GGK: 2 - Gerçek Aşklar Kulübü

By sezgisalman

88.6K 10.2K 753

Güzel Günler Kulübü isimli kitabın devamı niteliğindedir. Bağımsız olarak da okunabilir ama önce diğer hikaye... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Bölüm
Final

12. Bölüm

1.3K 177 5
By sezgisalman

Tolga iki haftadır planları karışan on birinci katla cebelleşiyordu. Neyse ki Ferdi'den tüm hıncını almış da rahatlamıştı. İnşaattaki sorunlar da yavaş yavaş çözülüyordu. Çalıştığı şirketin işleri iyi gidiyordu. Bir de kırkını bulmadan saha mühendisliği işinden de kurtulursa, iş hayatındaki birçok adımı tamamlamış olacaktı.

"Mühendis bey! Aşağıda seni görmek isteyen biri var."

Ustabaşı ve Ferdi'yle beraber önünde çömdüğü alçı karışımından kafasını kaldırdı. "Beni mi? Beni kim görmek istiyormuş Allah aşkına?"

"Valla bilmem ki! Bir tane böyle değişik bir bayan. Derdi şikayetmiş."

Tolga gözlerini devirdi. "Aziz abiyi sal işte üstüne! Klasik inşaattan şikayet eden mahalle teyzelerinden biridir. Bu işlerde en iyi insan Aziz abidir. Bilmiyor musunuz?"

"Onu denedik, yemedi. Yetkili birini istiyormuş hanımefendi. Eh İsmet Bey de bugün yok. Haliyle en yetkili sensin."

Tolga oflaya puflaya ayağa kalkarken "Yani bir tane teyzenin isyanı için on kat aşağı indireceksiniz beni! Valla bıktım ya! Bıktım ya!" diye söylene söylene asansörün oraya gitti. Aşağı inip te kadının beklediği inşaat girişinde güvenlik kulübesinin oraya yürüdü. Her hafta en az yirmi kişi gelirdi böyle. Bu şikayet güruhunun çoğunluğunu da bu muhitte oturan altmış yaş üstü teyzeler oluşturuyordu. Kimisi gürültüden, kimisi toz topraktan, kimisi beton kamyonlarından, kimisi hepsinden ve daha fazlasından şikayet ediyordu. Belediyeye şikayet etmeyi akıl edenler de oluyordu ama bu tip şeyler genelde sonuçsuz kalıyordu. Geriye de inşaatta çalışanların, şikayet edenlerin gazını alması kalıyordu.

Kadının önünde kendini kaybetmemek adına güvenlik kulübesine kadar söylene söylene yürüyüp tüm enerjisini önceden dışarı attı. Sonra sabırlı ve 'anlayışınız için teşekkür ederiz, en kısa sürede size döneceğiz' gülümsemesiyle konteynır gibi olan kulübenin içine girdi. "Evet! Buyurun—" diyordu ki arkası dönük kadının, birden kendisine dönmesiyle sesi son hecelere doğru kısıldı. "Mehtap?!?!?!"

"A-a?! Bu uzay ve zamanı bükerek devam eden inşaatın mühendisi miydin sen?!"

Tolga şaşkınlığını asla üzerinden atamayarak, oldukça resmi giyinmiş Mehtap'ı baştan ayağa birkaç kez süzdü. Güvenlikçilerden Hüseyin, masasında, küçük televizyonunun karşısında nahoş bir şekilde oturmuş, dizi izler gibi Tolga ve Mehtap'ı izliyordu. Tolga şaşkınlıktan onun varlığını bile unutmuş durumdaydı. Ve de televizyondan duyulan Müge Anlı'nın sesini de beyni reddediyordu.

"Güzel şaka... Lakabının hakkını veriyorsun doktor hanım."

"Eh bu inşaatın aylardır böyle sonsuzluğa uzanmasının arkasında bir açıklama olmalı."

"Uzay zamanı bükerse süreklilik oluşur, sonsuzluk değil." Tolga ancak o an kendisine aval aval bir gülümsemeyle bakan Hüseyin'i fark etti. Baya eğlenerek gülüyordu adam. "Hüseyin sen neye bakıyorsun?! Git dışarıdaki köpekleri besle!"

"Daha yeni öğleden kalan yemeklerden verdim mühendis bey."

"Git şimdi de çay ver o zaman! Çay saati gelmiştir. Çık iki dakika şuradan!"

Hüseyin gevrek gevrek gülerek konteynırdan çıktı. Tolga sinirle onun arkasından bakarken, Mehtap'sa bu tavırlara hiç şaşırmamışçasına bir tiksintiyle çıkan adamı süzüyordu.

"Bok değil kaka... Neyse ne! Ne zaman bitecek bu inşaat?! Gerçekten sabrımın son kırıntılarını kullanıyorum artık. Vallahi sessiz bir gecede uyumayalı o kadar zaman oldu ki."

"Belli değil. Daha var. Senesi rahat var hatta." Tabii ki asla tutmayacak bir zaman çizelgesi vardı ama bunu neden Mehtap'a söylesindi ki?

"NE?! Dalga mı geçiyorsun sen ya! Ne demek senesi var?!"

"Valla var, n'apayım? Sen istiyorsun diye burada beş yüz kişi inşaatı mı bırakalım?"

"Bak bana şu ağızla konuşma—! Bıktım diyorum! Zaten haftada yetmiş saate yakın çalışıyorum. Gecem gündüzüm birbirine karışmış durumda, şurada iki kelam güzel bir uyku çekmek istiyorum, onu da gelip siz piç ediyorsunuz! Her yeri beton yığınına çevirdiğiniz yetmezmiş gibi bir de hala ahkâm kesiyorsunuz!"

"Bak, anlıyorum... Haklısın ama bu şekilde bir yere varamazsın. Belediye üzerinden imza toplayıp gelenler bile oldu. Bu işler öyle olmuyor. Arkada bir ton şey dönüyor. Cahil cühela bir insan da değilsin, anlaman lazım bu işlerden."

Mehtap bir süre agresif bakışlar eşliğinde sustu. Tolga bu esnada uzun uzun onun gözlerine baktı. Ufak tefek bir kadın gibi duruyordu ama her zerresi ayrı güçlü görünüyordu. İstediği zaman birinin çıkmış omzunu tek seferde çat diye yerine oturtabilecek bir kuvvette görünüyordu. Ortalamaya göre fazla uzun olmayan bir boyu vardı. Hele de Tolga'ya göre oldukça kısa boylu sayılırdı. Kilolu demesi doğru olmazdı ama rahatlıkla kıvrımlı diyebileceği bir vücudu vardı. Yüz hatları da en az duruşu kadar güçlüydü. Köşeli bir çenesi, çekik ve iri kahverengi gözleri, hafif aralık durak kalın dudakları vardı. Ve de vücudundaki—en azından görünen kısımlardaki—en estetik ve güzel duran yeri kesinlikle burnuydu.

"Anladım, bana yine uykular haram." Dudaklarını birbirine bastırarak başını ağır ağır salladı.

Tolga sırıttı. "Benim evimde kal gidip. İnşaat yok çevrede, olma ihtimali de pek yok. En azından benim tespit ettiğim kadarıyla. Kafanı dinlersin."

Mehtap duyduklarıyla şaşkınlıkla Tolga'ya bakakaldı. Hızlıca şaşkın bakışları yerini kızgınlığa bırakırken tam ağzını açmıştı ki Tolga onu konuşturmadı. "Hemen yanlış anlaşılmayı düzelteyim; diyorum ki sen git benim evimde kal, ben de senin evinde kalayım. Benim de işime gelir. İnşaata yakın mesafede olurum. Nasıl fikir? Bence muhteşem bir çözüm!"

Mehtap artık siniri bozularak güldü. Çantasını önüne alarak sarıldı ve dik dik gülerek Tolga'ya baktı. "Bizimkisi aile apartmanı, emin misin?"

"Aile apartmanında tek mi kalıyorsun evinde?"

"Olamaz mı?"

"Olur tabii. Niye olmasın! Ailelerle aram iyidir. Bence anlaşırım. Kimler var apartmanda?"

"Ha sen ciddi ciddi soruyorsun?" dedi arkasındaki masaya poposunu dayayarak Mehtap. "Yalnız nasıl senin işin o eve yakınsa, benimki de yakın. Benim hiç işime gelmez."

"Of! Hem de hiç gelmezmiş. Kalamış'ta oturuyorum ben. Köprü trafiği falan çekmen gerekir. Bence inşaat sesi trafikten iyidir."

"Seçeneklere bak! Muhteşem!"

"İstanbul'da yaşamak istiyorsan bedelini ödeyeceksin doktor hanım. Bu şehir böyle."

Mehtap daralarak çantasından sigara paketini buldu. Bir dal sigarayı paketten çıkarırken konteynırın dışına çıktı. Çantasında çakmak avına çıkmışken Tolga pantolonunun arka cebinden çakmağı çıkarıp Mehtap'ın sigarasını yaktı. Onun sigarasından bir nefes alıp dumanı dışarı verişini izledi. "Gel çay molası saati geliyor, bir çayımızı iç."

"Eylemci olarak geldiğim inşaattan çaylarını içerek mi çıkayım?"

"Neden olmasın? Zeytin dalı uzatıyoruz varsay."

"Bu gelen ben değil de x kişisi olsa yine aynı muameleyi görecek miydi peki?" diye sordu merakla Mehtap.

Tolga sırıttı. "Senin kadar havalı ve güzelse olabilirdi."

Mehtap onun bu gevşek yanıtı karşısında 'öyle mi paşam' dercesine bir yüz ifadesiyle başını salladı. "Sen bu eski sevgili düğününü ne çabuk atlatmışsın öyle?"

Tolga biraz bozulsa da bunu çaktırmadı. "Ölenle ölünmüyor diyelim."

"Teklif için teşekkürler," dedi Mehtap. "Saat altıda randevum var. Size afiyet olsun."

Tolga bir şey diyemedi. Nezaketle başını açılı bir biçimde eğdi. "Pekala. Kolay gelsin o zaman. Görüşürüz doktor hanım."

"Hayırlısı diyelim... mühendis bey."

***

Yaz, çok az eşya olan yeni odasının girişinde durmuş yine uzun uzun bakıyordu. İki gündür artık resmi olarak bu evde yaşıyorlardı. Ve hala odaya her girişinde uzun uzun bakma ihtiyacı hissediyordu. Yurtta asla böyle bir hissiyatı olmamıştı fakat nedense bu ev ve özellikle bu oda ona 'bundan sonra hayatının dört yılı burada geçecek' hissiyatı veriyordu. Sanki İstanbul'daki odası artık daha az odasıymış da, burası daha çok odasıymış gibi.

Bugün ilk kez adam gibi mutfağı da kullanmıştı. Mutfak harbiden kocamandı. Tezgahların olduğu yerin karşı duvarına altı kişilik bir masa bile atabilmişlerdi. Evde iki kişi yaşadıkları düşünülünce bu gereksizdi ama Anıl "Gelen giden olur, biz büyüğünü alalım, nasılsa sığıyor," demişti. Acaba kim gelip gidecekti...

Bu aralar sürekli onu o Yeşim'le görüyordu. Bu hiç hayra alamet değildi çünkü Anıl'ın bu konuda bir namı yoktu. Kendi arkadaşları bile "Sen ne ayaksın?" diye sorguluyorlardı çocuğu. Anıl herkesi geçiştiriyor, öyle bir şey olmadığını iddia ediyordu ama bir şeyler olduğu da kesindi. Sadece Yaz henüz neler döndüğünü çözememişti. Çözmeyi istiyor muydu, ondan da emin değildi. Karşılaşacağı gerçekleri bilmeye hazır hissetmiyordu. Henüz kendi içinde bir sürü karmaşa yaşarken bir de ekstra bir hayal kırıklığı onu zorlardı. Her ne kadar dışarıya annesi gibi güçlü bir kadınmış gibi davransa da, kaportası çok kolay dağılabiliyordu.

Odasına girip kapıyı kapattı ve üstüne yemek kokusu sinmiş kıyafetlerini rahat kışlık kalın pijamalarla değiştirdi. Ayaklarını sürüyerek odadan çıkıp yemeğe bakmak üzere giderken evin kapısı anahtarla açıldı. Kapı aralanır aralanmaz "Yaaaz! Ben geldiim!" diye bağırdı Anıl onun yakında olduğunu görmediği için. Yaz bir anlığına kendini şey gibi hissetmişti...

Bunu fazla düşünmek istemiyordu. "Hoş geldin," dedi sessizce.

"Hah buradaymışsın!" dedi Anıl gülümseyerek kapıyı kapatırken. Kabanını çıkarıp portmantoya astı. Sonra spor çantasını yere kenara koydu. Ayakkabılarını çıkarırken "Valla hazır ol, asıl Ankara soğukları geliyor. Aralık ve sonrası zor," diye konuştu. Doğrulurken havayı kokladı. "Yemek mi yaptın sen?" diye sordu.

Yaz gülümseyerek başını salladı. "Basit bir yemek yaptım ama Youtube'dan bir hayli yardım almam gerekti."

Anıl gözleri parlayarak "Bence çok güzel kokuyor. Ne yaptın?" diye sordu.

"Bezelye, yanına da pilav."

Menü Anıl'ın sırıtışının büyümesine neden oldu. "Bunları hanene artı puan yazılması adına telefonda uzun uzun Kerem amcaya ve Bahar teyzeye anlatacağım."

Yaz kıkırdadı. "Umuyorum arada sizin de yemeğinizi yeriz Anıl Bey... de... gidip ben de Başak teyzelere anlatırım."

"Ohoo ben yaparım ki! Benim elimden bir sürü yemek gelir, sanki bilmiyorsun! Kaç kere Ahu'yla beraber size yemek yaptık biz!"

Bu doğruydu. Demiral kardeşler güzel yemek yapıyorlardı.

"Ben gidip yemeğe bakacağım, altı yanmasın."

"Tamamdır, ben de bir duşa giriyorum hızlıca. Sonra yardıma gelirim."

Yaz, çantasını yerden alıp hızla odasına dalan Anıl'ın arkasından baktı. Ne rahattı... şu hallerini gayet doğal karşılıyormuş, sanki her ev arkadaşı böyle olurmuş gibi bir hali vardı. Yaz da öyle rahat olmak istiyordu.

Ondan etkilenmek istemiyordu.

Antredeki boy aynasında kendine baktı. Yünlü tavşanlı pijamaları olması gerekenden bir beden büyük olduğu için üstünde emanet gibi duruyordu. Hiç seksi ve güzel değildi. Çok şirindi ve Yaz bayılıyordu ama... Ahu ve Dila'nın hiç böyle pijaması olmadığına emindi mesela. Yaz da onlar gibi olabilmek istiyordu. Pratikte öyleydi. Başak ve Leyla'dan daha rahat ve delidolu bir kişiliği vardı ama bir Ahu ve Dila kadar asla özgüvenli değildi. Şu an mesela yerinde onlar olsa, şu soğuğa rağmen askılı ve kısa şortlu saten bir takım giyiyor olurlardı. Hatta yatmadan yatmaya ancak pijama giyerlerdi. Onlar genelde evde rahat ve seksi şortlarla ve crop tişörtlerle dolanıyordı.

Umutsuzca terliklerini sürüyerek mutfağa girdi ve yemeğe baktı. Dibini tutmasın diye karıştırıp mutfak sandalyesine oturdu. Kapalı mutfak balkonu kapısından dışarıyı izlemeye daldı.

"Nesinden hoşlanıyorsun ki? Hoşlanacak bir şeyi yok! Bir özelliği yok çocuğun! Dümdüz bir insan resmen! Aşırı yakışıklı değil! Süper bir vücudu yok... Tamam kol kasları falan çok güzel ama... Of! Ne diyorum ben ya! Sosyallik yönü zaten zayıf. Tek bildiği çalışkan olmak! Bunun nesine kapılabilirim ben?!" diye söylenerek yerinden kalktı. "Tamam! Bu geçici bir şeydir bence! Hormonsaldır. Lise üçten beri erkek arkadaşım yok, o yüzden oluyordur. Geçer kesin! Sakin olmalıyım."

Mutfakta bir süre volta attı. Yemeği bir kez daha karıştırıp altını iyice kıstıktan sonra mutfaktan çıktı. Sonra az önceki laflarını yutmasına neden olacak bir manzarayla karşılaştı.

Anıl altında bir havluyla tuvaletten saçlarını kurulayarak çıkıyordu. Islıkla bir şarkı çalıyor gibiydi. Adını hatırlayamamıştı ama İspanyolca bir şeyler olduğuna emindi Yaz. Keyifli bir şarkıydı. Tıpkı Anıl'ın şu anki modu gibi... Tıpkı ufak ufak sular süzülen vücudu gibi...

Anıl hızla dönüp odasına gidecekken koridorun öbür ucundaki Yaz'la göz göze gelince anında ıslık çalmayı bıraktı. Sonra saçını kuruladığı küçük havluyu memelerini kapatmak ister gibi üstüne tuttu. Biraz komik görünüyordu çünkü havlunun kısa kenarı, omuzlarının genişliğinin ancak yarısı kadardı.

"Ee... pardon!" diye gülerek kıyım kıyım odasına gitti ve kapıyı kapattı. O da oyalandığı için yakalandığını sanmıştı. Bir bilseydi Yaz'ın alenen kendisini izlediğini...

'Lafımı geri alıyorum. Vücudu yeterince iyi ve benim durumum hormonlarımın kölesi olma noktasına doğru gidiyor!'

***

Öğlenden beri elinde kalemle boş boş kağıtlara bir şeyler çiziktiriyordu. Buna biraz daha devam edemezdi zira harcadığı kağıdın haddi hesabı yoktu. Günlük doğaya zarar verme kotasını fazlasıyla aşmıştı.

Düğünden beridir gerçek anlamda yüzü gülmüyordu. Bir türlü Emir'i kaybetmiş olmayı kabullenemiyordu. Daha önce de defalarca kez olmuş olan bu şey, bu kez canını acıtıyordu. Bu sefer nedense 'yine ayrılacak ve biz yine birlikte olabileceğiz' diyemiyordu. İçinde garip bir his vardı. Mine'nin o konuşması Emir'i etkilediği kadar Derin'i de etkilemişti.

Modaevinde çok fazla boş zaman geçirdiğine kanaat getirerek ayaklandı. Zaten bütün gün hiçbir şey yapmamıştı, daha fazla burada durmasına gerek yoktu. Eşyalarını toparlarken kapının çalınmasıyla şaşırdı. Kimseyi beklemiyordu çünkü, hele de bu saatte.

Ofisinden çıkıp ön salon kısmına geçerek kapıyı açtığında, karşısında gördüğü kişiyi daha da beklemediğini onu görünce anladı. Emir her zamanki gibi iş takımları içerisinde sanki şu an gün sonu değil de gün başındalarmışçasına jilet gibi görünüyordu. Bu adama her giydiğinin yakışmasından nefret ediyordu.

"Selam?" dedi sorarcasına. "Seni beklemiyordum, geçsene." Elinden geldiğince her zamanki gibi davranmaya çalışıyordu Derin.

Fakat Emir'in de yüzünden her zamanki gibi olmadıkları anlaşılıyordu. "Merhaba. Habersiz geldim ama umarım meşgul değildin?" İçeri doğru birkaç adım attı. Geniş salon alanında bakışlarını hızlıca gezdirdi.

"Yok, bugün kimse de gelmedi zaten. Boş bir gündü." Derin de kapıyı kapatıp ona doğru gitti. "Bir şeyler içer misin? Kahve çay falan?"

Emir hemen Derin'e dönerek ona baktı ve gülümsedi. Başını iki yana salladı. "Teşekkürler." Bir iki ufak adımla Derin'e yaklaştı. "Şimdi durup dururken, haber vermeden neden buraya geldiğimi merak ediyor olmalısın."

"Yani... Normalde de gelirsin ama açık olmak gerekirse şu sıralar seni pek beklemiyordum."

"Aslında tam da bu yüzden," diye mırıldandı Emir. Huyu olmamasına rağmen sürekli bakışlarını kaçırarak konuşuyordu. Kendisinde Derin'e bakacak cesareti bulamamasının yanı sıra pek bakmak da istemiyordu. "Doğum günümde, seninle konuşmadan etmeden birden öyle bir durumla karşılaştığın için özür dilemek istedim. İnan benim de olacaklardan haberim yoktu."

"Özür dilemeni gerektirecek bir şey yok Emir. Bu senin hayatın, ne yapmak istersen yapabilirsin tabii ki de. Bana hesap verecek değilsin."

"Yine de senin o yanımıza geldiğin an, her şeyin plansız ve habersiz gelişmesi... bana kötü hissettiren bir andı. Sanki seni hayal kırıklığına uğratmışım gibi geldi."

Derin onun sürekli kaçırdığı yüzüne bakarken içinden 'Mine'nin sana yapma dediği şeyi yapıyorsun hala. Sen bana karşı sorumlu değilsin. Bunu ne zaman anlayacaksın?' dedi içinden. Ama tabii ki bunları sesli söylemedi.

"Uğratmadın. Saçmalama," diye yalan söyledi. "Mine iyi bir kızdı. Birbirinize bir şans daha vermek istediyseniz buna ancak saygı duyabilirim."

"Evet, iyi biri... Tüm o karar aşamasına kadar tadımı kaçıracak bir sürü şey dedikten sonra nasıl beni ikna etti bilmiyorum ama," derken hafifçe güldü Emir. "Yaşlanıyorsun, playboy amcalarına dönüşemezsin, aklını başına devşir gibi gibi şeyler dedi de. Çoğunluğu hakaret niteliğinde olmasına rağmen bir anda kendimi bir ilişkinin içinde buluverdim."

Derin acıklı bir şekilde gülümsedi. "Doğru," diye mırıldandı. "Hem sağlıklı ve sürekli ilişkiler her zaman karmaşık ve isim verilmeyen ilişkilerden daha iyidir, değil mi?"

"Öyle midir?" diye sordu Emir sanki bunun cevabı Derin'deymiş gibi. Gözlerinden onun da canının çok acıdığı ve bu ani ayrılığı kabullenemediği belli oluyordu.

"Öyle tabii." Derin cesur olmaya çalışarak derin bir nefes aldı. Vücudunu dikleştirdi. "Bunca yılın sonunda bir yere varamadığımız düşünülürse biz buna en iyi örneğiz zaten. Tabii bu çoğunlukla benim suçum ama... olsun!"

Emir ona iyice yaklaştı. Birden ellerini tutarak "Hiçbir şey senin suçun değil Derin. Asıl hepsi benim suçum. Sana hiçbir zaman güven veremedim, şimdi bile ben başkasıyla birlikteyim, sana bunun sinyalini bile vermedim, yine de gelmiş karşına burada senden onay bekliyorum. Aptal gibi bana kızmadığını söylemeni istiyorum," dedi biraz yükselerek. "Oysa ki senin benim gibi hissetmediğini, bunlara artık asla karışmayacağını, zaten umurunda bile olmadığını kabullenmem gerekiyor." Çaresizce Derin'e bakıyordu. "Ama kabullenemiyorum." Sanki sen beni seviyormuşsun da, ben çok yanlış bir şey yapıyormuşum gibi hissetmek istiyorum resmen. Kendimi bu fikirden alamıyordum. Senin beni seviyor olma ihtimalinden bile...

Derin ellerini çekmek istese de yapamıyordu. Beyni ayrı, vücudu ayrı hareket ediyordu. Ağlamamak için resmen kendini kasıyordu. "Benim onayıma ihtiyacının olmamasının nedeni umurumda olmaması değil, bunun senin hayatın olması. Sen ne yapmak istiyorsan onu yapacaksın. Kendin için en doğrusu neyse o!"

"Ben ne yapmak istiyorum biliyor musun?" diye fısıldadı Emir ona doğru başını hafifçe eğmişken. Birden onun yüzünü avuçları arasına alarak "Ben bunu yapmak istiyorum!" dedi ve eğilip tutkuyla Derin'i öptü. Ona sımsıkı sarılıp kendine çekti.

Derin her ne kadar bunu yapmaması gerektiğini bilse de beyni tamamen vücudundan ayrı hareket ettiği için şu an Emir'e sıkı sıkı sarılmaktan başka bir şey yapamıyordu. Parmak uçlarına yükselmiş, kollarını sıkıca onun boynuna dolamıştı.

Bu kez son öpüşmesini yaşıyor olduğunun bilinciyle tamamen anın tadını çıkarmaya odaklanmıştı Derin. Alabileceği her şeyi alıyor, verebileceği her şeyi veriyordu. O garip 'bu son' psikolojisinden asla çıkamıyordu.

Ancak nefessiz kaldıklarında geri çekildiler lakin ne Emir onun belinde dolanmış olan kollarını çözdü, ne de Derin onun boynuna... Bir süre nefes nefese öylece durdular. "Neden?" diye kendisinin bile zor duyduğu bir sesle mırıldandı Emir. Fakat akabinde hemen toparlanarak kaçtı. İsyan etmeyecekti, sorgulamayacaktı. Kendi kendine bu konuda söz vermişti. Tamamen geri çekilip elinden geldiğince cesur görünerek Derin'e gülümsedi.

Derin aradaki o kısık "neden"i duymuştu. Deli gibi "Ne neden?" diye sormak istiyordu ama Emir sorulmasını hiç istemiyormuş gibi bakıyordu. Nitekim "Ben gideyim artık. Sonra görüşürüz. Lütfen kusura bakma, olur mu?" dedi.

"Asıl sen kusura bakma. Sevgilisi olan sensin, başın derde girsin istemem."

"Girmeyecek. Bundan sonra kararlı olacağım. Mine'yle beraberim ve seni aklımdan silmem gerekiyor. Bunu yapacağım. Herkesin iyiliği için. Senin de..."

Derin bir an ağzından nasıl çıktığını bilmeden "Bu nasıl benim iyiliğime olacak?" diye soruverdi.

Emir bir anlığına afallasa da "Sen de artık rahatça kendi hayatına odaklanabilirsin. Bizler aynı ailenin içinde küçük bir Yalan Rüzgarı yaşamaya son veririz. Ne bileyim... Bu git gelli halimiz düzenli hayatlar yaşamamıza engel oluyor. Bunun önüne geçebiliriz," dedi.

Derin ağladı ağlayacak bir halde içinden düşündü. 'Hani benden başkasıyla evlenme düşüncen yoktu. Hani ben başkasıyla evlenirsem dayanamazdın? Bana yalvardın bunu yapmayayım diye! Şimdi neden bunlar oluyor?! Neden?!'

Bunları bağıra bağıra söylemek istese de sustu. Yorgun bir nefes verirken elini saçlarının arasından geçirerek başını tuttu. "Bence de artık gitsen iyi olur Emir. Sonra görüşürüz."

Emir hiçbir şey demeden ağır hareketlerle oradan ayrıldı. Derin o kapıyı çekip çıktığı an dakikalardır zor tuttuğu gözyaşlarını serbest bıraktı.

***

"Sen n'apıyorsun orada?!"

Dila'nın bu sert bir tonla söylenen cümlenin kendisine söylendiğini anlaması birkaç saniyesini aldı. Zira başta hiç üstüne alınmamış, uğraştığı şeyle uğraşmaya devam etmişti. Fakat bağıran kişi ısrarcı bir şekilde "Hop sana diyorum, sarışın kız!" deyince şaşkınca etrafına bakındı. Etrafta sarışın kız olmamasını geçmişti, pek öğrenci de yoktu. Sesin geldiği yöne dönüp kendisine doğru geniş koridorda atarlı adımlarla yaklaşan rüküş giyimli çocuğa baktı. Yüzünü memnuniyetsizliğini belirtircesine buruşturarak "İlan asıyorum?" dedi.

"Bizimkileri ne hakla söküyorsun peki?!" Çocuk gerçekten çok kızgın görünüyordu. Dila'ya tepeden tepeden bakarak diklendikten sonra, Dila'nın sökmüş olduğu ilanlardan bazılarına bakarak ayırdı.

"E çok eski bunlar! Sene başından beri duruyorlardı. Yeter yani." Dila o kadar gevşek ve rahattı ki, çocuk ne kadar sinirliyse, kendisi ancak o kadar gamsızdı.

Çocuk ağzı beş karış açık şok içinde Dila'ya bakakaldı. "İnanamıyorum ya! Pardon peki bu 'derslerle ilgili' şeylerin yerine ne astığınızı sorabilir miyim hanımefendi?" Sesi aşırı kinayeliydi.

Dila elindeki broşürlere baktı. Haftaya Lara'nın önderliğinde bir parti veriyorlardı, onun bildirisiydi. Rezervasyon için telefon numarası ve katılım koşulları falan vardı. Dila için haftaya cumartesiye kadar dursa yeterdi.

"Parti broşürü!" dedi gülümseyerek. Gamsızlığına gamsızlık ekleyerek broşürlerden birini çocuğa uzattı. "Gelmek ister misin? Giriş ücreti var ama!"

Çocuk gözlerini kapatıp "La havle..." diye mırıldandı. Dila'nın astığı iki broşürden birini sertçe çekip aldı. O kadar sert çekmişti ki kağıdı tutan mıknatıs bile yerinden oynamamıştı.

"Bak kızım beni delirtme! Git ilanını başka yere as! Burası İşletme Fakültesi'nin panosu! Hocalar notları, kitap önerilerini falan asıyor buraya! Bak bakalım burada amaçsız bir duyuru var mı? İzin veriliyor mu?! Nasıl kendi kafana göre iş yapabilirsin?! İzin almadan etmeden!"

Dila gözlerini devirerek ona döndü. "Biz de full artı full amaçsız bir şey asmıyoruz buraya! Partinin giriş ücreti var dediysek sokak hayvanlarına mama alacağız o parayla! Bak! Oku broşürü, görürsün! Hayır işi için parti veriyoruz."

Çocuk yelkenleri tamamen suya indirmese de çok çok az yumuşamış gibiydi. Dila kendi eşyalarını topladı. Çocuğun kendi broşürünü söktüğü gibi, çocuğun eline tıkıştırdığı broşürü aynı şiddetle onun elinden geri aldı. "Neyse vazgeçtim! Senin gibi inek öğrenci tiplerinin hayrı dokunmasın daha iyi. Biz kendi kendimize çözeriz. Zaten sizin gibi tiplerin partilerle de işi olmaz. Bu rüküşlükle dress code'u da beceremezsin sen, boş ver! Al panon da senin olsun!"

Kalın topuklu botlarını yerde çıtlata çıtlata taş koridorda yürüdü. "Cidden fakülte kapılarında moda polisleri bulunmalı. Belli giyim kuralları falan olmalı. Nedir o ayağındaki ayakkabılar, o çirkin pantolon!" diye kendi kendine söylendi.

***

Ahu okulda bir hayalet gibi dolanma haline iki gün önce bıçakla keser gibi son vermişti. Kendince böyle bir karar almış, Kaan defterini kapamıştı. Emir'in doğum gününde zaten kapamıştı ama aklı hala o günde ve yaşananlardaydı çoğu zaman. Şimdi bunu düşünmeyi kendine tamamen yasaklamıştı. Kafa yoracak bir şey yoktu. Kaan malın tekiydi, herkese karşı öyleydi, Ahu da daha oynamadan kaybetmiş kadınlardan sadece birisiydi. Ama eğer ki o Ahu'yu istemiyorduysa, Ahu onu hiç istemiyordu.

O yüzden bu öğlen okuldan arkadaşlarıyla yemek yerken, arkadaşlarından birinin başka bölümden bir arkadaşı olan Metehan'la şans eseri tanışmıştı. Ve çocukla daha ilk saniyeden tokalaşırken aralarında bir bakışma hali olmuştu. Ahu o elektriği Çokçrahat hissetmişti. O elektrik sayesinde de çocuğu gözüne kestirmişti.

Çocuk yanlarında oturmamıştı ama akşamüstü Divan'da olacağını söylemiş, isterlerse yanlarına uğrayabileceğini belirtmişti. Ahu'nun aracı arkadaşı olan Hülya'nın işi vardı fakat Ahu bu bilgiyi almıştı bir kere.

Şimdi Divan'a gelmiş, açık alanda gayet kendinden emin adımlarla yürüyüp oturacak boş yer aranıyor gibi bakıyordu. Ama bu saatlerde burada boş yer bulmak zordu. Bugün yine zordu. Hava da serindi ama yağmur yağmıyordu, o yüzden herkes sigara bahanesine dışarıda oturuyordu. Sanki yer bulamadığı için mutsuzmuş gibi hayıflanarak ve etrafına oflayarak bakındı. Birkaç tanıdık yüzle göz göze geldi ama hiçbirine baş selamı vermekten öteye gitmedi. Şimdi kimsenin masasına gitmek istemiyordu. Gitmek istediği tek masa vardı.

Ve işte o masa da oradaydı! Metehan bir erkek, bir kız arkadaşıyla beraber köşedeki, hem de ısıtıcıya en yakın masalardan birinde oturuyordu. Onun tarafından fark edilmek istediği için saçlarını havalandırarak sırtını dikleştirdi ve hiç direkt olarak o masaya bakmadan o yöne yürüdü. Hala tanıdık bir yüz ve boş oturacak bir yer aranıyormuş havası vardı.

"A-aa! Ahu!" diye seslenen Metehan'ı duyunca ilk kez onu fark ediyormuşçasına o tarafa döndü. Metehan'la göz göze gelince gülümsedi. Ufak bir el selamı vererek o tarafa yürüdü. "Selam Metehan!" dedi masanın başına durarak. Sırayla kıza ve çocuğa da selam verdi. İkisinin de meraklı gözleri Ahu'da sabitlenmişti hemen. Ahu'nun alışkın olduğu tarzda bakışlardı bunlar. Erkeklerinki hayranlık—kimi zaman çekingen, kimi zaman itici—kadınlarınkiyse kimi zaman kıskançlık, kimi zaman utangaç bir beğeniydi.

"Seni Uğur ve Ceyda ile tanıştırayım," dedi Metehan sanki kendisi Ahu'yu kırk yıldır tanıyormuş gibi bir tavırla. Ahu ondaki hafif çekingenliği fark ediyordu ama hayranlık konusunda kendisine engel olamadığını da görüyordu.

Ahu tek tek ikisiyle de tokalaşıp memnun olduğunu beyan ederken Ceyda "Biz zaten Ahu'yu tanıyor sayılırız. Birçok fakültede tanınıyor kendisi," dedi. Ahu Metehan'ın çektiği boş sandalyeye otururken gülümsemesi bozulur gibi oldu. Ceyda hemen sözlerini toparlamaya çalıştı. "Yanlış anlama lütfen, iyi anlamda dedim. Herkes çok beğeniyor seni."

'NAZAR VAR NAZAR! YETER BE! POPOMDA SİVİLCE ÇIKTI SİZİN YÜZÜNÜZDEN YA!' diye isyan etti içinden. Çaktırmadan gerçekten kıçını kaşıyarak gülümsedi. "Teşekkür ederim ama bence abartıyorlar. Ben sadece kendime bakmayı seviyorum, hepsi bu. Bazıları kendilerine bakmadan bile çok güzel oluyorlar."

Metehan pür dikkat Ahu'ya bakarken "Bence sende doğal güzellik de var ama sen mütevazılık ettiğinden böyle diyorsun. Hadi biz yemiş gibi yapalım madem!" dedi şakacı bir ses tonuyla. Ahu diretmedi artık. Bu muhabbetlerin aile içinde dönen versiyonlarına bile alışmıştı, bunlara diyecek bir şeyi yoktu.

"Eee! Sizler hepiniz aynı bölümden misiniz? Kaçıncı seneniz?" diye sordu arkasına yaslanıp bacak bacak üstüne atarken.

Metehan lafa girdi. "Ben Ekonomi, Uğur ve Ceyda Uluslararası İlişkiler."

Uğur hemen ekledi. "Ben Metehan'ı liseden beridir tanıyorum. TED Koleji mezunuyuz."

Ceyda gülerek Uğur ve Metehan'a baktı. "Örgütsünüz siz oğlum! Toplaşıp gelmişsiniz. Özellikle de İktisadi Fakültesini işgal etmişsiniz. Bize bir şey yapacaksınız ama hayırlısı!"

Ceyda'nın sözleri üzerine masadan gülüşmeler yükseldi. Metehan hemen centilmenlik fırsatını değerlendirerek Ahu'ya bir şey içip içmeyeceğini sordu. "Kahve alırım birazdan ama beraber gideriz, otur şimdilik lütfen," dedi Ahu elini onun koluna koyup. Bu ufak flört hareketi işe yaramıştı. Metehan büyülendiğini hiç gizleyemeden koluna bakmıştı bir an için.

"Sen hukuktasın sanırım?" dedi Ceyda Ahu'ya bakarken.

'Kızın Ahumetresi iyi çalışıyor' diye düşündü Ahu içinden. Dışından hala nazikçe gülümsemek dışında bir şey yapmıyordu. Zaten kendi kendine söz verirken bir müddet şeytanlığa da ara vereceğine yemin etmişti. Eskiden olsa kendisine hasetle gelene o, on kat hasetle geri giderdi ama bundan sonra iyi bir insan olacak, sonuna kadar direnecekti. İyilik daha ölmemişti!

"Evet. İlk senem daha benim."

"Sen de hazırlık okumadın o zaman?" diye sordu Metehan. Ahu olumsuz anlamda başını salladı.

"Bizde de tek cahil bendim ne yazık ki, ben okudum!" dedi Ceyda elini kaldırarak. "Benim ikinci senem ama birinci sınıftayım henüz. Bunlar dinozor ekip. Dördüncü seneleri ama kaçıncı sınıf oldukları hep meçhul."

Erkekler kendi aralarında gülüşüp Ceyda'ya geri sataşırken Ahu bölümler yüzünde biraz kıllanmakla meşguldü. Bu insanlar Kaan'la aynı fakültedenlerdi. Hele de erkekler hemen hemen aynı dönemden gibilerdi. O yüzden tanışıyor olma ihtimalleri bir hayli yüksekti. Bu hoş değildi. Metehan'la takılmak demek sonunda Kaan'ın olduğu ortamlara çıkıyorsa, bu Ahu'nun tadını kaçırırdı. Zira siniri geçene kadar uzunca bir süre onu görmek istemiyordu.

Bir süre daha okullarından ve bölümlerinden sohbet ettiler. Sonra Ahu içini biraz ısıtmak, biraz da Metehan'la baş başa kalarak onu özelde tanıyıp flört etme fırsatı elde etmek adına kahve almaya gideceğini söyledi. Metehan tabii ki de önce "Ben alayım sen otur," dedi ama Ahu tabii ki buna izin vermedi. En sonunda beraber gitmede karar kılıp orta yol buldular.

Beraber sıraya girdiklerinde tatlı vitrinine de uzaktan uzaktan baktı Ahu. Metehan yanında bir şeyler demek için kıvranıyor gibiydi ama çekingen yapısı gereği çok kolay lafa giremiyordu. Ahu muhabbet açabilmek ve onun işini kolaylaştırmak adına "Tatlı da alayım diyorum, rokoko mu tiramisu mu sence?" dedi.

Metehan sırıttı. "Valla bilmem ki şimdi! İkisi de çok güzel bence."

"Sen olsan hangisini alırdın ama şu an mesela?"

"Hmm... Rokoko için hava biraz soğuk. Tiramisu daha iyi olabilir."

"Bak güzel bir seçim yöntemi! O zaman tiramisu alıyorum, iki de servis istiyorum, beraber yeriz!" dedi neşeyle Ahu. Metehan'a kocaman gülümsedi.

Metehan o anda kalbinden vurulmuş gibi alık alık baktı Ahu'ya. "Sağ ol... sen yeseydin... tek... kendi kendine..." diye aptal aptal geveledi.

"Paylaşmayı severim! Ama sakın o tatlıyı paylaşmadan tek başına bitiremeyen kızlardan olduğumu falan sanma! Yeri geldi mi çok pis yiyebilirim."

Ahu yanında böyle tatlı tatlı konuştukça daha çok kapılan Metehan gözlerini hiç ondan almıyordu. Dışarıdan bakan biri resmen şu an aşık oluşunu anbean izleyebilirdi.

"Görmek isterim," dedi kendinden geçmiş bir sesle.

"Görürsün tabii! Ama dediğim gibi, bugün paylaşacağız. Madem sen benimle masanı paylaştın, ben de bu kadarını yapabilirim."

"Ama... ben?... Ben ısmarlayacaktım?"

Ahu'nun içindeki kız keyif dansı yaparken Ahu dışından asaletle gülümsemek dışında bir şey yapmadı. "Sen benim tek başıma iddialı bir tatlı yiyeceğim gün ısmarlarsın. Hatta şöyle diyelim, sen bana komple başlangıcından tatlısına bir yemek ısmarlarsın, ben de sana çıkışında içecek bir şeyler ısmarlarım? Anlaştık mı?"

Tokalaşmak için elini uzattığında Metehan şok içinde kendisine uzatılan kırmızı ojeli ince uzun parmaklı ele baktı. 'Kızın eli bile seksi' diye düşünüyordu.

"Hem de o kadar anlaştık ki! Şu an bunu nasıl kabul edeceğimi şaşırdım," dedi gülerek Metehan. Ahu'nun elini nazikçe sıktı.

Ahu gönülçelen bir kıkırdamayla klasik saç savurma hareketini yaptı. Sıra neredeyse gelmişti. "Hafta sonu boşsan bunu cuma ya da cumartesi yapabiliriz? Hafta içi de olur ama ben genelde üşeniyorum ve içki içince ertesi günkü derste çok zorlanıyorum. O yüzden hafta sonu ilk tercihim."

"Tabii. Benim boş. Yani cuma da cumartesi de boş. İstediğin gün olur. Şey ben... gelir alırım, gideriz. Hay Allah! Aklıma hemen bir restoran da gelmedi şimdi böyle. Çok ani oldu."

"Daha üç günün var canım, düşünürsün. Ben her şeyi yerim. Meyhaneden, ocakbaşına, Uzakdoğu mutfağından, Meksika restoranına kadar her şeye uyarım. Ben yemek konusunda mutlu etmesi kolay bir insanım. O yüzden zorlanacağını sanmam."

"Gerçekten inanamıyorum," diye mırıldandı Metehan kendini tutamayıp.

"Neden ya?!" diye sordu Ahu gülerek kaşlarını çatarken. O esnada sıra kendisine gelince bir tiramisu ve bir americano istedi. Bar sonunda hazırlanmalarını beklerken "Neden öyle dedin?" diye sorusunu tekrarladı.

"Şey... yanlış anlama tabii de... ben seni hiç böyle hayal etmemiştim," dedi Metehan kekeler gibi.

"Beni hayal mi etmiştin?" diye sordu Ahu onu daha da çok utandırma fırsatını değerlendirerek.

"Off! Öyle değil tabii. Yani öyle kulağa kötü geldi şimdi... Aman be! Demek istediğim dışarıdan bakınca çok... ım... yok ben bunu toparlayamam dersem."

Ahu kahkaha attı. "Söyle ya! Rahat ol lütfen! Ne bu korku canım?!"

Metehan ıkına sıkıla "Ben seni pek böyle ocakbaşı ya da meyhaneye giden biri gibi düşünmemiştim de... Gerçekten yanlış anlamanı istemem. Kötü manada böyle düşünmedim. Tarzın gereği sanki," diye geveledi.

Ahu gülümseyemeye devam etse de birazcık, çok azıcık ciddileşti. "İnsanlar dedikodu yapmayı seviyorlar. Kafalarında bir karakter yaratıp ona inanıyorlar. Bu lisede de çok başıma geldi. Ama ben hiç arkamdan dönen dedikodularda duyduğum gibi biri değilim Mete, inan bana. Tamam biraz şımarık olabilirim, kendini beğenmiş de olabilirim... Ya da hayır! Ben sadece kendine güvenen, özgüvenli biriyim, kendini beğenmiş değilim. Asla küçük dağları ben yarattım havasında biri olmadım. Eğer öyle bir olsam, ailem benim ağzıma sıçardı. Zannediyorlar ki bir de ben babasının küçük prensesi olan bir kızım, ailem beni böyle yetiştirdi, ondan burnum havalarda. Asla böyle bir şey yok! Biraz ayakları yere basan bir insan olmasam valla evde beni tefe koyarlar."

Metehan otomatiğe bağlamış gibi başını aşağı yukarı sallıyor, ilgiyle Ahu'yu dinliyordu.

"Neyse detayları yemek buluşmamızda konuşuruz artık, gerçek benle de tanışmış olursun orada. Sen gayet rahat ol. Ben her şeye uyum sağlarım. Mızmızlık da etmem. Ayrıca... ben senin hakkında hiç dedikodu bile bilmiyorum. Benim de seni tanımam gerekiyor. Çünkü seni merak ettim!"

Continue Reading

You'll Also Like

27.7K 1.3K 12
Biliyorum çoktan gittin. Biliyorum, hiç sen olamadım yahut hiç ben olamadın. Fakat sana yemin ederim, kıvrım kıvrım kirpiklerinden avucuna ektiğim...
146K 5.5K 41
İhanetin gölgesinde kalan kadınların intikamı ağır olur. Mecburiyet, kollarını hayatına doladığı zaman susacağını sanır, seni hislerle yanıltır. Ama...
410 70 10
Birbirine düşman iki millet, küçük çatışmalarla başlayan bir savaşın eşiğinde. Halkın günlük hayatına dek sızan öfke ve güvensizlik, büyük bir felake...
92.2K 9.5K 20
Ahir Zamanda Masallar 1 . . . Adar'ın kusursuz saydığı hayatı vücudunda tedavisi mümkün olmayan yaralar çıkınca tepe taklak olur. Sahip olduğu ne va...