Maça Kızı 8

By dpamuk

165M 7.1M 24.5M

"Verdiğim acıyı silebilmek için her bir saç telini öpmek istiyorum," dedi. Önce nefes almayı bıraktım. "Ama... More

Tanıtım*
1.Bölüm
2.Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
11.Bölüm
12.Bölüm
13.Bölüm
14.Bölüm
15.Bölüm
16.Bölüm
17.Bölüm
18.Bölüm
19.Bölüm
20.Bölüm
21.Bölüm
22.Bölüm
23.Bölüm
24.Bölüm
25.Bölüm
26.Bölüm
27.Bölüm
28.Bölüm
29.Bölüm
30.Bölüm
31.Bölüm
32.Bölüm
33.Bölüm
34.Bölüm
35.Bölüm
36.Bölüm
37.Bölüm
38.Bölüm
39.Bölüm
40.Bölüm
41.Bölüm
42.Bölüm
43.Bölüm
44.Bölüm
45.Bölüm
46.Bölüm
47.Bölüm
48.Bölüm
49.Bölüm
50.Bölüm
51.Bölüm
52.Bölüm
53.Bölüm
54.Bölüm
55.Bölüm
56.Bölüm
57.Bölüm
58.Bölüm
59.Bölüm
60.Bölüm
61.Bölüm
62.Bölüm
Yılbaşı Özel Bölümü*
63.Bölüm
64.Bölüm
65.Bölüm
66.Bölüm
67.Bölüm
68.Bölüm
69.Bölüm
70.Bölüm
71.Bölüm
72.Bölüm
73.Bölüm
Bayram Özel Bölümü*
74.Bölüm
75.Bölüm
76.Bölüm
77.Bölüm
78.Bölüm
79.Bölüm
80.Bölüm
81.Bölüm
82.Bölüm
83.Bölüm
84.Bölüm
85.Bölüm
86.Bölüm
87.Bölüm
88.Bölüm
89.Bölüm
14 Şubat Özel Bölümü*
8 Mart Özel Bölümü*
Maça Kızı 8 Ailesi'ne*
Geçmiş Hikaye*
90.Bölüm
91.Bölüm
92.Bölüm
93.Bölüm
94.Bölüm
95.Bölüm
Bayram Özel Bölümü - II*
96.Bölüm
97.Bölüm
98.Bölüm
99.Bölüm
100.Bölüm
101.Bölüm
102.Bölüm
103.Bölüm
104.Bölüm
105.Bölüm
106.Bölüm
107.Bölüm
108.Bölüm
109.Bölüm
110.Bölüm
111.Bölüm
112.Bölüm
113.Bölüm
114.Bölüm
115.Bölüm
116.Bölüm
117.Bölüm
118.Bölüm
119.Bölüm
120.Bölüm
121.Bölüm
122.Bölüm
123.Bölüm
124.Bölüm
125.Bölüm
126.Bölüm
127.Bölüm
128.Bölüm
129.Bölüm
8*
18 Ağustos'un Devamı*
Son Perde*
8 Kasım 2017*
Yıldız Tozu*
130.Bölüm
131.Bölüm
132.Bölüm
133.Bölüm
134.Bölüm
135. Bölüm
136.Bölüm
137.Bölüm
138.Bölüm
139.Bölüm
140.Bölüm
141.Bölüm
142.Bölüm
143.Bölüm
144.Bölüm
145.Bölüm
146.Bölüm
147.Bölüm
148.Bölüm
149.Bölüm
150.Bölüm
151.Bölüm
152.Bölüm
153.Bölüm
154.Bölüm
156.Bölüm
157.Bölüm
158.Bölüm
3 Yıl, 1 Ay Sonrası*
159.Bölüm
160.Bölüm
161.Bölüm
162.Bölüm
163.Bölüm
164.Bölüm
25 Eylül 2018*
165.Bölüm
166.Bölüm
167.Bölüm
168.Bölüm
169.Bölüm
170.Bölüm
171.Bölüm
Güneşçiçeği*🌻
Güneşçiçeği*🌻🌻
172.Bölüm
173.Bölüm
174.Bölüm
175.Bölüm
176.Bölüm
177.Bölüm
178.Bölüm
179.Bölüm
180.Bölüm
181.Bölüm
182.Bölüm
183.Bölüm

155.Bölüm

519K 27.2K 80.7K
By dpamuk

Sevgili Maça Kızı 8 Ailesi,

Sağlıklı, mutlu, sevdiklerinizle beraber olduğunuz ve yıllar sonra bile hatırlayacağınız güzellikte, hayırlı bayramlar diliyorum! 🍭

Sizleri seviyorum! 💛

Var olun. 🌻

♠️

"Sevgilim," diye fısıldadım. Bora yazı çağrıştıran kapkara gözleriyle, gözlerimin en içine baktı. "Şifreyi çözdüm."

Büyüyünce Matrix'tekiler gibi olmak istiyordum. Bende olmasını istemediğim ama Anıl'la Eren'de olan bir şeyin, Anıl'da olanı Esin'di. Eren'e devamlı yaptığım bir şey, resimdi. Aşık olduğum adam ise, Sicilya'daydı çünkü babamın aslında Michael Corleone'yi kastettiğini anlamak için, epey bir kafa patlatıp resmen çocukluğuma yolculuk yapmam gerekmişti. Değiştirdiğim için bana çok kızdıkları şey adımdı, isim de diyebilirdik. Ben de Nazlı'ydım. Babamın verdiği mesaj ise, akrostiş tekniğiyla yapılmıştı.

"Şifre, bana Mersin'e gitmemi söylüyor." Bora kaşlarını çattı. "Tüm gün uğraştım ve tek anladığım bu. Sanırım sıradaki durağımız, anneannemin evi."

"Anneannenin evinde nasıl bir ipucu olabilir ki?" diye sordu önce. Derin bir nefes verdikten sonra, "Bu akşamki davette kalmalı odağım. Şimdi konuşmayalım bunu," dedi.

"Tamam sevgilim," dedim ve dudaklarına, bu akşamın çok güzel geçeceğini fısıldayan bir öpücük bıraktım. Beraber, evden çıkmak üzere aşağıya indiğimizde, antrede Leo ve Beyza'yla karşılaşmıştık. Beyza, aşağıdan ikinci merdivene oturmuştu ve karşısında duran Leo'yu çaresizce dinliyordu.

"Birlikte kitap da okuyabiliriz anne! Uzun zamandır okumuyoruz... Sonra, eğer istersen, film izleriz!" Adım seslerimizle beraber, Beyza geçmemiz için biraz kenara çekildi; Leo'nun ise acı kahve gözleri doğrudan beni bulmuştu. "Nina! Annem gelmiyor! Burada benimle kalacak!" Bora ifadesiz bir şekilde bana bakıp, sonra Beyza'ya bakmıştı. Fakat ne ben yüzümü Bora'ya dönmüştüm ne de Beyza. "Siz geldiğinizde, isterseniz, bizimle film izlersiniz!"

"Leo..." Bora elimi bırakıp, Beyza'nın yanından geçti ve Leo'nun yanına vardı. "Annenin de bizimle gelmesi gerekiyor."

"Herkes sizinle geliyor zaten. Annem kalsın burada," dedi Leo. Sesi pazarlığa açık olmadığını vurguluyordu. "Biz burada bekleriz."

"Ama annenin de gelmesi gerek," dedi Bora, sabırla. Gülümsedi. "Neden, diye soracaksın... Çünkü annenin görüşmesi gereken birkaç kişi var."

Leo annesine döndü. Merakla, "Eski arkadaşların mı?" diye sordu.

"Sayılır," dedi Bora, Leo'nun annesinin yerine cevap vererek. "Uzun sürmeyecek."

"Kaç dakika sürecek?" diye sordu Leo.

"Dakika değil, saat..." dedi Bora.

"Bir saat mi?" diye sordu Leo.

Bora dört saniyeliğine bana dönerken ve belli ki Leo'nun bu tutumunun müsebbibi olarak beni bellerken, Annie uyarıcı bir ifadeyle, "Leo!" dedi.

"Gitmeni istemiyorum!" dedi Leo, baskın bir tavırla. Acı kahve gözleri Bora'yı buldu. "Lütfen annemi götürme! Annem gidince gelemiyor! Gelince de yaralanmış oluyor!" Annie iç çekerken, ben gözlerimi yummuştum. "Biz burada kalalım annemle! Lütfen!"

Bora, bir dizinin üzerine çöktü ve ellerini Leo'nun küçücük omuzlarına yerleştirdi. "Annene hiçbir şey olmayacak ve annen birkaç saat sonra geri gelecek." Leo annesine baktı, onun da Bora'nın söylediklerini teyit etmesini bekliyordu fakat Beyza'nın yüzünde mimik oynamadı. "Bak ben şimdi seni biriyle tanıştıracağım. Sen ne zaman istersen, ona beni aramasını söyleyebilirsin. Konuşuruz. Annenle de konuşursun. İyi ve güvende olduğunu bilirsin. Olur mu?"

Leo bundan hoşlanmasa da çaresizce başını salladı. "Asya'yla bekleyeceğim ben. Uyumayacağım. Hemen gelin ama. Tamam mı?"

"Anlaştık," dedi Bora. Leo'nun saçlarını karıştırdı ve ayağa kalktı. "Gel," dedi içtenlikle. Kapıya ilerlediğinde, Leo da onu takip etmişti.

Bora, Leo'yu adamlarından biriyle tanıştırırken, Beyza da zorlukla ayağa kalkmış ve peşlerinden çıkmıştı. Leo, adının Mahir olduğunu öğrendiğim adamla tanıştıktan sonra annesine döndü. Annesinin beline var gücüyle sarıldı. Beyza eğildi, Leo annesinin kulağına bir şey söyledi. Beyza gülümsedi ve başını salladı. Herkes, arabaların önünde durmuş Leo ile Beyza'yı izlerken, Leo bir an için kalabalıkta Aydın'ı buldu ama gözlerini onun üzerinde çok tutmadan arkasını döndü ve eve ilerledi. Eve ilerlemeden evvel bana el sallamayı da ihmal etmemişti.

Leo eve girdikten sonra Bora, Beyza'ya döndü ve "Sen bizim önümüzdeki araca geç..." dedi.

Beyza, kardeşine sadece başını sallarken, Bora elimi tuttu. Biz minibüse doğru ilerlediğimizde, Beyza önümüzdeki aracın Aydın'a ait olduğunu ancak fark etmişti. Ben minibüse bindiğimde, o Bora'ya baktı. Begüm de aynı benim gibi camdan Beyza'yı izliyordu ama ablasının gözlerinde aniden çakan ve Aydın'la aynı araca binmek istemediğini belli eden ifadeyi görüyor muydu, bilmiyordum. Tıpkı Bora'nın da bunu görüp görmediğini bilmediğim gibi. Bora da minibüse bindi ve kapı kapandı. Minibüsün hareket etmesi için, Aydın'ın aracının hareket etmesi, dahası Beyza'nın o araca binmesi gerekirdi. Sadece biz değil, muhtemelen tüm OCTO, Gökhan ve Aydın da Beyza'nın ne yapacağını bekliyordu; Bora ise bu konuyu asla umursamıyor olsa gerek, cebinden çıkarttığı telefonuna gömülmüştü. Beyza hareketlendi fakat önümüzdeki değil, arkamızdaki, Tarantula'nın aracına yöneldi.

"Bunun gelecek planı ne abi?" diye sordu Begüm.

Şoför koltuğunda oturan Selim minibüsü çalıştırırken, Bora telefonundan kafasını kaldırdı ve benim karşımda oturan Begüm'e baktı. "Bu?" diye sordu.

"Ablandan bahsediyorum," dedi Begüm.

"Benim ablam da senin kayınçon mu?" diye sordu Bora iç çekerek ve tüm dikkati yeniden telefonuna çevrildi.

"Neyse ne!" dedi Begüm, terslenerek. "Gelecek planı ne? Aydın Abi'yle bi' oğulları var ama belli ki iletişim dahi kuramayacak durumdalar. Ne yapacak? Türkiye'de mi yaşayacak yoksa Amerika'ya mı dönecek?"

"Kendisiyle oturup bunları konuşuyor gibi mi gözüküyorum?" diye sordu Bora, başını telefonundan kaldırmadan. Bakışlarım telefonuna kaydı. Ekonomiyle alakalı olduğunu sandığım bir makale okuyordu. "Çok merak ediyorsan, kendin sor."

"Merak ettiğimden değil," dedi Begüm, omuz silkerek. "Sadece... Yani... Senin en azından bunları onunla konuşuyor olman gerekmez mi? Ablan sonuçta!"

Bora derin bir nefes verdi, telefon ekranını kilitledi ve bakışlarını Begüm'ün gözlerine sabitledi. "Derdin ne?" diye sordu, ifadesiz bir şekilde. "O elbiseyi neden sakladın? O mücevherleri niye yolladın? Ve... En önemlisi... Benden ne istiyorsun?"

Begüm kısa bir an camdan baktı, sonra abisine dönüp yutkundu. "Hiç," dedi. Gözleri gözlerimi bulup yeniden abisine çevrildi. "Bence ilgilen." Alt dudağını ısırdı. "Yani sonuçta..." Birkaç saniye sessiz kaldı. "Ablan işte. İlgilen. Yani zor durumda sanırım. Karışık belli ki kafası. Belki bir desteğe ihtiyacı olduğunu hissediyordur. Benzerini ben de yaşamıştım. Yani abimin bir evi bile yoktu ve ne kadar üzgündüm. Sanki hayatta yalnızmışım, bebeğimle bir başımaymışım gibi. Gerçi sen hep benim yanımdaydın, biliyorum. Ama bazen insan duymak istiyor. Eminim ki o da bunu duymak istiyordur."

"Neyse ki abisi değilim," dedi Bora, alayla. Begüm ise bu tavır karşısında kaşlarını çatmıştı. "Ne?" dedi Bora, anlamazdan gelerek. "Dilersen sen de kayınçon olmadığını hatırlayıp ilgilenebilirsin pekala Begüm. Yalnız olmadığını hissettirebilirsin. Ben alınmam. Gerçekten."

"Abi!" dedi Begüm, kızgın bir tavırla. "Bunu yapmam, biliyorsun! Aynı anne ve babadan doğmuş olmamız, benim ablam olduğunu gösteriyor olabilir ama... Senin daha çok ablan... Ben doğana kadar çoktan bir ilişki kurup, derinleştirmişsiniz sonuçta!"

Bora kısılan gözleriyle Begüm'ü dört saniye kadar süzdü ve bakışlarını bana çevirdi. "Bebeğimiz erkek olsun. Halalarına benzemesi konusunda ciddi tereddütlerim var."

Begüm gözlerini kısıp yüzünü buruşturdu ve "Ben ciddiyim!" dedi. "Bugün, annemin takılarını ayırırken, çok önemli bir şeyi hatırladım. Annem, bizi birbirimize emanet etti. O yüzden, ne kadar ne hali varsa görsün diye düşünsem de... Üzülüyorum!"

Begüm belki de bu sohbeti sonlandırmak için olsa gerek, kulaklıklarını takarak bakışlarını camdan dışarıya çevirmişti. Bora ise birkaç saniye Begüm'ü izleyip elime uzandı ve arkasına yaslandı. Ne kadar umursamıyor gözükse de Begüm'ün cümleleri beyninde dönüp duracaktı.

♠️

Peş peşe geldiğimiz arabalardan sadece bizimki davetin gerçekleşeceği otelin önünde durmuş, diğerleri ise otele otoparktan giriş yapmışlardı. Minibüsten indiğimizde Bora'yla el ele tutuşmuştuk. Otelin girişinde bizi bekleyen muhabirler, Bora'nın tutuklanmasının ardından yarattığım çeşitli sansasyonlarla alakalı bir açıklama bekliyorlar ve anladığım kadarıyla hamileliğimle de yakından ilgileniyorlardı. Begüm, basın mensuplarına gülümseyerek ve iyi akşamlar dileyerek, çevresine etten duvar ören Bora'nın adamları ile beraber, otele önden girmişti. Zaten henüz minibüsteyken, istediği kadar kilo veremediğinin altını çizmiş ve basının kendisinden uzak tutulması gerektiğini abisine belirtmişti. Basının Bora ile bana yaklaşması da Bora'nın adamları tarafından engellenince, aynı Begüm gibi bizim de doğrudan içeri geçeceğimizi düşünmüştüm fakat öyle olmadı. Bora, elimi sıkı sıkıya tutarak, patlayan flaşların önünde durmayı tercih etti. Basının da aynı benim gibi bunu beklemediği öyle aşikardı ki insanlar afallamışlardı ve ortamda bir kakafoni hakimdi.

"İyi akşamlar. Bir yanlış anlaşılma yaşandı ve çözümü biraz gecikti. Ayrıca bu süre zarfında, gündemi de boşu boşuna meşgul etmiş olduk, ki bu çok da hoşlandığım bir şey değil."

Bora'nın konuşmasıyla beraber oluşan sessizlik ürpermeme sebep olmuştu ve ben de herkes gibi, gözlerimi yanımdaki adamdan alamıyordum.

"Sürecin bizim için fazlasıyla yorucu ve üzücü olduğunu belirtmeme gerek yoktur diye düşünüyorum. Konu, adli makama intikal de eden, magazinsel hiçbir değeri olmayan ve eskiye dayanan sakil bir düşmanlıkla; uzun zamandır aranan ve büyük bir suç örgütünün başı olan Mehmet Şahindağ ile ilgili..."

Bora'nın ezberleyip ezberlemediğini bilmediğim ama ezberlemişçesine pürüzsüz bir netlikle yaptığı konuşmasına ekranda rastlamış olsaydım da televizyonun sesini açardım.

"Ablam, Beyza Karabey'in yaşıyor oluşu ise, yine bu konuyla alakalı, ilgili makamlarca bilinen ve hem onun hem de bebeğinin can güvenliği için, on sene önce alınan bir karardı. Bununla alakalı tedbir kararı ve hakkında konuşma yasağı var, anlayışınız için teşekkür ederiz."

İlgili makamın OCTO olması, Bora'nın yalan söylediği anlamına gelmiyor olsa gerekti.

"Bu akşam burada, Beyza Karabey'in sonunda kendi vatanında oluşunu ve bize, ailesine kavuşmasını kutlayacağız."

Ama bu, düpedüz yalan söylediği anlamına geliyordu.

Bora, sorulan tüm soruları duymazdan gelse de, "Nazlı Hanım, kendisinin söylediği bir yalan sonucu bütün bunları yaşadığınızı söylemişti. Bununla ilgili ne söylemek istersiniz?" sorusunu soran muhabire, belki de sadece benim ters olduğunu anlayabileceğim bir bakış atmıştı.

"Eşimle alakalı söyleyebileceğim tek şey, onu çok sevdiğimdir... İzninizle," diyerek konuşmasını bitirdi ve beraber otele ilerledik. İçimde bir yerin nedensizce mutlu olmasına engel olamıyordum ve içimden gülümsemek geliyordu. Davetin gerçekleşeceği büyük salona kadar, Bora'nın iki adamıyla beraber, Selim de bize eşlik ediyordu. Bizden evvel Bora'nın iki adamı asansöre bindi ve Selim yeniden asansörü çağırdı. Asansörü beklerken, kısık bir sesle, "Abi, bir sorun var..." dedi.

Bora asansöre binerken, "Çözeriz," dedi. Selim'in yüzünde tedirgin bir ifade vardı. Asansör roof salona çıkmak üzere hareketlendiğinde Bora Selim'e dönmüş ve "Beyza'yı tanıyorum Selim. İçeri girmediğini tahmin edebiliyorum," demişti.

Selim, "Abi haddim değil ama..." diye başladığı cümlesini, Bora gülümseyince yarıda bıraktı. "Sus, diyorsun..." diye tamamladı.

"Ne yaptığımı biliyorum ve kararlarımın sorgulanmasından zerre hoşlanmıyorum," dedi Bora. Her ne kadar sesi sakinlikle kaplı olsa da tınısındaki uyarıcı ifadeyi Selim de anlıyor olmalıydı. "Ayrıca ne düşündüğünü bilecek kadar da seni tanıyorum. Sorun şu ki Selim, sen de son yıllarda, herkes gibi, çok değiştin." Asansör roofa gelmek üzereyken, Bora asansörü durdurdu. "Yeşim'le yaşadıkların seni duygusal olarak etkilemiştir belki, bilemiyorum. Ama yumuşadın."

"Abi-"

Bora, Selim'in konuşmasına izin vermedi. "Bence sen, Yeşim'le yeniden beraber olmanın tadını çıkartmak üzere bir plan yap. En son seni kovmuştum zaten ben. Eğer işe alınmak istiyorsan, bana akıl vermeye ve haddin olmayan konulara karışmaya kalkma."

"Haklısın abi," dedi Selim, samimiyetle. Bora asansörü yeniden çalıştırmak için tuşa basacaktı ki, sözünün bitmediğini belli edercesine elini kaldırdı. "Sana akıl vermek haddim değil. Amacım bu değil zaten. Sadece, sen benimle, her zaman dürüst davrandığım için çalıştın ve ben artık dürüst davranmayacaksam, benden bunu istiyorsan, kendim istifa ederim zaten." Bora'nın gerginliği bir elektrik akımı gibi benim vücuduma yayılırken, asansörden inmek istediğimi hissettim. "Gerekirse kafama sıkarak."

"Sana bir şey sorarsam, dürüst davranmalısın ama ben sana bir soru sormadım!" dedi Bora. Asansörü çalıştıran düğmeye bastı. "O yüzden, fikirlerini kendine sakla!"

Asansör roofa geldiğinde Selim, benim ayaklarımı yere çivileyen, Bora'nın ise yakasına yapışmasına sebep olan bir cümle kurdu: "Abi özür dilerim ama bu ciddi bir psikolojik şiddet ve bunu Beyza Abla'ya yapmamalısın!"

"Sana fikirlerini kendine saklamanı söyledim!" dedi Bora.

Asansörün kapısı kapandığında, ben Bora'nın dört adamıyla beraber roof katında kalmış, Bora ile Selim'i içeride yalnız bırakmıştım. Asansör yeniden aşağıya inmeye başladı ve sonra da durdu. Bora, Selim'i dövüyor da öldürüyor da olabilirdi, hiçbir fikrim yoktu. Çok geçmeden yanıma ulaşan Gökhan, Bora'nın nerede olduğunu sordu ve olanları anlattığımda ise cevabını bilmediğim başka bir soruyu yöneltti: "Bora, Beyza'ya ne yapacak ki?"

"Bu akşam burada, Beyza Karabey'in sonunda kendi vatanında oluşunu ve bize, ailesine kavuşmasını kutlayacağız."

Bora, belki de yalan söylemiyordu ve bu akşam için bir planı vardı.

"Beyza'nın gelişi konusunda çok ısrarcıydı... Selim psikolojik şiddet dediğine göre, Beyza'nın canı yanacak..." dedim.

"Her şeyin dışında kalmaktan nefret ediyorum!" dedi Gökhan. Asansör tekrar çalıştı, önce iki kat aşağıya indi ve sonra yeniden yukarı çıkmaya başladı. "Beyza'yı uyarmam gerek!"

Asansörün kapısı açıldı, Bora asansörden indi. Selim ise asansörde değildi. "Beyza Hanım nerede?" diye sordu Bora, adamlarına. Aldığı cevaptan sonra, dört saniyeden çok ama beş saniyeden kesinlikle az bir süre gözlerimin içine baktı. Daha sonra da davetin olacağı salonun aksi yönünde yürüdü. Hiç düşünmeden, Gökhan da ben de peşinden ilerliyorduk. Bora köşedeki odanın kapısını açtı, içeri girdi.

Beyza, Bora içeri girer girmez ayağa kalkmıştı. "Ben bir an o davete nasıl gireceğimi-"

Beyza'nın cümlesini yarıda kesmesine sebep olan silahı, Bora belinden çıkartmıştı.

Beyza şaşkınlıkla kardeşinin elindeki silaha bakarken, Bora, "Gözlerini kapat," dedi. Beyza, hiç düşünmeden gözlerini yumduğunda, Bora elindeki silahı ablasının şakağına dayadı. Gökhan gözlerimin içine baktı ve her ne kadar tereddüde düşse de, o da belinden silahını çıkartmış ve Bora'ya doğrultmuştu. "Ne düşünüyorsun?" diye sordu, Bora.

"Gökhan'a sırtın dönük, sana silah çekmiş olabilir. Ablanı öldürmene izin vermeyecektir," dedi Beyza.

Bora omzunun üstünden, yanımdaki Gökhan'a bir bakış attı. Gökhan zorlukla yutkundu fakat silahını indirmedi. "N'apıyorsun Kara?" diye sordu.

Bora, Gökhan'ı kendine muhatap almaz gibi yeniden Beyza'ya döndü. "Korkuyor musun?" diye sordu.

"Korkmak değil de... Çekiniyorum daha çok. Yani nasıl davranacağımı bilmiyorum. Galiba geçmişten gelen kimseyi görmek istemiyorum. Bir de herkese tek tek-"

"Bir silah dayalı şakağına," dedi Bora, ifadesiz bir sesle. "Benim silahım. Bu seni korkutmuyor mu?"

"Hayır," dedi Beyza, doğrudan. "Beni öldürmeyeceğini biliyorum." Gökhan ise galiba bundan o kadar da emin olamıyordu çünkü gözlerini kısmış ama Bora'nın sırtını hedef alan silahını indirmemişti. "Silahın içi boş olmalı."

"Ya değilse?" dedi Bora.

"Boştur," dedi Beyza.

"Belli olmaz!" dedi Gökhan.

"Sus bi' sen!" dedi Beyza.

"Bana güveniyor musun?" diye sordu Bora.

"Evet," dedi Beyza.

"Kanıtla," dedi Bora. Beyza gözlerini açtı. "Şimdi bu silahı sana vereceğim. Ve bana ateş etmeni isteyeceğim."

"Güven... Böyle mi kanıtlanıyor?" Beyza kaşlarını çatarken başını iki yana salladı. "Benim bildiğim bir yol değil bu. O silahın içinin boş olduğuna eminim ama sana ateş etmem."

"Başkasını hedef al o zaman!" dedi Bora ve silahı Beyza'nın sağ avucuna bıraktı. "Tercihim, Gökhan."

Beyza güldü ve silahı şakağına götürdü. "Beyza!" dedi Gökhan, yapma der gibi.

Ama Beyza bir saniye dahi beklemeden emniyet kilidini açtı ve tetiği çekti. Gökhan derin bir nefes verip silahını indirirken, Beyza neler olup bittiğini anlamak istercesine Bora'ya bakıyordu. "Tahminim doğru çıktı," dedi Bora.

Beyza'nın kaşları havalandığında, Bora'ya okkalı bir tokat atmak istediğini düşünmüştüm. "N'oldu şimdi?" dedi, merakla. "Hangi sınavı geçtim? Ya da hangi sınavdan kaldım?"

"Sınavı sana yapmadım," dedi Bora, silahı Beyza'dan alırken. "Seni öldürme ihtimalim olduğuna Gökhan'ın inanıp inanmayacağını görmek istedim. Gökhan şüpheye düştüğüne göre, herkes inanabilir."

"Hamile kadının yanında bu şekilde davranmamalısın!" dedi Gökhan, sertçe. Fakat bu çok yersiz bir çıkıştı çünkü Bora asansörden inince gözlerime baktığında, her ne olacaksa korkmamam gerektiğini anlamıştım. "Sağın solun belli olmaz! Ayrıca... Ne bileyim!"

"Çık dışarı," dedi Bora. Beyza koltuğa yeniden otururken, Gökhan kapıya yönelmişti. "Kapıyı da kapat." Gökhan dışarı çıktı ve kapıyı kapattı. Bora'nın bakışları gözlerime değip Beyza'ya çevrildi. "Bir kez ve son kez senden bir şey istiyorum..." dedi Bora. Beyza da aynı benim gibi merakla Bora'ya bakıyordu. "Üzerindeki elbiseden nefret ediyorsun. Senin için fazla cüretkar. İçinde hiç rahat değilsin. Üstelik yaraların, ne kadar kapatmaya çalışsan da gözler önünde. Bu sana ayrıca kötü hissettiriyor. Ama giydin. Ve hissettiğin her şeyi gizliyorsun. Kardeşinin hatırı için... Değil mi?"

"Evet," dedi Beyza, zorlukla.

Bora, Beyza'nın yanına oturdu. "Benim için de bir şey yap. Nasıl ki o elbiseyi nefret ettiğin halde giydin ve bunu çok güzel gizliyorsun... İçeride de, içeriden nefret ettiğini gizle." Bora bir es verdiğinde, Beyza'nın bakışları kısa bir anlığına bana değmişti. "Bu çok önemli. Korkusuz olmak zorundasın. Ahmet Karabey'in kızı olduğunu göstermek zorundasın. Tek bir kişiden korkabilirsin. Sadece tek bir kişiden. O da Kara."

"Kimin, beni öldürebileceğine inanmasını istiyorsun?" diye sordu Beyza.

"Herkesin." Beyza'nın kaşları çatıldı. "İçerideki hiç kimse, senin benim için bir zaaf olduğunu düşünmemeli..." Bora, sıkıntılı bir nefes verdi. "Ve bilmen gereken bir şey var. İçeride, bir sürprizle karşılaşacaksın ve bu, canını yakacak."

"Ne sürprizi?" Bunu Beyza değil, ben sormuştum. "Nasıl yanacak yani canı? Selim'in psikolojik şiddet dediği şey mi bu? Ne yapacaksın?" Bunları da.

Bora benim sorularıma cevap veremeden, Beyza da bir soru sormuştu. "Bu yüzden mi sana güvenmem, senin için önemli?" diye sordu. Matematik bilimi, cevaplardan çok sorulara odaklanırdı ve Beyza gözümde ciddi çuvallamıştı. Onlar hissel şeylerin, bense somut meselelerin peşindeydim.

"Evet," dedi Bora, ablasına. "Canın yanacak ama bana güven. Böyle olması gerekiyor. Ne yaptığımı biliyorum."

"Ben sana her zaman, koşulsuz güvendim..." dedi Beyza. Bora'nın dudaklarının kenarına hafif alaycı, hafif kırgın bir tebessüm yerleşirken, kaşları da havalanmıştı. "Seni aramadım, senden yardım istemedim çünkü annem, sadece sana mektup yazmadı Bora!"

Bora'nın gözleri kısıldı. "O ne demek?"

"Senden yardım istemedim ama sana güvenmediğim için değil. Aksine, herkesten çok sana güvendiğim için. Benim için neler yapabileceğini çok iyi bildiğim için." Bora ayağa kalktığında, Beyza ile göz teması kurmaktan kaçındığını alenen belli etmişti. "Yaptığım seçim, seninle Gökhan arasında bir seçim değildi! Seni korumak istedim! Hamileydim ve annemin yakarışlarını içimde hissettim!"

"Bunları konuşmak istemiyorum," dedi Bora. Derin bir nefes verdi ve Beyza'nın gözlerinin içine baktı. "Bana güvendiğini söylüyorsan, sorun yok. Durmamı istersen, ileri gittiğimi düşünürsen, ne yapman gerektiğini biliyorsun."

Beyza da ayağa kalkarken, "Biliyorum," dedi.

"Kendi aranızda şifreli bir diliniz mi var sizin?" diye sordum.

Beyza ve Bora'nın kaşları aynı anda çatıldı ama ikisi de cevap vermedi.

Bora kapıyı açtığında ilk olarak odadan Beyza çıkmıştı. Bora yanıma geldi, şakağıma küçük bir öpücük kondurdu ve "Başlıyoruz sevgilim," diye fısıldadı. Gözleri gözlerime değdi. "Ne olursa olsun... Önce kendini düşüneceksin. Söz mü?"

"Söz," dedim. Gülümsedim ve köprücük kemiğine ıslak bir öpücük kondurdum. "Sen de bana Beyza'yla aranızdaki şifreli dili öğreteceksin, söz mü?"

"Aaa! Aşk olsun! Bu çok ciddi bir saygısızlık değil mi sana? Kendin çözmelisin!" dedi ve elime uzandı. Güldüm. "Bak sana yeni bir hobi buldum, diğerini çözdün nasılsa. Sıkılmazsın."

"Çok teşekkür ederim sevgilim," dedim. Davetin olduğu salonun girişine doğru ilerledik. "Çok düşüncelisin!"

Roof salonun kapıları sonuna dek açıldığında, büyük bir ihtişamla karşılaşmıştık. Bu gece için özenle hazırlandığı belli ve neredeyse birbirleriyle şıklık yarışına giren kadınlar ve erkekler, çoğunlukla yuvarlak masalarda oturuyorlardı. Bazıları ise ayakta, ellerindeki kadehler eşliğinde, birbirleriyle sohbet ediyorlardı. Her ne kadar içeri girmemizle beraber tüm bakışlar bize çevrilse de, herkesin odağı aslında tek bir yerdeydi: Salonun belki de en muhteşem manzarasına sahip olan masada, Begüm'ün yanında oturan Beyza Karabey'de. Bunu anlamak da çok mümkündü, insanlar her gün öldü sandıkları ama ölmemiş biriyle karşılaşmıyorlardı; kaldı ki bu kişi, sözde ölümüyle büyük bir düşmanlığı başlatmıştı.

"Hoş geldiniz!" dedi Bora. Gökhan, Eren, Begüm ve Beyza'nın oturduğu yuvarlak masada, Beyza'nın sol tarafına geçmiştim. "Davetimi geri çevirmediğiniz için teşekkür ederim..." Bora ise oturmadan, bizim masanın biraz ilerisinde, OCTO'nun, Çınar Akbulut ile beraber oturduğu masanın hemen yanında, herkesi rahatça görebileceği bir alanda durmuştu. "Bu akşam, özel bir akşam olacak!"

"Seni dışarıda görmek güzel," dedi, konuklardan biri. Salonu bakışlarımla tararken tanıdık simaların, daha evvel hiç karşılaşmadığım yüzlerle karıştığını fark ettim. Oturduğum alandan herkesi sayabilmem mümkün değildi ve içimde dolu dizgin ayağa kalkma isteği vardı.

"Tatsız bir şey yaşandı ve geçti. Üzerinde durmaya değmez," dedi Bora. Beyza her ne kadar ifadesini normalleştirmeye çalışsa da kasıldığını anlayabiliyordum. Aydın'ın da tavrı onunkinden farklı değildi. Aydın köşede, bir standın başında ayakta kalmayı seçmiş olsa da bakışları ve enerjisiyle tümden bu masadaydı.

"Merak ettiğimiz şeyler var," dedi, bir adam. İrem ve kocası Luca'yla aynı masada oturuyordu. "Bu daveti vermene sevindim çünkü etraftan duyduğum şeylere inanmaktansa, bir şeyleri ablandan dinlemeyi tercih ederim." Avanak Ayhan'ın oturduğu masada bir gülüşme olmuş, daha sonra bu gülüşmeye konuşan adam dışındaki hemen her konuk eşlik etmişti.

Gökhan'ın belli belirsiz kesik bir nefesle, "Orospu çocuğu!" dediğini duydum.

Bora da gülümsüyordu. "Ne anlatmasını istersin Orhan?" diye sordu, adama.

Adamın tavrındaki öfkeyi sezmek mümkündü ve Beyza'nın bakışları da adama kilitlenmişti. "Açıkçası her ne olduysa, her şeyi..." dedi, meydan okurcasına. Bakışları oturduğu masadaki insanlar arasında dolaştı ve yeniden Bora'ya baktı. "Açıkçası ben, ablanın yaşadığını bildiğin safsatasına pek inanmıyorum Kara! Ama krizi fırsata çevirmek konusunda oldukça iyisin!"

"Bu daveti sen hikaye dinle diye değil, hala içinizde Mehmet Şahindağ'ın sesi ve kulağı olan şerefsizlerin kimler olduğunu anlamak için verdim!" dedi Bora. İfadesi ve sesi sertti. Beyza dikkatle kardeşini izliyordu. "Çünkü çapakları temizlemek lazım!" Kara'ya has normal olan bu tavırla, aslında Beyza ilk kez karşılaşıyor ve bunu yadırgamakla normal bulmak arasında büyük bir dilemmaya düştüğünü de bakışları ele veriyordu. "Ve galiba senden başlayacağız!"

"Orhan'a boşuna kızma kara, ben de onun gibi düşünüyorum," dedi, İrem'in babası olduğunu bildiğim adam, Gürbüz Biçkin. İrem'in ve bilhassa da dedesi Halil Yücesoy'un bakışlarına yerleşen sitemi seçmek mümkündü, belli ki Gürbüz'e katılmıyorlardı. "Seni tanıyoruz. Ablası ölmüş ve bu yüzden de derin keder besleyen bir adam gördük. O gördüğümüz adam, sahte olamazdı."

Gürbüz pekala haklıydı ama haklı olduğu, Bora'nın onu tebrik edeceği anlamına gelmiyordu. "Vegas'a hala gidiyor musun Gürbüz?" diye sorduğunda, onu alenen tehdit ediyordu. Ve bu tehdit, üstü kapalı bir tehdit de değildi. Halil Yücesoy da İrem de imayı anlamış olmalılardı ki, dönüp Gürbüz'e baktılar. Zannediyordum ki Halil Yücesoy'un, Gürbüz kızını bir kez daha aldatırsa onu öldüreceğine dair bana verilen bilginin üzerinden üç buçuk yıldan fazla zaman geçse de, o bilgi geçerliliğini hala koruyordu. "Biz de yeniden gidelim diyoruz. Belki beraber gideriz. Ne dersin?"

Gürbüz'ün gerildiği oldukça açıktı. "Sen fikirlerimize saygı duymayacaksan-"

"Fikrine saygı duyabilmem için, saygıyı hak eden bir adam olman lazım Gürbüz. Ama değilsin," dedi Bora. Luca, İrem'in elini sımsıkı tuttuğu sırada, "Senin etrafında, saygı duyduğum insanlar var ve sadece onların güzel hatırları için bugün buradasın..." diye devam etti. İç çekti. "Sen beni yalancılıkla suçlamadan evvel, kendi ailene söylediğin yalanları oturup düşünmek zorundasın!" Halil Yücesoy, bir elini yumruk yaparken, damadını öldürmemek için çok zor durduğunu anlamıştım. "Neyse..." dedi Bora ve bakışlarını yeniden salondaki insanlara çevirdi.

"Kara," dedi Mesut Saklıkaya. Neler yaşamıştım ama hala bu adamın, bu dünyaya ait olmasına şaşırıyordum. Bora'nın bebeğini asla göndermeyeceğim okullar listemin başında, Kaya Okulları vardı. "Senin İstihbarat için çalıştığına dair yayılan söylenti... Nazlı Hanım'ın yaptığı basın açıklaması... Beyza Hanım'ın yaşadığını senin bilmediğin... Ortalığa yayılan tüm dedikodular kafa karıştırıcı. Yanlış anlama ben sana inanmıyor ya da inanmayacak değilim. Ağzından çıkan doğrudur, bilirim. Sadece her şeyi anlatırsan, bizler de rahat edeceğiz."

Bora başını salladı ve sadece, "Sabret," dedi. Gülümsedi. "Tüm bu gizemi aydınlatmak için bugün buradayız."

"Beyza'nın cenazesinde hepimiz vardık!" dedi bir adam, merakla. Beyza'nın da bakışları adama çevrilmişti. "Pek aklım almıyor bu işi. Gerçekten."

"Seni ölmediğime inandırmak için ne yapmalıyım?" diye sordu Beyza. Ona döndüğümde, sanki konuşabildiğine yeni şahit olmuş gibi şaşkındım. Begüm'ün de benden farkı yoktu çünkü kafasını Instagram'dan kaldırmış, o da ablasına bakmıştı. "Ya da aklının almadığı tam olarak ne, Serdar?"

Sergio'nun neden gülümsediğini ve Beyza'ya neden aferin dercesine baktığını, adam "Ümit!" deyince anladım.

Beyza'nın yüzüne yayılan şaşkınlığın yapmacık olduğu belliydi. "Serdar değil mi?" diye sordu, Gökhan'a dönerek. "Serdar'a benziyor."

"Serdar, abisiydi. Ümit genelde Serdar'ı taklit eder. Sanırım ondan karıştırdın," dedi Gökhan.

Ümit'in bozulduğu aşikardı. "Ölmediğini görüyorum," dedi. Güldü. "Ama ölse daha iyi olduğunu da görüyorum, çünkü belli ki ölmekten beter hale gelmiş!"

Begüm dehşete düşmüş gibi Ümit'e bakarken, dudakları arasından kısık bir sesle, "A-aaa" nidasının dökülmesine engel olamamıştı. Sergio ayağa kalkmak istemiş, Bear'ın omzuna dokunmasıyla bunu başaramamıştı. Aydın, çoktan bir adım öne ilerlemiş ve elini beline uzatmıştı ama Bora'nın bakışları onu durdurmuş, belinden silahını çıkartmasına engel olmuştu. Fakat Gökhan'ı durduran kimse yoktu, aldığı cevapla beraber yerinden kalkmış ve Ümit'i baştan aşağı süzerken, "Bence erken konuşuyorsun, önce bi' kendinin ne hale geleceğini gör," demiş ve kapıda beklediğini şimdi fark ettiğim Selim'e, başıyla Ümit'i almasını işaret etmişti.

"Dur Selim dur!" dedi Bora, olası bir cinayeti engellemek ister gibi. Ümit'in korkuya bürünen bakışları Bora'ya çevrildi. "Kimsenin özgür iradesine karışmak olmaz." Yüzü alayla buruştu. "Bu gece, buradaki herkes, istediği her şeyi söyleme hakkına sahip. Riski göze alan herkes, istediği her şeyi söyleyebilir." Bora'nın bakışları Gökhan'a çevrildi. "Bu gece... Tüm kozların yerle bir olacağı gece..."

Gökhan başını eyvallah der gibi sallarken, yerine oturdu. Kimin hakkında ne biliyorlarsa ve kim neyden korkuyorsa, hepsini tek tek patlatacaklardı ve Bora bunu alenen belli etmekten asla çekinmiyordu. Beyza'ya baktım. Üçüncü kadeh kırmızı şarabını fondip yapmıştı ve belli ki bu gece onun için çok zor geçecekti.

"Şüphelerinizde haklısınız," dedi Bora, ciddiyetinden ödün vermeden. Bakışları tek tek salondaki herkesin üzerinde dolaşıyordu. "Diyelim dediğiniz gibi... Diyelim, bilmiyordum ablamın yaşadığını... Onu saklayacak kadar güçlü kim olabilir? Kim yardım etmiş olabilir ki ona?" Salonda derin bir sessizlik oluştu. "Diyelim o kadar güçlü biri var... Diyelim benim de haberim yoktu bundan... Diyelim bana ihanet edildi, arkamdan iş çevrildi... Beyza Karabey benimle, bugün buraya gelebilir miydi?" Gökhan ve Beyza göz göze geldiğinde, ikisinin de vicdanının sızladığını hissetmek mümkündü. "Bugüne kadar Kara'ya ihanet eden hiç kimseyi sağ bırakmadım!"

"Eyvallah," dedi, bir adam. "Peki bu oyunu neden oynadın? En nihayetinde defalarca kez, senin karının da hayatı tehlikeye atıldı?"

"Karım üç buçuk senedir neredeydi?" diye sordu Bora. Gülümsedi. "Ben söyleyeyim. Ablamın yanında." Salondaki herkesin şaşırdığı belliydi. "Böyle bir oyun oynama sebebim açık değil mi? Mehmet Şahindağ ruh hastası bir orospu çocuğu ve elbette ki ablamı, ondan kurtarmam lazımdı!"

Bora'nın cümlelerine yalan demek kırıcı olurdu, çünkü o, belki de tüm kalbiyle, keşke böyle olsaydı dediği şeyleri söylüyordu.

"Orhan!" dedi, en başta konuşan adamın gözlerinin içine bakarken. "Sen Kara'nın ben olduğunu anlamış mıydın da, şimdi karşımda çok zekiymiş gibi davranıyorsun?!" İfadesi herkesi ürkütecek kadar keskindi. "İsteyen herkes, istediği suçlamayı yapmakta özgür! Ama ben ağzımdan çıkan her şeyi ispatlayabilirim! Ben bir şeyleri ispatlarsam, suçlamalarda bulunan herkese de bunun bedelini ödetirim!"

Bu cümleler, Bora'nın tekrar tekrar hem Beyza'dan hem de Gökhan'dan uzaklaşmasına sebep oluyordu. Beyza'nın canının yanacağını söylemişti ama kendi canı da yanıyor olmalıydı. Hayatım boyunca, kalbinin böyle anlarda, bu kadar güçlü kalabilmesine hayran olacaktım.

Nahit Akasya, sanki konuyu değiştirmek ister gibi, "Baba olacakmışsın. Hayırlı olsun..." dedi. Bora sadece başını sallarken, salondaki herkes neredeyse eş zamanlı konuşarak, tebriklerini sunmuşlardı. Bora'nın bakışları bana kaydığında, yüzümde sıcacık bir gülümseme vardı. Garsonlar yemek servisi yapmaya başladılar. Ne yiyeceğimizi merak ettiğim için, bakışlarımı Bora'dan çektim ve garsonlara odakladım. Bu sırada onlar, konuşmaya devam ediyorlar, Bora'ya artık konu kesinlikle Beyza olmayan sorular soruyorlardı. Menüde balık vardı ama benim canım kesinlikle balık istemiyordu. Buharda pişmiş sebze yemeye karar verdim fakat anında yüzüm buruştu. Salata mı yeseydim?

"Siz ne yiyeceksiniz?" diye sordum.

Begüm başını İnstagram'dan kaldırıp bana bakmaya dahi yeltenmezken, Beyza beşinci kadeh kırmızı şarabını yudumluyordu. "Hiçbir şey," dedi. Eren'e baktım. Beni duymamıştı bile.

"Sen ne istiyorsan sana yaptırayım," dedi Gökhan.

"Makarna istiyorum," dedim.

Gökhan bir garsonu masaya çağırırken, piyano tuşlarından çıkan sesler salona yayılmıştı. Bora şu an için topluluğa konuşmayı bırakmıştı ve insanlar yemeklerine dalmışlardı. Fakat Bora'nın topluluğa konuşmayı bırakması, konuşmayı bıraktığı anlamına gelmiyordu. İnsanlar yanına geliyor, birebir sohbetlerine devam ediyorlardı. Biraz sonra kalabalığın içinde, bize doğru yürüyen Nagihan Akbulut'u gördüm. Bakışlarım refleksif bir şekilde Sergio'ya kaydı. Dimdik bakışlarla babaannesini izliyordu. Nagihan Akbulut yanımıza geldi ve "Beyza..." dedi. Beyza bakışlarını şarap kadehinden çekip anneannesine çevirdiğinde, yüzüne bir parça şaşkınlık da yayılmıştı. Begüm ise Nagihan Akbulut'un sesini duyduğunda yüzüne bakmış, sonra da yemeklerin geldiğini ancak fark etmiş gibi yemeğini yemeye başlamıştı.

"Merhaba," dedi Beyza.

"Seni gördüğüme sevindim kızım," dedi Nagihan Akbulut. Gülümsedi ve bakışları Gökhan'ı buldu. "Ne mutlu bana... Tüm torunlarım bir arada... Hepsi sağ, hepsi iyi. Artık ölsem de gam yemem." Elini Beyza'nın omzuna koyarken, "Umarım sen de bir gün beni affedersin, Umut..." dedi.

Gökhan'ın öfkesi salt bir biçimde yüzeye çıkmıştı. "Nagihan Hanım!" dedi, sertçe. "Sakın bana bir daha Umut diye seslenmeyin!" Sergio, Gökhan'ın öfkesini fark edince, bir yay gibi fırladı ve yanımıza geldi. "Yemin ederim pişman olursunuz!" Gökhan hızla oturduğu yerden kalktı ve salondan çıkmak üzere, kapıya doğru ilerledi.

"N'apıyorsun babaanne?!" diye sordu Çınar Akbulut. Onu esir alan öfke de Gökhan'ınkinden farklı değildi. "Seni, Gökhan'la muhatap olmaman konusunda uyardım sanıyordum!" Bat'in de yerinden kalkıp kapıya ilerlediğini fark edince, Gökhan'ı onun koruduğunu anlamıştım.

"Sadece merhaba demek istedim," dedi Nagihan Akbulut.

Beyza şarabından kocaman bir yudum daha aldı ve o da masadan kalktı. Yüzüne, nereye diye sorarcasına baktığımda ise, "Hava alacağım," demişti. Ben de kalkacaktım ama bu sırada bir garson, makarnamı getirdi. Makarna ile Beyza arasında kararsız kaldığımda, donutla annesi arasında kararsız kalan Leo aklıma düşmüştü. Beyza salondan çıkarken, muhtemelen tepesinde konuşan Nagihan Akbulut ve Çınar Akbulut'tan rahatsız olan Begüm de kalkmıştı. Ben ise makarnamı afiyetle yemeye başladım. Biraz sonra Sergio ile Nagihan Akbulut, bizim masamızdan uzaklaşmışlardı ve biz Eren'le baş başa kalmıştık.

"Senin şu bana atarlanan arkadaşın," dedi, başını telefonundan kaldırmadan. "Adı neydi?"

"Bat'i mi diyorsun?" dedim, makarnamdan son çatalımı aldığımda. Eren telefonunu bana çevirdi ve Begüm'ün zannediyorum ki yeni çekilen, terastaki Bat'le selfiesini gösterdi. "Evet, Bat."

"Anladım," dedi Eren. Başını sallarken telefonunu cebine koydu ve ayağa kalktı. "Çok sabrettim," dedi. Ne yapacağını anladığımda ben de ayağa kalkmıştım ama Eren çoktan, kapıya doğru yürümeye başlamıştı. Adımlarımı hızlandırdım ve roof salondan çıkıp, Begüm'ün selfiesinin çekildiği terasa doğru ilerledim. Selim de bir sorun olduğunu anlamış ve peşimden ilerlemişti.

Begüm'ün, "Eren kendine gel!" diye bağırdığını duyduğumda ise, topuklu ayakkabılarım el verdiğince koştum. Terasa çıktığımda dehşet içinde küçük bir çığlık attım. Eren'in nereden bulduğunu bilmediğim silahı, Bat'in kafasına dayalıydı. Beyza ve Gökhan da dehşete düşmüş gibi Eren'e bakıyorlardı ve Eren'in neredeyse gözü dönmüştü. "Bırak o silahı!" dedi, Begüm.

"Karımdan uzak duracaksın!" dedi Eren, Bat'e.

Bat'in lacivert gözlerinin ne kadar koyulaştığını görmüyor ama sanki görüyormuşum gibi ezbere biliyordum. "Kime yakın, kime uzak olacağımı sana sormayacağım!" Türkçe konuşuyordu. "Eğer o silahı derhal indirmezsen, pişman olursun!"

"Bat!" dedi Beyza, uyarıcı bir tavırla. Gökhan silahını çoktan eline almıştı ama Eren'i kışkırtmaktan çekindiği belliydi. "Lütfen sakin ol!" Gökhan, şaşkınlıkla Beyza'ya baktı. Beyza'nın Bat'e sakin olmasını söylemesi kafasını karıştırmıştı ve kararsızlıkla bir ona bir de Bat ile Eren'e bakıyordu.

"Eren!" dedi Begüm, sertçe.

"Kes sesini Begüm!" diye bağırdı Eren. Silahı tutan eli titriyordu ve gitgide namluyu, Bat'in şakağına daha da bastırıyordu. "Bu heriften tiksiniyorum!"

Bir adım attım ve Gökhan'ın elinden silahını alıp, Eren'le Bat'e yaklaştım. Beyza, her ne kadar "Nazlı!" diye bağırsa da, Begüm korkuyla küçük bir çığlık atsa da umursamadım. Silahımın hedefinde Eren vardı ve bakışlarımdan ateş çıkmasına ramak kalmışçasına öfkelenmiştim.

"At silahını!" dedim, emredercesine.

"Heyecan peşinde koşma Nina!" dedi Bat, uyarıcı bir ifadeyle. "Çekil sen, ben kendi işimi kendim hallederim!"

"Konuşma lan sen!" diye bağırdı, Eren. Tuhaf biçimde kendisinde değilmiş gibi davranmasının sebebinin sarhoşluk olduğunu ancak fark etmiştim. "Sus! Yoksa beynini dağıtacağım!"

"Arkadaşımın kafasından, silahını derhal çek!" dedim, sertçe. Adım sesleri duyduğumda arkamı dönmemiş, bakışlarımı Eren'in gözlerinden ayırmamıştım. "Bir daha söylemeyeceğim Eren! Eğer o silahı indirmezsen, bir kolunu kaybedeceksin!"

"Abi!" dedi Begüm, korkuyla.

"Naz!" dedi Eren. Başını iki yana salladığında, bakışları arkamdaki bir noktaya çevrilmişti. O noktada Bora'nın olduğunu tahmin etmem zor değildi. "Karımla," dedi Eren, Bora'nın gözlerinin içine bakarak. "Yakınlığına dikkat edecek!"

"Eren," dedi Bora. İç çektiğini duydum. "Hayatında kimseyi öldürmedin. Ve öldürmek de istemezsin. İndir o silahı."

"Hayır," dedi Eren. Gülümsedi. "Hapis yatabilirim. Sıkıntı değil. Hatta daha iyi. Ama bu lavuk, sinirimi bozuyor."

"Aptal mısın ya sen?!" diye bağırdı Begüm.

"Yeter!" dedim, sertçe. "Eren son kez söylüyorum. Eğer o silahı derhal indirmezsen, pişman olacaksın."

"Nina, uzaklaş!" dedi Bat, Eren'in ölümünü solur gibi. "Herkes içeri girsin!"

Başımı iki yana salladım. "Üç..." dedim. Bat, gözlerimin içine baktı ve hayır der gibi kaşlarını kaldırdı. "İki." Bat, Eren'e ateş etmemi istemiyordu. "Bir..."

Eren'in kolunu hedef alarak tetiğe bastım fakat Bat, usta bir manevrayla eğilmiş, Eren'in de boynundan tutarak onu da eğilmeye zorlamış ve sıktığım kurşunun öylece geçip gitmesine sebep olmuştu. Yere düşer düşmez de Eren'in silahına bir tekme atarak, silahı uzaklaştırmıştı. Bora'nın elini elimde hissettiğimde, silahı avucumdan aldığını anladım. Gökhan ve Selim, Eren'i yerden kaldırırlarken, Bat, Eren'e ters bir bakış atmıştı. "Ayıltsınlar şunu," dedi Bora, sadece.

Beyza ile beraber, aynı anda Bat'in yanına ulaşmıştık. Beyza alçıda olmayan elini kalkması için Bat'e uzattı ve ben de Bat kalkar kalmaz, kollarımı boynuna doladım. "İyiyim," dedi Bat, gülerken. "Küçük bir macera yaşadık sadece." Ayrıldığımızda, "Sayemde arkadaşını vurmaktan kurtuldun. Bir daha öyle cesur hareketler yapma. Hamilesin sen," dedi.

"Sana ne?!" dedim, terslenerek.

"Biri bana ne olduğunu özetlesin," dedi Bora, buyurgan bir tavırla. "Derhal!" dedi Bora. Bakışları Bat ile Begüm arasında mekik dokuyordu. "Davetin içine edilmesine sebep olan kim?!"

"Eren!" dedi Begüm. Sesinde hala yaşadığı korkunun izleri vardı. "Bat'le Instagram'a fotoğraf koymuştum. Bir anda geldi ve Bat'e saldırdı."

Bora'nın bakışları Bat'i buldu. Bat, bir mesaj almış gibi terastan içeriye girdi. Bat'in içeriye girmesiyle beraber, Bora yeniden Begüm'e döndü. "Sen niye el alemin adamıyla fotoğraf koyuyorsun ya Instagram'a?!" Begüm muhtemelen böyle bir tepki beklemiyordu ki bir an için bana baktı. "Bana bak bana! Nerede olduğumuza bak bir! Ne işin var senin terasta onunla ya?! Daha boşanmadınız siz, niye boş yere dedikodu çıkartmak derdindesin?!"

"Arkadaş olamaz mıyız?!" diye sordu Begüm, telaşla.

"Olamazsınız!" dedi Bora.

Begüm zorlukla yutkunurken, "Hem yalnız değildik! Gökhan'la ablam da buradaydı!" Bora şaşkınlıkla Begüm'e bakarken, Beyza'nın aldığı nefesin titrediğini hissettim. Begüm ise ne dediğini ancak fark edince, "Ablan..." diye düzeltti.

"Konuşacağız bunu," dedi Bora.

Begüm sıkıntılı bir nefes verirken, "Eren'i niye çağırdın ki buraya?!" dedi. Fakat bu bir soru değil, sitemdi. O yüzden cevap beklemeden, hızlı adımlarla içeriye girdi.

"Sen n'aptığını sanıyorsun Nazlı?" diye sordu Bora, bana döner dönmez. "Sana mı kaldı silahların arasına girmek?"

"Arkadaşıma silah çekemez kimse!" dedim. Sesime ve yüzüme yayılan teessüf, gözle görülür derecedeydi. "Eren'in şuursuzluğu yüzünden, arkadaşıma bir şey olabilirdi!"

"O arkadaşına söyle, kız kardeşimden uzak dursun!" dedi Bora.

Yüzüme sinirle karışık alaylı bir gülümseme yayıldı. "Eren'in saçmalıklarına mı inanıyorsun gerçekten?!"

"Bana ne Eren'den?!" dedi Bora. Kaşları çatılmıştı. "Ben kendi gözümün gördüğünü bilirim! Bak bu bir değil, iki değil... Sam'in, Begüm'e olan bakışlarından hoşlanmıyorum!"

Sam'in Begüm'e olan bakışları mı? Ben Begüm'ün arkadaşlarımla arasındaki elektriği her defasında neden ve nasıl kaçırıyordum? Bora abartıyordu, değil mi?

"Sam kötü biri değil Bora. Eren, kabadayılık taslayana kadar, burada her şey yolundaydı," dedi Beyza.

"Senden ablam diye bahsetti diye havaya girme!" dedi Bora, dik bir tavırla. "Sana fikrini sormadım!"

Beyza yüzüne bir tokat yemişçesine kalakaldı. Begüm'ün kendisinden ablam diye bahsetmesi, onun için elbette ki kıymetliydi ama aptal olmadığı için, bir anlık bir gafletle bunu söylediğinin de bilincinde olmalıydı. Abisinin karşısında çırpınan Begüm, -ki bu da gerçekten Bat'ten hoşlanıyor olabilir mi diye düşünmeme sebep oluyordu- Mehmet Şahindağ'a bile enişte diyecek kadar sersem davranabilirdi. Bu anlarına çok kez şahit olmuştum, bunu onu tanıyan herkes bilirdi. Fakat Beyza'nın Bat'in iyi biri olduğunu söylemesi, Begüm'ün ablası olmaktan ziyade, Bat'in arkadaşı olmakla ilgiliydi.

Beyza, arkasını dönüp de terastan çıkarken, Bora zorlukla yutkunmuş ve bence, pişman olmuştu. Dilinin kemiği olmadığı çok az an olurdu ve bu an da onlardan biriydi. Bile isteye söylese neyse ama gerçekten istemeden böyle bir cümle sarf ettiği belliydi. İnsanlarla konuşurken kalbine o kadar yüklenilmişti ki, içgüdüsel olarak taarruza geçmişti. Kalbine bir de ben yüklenmek istemediğim için, hiçbir şey söylemeden terastan çıkmaya yeltendim ama Bora kolumdan tutarak, buna engel oldu.

Kapkara gözlerine yerleşen ifade hüzünle doluydu.

"Bakma bana öyle..." dedim. Kaşlarımı çattım. "Beni mafyalar birliği toplantısına getirip, silahların arasında ne işim olduğunu sorgulayamazsın sen!"

"Nereye getirip?" diye sordu, şaşkınlıkla.

"Neyse ne!" dedim, kızgın çıkması için uğraştığım bir sesle.

"Kızma bana," dedi.

"Kızdım bile, geç kaldın!" dedim.

Gülümsedi ve beni kendine çekip, var gücüyle bana sarıldı. "Cık," dedi. Kokumu içine çekerken, "Kızmadın..." diye devam etti. Elleri belimde dolaşıyordu. "Senden bir şey isteyebilir miyim?"

Sesi öyle yumuşak, öyle içtendi ki, "Hı hı," demek zorunda kaldım.

"O mektup var ya..." dedi. Başını biraz geriye atıp, gözlerimin içine baktı. "Onu çalsana."

Kendimi tutamayıp minik bir kahkaha attım ama neden sonra, Bora'nın gülmediğini fark ettim.

"Sen ciddi misin?" diye sordum, şaşkınlıkla.

"Evet," dedi. Bir tutam saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Annem ne yazmış, merak ediyorum... Sadece bana mektup yazdığını düşünüyordum, öyle söylemişti..."

Parmak uçlarımı sakallarında gezdirmeye başladığımda, eğildi ve dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Onu öptüğümde içinde biriktirdiği acısını içime çektiğimi düşünmeden edememiştim.

"Biraz sonra bir şey yapacağım ve bunu yapacak olmaktan nefret ediyorum." Merakla okyanus kadar derin gözlerine baktım. "Gözlerin, ihtiyacım olan her anda gözlerimi bulsun, olur mu Nazlı?" Düşünmeden, sorgusuz sualsiz başımı hay hay der gibi salladım. "Seni seviyorum," dedi.

"Ben de seni seviyorum," dedim. Ellerimi omuzlarına yerleştirdiğimde, ben mi ondan güç almak istiyordum yoksa ona varlığımı mı hatırlatıyordum, hiçbir fikrim yoktu. "Her ne yapacaksan, olması gereken budur."

"Kara!" Bora ellerini belimden ayırdığında, birlikte Sergio'ya döndük. "Zaman geldi!"

Bora içine derin bir nefes çekerken, elime uzandı. "Hadi sevgilim," dedi. Birlikte roof salona doğru ilerlerken Sergio'ya döndü ve belli belirsiz bir mırıltıyla, "Gazamız mübarek olsun," dediğini duydum.

Yeniden davetteki insanların arasına karıştığımızda, herkesin bakışları merakla Bora'ya çevrilmişti. Böylesine kalabalık ve insanların silahsız olduğu bir ortamda silah patlamış olduğu için, gergin bir tedirginlik yaşandığını tahmin edebiliyordum. Bora insanlara bir açıklama yapar diye bekledim ama yapmadı. Gökhan yanımıza geldi ve Bora'nın kulağına bir şey söyledi. Bora bakışlarını bara çevirdi ve sıkıntıyla, viskisini yudumlayan Aydın'a baktı. Elimi bırakmadığı için, beraber, doğruca bara doğru ilerledik.

"Aydın Demir!" dedi Bora, kısık çıkan fakat otoriter bir tonlamayla. "Terasta kurşunlar havada uçuşuyor, sen n'apıyorsun burada?!"

Bora, kesinlikle abartıyordu!

"Burada da uçuşacak birazdan..." dedi Aydın. Baktığı yere baktığımızda, Beyza'nın bir adamla sohbet ettiğini gördüm. "Şu pezevengin üzerine şarjör boşaltmayı düşünüyorum!"

Kıskançlığın ne kadar kötü bir şey olduğunu anlamak ve Bora'nın başının, kız kardeşlerini seven adamlarla dertte olduğunu görebilmek için harika bir akşamdı. Tabii Bora'nın bakışlarını gören biri, kız kardeşlerini seven adamların bir başları kalmayacağını da düşünebilirdi. Fakat Aydın bunu umursuyor görünmüyordu ve alenen Beyza'nın yanındaki adam için, türlü işkence planları yapıyor gibi duruyordu.

"Aydın!" dedi Bora, dişlerinin arasından. "Sana da kıskanmana da başlarım şimdi!" Notaların çıkardığı klasik ezgi yavaşlarken, hafifçe Aydın'a doğru eğildi ve beni de hayrete düşüren bir şey söyledi: "Mehmet Şahindağ'a bağlanacağım, kendini topla!" Ablasına yapmak zorunda olduğunu söylediği ve ona psikolojik şiddet gibi gelecek şey, bu muydu? "Yemin ederim, burada bir kurşun sıkılacaksa, ben senin kafana sıkacağımdır!"

Bora yeniden elimi tuttu ve hızlı adımlarla, masaya doğru ilerledik. Begüm tek başına oturuyordu ve bakışları yine telefonundaydı. Abisi yanımızdan ayrılana kadar da bakışlarını aynı noktada tutmuştu fakat Bora gider gitmez, arkasından söylendi: "Kendi ablasına baksın o. Ona da gidip söylese ya, şununla arkadaş olma, bundan uzak dur falan diye!"

"Hanımlar ve beyler," dedi Bora'nın tok çıkan sesi. Kalabalıktaki tüm gözler üzerine çevrilirken, Beyza konuştuğu adamdan uzaklaşmış ve kendine yeni bir kadeh şarap alarak, OCTO'nun masasına, Tarantula'nın yanına oturmuştu. "Sizlerle konuşmak istediğim konulardan biri de... Mehmet Şahindağ'da olduğunun söylentilerini duyduğunuzu tahmin ettiğim, nükleer silah formülü."

"Ben de açıkçası şu meşhur formül meselesini merak ediyordum Kara," dedi bir kadın. Bora, kadına baktı. "Mehmet Şahindağ'da olduğu doğru mu gerçekten? Eğer öyleyse Mehmet Şahindağ bunu İstihbarat'la paylaşacak mı?"

"Bence bunu Mehmet Şahindağ'a kendin sormalısın," dedi Bora. Cebinden telefonunu çıkarttı ve adamlarından birinin uzattığı kulaklığı bir kulağına taktı. Işıklar söndü.

Çok geçmeden bir duvara, aynı gemi patlatmak için verilen davette olduğu gibi, Mehmet Şahindağ'ın görüntüsü düşmüş ve salonun hoparlörüne sesi bağlanmıştı. Beyza'nın donakaldığını hissettim. Mehmet Şahindağ'ın gözlerinde, bulunduğu yer bir hücre olmasına rağmen, hala sinsi bir ifade vardı ve ne yenilmiş ne de yıkılmış görünüyordu. "Vay be Kara!" dedi, eğlendiğini bile düşündüğüm bir sesle. Salondaki herkesle beraber, bir de Gökhan şaşırmıştı. Gerçekten de işlerin tümden dışında kaldığına, üzülerek ikna olmuştum.

"Seni elleri kelepçeli görmek ne kadar da güzel!" dedi Bora.

Mehmet Şahindağ gülümsedi. "Beyza'm da orada mı?" diye sordu. Tüm gözler Beyza'ya çevrildiğinde, onu herkesten korumak ve buradan çıkartmak istemiştim. "Beni özledin mi Beyza?" Beyza kaskatı kesilmişti ama kirpikleri titriyordu. "Ben seni çok özledim..."

Aydın'ın olanı biteni ancak idrak ettiğini, bardan kalkıp duvara doğru yaklaştığında anlamıştım. Gökhan, bir delilik yapmasını önlemek ister gibi Aydın'ı kolundan tuttu. OCTO'nun üyeleri ise bir Beyza'ya bir de Aydın'a bakarak durumu kontrol altında tutmak istiyorlardı.

"Sen Beyza'yı boş ver de... Bize formülden bahset," dedi Bora. Bir elini cebine sokmuştu ve elindeki telefonu tuttuğu açıya göre, kadrajda yalnızca kendisi vardı. "Öttün mü İstihbarat'a?"

"Beni tahrik etmek için mi aradın?" diye sordu Mehmet Şahindağ.

"Hı hı," dedi Bora, gülümseyerek. "Bir de aramızda süregelen savaşı bitirdiğimi söylemek için." Mehmet Şahindağ iğrenç bir kahkaha attı. "Beyza yaşıyor. Ve senden uzakta. Sen de yaşıyorsun ve hepimizden uzaktasın. Bir savaş, daha güzel bitemezdi Mehmet Şahindağ!"

"Ben yaşadığım sürece, beni Beyza'dan hiçbir şey ayıramaz..." Beyza, ne kadar kendine hakim olmaya çalışsa da midesinin bulandığı belliydi. Acısını hatırlar gibi kolunu tutarken, alt dudağını ısırdı. "Ölüsü bile."

"Yanlış cevap," dedi Bora. İnsanların şaşkınlıkları silinmişti ve yüzlerinden Kara'ya duydukları hayranlık açık seçik okunuyordu. "Çünkü Kara, sizi daima ayırır. Ölüsü bile."

"Ne istiyorsun?" diye sordu Mehmet Şahindağ. Sesi sertleşmiş, bakışları kararmıştı. "Hücrede olan biriyle görüntülü konuşmayı başaracak kadar uğraşmışsın madem... Derdini söyle bana!"

"Gebermeni istiyorum..." dedi Bora. Beyza, şu an burada olup bitenleri anlıyor muydu, emin değildim. "Ama öldürmeyen Allah, öldürmüyor! Madem öldürmüyor, sen de bizimle burada olmalısın diye düşündüm! Bir yanlış anlaşılmayı düzeltmek niyetindeyim! Leo'yla alakalı olan yanlış anlaşılmayı..."

"Bir yanlış anlaşılma yok aslında... Değil mi Beyza?!" Mehmet Şahindağ'ın sesini ve yüzünü kaplayan tekinsizlik, Begüm'ün farkında bile olmadan elime uzanmasına sebep olmuştu. Odağımda yalnızca Beyza olduğu için, Begüm'ün de korktuğunu ancak fark ediyordum. "Formülün şifrelerinden biri Beyza'nın gözleri! Mecbur, geleceğim yanınıza! Geleceğim ve Beyza'yla oğlumuzu alacağım! Beyza! Ben yanınıza dönene dek, Leo'ya iyi bak!"

"Oğlumun adını ağzına alma lan orospu çocuğu!"

Aydın'ın kükrercesine haykırması, bir baba aslana yakışır cinstendi.

"O senin değil, benim oğlum! Benim!"

İnsanlar hayrete düşmüş gibi, önce Aydın'a sonra da Beyza'ya baktılar. Herkesin senelerdir bildiği, dilden dile yayılan Beyza Karabey ve Mehmet Şahindağ aşkı, kafalarının içinde alaşağı olmak üzereydi.

"Beyza'nın da Leo'nun da adını ağzına almayacaksın!" Aydın, Mehmet Şahindağ'ın duvardaki görüntüsüne bakıyordu ama Mehmet Şahindağ kendisini görsün istiyorsa, Bora'nın elinden telefonu alması gerekirdi. "Duydun mu lan beni?!" Bilincinin son demlerine sahip olmasa, belinden silahını çıkarıp duvara ateş edecek gibiydi. "Siktir git lan hayatımızdan! Geber artık! Geber!"

"Aydın Demir," dedi Mehmet Şahindağ. Beyza daha fazla dayanamamıyormuş gibi ayağa kalktığında, salondaki tüm gözler bir kez daha ona çevrilmişti. "O bilekliği cebinde taşımaya devam et! Sözüm baki!" Beyza, salondan çıkmak üzere hızlı adımlarla yürümeye başladı. "Beyza'nın üzerine yemin ederim, seni öldürmeden hemen önce, o bilekliği senden alacağım!"

"Beyza!" dedi Aydın. Beyza durdu ve yüzünü Aydın'a döndü. "Benimle evlenir misin?"

"Ne diyorsun lan sen?!"

Mehmet Şahindağ'ın öfkeli sesi tüm salonu doldururken, yüzüm buruşmuştu. Bora, bakışlarını Beyza ile Aydın'dan çekmeden, görüntülü konuşmayı sonlandırdı. Beyza, Aydın'a; Aydın, Beyza'ya; hepimiz onlara bakıyorduk. Beyza dan diye gülümsedi. Aydın'ın acı kahve gözlerine aydınlık bir ifade yayıldı. Beyza'nın gülümsemesi gitgide daha da büyüdü ve kahkahaya dönüştü. Attığı kahkahalar mutluluktan değildi ve bunu hepimiz anlamıştık. Bora, orkestraya işaret verdiğinde salonu yüksek bir enstrüman sesi kapladı ve Beyza'nın kahkahalarını bastırdı. Zaten biraz sonra da Beyza kahkaha atmayı bıraktı ve keskin bir ifadeyle, Aydın'ın acı kahve gözlerinden bile daha acı bir cümle kurdu.

Kurduğu cümleyi, dudaklarını okuyabilen biri ancak anlardı: "Sana bir fahişeyle evlenmek yakışmaz Aydın Demir!"

Beyza doğruca salondan çıktığında, hiç düşünmeden peşinden gittim. Koruma çemberi yüzünden, belki de domino taşı gibi birimiz gidince, bir diğerimiz de onun peşinden gelecekti ama şu an Beyza'yı koruyan Aydın Demir'in bunu yapabileceğini sanmıyordum. Beyza'nın tuvalete girdiğini gördüğümde, adımlarımı hızlandırdım. Tuvaletin kapısını henüz açmadan, hıçkırıklarını duymuştum.

"Lion," dedim, fısıltıyla. Beyza bir elini lavaboya dayamış, içi kesilir gibi ağlarken gittim ve arkasından sarıldım. "Bütün bu yaşadıkların için çok üzgünüm..."

"Niye ölmüyor?" diye sordu. Ama bu sorusunu bana değil, Allah'a yöneltmesi gerekirdi. "Yetmedi mi artık, bir sürü insanı öldürdü, niye o da ölmüyor?!"

"Bilmiyorum ki," dedim, ne diyeceğimi bilemeyince. "Ağlama, lütfen."

Tuvaletin kapısı açıldığında, bakışlarım aynaya çevrildi. Begüm çekingen bir tavırla içeriye girmiş ve kapının ucundan, hıçkırarak ağlayan ablasına bakıyordu.

"Nasıl dayandın?" diye sordu. Beyza ıslak gözlerini Begüm'e çevirdi. "Ben bir tokada tahammül edemezken, sen nasıl dayandın?!" Beyza'nın dudakları titredi. "Niye ki?" dedi, sonra. Dolan gözlerini hemencecik sildi. "Yalnız değildin. Abim vardı. O sana yardım ederdi. Gökhan'ın hükmüyle abiminki bir değildi ki. Anlamıyorum ben. Madem abimi korumaktı amacın, koruyamadığını anladığında neden çıkıp gelmedin?!" Begüm, ablasına doğru bir adım atınca, Beyza'nın arkasından çekildim. "Mehmet'i öldürünce, başı çok büyük belaya girecekti. Kabul. Az çok basıyor kafam. Ama keşke başı çok büyük belaya girseydi de, bu acıları çekmeseydi. Çekmeseydik."

Bakışlarım, Begüm'ün bakışlarıyla birleşti. Rica eder gibi, yalvarır gibi, n'olur der gibi sessizce, Beyza'nın üzerine gitmemesini söylemeye çalıştım. Begüm başını salladı, lavaboya ilerledi, ellerini yıkadı ve rujunu tazeledi. Beyza'nın ise omuzları sarsılıyordu ve bu kadar iki tezat karakterin kardeş oluşu aklımın sınırlarını zorluyordu.

Begüm, tuvaletten çıkmadan evvel, bir kez daha ablasına döndü. "Üzgünüm," dedi. Beyza ıslak gözlerini yumdu. "Yaşadıkların için..." Begüm, gülümsemeye çalıştı. "Hayatım boyunca seni kıskandım. Yerinde olmak istedim. Abimi seninle paylaşmaktan, evin büyük kızı olmandan, annemle babamı üzmenden ve abimin ne olursa olsun senin yanında olmasından nefret ettim!" Derin bir nefes verdiğinde, tepeden tırnağa ablasını süzmüştü. "Ama şimdi abimin seni nasıl yok saydığını görünce, mutlu olamıyorum. Senden nefret etmiyor ama, sen Kara'yı tanımadığın için bilmezsin... Bazen, an gelecek, senden nefret etmesini bile tercih ederken bulacaksın kendini. Çünkü Kara, böyle biri. Bunu maalesef sen yaptın..."

Beyza nefes alamıyormuş gibi öksürdü ve çıkmak üzere kapıya ilerledi. Kapıyı açtığında Bora'yla burun buruna gelmiş ve hatta alçılı kolunu, Bora'nın göğsüne çarpmıştı. Bora, Beyza'nın ıslak ve rimeli akmış gözlerine, sonra da Begüm'ün üzgün yüzüne baktı. "Otoparka inin," dedi. Ablası ya da kardeşi olmadığım için çok mutlu olduğumu hissederken, bakışları beni buldu ve "Sen de Nazlı," dedi.

♠️

"Bir davetin içine ancak bu kadar edilirdi!" diye bağırdı Bora. Bakışlarının hedefinde Gökhan vardı ve emindim ki Gökhan da olanın bitenin kendisiyle nasıl bir ilgisi olabileceğini sorguluyordu. "Eren'le aynı masada oturmuyor muydun sen?! Sarhoş olmasına nasıl izin verirsin?! Begüm'ün terasta ne işi vardı?! O da senin masandaydı!"

OCTO'nun asil üyeleri, otoparkın bir köşesine dizilmişlerken, Beyza da onların yanındaydı. Begüm ise karşılarında durmuş, geldiğimiz minibüse yaslanmıştı. Ben ise doğrudan minibüse geçmiş ve kendimi korumaya almıştım; sonuçta önce kendimi düşünmem gerekiyordu.

"Ben Nagihan Akbulut'a sinir olunca..." dedi Gökhan ve sustu. Derin bir nefes verdi. "Haklısın. Kendimi tutmam gerekirdi."

Bora sinirle güldü. "Güvenli olduğunu söylediğimiz davette, Kara'nın davetinde, silah patlıyor!"

Çok şükür ki hiç kimse, silahın patlamasına senin karın sebep oldu, diyemedi.

Ama kimse bunu demese de Bora pekala hatırlıyordu. "Nazlı'ya nasıl silah verirsin Gökhan?!"

"Kendi aldı," dedi Gökhan. Ellerini teslim olur gibi havaya kaldırdı. "Dirensem bir kaza çıkabilirdi."

"Hep aynı isimler!" dedi Bora, öfkeyle. "Benim planlarımın içine eden, hep aynı isimler! Begüm, Eren, Aydın!" Begüm gözlerini devirip minibüse bindi ve karşıma oturdu. "Ve karım tabii ki!" Açıkçası benim de gözlerimi deviresim vardı.

"Olanlardan haberim olsaydı, belki daha aktif olabilirdim," dedi Gökhan.

Bora, Gökhan'ı umursamadı. "Ben Beyza'nın sorun çıkartmasını beklerken, şu olana bak ya!" Bakışları etrafta dolaştı. "Abin olacak..." Küfretmemek için derin bir nefes aldı ve "...arkadaş(!) Nerede Gökhan?" diye sordu.

"Terastaydı en son, belki ve inşallah kendini aşağıya atmıştır," dedi Gökhan.

"Oğlumun yanına gidiyorum, dedi. Eve yani..." dedi Sergio.

"Oğlunu da alıp evimden def olursa eğer, yüzünü görmek zorunda kalmam!" dedi Bora, sertçe. Beyza'nın bakışları kendisine değdiğinde, yanlış bir şey dediğini fark etmiş olmalıydı. Başını sağa ve sola yatırırken, Tarantula'ya döndü. "Mekanı temizlersiniz!"

"Sen eve mi döneceksin?" diye sordu, Sergio. Bakışları merakla kısılmıştı. "Diğer plan, iptal değil mi?"

"Tabii ki de iptal değil!" dedi Bora. Tavrı sertti. "Eğer gecenin kalanında, sorun çıkartacak tek bir insan varsa... Sakın bizimle gelmesin!" Bakışları Beyza'yı buldu. "Minibüse geç."

"Ay ben gelmem," dedi Begüm. Bu sırada Beyza minibüse binmiş ve Begüm'ün yanına oturmuştu. Benim başka bir plandan falan haberim yoktu. "Nereye gidiyoruz ki?" diye sordum.

"Berkan Abi'ye," dedi Begüm. Kaşlarım çatıldı. "Eğlence temalı bir şey. Ama malum, ben senin kocanın yanında en son eğlendiğimde, üç yaşında falandım."

"Seni zaten götüren yok!" dedi Bora, minibüse binerken. Bir adamı kapıyı kapatırken, Bora şoför koltuğundaki Selim'e döndü. "Begüm'ü eve bırakacağız!"

"Abiciğim, çok affedersin de biraz fazla abartmıyor musun?!" diye sordu Begüm. Sesi hafif de olsa yüksek çıkmıştı. Selim minibüsü çalıştırmıştı. "Sadece bir fotoğraf!"

"Magazin sitelerine çoktan düştün!" dedi Bora. Hafifçe eğildi ve Begüm'ün gözlerinin içine baktı. "Günlerdir basındayız. Bu akşam özellikle gidip açıklama yaptım ben onca insana. Sen gündemi çal ve yerleş diye mi?!"

"Seks kasedim düşmedi abi!" dedi Begüm, sertçe.

"Yarın o da düşer belki Begüm?! Sonuçta senin Mehmet Şahindağ'da bir kasedin de var!" dedi Bora. Begüm'ün aniden dolan gözleri, Bora'nın nefesini sesli vermesine sebep olmuştu. "Özür dilerim," dedi, daha yumuşak bir ifadeyle. "Çok gerginim!"

Begüm, Beyza'ya döndü. "Seni hiç videoya kaydetmedi mi?" diye sordu. Beyza donakalmıştı ve bu soruyu nasıl cevaplayacağını muhtemelen bilememişti. "Kaydetmiştir kesin."

"Umarım kaydetmiştir," dedi Beyza. Yutkunamadığımı hissettim. "Umarım, nasıl bir pislik olduğunu sadece ben değil, herkes görür."

Oluşan derin sessizlikte hepimiz boğulmuş ama bunu birbirimize çaktırmamak için de büyük bir uğraş vermiştik.

♠️

Minibüs evin önüne yanaştığında, gece yarısına yirmi vardı. Begüm, kendini derhal minibüsten aşağıya atarken, Bora bana döndü: "Sen de üzerini değiştir, rahat bir şeyler giy." Tam bir şey diyecek, neden Berkan'a gittiğimizi soracak, bunun neyin eğlencesi olduğunu sorgulayacaktım ki, Bora minibüsten indi ve Begüm'e yetişti. Begüm'ü kolundan tutup kendine döndürdü ve başını göğsüne yaslayıp sımsıkı sarıldı. Beyza da minibüsten inerken, gıptayla onlara bakmıştı.

"Bana gönül koyma," dedi Bora.

Begüm gülümsedi, kolunu abisinin beline sardı. "Şöyle harika bir çantaya anlaşırız!" Ağır adımlarla eve doğru ilerlediğimizde, Beyza gülümsüyordu. "Abi, üzerinde elmas taşlar var! Görsen nasıl güzel bir şey!"

"Ayakkabısı da vardır şimdi onun," dedi Bora.

Beyza'nın, "Çok güzeller..." diye mırıldandığını duydum.

Sevim Hanım kapıyı açtığında Begüm, Demir ile Asya'yı sordu. Odasında olduklarını öğrendiğinde, Sevim Hanım'dan telsizi aldı ve abisiyle beraber üst kata yöneldi. Biz de peşlerinden çıkıyorduk. "Demir'i bütün gece telsizden izledim. Ama ilk kez bu kadar saat ayrılıyorum ondan. Galiba ağlayacağım."

Bora, Begüm'ün odasının olduğu kata geldiğimizde, saçlarının arasına kocaman bir öpücük kondurdu ve "Seni seviyorum üç numara," dedi.

Begüm gülümsedi. "İtiraf et, boşanıyorum diye çok mutlusun! Nihayet bana yine, evlenemezsin demeye başlayacaksın!" Begüm parmak uçlarında yükseldi ve abisinin yanağına kocaman bir öpücük kondurdu. "Zaten evlilik berbat bir şey! Asla evlenmem, merak etme!"

"Yoo," dedi Bora, sertçe. "Hiç de berbat bir şey değil. Yürü git odana."

Begüm güldü ve bana dönüp, "İyi geceler yengeciğim..." dedi. Beyza çoktan en üst kata çıkmıştı. Ben de Begüm'e iyi geceler dileyip, merdivenlere yöneldim. Bora da arkamdan geliyordu.

Üst kata çıkıp odamızın önüne geldiğimizde, Beyza'nın koridorun sonunda, kendisinin kaldığı odaya giremediğini fark ettim. "Beyza?" dedim, kısık bir sesle. Bora'ya baktığımda, başını usulca tamam der gibi salladı. Yavaş adımlarla Beyza'nın yanına ilerledim. "Niye odaya girmiyorsun?" Beyza zorlukla yutkundu ve bana döndü. Bora da meraklanmış olsa gerek, yanımıza gelmişti. Beyza cevap vermeyince, odaya girdik.

Leo'nun başı babasının göğsündeyken, Aydın oğlunu hiç bırakmayacakmışçasına kolları arasına almıştı. Bu, öyle güzel bir manzaraydı ki Bora dahi iç çekmişti. Elime uzandı ve çıkalım der gibi kapıyı işaret etti. Telefonumu çıkarttım ve fotoğraflarını çektim. Her ne kadar Bora bir deliymişim gibi bana baksa da, böyle bir anı kaçırmam mümkün değildi ve Leo'nun bu fotoğrafa çok sevineceğini tahmin edebiliyordum.

Odadan çıktığımızda Bora, Beyza'ya baktı. "Beraber uyusunlar, bırak..." dedi. Beyza sadece başını sallamakla yetindi. "Sen alt katta, Begüm'ün yanındaki misafir odasında kalabilirsin."

"Neden bizimle gelmiyorsun?" diye sordum. Beyza başını iki yana salladı. "Kafan dağılır hem. Lütfen. Kırma beni. Sen de gel bizimle." Bora'ya baktım. "Gelebilir değil mi?"

"İstiyorsa..." dedi Bora. Saatine bakıp, ablasına döndü. "Kırk beş dakikaya falan çıkarız. Gelmek istersen, aşağıda buluşuruz." Beyza derin bir nefes verdi ve başını belli belirsiz, tamam dercesine salladı. Biz yatak odamıza ilerlerken, o alt kata iniyordu.

Yatak odasına girdik. Bora kapıyı kapatırken kolumdan tuttu ve sırtımı yavaşça kapıya yasladı. Kendisiyle kapı arasında kapana kısılmış gibi hissederken, kapkara gözlerine baktım. İki avucunu da kapıya yaslarken, kaşları çatılmıştı. "Nihayet baş başa kaldık Nazlı Hanım," dedi, kinayeyle. "Vermeniz gereken bir hesap var."

"Ben de birbirimizi soyacağız sanmıştım," dedim, davetker bir tonlamayla.

"Soyacağız soymasına da... Eline silah alıp, koştur koştur kendini riske atmana, oldu da bitti diyemeyeceğim," dedi. İfadesi oldukça ciddiydi. "Senin, silah gördüğün yerde, arkana bakmadan kaçman gerekiyor!"

"Ama sevgilim," dedim, cilveyle. Parmaklarım yakasına ulaştı. "Şu an belinde silah varken böyle konuşman, biraz ironik değil mi?" Düğmelerini çözmeye başladım. "Bat'i çok seviyorum ve Eren'e çok sinirlendim. Tutamadım kendimi. Hamileyim diye abartma, bir şey olmadı sonuçta!"

"Hamilesin diye mi böyle davranıyorum?" dedi, kaşlarını kaldırarak. "Seni düşünüyorum Nazlı ben en önce." Köprücük kemiğini öptüğümde, "Daha konuşuyoruz!" dedi. Bakışlarımı masumane bir tavırla gözlerine diktim. "Kendini koruyabildiğini biliyorum. Ama kendini korumak, sadece fiziksel bir şey değil. Sen de bunu bil."

"Biliyorum," dedim. Gülümsedim. "Sen otoparkta mesela insanlara bağırırken, minibüse binerek kendimi korudum. Sıra bana da gelmesin diye."

Bora tam olarak ben ne diyorum, sen ne diyorsun anlamına geldiğini sandığım bir nefes verdi ve ellerini kapıdan çekip bana arkasını döndü. Ceketini çıkarttı ve sinirle rastgele fırlattı. "Tamam ya!" dedim. Sesim kırılgan çıkmıştı. "Eren'e içten içe olan hırsımdan galiba. Ne yaptığımı bilemedim bir an. Bir daha yapmam." Bora bana döndü ve dikkatle yüzüme baktı. "Gerçekten..." dedim.

"Beni kızdırıyorsun," dedi. Başımı haklısın der gibi salladım. "Bir de utanmadan, sen bana kızıyorsun!"

"Evet ama sen de önüne geleni, sana fikrini sordum mu diye kırıyorsun!" dedim. Dudakları bir şey demek için aralandığında, "Tamam tamam boş ver! Bir şey demedim say! Şimdi bana da aynını dersin falan! Ben seninle savaşmak değil, sevişmek istiyorum!" diye devam ettim. Birkaç adımla ona yaklaştım, parmak uçlarımda yükseldim ve kollarımı boynuna dolayıp, onu uzun uzun öptüm. "Özür dilemeyeceğim. Ama seni anlıyorum. Bir dahakine, daha dikkatli olacağım. Söz veriyorum."

Elleri belime yerleşirken, bu kez o dudaklarıma yaklaşmıştı. Dudakları yumuşak hareketlerle dudaklarımı aralarken, beni geri geri yönlendirdi ve hafifçe yatağın üzerine itip üzerime uzandı. Dudakları boynuma ulaşırken, bir eliyle de yırtmaçtan açıkta kalan bacağımı okşuyordu. Susadığımı hissederken, okyanusun her bir damlasına muhtaçtım. Bir elim ensesini kavrarken, öpücüklerinin sonunun hiç gelmemesini diliyor ve adeta dudaklarının ıslak imzaları altında kıvranıyordum. Kıvranmaktan sıkıldığımı fark ettiğimde, Bora'nın sırtüstü uzanmasını sağladım ve elbisemin eteklerini çekiştirerek, üzerine oturdum. Gömleğinin düğmelerini telaşla çözmeye çalıştığım sırada, Bora ellerini başının altına almış ve beni izliyordu.

Kasları tamamen huzuruma sunulduğunda, vücudundaki hiçbir detayı atlamak istemez gibi ellerimi karnında ve göğsünde gezdirmeye başladım. Dilim ise çoktan köprücük kemiğinde dolaşmaya başlamıştı. Öyle özenli ve yavaş hareket ediyordum ki, adımın yazdığı dövmesine gelinceye dek belki de dakikalar geçmişti.

"Bora," diye fısıldadım. Gözleri gözlerime pelesenk olurken, ruhu ruhuma bulandı. "Berkan'a falan gitmeyelim! Ne işimiz var orada?! Sonsuza kadar bu yatakta kalmak istiyorum!"

Büyük bir arzuyla sırıtıyor olmasına rağmen, "Cık, olmaz!" dedi. Hala kolunda olan saatine baktı ve "Üzgünüm sevgilim. Ama acele etmeliyiz," dedi.

Göğsüne vurdum ve üzerinden inmeye yeltendim ama kolumdan tutarak beni engelledi ve utanmaz bir kahkaha attı. Beni kendine doğru çekerken, dudaklarını dudaklarımla birleştirdi. Çok geçmeden onun dudaklarının hiddeti, benimkini açık ara geçmeye başlamıştı. Elleri ise elbisemin fermuarına ulaşmıştı. Kalbimi yeniden kalbinin altında bulduğumda, bir çırpıda beni elbisemden ayırdı. Acele etmek zorunda olduğumuz için mi yoksa dayanamadığı için mi bilinmez, beni bir çırpıda soyuyor ve çıplak kalan tenimi dili ve öpücükleriyle örtmeye çalışıyordu. Bebeği yüzünden göğüslerimde hissettiğim acı, dudaklarıyla yatışıyordu.

Kendimden geçercesine boğazımdan çıkan sesler duvarlara çarparken, eşit olmadığımızı fark ettim. Bora'nın boğazından da böyle sesler kopup kulaklarımın okşanması gerekiyordu. Ellerim pantolonunun kemerini bulduğunda gülümsedi ve bana yardım etti. Üzerinde hiçbir kıyafet kalmayıncaya dek soyunurken, büyük bir iştahla kendisini seyretmemden hoşlanmış olsa gerek, oldukça yavaş davranmıştı. Parmakları içimin hem cayır cayır yanmasına hem de buz kesmesine sebep olan yerlere dokunurken, kendini bana, dudaklarını da dudaklarıma bastırmıştı.

Kafamın içi, aşkın ateşinden göz gözü görmez bir dumanla kaplanırken, birbirimize kavuştuk ve acelemiz olduğunu unutmadan, birbirimizin tadını çıkarttık.

♠️

Bora siyah bir kot üzerine, beyaz bir tişört giymiş ve üzerine siyah, spor bir ceket almıştı. Ben de siyah tayt üzerine, düşük omuzlu, salaş bir beyaz kazak giyerek, seçtiği renkleri taklit etmiştim. İkimizin de beyaz spor ayakkabı giymesinin ardından bana bakmış ve "Neden bu kadar uyumlu olduk?" diye sormuştu.

"Canım öyle istedi," demiştim.

Yatak odasından çıkacağım sırada, kolumdan tutmuş ve "Saçlar sevgilim," demişti. Gözlerimi devirerek kolumu elinden kurtarmış ve banyoya ilerlemiştim. Kurutma makinasını saçlarımda şöyle bir gezdirmeye başladığımda banyoya gelmiş ve kollarını bağlayarak beni izlemişti. Kurutma makinasını bırakacağım sırada ise elimden almış ve beni bıktırana kadar saçlarımı kurutmuştu.

Bora, Beyza'ya kırk beş dakikaya çıkacağımızı söylese de biz aşağıya bir saat, on yedi dakika sonra inmiştik. Beyza gelmeyecek olsaydı neyseydi de süslü salonda bizi beklediğini fark edince, garip bir biçimde seviştiğimizi anladığını düşünmüş ve çok utanmıştım. Hatta ve hatta kızardığıma da emindim ve Bora verdiğim tepkiyi çok garipsemişti. Çünkü alenen Beyza'nın suratına, "Hani gelmeyecektin?" demiş bulunmuştum. Bir cevap vermesini de beklememiş ve "Çok midem bulandı! Kusmak zorunda kaldım! Malum kardeşinin bebeği... Bora da başımda bekledi! Sonra da duş aldım! Ondan geç kaldık!" diye devam etmiştim. Umarım Bora'nın bebeği, kendisine iftira attığım için bozulmazdı. "Senin geleceğini bilsek, hemen inerdik. Değil mi Bora?" diye de ekleme gereği duymuştum.

Bora ise sadece, "Çıkalım hadi," demişti. Bu kadar cool olması sinirlerimi bozan bir ayrıntıydı ama o, bundan habersizce elimi tutmuştu.

Yine minibüse binmiştik. Beyza benim karşımda oturuyor, bakışlarını camdan ayırmıyordu. Bora ise gözlerini yumarak başını arkaya yaslamıştı. Sayelerinde inanılmaz sıkıcı ve inanılmaz sessiz bir yolculuk oluyordu.

"Lion!" dedim. Beyza'nın gözleri gözlerimi buldu. "Biz nişandan sonra, after party yapmıştık. Oraya giderken, Bora bana eğlenmeyi sevdiğini söylemişti." Bora da gözlerini açmış ve merakla yüzüme bakmıştı. "Merak ediyorum da... Eskiden, yani eğlenmeyi sevdiği zamanlarda, siz beraber vakit geçirirken, nasıl eğleniyordu?" Yüzüme dalga geçer bir gülümseme yayıldı. "Satranç oynayarak mı mesela? Üst üste iki kez rakibini yenince mi eğleniyordu?" Beyza'nın bakışları kısa bir anlığına Bora'ya değmiş ve yine beni bulmuştu. "Yoksa en sevdiği dünya klasiğini, senden evvel bitirdiğinde mi? Aaa yoksa basket falan yaparken üçlük atınca mı? Dur dur! Kesin belgesel izlerken! Uzay belgeseli!"

Beyza kendini tutamayıp küçük bir kahkaha atarken, Bora ifadesiz bir sesle, "Cık. En çok uyurken eğlenirdim ben," dedi.

Ciddiye almış gibi şaşırdım ve yeniden Beyza'ya döndüm. "Mesela Elif'le sevgiliyken nasıl sosyalleşiyorlardı?" diye sordum. Kahkaha atmamak için çok zor duruyordum. "Müzeye mi gidiyorlardı, yoksa beraber ders mi çalışıyorlardı?" Bora'nın bakışları yüzümden ayrılmıyordu. "Mesela en eğlenceli günleri nasıl geçerdi? Birbirlerine şiir okuyarak mı?"

"Kaşınıyorsun bak," dedi Bora. Beyza gülerken, elime uzandı ve beni kendine çekip, başımı omzuna yerleştirdi. Kendi başını da benim başıma dayarken, ellerini belimde birleştirmişti. "Benimle uğraşma."

"Hayatta en sevdiğim şey bu ama..." dedim. Gülümsediğini hissettim. "Piranalardan nasıl korkabilirsin Bora ya?! Biraz da bundan mı konuşsak?!"

"Nazlı!" dedi, ı'yı uzatarak.

İç çekerken gözlerimi yumdum. "Hakkında her şeyi biliyorum! Sıkıcı sıkıcı kompozisyonlar da yazıyormuşsun! Korkunç bir insansın Bora!"

Bora'nın bakışları Beyza'ya çevrildi. "Benim karıma böyle şeyler anlatmaman lazım! Hovardaydı, her gece başka bir bardaydı, içer içer dağıtırdı falan demen lazım!"

"Evet, ben serseri seviyorum galiba!" dedim. Bora'nın sinir olduğunu hissedebiliyor ve bundan müthiş bir keyif alıyordum. "Sarışın ve mavi gözlü serserileri yani..."

"Sevgilim ben de seni seviyorum ama bu, seni arabadan aşağıya atmama engel değil," dedi.

Kıkırdarken, "Sen de benimle atlayacaksan, neden olmasın..." dedim.

Saçlarımın arasına öpücük kondurdu. "Bakıyorum da bayağı keyfin yerine geldi..." dedi. Sesindeki imayla hızla başımı omzundan kaldırdım. Bora gözlerime bakarken, kendisiyle uğraşmamın intikamını alır gibi göz kırptı. Kaşlarımı çatıp, uyarıcı bakışlarımı gözlerinden ayırmadım. "Tabii kusunca o kadar, rahatladın herhalde..." dedi ama sesinde arsız bir tını vardı.

Beyza'nın güldüğünü işittiğimde, kulaklarıma inanamıyormuş gibi ona döndüm. "Neden güldün?" diye sordum, merakla. Midem bulanmıştı. "Neye güldün?"

"Eğlenmeye gidiyoruz, ağlayacak hali yok..." dedi Bora ve beni yeniden kendisine çekti.

Omzunda utançtan yok olmayı dilediğim dördüncü dakika, on birinci saniyede minibüs, bir evin önünde durdu. Minibüsten inerken, Bora'nın bebeği yüzünden, bir an için başım dönmüştü ama Allah'tan Bora elimi tutuyordu.

"Hâlâ burada mı oturuyor?" diye mırıldandı Beyza.

Bora zile basarken, "Hı hı," dedi. Burası müstakil, dışarıdan dört katlı duran, tarihi denilebilecek kadar eskice bir evdi.

Kapıyı Berkan değil, Mila açtı ve coşkuyla, "Hoş geldiniz!" dedi. Bora ve benden evvel Beyza'ya sarılmış, "Yaşıyorsun gerçekten de!" diye bağırmıştı. Bora, Mila'nın bu tepkisine kısa bir an hayret ederken, elimden tutarak beni içeriye çekiştirdi. Sanırım Mila'ya trip atacaktı.

Birlikte çatı katına varana kadar, inanılmaz yorulmuştum. Terasa açılan bir kapıya ilerledik. Terasa çıktığımızda, başımızdan aşağıya konfetiler dökülmüştü. Ben ne olup bittiğini anlamaktan oldukça uzak bir şekilde kalabalığa bakarken, ilerideki masanın üzerinde bir pasta duruyordu.

Beni alıp çocukluğuma götüren, çocukluğumda aradığımı buldurmayan, 2017'nin Ağustos'una kavuşturan ve hayretle Bora'ya dönmeme sebep olan bir pasta.

"Doğum günün kutlu olsun sevgilim," dedi. Dudaklarım bir miktar açılırken, bunun bir rüya olup olmadığını anlayamamıştım. Eğildi ve dudaklarını, kulaklarıma yasladı. "Tarihsiz, zamansız ve mekansız... İyi ki doğdun... İyi ki geldin bana..." Dudağının değdiği yere minik bir öpücük bıraktı. "Hayalini kurduğun ne varsa, hepsi gerçek olacak. Bir bir..."

Bora'nın kollarına yığılırken duyduğum son şey sesiydi:

"Nazlı!"

Continue Reading

You'll Also Like

814K 48.4K 67
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...
2.1M 204K 41
"Benim topraklarımda ölmek için özel bir nedene gerek yok." Mihra Elnurova, Türkiye'nin güneyinde yer alan, ufak bir Türkmen ülkesi olan Karahan'da...
1.7M 122K 29
Onların kaderi yıllar önce yaşanmış tek bir gece sayesinde birleşti. Bir anda karşısına çıkan ve peşini bırakmayan Atmanlı aşireti genç kızın bütün s...
131K 21.1K 45
TÖRE & ADALET SERİSİ 2. KİTAP♟️👠🎓