. Biz sadece kışları bir hafta, yazları da bir-bir buçuk ay kadar giderdik onun yanına. Üniversiteye kadar bu böyle devam etmişti. Üniversite yıllarında gidişlerimize kendimiz karar verebilmeye başladık. Daha sık ama daha kısa kalışlarla gittim ben babamın yanına. Seneler sonra babam tekrar evlendi, bir oğlu daha oldu. Açık olmam gerekirse Can'la bile Axel'den daha yakınım. Çünkü Axel'le pek zaman geçirmiyoruz, birbirimizi tanımıyoruz. Instagram hikayelerine arada sırada laf attığım bir arkadaşım gibi... ya da yurt dışında yaşayan bir arkadaş gibi işte!"

"Can'la aranızda kan bağı yoktu di mi?"

"Yok yok. O Burak abinin ilk evliliğinden olan oğlu. Onunla ortak noktamız ikizler bizim. Leyla ve Dila."

Mehtap gülümsedi. "Kalabalık bir kardeş ağın var desene. Annen de hep ikiz doğurmuş maşallah."

"Genetik yatkınlık olabilir mi hocam? Bizim de yüzümüz gülür mü?" diye sordu Tolga eğlenerek.

Mehtap bu kez sesli güldü. "Yüksek oranda kadından gelen bir gen olmasına rağmen erkek tarafında da varsa yatkınlık olabilir tabii ki."

"Sizin ailede var mı?"

"Neden sordun bunu şimdi?" Mehtap kaçak gözlerle baktı Tolga'ya.

Tolga umursamazca omuz silkti. "Merak... sadece..." diye mırıldandı.

Mehtap cıkladı. "Bizim ailede ikiz yok. Ama kadınların doğurganlığı yüksek. Benim de hormon sayımlarıma göre öyle." Sesini biraz kısarak ekledi. "Lakin malum gecemizde de belirttiğim gibi dikkatli bir şekilde korunuyorum ben."

Tolga sırıttı. "Tabii. Yine de bu durum güzelmiş. Bir sürü çocuğun olur işte!"

"Hayırlısı... Kendimden çok ümitli değilim ama belli olmaz tabii."

"Neden ki?"

Mehtap çekingence dursa da anlatmaya gayret etti. Sonuçta Tolga her ne kadar Mehtap'ın hoşuna gitmese de biraz geçmişinden bahsetmişti. Mehtap da dürüst olmalıydı. "Benim ilişkilerden yana yüzüm hiç gülmedi. Üç ayı, hatta iki ayı aşan ilişkim yoktur. Ve çoğunda da çok kötü ayrıldım. Baya psikolojik tahribat bırakacak şekilde terk edildim defalarca kez. Dürüst olacağım. Çünkü baştan sana da söylemiş olmam gerekiyor. Zor bir insanım, kolay sinirlenirim. Bunu kontrol etmeye çalışıyorum ama insan belli bir yaştan sonra huyunu değiştiremiyor öylece. İşim de sıkıntı oluyor. Bebekler her zaman planlanan saatlerde doğmayabiliyor. Bir anne için de zor bir süreç, malum. Hangi doktorla ilerlediyse onun doğurtmasını istiyor. O yüzden iki elin kanda da olsa gitmen gerekebiliyor. Haliyle erkekler bundan da hoşlanmıyor. Yemeğin ortasında kalkıp gidince mutsuz oluyorlar. Ama ben de nöbetçi doktora işi bırakacak tarzda biri değilim işte. Eğer çok zor bir durumda değilsem mutlaka gitmeye çalışıyorum." Bir an için sinirle güler gibi oldu. Parmaklarını burun kemiğine bastırarak gözlerini yumdu. "Bir keresinde... eski bir arkadaşımın bebeğini ben doğurtacaktım. Bebeğin erken geleceği tuttu. Kız yedi santim genişlemiş bile doğum çoktan başlamış, hemşireler beni tam seksin ortasında aradı."

"Abov..." diye mırıldandı Tolga yüzünü buruşturarak. "Telefonunu iyi duymuşsun."

"Telefonumun sesi hep açıktır, ne olursa olsun. Ben de gayriihtiyari ekrana bakmıştım alışkanlıktan. Arayan kişiyi görünce telefonu açtım. Tabii ki çok sinirlendi çünkü ön sevişme aşamasında bile değiliz baya sona doğru gidiyorduk. O temponun ortasında ben bir anda onu üstümden itip kalktım ve hazırlanmaya başladım. Onun haklı olduğunu bildiğim halde ben ona çattım. Saygı göstermesini beklediğimi söyledim. Ve bana demediği kalmadı. Konuyla alakalı alakasız tüm hakaretleri etti. Ne yatakta kötülüğüm kaldı, ne beceriksizliğim, ne de çirkinliğim..."

Tolga gerçekten çok üzülmüştü bunu duyduğuna. Hüzünle Mehtap'a bakarken "Adam şerefsizmiş bence, senin bir suçun yok. Onun haklı olduğu bir durum da yok. Sıradan biri bile değil, arkadaşınmış, gitmek istemek en doğal hakkın," dedi.

"Şimdi böyle diyorsun ama senin de canının sıkıldığı bir zaman gelecektir."

"Ben huysuz biri değilimdir. Sabırlıyımdır. Açıkçası böyle bir senaryoda ben kalsam, seni hastaneye götüren kişi olurdum. Çünkü seks bu yani... Yemek yemek, uyumak gibi bir şey. Ertelenebilir bir şey yani. Ama doğumu bekletemezsin... Ayrıca bir bebeğin hayata gelişini sevişerek kutlamak şu an kulağa çok mantıklı geliyor. Yani sonrasında bu işi yapmak benim aklıma çok yattı."

Mehtap kıkırdadı. "Bu sadece bir örnek. Daha çok terk edilme hikayem var. O yüzden çok uzun süredir kimseye kolay kolay kapılmamaya çalışıyorum ve erkeklere temkinli yaklaşıyorum. Kötü şöhretim tüm çevrem tarafından da biliniyor. Sen başkasından duymadan önce bizzat söylemek istedim sana... Eğer bir şeylerden rahatsız olursan ya da seni boğarsam, sıkarsam bana söyle. Sinirlenmemek için ve adil olmak için elimden geleni yapacağım söz."

Tolga uzanıp onun yüzünü okşadı. Sonra elini tutup elinin üstüne bir öpücük kondurdu. "Biz öyle olmayacağız sevgilim, göreceksin. Birbirimize saygı duyacağız, seveceğiz. Evet doktorluk daha zor bir meslek ama sen daha benimkinin zor yanlarını görmedin..." dedi Tolga iddialı bir şekilde.

Mehtap hafifçe güldü. "Görmedim mi? Emin misin görmediğime?"

"O nadir gelişen bir olaydı sadece. Benim bazen pazarları bile mesailerim oluyor. Bazı geceler inşaattan çıkamıyorum, ofiste birkaç saatlik uykuyla yoluma devam ediyorum yetişmesi gereken şeyler yüzünden... Gerçi yakın zamanda bu düzenimi değiştirmeye çalışacağım ama böyle. Uzun lafın kısası benim de kolay bir hayatım yok. Ama merak etme güzelim, üstesinden geleceğiz! Sana söz veriyorum!"

Continue Reading

You'll Also Like

67K 4.2K 24
Beni özlediğinde yıldızlara bak.
15.8K 1.3K 30
Her ikisi de çok uzun zamandır ölüydü. Bedenlerindeki kusursuzluğun aksine her ikisi de ruhlarının çürüdüğünü biliyordu. Ruhlarından yükselen bu koku...
4M 150K 85
Savaş ağa adlı hikayem ÇİLEM olarak değiştirilmiştir haberiniz olsun. Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyo...
302K 16.5K 38
Caballero España 🌚🌝 Siz: Ben ağlamayayımda kim ağlasın. CRY MOMENT... Görüldü... +34-910-827***: ¿Quién eres? (Kimsiniz?) Siz: ¿? Siz: Derya biliyo...