ARMANDO BEHEMOTH

By meryemc

44.2K 5.9K 4.8K

•Baş Şeytan serisinin ikinci hikayesidir. •Yetişkin okurlar içindir. Armando Behemoth'un ölümü talihsizlik do... More

Giz: bir
Giz: iki
Giz: üç
Giz: dört
Giz: beş
Giz: altı
Giz: yedi
Giz: sekiz
Giz: dokuz
Giz: on
Giz: on bir
Giz: on iki
Giz: on üç
Giz: on beş
Abis: on altı
Abis: on yedi
Abis: on sekiz
Abis: on dokuz
Abis: yirmi
Abis: yirmi bir
Abis: yirmi iki
Abis: yirmi üç
Abis: yirmi dört
Abis: yirmi beş
Abis: yirmi altı
Abis: yirmi yedi
Abis: yirmi sekiz
Abis: yirmi dokuz
Abis: otuz
Abis: otuz bir
Abis: otuz iki
Abis: otuz üç
Abis: otuz dört
Abis: son

Giz: on dört

773 143 89
By meryemc

Braita Stereo, Ayayay

꧁꧂

Baş şeytan, mütevazilikten ölen depoma adım attığı gibi gözleri etrafta dolaştı. Kendimi kanepeye bıraktım. Banyonun yerini tarif etmem gerekmiyordu, her şey iç içe ve ortadaydı zaten.

"Dağınıksın."

"Minimalistim."

"O ne bilmiyorum ama eminim ortalığa saçılmış kıyafetleri içermiyordur."

"Onlar katlı. Açık dolap misali."

"Dağınık duruyor."

"Portal orada." diyerek elimi kaldırdım.

Gözlerini kıstı. "Gerek yok."

Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "İyi."

"Çok fazla koku var. Her yeri buraya taşımışsın gibi."

"Koklama."

Başını sağ omzuna eğdi. "Misafirperverlik dersi veriyor musun? Eminim senden almak isteyenler olacaktır."

İç çektim. "Banyo orada. Su ayarı kolay. Dolaplarda temiz havlular var. İstiyorsan kıyafetlerini çamaşır makinasına atabilirsin ya da sana kıyafet getiririm. Daha iyi mi?"

"Daha iyi." dedikten sonra mırıldandı: "Makinaymış."

Banyoya ilerlerken tişörtünü çıkardı. Karnı kan içindeydi. Bir de kas içindeydi. Sırtını sadece anlık olarak görebildim. Her ne kadar kapıyı çekmeye tenezzül etmese de duş iç kısımda olduğu için görünür değildi. Sırtında uzun bir iz vardı ve yanlış görmediysem sanki yeniymiş gibi kızarıktı. Oysa bu iz asırlar öncesinden kalmış olmalıydı.

Kaşlarımı çatarak küçük televizyonu açtığımda su sesi gelmeye başladı. Duraksadım. "Hey, kıyafet isteyip istemediğini söylemedin. Yıkama sesi de gelmiyor."

"Çıplak olmaya alışkınım."

"Ben çıplak olmana alışkın değilim."

"Alışırsın, ne diyeyim." Biraz duraksadı. Tiksintiyle karışık bir sesle devam etti: "Bunlar ne şirin kokular böyle. Kusacağım."

"Sabun da var orada."

"Bulamıyorum. Gel ve bana ver."

"Bunun yalan olduğunu anlamak için ağzımda bir şey hissetmeme bile gerek yok." diyerek gözlerimi devirdim.

"Hımmm." dedi uzunca.

"Pislik."

"Neden pislik oldum yine hiç anlamadım. Hoşuna gidiyor galiba hakaret etmek."

Sessiz kaldım.

"Leserian."

"Evet?"

"Konuş benimle."

Sesim, kafam karışmış gibi çıktı. "Konuşuyorum?"

"Anlat bir şeyler. Bu yer nereden çıktı mesela. Kaç yıldır burada yaşıyorsun?"

"Uzun bir süre değil, bir buçuk seneye yakın. Kullanışlı." Arkama yaslanarak ayaklarımı büktüm, kendime çektim. "Bir olayı yok, yeterli."

"Daha çok saklanma alanı gibi."

"Olur da kaçmam gerekirse gözüm arkada kalmaz."

"Niye kaçman gereksin?"

"Geleceğin ne getireceği belli olmaz." dedim içimden geçeni söyleyerek. "Carlo dışında arkadaşım olduğu söylenemez. Hatta baya bir hazzetmeyenim var."

"Bir de ben varım, değil mi? Ama iki kategoriye de girmiyorum."

"Yani... Evet. Banyomda bir baş şeytanın yıkanacağını asla düşünmezdim."

"Baş şeytan banyonda sana birçok şey yapabilir. Veya buranın herhangi bir yerinde. Ya da direkt herhangi bir yerde."

Karnımın alt kısmı ısınırken dudaklarımı birbirine bastırdım. 

"Çekingen sessizliğin de baya lezzetli."

"Ya, lezzet şelalesiyim resmen." diye mırıldandım.

"Evet." Su sesi kesildi. "Bu arada, özür dilemedin."

"Ne için?"

"Kolumu karnıma sokmamı sağladığın için."

"Üzgünüm."

"Belli." diyerek iç çekti.

"Hızlı iyileşiyorsun zaten ama acısı için kusura bakma."

"Affettim," derken kapıda belirdi. Elindeki küçük havluyla saçlarını kuruluyordu. Üstünü kurulamıştı. Çıplak üstünü. Havlu sarmadığı üstünü. Veya altını.

Çenemle birlikte gözlerim de aşağı indi. Uyluk çizgileri nefis bir belirginlikle kasıklarına iniyordu ve tam ortada, beni geriye irkiltecek bir görüntü vardı. "Sen-aa-se-sen... çok büy- çırılçıplaksın."

"Büyük mü diyecektin?" derken bir elinin penisine yöneldiğini fark etmemle arkamı dönüp yüzümü koltuğa bastırdım. "Elim sikimdeyken bence bana arkanı dönme Leserian."

"Sana bir tavsiye. Elini çek pislik."

Alçaktan gelen, ardından yükselerek etrafımı saran kahkahasını duydum. "Dokunmadım bile. Bir de diyor herkesi niye alamıyormuşum? Alt tarafı çıplağım, haline bak."

"Ama sen-... sensin."

"Ben kimim?" Tepki vermedim. İç geçirdi. "Bana baksana. Leserian. Ellerim hava. Bana bak." Sakince ona döndüm, bakışlarımı gözlerine kilitledim. "Ben kimim?"

"Baş şeytan?" dedim sorarcasına. "Adını mı söyleyeyim? Ne demek ben kimim?"

Kaşlarımı çatarak bir süre düşündü, bu sırada havluyu saçlarında gezdirdi. "Onu sormamıştım ama adımı duymak isterim."

"İlki de dahil mi?" İlk adının söylenmesinden zerre hoşlanmıyordu.

"Sadece ilki."

Gözlerimi kırpıştırdım. "Armando?"

Havludaki eli bir an duraksadı, bedeni gerildi. Ardından hareketine devam etti. "İlginç. Bana bunu diyebilirsin."

"Armando mu?"

"Hım," dedi, onaylarcasına. "Senin adın?"

"Sahja."

"Gerçek adın."

Yapay bir şekilde gülümsedim. "Sahja."

"Papağan." dedikten sonra banyonun içine ilerledi.

O sırada ben de portal açarak mümkün olan ilk yerden ona uygun bir şeyler aldım. Geri döndüğümde kollarını göğsünde birleştirmiş, banyo kapısına yaslanmış bekliyordu.

Kıyafetleri ona attım. Sadece pantolonu giymeyi tercih ettikten sonra kendi malıymış gibi kanepeme yerleşti. Hafifçe kıpırdandı. "Küçük."

"Huysuz."

Tek taraflı sırıtarak kanepemin yayları gıcırdatacak kadar sert hareket etti. Ardından kollarını açarak geriye attı. Başını arkaya yasladı. Tavana baktı. "Yani burada uyuyorsun."

"Arkandaki yatakta." Nadir olarak.

Başını bir an kaldırıp arkaya çevirdi. "Orada yatak yok."

"Of, var işte. Kıyafetleri indirince."

"Pekala, Leserian. Sana kucağımı teklif ediyorum. Uyuman için."

Gözlerimi kırpıştırdım. Alnımı ovuşturdum. "Teşekkürler, ben iyiyim. Hele hele kucağındayım diye yine kanat çaldıracaksan iyiden öteyim."

Sırıttı. "Onun için ne istersin?"

Benim yüzümden kalkmadığını inkar bile etmemişti... Bazen bu adama ne desem bilemiyordum gerçekten.

"Soru sormamak demiştik ya."

Koltuğun sırtındaki kolundan birini bükerek başını yasladı avucuna. Bana baktı. "Daha fazlasını hak eden bir hareketti. Bir şey daha isteyebilirsin."

"Sırtına bakayım."

"Anlamadım?"

"Arkanı dön, sırtına bakayım."

Kaşlarını çattı. "Herhangi bir şey isteyebilirsin. Cehennemin yarısı gibi mesela."

Abartılı bir şekilde iç çektim. Sanki verirdi ya da alırdım da. "İstemiyorum."

Doğrularak yan döndü. Tek bacağımı büküp üstüne, koltuğa oturdum. Arkasındaydım. Sol omzundan sağ beline kadar inen derin kesiğe baktım. Kesik hala kanlıymış ve yeniymiş gibi kırmızıydı.

"Canlı duruyor." dedim ellerimi kucağımda birleştirerek.

"İlginç bir yorum."

"Yani sızlıyor gibi. Yeni açılmış gibi."

İç çeker gibi bir nefes aldı. "Gücüm çalındığında oldu, o yüzden böyle kaldığını düşünüyorum."

"Gücünün çalınmasının merhamet etmek ve iz kazanmakla ne ilgisi var?"

Tek omzunu kaldırıp indirirken kolunu da koltuğa yasladı. "Bakman bittiyse ellemeye geçebilirsin."

Birden gülesim geldi ve güldüm. Ardından öksürerek gizlemeye çalıştım. Behemoth, omzunun üstünden keyifli bir bakış attı.

Yani, davete icabet ben de elimi uzattım. Sol omzuna dokundum. Tenindeki dalgalanmayı parmak uçlarımda hissettim. Birkaç santim geri çektim elimi. "O neydi?"

Hafifçe boğazını temizledi. "Hiç."

Biraz öne kayarak tekrar dokundum. Vücudu sıcaktı ama yara izine doğru teni daha da ısınıyordu. "Bu iz şu an acımıyor, değil mi?"

"Niye soruyorsun? Dokunmak istiyorsan dokun."

"Yani acıyor mu?"

"Leserian."

"Peki." diyerek iç çektim. İzin üstüne kaydırdım parmağımı. Teni daha hassastı, daha inceydi sanki ama genel olarak o kadar sertti ki, sanki metal içinde yaşıyordu. "Çok garip."

"Garip olan ne?"

"Sıcak ve sertsin. Çoğu beden gibi. Ama... Sen parmak uçlarımı karıncalandırıyorsun." dedim, garip bir ilgiyle. Gerçekten de öyleydi. Teninden bana yayılan elektrik var gibiydi. Ürpertiyor, içimi kıpraştıyordu.

Teni tekrar dalgalandığında sert bir nefes alıp koltuktaki elini sıkılaştırdı.

"Acıyorsa-"

"Dokunman acıtmıyor, Leserian." dedi dişlerinin arasından.

"Eh, sinirlenmene gerek yoktu. Düşünceli davrananda kabahat. Al." diyerek izine hafifçe tokat attım. Ardından kollarımı göğüs hizamda birleştirdim. Attığım tokadı hissettiğini bile sanmıyordum.

Yavaşça ve hayretle bana döndü. "Sinirlenmek? Bak bakalım ne kadar sinirliyim."

Birden vücuduma adeta his seli aktı. Sırtım anında gerildi, meme uçlarımın sivri dişler gibi sütyenime battığını hissettim. Bacaklarım titredi, kafatasımla birlikte bacaklarımın arası da alev almış gibi yanmaya başladım.

Sonra birden... Geçti. Ama artçı sızıntılar kaldı, bu da bedenimin kendi tepkisini vererek kıpırdanmasını sağladı.

Behemoth, kaşlarını kaldırarak bana bakıyordu. "Nasıl sinir ama?"

"Azgınlığını üzerime itmeyi kes." dedim nefese nefese kalmış bir şekilde.

"Kendimi iteyim o zaman."

Hareket etmeden önce bir şey söylemek için ağzımı açmamı bekledi. Böylece, o lanet dili direkt ağzıma girerek derin bir öpücükle beni esir aldı. Elleri kalçalarıma inerek beni kendine çektiğinde koltukta geriye kaydım çünkü bir yandan da ağzı baskı yapıyordu. Sırtım koltuğa yaslanırken o da dudaklarını benden ayırmadan bacaklarımın arasına girerek üstümdeki yerini aldı.

Bu arada, koltuğun gerçekten küçük olduğunu fark ettim. Behemoth iki kişilik, geniş olduğunu düşündüğüm koltuktan büyüktü. Üstelik ağırdı, ağırlığının birazını bile bana verse nefessiz kalırdım muhtemelen.

Sıcak, ıslak dili ağzımı adeta yeni bir buluş gibi tekrar tekrar keşfederken bir eli kazağımın altından girdi. Parmakları, ağzının hararetli tavrına kıyasla yumuşak hareket etti. Yara izlerimi okşadığını fark ettiğimde kolunu tuttum. Eli duraksadı.

Anlık, ağzına doğru nefes aldım. Ardından elimi yukarı doğru çıkardım. Kolunun üstünde gezdirdim; teni ardı ardına dalgalanırken karnım heyecanla kasıldı. Omzuna dokundum, parmaklarımı kaydırarak ensesinden saçlarına doğru soktum. Ve lanet olsun, avucumun altında hissettiğim her şey o kadar hoşuma gitti ki inledim. Ağzı ağzımdayken sırıttı. Ta ki, diğer elimi karnına koyana kadar; bu sefer hırladı. Karnından gövdesine doğru kaydırarak teninin deli gibi dalgalanışa geçişini hissettim.

Behemoth başını biraz geri çektiğinde gözlerimi açtım. Baş şeytan aşkına. Gözleri canlanmıştı resmen. Turuncu rengi, hareket ettikçe etrafa aynı renk bir sis yayıyormuş gibiydi. Bir kolu koltuğu tutuyordu ve tuttuğu yer avuçunun altında bükülmüştü. Diğer eli hala kazağımın içindeydi.

"Tenin neden dönüşmek üzereymişsin gibi?" diye sordum.

"Çünkü tam olarak öyle." dedi boğuk bir hırıltıyla. "Dönüşmem gerekiyor. Seni öptükten sonra hiç yapmadım."

"Niye 'gerekiyor'?"

"Enerji birikimini atmak için."

"Burada dönüşmezsen sevinirim." derken bakışlarım dudaklarına indi. Onları tekrar istiyordum.

"Ben de." dedi kaba bir sesle. Başımı ona doğru kaldırdığımda o da başını geri atarak "Bekle." dedi.

Sabır dileniyormuş gibi yukarı bakarken dişleri sıkılmış haldeydi, boynundaki kaslar belirginleşmişti. Ve ben de... Boynunu yalamış olabilirim. Olabilirim değil hatta, direkt yaladım. Behemoth'un boğuk bir sesle küfrettiğini duymam, ensesindeki elimden destek alarak iyice ona yönelmemi sağladı. Beklenmedik bir içgüdüyle dişlerimi tenine değdirme ihtiyacı hissettim; sanki yapmazsam bir bir sökülecekmiş gibi bir ağrı belirdi ağzımda. Hatta onu öyle bir ısırmak istedim ki bu isteğim beni şoka uğrattı.

Boğazımdan tutularak geri çekildim. Ağzım aralıktı, gözlerimi kırpıştırarak yukarı, Behemoth'a bakıyordum. Ağzımda değişik bir tat vardı. Dilimi sol üst köpek dişime değdirdiğimde orada metalik, yoğun bir tat aldım. Gözlerim hızla Behemoth'un boynuna indi.

Siktir. Herifi ısırmıştım. Hafifçe.

"Ben... Üzgünüm."

"Beni ısırdın." dedi, garip bir ifadeyle.

"Öyle olmuş biraz. Üzgünüm. Gerçekten."

"Niye üzgünsün?"

Kaşlarımı çattım. Yavaşça yutkunduğumda boğazım avucunun altında hareket etti. "Lafın gelişi."

Gözlerini kapayıp başını eğdi, hafifçe güldü. Daha çok bir erkeksi, seksi bir kıkırtı gibiydi.

Elini tutarak altından kalkarken bakışları beni izledi. "Gel." diyerek arkamı döndüm. Elimle daire çizerek portal açtım.

Benimle geldiğinde boş, kocaman ve terk edilmiş depolardan birine çıktım. Elini bırakıp ona döndüm, birkaç adım geri attım. "Olası kaçış yerlerimden biri. Etrafta kimse yok. Buraya gelen de yok. Dönüşebilirsin." Bir süre beni süzdü. Konuşmadı. "Ne oldu?"

"Hiç." diyerek etrafa göz gezdirdi. "Kalmak istediğine emin misin?"

Yanaklarımı içten ısırarak başımı salladım.

Behemoth canavarına dönüştü. Boynuzları, ağzına sığmayacak kadar uzun köpek dişleri, iki buçuk metreye ulaşan boyu, sivri metal pençeleriyle bir kabus gibiydi. Kararmış parlak teninde metal dalgalanıp duruyordu. Onu daha önce de görmüştüm ama tenini sürekli bu şekilde titreşmiyordu.

Birden Behemoth'un omuzları sarsıldı. Keskin bir ses duyuldu ve ardından iki kanat yana doğru açıldı. Kanatlar aynı vücudu gibi kara metaldi; kanatlarının alt kısmı sivrileşiyor ve kıpraşarak ses çıkarıyordu. Oldukça ağır görünüyordu.

Behemoth'un kanatları da daha önce yoktu ki ayrıca?

"Senin... Kanatların var?" dedim, hayretle.

Behemoth da başını hafifçe çevirdim, kanatlarına bakıyordu. Kaba, birkaç kişi aynı anda konuşuyormuş gibi kalabalık sesi duyuldu: "Eskiden vardı. Gücüm tamken."

Güç birleşimi tekrar çıkmasını mı sağlamıştı yani? Öylece? Bu kadar basit ve hızlı bir şekilde?

Behemoth'un kanatları birden içeri çekildi. Ağzından tıslar gibi kaba bir ses çıktı. "Dışarıda tutmak fazla güç istiyor ama hala orada olduklarını düşünmediğimi hesaba katarsak, ilginç."

Düşünüyormuş gibi başını sağa eğdi. Ardından "Bana bir geçit aç." dedi. "Deponun içine." Biri önünde, biri de birkaç metre ileride geçit açtım. İçeri girdi, teni dalgalandı çıkarken. "Daha fazla."

Deponun içini portallarla doldurdum. Her birinden geçti, geçtikçe daha çok kıpırdandı vücudu. "Şimdi kapat." dediğinde ve geçitleri yok ettiğimde kanatları tekrar çıktı. "İlginç."

"İlginç olan hangisi?"

"Güç birleşimi varolan güçlerimin gelişmesi gerekiyor. Kaybettiklerimin geri gelmesi değil. Bunda bir gariplik var."

"Açıkçası benim de yalanın tadını almamam ve dişlerimin sivrilmemesi gerekiyor bence." diye mırıldandım.

"O da var tabii."

Vücudunu hareket ettirerek kemiklerini çıtırdattı, ardından normal bedenine döndü. Bu sırada, pantolonunu yırtılmıştı ayrıca. Ne güzel. Bahane olarak kontrolsüz dönüştüğünü söylemişti ama bence bilerek yapmıştı.

"Yemek yemem gerek." dedi. Önce giyinmesi gerekiyordu.

Evime döndükten sonra onun için bir pantolon daha almak zorunda kaldım. Bir de poşetlerce ev yemeği.

Küçük alanda sıkışmak hoşuna mı gidiyordu bilmiyordum ama döndüğümde cehenneme gitmeyi fakan teklif etmedi. Koltuğa oturan bendim, yere oturan oydu. Koltuktan ziyade yere daha çok sığıyordu çünkü.

Behemoth, yarı çıplak halde yemeğini yerken sordum: "Ne olduğu hakkında fikrin var mı?"

"Birçok fikrim var ama hiçbiri mantıklı gelmiyor." dedi. "Mantıklı olması için de senin benim doğal düşmanım olman gerekiyor."

Sırtımdan soğuk bir ürperti geçti. "Öyle olduğumu düşünüp bir örnek versene."

"Öyle olduğunu düşünmemi bile istemezsin." derken rahatça lokmalarını çiğnedi. Yutmasını beklerken birbirimize bakıyorduk. "Çünkü o zaman seni direkt öldürürüm."

Gözlerimi kıstım. "Beni öldürmen o kadar kolay değil."

"Senden güçlüyüm."

"Tebrikler. Yine de kolay değil."

"İki saniye falan sürer."

Başımı iki yana sallayarak derin bir nefes aldım. "Neyse."

"Benden habersiz gölü kullanmışsın."

Tek omzumu silktim. "Tekrar kullanmam gerekecek. Genel izin versen iyi olur. Oraya geçit açabiliyorum."

"Bu da ilginç. Oraya ben ve yalnızca izin verebildiklerim girebilir. Ve sana bir kerelik izin vermiştim." dedi. "Ayrıca sen niye benim gücümü alabiliyorsun da ben şu portallardan faydalanamıyorum?"

Güzel bir soruydu.

Düşünceli bir şekilde zemine baktım.

Behemoth'un iç çektiğini duyduğumda gözlerimi ona çevirdim. "Yani sen gerçekten de cennete girebiliyorsun."

"Soru yok."

Kaşlarını kaldırıp indirdi. "Soru değildi."

Huzursuzca kıpırdandım.

"Senden, birini bulmanı istemiştim. Melek çocuğunu." dediğinde tepki vermemek için kendimi kastım. Tırnaklarımı inceler gibi yaptım. "Cennette onu görmemiş olman garip. Gaviel saklamıyorsa tabii. Ya da belki gördün de söylememeyi tercih ediyorsun."

Cevap vermedim.

"Bilmediğim şeyler midemi bulandırır. Sen de baştan aşağı bilinmeyensin." Sesli bir şekilde kolayı içti. "İronik bir şekilde sen hiç de midemi bulandırmıyorsun, Leserian."

Ayaklarımı altıma toplayıp başımı koltuğun koluna yaslarken "Bu... Bela olduğumu söylemenden bir tık daha iyiydi. İltifat konusunda umut vaadediyorsun." dedim.

"Sana lezzetli olduğunu da söylemiştim."

Acaba türümü bilse, hala lezzetli olduğumu düşünür müydü? Onun tabiriyle, doğal düşman olduğumuzu fark etse? Bunu öğrenmesi, Gaviel'in veya diğer meleklerin yaptıklarımı öğrenme ihtimalinden çok daha fazla ürkütüyordu beni.

"Temizlendiğine ve," Bomboş yemek paketlerine baktım. Baş şeytan, tek başına, beş yetişkinlik yemek yiyordu. "Doyduğuna göre cehenneme dönme vaktin gelmiş gibi."

"Kovuluyor muyum?"

Başımı olumsuz anlamda salladım. Onu kovmak aklımın ucundan geçmemişti. Kendi isteğiyle gitmeye teşvik ediyordum tabii de... Behemoth'un varlığına verdiğim tepki garipti. Özellikle öpüştükten sonra, açıkçası etrafında olmak daha olağan gelmeye başlamıştı. Her ne kadar beni çoğu zaman... Garip hissettirse de.

"Şu giydiğin elbise. Göküstü'nde." derken sesi sakindi. Ama yemin ederim ki dudağının sırıtır gibi kıvrılışını orada olmasa bile bir şekilde, oradaymış gibi hissediyordum. "Küçük kıçın içinde mükemmel duruyordu."

"Ha?" diye garip bir ses çıktı dudaklarımdan.

"Kıçın nefis."

"O kadar doğal tavırla söylüyorsun ki anlamakta zorlanıyorum."

Başını omzuna doğru eğdi. "Yuvarlak küçük kıçının tamamı tam olarak bir avucuma-"

"Anladım." Kulaklarımın alt kısmına sıcaklık basmıştı. Ellerimle kendimi yelpazelemek istiyordum ama bir yandan da renk vermemeye çalışıyordum. Gözlerim saatime kaydı. "Yakında gitmem gerekecek."

Baş şeytan çöplerini toplamaya başladığında ona bakakaldım. "Ne zaman döneceksin tahmini?" diye sorduğunda aldığım nefes de şokla harmanlandı.

"Ben..." Ayağa kalkıp elinden paketleri çekerken kısık gözlerle beni izledi.

"Ne yapıyorsun?" diye sordu.

"Asıl sen ne yapıyorsun? Biraz baş şeytan gibi davranır mısın?" Kafam karışıyor.

Tek kaşını kaldırdı. "Nasıl davranırmış baş şeytanlar, Çok Bilmiş Leserian?"

"Ben... Bilmiyorum... Ölüm saçman falan gerekmiyor mu?"

"Barış mı saçıyorum?"

Omuzlarımı indirdim. Başımı olumsuz anlamda sallarken çöpleri toparladım. Göz ucuyla, Behemoth'un kollarını göğsünde birleştirerek evimin(!) ortasında dikildiğini gördüm. "Bence, Leserian, bana katlanabilmene katlanamıyorsun. Bu yüzden benimle geçirdiğin zamanın ortalama otuzuncu dakikasında bir tür bireysel krize girip sataşmaya başlıyorsun."

Yavaşça yutkundum. "Davranışlarım için... Kusura bakma."

Behemoth'un bir süre bana baktığını, ardından da çenesini kaldırarak derin bir nefes aldığını gördüm. "Çok fazla özür diliyorsun. Seni buna kim alıştırdı bilmiyorum ama son vermen gerek. Tavsiyem, alıştıran kişileri öldürmek sonra da kelimeleri sözlüğünden silmek."

Dudaklarım huzursuzca, gülmek ister gibi hareketlenirken gözlerimi kaçırdım. Komikti. Basitmiş gibi söylemişti ve onun için gerçekten de basit olması komikti.

Birden atkuyruğum omzuma çarparcasına esti. Başımı daha kaldırmadan, Behemoth'un büyük bedeni görüşümü kapattı. Dibime hızla gelivermişti. İşaret ve baş parmağı arasına çenemi sıkıştırarak başımı kaldırdı. Parmakları bile o kadar büyüktü ki yüzüm için, bu kadar yakınımdayken savunma pozisyonuna geçmiyor olmam ilginçti. Bir parmağının gücüyle boynumu çatırdatacak varlıklara bu kadar yakın olmak değişikti.

Gözlerimi kaldırdığımda Behemoth'un tutuşu bir an sıkılaştı. Aklı çok başka bir yere gitmiş gibi bakışları karardı. Gerçi konu Behemoth olunca, özellikle de öpüştükten sonra, aklının hep o başka yerde olduğunu düşünmeye başlamıştım. Ona aşağıdan bakıyor olmam ne çağrıştırmıştı bilmiyordum ama- Ah.

Tenim ısıyla titreşti. Ona bu tepkiyi vermek o kadar doğal geliyordu ki karnıma bir ağrı hapsoldu. İçimde... İlkel bir şeyler uyandırıyordu.

"Sikeyim. Ne söyleyeceğimi unuttum." diye homurdandı.

Gözlerim kocaman açılırken elimi ağzıma bastırdım ama kıkırtı kaçtı. "Özür dilemekle ilgili bir şeydi sanırım."

"Yok. Bacaklarınla ilgiliydi." dedi, düşünceli bir tonda.

Ellerimi bacaklarıma götürdüm, hafifçe eğdim. "Ne var bacaklarımda?"

Beni birden kaldırarak küçük tezgahıma oturttuğunda, tezgahın üzerindekiler sağa-sola devrildi. Tam bu hızlı ve kaba hareketler için uygun bir yerde olmadığımızı söyleyecekken Behemoth'un bacaklarımı tuttuğunu fark ettim. Onun için açılmış bacaklarımı.

"Beni kıvrımlarının arasına alman hoşuma gidiyor." dedi, eliyle bacaklarımı hafifçe okşayarak. Gözleri okşayışındayken bir adım atarak araya girdi. "Dişlerinin sivrilmesi ve boğazıma yakın olması da öyle." Kaşlarını çattı. "Ama en çok dokunman. Bana daha çok dokunmalısın."

Ellerini bacaklarımın iki yanından tezgaha yaslayarak bana eğildi. Beklentiyle durdu. "Ne?" diye sordum, kısık bir sesle.

"Hadi, dokun."

"Nereye?"

Sırıtırken dilini, hafif sivrilmiş dişlerinde gezdirdi. "Tercihi bana bırakırsan sikimle başla derim."

Ona dik bir bakış attım. Aslında bu bakışı kendime atmak istiyordum çünkü kabul edesi vardı bedenimin. Yine de bir elimi uzattım ve sol göğsüne dokundum. Sıkı gövdesi, elimin altında daha da gerginleşti ama Behemoth hareket etmeden durabildi. Cehenneme ilk portalımı açmam için avuçlarına dokunmam yetmişti, avucundaki ısı ve kasvetli hava cehennemi hala edebilmemi sağlamıştı. Teni ise bundan daha yoğundu, sanki cehennemin bilinmeyen her noktasını oracıkta öğrenebilirmişim gibi geliyordu.

Elimi karnına doğru kaydırdığımda kalçası hafifçe öne hareket etti. Zihnim, kalçalarının bana doğru belli bir ritimle hareket ettiği görseller yarattı. Bacağımda tuttuğum diğer elimi sıkıca, kendime bir uyarı niteliğinde bastırdım. Bu niye bu kadar zordu? Baş şeytandan niye bu kadar etkileniyordum? Benim için tamamen yanlış olduğundan mı?

Bacağımdaki elimi daha fazla orada tutamadım, kollarındaki damarlara götürdüm ve bir tanesini takip ederek kaslarının boğumlarında gezdirdim. Bedeni çok büyüktü, ne kadar dokunursam o kadar sonu gelmeyecek gibiydi. Behemoth'un teninin üstünden bile tehlikesini hissediyordum. Bunu, bana herhangi bit zarar vermeden nasıl hissettiriyordu bilmiyordum. Yarım olsun olmasın, ona imreniyordum.

Onun şu anki gücüne sahip olsam cenneti dağıtabilirdim.

Dişlerimin gerildiğini hissettiğimde şaşkınlıkla iç çektim. Dokunuşumu izleyen Behemoth'un gözleri hızla yüzüme doğru kalktı. "Ne oldu?"

"Sanırım... Seni ısırmak istiyorum." dedim, boğuk bir sesle. Kaşları yukarı fırladı, tam ağzını açmıştı ki kurduğum alarm çaldı. İrkildim. "Ah. Gitmem gerek."

Bir an yüzünde garip bir ifade belirdi, ardından alnını ovarak geri çekildi. Aşağı atladım.

"Sana portal açayım. Kendime de ateş gölü için geçit açacağım." dedim hızla. "Saçımı ve gözlerimi düzeltebilir misin?"

Behemoth'un bir an patlatacakmış gibi gövdesi şişti, ardından dişlerini gıcırdattı. "Tabii, Leserian."

Elini uzattı, bir tutam saçım parmaklarının arasındayken parmaklarını şaklattı. Ona açtığım portaldan girerken dik bakışları yüzümdeydi.

Hızlı hareket ederek göle gittim, ardından tamamen temizlenerek cenneti halime uygun giyindim. Sonra da kafesimde beklemeye başladım. Dışarıdan hala sesler geliyordu, kapıda zorlama yoktu. Bir günlük uyku sürem dolduğu için, her an biri gelebilirdi. Geldi de.

Zachrael, kapıyı tıklattı. Biraz aceleciydi sanki.

Kapıyı açtığım gibi. "Senin için önemli bir şey varsa taşıyabildiğini al ve beni takip et, Rosvka." Kaşlarımı çatışıma karşılık "Lütfen, hızlı ol." diye devam etti.

Etrafa bakındım. Kalp atışım hızlanırken konuştum: "Bir şeyim yok..."

Hızlı adımlarla onu takip ederken, etraftaki cümbüşün arttığını fark ettim. "Sorun ne?" diye mırıldandım.

"Şş," dedi Zachrael. "Daha sonra."

Zachrael'in kütüphanesine geldiğimizde kapıyı kapattı. Ellerini kaldırarak birbirine kenetlediğinde kütüphanenin, sanki yıllar sonra ilk defa kullanılıyormuş gibi, kilitleri ağır ağır hareket etti.

Bir adım gerilerek elimi belimdeki küçük hançere götürdüm.

"Burada sana bir süre yetecek erzak var. Asla durmadan hareket halinde olman gerek ki seni bulamasınlar." dedi, bohça gibi bir şey çıkararak.

Hançeri bıraktım. "Ne?"

"Yeterince açık değilse söyleyeyim: Gitmen lazım."

"Neden?" Kanatları alanın ben olduğu mu fark edilmişti?

"Çünkü seninle işleri bitti." dedi Zachrael.

Böyle bir cevap beklemiyordum. Gözlerimi kırpıştırdım.

"Yarısı senin ölmen gerektiğini, diğer yarısı da hala kullanılabilir olduğunu söylüyor."

"Ne olduğunu hiç anlamadım."

"Kanın." dedi, yavaşça yutkunarak. "Harudha için değildi. Hançer içindi."

"Ne hançeri? Zachrael? Neler oluyor?"

"Kehanetini biliyorsun, değil mi? Şeytanların sonunu getirmekle ilgili. Senin kanınla yapılmış hançerle Behemoth'u tamamen öldürmek mümkün. Ya da herhangi bir şeytanı, tekrar doğuş olmadan."

Şokla, histerik bir şekilde güldüm. "Benim kanım mı bunu yapıyor? Siz ne tür bir biçimde kafayı yediniz be?"

Melek çocuğu kanı, tüm şeytanları öldürüyor muydu yani? Hem bunu nereden çıkarmışlardı ki?

"Senin kanın, sadece sana ait değil." diyerek bana, günlüğe benzer bir şey attı. "Git ve bunu oku, anlayacaksın. Yeryüzüne bir kere yolculuk yapabileceğin iksirim var."

"Harudha'ya yardım ettiğimi sanarken kanımın... Aptalca bir şey için kullanıldığını söylüyorsun, değil mi? Ve şimdi o şey... Hançer, tamamlandı. Benimle iş bitti ve ölmem istiyor, öyle mi?"

"Evet. Sana güvenmiyorlar. Bence güvenmemek ölmen için geçerli bir sebep değil. Tarafını seçmene izin verilmeli."

"Ben lanet olası bir taraf seçmiyorum." dedim, dişlerimin arasından. Sinirim ona değildi ama.

Birden güm diye kapıya vuruldu. Kütüphane sallandı.

Bedenim öfkeyle titriyordu. Yapılan iğnelerin yerleri sanki kanıyormuş gibi hissediyordum. Onların bazıları canımı çok acıtmıştı. Yine de Harudha için dayanmıştım. Hatta onun kanatlarını aldığım için bir an üzülmüştüm bile.

Hırlar gibi bir ses çıkardığımı fark ettim.

Zachrael hayretle bana baktı. "Rosvka?"

Kafamda birçok şey vardı. Ama en yoğunu öfkeydi. Nereden beslendiğini bilmediğim bir öfke.

Anlaşmayı kabul etmeliyim.

Zihnimde, eski bir ana ait ses canlandı. Ses bana ait değildi.

Çık. Çık. Çık. Çık. Çık. Çık. Çık. Çık. Çık. Çık. İn. İn. İn. İn. İn. İn. İn. İn. İn. İn. Doğru kararı mı verdin?

Başıma ağrı saplandığında beynim zonkladı adeta. Ses çok tanıdıktı.

Hepsini öldüreceğim.

Vücudum titrerken Zachrael'e sordum. "Sen neden bana yardım ediyorsun?"

"Çünkü bence kehanet yanlış anlaşıldı."

"Bence de." dedim, soğuk bir sesle. Günlüğü sıkıca kavradım. "Şeytanların sonunu getirmeyeceğim. Meleklerinkini getireceğim."

"Hayır, öyle değil. Rosvka, anlık hayal kırıklığıyla-"

"Hayal kırıklığı mı? İçimde zerre hayal kırıklığı yok."

Arkamda portalım açılırken Zachrael'in bakışları oraya kaydı. Gözleri ardına kadar açılırken nefesi kesildi. "Sen... Yeryüzüne indin mi daha önce?"

"Umarım beni öldürmediğine pişman olmazsın." diyerek portaldan geçtim.

Continue Reading

You'll Also Like

8.2K 291 101
KANATLARIMI ALDINIZ, BENDEN BİR MEDUSA YARATTINIZ....
130K 5.6K 13
"MARDİN'DE AŞK" Birbirlerine olan aşklarını ifade etmek için konuşmaya gerek yok . Belki de sessizlik, kalplerinin birbirine daha da yakınlaşmasına...
110M 4.4M 157
''Birlikte belanın içine batabileceğimiz kadar battık. Ve şimdi, seni bırakmayacağım... Benimle misin?'' --- Zeynep, kendini yeni okuluna başladığı...
954 165 12
Bir odaya girdiğimde etraf oldukça karanlıktı bu yüzden hızlıca pencereyi bulup pereleri kapattım ve hemen ardından ışıkları açtım. Ama doğru odaya g...