the other coin | #tlc2

By o-ophelia

4.1K 389 415

"Adı neydi demiştiniz?" diye sordu polis memuru, ama bıkkınlığı sesinden ve yüzünün aldığı ifadeden anlaşılıy... More

Bilgilendirme
Giriş
1 / Babasız Bir Doğum Günü
2 / Olivia'sız Bir Ev
3 / Ufacık Bir Hata
4 / İçi Boş Bozukluk
5 / Moira
6 / Olivia, Hiç Kimse
7 / Bir İtiraf
8 / Farklı Bir Harry
9 / Andersonlar
10 / Déjà vu
11 / Ivar'ın Hikâyesi
12 / Uzun Saçlar ve Yara İzi Dolu Bir Gövde
13 / Farklı Bir Edward
14 / Kar Meleği
15 / İki Harry, Aynı Yerde
16 / Springwell'e (I)
17 / Springwell'de (II)
18 / Babalık Testi
19 / Harry. Olivia. Edward
20 / Diskalifiye
21 / Harry Dayı
22 / Tuzak
23 / Yara İzi
24 / Moira'nın Planı
25 / Kovalamaca
26 / Anlaşma
28 / Vedalar
29 / Nimueh
30 / Yakın Cadıyı!
31 / Uğur Parası
Kapanış

27 / Bu Sefer Ağlamak Yok

31 4 0
By o-ophelia

O L I V I A

Annem ve kızlara üçüncü kez sarılırken şaka yapmaya çalışarak bunun son olduğunu fısıldadım kulaklarına. Hepsi güldü, ben de gülmek için kendimi zorladım. Bunu espri olsun diye söylemiştim, mutsuzluğumu saklamak için ama bir saniye düşününce doğru olduğunu fark ettim. Ağlamamaya çalışmak yorucuydu. Ağlarsam beni bırakamazlardı, hala iyileşemediğimi anlarlar ve burada biraz daha kalmak için yeniden ısrar etmeye başlarlardı. Gitmeleri gerekiyordu. Ben Avalon'a giderken burada olmamaları lazımdı. Yani onlara veda ediyordum, gerçek bir veda, ama onlar bunun farkında değildi. Bir daha beni göremeyeceklerini bilmiyorlardı. Oysa ben biliyordum ve bunu onlara fark ettirmemeye çalışmak zorundaydım. Bu haksızlıktı.

"Tamam, Paskalya'da bizdesiniz, mazaret istemem," dedi annem arabaya doğru – sonunda – yürümeye başlarken. Onları arabaya kadar geçirmem gerekirdi ama daha kolay olması adına olduğum yerde, veranda basamaklarının başında durdum. Brandon yanımdan geçerken elini omzuma koydu. Gözlerinde yine endişe vardı.

"İyi misin?" diye sordu. Dudaklarımı büzdüm, konuştuğum anda gözyaşlarına boğulacağımı biliyordum. Brandon anlamış olacak ki başını anlayışla salladı. "Hemen döneceğim," dedi, uzanıp yanağıma hafif bir öpücük kondurdu.

Onun centilmen bir tavırla annemin kapısını tutmasını izleyip güldüm. Annem arabanın içinden bana bakıp el salladı, karşılık verdim. Araba geri geri giderken bir kez de avucunu öpüp öyle el salladı. Elimi ağzıma götürdüm ama onun yaptığını yapamadım, elim orada kalakaldı. Parmaklarımı dudaklarıma bastırıp hıçkırığımı zapt ettim. Annemi, kız kardeşlerimi bir daha göremeyecektim.

Brandon geldiğinde hala kahvaltı masasındaydık. Harry, Will'e onun en sevdiği omletlerden yapmıştı: çedar peynirli, kekikli omlet. Will durmadan bir şeyler anlatıyordu. Bizim o olmadan tatile gittiğimize inandırılmıştı. Bunun için gücendiği için başka bize küs davranmıştı ama gönlünü almayı başarmıştık. Kendimi affettirmek için kötü yolu seçip ona beş yıllık ömründe yalnızca bir kere içip tadına doyamadığı şeyi şeyi vermiştim: kola. O konuşurken hep onu dinledik, arada Harry ile birbirimize baktık ama bakışmalarımız çok sürmedi. Gözlerimiz dolacak gibi olduğunda hemen bakışlarımızı kaçırdık. Henüz olacaklar hakkında konuşmamıştık, nasıl konuşacağımızı bilmiyordum. Yapmak zorundaydık, bir şekilde. Öncesinde bolca gözyaşı ve hıçkırık olacaktı ama bu atlatmamız gereken bir şeydi. Will için.

"Haydi gel, Will," dedi Brandon, ilgisiz bir tavırla ağzına bir zeytin attı. Çekirdeğini de yuttuğunu gördüm, Will'i güldürmek için sahte bir öksürük nöbetine tutuldu. "Dostum, benim için çekirdeklerini ayırmanı istemiştim!" Onu cezalandırıyor gibi birden kucakladı, Will gülerek çığlık attı. Kurtulmak için çabaladıkça daha çok gıdıklandı, daha çok güldü.

"Hey, nefes almasına izin ver," dedi Harry. İkisini kıskandığını görebiliyordum. Brandon, Harry'e ters ters bakıp Will'i yere bıraktı.

"Haydi gidip günebakanlara su verelim," Onu bahçe kapısına doğru itti, sonra bize döndü. "Onlarla konuşmanız lazım." İkisi bahçeye çıkınca Harry ile bakıştık.

Ivar buradaydı, burada olduğunu duymuştum. Onunla ilk defa karşılaşacaktım, hakkında bildiğim tek şey Harry'nin beni bulması için yardım ettiğiydi. Harry, Moira'nın onu da kandırdığından bahsetmişti ama kafamı toplayıp ne demeye çalıştığını anlamamış, soramamıştım. Şimdi gidip kendisinden öğrenmenin vakti gelmişti.

Eve döneli üç gün olmuştu ama daha Moira'yı bile görmemiştim. Ev sürekli kalabalıktı, anneler, kız kardeşler, arkadaşlar... Doğru düzgün düşünmeye, plan yapmaya, konuşmaya hiç vaktimiz olmamıştı.

Nerede olduklarını bilmiyordum. Harry elimi tutup beni yönlendirdi, peşinden onu sessizce takip ettim. Bodruma inen kapının önüne gelince şaşırdım, onca zamandır buradalar mıydı yani? Harry şaşkın ifademe bakıp güldü ama bu silik bir gülümsemeydi. "Moira bahçeye açılan kapaktan girip çıkıyordu. Kendisi en üst kattaki misafir odasındaydı. Rahatı yerindeydi yani."

"Nasıl oldu da kimse onu görmedi?"

Omuz silkti. "Moira işte," dedi sadece yanıt olarak. Kapıdan bir bir geçtik, loş merdivenlerden inerken yine sordum.

"Peki ya diğer büyücü? O hep burada mıydı?"

"Uzun zamandır buradaymış," dedi Harry.

Bodruma ulaşınca etrafıma bakındım. Her şey aynıydı aslında. Tek değişiklik Harry'nin oyun alanındaki kanepede bir adamın uzanıyor olmasıydı. Göz atmaya devam ettikçe etrafın da biraz dağıtılmış olduğunu gördüm: yastıklar uzak köşelere fırlatılmıştı, oyun kolları yerlerdeydi, ezilmiş teneke kutular, içi boşalmış cips paketleri kanepeyle televizyon arasındaki sehpanın üzerini doldurmuştu. O tarafa doğru yürüyünce televizyon ekranının da boydan boya çatlamış olduğunu gördüm. Burada kötü bir tartışma yaşanmış gibiydi.

"Ivar?" dedi Harry, koluyla beni durdurdu ve arkasında kalmamı sağladı. Moira ortalıkta yoktu. Adamın uykusu hafif olmalıydı, adını duyunca gözlerini birden açtı. Yerinde doğrulup dirseklerini bacaklarına yasladı.

"Demek geldin," dedi Harry'e. "Zamanı geldi mi?"

"Hayır," Harry huzursuzca bana bir bakış attı. Zorlukla yutkunduğunu gördüm. Bundan bir felakatten söz eder gibi bahsediyorlardı. Doğruydu. Bu bir felaketti. "Biz gittikten sonra neler oldu?" diye sordu Harry. "Senin bağırdığını gördüm ama ne dediğini duymadım. Moira seni burada tutmak için..."

Ivar konuşmak için Harry'nin sözünü bitirmesini beklemedi. "Beni tehdit ediyor evet, doğru. Siz giderken o ikisi beni tuttuğunda anladım. Yalan söylediğini. Ama geç kalmıştım. Sonra o cadı... Onun yardımcısı---"

"Aminata," dedi Harry. Ivar başını salladı. "Arkadaşınla gitmemi yoksa karımla kızımı..."

"Yapmaz," diye atıldı Harry. "O kötü biri değil. Ailene zarar vermez." Ivar Harry'e acı acı baktı. Başını iki yana salladı.

"Onu da biriyle, bir şeyle tehdit etmiştir. Moira hep böyleydi. Ona inanmakla hata ettim. Sen..." Yüzü büyük ama pasif kalmış bir öfkeyle buruştu. "Ona yardım etmemeliydin. Onu evime getirmemeliydin."

"Seni bir şekilde bulurdu," diye kendini savundu Harry. "Ben olsam da olmasam da..."

Ivar başını eğdi. "Doğru," diye itiraf etti. "O istediğini almanın yolunu hep bulmuştur."

"Peki şimdi ne olacak?" dedi Harry hafiften telaşlanarak. "Moira, Olivia'ya bir yemin ettirdi. Benim hayatım üzerine. Sen de bir büyücüsün. Bunu bozmanın bir yolunu biliyorsundur."

"Ne yazık ki yok. Bu Avalon'un bağlayıcı yemini. Fanilerin geçici yeminlerine benzemez. İstediğini yapmak zorundayız."

Harry bana baktı yine, gözlerindeki çaresizlik bakışlarıyla bana bulaştı. Çenem titremeye başlayınca gözlerimi aşağı çevirdim, onları halıya diktim. "Aminata ile konuşacağım," dedi Harry ona dönüp. Burnunu çekti. "Onların iyi olduğundan emin olacağıma söz veriyorum Ivar."

Ivar yalnızca başını eğip Harry'e bunun için teşekkür ettiğini gösterdi. Sonra ilk kez, orada olduğumu yeni fark etmiş gibi bana baktı. Harry'nin arkasına iyice saklanmış olduğumu anladım ve biraz sola kaydım. Gözlerini kısıp beni bir süre sessizce seyretti. "Ona ne kadar benziyorsun," dedi kısık sesle. "Gerçekten de onun torunusun, ha?"

"Olivia," diye kendimi tanıttım. "Adım Olivia."

"Arkadaşınız bana William'ın öldüğünü söyledi," dedi hüzünle. "Nasıl oldu?"

Harry'e baktım. O anı hatırlarken ikimizin de gözlerinden yaşlar süzüldü. "Biz... Güvenmememiz gereken insanlara güvendik ve... Ve o öldü."

Ivar başını salladı, onun da gözlerinde yaşlar pırıldıyordu. "İyi bir adamdı."

"Evet, onun peşine takılıp buraya geldik ama geldiğimiz hale bak," dedi biri. Moira merdivenlerden göründü. Konuştuklarımızı dinlemiş olmalıydı.

"Geldiğimiz halin sorumlusu o değil," dedi Ivar öfkeyle.

"Avalon'da kalsaydık şimdi böyle acı çekiyor olmazdın Ivy," dedi Moira neşeli bir tavırla. Başında bir havlu sarılıydı, yanakları kıpkırmızıydı. Keyifli bir banyo yapmış gibiydi. Ona nefretle bakarken dişlerimi sıktım. Benim evimde, ben mutsuzken keyif yapıyordu. "Ne karın ne de kızın için endişelenirdin çünkü ikisi de olmazdı."

"Sus," dedi Harry sertçe. "Sana saldırırsa onu durdurmam, bilesin."

"Ah, deneyebilir," dedi. "Ama unutuyorsun. Olivia, sen ettiğimiz yemini hatırlıyorsun, değil mi şekerim?"

"Ne olur," dedim Harry'e yaslanıp. Halsizleşmeye başlıyordum, ayakta kalamayacak gibiydim. Fena halde midem bulanıyor ve başım dönüyordu. Bu kadın yüzünden düşüp bayılacaktım. "Ne olur, gidelim Harry."

Harry beni sıkıca tuttu. "Yukarı çıkabilirsin," dedi Ivar'a. "Bir duş al. Yemek ye. Kendini evinde hisset."

"Evet, gitmeden önce kendine çeki düzen versen iyi olur, Ivar," diye yine söze karıştı Moira. "Rahiplerin karşısına bu şekilde çıkarsan bizi Avalon'a almazlar."

Ivar üzerindeki battaniyeyi öfkeyle kenara çekti, kalkıp bizden önce merdivenleri çıkmaya başladı.

"Siz de vedalaşmak için ne yapacaksanız yapın," dedi bize Moira onu aheste adımlarla takip ederken. "Gece yarısı gidiyoruz."

Harry ona doğru yaklaşmak için atıldı. Onu kolundan tutup çektim. "Biraz daha," dedi sadece. Moira ona başka bir dilde konuşmuş gibi baktı. "Zaten yemin etti. Biraz daha kalamazsınız?"

Moira'nın başı kayboldu, son basamaktan aşağıya seslendi. "Hayır. Yeterince bekledim."

...

Moira'yı ikna etmeye çalışmak imkânsızdı. Kararından dönmeyeceğini biliyordum ama Harry bunun peşini bir türlü bırakmadı. Onunla bir odaya kapanıp dakikalarca tartıştı. Ona destek olmak isterdim ama işe yaramayacağını biliyordum ve vaktimi, az kalan vaktimi boşa harcamak istemiyordum. O Moira'ya bağırıp çağırırken ve bu şekilde keyiflendirirken ben Will ile vakit geçirmeye bakmıştım.

Sonra, o oyun oynamaktan yorgun düşünce onu kucağıma alıp uzun süre öylece oturdum. Onunla konuştum. Anlamayacağı şeyler söyledim. Bir süre sonra "Ne?" demekten vazgeçti, pes edip sadece yüzüme bakarak beni dinlemeye başladı. Ona Harry ile nasıl tanıştığımızı anlattım, uğur parasının birden Will dedesine dönüştüğünü, babasının hayatının tek bir dilekle tepetaklak olduğunu... Beni masal dinliyor gibi dinledi. Aslında anlattıklarım masaldan farksızdı. Sonu kötü bir masaldı ama ona sonunu anlatmayacaktım nasıl olsa. O doğduğunda ne kadar mutlu olduğumu anlattım, ama o kendisinden bahsettiğimi anlamadı. Gözlerini kapatmış uyuyordu. Onu uyandırmamak için sesimi alçaltıp güzel rüyalar görsün diye ona ninniler söyledim. Sessiz sessiz ağladım, gözyaşlarım ben istemeden yanaklarımdan süzülüp onun kıvırcık saçları arasına karıştı. Will farkında olmadı. Saçlarının, bu güzel saçlarının annesinin gözyaşlarıyla ıslandığını hiç bilmeyecek, hatırlamayacaktı.

Beni hatırlamayacaktı. Yüzümü, sesimi, dokunuşumun verdiği hissi unutacaktı. Sadece adım ve fotoğraflarım kalacaktı. Doğum günü videolarında kucağında olduğu kadın olacaktım sadece. Harry beni anıp hüzünlenirken babasının hüznüne ortak olamayacaktı, çünkü hatırlamadığı birinin yokluğunu hissetmezdi insan. Çünkü özleyebilmek için hatırlamanız gerekirdi. Unutmak, özleme en iyi gelen şeydi.

Böylesi daha iyi olacaktı. Oğlumun beni her hatırladığında üzülmesini, canının yanmasını istemezdim. Unutacak ve mutlu olacaktı. Kabullenmenin en kolay olduğu yaştaydı. Ölümü bilmiyordu. Gitmenin, bir daha gelmemenin ne demek olduğunu bilmiyordu. Belki de gidişime biraz üzülürdü, sonra bu üzüntünün yerini yine gücenmişlik, küslük alırdı. Sonra da büyür, beni ve bana olan dargınlığını unuturdu. Öldüğüm için bana kızmayacaktı.

Bununla birlikte ilk kez ne olacağını anladım. Ona öldüğümü söyleyeceklerdi. Gittiğimi bilmemesi gerekiyordu çünkü belki de anlayamazdı.

Brandon bahçeyle uğraşıyordu, beni Will ile yalnız bırakmıştı. Bir süre sonra Harry ile Moira'nın da sesi gelmez oldu. Buna rağmen Harry yanıma gelmedi. Şikayetçi değildim, Will'i kucağımdan bırakmayı hiç istemiyordum.

Güneş batarken kızıl ışıkları evin içini doldurdu, yüzümü yaladı, saçlarımın arasına dalıp onları sımsıcak etti. Will yüzüne vuran ışıktan rahatsız olmasın diye dikkatlice kalkıp onu gölgede kalan kanepeye yatırdım. Üstünü örtüp saçlarını öptüm. Onu yukarıdan biraz daha seyrettim. Çok erken uyuduğu için akşam uyanırdı. Ona uyanıkken veda etme gücünü kendimde bulamazdım. Şimdi olmalıydı.

Bahçeye çıkıp Brandon'a seslendim. "Onu götürebilir misin?" dedim zorlukla. Boğazımda bir düğüm, hiç yok edemediğim bir yumru vardı. Brandon önce bana emin misin der gibi endişeyle baktım. "Halasına götür," dedim. İçeri girdik. "Onu arayıp haber vereceğim," dedim Will'i yeniden kucağıma alırken. Brandon hiçbir yorumda bulunmadan sessizce bekledi. Will uyanır gibi oldu ama ona onu sevdiğimi fısıldarken yine dalıp gitti. "Seni çok seviyorum, bebeğim," dedim, onu kırılgan bir bebekmiş gibi ihtiyatla Brandon'ın kollarına bıraktım.

"Çok üzgünüm, Olivia."

"Gidin," dedim sadece.

Onları geçirmedim. Brandon kapıdan çıkıp giderken onu arkasından kendisi kapattı. Will'in sıcaklığını hala hissedebildiğim kanepeye çöktüm ve hıçkırarak ağlamaya başladım.

Sonra bağırdım, küfürler ettim, dövündüm, yastıkları, dizlerimi yumrukladım. Biri kollarımdan tutup beni durdurunca Harry'nin sonunda yanıma geldiğini anladım. "Gitti," dedim anlaşılmaz bir şekilde. "Bir daha onu göremeyeceğim. GİTTİ!"

"Tamam," dedi Harry beni göğsüne bastırıp. "Buraya gel." Ona sarılıp, başımı omzuna gömüp ağladım. Sonra sesim çıkmaz oldu, kuru kuru hıçkırmaya başladım. Yarı baygın halde kendimi öylece Harry'nin kollarının arasına bıraktım. Beni kucağına aldı, merdivenlerden çıkıp odamıza giderken güçsüz kollarım boynundan kaydı.

Beni yatağımızın ucuna oturttu, kendisi de önümde diz çöküp dizlerime tutundu. Ellerimi ellerine alıp onları öptü. "Özür dilerim." Yanağını okşadım, başını yana yatırıp avucuma yasladı. "Bir yolunu bulamadım."

"Senin suçun değil," dedim. "Özür dileme. Hepsi benim suçum. Onu uğur parasının içinden çıkaran benim. Hayatımızı mahveden benim."

Önce sessiz kaldı, beni teselli etmedi. Bunu teselli bekleyerek söylediğimi anladım çünkü canım yanmıştı. "Evet," deyince dudaklarımı ısırıp ağladım. "Brandon'ın her şeyi hatırlaması bu kadar önemli miydi?"

"Özür dilerim," dedim ellerini sıkı sıkı tutup.

"Neye mal olacağını bilseydin yapmazdın," dedi tavrını yumuşatıp. Başımı salladım.

"Büyüyünce ona öldüğümü söyle."

"Olivia," Başını iki yana salladı. "Bunu yapmam."

"Böylesi daha iyi olur. Yoksa onu bırakıp gittiğim için benden nefret eder."

"Senden nefret etmeyecek, buna izin vermem."

"Nasıl hissedeceğini bilemezsin, Harry." Onu yukarı çektim, yanıma oturttum. "Bilemezsin. Bırak öldüğümü düşünsün. Zaten..." Derin bir iç çektim. "Zaten bunun ölmekten pek farkı yok."

Harry tek bacağını altına alıp tamamen bana dönünde ben de aynısını yaptım. Ellerimi bırakmadı. "Bir yolunu bulacağız. Oradan dönmenin bir yolunu bulacaksın. Öldüğün filan yok Olivia. Her şey bitmiş gibi konuşma."

"Moira dönüşü olmadığını söyledi," dedim. Harry'nin hala umut olduğuna inanması güzeldi ama onun inancına ortak olamıyordum. Avalon'un nasıl bir yer olduğunu bilmiyordum, orada nasıl yaşayacağımı bilmiyordum, oradan nasıl dönülür onu da bilmiyordum.

"Öyleyse en başta onlar nasıl geldi? Düşünsene Olivia, bu imkânsız değil. Bana söz vermen gerek," İleri doğru kayıp bana yaklaştı. "Buraya dönmek için çabalayacağına söz ver."

"Böyle bir şey mümkünse sence hiçbir şey yapmadan durur muyum?" dedim ters bir tavırla.

"Biliyorum," dedi hızlıca gözlerini kapatıp. "Sadece... Ölecekmiş gibi konuşma, tamam mı?"

Sustum. Umutlu hissedemiyordum. Onun gibi bu ihtimale güvenemiyordum. Beni nelerin beklediğini bilmiyordum ve dönemeyecek olma ihtimalim zihnimi zehirliyordu. İyi şeyler hissedememem benim suçum değildi. Harry uzanıp yanağımı okşadı. "İyi olacaksın," diye fısıldadı. "İyi olacağız." Ona doğru eğilip dudaklarını öptüm.

"İyi olacağınıza söz ver," dedim. Yanıt vermek yerine beni öpmeye devam etti. "Söz ver," demeyi başardım öpücükleri arasından.

Biraz geri çekilip o olağanüstü gözleriyle bana baktı. Parmaklarımı kirpiklerine sürttüm. Harry-styles-rengi.

"İyi olacağına söz verirsen," derken elimi tutup parmaklarımı dudaklarına götürdü. Başımı salladım, bacağımı üstünden atıp kucağına oturdum. Bir şey canımı sıkıyordu. Bunu konuşmadan, halletmeden devam etmek istemiyordum. Bu şeyin sonrasında, en güzel anlarımızda aklımda olmasını istemiyordum. Başını ellerimin arasına alıp ona ciddiyetle baktım.

"Harry, bilmen gerekiyor ben..." Nasılsa ne diyeceğimi anlayıp susmam için dudaklarını kullandı. Günün erken saatlerinde Will ile bahçeden toplayıp yedikleri böğürtlenin tadı hala dilindeydi. "Harry," Ellerimi göğsüne dayayıp onu kendimden ayırdım, başımı yana çevirdim. Nefesini kulağımın dibinde toparlamaya çalışırken istekle yutkundum. "Seni o sanıyorken... Onu öptüm,"

"Olivia," diye itiraz etti ama ben devam ettim. "Ona dokundum ve..." Bakışlarını yakalamak için çenesini tuttum. "Onun bana dokunmasına da izin verdim." Bana boş boş, bir şey anlamamış gibi baktı. Ne hissettiğini gözlerinden anlamam mümkün değildi. "Bana dokunup benim---"

"Bilmem gerekmiyor," dedi sertçe.

"Bana ne hissettiğini söylemen gerek," dedim gözlerinin içine bakıp. Kızgın mıydı? Bunu bilmem gerekiyordu. Dudaklarıma uzandı ama usulca geri çekildim.

"Olivia,"

"Bana kızdın mı?"

Canı sıkılmış şekilde geriye yaslandı. "Sen bu konuda ne hissediyorsun Olivia?" Kaşlarımı çattım. "Bence kızgın olan sensin."

Ellerimi indirip kucağıma baktım. Haklıydı, kızgındım ve bunun acısını kimden çıkaracağımı bilemiyordum. Harry yeniden kollarını belime doladı. "Haklısın. Ben de kızgınım. Ama sana değil. Moira'ya."

Evet, acısını ondan çıkarmam gerekiyordu ve çıkaracaktım. Avalon nasıl bir yerdi bilmiyordum ama bunun bir yolunu bulup ona bize yaptıklarının cezasını çektirecektim.

"Unut gitsin," dedi Harry, saçlarımı omuzlarımın arkasına atıp boynumu öptü. "Ne olduysa oldu, önemi yok. Anlamı yok. Ben buradayım. Benim, bundan eminsin." Çenemi tutup başımı kaldırdı. "O yüzden boş ver."

Haklıydı. Önemli olan tek şey vardı, o da bu andı. O da onunla geçireceğim son birkaç saatti. Bu son anlarımızı anlamsız şeylere kafayı takarak geçirmeyecektim. Başımı eğip onu öptüm. Öpüşürken Harry üzerimdeki tişörtü yukarı çekip onu başımdan çıkardı. Aynısını onun için yaptım.

Her şey kendini tekrar ediyor gibiydi. Onu neredeyse kaybettiğim o gün de aynısını yaşamıştık. Onun gideceğini, bizi unutacağını düşünerek, ağlayarak, acı çekerek ilk kez sevişmiştik. Bunun son olduğunu sanmıştık. Birbirimize sözler vermiştik.

Yine aynısı oluyordu. Bu sefer bu mucize olmayacaktı. Bu sefer giden ben olacaktım. Hem ondan hem de bebeğimizden ayrılacaktım.

Birbirimize doymak için birkaç uzun saatimiz vardı ama sorun şuydu ki çok sevdiğiniz birine asla doyamıyordunuz. Ölüm ayrılıklar arasında en iyisiydi. Bilmemek iyiydi, farkında olmamak iyiydi ama biz bilecektik. Birbirimizin yaşadığını, başka bir dünyada nefes aldığını bilecektik ama yeniden birleşmemizin imkanı olmayacaktı.

Ayağa kalktım üstümdeki elbiseyi çıkardım, sonra yeniden usulca kucağına yerleştim. Gözyaşlarıyla parıldayan gözlerine bakarken kendime sadece on beş saniye verdim; bunun son olduğunu düşünmek için sadece on beş saniye. Sonra bunu unutacaktım. Bu sefer onunla sevişirken bunu düşünmeyecektim, bu anları, son olduğunun düşüncesiyle hüzünlü hale getirmek istemiyordum.

"Bu sefer ağlamak yok," dedim on beş saniye sonra Harry'e. Anlamadığını çattığı kaşlarından anladım. "Gözyaşı olmasın."

Eğilip onu büyük bir açıklıkla öptüm, bir şey için acele ediyor gibi üstündekileri çıkardım. Ağırlığım dengesini bozdu, geriye doğru yatmak zorunda kaldı. Ne demek istediğimi anlatabilmek için ben de onun çıplak göğsü üzerine uzandım. "Seni en ateşli halinle hatırlamak istiyorum. Sulu göz halinle değil."

"Olivia," diye itiraz eder gibi oldu. Gözyaşlarını zorla tuttuğunu biliyordum, ağlamak istediğini, ağlayarak, usul usul, hüzün içinde sevişmek istediğini biliyordum ama bu sadece daha acı verici olurdu. Sonrasında bunu düşünürken yine ağlardık.

"Son olduğunu aklından çıkar," dedim, geri çekilip oturdum ve ona yukarıdan baktım. "Ağlaman için bir dakika veriyorum. Dök içini." Doğruldu, elini boynuma atıp beni kendisine çekti. Bu sefer az öncekinin aksine yavaşça, birbirimizin dudaklarını nazikçe okşuyor gibi öpüştük. Ve Harry ağladı. Ona verdiğim süreden ben de istifade ettim, ben de ağladım.

Sonra, bir dakika dolduğunda ya da ben öyle olduğuna karar verdiğimde ondan ayrıldım. Önce onun yanaklarını, sonra da kendiminkileri kuruladım. "Tamam mı?" diye sordum. Bana bakarken çenesini iyice kaldırıyordu, kucağında olduğum için ona yukarıdan bakıyordum. Başını salladı, o yutkunurken parmak ucumla adam elmasını takip ettim. "Şimdi, en iyisi olsun," dedim anlamasını sağlamak için gözlerinin içine bakıp. "En güzeli..."

Başını salladı. İyi olduğundan ve artık ağlamayacağından emin olmak için bir soru daha soracaktım ama öyle olduğunu bana anlatmak için farklı bir yol buldu, bir anda yer değiştirdik. Ağırlığını ellerine verip üzerime eğildiğinde, gözünde, damlamadan orada kalmış, oraya tutunmuş bir yaş parıldadı. Uzanıp onu silmek, yok etmek istedim ama tam o sırada kendiliğinden, benim üzerime, göğüslerimin tam arasına düştü.

Sanırım ikimizi tutuşturan da bu oldu.

...

Continue Reading

You'll Also Like

33K 2.9K 40
if our love's insanity, why are you my clarity?
1.8M 95.8K 45
Zengin, şımarık ve akıl almayacak derecede çılgın olan Pera verdiği büyük parti sonucu kendini dedesi ve babaannesinin yaşadığı köyde, çiftlik evinde...
278K 24.3K 44
Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Görev, sınır ötesindeki...
58.2K 3.1K 29
Gece yarısı sokakta karşısına çıkan evsiz bir kediyi evine alan bir kız en fazla kediyle ne yaşayabilirdi? "ben aslında evine aldığın kediyim, " ger...