Güneşi Yakala

By misamigoss

999K 101K 109K

"Bu senin düğün istemeyen halin miydi?" diye sordu Yavuz duruşunu bozmadan. Nefesini düzene sokmaya çalışan İ... More

Tanıtım
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
Deprem Sonrasında Travma ve Sosyal Destek
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
Final

22. Bölüm

23.3K 2.3K 3.3K
By misamigoss

Merhaba 💛

Özleştik yahu, umarım herkesin keyfi yerindedir. 🥰 Çok konuşmayıp bölümü sizlere emanet ediyorum. İlginiz ve desteğiniz için teşekkür ederim 🙏🏻

Keyifli okumalar.

☀️

Yavuz'un derinden yükselen içli fısıltısı ile söylediği dörtlüğü anlayamamıştı İnci. Gözlerini aralayıp yüzünü hafifçe geri çekti. Kapıldığı efsunlu seraptan kopan Yavuz da o anda gözlerini usulca aralamıştı. Bilincinin kıyısına Goethe'nin satırları aracılığıyla taşıdığı gerçeğin idrakına varıyordu şimdi genç adam. Söyle bana, gönlüm ne arzular? Gönlüm sendedir, kadrini bil! Ezberinde Almanca olarak kalan satırların, İnci'nin aşkı sorguladığı satırlar olması pek manidardı. Zonklayan şakaklarını ovuşturma isteğine direndi. İnci'nin gözlerinde konaklayan gözleriyle uzaklara dalıp gitti. İnci'nin Seda ile Kayseri'deki bahçelerinde, yere serdikleri kilimin üzerinde oturmuş halde bu satırlar üzerine konuştukları anlar üşüşüvermişti zihnine.

O bahçede bu şiiri bir şeyleri çözmek ister gibi defalarca okuyan okuyan İnci'nin sesi yankılandı zihninde.

"Kalbi birine önünü ardını düşünmeden teslim etmek midir aşk? Birini ona bu teslimiyetçi satırları söyleyebilecek kadar sevmek mümkün mü?"

Mümkündü.

Bu sarsıcı idrakla Yavuz'un tutuk bakan gözleri ona sorgular biçimde bakmakta olan İnci'nin gözlerinden koparak yere indi ve kızın bedenini saran kolları da mağlubiyetle iki yanına düştü. Zira İnci, zihnine düşen bir fikir tohumu değildi. Gönlünün arzuladığı ve yine gönlünün ona fark ettirmeksizin teslim olduğu kadındı. Duygu yok küstahlığına karşın onu alaşağı eden kadındı. Direnemeden aşık olduğu kadındı. Kalbi, bedeni ve yüzü bu farkındalıkla aynı anda kasıldı. Tüyleri ürperdi. Belirsizliğe tahammül edemeyen zihninin otoriter yanı onu bunları idrak edebilmesi ve bir şeyleri belirli hale getirebilmesi için buraya yollamıştı. Başarılı da olmuştu işte. Zira belirli kılınanlarla saklandığı yerden çıkmış keyifle ellerini ovuşturuyordu o otoriter yan.

Gün gibi ortada olanlarla ne yapacağını planlama zamanıydı artık.

Adamın kafasındaki cendereden bihaber olan İnci "Almanca mı konuştun az önce?" diye sordu, az önce yaşadığı yoğun hislerden ötürü titrek çıkan sesi fısıltı halindeydi. "Ne söyledin?"

Karşılıklı çıkarlar doğrultusunda kazan kazan usulüne göre evlendiği kadına yalnızca birkaç ayda aşık olduğunu saniyeler içinde kabullenmiş olan Yavuz, konuşma yetisini yitirmiş gibiydi. Aklı almıyordu. Aslı'ya karşı yıllardır içinde beslediği suçluluk duygusunun daima taze tuttuğu yas sürecine rağmen bu nasıl mümkün olmuştu? Yüreği sancıdı. Aslı'nın ölümünün idrakına varmak da dahil hiçbir idrak, böylesine çetrefilli olmamıştı onun için.

"Yavuz?"

Sıcaklığını koruyan bedeni ile kesik kesik soluyan İnci, bir anda bir heykel kadar donuk kesilen adama neler olduğunu gözlemlemeye çalıyordu. Ancak anlamlandırabildiği hiçbir şey yoktu.

"Yavuz, iyi misin?" diyerek elini uzatıp onun omzuna dokunacağı sırada iki adım gerileyen Yavuz buna izin vermedi.

Tutuk bakışları kısa bir an için İnci'nin yüzüne değdi ancak gözlerinin içine çıplak kalmış gibi bakamadı.

"Öylesine mırıldandım bir şey." diye geçiştirdi İnci'yi. "Saat geç oldu İnci, iyi geceler." diyerek, kızı ardında bırakıp hızlı adımlarla kış bahçesini terk etti.

Tonlarca ağırlığı aynı anda taşıyormuş gibi kasılan  bacaklarındaki uyuşmaya rağmen bahçeyi geçip eve girmeyi ve üst kata tırmanmayı başarabilmişti. Fakat kendisini odasına atar atmaz, dizlerinin dermanı kalmamış gibi sırtını kapattığı kapıya yaslayarak, dizleri üzerine çökmüştü. Dili damağı kupkuru kesilmiş, zonklayan başı kazan olmuş, bedenindeki tüm kan çekilmişti sanki. Dizlerini karnına doğru çekerek avuçlarını başının iki yanına yasladı.

İnci'ye aşık olmuştu. Sonuç buydu. Gözlerini sımsıkı yumdu. Zihni ise onu sonuca götüren ve ancak fark etmediği argümanları taramaya koyulmuştu.

İnci'nin dürüstlüğü ve cesaretiyle onu şaşırttığı anlar, beklenmedik çıkışlarıyla onu güldürdüğü anlar, bitmeyen enerjisiyle gerek onunla gerek diğerleriyle gerekse hayvanlarla bıcır bıcır konuştuğu anlar, derin gamzelerinin yanaklarını süslediği anlar, o ufak burnunun inatla havaya dikildiği anlar, uyurken dudaklarının süt emen bir bebek gibi açılıp kapandığı anlar, ona merhametle sarıldığı anlar, Yavuz'un sevmediği bir meyvenin kokusunu bedeninde ve saçlarında taşıyarak onu mest edebildiği anlar...

Anlar adamın güçlü hafızasının da katkısıyla çoğaldı, çeşitlendi, detaylandı. Ve bu anlar bir süre sonra ortak bir paydada birleşiverdi. Yavuz her birinde kızda hayranlıkla kaybolmuş, ona önlenemez bir çekimle dalıp gitmişti. Onu sonuca götüren yol bu kadar basitti işte.

"Nasıl?" diye buruk ve sitemli bir hayıfla fısıldadı kendine. "Nasıl fark etmedim?"

Bir süre sonra hissizleşti. Hareket etmeden öylece uzun dakikalar geçirdi kapının önünde. Ardından da bir robot donukluğundaki hareketleriyle ayağa kalkıp kendisine ufak bir valiz hazırladı.

Evden alel acele ayrılıp arabasına atlayarak son sürat Arnavutköy'e sürdü. Bebek sahilden kaptanıyla beraber onu Burgazada'ya götürecek bir yat kiraladı. Kaptan ağzını bıçak açmayan adamdan ödemesini alır almaz denize açıldığında, Yavuz da güvertede heykel cansızlığı ile güvertede dikilmeye başlamıştı. Gecenin rengini giydiğinden simsiyah görünen deniz ile karanlık gökyüzünün birleşmesiyle oluşan ve kesif bir hiçliği andıran manzarayı izlemeye koyulmuştu. Kendisi de benzer bir hiçlikte kaybolmuştu.

Ne kadar süre öyle dikildi bilmiyordu. Bir süre sonra alev alev yanan avuç içleri ile öne eğilip, yatın soğuk metal korkuluklarını avuçladı. Gözlerini kapattı. Yüzüne çarpan serin hava ile usul usul soluklandı. Göğsünün içine asitten, yakıcı bir kütle oturmuştu sanki... Zonklamakta olan şakakları da zımpara kağıdıyla yontuluyormuş gibi sızım sızım sızlıyordu. Yutkunarak gözlerini araladı. Metal korkulukları saran ellerine indi puslu bakışları. Orada olduğunu bildiği, sol elinin yüzük parmağındaki parlak alyans çarptı gözüne.

Aslı'nın alyansı...

Sıkışan yüreği sızladı. Anında yaşlarla dolan gözlerini o alyanstan ayırmadan sağ elini alyansın bulunduğu parmağına uzattı ve titreyen parmak uçlarıyla o yüzüğü parmağından çıkardı. Yüzüne boşalan yaşlarla yüzüğü avuç içine hapsederek kafasını geriye yatırdı. Boğazı, göğsü, hatta tüm bedeni liğme liğme idi. Yıllardır aşina olduğu derin suçluluk hissi, ateşten bir sarmal gibi dört bir yanını sarmıştı. Ruhu acıdan kıvransa da avcunu araladı ve parlak yüzüğü beklemeden denize fırlattı. Zira o yüzüğü şu saatten sonra taşıyor olmak Aslı'ya, kendisine ve hislerine karşı koca bir riyakarlıktan başka bir şey olmayacaktı.

Karanlık denizde dibi boylayan yüzükle beraber dizleri üzerine çöktü ve sarsılan omuzlarıyla hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Ona "Mutlu ol Yavuz!" diye fısıldayan hatta bunun için yalvaran Aslı'nın incecik, narin sesi yankılandı kulaklarında.

Daha çok ağladı.

*

Birkaç gün sonra...

Önceki geceden itibaren sonunda evlerine geçmiş olmanın huzuruyla dolu olan İnci, kısa süre sonra yeniden dağılacağını bildiği kıyafetlerini özensizce katlayıp kendisini yatağına atarak derin bir oh çekti.

İnsanın kendi evi gibisi yoktu doğrusu. Ama Yavuz'a ve evine de haksızlık edemezdi. Orada da fazlasıyla rahat etmişler, kendi evlerindeymiş gibi rahat ve mutlu hissetmişlerdi. Hatta dans ettikleri gecenin sabahında iş için acilen şehir dışına çıkması gerektiğini, ancak onların evde rahatlarını asla bozmadan istedikleri kadar kalabileceklerine dair mesaj bile atmıştı ona Yavuz. Cömert ve içten misafirperverliği ile yabancı hissetmemeleri için elinden geleni yapmıştı adam ve İnci de ona derin minnet duyuyordu. Öyle ki onun için manevi değeri yüksek olan bir hediye hazırlamaya bile karar vermişti. Bu doğrultuda aklına gelen fikirle 2 gün önce Fikoş'tan ona örgü örmeyi öğretmesini istemiş ve Yavuz için gri bir atkı örmeye başlamıştı.

Kafasını çevirip masasının üzerinde duran, yaklaşık yarısı örülmüş olan atkıya baktı. İç geçirdi. Örgüsü biraz gevşek, biraz da eğri büğrüydü. Ama dert ettiği şey bu değildi. Yavuz'a travmatik anılarını hatırlatma ihtimali İnci'yi tereddütte bırakıp, canını sıkıyordu. Fakat Yavuz'un çocukken de olsa bütün yüreğiyle istediği o gri atkıyı ona verme arzusu bir şekilde daha ağır basıyordu.

"İtirazım var bu zalim kadere
İtirazım var bu sonsuz kedere
Feleğin cilvesine hayatın sillesine
Dertlerin cümlesine itirazım var..."

O anda Müslüm Baba'nın sesine karışan Emre'nin ağlamaklı sesini duyunca yanaklarını şişirip duvarı yumrukladı. Dün gece de aynı şarkıları defalarca dinlemişti Emre yüzünden.

"Dur bismillah ya daha yeni döndük."

Şarkı kesilmeyince ard arda iki yumruk daha indirdi duvara.

"Emreeeee geceler bitti, sabahları da mı başladın artık?! Yeter ya içim şişti."

Aynı saniyelerde "Ah Büşra ahhhh!" diyen Emre'nin duvarın ardından yükselen içli sesi ile oflayarak yastığının altındaki kulaklıklarını bulup kulaklarına geçirdi İnci.

Dinleme listesine günler öncesinde eklemiş olduğu, Yavuz'la dans ettikleri Por Una Cabeza adlı parçayı açtı. Melodisini çok sevdiği için eklemişti listesine, başka bir nedeni kesinlikle yoktu ona göre.

Kulaklarına sızan melodi ile sırtüstü uzandığı yatağında usul usul iç çekerek istemsizce gülmeye başlamıştı.

Yavuz'la dans ettiği geceyi hatırlamıştı. O anlara ait sıcacık resimler, dingin ve huzurlu zihnine bir bir üşüşürken hülyalı bakan gözleriyle boş tavanı sanki dans ettikleri anlar orada canlanıyormuş gibi izlemeye başlamıştı. Üstelik omuzlarındaki saçlarına inen eli de oradan bir tutamı işaret parmağına dolayıp dolayıp çözmeye koyulmuştu. Fakat İnci, bunun farkında değildi. Zira işaret parmağı, dudaklarındaki baygın gülüşle defalarca o tutama dolanıp çözüldü. Dolanıp çözüldü. O geceye ait olan anlarda defalarca kayboldu. Yavuz'un siyaha çalan parlak kahverengi gözleri gözlerine bakıyor, adamın onun kulağına o eşsiz ve hoş tonlamasıyla fısıldayışlarını duyuyor, burnuna da göğsünü yumuşacık eden şeftaliyle harmanlanmış karanfil kokuları geliyordu.

Dakikalar sonra kulaklıktaki ses kayboldu. Başa sarmak için telefonuna uzandı, lakin aynı anda dış kapı yumruklanınca irkilerek kendine geldi kız ve ne yapıyorum ben dercesine kaşlarını çatarak yatakta doğruldu.

Lavabodan "İnci, yüzüm köpüklü sen açar mısın?" diye bağıran Zeynep'in sesi, yumruklanan kapının sesine karışınca ayaklanıp odasından çıktı İnci.

Odasında Casper'ı sevmekte olan Efe'nin kapısını çekip dış kapıya koştu. Araladığı kapının ardında elindeki irmik helvası tabağı ile Berkay dikiliyordu.

Ona bakıp sırıtan oğlana "Berkay'cım, canım, ciğerim!" dedi İnci yumuşak bir sitemle. "Zil diye bir şey var biliyorsun değil mi?"

"Aman İnci abla, yumruklamak daha güzel. Al bunu annem yolladı." diyerek teklifsizce içeri girip tabağı kızın eline tutuşturdu Berkay da. "Evimize kavuştuğumuz için bütün apartmana dağıttık. Allah çarpsın bir damla su fazla harcayacağız diye ruhunu teslim edecekti cimri babaannem. Utanmasa akşamları da mum yaktıracaktı elektrik gitmesin diye."

Salona yürüyen Berkay'ın ardından kapıyı kapatmak üzere olan İnci, o sırada karşı kapıdan çıkan Emre'yi görünce gülümsedi genç adama.

"Artık gündüzleri de mi konser veriyorsun?"

Depresif ve yılgın ifadesiyle omuz silkti Emre.

"Sorma, kafam dumanlı."

Genç adamın hüzünlü haline buruk bir tebessümle gülümseyen İnci, omzunu kapıya yaslayarak yutkundu.

"Nasılsın Emre?" diye sordu şefkatli ilgisiyle.

"Ne olsun be İnci? Şu apartman bile yandı söndü benim ciğer sönmüyor." diyerek üzerindeki lacivert yağmurluğun yakalarını düzeltip sıkıntıyla soludu Emre. "Her yerden engellemiş hatun."

"Emre, profesyonel bir yardım mı alsan acaba?"

İnci'nin teklifine yüzüne yerleşen tuhaf endişeyle güldü adam.

"Yok ya böyle iyi beste yapma motivasyonum artıyor." diyerek iştahlı gözlerini kızın elindeki tabağa indirdi. "Artanı bana postalayın akşam."

Genç adamın tuhaf haline gülse mi ağlasa mı bilemediğinden kafasını sallamakla yetinen İnci kapısını kapatıp içeri girdi. Salondaki kanepenin ortasına oturmuş, kucağına da kırlent alarak geriye yaslanmış Berkay'a gülüp pencereye ilerledi. Eve gelir gelmez güvercinler için pencere önüne döktüğü bulgurlardan çok az kalmıştı.

"İnci abla, Yedigöller'e gezi düzenleyecek okul. Babam izin vermiyor, bir konuşsana seni dinler."

O sırada lavabodan çıkan Zeynep, salona girerken "Neden izin vermiyormuş?" diye sorarak İnci'nin dikildiği pencerenin önündeki tekli koltuğa attı bedenini.

İki kız da Berkay'ı izliyordu şimdi.

"Gezi için verdiği parayla kasığımın üst kısmına halter dövmesi yaptırdım çünkü." dediğinde kızlara tabiri caizse kal gelmişti. "Valla babaannemin hacı misi kokulu entarilerinden giyip, önümü tuta tuta sünnet olmuş bir velet gibi gezdim birkaç gün. Babama da okulda tiyatromuz var ondan böyle giyindim dedim tabii."

Ona şok içinde bakmaya devam eden iki kıza böbürlenircesine sırıttı.

"Ama değdi! Bakın çok güzel oldu." diyerek elini eşofmanının beline atıp indireceği sırada Zeynep elleriyle gözlerini kapatırken İnci de "Sakın!" diye çığlık atmıştı.

"Berkay, yani ablacım kusura bakma ama baban bazen çıldırmakta haksız değil." diye homurdandı Zeynep. "Adam sana geziye gitmen için vermiş parayı!"

Hayal kırıklığına uğramış gibi küskün sitemiyle omuz silkti Berkay.

"Benim bedenim, istediğimi yaparım. Hani attığınız o özgürlük naraları?" diye çıkıştı kızlara.

"İyi de mesele dövme yaptırman değil ki. Bak bunu babanın gezi için verdiği parayla yapıp, sonra da babam geziye gitmeme izin vermiyor diye yaygara koparamazsın." diye karşı çıktı İnci de kaşlarını çatarak. "Adam belki maddi planlamasını buna göre yaptı?"

"Anlaşıldı sizden bana fayda yok."

Havalanan çenesi ile kızlara yüz çevirip ayaklandı Berkay. Sonra da küskün ve tripli edasıyla omuz silkerek çıkışa ilerledi. Kapıyı çarpıp evi terk etti.

Arkasından bakakalan Zeynep, "Neydi şimdi bu?" diyerek şaşkınca güldü. "Trip mi attı bize o?"

Attığı ufak kahkaha ile Zeynep'i onaylarcasına başını salladı İnci de.

"Öyle yaptı galiba."

"Herkes kafayı yemiş yemin ediyorum."

Kahkaha atmaya devam eden İnci, pencereyi açıp üst bedenini dışarı çıkararak gözlerini gökyüzüne dikti. Hava ılık olsa da göğü kaplayan gri ve yoğun bulutlar yağmurun habercisiydi. Gözlerini yumarak uzun uzun soluklandı ve özlemiş olduğu mahallesinin sokağında göz gezdirebilmek için başını aşağı eğdi. Fakat dilediği gibi sokakta göz gezdiremedi. Zira sokağın büyük kısmını kaplayan nakliye aracı ve o aracın yanında dikilmiş, eşyaları taşıyanları bilmiş bir edayla yönlendirmekte olan güneş gözlüklü Ulaş'ı görmüştü.

"Ulaaaş?" diye bağırdı gülerek.

Tekli koltukta oturan Zeynep ise o anda çatılan kaşlarıyla anlam veremeyerek "Ulaş mı?" diye sordu sessizce.

Aynı saniyelerde "Selam yiğido." diyerek İnci'ye el sallayan Ulaş'ın sesini duyunca şok içinde koltuktan fırlayıp İnci'nin yanına koştu.

Tıpkı İnci gibi üst bedenini şaşkınlıkla pencereden sarkıtan Zeynep'in şokla irileşmiş mavi gözleri, saniyeler içinde karşı kaldırımda dikilen Ulaş'ı buluverdi. Onu gören Ulaş ise, anında gözlerindeki güneş gözlüğünü çıkararak dudaklarına yerleşen çarpık gülüşüyle kıza el salladı. Lacivert kot pantolonunun üzerine giymiş olduğu üst bedenine tam oturan, kolları kıvrılmış haki yeşili gömleği, kızlara bakan yeşil gözlerini ortaya çıkarmıştı.

Ona ablak denebilecek ifadesiyle bakan Zeynep'e "Selam Zeyno." derken gitgide büyüyen gülüşüyle hayli keyifli görünüyordu Ulaş. Zira güneş gözlüğünün sapını dudakları arasına yaslayarak çevirirken onu izleyen iki kıza göz kırptı. "Artık komşuyuz hanımlar."

"Yok artık!"

İnci ile pencereden sarkan Zeynep'in yükselen sesiyle refleksif biçimde söylemiş olduğu şey, zaten neşeli olan Ulaş'a bu kez kahkaha attırmıştı.

Öyle ki sokakta yankılanan kahkahaları arasında "Var artık." diye yanıtladı kızı.

Olan biteni kıkır kıkır gülerek izleyen İnci de gülmeden duramayan adamdan farklı değildi.

"Ne ara tuttun Ulaş, hiç söylemedin de?" diye bağırırken bir yandan gülüyor bir yandan da Zeynep'i dirseğiyle dürtüyordu. "Özellikle mi bu taraflardan tuttun?"

Zeynep, kızın son sorusuyla İnci'nin bacağına ayağıyla ufak bir tekme geçirip kolunu büktü. Ancak İnci gülmekten vazgeçmedi.

"Güzel mahalle tabii yiğido." dedi o anda bıyıkaltı gülmeye devam eden Ulaş da. "Bol kedili falan."

"Hadi geç içeri İnci."

İnci'yi içeri çekmeye çalışan Zeynep ile karşı kaldırımda dikilmekten vazgeçen Ulaş, güleç ifadesini bozmadan sokağın ortasına yürüyerek kollarını iki yana açtı.

"Açım, sabahtan beri ev yerleştiriyorum. Ekmek arası bir şeyler yapıp getiriversenize bana. İki kayıntı yapayım. Hani komşuculuk?" dediğinde kahkahayı basan İnci, Zeynep tarafından içeri çekilmiş ve pencereyi de Ulaş'ın yüzüne kapatmıştı.

"Yemin ederim aşık bu çocuk sana Zeynep!"

Kalbini kaplayan tuhaf heyecan ile yaşadığı şoktan dolayı eli ayağı boşalan Zeynep, yutkunarak kuruyan boğazını ıslattı ve İnci'yi reddercesine kafasını iki yana salladı.

"Hayır. Onun için sıradışıyım, bunu merak ettiğinden saçma sapan davranıyor." dedi bunu kendisini de ikna etmek istediğinden sesi kararlı çıkmıştı. "İşi gücü dalga geçmek."

Gülmeyi kesip ciddileşti İnci.

"Zeynep, haksızlık etme." dedi itiraz eden sesiyle. "İşi gücü dalga geçmek olan biri karşı apartmandan daire tutar mı?"

Bir yanıt vermeden mutfağa geçti Zeynep. Kendisini yeni bir hayal kırıklığından korumak için adamın ciddi duygular beslediği ihtimalini düşünmek dahi istemiyordu. Onun üzerine gitmek istemeyen İnci ise üstelemeden odasına geçip okula gitmek için hazırlanmaya başladı. Zeynep de mutfakta attığı uzun voltaların ardından aç olmadığı halde sandviç hazırlamaya koyulmuştu. Avuç içlerini mutfak tezgahına yaslayıp duraksadı. Yutkundu. Hazırladığı sandviçlerden birini peçeteye sardığında aklından geçenlerle kalbinden geçenlerin asla örtüşmediğinin bilincindeydi. Yine de aç olduğunu söyleyen Ulaş'a kıyamamıştı yüreği işte.

İçi içini yese de içindeki itkiye dayanamadı ve Feraye ablasını arayıp, Mertcan'ı onlara yollamasını rica etti.

Birkaç dakika sonra kapı çalınca da İnci'ye göstermeden elindeki peçeteye sarılı sandviç ile kapıyı açıp dışarı çıktı. Merdiven inerken nefesi kesilmiş ve tombul yanakları da kızarmış olan Mertcan'ın karşısına dikildiğinde, kapıyı da ses çıkarmamaya özen göstererek arkasından çekti.

"Merhaba Mertcan."

"Merhaba Zeynep abla."

Sol elini uzatıp onu izleyen tombul çocuğun yanağını severken, sağ elindeki sandviçi gösterdi.

"Sokakta hemen karşı apartmana taşınmakta olan bir abi var Mertcan. Haki yeşili gömlek giymiş, güneş gözlüğü takıyor. Sokağa çıkınca göreceksin zaten. Bunu ona götürür müsün?" dedi gizli saklı bir şey yapıyormuş gibi fısır fısır konuşarak.

Mertcan ise eline aldığı sandviçe indirdi iştahlı bakışlarını.

"Ya yolda giderken bunu yemek istersem?" diye mırıldandı.

Gözlerini devirip yanaklarını şişirdi Zeynep de.

"Hemen verip gel, sana da yapacağım. Hatta içi çikolata dolgulu kurabiyelerden de yaparım sana. Olur mu?"

Gözleri ışıldadı oğlanın. Kafasını hızla aşağı yukarı sallarken kızarmış tombul yanakları dalgalanmıştı.

"Oo yaşadım!"

Merdivenlere koşmaya hazırlanan çocuğu durdurdu Zeynep.

"Kimin yolladığını sorarsa İnci ablam yolladı de." diye ikaz etti telaşla. "Bu da aramızda tamam mı Mertcan?"

"Çikolata dolgulu kurabiye iki tepsi olursa olur."

Bu çocuk kesinlikle Berkay'ın kardeşiydi. El mahkum kafasını salladı Zeynep.

*

İçtiği bilmem kaçıncı sigaranın izmaritini kül tablasına bastıran Yavuz, birikmiş diğer izmaritler arasındaki küllerinin parmak uçlarına bulaşmasını umursamadı. Günlerdir süren içsel çatışmasına ve çatışmanın getirisi olan sancılı yüzleşmeye bol uzun zaman sonra yeniden içmeye başladığı sigara, biraz su ve yine bolca alkol eşlik etmişti. Bunlar dışında bir şeyler yemediği için halsiz ve bitkindi. Zihninden söküp atamadığı çetrefilli düşüncelerinin çarpıştığı başı da çatlıyordu.

Alkol tüketme hususunda cömert davransa da tüketim amacı olan hissizleşmeye ve uyuyabilmeye erişim sağlayamamıştı. Aciz hissederek kendini kınarcasına acıyla güldü. Kızarmış gözlerini ve koyulaşmış gözaltlarını işaret parmaklarının sırtıyla ovuşturarak yutkundu. Damağında alkol ve sigara karışımının getirisi olan ve zehri andıran tuhaf bir tat vardı. Sıkıntıyla soluyup dirseklerini diz kapaklarına yasladı ve zonklayan başını avuçları arasına alarak öne eğildi.

"Ah İnci..." diye içli içli mırıldanırken sol elini refleksif biçimde başından ayırarak daraldığını hissettiği kalbinin üzerine yasladı. "Nasıl bu kadar derine sızabildin?"

Sol eli göğsü üzerinden kalbini sıvazlamaya devam ederken sağ elini kanepede, hemen yanında bulunan sigara paketine uzattı. Fakat paketten çıkardığı dalı yakamadan kapı çalınca çakmağı ve sigarayı bırakıp kapıya ilerledi.

Kapıyı açar açmaz kot pantolonunun cebindeki elleriyle ona dik dik bakan Emir, "Süper, beni aldatmıyormuşsun." diyerek omzuyla Yavuz'un omzuna çarpıp içeri girdi.

"Ne?"

Duyduğu şeyi anlamayan Yavuz, çatılan kaşlarıyla kapıyı kapatıp Emir'e döndü.

"Ortak iş yapıyoruz canım ve sen gündemimizde olmamasına rağmen iş için şehir dışına çıkacağım demişsin İnci'ye." diyerek kollarını göğsü altında bağlayıp imayla kafasını salladı Emir de. "Telefonun da günlerdir kapalı olunca bensiz yeni iş kuruyorsun sandım. Meğer paşamız kendisini sürgüne yollamış."

Duraksayıp Yavuz'u dikkatli gözlerle incelediğinde, arkadaşının darmadağın haline şahit olmak Emir'in yüzünü düşürmüştü.

"Yavuz, ne oluyor sana?"

Elbette bir fikri vardı fakat Yavuz'dan duymak istiyordu. Kafasını öne eğerek yanından geçen ve sessizce salona yürüyen Yavuz'u takip etti. İçerisi yoğun şekilde alkol ve sigara kokuyordu. Yerde boş bira şişeleri, devrilmiş iki viski şişesi ve onlarca sigara izmariti vardı. Yavuz kadar düzenli ve titiz bir adamın beş dakika dahi bulunmak istemeyeceği bir ortamdı.

"Yavuz sen-"

Emir gelmeden önce oturuyor olduğu koltuğa cansız bir nesneymiş gibi bıraktığı bedeniyle "Ben İnci'ye aşık oldum." dedi Yavuz arkadaşını bölerek.

Olduğu yere şok içinde çivilenen Emir'e bakmadan kederle iki yana kıvrıldı dudakları ve yineledi.

"Emir, ben İnci'ye..." derken kızın ismine günler sonra sesiyle dokunmak içini titretti. Fakat mecburi duraksaması kısa sürdü. "Emir, ben İnci'ye aşık oldum." Durdu, güçlükle yutkundu. Suçlu biri gibi ellerini iki dizinin arasında birleştirerek kafasını yere eğdi. "Anlayamadım, direnemedim. Direnecek fırsatım dahi olmadı. Ben..." derken dolan gözleriyle yeniden yutkundu. "Ben sahiden anlayamadım. Fark edemedim."

Böylesine derin bir itirafla karşılaşmayı beklemeyen Emir, duyduğu şeyler dilini yuttuğundan bir süre konuşamadı. Şoke olmuş gözleri, Yavuz'un acı dolu yüzünde kalakalmıştı. 

Bir müddet sonra nihayet tutulan dili çözüldüğünde, "Yavuz..." dedi şaşkın çıkan kısık sesiyle ve ağır adımlarla arkadaşına ilerleyip, hemen Yavuz'un önünde dizleri üzerine çöktü. Adamın yıllardır çektiği ızdıraba yakından şahit olduğundan duyduğu şey, şaşkınlığa ek buruk bir mutlulukla doldurmuştu içini. "Yavuz, bunu hissedebilmene çok sevindim."

Yavuz'un kan çanağına dönmüş gözleri, o anda hayıfla Emir'e çevrildi hemen.

Sesi hafiften yükselirken "Sevindin mi?" diye sordu sitemli öfkesiyle. "Beni arkadaşı olarak gören ve ortak çıkarlar doğrultusunda, formaliteden evlendiğim kadına aşık oldum diyorum Emir! Üstelik Aslı..."

Kelimeler hem boğazına hem de yüreğine saplanınca devam edemedi. Dişlerini sıkarak gözlerini yumdu. Oradan sızan iki iri damla yanaklarına süzüldü.

"Yavuz, Aslı'ya ihanet ettiğini mi düşünüyorsun?"

Emir'in çekimser sorusuyla dudaklarını ısırarak gözlerini daha sıkı yumdu Yavuz ve kafasını iki yana salladı.

"Hayır." diye fısıldarken onu kuşatmış olan ızdırap sesini boğuklaştırmıştı. "İhanet ettiğim şey İnci'yle olan anlaşmamız."

Bunu duymak Emir'in gergin ifadesini rahatlatsa da tereddütlü bakışları hala Yavuz'un yüzündeydi. Sesini çıkarmadan onun konuşmasını bekledi. Birkaç saniye sonra iyiden iyiye zayıflayan sesiyle devam etti Yavuz da.

"Aslı'yı düşünüyorum günlerdir..." dedi gözlerini aralamadan. Yüzüne kahrolmuş, acı dolu bir ifade yayıldı. "Onu sevdim ben Emir... Hem dostum hem de sevdiğim kadındı, biliyorsun..."

Nefesi yetmiyormuş gibi susup uzun uzun soluklandı.

"Hissettiğim şey ihanet değil. Ama haksızlık etmiş gibi hissediyorum." diye devam ederken titreyen sesiyle beraber sımsıkı kapatmış olduğu gözlerinden yeni yaşlar boşaldı. "İnci'ye olan aşkımı kabullenip de çekip buraya geldiğimde kendime sorduğum ilk soru neydi biliyor musun?"

Boğazındaki düğüm ve dolan gözleriyle Yavuz'u izleyen Emir kafasını iki yana salladı.

"Hayır! Yavuz yapma..."

Islak kirpiklerini aralayıp Emir'e indirdi ruhundaki mahvolmuşluğun yansımasını taşıyan gözlerini Yavuz. Vazgeçmiş, acıyı kabullemişti ifadesi.

"İnci..." dedi dili kızın ismine dokunur dokunmaz titredi. Yüreği de aynı şekilde titredi ama yine de gözlerindeki yaşlarla devam etti. "Aynı süreci İnci yaşasaydı onu yalnız bırakmazdım." derken onu mahveden şey buymuş gibi omuzları sarsıla sarsıla ağlamaya başladı. "Hiçbir şekilde kabul etmezdim biliyor musun? Asla kabul etmezdim. Bırakmazdım."

Gözlerinden süzülen yaşlarla ayaklanıp kederle dolu olan Yavuz'u kucakladı Emir.

"Hayır, bilemezdin Yavuz. Bilsen zaten kabul etmezdin." diyerek Yavuz'un sırtını sıvazladı ve kendisi de ağlıyor olmasına rağmen yalvarırcasına devam etti konuşmaya. "Yalvarırım şu suçluluk prangasından kurtul... Bak, beynin bu kıyası bile sırf alışkın olduğu o suçluluk hissine saplanıp kalman için yaptırıyor. Yapma, bunu kendine yapma."

Kafasını anlaşılmıyormuş gibi çaresizlikle iki yana salladı Yavuz.

"Ya yapmazdım diyorum Emir, aynı şeyi İnci istese kabul edip de elini bırakmazdım. Ne beyninden, ne suçluluk hissinden bahsediyorsun Allah aşkına sen?" diye hiddetle bağırarak Emir'i itip ayağa kalktı. Hınç ve acıyla odanın içinde volta atmaya başladı. "Ölmüş bir kadına ihanet edemem ama kendime sorduğum soruya vermiş olduğum cevap, ona haksızlık ettiğimi ayan beyan ortaya çıkarıyor işte!"

Ayağa kalkıp Yavuz'a döndü Emir.

"Bu, Aslı'ya haksızlık ettiğin anlamına gelmiyor Yavuz. Yıllardır yaşıyor olduğun yersiz suçluluk hissi sana bunları söyletiyor." dedi ve kollarını iki yana açarak kaşlarını çattı. "Ya üstelik tut ki İnci'ye karşı daha kuvvetli hisler besliyorsun, ne olacak Yavuz? Duygularını kim ölçüp biçebilmiş veya önleyebilmiş ki sen becereceksin?"

"Emir, ne söylersen söyle benim inancım değişmeyecek."

"Bu inanç İnci'ye adım atmanı engelleyecek ama!" dedi Emir de tek saniye beklemeden serzenişte bulunur gibi.

Yavuz'un attığı volta duyduğu şeyle aniden kesildi. Dünyanın en tuhaf şeyini duymuş gibi algılamak isteyen kısılı gözlerini arkadaşına çevirdi.

"Ne dedin, İnci'ye adım atmak mı? Hem de bu inancın engelleyeceği adım ha?" diye sordu çatılan kaşlarıyla. "Her şeyi bir kenara bırak Emir, kıza ilk maddesi romantik duygulara asla yer olmayacağını söyleyen bir anlaşma imzalattım ben! Şimdi de karşısına sana aşığım diye mi çıkacağım?! İnci bu yola çıkarken duygusal bir şeylerin olmayacağına inanıp, bana güvendi. Bense hem ona hem de anlaşmaya ihanet ettim!"

Havalanan kaşlarıyla "Niye onun da sana karşı bir şeyler hissedebileceği ihtimalini düşünmüyorsun?" diye sordu Emir.

Bu soru afallattı Yavuz'u. Aralık kalan dudaklarıyla put kesildi. Günlerdir onca şey düşünmesine rağmen bu ihtimali hiç düşünmemişti. Yavuz'a göre çok uçuk bir ihtimaldi bu. Yüreği ondan bağımsız hızlanırken yutkundu. Kafasını iki yana salladı. İhtimaller belirsizlik içerirdi. Yavuz yeni bir belirsizlikle daha cebelleşecek kadar dinç ve canlı hissetmiyordu. Ancak zihni yine de birkaç saniyede o ihtimali de hızlıca taramıştı.

"İnci bana karşı bir şeyler hissetse bile, ki bu imkansıza yakın, bir şey değişmez." diyerek ağır ve düşünceli adımlarla şöminenin yanındaki sallanan sandalyeye ilerleyip, oturdu. "O ve ben çok farklıyız."

Nefesini sıkıntıyla dışarı veren Emir karşı çıktı ona.

"Farklı değilsiniz Yavuz, sohbet ettiğiniz birkaç ana şahit olmuşluğum var. Birbirinizi tamamlıyorsunuz."

"Belli ortak yönlerimiz var evet, ama o rengarenk biri. Bense ucundan kıyısından birkaç ana renge sahibim yalnızca."

"Sana da renk katabilir." diyen Emir'in buruk sesi umutla çıkıyordu. "Yüreğine aşkı düşmüş. Bırak aydınlatsın, renklendirsin içini."

İncecik, kederli bir tebessüm geçti Yavuz'un dudaklarından. Buruk bakışları dalgınlaştı.

"Ya ben onun renklerini soldurursam?" dedi çaresiz fısıltısıyla.

"Yavuz..."

"Olmaz, İnci ve benden olmaz." diyerek kafasını kararlılıkla iki yana salladı Yavuz. "İnci'yle olmam demek ömür boyu sürecek bir belirsizliği de kabul etmek demek."

"Nasıl yani?"

"Kız aktivist Emir."

"Ee, ne olmuş?" diye sordu Emir kaşlarını çatarak. "Sen de hak savunucusu bir insansın. İnci yalnızca daha aktif ve sahada."

"Demek istediğim o değil. Davasına, yürüdüğü yola, direncine saygım sonsuz. Ama gözü inanılmaz kara. Fevrileştiğinde duygu sıcaklığıyla hareket ediyor."

"Yani?"

Ağırlaşan nefesini uzunca dışarı veren Yavuz'un bakışları yeniden düşünceli bir hal almıştı.

"Geçen hafta yaptığı bir eylemde birisiyle kavga edip gözaltına alındı. Kavga ettiği adam şerefsizin teki. Gözü dönse hiç çekinmeden, kolaylıkla İnci'ye zarar verebilecek biri. Ama İnci adama diklenip, elinden telefonunu alıp yere fırlatabiliyor." diyerek acıyla yutkundu. "Gerçekçi bak Emir, ben ömrümce İnci'nin başına acaba bu kez bir şey gelecek mi ihtimaliyle, o sancılı belirsizlikle yaşayabilir miyim?" diye sorduktan sonra zihninden geçen şeyle beti benzi atmış ve korkunç bir şey görmüş gibi gözlerini kapatmıştı. "Bir gün birisi o hengamenin içinde kalbine bıçak saplasa ne yaparım?"

Son cümleyi söylerken, o cümlede geçen bıçak kendi kalbine saplanmış gibi canı yandı Yavuz'un. Yüzü kasıldı, aldığı nefes ciğerlerini yaktı. Diken üstünde yaşayamazdı. Ömrünün şu ana kadarki kısmı diken üstünde yaşamakla geçmişti zaten. En iyisi normali korumak, arkadaş kalmak ve annesi iyileşince de usulca kızın hayatından çıkmaktı. Hata ediyormuş gibi birden duraksadı. İnci'nin hayatından kolay kolay çıkamazdı. Efe vardı. Onu asla bırakamazdı. Üstelik İnci, onun duygularından sorumlu değildi. Ne diye hayatından kapı dışarı edecekti ki kızı? Bencilliğine kızarak dişlerini sıktı.

O sırada "İnci'ye bir şey olur da acı çekerim diye korkuyorsun Yavuz. Bunun için geç kalmadın mı sence?" diye sordu kıstığı gözleriyle onu izlemekte olan Emir pat diye. "İnci'ye şu an bir şey olsa aynı şekilde yanmayacak mı canın?"

Emir'in sorusunu duymamazlıktan gelerek gözlerini aralayan Yavuz, başını yerden kaldırmadan sessizce önündeki halıyı inceledi bir süre.

Daha sonra da "Neyse, İnci'nin benim gibi soğuk birine karşı romantik hisler beslemesi imkansız zaten." dedi sessizliği bölerek. "O yüzden bu ihtimali enine boyuna düşünmek dahi yersiz." diyerek içine uzun ve gürültülü bir soluk çekerek ellerini ensesinin ardında birleştirip kafasını geriye yatırdı. "Artık toparlanıp gündelik hayata dönmem lazım. Annemle Efe'yi görmeliyim."

Sallanan sandalyeden kalkarak o sırada "Yavuz." diyen Emir'e doğru adımlayıp dostunun omuzlarına sardı ellerini. "Konserden döndüğünüz akşam sana kaba davrandığım için özür dilerim Emir. Ben beklenmedik duyguların iç dünyamda yarattığı kaosun içinde kaybolmuştum, ama şimdi yolumu buldum."

Yolu halihazırdaki düzeni korumaktı. Yavuz'un en azından hisleri anlamında bir şeyleri belirli hale getirmiş olmasından ötürü yüzündeki rahatlamış ifade ile sustu Emir. Söylemek istediği çok şey vardı fakat yuttu onları. Derin duygulara kafa tutmanın, direnmenin veya bastırmaya çalışmanın yersizliğini hatta kontrol yitiriciliğini bizzat kendisi yaşamıştı çünkü. Belki Yavuz'un da bir şeyleri bizzat kendisinin yaşaması gerekiyordu.

"Duş alacağım, sonrasında çıkalım." diyen Yavuz'a kafasını salladı.

"Tamam, ben de yiyecek bir şeyler hazırlayayım."

*

Akşama doğru işten çıkan İnci, Meriç'e uzun zaman önce verdiği meyhane sözü için akşamı dışarıda geçirecekti. Lakin önce eve uğrayacaktı. Zira Efe'nin Sena Hanım ve arkadaşlarıyla yapacağı grup pikniği için ondan istediği siparişler vardı. Henüz birkaç gün olsa da genç adam şimdiden elinin altında istiyordu götüreceklerini.

Evlerine yakın bir markete girdi. Efe'ye dün akşam markete onunla gelmesini teklif etmiş fakat genç adamın tereddüt ettiğini görünce ısrar etmemişti. Şimdi kardeşinin en azından ortamı görebilmesi adına onu görüntülü arayacaktı. Kim bilir sonraki sefer için cesaretlenirdi belki İstiridye'si. Umutla iç çekip içeceklerin olduğu reyona ilerledi ve aramayı başlattı. Saniyeler sonra Efe'nin masum suratı belirdi ekranda.

"İstiridye'm, nasılsın?"

"İyiyim." diyen Efe cılız tebessümüyle kamerayı önce kucağındaki Casper'a, sonra yatağının ucundaki Murti'ye ardından da ekranında uzayla ilgili belgesel olan bilgisayarına çevirdi. "Üçümüz Dev Yıldızlar Diyarı adlı belgeseli izliyoruz. Fikoş teyze de salonda bağırarak konuşan insanların olduğu bir şey izliyor. Ama şimdi horluyor, uyumuş olmalı."

Huzurla gülümsedi İnci.

"Harika. Marketteyim, senin siparişlerini alacağım." diyerek kamerayla içecekleri ve marketi gösterdi kardeşine. "Seninle beraber alalım istedim."

Havalanan kaşları ve irileşen gözleriyle marketi inceleyen Efe, aklı karışmış gibi duraksadı.

"Ama ben orada değilim ki, nasıl beraber alacağız İnci?"

Sevecen gözleriyle kıkır kıkır güldü İnci.

"Telefondaki görüntün ve sesin, bana eşlik etmen için yeterli İstiridye'm. Hadi neler alacağımıza bakalım."

Kafasını salladı Efe, ekranı daha dikkatli incelemeye başladı.

Ardından da heyecanlı çıkan sesiyle "Şey karpuz çilekli soda. Ph değeri 6,3 ve 7,1 aralığında olacak." dedi Efe hemen. "Önce onu al İnci, olur mu?"

İkizinin gruptaki mesajlaşmalarını okuyan İnci, bunun Peri'nin isteği olduğunu hatırlamıştı. Tatlı tatlı çarpan yüreğiyle gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı.

"Olmaz mı canını yediğim?!" diye haykırdı şevkle.

"Canımı mı yedin?"

Efe'nin aklı karışmış sesi ile irileşen bakışlarını ekrana indirdi İnci. Aynı kafa karışıklığı genç adamın yüzünde de mevcuttu. Gülümsemeye devam eden İnci ise ne demek istediğini çabucak açıkladı ikizine. Açıkladığı şeyle belli belirsiz gülümsedi Efe. Hoşuna gitmişti anlaşılan.

"Şey tamam o zaman. Karpuz çilekli soda alacaktın. Ph değeri 6,3 ile 7,1 arasında olacaktı."

"Hemen alıyorum İstiridye'm." diyerek karpuz çilekli sodaların ph değerlerine bakıp sepetine attı. "Sırada ne var?"

"Kola, su ve şekersiz limonata."

Onları da sepete atıp telefon ekranındaki Efe'ye çevirdi yüzünü.

"Başka?"

Sol elinin işaret parmağı ile burnunun sırtını kaşıdı Efe de. Yeşile dönük ela gözlerine hevesli parıltılar yerleşmiş, dudaklarında da ufacık tebessüm filizlenmişti.

"Sade soda da alır mısın?" diye sordu, yedek ev olarak bildiği evde Yavuz'u hep sade soda içerken görmüştü. "Yavuz abim, bu evimize de artık erken geleceğini söylemişti. İş seyahatinden dönünce içer alacağın sodalardan."

Kalbinin eridiğini hissetti İnci o anda. Gözleri sade soda şişelerinin olduğu tarafa çevrilirken dudakları refleksif biçimde özlem dolu bir edayla iki yana kıvrılmıştı. Farkında değildi, fakat günlerdir görmediği Yavuz'u çok özlemişti.

"Alırım tabii." diye fısıldadı hoşnut tonlamasıyla.

"Şey," dedi Efe de tereddütlü sesiyle o esnada. "Ama onun ph değer aralığını bilmiyorum. Yavuz abim söylememişti."

Tebessümünü silmeden başını salladı İnci ve sade soda şişelerine uzanıp sepete attı.

*

"Avukat Bey, duruşma yine neden ertelendi?"

Duruşma salonundan müvekkiliyle beraber ayrılan Ulaş, duruşma boyunca giymiş olduğu cübbesini çıkarıp siyah ceketinin yakasını düzeltti. Çıkarttığı cübbesini sol koluna asarken, umutla parlayan yeşil gözlerini yanındaki adama çevirmişti. Onu tedirgin ifadesiyle izleyen adamın aksine son derece rahat hatta güleçti.

"İlk duruşmayı hatırlayın Serhat Bey." dedi kendine güvenle. "Savcı Hanım'ın iddianamesi okunurken hakimin bakışları ile bu duruşmadaki bakışları arasındaki farkı görmüş olmalısınız." diyerek elindeki laptop çantasını işaret etti. "Sözel etkinliği arttırmak adına hazırladığımız slayt ve bilirkişi raporu da işe yaradı. Hakimin kafası karıştı, duruşmanın ileri tarihe sarkması bizim için iyiye işaret yani."

Onu dikkatle dinleyen müvekkili yanaklarını şişirip sıkıntıyla solurken yanaklarını şişirdi.

"Ulan ne miras davasıymış, bitmedi gitti." derken yumuşayan ifadesiyle yan yana yürümeye başladığı Ulaş'a gülümsedi. "Duruşma tutanağını en kısa sürede iletirseniz sevinirim. Eş, dost olan biteni merak ediyor da."

"İletirim tabii merak etmeyi-"

"Ulaş?"

Koridorda yankılanan topuklu ayakkabı sesine eşlik eden Yeşim'in sesi ile Ulaş'ın bedeninden buz gibi, rahatsız edici  bir ürpertinin geçmesi eş zamanlı olmuştu. Arkalarından koşarak onlara yetişen kız, yanında müvekkilinin olmasını umursamadan kolunu tuttuğu Ulaş'ı kendisine çevirince genç adam dişlerini sıkarak yutkundu. Tepesinde sımsıkı at kuyruğu yaptığı saçları, eyelinerlı gözleri, mini beyaz elbisesinin üzerine giydiği cübbesi ile ona bakıp tasasızca gülümsüyordu kız.

"Haberleşiriz o halde Ulaş Bey." diyerek yanlarından ayrılan adama başını sallayan Ulaş, Yeşim'le yalnız kaldıklarında kolunu hızlı ondan kurtarıp kaşlarını çattı.

"Kızım senin beynin basmıyor mu?" diye sorarken kısık çıkan sesi hayli sertti. "Seni etrafımda görmeyeceğim demedim mi ben sana?"

"Ben sana zaman vermek ve sınırlarını aşmamak için aylardır uzağında kaldım Ulaş! Dedim ki yalnız kalsın, ölçüp biçsin, öfkesi dinsin sonra da biz yaralarımıza rağmen devam edebilelim." dedi Yeşim de titrek sesi ve dolu gözleriyle serzenişte bulunarak. "Ama döndüğümde görüyorum ki bir arpa boyu yol katedememişsin. Hala kin ve nefret dolusun."

Yeşim'in söylediklerini dünyanın en sıkıcı şeyini dinliyormuş gibi dinleyen ve bıkkın gözlerini adliye koridorunun tavanında gezdiren Ulaş, kızın son söyledikleriyle eğreti kahkahasını koyverdi.

Alaycı bir hayretiyle "Hanımefendiye de bakın siz." dedi ve ateş saçan gözleri Yeşim'in gözlerine mıhladı. "Bak kızım, defolup giderken aklında neler vardı bilmiyorum ama şu an umurumda bile değilsin Yeşim. Sen çoktan bittin bende!"

Gözleri yaşaran Yeşim, itiraz ve sitemle kafasını iki yana salladı.

"Seni aldatmadım Ulaş! Seni aldatmışım gibi yüksek ve anlaşılması güç tepkiler vermeyi keser misin?"

Kızı dinlerken dişlerini sıkan Ulaş ise "Aldatmayı fiziksel eyleme indirgeyecek kadar sığsın işte!" diyerek kıza doğru ufak bir adım atıp kafasını ileri uzattı. "Lan senin yüzünden üniversiteden tek bir insan dahi kalmadı hayatımda!"

Burnunu çekerek yaşlarla dolan gözlerini yere indirdi Yeşim. Boğazı sancıyor, göğsü sıkışıyordu.

"Ulaş, özür dilerim. Çocukluktu, aptallıktı adına ne dersen de haklısın." diyerek kızarmış gözlerini Ulaş'ın hiddetle kısılmış olan yeşil bakışlarına dikti. "Ama yapamıyorum. Seni çok özlüyorum aşkım..."

Yüzündeki kayıtsızlıkla iki yana salladı kafasını Ulaş.

"Sana aylar önce ne söylediysem o." derken sesi son derece netti. "Bitti Yeşim, senin ne hissettiğinle ilgilenmiyorum. Haydi eyvallah."

Kızı arkasında bırakıp hızlı adımlarla tersi istikamete yürürken sarsıldığını inkar etmiyordu Ulaş. Lakin sarsılışı Yeşim'e dair içinde duygusal anlamda bir şeyler kaldığı için değildi. Yeşim'in ona bahşetmiş olduğu yıkımaydı. O yıkım hala yüreğinin bir köşesindeydi çünkü. Tanıdık yıkımların hemen yanı başında...

*

Hocanın ders anlatma anlayışının kitabı okumaktan ibaret oluşundan bunalan Duru, çıktısını aldığı slaytların boş kısmına sos oynamak için kareler çizmişti. Daha sonra da yanında dersi dikkatle dinlemekte olan Batuhan'ı da dürterek mini oyununa katmıştı. Genç adam bir yandan dersi dinliyor bir yandan da kareleri başarıyla doldurup sos yapıyordu.

"Kaybeden kazanana sinema ısmarlar." diye fısıldadı Duru, Batuhan'ın bu oyunda hayli iyi olduğunu görünce. "Bu oyunda benden iyi olanı görmemiştim hiç."

Yeniden sos yapıp harflerin üzerine çizik atan Batuhan, imalı biçimde belli belirsiz gülümsedi.

"Siz de bütün oyunları kumara çevirmeye pek meraklı çıktınız Duru Hanım."

"Ama tadı öyle çıkıyor." diye fısıldadı kız da yeşil gözlerindeki muzip ışıltılarla. "Tabudan sonra gittiğimiz konser fena mı oldu hem?"

Konsere ait anları hatırlamak Batuhan'ın dudaklarındaki belli belirsiz tebessümü genişletmişti.

"Güzeldi. Çok güzeldi..."

Sos yapmaya çalışan Duru da sessizce kıkırdadı.

"Sen bayağı iyisin yalnız bu oyunda."

Duru'nun homurdanışıyla "Lisedeyken sıkıldığımız derslerde oynardık arkadaşlarla. Antremanlı sayılırım." diye fısıldadı Batuhan da.

Tam o anda da dersin hocası genç adamı fısıldarken yakalamış, huysuz bakışlarını Batuhan'ın üzerinde kilitlemişti.

"Fısıldayan genç adam." diyen kadının sesiyle Batuhan'ın gözleri kürsüdeki hocayı bulurken, amfiyi dolduran kalabalığın gözleri de hocalarının keskin bakışlarının durağı olan Batuhan'a çevrilmişti. "Hayırdır canım, kahvehane mi burası? Neden dersi dinlemiyorsun?"

Hissettiği derin suçlulukla, elini uzatıp Batuhan'ın dizine yasladı Duru ve "Özür dilerim, benim yüzümden." diye fısıldadı.

Sağ elini Duru'nun dizine yaslanmış olan elinin üzerine örten Batuhan, kızı rahatlatmak istercesine dizine yaslanmış elini okşarken eş zamanlı olarak hocasından ayırmadığı gözleriyle "Dersi dinliyordum hocam." dedi gayet rahat biçimde.

"Dinliyordun öyle mi?" diyerek gözlerini deviren kadın dilini dalga geçer gibi şaklatıp gürültüyle soludu. "Peki, madem dinliyordun o zaman makromolekülleri tanıyabilen yüzey reseptörlerine örnek ver bakalım."

Telaşlı gözleri Batuhan'ın yüzünde olan Duru artan suçluluk hissiyle yanaklarını dişlerken, elbette dercesine kafasını salladı Batuhan. Ardından da boğazını temizleyerek kendinden emin biçimde konuşmaya başladı.

"Asetilkolinin ilgili reseptöre bağlanması, kas kasılması için gerekli olan sinyallerin iletimini belirleyen bir dizi hücresel olayın başlamasını da beraberinde getirir. Böylelikle lipidleri taşıyan kan molekülleri olan lipoproteinler, hücre içine-"

Batuhan beklediğinin aksine sorduğu sorunun cevabını bilince devam etmesini engelledi onu dikkatle dinleyen hocası.

"Tamam, derse devam ediyoruz." diyerek sınıftan yükselen hayret dolu fısıltıları bastırdı ve boğazını temizleyerek tahtayı işaret etti. "Dikkatler bende."

Aralık kalan dudakları ile şok içinde Batuhan'a bakmayı sürdüren Duru ise ona dönüp göz kırpan genç adam ile tutukluğundan sıyrılıp yutkundu. Şok olmuş bakışları yerini yoğun bir takdire bırakırken Batuhan'la birleşmiş olan elleri hala genç adamın dizi üzerindeydi.

"Çüş!" diye fısıldasa da hocadan yeniden azar yememek için dudaklarını gülerek birbirine bastırdı ve eline kalemi alıp slayt notları üzerine bir şeyler yazmaya başladı. Batuhan'ın meraklı bakışları da kızın yazdığı şeyler üzerine çevrilmişti.

Çok geçmeden daha iyi görebilmesi için onun önüne itti Duru notları.

"Ordinaryus musun mübarek? Hem oyunda akıllıca hamleler yapıp hem de hocanın söylediklerini nasıl aklında tuttun?"

Gülümseyerek boştaki sol elini Duru'nun kalemine uzattı Batuhan. Normalde solak değildi, lakin Duru'nun elindeki sağ elini ondan ayırmak gelmemişti içinden. Eğri büğrü yazacak olmayı umursamasan içinden geçeni yazıverdi hemen.

"Sevdiğim şeyleri aynı anda yürütmek hoşuma gitmiştir."

Kalbi hızlanan Duru, yanaklarındaki ani ısınmaya rağmen gülüşünü silmeden Batuhan'ın yazdığı şeyi okur okumaz aynı kaleme uzandı.

"O zaman sinema biletleri benden."

Batuhan'ın cevabı, dudaklarını kaplamış olan hoşnut tebessümü büyütmek ve Duru'ya göz kırpmak oldu.

*

Market poşetleriyle evin kapısını açıp içeri giren İnci dosdoğru mutfağa ilerlerken salonda oturmuş, televizyondaki programa laf saymakta olan Fikoş'a kendi kendine gülümsedi.

Sonra da "Fikoş, ben geldim." diye seslendi ve poşetleri mutfak masasına bırakıp kendisine su doldurdu. "Mualla teyzeyle Aziz amca yazlıktan dönmüşler. Apartmana girerken balkondan el salladılar bana."

Karşı apartmanda oturan komşularının döndüğünü işitir işitmez televizyondan ayırmadığı gözleriyle kahkaha attı Fikoş.

"Cazgır Mualla adamcağızı evden atıp atıp durur şimdi. Kahvehane köşelerinde çürüyüp gidecek adamcağız."

Suyunu içmekte olan İnci bir yanıt vermedi Fikoş'a. Elindeki bardakla beraber Efe'nin odasına adımladı.

Kapıyı tıklatıp "Siparişlerin tamam İstiridye'm." diyerek ikizinin odasına girdiği anda, kucağındaki Casper ile Efe'nin yatağının ucunda oturan Yavuz'u görmeyi beklemediğinden afallamıştı.

İnci'nin sesini duyan Yavuz da başını ona taraf çevirince gözleri günler sonra kenetlenivermiş, yüzleri ısınmış, kalp atışları da atışları usul usul hızlanmaya başlamıştı.

Saniyeler sonra konuşabilen İnci, "Selam." diyebildi şaşkın fakat mutlu çıkan sesiyle.

Ona hafifçe baş selamı veren Yavuz'a şaşkın şaşkın gülümsemek dışında başka da bir tepki veremedi önce. Benliğini kuşatan şaşkınlık hissinden biraz olsun sıyrılabildiğindeyse Efe'nin bilgisayar masasına bıraktı elindeki bardağı. Eli ayağı durup dururken anlamsızca birbirine dolanmıştı.

Bir süre görüşülmemiş biriyle karşılaşınca ne yapılırdı? Zihni neden hantallaşmıştı ki? Tabii ki arkadaşça sarılması ve hoş geldin demesi gerekirdi. Boğazını temizleyerek bakışları onda takılı kalmış olan Yavuz'a doğru adımladı ve tam önünde durdu. Ardından da kırpılmayan gözleriyle onu takip eden Yavuz'a eğilip hafifçe sarıldı. İnci'nin tatlı şeftali kokusunu duyumsamamak adına nefesini tutan ve kasılmış bedeniyle yutkunan Yavuz'un eli de varla yok arası, zoraki bir temasla İnci'nin beline yaslandı ve gözlerini yumarak kızın sarılışına karşılık vermiş oldu.

O rüyayı görmeden önceki Yavuz nasıl davranırdı, o şekilde davranmalıydı. İnci'yi içindeki cendereden sorumlu tutamazdı.

Yavuz'un aksine adamın karanfil kokusunu uzun uzun soluyan İnci ise, "Hoş geldin Yavuz." diye fısıldadı. Burnundan göğsüne ve ciğerlerine sızan karanfil kokusu başını tatlı tatlı döndürdüğünden sesi dalgalanmıştı.

Gülümseme çabasıyla "Hoş buldum İnci." diyen Yavuz, elini belinden çekince doğruldu İnci. Adamın sakallarına takılmış olan saç tellerini de parmak uçlarıyla kendisine çekerken Yavuz'un gürültüyle yutkunuşunu işitmişti.

Kısa bir soluklanışın ardından sevecen gözlerini Casper'a indirip kedinin başını okşadı ve kafesindeki aynasıyla cici kuş cici kuş diye tekrarlayarak konuşmakta olan Murti'ye döndü.

"Naber, cici kuşların kralı Murti?" diye sordu hınzır bir tonlamayla.

Ardından da ağzıyla ritmik sesler çıkartan hayvana gülümsedi ve Murti'nin kafesi aralarında kalacak şekilde Yavuz'un yanına oturdu. Dans ettikleri gecenin ardından ilk kez görüyordu onu. Dalgın ve düşünceliydi sanki. Üstelik az da olsa zayıflamış, açık ten rengi sararmış, gözlerinin altı da koyulaşmıştı. Yüreği burkuldu İnci'nin. Yavuz için zor bir iş seyahati olmuştu anlaşılan.

"Nasılsın Yavuz?" diye sordu, dudaklarındaki ince tebessümle. "Bugün mü döndün?"

Kucağındaki Casper'ı sevme bahanesiyle gözlerini sık sık yavru kediye indiren böylelikle de İnci ile göz temasını sınırlı tutmayı beceren Yavuz, "Evet bugün döndüm. İyiyim, sen nasılsın?" diye yanıtladı İnci'yi.

Tuhaf bir mesafe hissetti İnci o anda aralarında ancak bunu son derece bitkin görünen Yavuz'un yol yorgunluğuna verdi.

"İyiyim ben de, aynı bildiğin gibi işte."

O sırada bakışlarının odağı bilgisayar ekranında olan Efe "Yavuz abi, biz sana sade soda aldık İnci'ylen." dedi mutlu tonlamasıyla.

Gözleri ikizine kayan İnci de keyifle kafasını salladı.

"Evet Efe'm." diyerek gözlerini yeniden Yavuz'a çevirdi. "Getirmemi ister misin Yavuz?"

Onları cömert misafirperverliği ile ağırlayan Yavuz'a aynı şekilde karşılık vermek istiyordu İnci. Ancak bakışları kucağındaki Casper'da olan Yavuz, başını iki yana sallayarak kibarca reddetti onu. Planı İnci gelmeden Efe ile görüşüp, biraz zaman geçirdikten sonra evden ayrılmaktı lakin İnci eve erken gelince başarılı olamamıştı. Biraz sonra kalkmak için müsaade istemeliydi zira İnci'ye bakmamanın bir yolunu bulmuş olsa da kızın kokusu, sesi karşı koyması güç biçimde içine işliyordu...

Bu böyle olmazdı. Olan biteni biraz daha sindirmesi gerekiyordu. Kalkma girişiminde bulunmak için boğazını temizleyerek kendisini hazırladı.

Ancak o sırada belirgin hevesiyle "Yavuz abi, bu belgesel müthiş! Mars'a giden bir kozmonotun seyahati boyunca yaşadıkları detaylarıyla veriliyor. Bunu mutlaka izlemeliyiz." diyen Efe ile Yavuz'un kalkma planı buharlaştı.

Genç adamı kırması söz konusu dahi değildi. Gülümsemeye çalışarak bakışlarını Efe'ye tırmandırdı.

"Olur tabii."

"Yaa ben de size eşlik etmek isterdim, ama bir arkadaşıma önceden verdiğim sözüm var bu akşam." dedi İnci de aşağı kıvrılan dudaklarıyla. "Ama başka zaman beraber de izleyelim olur mu?"

Yavuz sessiz kalırken "Çok belgesel var İnci, seninlen de izleriz." diyen Efe ile keyiflenerek kıkırdadı İnci.

"Bu harika İstiridye'm!"

Neşesi artan İnci, ayağa kalkıp odanın kapısına doğru yürümeye başladığında, Yavuz da gözlerini kucağındaki Casper'dan ayırıp istemsizce İnci'ye kaldırmıştı. İçli bakışları bilincinden bağımsız kıza değmek, onda kaybolmak istiyordu. Ard arda iki kez yutkundu. Nasıl bir şeydi bu böyle?! Üstelik kendisini İnci'nin kiminle buluşacağını da merak ederken yakalamış olması da cabasıydı. Gözleri kızın uzun kahverengi saçlarında oyalanırken dudaklarını birbirine bastırdı ve terleyen avuç içlerini dizlerine sürttü. Bilmek her şeyin sonu olur, diyen Wilde nasıl da haklıydı. İnci'ye dair hislerini fark etmeden ve o hisleri kabullenmeden önce meğer nasıl da hafifmiş Yavuz...

O esnada kapının hemen önünde duran İnci de "Hazırlanayım ben, çıkarım birazdan." dedi ve içi gülen gözlerini ikizi ile Yavuz'a çevirdi.

Karşılıklı hafifçe tebessüm ettiler birbirlerine. Daha sonra ayrıldı odadan İnci.

Koridora çıktığı anda salondan mutfağa yürümekte olan Fikoş, "Bezelye yaptım İnci, yemek yemeyecek misin?" diye sordu esneyerek. Televizyon programında olup bitenlere sinirlendiği için yanakları kızarmıştı.

Adımları lavaboya çevrilen İnci kafasını iki yana sallarken "Yok Fikoş'um, arkadaşımla yiyeceğiz. Dün akşamdan pilav ve çorba yapıp dolaba bırakmıştım ben de." dedi kadının tatlı yüzüne gülerek.

"Tamam, ısıtırım onları da yavrum."

Fikoş'a başını sallayıp önce lavaboya girdi ardından da odasına döndü İnci. Bacaklarını saran dar kesim, yüksek bel lacivert kot pantolonunu onun üzerine de tek omuz, askılı siyah trikosunu giydi. Daha sonra da saçlarını ensesinde topuz şeklinde toplayıp, rimel ve şeftali tonlarındaki rujundan oluşan makyajını yaptı. Kulaklarına gümüş renkli ufak halka küpelerini de geçirdiğinde hazırdı. Hazır olduğunu anlamış gibi tam o anda Meriç'in araması düştü telefonuna.

Gülümseyerek telefonunu açarken odasından çıkıp mutfağa ilerlemeye başladı İnci de.

"Partner hazır mısın?"

Meriç'in enerjik sesiyle gülüşü büyüdü İnci'nin.

"Hazırım partner." diyerek mutfaktaki Fikoş'u öpüp açlığını bastırmak için eline aldığı elmadan ufak bir parça kopardı. "Çıkayım mı?"

Odasına geri dönüp çantasını almak adına koridora çıktı yeniden. O sırada Efe'nin odasının açık kapısından sızan sesi Yavuz'un onu duymasına ve önleyemediği dürtüsüyle konuştuklarına kulak kesilmesine neden olmuştu.

"Motosikletimle seni alacağım, Kağıthane tarafında oturuyorum demiştin. Konum atar mısın?"

"Son motosiklet maceramızdan sonra benimle yolculuk yapmazsın sanmıştım partner." diye kıkırdadı İnci.

Göğüs kafesinin iki ucu biraraya geliyormuş da kemikleri iç içe geçiyormuş gibi nefesi daraldı Yavuz'un. Dizlerinde yatan Casper'ın yumuşak tüylerini okşuyor olmak dahi sancılı iç sıkıntısını dindirmedi. Çatılan kaşlarıyla gerilen ensesini geriye yatırarak gözlerini kapattı ve usul usul yutkundu.

Attığı ufak kahkahanın ardından "Umarım bu kez kavga çıkarmazsın." diye sızlandı Meriç de o anda.

Odasına giren İnci "Hak etmişti! Ufacık çocuğu emniyet kemeri bağlamadan ön koltuğa oturtmuştu." dedi ciddileşerek.

"Tamam tamam, hadi konum at. Sonra da evin önüne in lütfen."

"Peki iniyorum."

Telefonu kapatıp Meriç'e konum atan İnci, çantasını ile trençkotunu alarak kendi odasından çıkıp Efe'nin odasına ilerledi ve omzunu kapıya yaslayarak Efe'ye gülümsedi. Yavuz da gözlerini İnci'ye çevirmişti.

İnci "Çıkıyorum ben." derken odağı ekranda olan Efe'nin cevap olarak kafasını sallamasıyla bakışlarını Yavuz'a kaydırdı. Kıstığı gözleriyle onu izlemekte olan Yavuz, kızın bakışları kendisine çevrilince boğazını temizleyerek gülümsedi. İnci de ona tebessüm ederek şirin ifadesiyle başını omzuna yatırdı. "Görüşürüz."

Sahte tebessümüyle "Görüşürüz." diyen Yavuz'un sesi içinde kopan şiddetli kasırganın aksine dingindi.

İçi içini yiyordu. İnci'nin motosiklete binecek olması da tuz biber olmuştu. Huzurevinin önünde de onları motosikletten inerken görmüştü lakin bu kez çok daha farklı hissediyordu. Trafik canavarlarının kol gezdiği İstanbul gibi bir yerde motosiklet kullanmak oldukça tehlikeliydi. Arkasına dönmüş, koridorda yürüyen İnci'nin sırtında takılı kalan gözleriyle dişlerini sıktı. En sonunda da dayanamayarak kucağındaki Casper'ı yere bıraktı ve ayağa fırladı.

Endişe hissi, kafasındaki direktiflere galip gelmişti.

Sabırsız bir ivedilikle ileri savrulan telaşlı adımları, dosdoğru İnci'yi takip ederken koridorun ortasında yetişti ona. Tereddütle "İnci." diyerek nazikçe kızın kolunu kavrayıp kendisine çevirdi onu.

Yavuz'a döner dönmez şaşkınlığa benzer bakışlarını önce Yavuz'un kolunu tutan eline dikti İnci ardından da adamın ciddiyetle kaplanmış, koyu gözlerine tırmandırdı. Bedenleri arasında bir adımlık mesafe ya vardı ya yoktu. Yüzleri de hayli yakındı.

Afallamış olmasına rağmen "Efendim?" diye sordu İnci merakla.

İnci'nin sorusuyla beraber göğsünde sıkışıp kalmış olan nefesini uzun bir solukla dışarı verdi Yavuz. Yakın durdukları için karanfil kokulu ılık nefesinin adresi İnci'nin yüzü olmuş ve kız tenine çarpan nefesle kalbinin teklediğini, başının döndüğünü hissetmişti.

Yavuz ise alçalan tereddütlü sesiyle gözlerini İnci'nin dalgın fakat ışıl ışıl bakan kahverengi gözlerinden koparmadan "Motosiklete mi bineceksin?" diye sordu. Tonlamasında belirgin olmasa da binme diye yalvaran bir tını vardı sanki.

"Şey, evet." diyerek nefes alma ihtiyacıyla soluklandı İnci. "Arkadaşımın var da."

Gözlerini kırpmadan, sessizce uzun uzun İnci'nin yüzünü izledi Yavuz. Gözleri kızın teninde değdiği noktaları karıncalandırıyordu. Bunu alenen duyumsayan İnci ise, huzursuzluk hissetse de adamın gözlerinden kopamıyordu. Bağlam silikleşmiş, mutfakta hazırlık yapan Fikoş'un çıkardığı sesler ile Efe'nin bilgisayarından yükselen belgesel sesi yok olmuştu. Tabiri caizse etrafa yabancılaşmışlardı. Yalnızca göz temasları tanıdıktı sanki.

Boğazında kuvvetli bir düğüm varmış gibi güçlükle yutkunan Yavuz, bir müddet sonra elini İnci'nin kolundan uzaklaştırarak yavaşça yanına indirdi. Mahzun bakışlarını da İnci'nin göğüs kafesine indirip göz temaslarını kopardı ve yeniden yutkundu.

"İnci." derken dilinden dökülen isim kıymık olup yüreğine saplandı. Ruhu titreyip nefesi ağırlaşsa da bakışlarını yeniden İnci'nin gözlerine tırmandırdı. "Mutlaka kask tak olur mu?"

Yavuz'un dudaklarından dökülenlerle İnci'nin yüzü aydınlandı, nedenini anlayamadığı çocuksu bir sevinç kondu yüreğine. Yavuz onu düşünmüş, onun için endişe beslemişti.

"Olur, takarım Yavuz." dedi dudaklarına yerleşen geniş tebessümle. "Merak etme."

Buruk hatta neredeyse zoraki tebessümüyle başını salladı Yavuz.

"Peki o zaman. Görüşürüz." dedi gözleri yere inerken.

"Görüşürüz Yavuz."

Birbirlerine sırt çevirdiler. Biri Efe'nin odasına diğeri ise dış kapıya doğru yürüyünce koridorda tersi istikametlere ilerlemiş oldular. Fakat yürekleri, bir müddet daha az önceki anda konakladı.

*

Tabağına doldurduğu mezelere başlamak için saniye saydığı belli olan ve fazlaca iştahlı görünen İnci'ye gülümsedi Meriç.

"Hadi başla sen İnci."

Rakısından ufak bir yudum alarak kafasını iki yana salladı İnci.

"Senin balığın da gelsin öyle başlarım." diyerek duvarları Yeşilçam artistleriyle dolu olan meyhanede gezdirdi gözlerini. "Çok güzelmiş burası, fazla kalabalık da değil."

Ona ben buldum dercesine göz kırparak keyifle sandalyesinde geriye yaslandı Meriç.

"Mekan gurmesi olduğum söylenir." diyerek sahte bir böbürlenmeyle güldü. "Balıkları da çok güzel. Sen neden tüketmiyorsun, vejetaryen veya vegan falan mısın?"

"Vejetaryen gibi gibiyim diyelim."

Belirgin şekilde rahatlayan ifadesiyle iç geçirdi Meriç.

"İyi bari vegan olmamana sevindim. Ne yiyip ne içecektin o zaman? Süt, bal falan da yemiyor onlar. Yani bir ineğin sütünü kullanmamak veya arının balını yememek onları duygusal anlamda eksiltmiyor veya bir şey katmıyor. Bilinçleri yok çünkü."

Meriç'in bakış açısına şaşırmadan edememişti İnci. Duyduklarına hayıflandığı da su götürmez bir gerçekti.

"Üreticilerin bir ineği veya arıyı bahsettiğin besinleri üretebilmeleri için nasıl zorladıklarını, hayvanları sıkıştırdıklarını, daha yeni doğmuş bebek buzağıları annelerinden ayırdıklarını, daha fazla üretim uğruna zavallılara saçma sapan ilaçlar verdiklerini bilmiyor olamazsın Meriç." dedi ve başını hayıflı hayretiyle iki yana salladı. "Ben bilinçleri yok diyerek işin içinden çıkmayı doğru bulmuyorum. Merkezi sinir sistemleri var. Can acısını hissedebiliyorlar en nihayetinde. Üstelik duygularının olmadığına da asla inanmıyorum. Psikoloji alanında yapılan ve hayvanların kullanıldığı bir sürü duygu deneyi var. Harlow'un maymun deneyi buna ör-"

Ellerini teslim olan bir suçlu gibi havalandırıp gözlerini belerten Meriç araya girdi hemen.

"Partner vur dedik öldürdün. Uf! Çok tehlikeli bir kadınsın, kelimeleri silah olarak kullanma yeteneğin inanılmaz." diye yumuşatmaya çalıştı öfkeli görünen İnci'yi. "Ama biraz daha bu konudan konuşursak masadan vegan olarak ayrılabilirim. Aman aman."

Meriç'in konuyu şaka yollu da olsa örtbas edercesine kapatması, İnci'nin savuşturulduğunu hissetmesine sebep olmuştu. Belli ki onu anlamaya istekli biri yoktu karşısında. Uzatmayacaktı.

Sessizce "Peki." diye mırıldandı.

O sırada Meriç'in balığı da gelmişti zaten.

"Din peki? İnanıyorsan kurban bayramlarını nasıl geçiriyorsun?" diye sordu Meriç. Bir yandan balığını ayıklıyor bir yandan da İnci'yi izliyordu.

Omuz silkerek tebessüm etti İnci.

"Çocukken kıyameti koparırdım, dedem-" diyerek sustu.

Kurban bayramlarında ağladığı için dedesinin odasından çıkmasına ve bayramlıklarını giymesine izin vermediğini anlatmak istemedi Meriç'e. O anılara kendisi de dokunmak istemiyordu zaten.

"Deden de?"

"Saygı duymaya çalışıyorum." diyerek kestirip attı.

Sessizleştiler bir süre.

"Ben inananlara saygı duymakla birlikte bir dine inanmıyorum." diyen Meriç sessizliği bölerken İnci'nin gözleri, adamın gözlerine tırmanmıştı. "Annemin ailesi Yahudi kökenli et ve süt içeren ürünleri aynı anda tüketmiyorlar. Çok tuhaf geliyor bana. Bilmiyorum, ne onların dinine inanıyorum ne de müslüman olan babamınkine. Hoş babam da deist falan bence." diyerek bakışlarına oturan somut kinle gördü acı acı güldü. "O yere göğe sığmayan, gücü her şeye yeten Tanrı varsa bunca iğrençliğe neden izin veriyor?"

Tabağındaki haydariden çatalının ucuyla alıp ağzına yollayan İnci'nin bakışları dalgınlaşmıştı. O da çocukken annesini ondan alan Yaradan'a defalarca küsmüş, kendince gönül koymuştu.

"Bunu sorguladığımda sınav derdi anneannem." dedi buğulanan sesiyle. "Allah bizi sabır sınavına tabii tutuyor derdi."

"Küçücük bebeklere tecavüz ediliyor İnci." dedi Meriç hayıfla. "Dünyadan haberi olmayan bir bebeği neyin sınavına tabii tutuyor ya?! İlahi gücü her şeye yetiyor ya neden mani olmuyor o bebeğin o anları yaşamasına?!"

Boğazı düğümlenen İnci, yaşlarla dolan gözlerini tabağına indirdi.

"Dünya çok adaletsiz Meriç. Adalet, eşitlik, hak, hukuk için çırpınıp duruyorum kendimce ama gerçekçi baktığımda yapabildiklerim çölde kum tanesi olarak kalıyor." diyerek göğsüne oturan keskin ağırlıkla yutkundu. "O yüzden Tanrı'ya ve adaletin tecelli edeceği ebedi dünyasına inanmak rahatlatıyor beni. İnanmasam, insanların yaptıklarının yanına kalacak olması düşüncesi mahvederdi beni."

Havalanan kaşlarıyla çarpık fakat acılı biçimde gülen Meriç, rakısına uzanıp bardağı dudaklarına yasladı. Uzun bir yudum alarak sol eliyle kulağındaki yaprak desenli küpeyi gösterdi.

"Kardeşim, Yaprak." dedi yaşaran ela gözleri ve titreyen sesiyle. "6 yaşında kansere yakalandı. 9 yaşındaydım ben de."

Duyduğu şeyle beyninden vurulmuşa dönen İnci'nin yaşlarla dolu olan gözleri genç adamın kulağındaki yaprak desenli küpeye kaymıştı. Boğazında büyüyen ateşten düğümle sessiz kaldı.

"Bunu öğrenir öğrenmez çift dinli bir aile çocuğu olarak hem müslümanlığın hem de yahudiliğin gereği olan yükümlülükleri yaptım." diye devam etti Meriç de boğuklaşıp kısılan sesiyle. "Oruç tuttum, namaz kıldım, et ve sütü aynı anda yemedim. Şabat günlerinde dünyadan izole oldum... Bunları yaparken de Tanrı'ya deli gibi yalvardım Yaprak'ı benden almaması için. Ama ne oldu, Yaprak'ı benden aldı..."

Adamın kulağındaki yaprak desenli küpede takılan kalan gözlerindeki yaşlar yanaklarına boşalan İnci'nin içi kavruldu. Sol eli istemsizce sağ bileğinin iç kısmındaki  different not less yazılı dövmeye gitti. İkizini koruyormuş gibi avcunu dövmenin üzerine sardı. İkizine ufacık bir şey olması ihtimali dahi içini oyardı. Meriç buna nasıl dayanmıştı. Artan ızdıraplı gözyaşlarıyla kafasını önüne eğdi. Ne diyeceğini bilemediği, çaresiz bir anın tam ortasındaydı yine.

O esnada gözlerinden süzülen yaşlarla "6 yaşındaki bir çocuğun kanser oluşunu engellemeyen Tanrı'ya inanmam mümkün değil." dedi dinmediği belli olan öfkesiyle Meriç.

Hissettiği çaresizlik yüreğini ezerken "Çok üzgünüm Meriç..." diye fısıldadı İnci gözyaşları içinde.

"Rus asıllı Amerikan bir yazarın kitabını okudum geçenlerde. Yazarın ismini hatırlamıyorum ama kitabın ismi Sağır Cumhuriyet'ti sanırım. Kitapta şöyle bir monolog geçiyordu İnci." diye devam etti Meriç ve rakısından bir yudum daha alıp gözyaşlarını ellerinin tersiyle silerek arkasına yasladı. "Tanrı'nın duruşmasında soracağız: Bütün bunlara neden izin verdin? Cevap bir yankı olacak: Bütün bunlara neden izin verdin?"

Tüyleri ürperdi İnci'nin. Gözlerindeki yaşlar bir bir yanaklarına dökülmeye devam etti.

"Ben o yankı ile karşılaşacağıma eminim. Ama umarım sen böyle bir yankı ile karşılaşmazsın İnci."

Sonraki birkaç dakika sessizlik hüküm sürdü masada. İnci sessizce ağlamaya devam edince de kendisini toparlayan Meriç duruma el attı hemen.

"İki kafa dağıtmaya geldik partner ya. Tamam yeter kapat şu çeşmeleri." diyerek masadaki deniz börülcesinden İnci'nin tabağına doldurdu. "Bak bundan mutlaka ye. Şahane bir şey."

Ellerinin tersiyle yanaklarını ve gözlerini silen İnci gülümseyerek adamın tabağına doldurduğu börülceden tattı.

"Harikaymış sahiden."

Daha sonrasında yüreklerine ağır gelmeyecek şeylerden konuşup, gülüp eğlendiler.

*

"Hadi bakalım saat geç oldu, başka sorusu olan yoksa bitiriyorum etütü?"

Çalıştığı okuldan çıkıp sevgi evine geçen Zeynep, çocukların soruları bitince sevecen bakışlarını yorgun gözlerle onu izleyen çocukları üzerinde gezdirdi.

"Yok hocam, teşekkür ederiz." diyen çocuklara başını salladı. 

"Bol bol dinlenin o zaman." dedi ve öğretmen masasında oturmuş, aşağı sarkıttığı bacaklarını sallayarak hem Zeynep'i hem de ondan büyük çocukları izleyen Eda'ya döndü.

Minik kız canı sıkıldığı için ses çıkarmayacağına söz vererek yanlarına gelmiş ve dediğini yaparak uslu uslu onları izlemişti. Sevgiyle dolup taşan yüreği ile şirin gözlerle ona bakan Eda'yı kucağına aldı Zeynep. Küçük kızın saçlarını ve yanaklarını öperken de diğer çocuklara döndü.

Yalandan bir otoriteyle çenesini havaya dikti. "Öpücük vermeden etüt odasını terk edemezsiniz!"

Bu kurala bayılan ve kıkır kıkır gülen çocukları sırayla öpüp, etüt odasından uğurlarken huzurdan mest olan Zeynep, bulutların üzerinde hissediyordu. Sona kalan Kemal'i de öperek, Eda'yı kucağından indirdi ve diğer çocuklarla el ele tutuşarak uyku odasına giden minik kıza göz kırptı. Yalnız kaldığında da iç çekerek eşyalarını topladı ve etüt odasından dışarı çıkıp merdivenlere ilerledi. Krem rengi trençkotunu aceleyle üzerine geçirirken aşağı kata inmişti bile. Yorgundu, hemen eve gidip yatağına girmek istiyordu. Lakin aşağı indiği sırada koridorun diğer ucunda beş basamaklı metal merdivene çıkmış, ampul değiştirmekte olan beyaz gömlekli, siyah takım elbiseli Ulaş'ı ve onun çıktığı merdiveni tutmakta olan kurum görevlisi Ferit abisini görünce durdu adımları.

Dudaklarına refleksif biçimde yerleşen hoşnut tebessümle elindeki kitapları göğsüne bastırarak onları izlemeye koyuldu.

"Ferit abi, sağlam tutuyorsun değil mi?" diyen Ulaş, bir yandan taktığı ampulü çeviriyor bir yandan da düşmemesi için üzerinde bulunduğu merdiveni tutan adamı uyarıyordu. "Bak düşersem benim çanak net gider, zemin mermer çünkü."

Ulaş'ın telaşına bıyıkaltı gülen Ferit başını iki yana salladı.

"Merakta kalma sağlam tutuyorum animallah. Yarın usta gelecekti zaten keşke sen uğraşsaydın."

"Olsun yanıp sönen ışık çocukları korkutabilirdi. Hem tesisatı hallettik, bir ampul takması kaldı." dedi ve ampulü son kez çevirip keyifle güldü. "İşte bu da tamam."

İşinin bitmiş olmasının verdiği keyifle elinin tersini alnına yaslayıp sanki terlemiş gibi sildi. Sonra da aşağı inmek için başını yere eğdi ve alt basamağa adım atmaya yeltendi. Fakat hafiften sola çevrilen başıyla görüş açısına onu izleyen Zeynep girdi.

Bunu beklemediğinden gözleri irileşip, dudakları iki yana kıvrılırken "Aha, kedi de buradaymış!" dedi heyecandan yükselen sesiyle.

Gözlerini kısıp daha dikkatli baktığında Zeynep'in onu hoşnut gözlerle izliyor olduğunu fark ettiğinden heyecanı katlanmış, eli ayağı birbirine dolanmış ve bağı çözülen ayakları üzerindeki bulunduğu metal merdivenin basamaklardan aşağı kaymıştı. Neyse ki odağı Ulaş'ta olan Ferit abisi atik davranıp, onu tuttuğundan düşmesini engellemişti. Lakin adamın Ulaş'ı tutması Zeynep'in katıla katıla gülmeye başlamasını engelleyememişti.

Ulaş ise boğazını temizleyerek bozuntuya vermeden ceketini düzeltirken "Sağ ol Ferit abi." dedi merdiveni toplayıp malzeme odasına koşturan adama.

"Bir şey değil, sen sağ ol."

Gözden kaybolan adamla beraber Zeynep'in adımları da Ulaş'a doğru ilerledi ve gülmemeye çalışarak hala bozuntuya vermemeye çalışan Ulaş'ın karşısına dikildi.

Kitaplarını göğsüne bastırmaya devam ederken "Neyse ki dokuz canlısın." dedi muzip tonlamasıyla.

Kızın muzip tonlamasını yakalayan Ulaş'ın dudakları çarpık gülüşünün etkisiyle iki yana kıvrılırken yeşil gözleri Zeynep'in masmavi gözlerini bulmuştu.

"Eh, kişi kendinden bilir işi tabii." diyerek anında aynı muziplikle karşılık verdi ve alçalan sesiyle ekledi. "Miyaaav."

Gözlerini devirerek burun kıvırdı Zeynep ve tembelce omuz silkti.

"Çok yorgunum atışamayacağım seninle." diyerek bakışlarını yukarı kaldırıp lambayı işaret etti. "Dikkatli olmalısın. Az kalsın düşüyordun."

"Belki de çoktan düşmüşümdür?"

Ulaş'ın söylediği şeyle Zeynep'in tavana dikilen gözleri yeniden Ulaş'ın parıldayan yeşil gözlerine indi. Orada kendi yansımasını görmek kalbini tekletmişti.

"N-ne?"

İç geçiren Ulaş "Neyse." diyerek elini ensesine atıp güldü. Zeynep ise o saniyelerde İnci ile Yavuz'un düğünü dışında ilk kez takım elbiseli gördüğü adamın izlenisi görüntüsünde kaybolmuştu. "Ben çıkıyordum, sen de çıkıyorsan beraber çıkabiliriz. Aynı yerde yaşıyoruz sonuçta Zeynep."

Zeynep'in dalmış gibi öylece onu izlediğini görünce belli belirsiz kaşları çatıldı Ulaş'ın.

"Zeynep?"

Kafasını iki yana silkip kitaplarına biraz daha sarıldı Zeynep.

"Hı?"

"Beraber eve gidelim mi diyorum?" dedi Ulaş gülüşünü büyüterek. "Komşuyuz ya artık." diye de ekledi bundan duyduğu yoğun memnuniyeti gizlemeden.

Boğazını temizleyerek "Olur." dedi Zeynep ve yan yana dışarı çıkıp sevgi evinden ayrıldılar.

"Yerleştin mi?"

Kafasını salladı Ulaş.

"Nakliyeciler her şeyi hallettiler." diyerek yamuk gülüşüyle kıza takılırcasına imayla omuz silkti. "Ütü yapıp kıyafetlerimi yerleştireceğim sadece."

Bir şey söylemedi Zeynep. Beraberce metroya uzanan yolda yürümeye başladıklarında kalbinde olup bitenlerden dolayı huzursuz hissettiğinden sessizleşmişti kız.

"Sana dair çok az şey biliyorum." diyerek sessizliği böldü Ulaş. "Bana biraz kendinden bir şeyler anlatsana."

"Ne anlatayım ki?" diyerek kitaplarını göğsüne biraz daha bastırdı Zeynep.

"Nerelisin mesela? Ailen nerede?"

Tebessüm etti Zeynep.

"Rize'deler şu an. Ama nereli olduğum muamma. Çünkü babaannem Giresun'lu, dedem de Rize'li annemin ailesi de Rize'li ama babaannem ısrarla Giresun'lu olduğumuzu iddia ediyor. Şehrine pek düşkün." diyerek aklına gelen geçmişe ait resimlerle dudaklarındaki hafif tebessüm genişledi. "Biraz inatçı ve baskın bir kişiliği var ama çok severim nenemi. Abimle beni o büyüttü."

"Neden babaannen büyüttü?" diye sordu Ulaş, kızın anne babasını kaybetmiş olma ihtimali yüreğini sızlatırken. "Yani pat diye birden sordum ama."

Sorun olmadığını belirtircesine kafasını iki yana salladı Zeynep.

"Annemle babam öğretmenler, meslekleri gereği çok sık şehir değiştirdikleri ve annemin de bakıcılara güven konusunda endişeleri olduğu için abimle beni Rize'ye, babaannemle dedeme emanet ediyorlardı. Birkaç yıl sonra tayinleri Rize'ye çıksa da biz abimle kaçıp kaçıp babaanneme gitmekten hiç vazgeçmedik."

Zeynep'i tanıştıkları zamandan bu yana ilk kez içten gülüşüyle uzun uzun konuşurken gören Ulaş'ın bakışları kızın güzel yüzünde takılı kalmış ve dudakları da keyifle iki yana kıvrılmıştı.

"Eh, artık kuymak yaparsın bir gün hemşo."

Kaşları havalanan Zeynep, kıkırdayarak irileşen mavi gözlerini yanında yürümekte olan Ulaş'a çevirdi.

"Aaa sen de iyice aşçı belledin beni." dedi yalandan bir serzenişle.

Ellerini pantolonunun ceplerine sokuşturarak aşağı kıvrılan dudakları ile bilmiş bilmiş omuz silkti Ulaş.

"Hamarat kedi dedik o kadar hakkını ver."

Kafasını bir şeyleri tartar gibi sağa sola yatıran Zeynep, Ulaş'ın gözlerinin içine bakarak omuz silkti.

"Bakacağız artık."

Mutlu ve huzurlu çıkan sesleri sokakta yankılanırken yüzlerindeki sıcak tebessümlerin eşliğiyle sohbet ede ede gözden kayboldular.

*

Efe'nin yanından ayrılıp günler sonra evine dönen Yavuz, gecenin karanlığıyla dolu evine girip kapıyı kapatarak ışıkları yaktı. Onun için beton yığınından başka bir şey ifade etmeyen kocaman evi, bomboş ve sessizdi. Kederle gülümsedi. Evinin boş oluşu ilk kez bu denli koymuştu ona. İnci, Efe ve diğerlerinin evdeki halleri film şeridi gibi gözlerinin önünden geçerken boğazı düğümlendi, bakışları buğulandı. Ağır adımlarla salona yürüdü.

Kısık sesiyle "Merhaba oğlum." dedi onun geldiğini duyunca koca bedenini kaldırıp, salon kapısına yürüyen Brütüs'e. Eğilip hayvanın başını okşarken, Brütüs ile İnci'nin uyuduğu anları hatırlamış ve dudaklarındaki buruk tebessüm genişlemişti. "Ah İnci..."

Nefes alamıyormuş gibi gürültüyle soluklanıp sızlayan şakaklarını ovdu. Yüreğini kaplayan karmaşık hislerin altında can çekiştiğini hissediyordu.

"Yavuz?"

O sırada anahtarla açtığı dış kapıdan giren Emir'in sesini işitince koridora adımladı Yavuz. Arkadaşı elindeki yemek poşetleri ile kapıyı kapatıp ona doğru yürümeye başlamıştı.

"Yemek yemediğine adım kadar eminim. Hadi şunları tabağa koyayım da atıştır biraz."

Gözleriyle onu takip eden Yavuz "Aç değilim Emir." diye itiraz etse Emir onu dinlememiş mutfağa geçmişti.

Uzunca soluklanan Yavuz da isteksiz adımlarla peşinden gidip içki dolabından bir şişe viski çıkardı, kolunun altına sıkıştırdı. Daha sonra da soğuk su almak için buzdolabını açtı.

"Yemek yemeden alkol içmene müsaade etmeyeceğimi çok iyi biliyorsun." diyerek aldığı tavuk ızgarayı tabağa koyup birkaç dilim ekmek ekledi yanına Emir. "Soru sormayacağım, konuşmayacağım. Sen de karşılığında yemek yiyeceksin. Hadi salona geç, yemekleri getiriyorum ben."

"Annemlerde çorba içtim." dedi Yavuz.

Aralık dudakları ile devam etmeye hazırlanırken almak için uzandığı su şişesinin arkasındaki yarısı yenmiş olan bir kase sütlacı görünce duraksadı. Yarısı yenmiş olan kaseye, üzerinde büyük harflerle İNCİ yazan beyaz bir etiket yapıştırılmıştı. Yüreği burkuldu Yavuz'un. Kısılan gözleri sütlaçta takılı kalırken uzanıp kaseyi eline aldı. Tüm odağı kasede ve üzerindeki etiketteydi şimdi. Hüzünle gülümsedi. Konser günü kim vurduya gitsin istemediği sütlacını orada unutmuş olmalıydı kız.

Konuşmaya devam eden Emir'i mutfakta bırakarak elindeki sütlaç ve kolunun altına sıkıştırdığı viskisi ile salona geri döndü Yavuz. Viski şişesini devasa cam sehpaya bırakıp, elindeki sütlaç kasesi ile usulca koltuğa çöktü. Yaşarmaya yüz tutan gözleri iki avcu arasında tuttuğu sütlacın üzerindeki İNCİ yazılı etiketten tek saniye ayrılmıyordu. Boğazındaki düğüme rağmen yutkundu. Tutuk tebessümüyle başparmaklarını etikete yaklaştırıp varla yok arası dokunuşlarla kızın ismine dokundu. İnci'nin ismine dokunur dokunmaz tutuk tebessümü büyüdü. Göğsünü sıkıştıran hisler yumuşadı. Etikette yazan İNCİ'yi parmaklarıyla usul usul sevdi. Buğulanan gözleriyle o yazıya dalıp gitti...

"Geldim, hadi bir-"

Salona girip elindeki tabakla Yavuz'un yanına oturan Emir, arkadaşının dalıp gittiği şeyi görünce nefesini tutup ensesini geriye yatırdı. İçi acıdı. Yavuz, bu dünyada yalnızca kendisine gaddar kesilmişti.

"Yavuz." diyerek kolunu uzatıp destek olurcasına arkadaşının omzuna doladı. "Hadi yemeğini ye."

Emir'in sesi ve temasıyla kendisine gelen Yavuz, elindeki sütlacı derhal sehpaya bırakıp kötü bir şey yaparken yakalanmış biri gibi kafasını suçlulukla yere eğdi. Onun nasıl bir cenderede olduğunu bilen Emir ise herhangi bir yorum yapmadan sessizce elindeki tabağı arkadaşının dizleri üzerine bıraktı. Yavuz için yaşadığı bu duygu beklenmedikti. Bu denli sarsılması normaldi.

"Hadi birkaç lokma ye."

Buğulu gözleri dizlerine bırakılan tabağa inen Yavuz, boğazındaki sancılı düğüme rağmen gülümsedi. Zira Emir, yemesi için ona tabak hazırlamakla kalmamış ızgara tavuğu uğraşmadan yiyebilmesi için lokmalık parçalara bile ayırmıştı. Emir'in güzel yüreği için kendisini zorlayarak tabağın yanına iliştirilmiş çatala uzandı. Birkaç lokma yedi. Daha doğrusu ağzında büyüyen lokmaları neredeyse tam tam yuttu.

"Sağ ol Emir." derken dizlerindeki tabağı da sehpaya bırakıp, viski şişesini aldı.

"Yanında kalmamı ister misin? Beraber içelim ha?"

Onu dirseğiyle dürtüp gülümseyen arkadaşına hayır dercesine başını iki yana salladı Yavuz.

"Yalnız kalsam daha iyi Emir. Buna biraz daha ihtiyacım var." diyerek minnetle sol elinin avuç içini arkadaşının dizine uzatıp üç kez hafifçe vurdu. "Ama iyi ki varsın. Varlığına minnettarım."

"Sen de iyi ki varsın."

Eliyle Yavuz'un sırtını sıvazlayan Emir, arkadaşının yalnız kalma isteğine saygı duyduğundan birkaç dakika sonra evi terk etti. Yavuz ise kapağını açtığı viski şişesini başına dikerek koltukta geriye yaslandı. Pür dikkat gözleri sehpanın üzerindeki sütlaçtaydı.

Şişeden uzun bir yudum daha aldı. Yemek borusundan midesine akan sıvının içini yaktığını hissetti. Fakat içindeki yangın yanında sıvının yakıcılığı koca bir hiçti aslında.

Dakikalar hızla tükenirken şişesini yarılamıştı bile. Kana karışan alkol fiziksel hareketlerini yavaşlatmış, başını ağırlaştırmıştı. Yüzü ise sarhoşluğa özgü gülmek ve ağlamak arasında kalan bir ifadeyle kaplanmıştı.

Hafiften yalpalayan diliyle "Ah be küçük haydut..." diyerek yarı alaycı yarı hayıflı biçimde kendi kendine sırıttı. "Bak, haydutsun işte. Onayımı almadan yüreğimi istila edip, benliğime yayıldın."

Cümlesi biter bitmez söylediği şeye kaşlarını çattı.

"Onayımı almak?" diyerek havalanan kaşlarıyla sitem dolu bir kahkaha attı. "Küstah Yavuz!"

Kendine hayıfla şişesinden ard arda uzun yudumlar aldı. Gözlerini sütlaç üzerindeki yazıdan ayırmadan öksürdü. Midesi bulanmaya başlamıştı, fakat aldırış etmedi.

Aklına İnci düştü.

Kız evden çıkar çıkmaz düşünmeye başladığı soru yeniden beliriverdi zihninde. Ne yapıyordu şimdi? Meriç'le keyifli bir sohbete girişmiş miydi? Nefes almadan gözlerini iri iri açarak bir şeyler anlatıyor muydu? Ters düşüyor muydu o adamla da acaba? Peki ters düştüklerinde o ufak burnu inatla havaya dikiliyor muydu? Fikrini besleyen argümanlarını gözünü kırpmadan tüm tutkusuyla ifade ediyor muydu? Aklından geçmeye hazırlanan soru ile duraksadı. Boğazında bir şey kalmış gibi kasıldı yüzü. Peki Meriç, onun asla yapamadığı şeyi yapıp kızın yanaklarında beliren derin gamzeleri uzun uzun izliyor muydu?

"Ne yapıyorsun Yavuz?" diyerek şişeyi tutmayan eliyle alnına vurdu. "Tüm bunlar seni ne ilgilendirir?"

Ayrıcalıklı olma arzunun yanında içten içte onun İnci'de gördüklerini bir başkasının da aynı şekilde görmesinden endişe ediyordu. Zira İnci, yüreğini bizzat bunlarla istila etmemiş miydi?

Nefes alamıyormuş gibi elini gömleği üzerinden göğsüne yaslayarak sancıyan kalbini ovuşturdu. Pencereyi dövmeye başlayan yağmurun sesini de o anda işitti. Bunu işitir işitmez de elindeki şişeyle ayaklanıp sarsak adımlarla kendisini bahçeye attı. Yağan yağmur ve serin hava belki biraz olsun içindeki yangını azaltırdı.

Elindeki şişeyi kafasına dikip şiddetle yağmaya devam eden yağmurun altında sırıksıklam kesilmeyi umursamadan, kollarını iki yana açıp başını göğe dikti. Dakikalarca öyle kalmasına rağmen serin havadan ve yağmurdan etkilenen tek şey bedeniydi. İçindeki yangına tek bir damla dahi ulaşmamıştı.

"Olmaz. Ne o bana iyi gelir ne de ben ona..." dedi yalvarırcasına.

Tüm gücünü yitirmiş, bacakları onu taşıyamıyormuş gibi dizleri üzerine çöktü. Daha sonra da bedenini geriye devirip ıslak çimlerin üzerine sırtüstü uzandı. Dakikalar sonra da üzerine yağmaya devam eden yağmurun altında sızıverdi.

*

"Bayağı yağdı bu akşam." diyen Meriç, yağmurun ıslatmış olduğu sokakta gezdirdiği gözleriyle güldü. "Güzel oldu ama sayesinde birer duble daha içtik."

İkisi de sarhoş olmamıştı, sadece hafiften çakırkeyiflerdi.

"İlkbahar yağmurlarını seviyorum sonrası yaz çünkü." diyerek omuz silkti İnci de. Ellerini de trençkotunun ceplerine sokuşturup ıslak zemine indirdi gözlerini. "Ama kışın habercisi olan sonbahar yağmurları içimi kasvetle dolduruyor."

"E ama kış olmadan da yazın kıymeti bilinir miydi partner?"

İnci'nin dudakları belli belirsiz iki yana kıvrılıverdi duyduğu şeyin hemen ardından. Yavuz'la bunun üzerine konuştukları anlar düşmüştü zihnine. Zıtların birliği, Hegel'in arı diyalektiği, Yavuz'la o akşam bu konu üzerine konuştuklarının tümü...

Kızın yüzündeki tebessümü keyifli gözlerle izleyen Meriç, "Bir şey demedin?" diye sorunca İnci kapılmış olduğu dalgınlıktan sıyrılarak ona çevirdi gözlerini.

"Evet, öyle tabii."

Gözlerini yeniden yürüdükleri sokağa döndüreceği sırada aniden koluna giren Meriç ile adamın suratında kalakaldı gözleri.

"Seni bırakmadan önce İstiklal'i turlayalım biraz. Çocukluğum burada geçti. Annemin atölyesi buradaydı, sergileri de Pera'da olurdu. " diyerek o günleri çok özlüyormuş gibi güldü. "90'ların sonu 2000'lerin başındaki havası yok ama hala seviyorum işte."

Meriç'in hevesli halini görünce itiraz etmedi İnci.

"Olur."

Beraberce İstiklal'e saptılar. Yaklaşık yarım saat önce kesilen yağmurdan ötürü her zamanki kalabalığı yoktu. Fakat yine de etrafın boş olduğu söylenemezdi. Zira İstiklal'in simgesi olan travmayla fotoğraf çekilebilmek için poz veren, poz verenleri çekmeye çalışan, görüntülü konuşarak konuştuğu kişiye etrafı gösteren, hiçbir şey yapmadan bomboş yürüyen veya ufak gruplar halinde gezen insanların sayısı da azımsanamazdı. Ayrıca caddenin belli noktalarında kendilerine yer bulabilmiş sokak sanatçıları da enstrümanları aracılığıyla çıkarıyor oldukları envai çeşit ezgiyi etraftaki insanlara armağan ediyorlardı.

"Vay be 20 yılda bir mekanın sosyal çehresi bu kadar mı değişir?"

Olan biteni izleyen Meriç, koluna girdiği İnci'yi sık sık dürterek gördüklerini yorumluyordu. Lakin bedenen onunla beraber yürüyen İnci, zihnen ve ruhen çok uzaktaydı. İstese de bunların hiçbirine odaklanamıyordu. Çünkü kafasının içinde Yavuz'la İstiklal'de yürüdükleri anlar canlanıyor, adamın parlak gözleri ve sıcacık gülüşü gözlerinin önünde beliriyor, kulaklarında da Brazzaville'in Bosphorus şarkısı çalıyordu.

"Aaa! Bu şarkıda dans etmezsek asla olmaz İnci."

Meriç'in adımları Bobby Rydell'in Sway şarkısını çalıp söylemekte olan sokak sanatçılarının hemen yanında durunca İnci'nin dalgın adımları da durdu. Zihninde dönenlerden sıyrılmak zorunda kaldı kız. Fakat bu kez de aklından geçenlerin huzursuzluğuyla kuşatıldı. Neden sürekli Yavuz'a kayıyordu aklı?

O sırada "Bu dansı bana lütfeder misin partner?" diyerek hemen önünde reverans yapan Meriç'e gülümsemeye çalıştı.

İçine çektiği derin nefesle aklında dönenlerden uzaklaşmak adına başını salladı ve reveransını sonlandırarak ona avuçlarını uzatan Meriç'e ellerini verdi. Ela gözlerindeki mutlu ışıltılarla İnci'nin sol elini omzuna yerleştirip sağ elini de kendi sol avcuna hapsetti Meriç. Kolunu da kızın beline sardığında onları izlemeye başlayan insanların şarkıya eşlik eden ıslıklarıyla dans etmeye başladılar.

Meriç dudaklarındaki keyifli gülüşle şarkıya eşlik ederken gözlerini İnci'nin gözlerinden ayırmadan dansın ritmine kapılmış adımlarıyla hayli tutuk duran İnci'yi yönlendiriyordu. Odağını ona ayak uydurmakta tutmaya çabalayan İnci ise gözleri gözlerinde olan adama bakıp gülümseme gayreti içerisindeydi. Zihnini oraya üşüşmek için fırsat kollayan resimlere kapatmaktı amacı. Lakin çabasının sonuçsuz kalması, yalnızca birkaç saniyesini almıştı. Yavuz'la günler önce yapmış olduğu tangoya ait resimler yine ve yeniden çil yavrusu gibi zihnine saçılmıştı.

O esnada İnci'nin bedenini kendisine biraz daha çeken Meriç, "Beni yakınında tut." diye fısıldadı, danslarına eşlik eden şarkıya atıfta bulunarak.

Ruhu çoktan o kış bahçesine kanatlanmış olan İnci'nin boğazı düğümlendi, gözleri yaşardı. Neden anda kalamıyordu? Neden bu ana ait hissetmiyordu? Neden şu an ettiği dansa yabancı hissediyordu? Neden o kış bahçesinde, Yavuz'la dans etmek istiyordu? Neden şimdi orada olamadığı için kalbi sancıyordu? Peki orada olsa nasıl hissederdi? Kalbinin sıcacık olup genişleyeceğine, nefesinin kesileceğine ve bedenine tatlı bir yangının yayılacağına emindi? Neden böyle hissediyordu? Neden Yavuz'la beraberken dış dünyadan kolaylıkla soyutlanabiliyordu? Neden her anına Yavuz ve onunla yaşadığı anlar sirayet ediyordu? Cesaretle yutkundu. Ne zamandır sorulara cevap vermekten kaçar olmuştu İnci?

Zihninde dört dönen cevapsız nedenler arttıkça kızın farkındalığı da artıyordu. Keza boğazındaki düğüm ve gözlerini kaplayan yaşlar da o farkındalıkla her geçen saniye daha da şiddetleniyordu.

Lakin "İnci." diyerek sağ şakağını kızın sol şakağına yaslayan ve İnci'nin belindeki elinin tutuşunu kuvvetlendiren Meriç bunlardan bihaberdi. Kızın kokusuyla gözleri usulca kapanırken "İnci." diye yeniden fısıldadı ve itiraf edercesine ekledi. "Sanırım bir yanım senden hoşlanmak istiyor."

Duyduğu beklenmedik itirafla cansız bir put gibi kaskatı kesildi İnci, allak bullak olan zihni ve hislerinden dolayı zaten daralmakta olan nefesi göğsünü yaktı. Soluğunu tutan Meriç ise aynı saniyelerde şakaklarını ayırarak yüzünü kızın yüzünden çok az uzaklaştırıp bakışlarını birleştirdi. Ela gözlerindeki beklenti dolu ifadeyle dudaklarını yalayıp gülümserken de heyecanla yutkundu.

"Hislerimin derinleşmesi sana bağlı İnci. Sence romantik bir ilişkiyi denemeli miyiz?"

Meriç'in söyledikleri ile gözlerini dolduran yaşlar yanaklarına boşalan İnci, dudaklarını birbirine bastırdı. Meriç'e böyle bir şey için asla evet diyemez, ufacık bir umut kırıntısı dahi veremezdi. Çünkü neden diye sorduğu soruların çoktandır gözünün önünde olan cevabını artık biliyordu.

Yüreğindeki mağlubiyet sesini kısıp yüreğini acıyla titretse de "Olmaz." diye fısıldadı İnci ve gözlerinden süzülen yeni yaşlarla başını iki yana salladı. "Ben başkasına aşığım."

***

Amanin benim çocukların ikisi de aşklarını kabullendi! 🤭 Bundan sonrası Allahutealaya emanet haydi bakalım 🤪

Çıkmadan oy vermeyi unutmayalım 🙈

Bilgi, kesit ve iletişim için;
Instagram: misahanimm
Twitter: misahanimm

Continue Reading

You'll Also Like

34.1K 2.9K 4
"Sana geldim Güneş. Meçhule gelir gibi geldim sana. Bana yardım et çünkü ben, senin sessizliğinde sağır oldum." Gökyüzünden firar eden feryat, Alihan...
209K 13.7K 24
Bütün cümlelerimi, kelimelerimi feda ettim. Şakaklarımdan, köprücük kemiklerime doğru süzülen terleri hissediyordum. Avuç içlerimdeki kanların yere d...
1.8M 126K 29
Onların kaderi yıllar önce yaşanmış tek bir gece sayesinde birleşti. Bir anda karşısına çıkan ve peşini bırakmayan Atmanlı aşireti genç kızın bütün s...
3.9M 239K 81
* Siz: Ay acaba lamalar uçsa nasıl olurdu? Siz: Düşünsene, kafana tıpkı martının sıçması gibi tükürüyorlar. Siz: Çok komik olmaz mıydı? ÜSĞĞDDĞSPDĞPF...