Güneşi Yakala

By misamigoss

999K 101K 109K

"Bu senin düğün istemeyen halin miydi?" diye sordu Yavuz duruşunu bozmadan. Nefesini düzene sokmaya çalışan İ... More

Tanıtım
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
Deprem Sonrasında Travma ve Sosyal Destek
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
Final

9. Bölüm

19.3K 2.2K 2.3K
By misamigoss

Merhaba 💛

Geçen haftaki zatürre darbesini çok şükür atlattım, hiç geçmeyecek gibiydi. 💆🏻‍♀️ Ne biçim bir hastalıkmış yahu iflahımı kesti resmen, umarım hiçbiriniz yaşamazsınız. Merak eden, geçmiş olsun dileklerini ileten herkese çok teşekkür ederim. Kalplerinizde yer etmiş olmak çok güzel hissettirdi, aynı yer benim kalbimde de sizler için var. Çokça seviliyorsunuz... 🙏🏻🥰

Uzun bir bölüm oldu, oy vermeyi ve görüşlerinizi paylaşmayı ihmal etmeyiniz lütfen 🌸

Keyifli okumalar.

☀️

Efe'nin odadan dışarı fırlamasının ardından yaşadığı hayal kırıklığıyla kımıldayamadı İnci. Efe'yi suçlamıyordu elbette lakin böyle bir yanıt almayı beklemediğinden ziyadesiyle sarsılmıştı. Daralan göğsünün üzerine karıncalanan elini yaslayarak hafifçe ovuşturdu. Sonra da başını kararlılıkla iki yana salladı. Efe'yi burada, o gaddar dedesi ile bırakması imkansızdı.

Uğradığı hüsrana boyun eğmeyecekti.

Ciğerlerini güçlü bir solukla doldurup ikizinin peşinden bahçeye gitti koşar adımlarla. Yavuz ile yan yana çardakta oturan Süheyla, telaşla dışarı çıkan Efe'yi görünce gözlerini belertti ve hemen peşinden gelen İnci'yi de fark edince ayaklanıp genç adama doğru yürüdü.

"Efe'm ne oldu oğlum?"

Efe, anneannesine bir yanıt vermeden kulaklarına kapadığı elleriyle başını iki yana sallayıp, birbirine dolaşan paytak adımlarıyla çardağın arkasına koştu.

"Efe." diye seslendi İnci ve yanaklarına dökülen yaşları ellerinin tersiyle silerek ikizinin peşinden koştu. Anneannesinin ona neler olduğunu sormasına yanıt vermedi, onu merakla izleyen Yavuz'a da bakmadı. "Efe bekle beni lütfen."

Çardağın arkasına saklanarak "Ha-hayır. Uçak olmaz, otobüs olmaz." diye bağırdı Efe ve dizlerini karnına çekip, başını diz kapaklarına gömerek ileri geri sallanmaya başladı. "Ol-olmaz işte."

Neler olduğunu anlamayan Yavuz da artan merakıyla ayaklanıp İnci'ye yöneldi o sırada, ancak kızın elini durması için kaldırmasıyla olduğu yere mıhlandı. Çatılan kaşları, kısılı kalan gözleriyle onları izlemeye başladı. İnci de ikizinin karşısındaydı şimdi.

"Efe, benim canım İstiridye'm." diyerek nefes nefese Efe'nin karşısında dizleri üstüne çöktü. "Uçaktan korkmanı anlıyorum ama konuşup üstesinden gelebilir-"

Başını gömdüğü diz kapaklarından kaldırmadan koluyla İnci'yi geri itti Efe. Hissettiği korkudan ötürü hızlanan kalp atışlarını, normal bir bireye göre beyninin içinde davul çalıyormuş gibi duyduğundan fena halde gerilmişti genç adam.

"Hayır! İstediğimde inemem... İnci bırak beni bırak."

İnci gözlerinden sicim gibi akan yaşlara aldırmadan gülümseyerek "Efe'm lütfen. Cüce galaksilerle ilgili belgeseli izleriz yol boyunca. Hemen geçer zaman ha, ne dersin?" diye fısıldadı son bir umutla.

"Ha-hayır. Bırak beni..."

İnci burnunu çekerek ellerini saçları arasından yolarcasına geçirdi ve cayır cayır yanan boğazıyla sabırlı kalmak için dudaklarını dişledi.

"İstiridye'm lütfen bak-"

Bu kez "Bırak beni İnci!" diye var gücüyle bağıran Efe, sol eliyle İnci'yi sertçe geriye savurup, kızın dirsekleri üstüne düşmesine sebep olmuştu. "Bırak, bırak, bırak işte!"

İnci'yse yüreğindeki sancılı hayal kırıklığına yenilip, aklını kaçırmışçasına "Bırakamam!" diye çığlık attı boğazını yırtılırcasına. "Bırakamam!"

İnci'nin bağırması ile hıçkırarak ağlamaya başladı Efe, İnci de benzer hıçkırıklarla ona eşlik etti. Yalnızca birkaç saniye içinde iki kardeşin hıçkırıkları birbirine karışırken sesleri duyan ev ahalisi bahçeye dökülmüştü.

Efe başını dizlerinden kaldırmadan kapattığı kulaklarıyla hıçkırıyor, İnci de ellerini çimen kaplı toprak zemine vura vura boşalmasını önleyemediği duygularıyla "Bırakamam." diye çığlık atmaya devam ediyordu.

O esnada torunlarını yaşlı gözlerle izleyen Süheyla, "İnci yapma kızım..." diyerek kıza doğru yönelmek isteyince iki kardeşi dağlanan yüreğiyle izleyen Yavuz durdurdu onu.

İnci gibi özgür ruhlu ve dürüst birinin, sırf kardeşi için kendisi ile evlenmiş olduğunu gayet iyi bildiğinden kızın şu anki ızdıraplı çaresizliğiyle hayal kırıklığını sahiden anlıyordu Yavuz. Hatta İnci'nin içli hıçkırıklarından yankılanan ve çaresizlikle harmanlanmış olan o somut hüznü de yüreğinin tam ortasında hissediyordu.

O anda bahçeye çıkan Seval de "Teyzem ne oluyor?" diyerek telaşla iki kardeşin yanına koşmak üzereyken "Yapmayın." diye ikaz edip, durdurdu onu da Yavuz.

İnci ise arkasındaki seslere sağır kesilerek, gözlerini dolduran yaşlar sebebiyle bulanıklaşan bakışlarını tıpkı onun gibi hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam eden Efe'ye dikti.

Kısılan ve mağlup çıkan titrek sesiyle "Ya Efe... Biliyorum beni sevmiyor, istemiyor değilsin..." dedi ağlamaya devam ederken ve yeri döven elleri bitkince iki yanına düştü. "Ama, ama..."

Devam edemedi.

Yüzünü sakladığı dizleri arasında hıçkırarak ağlayan Efe'yi, canın çok sevdiği İstiridye'sini krize soktuğunu fark ederek ekşiyen yüzüyle kendisinden tiksindi. Kazan gibi olan başı bu farkındalıkla dönmeye başlarken gözyaşları sebebiyle sırılsıklam kesilen yüzüyle ayağa kalktı. Nasıl zıvanadan çıkmıştı bir anda? Kendisine yönelik öfkeyle doldu. Sonra da kimseyle göz teması kurmadan, ona seslenen Yavuz'a da bir cevap vermeden koşar adımlarla bahçenin çıkışına ilerledi.

O sırada bahçeye inen Mustafa'nın "Kardeşine bencilliğin yüzünden ne yaptığını gördün mü?" diye bağırmasıyla kulaklarını tıpkı Efe gibi kapatıp hıçkıra hıçkıra, yüreğini sıkıştıran kızgın mengeneyle sokağa attı kendisini.

Çocukluğunun geçtiği sokaklarda gönüllülükle kayboldu.

*

Çocukluklarında sürekli geldikleri parktaki salıncağa oturup, artık paslanmış olan zincirine parmaklarını doladığında ne kadardır boş boş yürüdüğünü bilmiyordu İnci. Pişmanlığı, utancı ve öfkesi el ele verip kalbini amansızca oyduğundan, yaşadığı hüsran devede kulak kalmış ve kızın duvara tosladığını kabul etmesine neden olmuştu.

Gözlerinden süzülen yaşlarla kederli bir farkındalıkla güldü. Hayat iç içe geçmiş ve hesaplanması mümkün olmayan açmazlar bütününden başka bir şey değildi. Dedesinin fosilleşmiş düşünceleri ve alçak tehdidi sebebiyle hiç tanımadığı bir adamla formaliteden de olsa evlenmişti. Kardeşinin vasiliğini de alınca her şeyin tastamam olacağını düşünüp, hayatın öngörülemezliğine küstahça meydan okumuştu. Fakat hayat, ona sillesini indirmek hususunda elini çabuk tutmuş ve hayli de cömert davranmıştı doğrusu.

"Yolumun yalnızca bir kısmını kolaylaştıramaz mıydın?" diyerek yaşlı gözlerini gökyüzüne kaldırdı. "Kaderimi gerçekten sen yazıyorsan ben deist olacağım bak!" dedi hem ağlayıp hem de kahkaha atarak. Duraksadı, kalbindeki keskin acı büyürken yalnızca ağlıyordu artık. "Bari annemi almasaydın benden..."

Bari annemi almasaydın benden.

Bu cümleyi çocukluğu boyunca dile getirmiş, kendince yaradana küsmüştü. Meseleyi günün birinde anneannesine açtığındaysa kadından kederli bir teslimiyetle "Allah sevdiklerini erkenden yanına alırmış." yanıtını almıştı.

"Ama benim annemi benden daha çok sevemez ki..." diye fısıldadı, anneannesine o gün verdiği cevabı bugünde de dile getirerek.

Yaşlı gözlerini gökyüzünden ayırıp yere, salıncakta hafifçe ileri geri giden ayaklarına indirdi İnci. Dakikalarca puslu bakışlarını yerden ayırmadan belli belirsiz sallandı ve zihnini boşaltmaya, bir şey düşünmemeye çalıştı. Fakat bir süre sonra yalnızca ayaklarını gören bakış açısına birinde fındıklı çikolata diğerinde peçete olan iki el girince, neye uğradığını şaşırarak başını yukarı kaldırdı hızla. Tam o anda, ona yüzündeki anlayışlı tebessümle bakan Yavuz'la kesişti gözleri. Kızın afalladığını fark eden Yavuz ise, yüzündeki tebessümü silmeden dizleri üzerine çökerek salıncakta oturan İnci ile yüzünü aynı hizaya getirdi.

Gözleriyle şok içinde Yavuz'u takip eden İnci "S-sen de nereden çıktın?" diye sordu, ıslak kirpiklerini şaşkınca kırpıştırarak.

Gözlerini İnci'den ayırmadan başıyla az ileride, ceplerine sokuşturduğu elleriyle onları izleyen Batuhan'ı işaret etti Yavuz. Buruk bir tebessümle iki yana kıvrıldı kızın dudakları. Batuhan'dan başkası buraya geleceğini tahmin edemezdi zaten.

Kızarmış bakışları tekrar Yavuz'a çevrilirken "Neden gitmedin?" diye sordu hüzünlü sesiyle ve halsizce kolundaki saati yokladı. " Uçak saati çoktan geçmiş Yavuz."

Yavuz, anlayışla bakan parlak gözlerini İnci'nin yüzünden ayırmadan elindeki fındıklı çikolatayı kızın kucağına bıraktı usulca. Hemen ardından da diğer elindeki mendili İnci'nin akmaya yüz tutan kızarmış burnuna uzatıp, nazikçe sildi.

"Önce zavallı elbiseni sümüğe bulanmaktan kurtaralım." derken sesi garip bir şekilde hem içten hem de imalıydı.

İnci irice açılan gözleriyle ona gülümseyerek burnunu silen Yavuz'a bir tepki veremedi önce. Peşinden gelmiş olması bile kıza göre imkansızken adam ona çikolata almış, o da yetmezmiş gibi akan burnunu siliyordu şimdi. Olanlara şahit olan Yavuz muhtemelen haline acımıştı. Ama İnci, kimse bana acıyamaz diye ahkâm kesecek bir yeşilçam karakteri değildi, böyle konularda asla gurur yapmazdı. Salıncağın paslı zincirini tutan elini havalandırarak Yavuz'un elinden mendili alıp, burnunu silmeye kendisi devam etti.

Takatsiz sesiyle "Sağ ol." derken gözlerini Yavuz'dan ayırıp tekrar ayak uçlarına indirdi. "Sen git, ben Efe'den özür dileyip daha son-"

"Dedemden İstanbul'a gidebilmemiz için ödünç bir araba istedim. Efe, sen ve ben biraz sonra yola çıkacağız." diyerek onu bölen Yavuz ile ıslak gözlerini adamın yüzüne tırmandırdı İnci. Kızın kendisine yadırgayan gözlerle bakıyor olmasına tebessüm eden Yavuz, anlayabilmesi için yumuşak çıkan sesiyle ekledi hemen. "Efe ile tanışıp konuştum ve yalnızca üçümüzün olacağı bir araba ile yolculuk yapıp yapamayacağını sordum. Biraz tereddüt etse de bunu yapabileceğini söyledi."

Ağzı beş karış açık kalan İnci, duyduklarının verdiği şokla bedenini salıncaktan aşağı itip Yavuz'un tam dibine, tıpkı onun gibi dizleri üstüne oturdu. Kalbi mutlu bir heyecanla delicesine gümbürdemeye başlamıştı bir anda ve duyduklarına inanamıyordu.

Parlamaya başlayan kahverengi gözlerini, Yavuz'un içi gülen gözlerinden ayırmadan "Vallaha mı?" diye bağırdı, dudaklarındaki koca tebessümle.

Kafasını aşağı yukarı salladı Yavuz.

"Evet ger-"

İnci'nin coşkuyla öne atılıp, kollarını boynuna dolayarak Yavuz'a sımsıkı sarılmasıyla adamın cümlesi yarıda kesildi. Bu kez neye uğradığını şaşırarak öylece kalakalan Yavuz'du. Üstelik ne yapacağını ve nasıl tepki vermesi gerektiğini de bilemiyordu.

Birkaç saniye sonra "İnci..." dedi, hafiften uyarı mahiyetinde çıkan kısık sesiyle.

Kapıldığı görkemli mutluluğa odaklanan İnci, onu duymadı bile. Kendisine sarılmayan Yavuz'a biraz daha sarıldıktan sonra ellerini bir çocuk sevinciyle çırparak geri çekildi. Sonra da gözünden akan sevinç yaşlarını kolunun tersiyle silerek, Yavuz ile aralarına düşmüş olan fındıklı çikolatayı eline aldı.

"Bütün fındıklı olanları daha çok seviyorum, ama fındık parçacıklıya da asla hayır demem." diyerek keyifle ayağa fırladı ve jelatinini açtığı çikolataya beklemeden, iştahla dişlerini geçirdi. "Çok teşekkür ederim. Efe normalde yabancılarla hiç konuşmaz bunu nasıl başardın bilmiyorum, ama merak etme seni boğmamak için detay sormayacağım. Fazla konuşmayı sevmediğini biliyorum. Sadece sana sahiden minnettar olduğumu bil lütfen Yavuz."

Kızın dipteki duygularını ve enerjisini çabucak yükseltebilmesine hayret etse de onun perişan halinden sıyrıldığını görmek, mutlu etmişti Yavuz'u.

O sırada İnci'nin çikolatayı tutmayan elini kalkması için ona uzatmasıyla "Rica ederim, Efe ile tanışmak benim için sahiden mutluluk vericiydi." diyerek, kızın elini tutmadan ayağa kalktı.

Ağzındaki çikolata parçasını iştahla çiğneyen İnci, Yavuz'un kalkarken elini tutmamasını onun az önceki sarılışından rahatsızlık duyduğuna yordu. Gözleri endişeyle irileşti anında.

"Az önce sana sarıldım ama sana özgü bir sarılma değildi bu. Vallahi şuradaki ağaç bana bu haberi verseydi ona bile sarılırdım." dedi, çikolatasını bile yutmadan durumu düzeltme telaşıyla. "Aşırı mutlu olduğumuz ilk anlarda beynimiz mantıklı komutlar oluşturamaz da ondan şey ettim."

Yavuz, her ne kadar kızın bu şapşal haline gülümsemek istese de Yapmadı. Onun yerine "Sorun yok İnci." dedi, anlayışla kafasını sallarken sakince.

"Bir daha olmaz."

İnci çikolatasından yeni bir ısırık daha alıp, az ileride onları izleyen Batuhan'a dönerek neşeyle el salladı ve elindeki peçeteyle burnunu bir kez daha sildi. Mutlu heyecanı tekrar gün yüzüne çıkarken de Yavuz'a başıyla yolu işaret etti.

"Hadi gidelim o zaman."

"Gidelim."

*

Eve döndüklerinde, elindeki kırlent ve hemen yanındaki valiziyle onları bahçenin ortasında bekleyen Efe'yi görünce hızlı adımlarla yanına koştu İnci. Ona bağırdığı için yüreği hala da sıkışıyor olsa da beraber başlayacakları yeni bir hayat düşüncesi, bu sıkışma hissini bertaraf ediyordu.

İçtenlikle "Sana bağırdığım için çok özür dilerim İstiridye'm, seni incitmek istememiştim." dedi İnci, Efe'nin tam karşısında durduğunda.

İnci'nin yüzüne baksa da onunla göz teması kurmayan Efe, elindeki kırlenti ikizine uzatarak "Ben de seni ittiğim için özür dilerim. Hadi el ele tutuşup barışalım." dedi son derece masum ifadesiyle. "Anneannem kalbin kırıldığı için bağırdığını söyledi. Ama kalp kırılacak bir organ değil ki, bildiğim kadarıyla kemiği yok çünkü."

İçi rahatlayan İnci, sırıtarak kırlentin kendine uzatılan ucunu tuttu.

"Küsmedik ki barışalım İstiridye'm. Evet, kalp kırılacak bir organ değil. Hem sen benim kalbimi asla incitmezsin."

Efe'nin bakışları, ellerini pantolonunun ceplerine sokmuş İnci'nin arkasında dikilerek onları gülümseyerek izleyen Yavuz'a kaydı bir anlığına. Sonra tekrar ikizine döndü.

"Yavuz abi bizi götürecek." dedi İnci'ye sanki kız bunu bilmiyormuş gibi. "Sadece üçümüz olacakmışız arabada." diyerek incecik gülümser gibi oldu. "Üstdev yıldızları bile biliyor o."

"Evet Efe'm, sadece üçümüz olacağız."

Sonrasında ev halkıyla dedesi hariç olmak üzere sarılıp vedalaşan İnci, hüngür hüngür ağlayan anneannesine bir kez daha sarılıp kadının gözyaşlarını öperken "Seni çok seviyorum." diye fısıldadı kulağına. "Hep söylediğim gibi sen bizim en büyük şansımızsın."

İnci'yi yanaklarından uzun uzun öperek içli içli ağlamaya devam etti Süheyla.

"Efe'me iyi bak İnci'm, gerçi hiç şüphem yok ya..."

Kafasını sallayan İnci, o sırada "Oğlanının düzenini durduk yere ne diye bozuyorsun?!" diye söylenen dedesine dönüp bakmadı bile.

"Anneanne." dedi o sırada kadına taraf dönen Efe, parmak uçlarıyla tişörtünün eteğiyle oynayarak yutkundu. "Bana hırkalarından bir tane verir misin?"

Yaşlı kadın bu kez omuzları sarsıla sarsıla ağlamaya başlarken "Koş getir Seval." dedi kızına.

Kardeşini buruk gözleriyle izleyen İnci, belli etmiyor olsa da Efe'nin de tıpkı onun gibi anneannesinin kokusuna bayıldığını biliyordu. Zira dakikalar içinde teyzesinin getirdiği hırkayı alıp burnuna yaslayan Efe'nin yüzüne yerleşen silik huzur ifadesi bunun en büyük kanıtıydı.

"Haydi Allah yolunuzu açık etsin." diyen Semih, elini kaldırıp Yavuz'un sırtına vurdu. "Aslan damat, bizim ikizler sana emanet."

Eniştesinin söylediği şeyle kaşları çatıldı, yüzü düştü İnci'nin. Adamın Yavuz'a böyle bir sorumluluk yüklemesi hiç hoşuna gitmemişti, üstelik ne onun ne de Efe'nin kimseye emanet edilmelerine gerek yoktu. Bu lakayt ve cinsiyetçi olduğunu düşündüğü tavra, sesini çıkarmamak için yanaklarını dişleyerek direnirken Efe'nin valizine uzandı, ancak Yavuz ondan önce davranıp eline aldı valizi. Kızın havalanan kaşlarıyla şaşkın bakışlarının kendisine çevrilmesini de umursamadı.

"Hepiniz kendinize iyi bakın." dedi güleç yüzüyle tüm ev halkına. "Hoşça kalın."

Yavuz'un önden yürümeye başlamasıyla Efe de yere indirdiği başıyla evdekilere ürkekçe el sallayıp, paytak adımlarla Yavuz'u takip etti.

O sırada "Batuhan, yatay geçiş yapacağın okul kesinleşince ev bakmaya başlarız." diyen İnci, kollarını göğsünün altında bağlayan Tuğçe'nin kindar bakışlarını umursamadan Batuhan ile kucaklaştı. "Haberleşiriz ablacım."

"Tamam ablam."

Dedesinin yüzüne bakmadan son kez anneannesine sarılarak bahçeden çıkıp, Yavuz ve Efe'nin peşinden ilerledi İnci de. Efe'ye alan tanımak adına Yavuz'un yanındaki ön koltuğa oturduğunda yolculuk için hazırlardı. İrfan amcasının arkalarından bakır bir maşrapayla döktüğü su ile Yavuz arabayı çalıştırdı ve uzun yolculukları böylelikle başlamış oldu.

İnci'lerin gitmesiyle ağlayarak çardağa dönen Süheyla'yı teselli etmek için Seval ve Belgin yaşlı kadının yanındaki yerlerini alınca, Mustafa da söylenerek çalışma odasına çıkmış Semih de onu takip etmişti.

Ortalığın dağılmasıyla "Batu." diyerek eve doğru yürümeye başlayan Batuhan'ın kolunu tuttu Tuğçe. "Lütfen konuşalım."

Ancak Batuhan, kolunu ateşe değmişçesine kızdan kurtarıp hızlandırdığı adımlarıyla önce eve ardından da odasına atmıştı kendisini. Lakin Tuğçe'nin vazgeçmeye, hep elinin altında olmasını istediği Batuhan'ı kaybetmeye niyeti olmadığından genç adamın peşinden seğirtti hemen. Batuhan'ın odasına girerek oğlanın kendisine çevrilen sert bakışlarına aldırmadan kapıyı kilitledi.

"Çık dışarı Tuğçe!" diyen Batuhan dolabından çıkardığı kıyafetleri yatağının üzerindeki bavulunun yanına fırlattı. "Konuşacak hiçbir şey yok!"

Kafasını iki yana sallayıp, ağlayarak Batuhan'ın yanına koştu ve ellerine yapıştı Tuğçe.

"Biz bebekliğimizden beri hiç ayrılmadık! Yapma, gidemezsin..." diye yalvarırken hıçkırarak ağlamaya devam ediyordu. "Sen beni bırakmazsın, bırakamazsın Batu."

Kızdan duyduğu son şeye acı acı gülümsedi Batuhan. Belki de Tuğçe'yi kıza onun vazgeçilmez olduğunu hissettirdiği an kaybetmişti. Kendi kendine kafasını iki yana salladı hınçla. Ne aptaldı, hiç kazanmadığı birini kaybedemezdi ki.

"Koluna takmayacağın hizmetçinin oğlu için vazgeçilmez değilsindir belki de." diyerek ellerini tiksinircesine kurtardı Tuğçe'den. "Konuşmak istemiyorum, dışarı çık."

Kalbi sızladı Tuğçe'nin, Batuhan'a karşı beslediği kuvvetli hislere kapılamazdı. Romantik ilişki yaşayacak kadar benzer değildi onlar, sonu mutsuzlukla biterdi. Emindi.

"İlişki yaşamıyoruz diye dostluğumuzu neden bitiriyorsun?" diye sordu hayıfla.

Katlamak için eline aldığı tişörtü duyduğu şeyle yatağın üzerine fırlattı Batuhan öfkeyle ve Tuğçe'ye dönüp kızın omuzlarını kavradı sertçe.

"Dostlar öpüşmezler Tuğçe!" diye tısladı ateş saçan gözleriyle. "Sakın bana bununla gelme, ben aptal değilim!"

Yüzü kıpkırmızı kesilen Tuğçe, başını utançla yere eğdi.

"Sarhoştum." diye fısıldadı birkaç ay önce de kullandığı bahaneyi tekrar öne sürerek. "Batu, özür dilerim..."

"Dürüst bile olamıyorsun ya..."

Ses tonuna bulaşan iğrentiyle kızı geriye itti.

Sonunda "Batu, çok farklıyız." diye itiraf etti Tuğçe daha çok ağlamaya başlayıp dizleri üstüne düşerken. "Sen İnci ablam gibisin, bense... Bense sizin kafa kafaya verip eleştirdiğiniz insanlardanım. Boş zamanını sizin deyimizle barlarda pinekleyerek geçiren, paraya ve lükse önem veren, kitap okumayan, tiyatroya gitmeyen bir..."

Hıçkırıkları yüzünden devamını getiremedi. Katıla katıla ağladı...

Kısa süre sonra "Haklısın." diyen Batuhan, boğazına saplanan düğümün sesini titretmesini umursamadan devam etti. "Bizden olmaz. Sen istiyorsun ki ben değişmeyeyim, herkes bana ayak uydursun. Batuhan çağırdığımda gelsin, kovduğumda gitsin. Onu duygularını umursamasan sırf canım istediği için öpeyim, sonra sarhoşluğa vurayım. Arkadaş grubumlayken dışarıda Batuhan'la karşılaşınca onu tanımıyormuş gibi yapayım, ama yalnızken arayıp çağırayım hemen gelsin..."

Ellerini uzatıp katıla katıla ağlayan Tuğçe'yi ayağa kaldırdı Batuhan, yüreği ona hala daha kıyamadığından kızın saçlarını okşadı usulca. Fakat kendisine kıymaya da niyetli değildi.

"Ben kalbimdeki seni azat ediyor ve kendimi seçiyorum Tuğçe." diyerek kızın saçlarındaki ellerini aşağı kaydırarak gözlerinden süzülen yaşları parmak uçlarıyla yakalayıp yok etti. "Seninle aynı şehirdeyken bunu yapamam. Anla beni..."

"Niye ne istediğimi bilmiyorum ben?" diye hıçkırdı kız azapla.

Efkârlı bir gülüşle içi acıya acıya omuz silkti Batuhan.

"Keşke bilseydin." diye fısıldayıp, Tuğçe'yi kolundan tutarak odasından dışarı çıkardı. Kapısını ağlamaktan titremeye başlayan kızın yüzüne kapatmadan önce de "Hoşça kal Tuğçe." dedi yere eğdiği başıyla.

Hoşça kal.

*

"Aklıma şimdi geldi, yataklı vagonu olan bir trenle de gidebilirdik aslında." diyen İnci, asfalt yoldan ayırdığı gözlerini Yavuz'a çevirdi. "Kişisel alan tanıdığı için Efe izole olduğunu hisseder, rahatlardı."

Aniden yüzüne yayılan belirgin huzursuzlukla kaşları çatıldı Yavuz'un, "Trenlerden hiç hoşlanmam." dedi tok çıkan sesiyle.

"Ben bayılırım!"

Onun aksine gözleri hevesle ışıl ışıl parlayan İnci, yutkunarak dudaklarını yaladı ve enerjik çıkan sesiyle konuşmaya devam etti.

"Kokulu mumlar ve minik ışıklandırmalarla süsleyeceksin vagonu, yumoş yumoş battaniyene sarılıp termosundaki sıcacık çayını veya kahveni yudumlayacaksın. Dinlerken ruhunu okşayan müzik parçaları da akıp giden envai çeşit manzarayla beraber sana eşlik edecek tabii." diyerek hülyalı hülyalı iç geçirdi. "Daha müthiş bir yolculuk hayal edemezdim sanırım."

"O kadar saat sıkış tıkış, küçücük bir alanda kalmak kulağa hiç cazip gelmiyor doğrusu."

Omuz silkti İnci. "Odaklandığımız noktalar farklı tabii." diyerek normal karşıladı Yavuz'un yorumunu.

Birkaç dakika sessiz kaldılar. O anlarda, kucağındaki kırlentin üzerine koyduğu hırkayı avuç içlerine sıkıştırmış, dikkatle akıp giden yolu izleyen Efe'ye kaydırmıştı bakışlarını İnci. Onunla başlayacağı yeni hayat için son derece sabırsız ve mutluydu.

"Molalarla beraber 10 saati bulur varmamız."

Yavuz'un konuşmasıyla ikizi üzerindeki bakışlarını tekrar ona çevirdi.

"Uzunmuş bayağı sana da zahmet oldu, yapmasan yapmazdın." dedi Yavuz'a minnetle gülümseyerek. "Sağ ol."

Gözlerini yoldan ayırmadan, "Ortada şikayetçi olduğum bir durum yok İnci, rahat ol lütfen." dedi Yavuz dudaklarındaki hafif tebessümle ve "Ehliyetin var mı?" diye sordu İnci'ye.

Şoförlüğü paylaşma teklifinin geleceğini anlayan İnci, yanaklarını şişirerek ofladı.

"Var, ama İstanbul trafiğinde araba kullanacak kadar aklımı peynir ekmekle yemediğim için pratiğim yok."

Çam devirdiğini cümlesi biter bitmez ancak anladı.

Ona bir yanıt vermeyen Yavuz'un yüzündeki ifadesizliği koruması ile boğazını temizleyip "Yani pek sabırlı olmadığım için öyle dedim ben. Yoksa İstanbul trafiğinde araba kullanacak kadar sabırlı olanları takdire şayan görüyorum." dedi durumu düzeltme gayretiyle.

Yavuz'a istemeden taş atmıştı bu kez. Ancak Yavuz'un hala daha bir yanıt vermemiş olmasıyla kaşlarını çatıp başını önüne çevirdi. Buzdolabı Yavuz, gafını düzeltmesine dahi fırsat vermiyordu. Oralı olmamaya çalışarak bakışlarını tekrar arka koltukta oturmuş, dışarıyı izleyen Efe'ye çevirdi. İkizi pür dikkat akıp giden çevreyi izlediğinden işitsel uyaranlara kapatmıştı kendisini anlaşılan. Esneyerek önüne döndü İnci. Yanındaki adamla da sohbet edilecek gibi değildi, en iyisi uyumaktı. Gözlerini kapatıp başını biraz daha arkaya yasladı.

Geçen yarım saatin ardından aldığı sıkıntılı soluklarla sağ elini direksiyondan ayırıp şakağını ovuşturdu Yavuz. Zira İnci'nin dakikalardır horluyor oluşu, süreğen seslere alerjisi olan bir adam için çekilecek gibi değildi. Uçaktayken kulaklıkla halletmişti sorunu, fakat şimdi kulaklığı yoktu ve arka koltukta oturan Efe'yi rahatsız etmekten endişe duyduğu için müzik de açamıyordu.

Bunun böyle sürmeyeceğini anlayınca "İnci." diyerek horul horul uyuyan kıza seslendi. "Allah aşkına, sadece yarım saatte nasıl bu kadar derin uyuyabilirsin?"

Kızdan cevap gelmeyince bakışlarını yoldan ayırıp İnci'ye çevirdi. Kız aralık kalan dolgun dudaklarını süt emen bir bebek gibi ara ara kapatıp açıyor ve miskince horlamaya devam ediyordu. Üstelik kafasının pek de rahat görünmeyen biçimde omzuna düşmüş olması da onu etkiliyora benzemiyordu. Fakat bu haliyle öyle şirin ve sevimli görünüyordu ki farkında olmadan gülümsemeden edemedi Yavuz. Hemen yanında bir bebek masumluğunda uyuyan kız, sanki o okkalı lafları oturtan asi ve cin fikirli kız değildi.

"İnci." diye fısıldadı bir kez daha.

Ardından da elini omzunu dürtmek için İnci'ye uzattı. Ancak parmak uçları, kızın askılı elbisesinin açıkta bıraktığı çıplak omzuna dokununca teninin buz tuttuğunu fark ederek kaşlarını çattı. Klimadan dolayı üşümüş olmalıydı. Arabayı sağa çekip üzerindeki ceketi çıkardı hemen ve İnci'nin omuzları üzerine örterek kızın rahatsız görünen kafasını düzeltti nazikçe. Onu uyandırmaktan vazgeçmişti zaten. Zira uyandırırsa bir araba dolusu laf işitirdi, bundansa kızın horultusunu çekmeyi yeğlerdi.

"Neden durduk?"

Tekrar arabayı çalıştırmaya yelteneceği sırada, Efe'den yükselen ürkek fısıltıyla aynadan ona baktı Yavuz. Genç adamın tedirgin ve çekingen bakışları kucağında birleştirdiği elleri üzerinde takılı kalmıştı.

Seçtiği yumuşak tonla "İnci uyumuş ve biraz da üşümüştü, üzerini örtmek için durdum." dedi Yavuz gülümseyerek.

Aldığı yanıtla Efe'nin tedirgin bakışları ön koltukta uyuyan İnci'ye değdi birkaç saniyeliğine.

"Üşümesin." dedi aynı ürkek sesle ve bakışları tekrar kucağındaki hırkayı sıkan ellerine inerken hafifçe yutkundu. "İnci üşümesin. Üşürse boğazları şişer hemen." diyerek sağ elini hırkadan koparıp tereddütle burnunun sırtını kaşıdı Efe. "Şey, üşüdüğünde ona süt kaynat olur mu?"

Dünyanın en zor konuşmasını yapmış gibi ter kan içinde kalan Efe, bakışlarını camdan dışarı çevirdi cümlesi biter bitmez. Duyduklarıyla yüreği burkulan Yavuz ise dudaklarına oturan hüzünlü tebessümle başını salladı.

"Kaynatırım Efe, merak etme." dedi and içercesine.

Bakışları dışarıda kilitli kalan Efe, bir şey söylemedi Yavuz'a. Fazlasıyla konuşmuştu ilk kez tanıştığı biriyle. Zaten onun için bir yabancı olan bu adamla konuşması, Yavuz'un onunla tanışırken galaksiler ve gezegenler hakkında bir şeyler söylemesi sayesinde olmuştu. Zira Yavuz, genç adamı İstanbul'a götürebilmek için ev halkına neye ilgisi olduğunu sormuş ve uzay cevabını almıştı. Şanslıydı, çünkü bir zamanlar beraber kaldığı oda arkadaşının astronomi merakından dolayı öğrendiği bilgileri Efe ile paylaşmak onun için çok kolaydı. Efe de ondan duyduklarıyla hemen gardını indirmiş ve gezegenler hakkında bildiklerini Yavuz'a anlatmaya çalışmıştı. Onu ilgiyle dinleyen Yavuz ise, genç adamın koca bedeninin aksine ne kadar çocuksu ve masum olduğunu düşünmüştü o anlarda...

İç geçirerek arabayı çalıştırmaya tekrar yelteneceği sırada bu kez aklına gelen fikirle duraksadı Yavuz ve cevap alma ümidiyle "Efe, Peri Bacaları'nı görmek ister misin?" diye sordu.

Masumiyetine gıpta ettiği genç adam, Yavuz'un yüreğinde daha ilk günden yer etmişti.

Aynadan Efe'nin vereceği tepkiyi bekledi. Efe ise birkaç saniye boyunca sessiz kaldı, gözlerini kararsızlıkla kırpıştırdı ve başını önüne çevirerek parmaklarıyla oynamaya başladı.

"Onları periler yapmamış. Batuhan öyle söylemişti bana." dedi çekingen fısıltısıyla.

"Hiç gördün mü?"

"I-ıh."

Başını ağır ağır sallayan Yavuz, Efe'nin hevesli olup olmadığını anlayamasa da "Görmek ister misin?" diye sordu yeniden.

Yolu biraz daha uzatmaktan bir şey çıkmazdı.

"Şey..." dedi Efe de o sırada dudaklarını kemirip, yeşil gözlerini irileştirerek. "O-olur."

*

Burnuna dolan ve kış çayına benzettiği karanfil kokusuyla esneyerek gözlerini aralayan İnci, zihni aydınlanana kadar gözlerini ovuşturdu. En son Yavuz araba kullanırken uyumaya karar verdiğini hatırlıyordu. Kaşları çatıldı, araba çalışmıyordu ve Yavuz da yanında değildi. Başını hızla arka koltuğa çevirdi. Efe de yoktu. Üzerindeki ceketi telaşla yan koltuğa fırlatıp, hızlanan kalbiyle bakışlarını etrafta dolaştırdı. Güneşin batarken etrafı boyamış olduğu cömert kızıllığı kendisine fon edinen Peri Bacaları'nı görünce kalakaldı. Onları gören yüksek bir tepedeydi. Telaşlı bakışları hızla arabanın biraz ilerisinde kalan sol tarafa çevrilince, manzarayı önlerine alacak şekilde oturan onları görerek elini hızlanan kalbi üzerine bastırdı. Efe yeşil kamp sandalyesine oturmuş manzarayı izliyordu, Yavuz da yere serdiği turuncumsu matın üzerine oturmuş gülümseyerek yanındaki Efe'ye bir şeyler anlatıyordu.

İnci hem rahatlayıp hem de şaşakalırken "Ne alaka?" diye mırıldanıp, havalanan kaşlarıyla indi arabadan.

Sessiz adımlarla yanlarına yürürken Yavuz'un elindeki telefondan bir şeyler okuduğunu, Efe'nin de onu can kulağıyla dinlediğini görünce duraksadı. Merak hissiyle dolarak dudaklarındaki silik tebessümle onları izlemeye koyuldu.

"Hem akarsu hem de rüzgar aşındırmasıyla şekillenen Peri Bacaları'nın şapkayı andıran tepe kısmı, volkanik kayaç türü olduğundan daha sert ve dolayısıyla da aşınmaya karşı daha dirençliymiş." dedi Yavuz'un okuduğunu aktaran sakin sesi. "Altta kalan konik kısım biraz daha kolay aşınabilen bir kayaç türüymüş."

Bakışlarını ilgisini çeken manzaradan ayırmadan, parmaklarını kucağındaki kırlente sapladı Efe ve daha fazlasını duymak istercesine merakla dudaklarını yaladı.

"Eski insanlar nasıl yaşayabilmişler bunların içinde? Orayı da okuyacağım demiştin."

İnci, gözlerini hayretle irileştirip şapşal şapşal sırıttı zira gördüğü manzaraya inanamıyordu. İkizinin bir yabancıyla baş başa oturması hatta konuşması, daha önce şahit olduğu bir durum değildi. Sıcacık kesilen yüreği, Efe için umutla dolarken Yavuz'a kaydırdı minnetle dolan parlak gözlerini.

O esnada "Buldum Efe, okuyacağım şimdi." diyen Yavuz ise, parmaklarını telefon ekranında gezdirerek boğazını temizledi. "Eski çağlardaki insanlar kayalar oksijenle temas edene kadar kolay oyulup, şekil alabildiğinden  ihtiyaçlarına göre gözetleme evi, barınak, kilise, mezar, sığınak hatta yeraltı şehirleri olarak kullanabiliyorlarmış."

İşittikleri beyninde döndüğünden sessizliğe gömülen Efe, Yavuz'a herhangi bir yanıt vermeyerek kırpılmayan ilgili gözlerini Peri Bacaları üzerinde sabitledi.

"Merak ettiğin başka bir şey var mı?" diye sordu Yavuz yine de sıcak ve ilgili çıkan sesiyle.

Efe'den bir yanıt alamadı, biraz bekledikten sonra da başını önüne çevirerek telefonunu pantolonunun cebine attı. Onları dudaklarından silemediği geniş tebessümle izleyen İnci'nin duraksayan adımları da o anda harekete geçmişti zaten.

Efe'nin odağını bölmek istemediğinden, direkt Yavuz'un oturduğu turuncu mattaki boşluğa oturarak bağdaş kurdu ve "Enteresan bir adamsın." dedi takdir dolu bir sesle, mutlu bakışlarını dosdoğru karşısındaki manzaraya dikerek.

Kızıl göğün altına serpiştirilmiş Peri Bacaları'nın seyri büyüleyici güzelliğine, tatlı tatlı esen ılık rüzgarın da tenini okşayarak eşlik etmesiyle ciğerlerini uzun bir solukla doldurup yutkundu İnci. Bulunduğu şu ortam, tüm yüklerinden arınmış olmasının verdiği huzurla birleşince nutkunun kesilmesini sağlayacak kadar masalsı bir atmosfere bürünmüştü.

"Efe'ye burayı göstermek istedim. Uyuduğun için sana soramadım ama-"

"İyi yapmışsın." diyerek açıklama yapmak isteyen Yavuz'u böldü ve gözlerini manzaradan ayırmadan kıkırdadı. "Korkma bu kez sana sarılmayacağım."

Kızın muzip ve mutlu çıkan sesiyle gülümser gibi oldu Yavuz da.

"Huysuz ve aksi bir adam olarak kazındım aklına değil mi?"

Yavuz'un bu beklenmedik sorusuyla başını çevirip ona baktı İnci, Yavuz da zaten onu izliyor olduğundan göz göze geldiler.

"Buzdolabı." dedi İnci boş bulunarak ve bunu söyler söylemez patavatsız bir budala olduğuna kanaat getirerek, elini kaldırıp parmaklarıyla dudaklarını örttü. Ona bakan Yavuz'un kaşları hafiften çatılırken de gözlerini belerterek "Yani buzdolabı sadece benim gördüğüm kısım, bir paravan bence. Gerçek çok daha farklı gibi." dedi yaptığı gafı düzeltme gayretiyle.

Yavuz ise burnundan yükselen ve gülmeyi andıran sesle başını iki yana sallayarak hafifçe alt dudağını dişledi. İnci, içerisinde onlarca rengi barındıran bir palet gibiydi. Kimi zaman zekasını parlak gözlerinden dahi okuyabileceği zeki ve kararlı bir kadına bürünüyordu, kimi zaman kurallara diklenen asi bir genç kız oluveriyordu, kimi zamansa yaş almaya direnen küçük sümüklü bir kız çocuğu, pasaklı bir haydut...

Aklından tüm bunlar geçerken boğazını temizleyerek kafasını önüne çevirdi.

"Buzdolabı..." diye mırıldanarak belli belirsiz gülümsedi ve bir şeyleri tartıyormuş gibi gözleri kısıldı. "Sanırım önceki hakaretlerinin yanında bunu iltifat olarak algılamam gerekiyor."

"Tamam, öncesinde kötü şeyler söyledim sana kabul ediyorum." diyen İnci de başını önüne eğerek parmaklarıyla oynamaya başladı. "Ama sen de beni aşırı tahrik etmiştin."

Bir şey söylemedi Yavuz.

Onun sessizleşmesiyle "Yine maddelerin dışına çıktık değil mi?" diye sordu, adamın sessizleşmesini buna yoran İnci. "Yapım gereği konuşkanım ama bunu geçirmek zorunda kalacağımız vakitlerde törpülemeye çalışa-"

"Sınırlarımızı koruduğumuz sürece aşırıya kaçmamak şartıyla konuşabiliriz elbette İnci. O maddeler, senin fevri yanına odaklanarak oluşturduğun biraz uçuk kalan maddelerdi." diye özeleştiri yaparak böldü onu Yavuz ve soluklanarak oturduğu mattan ayağa kalktı. "Neyse, acıktın mı? Efe de acıkmış olmalı."

Yavuz'un sorusuyla İnci'nin gözleri, pür dikkat Peri Bacaları'nı izleyen Efe'ye kaydı.

"Efe daha önce bir restoranda yemek yemedi. Yani öyle bir ortama girmek istemedi hiç, şimdi de istemeyebilir." dedi Yavuz'a kısılan sesiyle.

Bunu gayet normal karşılayan Yavuz, "Sorun yok, az ileride seyyar lokantalar vardı. Oradan bir şeyler alıp gelebilirim." dedi anlayışla. "Efe köfte ekmek falan yer mi?"

"Yiyebilir."

İnci de ayağa kalkıp Yavuz'un karşısına dikildi.

"Sen de yer misin?" diye soran Yavuz'la kafasını iki yana salladı.

"Ben peynirli sandviç tarzı bir şey yiyebilirim." dedi ve etrafta gözlerini gezdirerek alnına düşen ufak saç tutamını kulağının ardına iteledi. "İstersen sen burada Efe ile kal. Ben gidip gelir-"

"İnci, gidip geleceğim hemen." diyerek böldü onu Yavuz.

"Tamam o zaman para vereyim ben sa-"

Bilinçli olarak içine çektiği gürültülü solukla sabır dilenen bakışlarını gökyüzüne tırmandırdı Yavuz.

"Bak İnci, kaç seferdir şu para muhabbetini yapıyorsun cidden sıkılmaya başladım." dedi tahammülsüz çıkan hafiften sinirli sesiyle ve kısılan gözlerini İnci'ye indirdi. "Günler önce ben, senin kahve ücretimi ödemene nasıl sesimi çıkarmadıysam sen de şimdi bana sesini çıkarmayacaksın."

Ellerini farkında olmadan belinin iki yanına yaslayarak onu dinleyen İnci, Yavuz'un susmasını güçlükle bekleyebilmiş ve adam susar susmaz da hemen konuşmaya başlamıştı.

"Ama ben sana o gün ne dedim? Alman usulü yoksa daha çok yiyen, daha az yiyeninkini öder dedim. Biz burada iki kişiyiz sen tek kişisin ve-"

Yavuz kızın bu ayak direten, inatçı hallerini kesinlikle sevmiyordu. Daha fazla tahammül edemeyerek böldü onu.

"Madde 6: Geçireceğimiz kısıtlı zamanlarda laf ebeliği yapmak, abes tartışmalara girişmek yok!" dedi baskın ve otoriter bir tavırla. "Yorma İnci beni, Allah aşkına sen iki dakika didişmeden duramıyor musun?"

"Asıl sen yor-"

"Sessiz olun! Peri Bacaları ile ilgili öğrendiğim bilgileri bastırıyor gürültünüz ve kafam karışıyor."

Efe'nin başını kaşıyarak gerçekleştirdiği serzenişle ona hak verircesine kafasını salladı Yavuz ve gözlerini İnci'nin gözlerinden ayırmadan işaret parmağını sus dercesine kendi dudakları üzerine yasladı. Sonra da zafer kazanmışçasına tebessüm ederek arkasına dönüp, seyyar lokantaların olduğu tarafa yürümeye başladı. İnci de homurdanmamak için dilinin ucunu dişleyerek az önce kalktığı mata döndü ve bağdaş kurarak bakışlarını Efe'ye dikti.

"Özür dilerim İstiridye'm, rahatsız olduğunu fark etmedim."

Cevap vermedi Efe, odağını yeniden izlediği manzaraya vermişti anlaşılan.

Genç adamın ağır ağır batan güneşi ve ilk kez gördüğü Peri Bacaları'nı pür dikkat izlerken aklından ne geçtiğini merak etmekten alıkoyamadı kendisini. Hayal kuruyor muydu İstiridye'si, o hayallerde İnci'ye de yer veriyor muydu acaba?

*

"Şaka gibi bilseydim otobüsle gelirdim, neyin rötarıymış lan bu böyle?" diye söylenerek havaalanının otoparkına doğru yürüyen Emir, yanındaki Ulaş'a döndü. "Gel bırakayım seni de."

Emir'in söylenmelerinden bezen Ulaş, almayayım dercesine kafasını iki yana sallarken kot ceketinin cebinden çıkardığı kablosuz kulaklıklarıyla gülümsedi.

"Birader iki dakika durmaz mı bir insanın çenesi, seninle ciddi düşünen hatuna şimdiden üzüldüm. Dırdırını çekemem Emir, şuradan taksiye atlar giderim ben."

"Kaç saatlik rötar yedik ağzını açıp tek laf etmedin." diyerek hayretle kaşlarını çattı Emir. "Biraz söylen, sinirini at."

Burun kıvırdı Ulaş.

"Sen söylendin de ne oldu? Boşa kürek çekmek gibi bir huyum yoktur." diyerek, omuz silkip sol kulağına elindeki kulaklıklardan birini geçirdi. "Hadi ben kaçtım görü-"

"İnci'nin arkadaşı Zeynep değil mi şu?"

Kısılan bakışları, Ulaş'ın omzu üzerinden sağ tarafa kayan Emir'in söylediği şeyle yukundu Ulaş. Diğer elinde kalakalan tek kulaklıkla dönüp o tarafa baktı sonra da. Zeynep, kulağına yasladığı telefonla hararetle konuşuyor, kendi ekseni etrafında kızgın adımlarla tur atıyordu.

"Aynı uçaktaymışız galiba, hiç görmedim. Gel bir selam verelim."

Emir'in önerisiyle boğazını temizledi Ulaş ve "Telefonda birisiyle tartışıyor, müsait değil görmüyor musun?" diye uyardı onu.

"Kızla oturup çay kahve içelim demiyorum, bir selam verelim ayıp."

Ulaş'ı tersleyerek Zeynep'e doğru yürümeye başlayan Emir ile dışarı çıkmak ve onu takip etmek arasında kararsız kalan Ulaş, içine çektiği uzun solukla onu takip etti.

"Uçuş gecikmesinin ilk 15 dakikasının ardından anons bile yapılmadı! Bir de bana bize hakaret edemezsiniz mi diyorsunuz?" diye bağıran Zeynep, konuştuğu kişi sanki karşısındaymış gibi işaret parmağını havaya kaldırıp kafasını iki yana salladı. "Hanımefendi, ben bizi bekletirken ikram ettiğiniz kıytırık içeceklerden mi bahsediyorum? Rötar hakkında doğru düzgün bilgi vermemenizden yakınıyorum! Daha erken bilgi vermiş olsaydınız, farklı uçuş alternatiflerini değerlendirirdim! Bütün şikayet kanallarını kulla-"

Elini gerilen alnına yaslayarak arkasına döndüğünde, onu izleyen Emir ve Ulaş ile karşılaşmayı beklemediğinden cümlesi yarıda kesildi. Emir'in başıyla verdiği selama aynı baş selamıyla karşılık verirken, Ulaş'ın sırıtarak ona bakıyor olmasına bir karşılık vermedi.

"Tamam, yönlendirme beni başkasına hepiniz aynı şeyleri geveleyip duruyorsunuz." diyerek telefonu ilgili firmanın şikayet hattındaki çalışanının yüzüne kapattı.

"Aynı uçaktaymışız, görmedik seni Zeynep?"

Emir'in sıcakkanlı biçimde ona yaklaşmasıyla gülümsedi Zeynep de.

"Ben de görmedim sizi. Firmanın sorumsuzluğu öfkeden gözümü döndürdü sabahtan beri."

"Hiç sorma, ben de Ulaş'a onu dert yanıyordum az önce ama onun gıkı çıkmadı hiç." diyerek Ulaş'ı işaret edince Zeynep'in gözleri Ulaş'a kaydı.

Ulaş ise anında umursamaz tavrıyla omuz silkip "Boşu boşuna sinir strese sokamam kendimi." dedi kayıtsız çıkan sesiyle.

İyi halt ediyorsun, demek istese de sesini çıkarmadı Zeynep. Onun yerine sol kolundaki saate indirdi mavi gözlerini.

"Neyse, ben gideyim artık. Hoşça kalın."

"Aracın yoksa bırakayım seni?"

Emir'in sorusuyla kaşları belli belirsiz çatılan Ulaş, bakışlarını yanında dikilen adama kaydırırken Zeynep'in tebessüm eden yüzü de Emir'e çevrilmişti.

"Teşekkür ederim, zahmet etme hiç ." diye yanıtladı nazik bir tonlamayla aldığı düşünceli teklifi Zeynep.

"Ne tarafa gideceksin?"

"Kağıthane tarafında oturuyorum ama-"

"Tamam ben de Levent'te oturuyorum, yakınız sorun olmaz."

Henüz tanışmasına rağmen İnci ve Yavuz'un sırrını paylaştığı Emir'in samimiyetine inandığından adamın ısrarı altında kötü bir niyet aramadı Zeynep. Zaten sosyal anlamda da çekingen biri olmamıştı hiçbir zaman.

Başını sallayarak "Peki o zaman." dedi ve sırt çantasını düzeltti. "Sağ ol."

"E beni de bırak bari."

Ulaş'ın imalı sesiyle hem Zeynep hem de Emir ona dönünce, iri yeşil gözlerini kısarak omuz silkti ve dudaklarını yalayarak sırıttı genç adam.

"Tamamdır." diyerek kafasını salladı Emir de. "Lavaboya gidip geleyim, sonra da çıkalım olur mu?"

Emir'in hanım evladı olarak adlandırdığı kibar tavırlarına kahkaha atan Ulaş, dudaklarını dişleyerek eliyle adamın omzuna vurdu birkaç kez.

"Olur cicim." derken Emir'in kaşlarının çatılmasına aldırış etmeden sırıtmaya devam edince, söylene söylene yanlarında uzaklaştı Emir.

"Sinir bozucu bir tipsin."

Sırıtarak Emir'in uzaklaşmasını izleyen Ulaş, Zeynep'in iğneleyici cümlesiyle bakışlarını kızın asılmış yüzüne çevirdi.

"Sinir bozucu bir tip olduğumu bilseydin de hayatımı kurtarır mıydın hemşerim?" diye dalga geçti Zeynep'le.

İlgisiz gözlerini ona bakan Ulaş'a dikmeden kollarını göğsünün altında bağladı kız.

"Bana asılmaktan vazgeç!" diye ikaz etti sırıtışı artık kahkahaya dönen Ulaş'ı.

"Niye ya? Bak senin en yakın arkadaşın benim abimin karısı oldu. Seninle ben de onlar gibi olabiliriz belki?" diyerek dalga geçmeyi sürdürürken elinde beklettiği kulaklığını cebine attı. "Çifte kumrular olarak dörtlü takılırız falan?"

Dişleri arasından içine çektiği sert solukla "Neden olmadığın biri gibi davranmaya çalışıyorsun?" diye sordu, hissettiği kızgınlıktan ötürü neredeyse laciverte dönen bakışlarını Ulaş'ın yüzüne çeviren Zeynep. "Esas sen kimsin bilmiyorum ama şu an karşımda konuşan adamın sen olmadığını çok iyi biliyorum! Bunu bana dün akşam sen söyledin, unuttun mu?!"

Kızın bu ani çıkışını beklemeyen Ulaş, dudaklarındaki solan gülüşle kalakaldı. Fakat Zeynep, bunu umursamadan öfkeyle konuşmaya devam etti.

"Varoluş sancılarının muhatabı olan kişi ben değilim! Git profesyonel bir destek al!" diyerek onu izleyen Ulaş'a sırt çevirip dışarı doğru adımlamaya başlarken, yüzünü çevirmeden. "Emir'e de bir zahmet nazik teklifi için teşekkür ettiğimi iletiver." dedi sinirle.

"Ne suratsız bir şeymişsin sen ya?!"

Ulaş'ın arkasından homurdanırcasına bağırmasına kulak asmadı Zeynep. Zihnindeki şımarıklar kategorisine iliştirdiği insanlara zerre tahammül edemiyordu. Adamın söylenmeye devam etmesiyle adımlarını hızlandırıp boşta bulabildiğine şükrettiği bir taksiye atlayıp ayrıldı oradan.

"Kızdaki kendini beğenmişliğe bakar mısın?" diye söylenmeye devam eden Ulaş, o sırada "Ne oldu, Zeynep nereye gitti?" diyerek yanına gelen Emir'e çevirdi kızgın bakışlarını.

"Deli midir nedir, iki şaka yaptım çekip gitti manyak!"

Durumu tuhaf bulan Emir, gözlerini kısıp Ulaş'ın gergin yüzünü izlemeye başlarken bir süre sonra kendisini tutamayarak kahkaha attı.

"Ne ara etkilendin lan sen bu kızdan?" diye sordu boyunun ölçüsünü almış olduğunu düşündüğü Ulaş'a. "Ben de diyorum bizimki durup dururken neden karar değiştirip, onu eve bırakmamı istedi."

Yediği lafların etkisiyle bocalama yaşayan Ulaş, Emir'den işittikleriyle daha da öfkelendi.

"Hatunun burnu kaf dağında neyinden etkileneceğim lan?" diye tersleyip cebinden çıkardığı kulaklığını kulağına taktı. "Hadi ben kaçtım eyvallah."

"E hani benimle gelecektin?"

Çıkışa adımlamaya başlayan Ulaş, Emir'in ona seslenişine yanıt vermeden dalgın adımlarla yürümeye devam etti. Ne diye o kızla böyle saçma sapan bir diyaloğa girişmişti ki? Salak gibi tutamamıştı kendisini.

Adımlarını hızlandırırken "Süzme salaksın Ulaş!" diye fısıldadı kendi kendine. "Salak..."

*

Saat gece yarısına yaklaşırken İnci, Yavuz ve Efe de uzun yolculuklarında hayli yol almışlar, hatta Efe yorgun düşerek uyumaya başlamıştı. Yemekten sonra sessizleşen Yavuz dikkatli bakışlarını yoldan ayırmadan araba kullanmaya devam ediyor, İnci de uykusunu aldığından sessizce telefonuna indirmiş olduğu makaleleri okuyordu. Kimi zaman sıkılıp konuşmak istese de Yavuz'un bu konuda pek gönüllü olmadığını bildiği için bakışlarını karanlık yola çeviriyordu sık sık.

Yine bakışlarını yola çevirdiği bir anda, yol kenarında meyve satan yaşlıca adamı görünce "Arabayı sağa çekebilir misin?" diye sordu Yavuz'a heyecanla.

Kızın coşkulu sesiyle irkilerek ona dönen Yavuz, "Neden?" diye sorarken arabayı durdurmuş ve kızın baktığı tarafa kayan gözleriyle cevabını almıştı.

"Bu bilgiyi keşfettin mi bilmiyorum ama yol kenarında satılan meyveler her zaman için pazar, manav ve markettekilerden daha lezzetlidir."

İştahla dudaklarını yalayan İnci, inmek için yeltenince Yavuz kolundaki saati yoklayan tedirgin bakışlarıyla durdurdu onu.

"İnci saat çok geç, sen inme ben alırım ne istiyorsan."

Bunu söylerken kızın onu dinlemeyeceğini elbette biliyordu. Öyle de oldu. İnci ona ne saçmalıyorsun bakışları atıp, çantasını kaptığı gibi hızla arabadan indi ve neşeyle yaşlı adamın yanına koştu.

Otoyol kenarında gecenin bu saatinde neyle karşılaşacağını umursamayan İnci'nin onu dinlememesiyle "Bu kız beni delirtecek!" diye söylendi Yavuz.

Sonra da uyuyan Efe'yi kontrol ederek arabadan indi ve arabayı kilitleyerek İnci ile meyve satan yaşlı adamın yanına ilerledi.

"Amcam bu karpuzları dilim dilim mi satıyorsunuz artık?" diye sordu, vaziyetin kötülüğünden dem vuran İnci. "Ne günlere kaldık..."

Yaşlı adam hissetmemesi gereken bir mahcubiyetle kafasını hüzünle iki yana salladı.

"Mecbur kaldık, bütününün fiyatını duyan bana bağırıyor. İki evladım üzerine yemin ederim, dilim başına 50 kuruş bile kâr etmiyorum."

Uykulu gözlerini yaş almış olması nedeniyle kırışmış emektar elleriyle ovuştururken, onu içli içli izleyen İnci'nin yüreği burkulmuştu.

"Ah amcam, senin bir suçun yok ki." diye fısıldarken meyvelerin dizili olduğu sergiye ilerledi. "Umarım emeklerinin karşılığını alırsın."

"Ne tartayım size kızım?"

Yaşlı adamın çoğul sorusuyla afallayarak arkasına döndü İnci. Yavuz, tam arkasında durmuş ona bakıyordu.

"Bütün meyvelerden ikişer kilo tartıver amca." diye yanıtladı bakışları yaşlı adama kayınca gülümsemeye başlayan Yavuz.

Tezgahı kapatmak üzereyken gerçekleştireceği bu satışla yüzü aydınlanan yaşlı adam, "Hay hay evladım." diyerek kese kağıtlarına meyvelerden doldurmaya başladı hemen.

Yavuz'dan ayırdığı gözleriyle tezgaha dönen İnci, "Önce şeftali koyar mısın amca?" diye sordu iştahla.

Yaşlı adam İnci'nin dediğini yaparak ağzına kadar şeftali doldurduğu keseyi kıza uzattı. İnci de parlayan gözleriyle keseyi kucağına alır almaz elini daldırıp koca bir şeftaliyi avcu arasına alıp, hevesle elbisesine sürttü.

Sulanan ağzına götürmek üzereyken "Yok artık, yıkanmadı İnci o." diyerek kıstığı şaşkın sesiyle onu uyaran Yavuz'a döndü.

"Elbiseme sürttüm işte." dedi şirin gülüşüyle kaşlarını havalandırarak.

"Mikropların o şekilde ölmeyeceği-"

Yavuz konuşmaya devam ederken İnci, dayanmayıp koca bir ısırık aldı şeftaliden.

"Of, tadı mükemmel." derken hazla yutkunup onu belerttiği gözleriyle izleyen Yavuz'a da bir tane uzattı. "Al sen de."

Şeftaliyi normalde de sevmeyen hatta fobi derecesinde uzak duran Yavuz, kızın onu hem yıkamadan hem de tüylü kabuğuyla yemesine şaşırdığı kadar tiksinmişti de. Kamaşan dişlerini birbirine sürterek başını yan tarafa çevirdi.

"Bari soyarak ye şunu. Anladık titiz değilsin ama o tüylü kabuğundan da mı tiksinmiyorsun? Dişlerin de mi kamaşmıyor?"

Kıkırdayarak yeni bir ısırık daha aldı İnci ve "Anladıııım." dedi ona bakamayan Yavuz'a. "Sen şeftali fobisi olanlardansın."

"Hiç sevmem."

Durgunlaştı birden İnci.

"Ben çok severim..." diye fısıldadı buruk tebessümüyle.

Şeftali kokusu, annesini ve onunla geçirdiği keyifli anları hatırlatan nesnelerin en güçlüsüydü. Nasıl sevmezdi?

"Afiyet olsun, ama lütfen özellikle kabuğuyla yanımda yeme. Birkaç saat sonra İstanbul'a varmış oluruz, o zaman yersin."

O sırada diğer meyveleri de hazırlayan yaşlı adamın yanlarına gelmesiyle elini cebine atan Yavuz'dan önce davranıp meyvelerin ücretini ödedi İnci. Bir şey söylemedi Yavuz da.

"İyi geceler amcacım, pek yorulmuşa benziyorsun. Daha bekleyecek misin burada?" diye sordu İnci, onları gözlerinin içi gülerek izleyen yaşlı adama.

Keyifle "Toplanacağım şimdi kızım." diyen adamın bakışları, Yavuz ile İnci arasında mekik dokumaya başlarken gülüşünü büyütüp "İlk bebeğiniz mi?" diye sordu.

"Ne bebeği?"

İşittikleri soruyla aynı anda şaşkınca konuşan İnci ile Yavuz, adamın bunu neden sorduğunu kavrayamamışlardı.

"Pardon." diyerek gülüşünü sildi adam hemen ve gözlerini İnci'de sabitledi. "Kızım sen öyle aşermiş gibi yiyince ben bebek bekliyorsunuz sandım. Boşboğazlık ettim."

"Ha, yok amcacım. Biz iş ortağıyız." dedi Yavuz hemen.

Yavuz'un bu tanımına burnundan yükselen sesle, kendini tutamayarak gülen İnci yarısını yediği şeftalisini kesenin içine atarak boğazını temizledi.

"Evet, hatta birbirimize ivedilikle mail falan atıyoruz." dedi dalga geçerek.

"Kusura bakmayın lütfen ben farklı düşünmüşüm."

Yaşlı adamın çam devirdiğini düşündüğünden mahcup çıkan sesiyle ona sıcacık gülümsedi İnci.

"Ne kusuru amcam, şeftaliyi aşerecek kadar seviyorum zaten. Sorun yok, hadi iyi geceler sana."

Aldıkları meyveleri arabanın bagajına bırakıp arabaya geçecekleri sırada İnci'nin onları izleyen yaşlı adama dönüp içtenlikle el sallaması, Yavuz'u birkaç saniyeliğine duraksatmıştı. Kız dik başlılığının altında yufka gibi bir yürek taşıyordu ve bunu keşfetmek Yavuz'u afallatıyordu. Sersemlemiş gibi başını iki yana sallayarak yutkunup arabaya geçti hemen.

"Efe uyanmamış, yolculuk boyunca uyuyamaz diye çok kaygılanmıştım." diyerek yanına oturup emniyet kemerini bağladı İnci de ve Yavuz'a döndü. "Yorgunluk durumun nasıl? Ben geçebilirim istersen? Otoyolda gayet rahat kullanabilirim."

Ona dönmedi Yavuz.

"İyiyim, idare ederim."

Onun sesindeki hafiften soğuk tonu algılayan İnci, tekrar kendi kabuğuna çekilmesi gerektiğine karar verdi o anda.

Fakat sessizliğe gömülmeden önce "Efe'ye senin geceleri geç gelip sabahları da çok erken gideceğini söyleyeceğim." dedi bilgilendirme amacıyla. "İlgilendiği şeyler dışında uzun uzun konuşmayı sevmez zaten kimseye detay vereceğini düşünmüyorum."

"Tamamdır."

*

Henüz gün aymadan İnci'nin yaşadığı beş katlı, somon rengi apartmanın önünde durdu Yavuz'un kullandığı araba.

"Geldik." diyerek esneyen İnci, bir an önce yatağına kavuşmak istediğinden arabadan inerek bagaja koştu hemen.

Yavuz da arabadan inip, yardımcı olmak için onu takip etti ve kız meyveleri alırken o da önce Efe'nin, ardından da İnci'nin valizini indirdi.

"Ne var bunun içinde bu kadar ağır?" diye sordu, kızın boyutu küçük olan valizinin ağırlığına şaşırarak.

Gece yol kenarındaki amcadan aldıkları meyvelerden boştaki bir poşete rastgele dolduran İnci, hazırladığı poşeti Yavuz'a işaret ederek bagaja bıraktı.

"Bu senin için." dedi meyve poşeti için.

"Teşekkür ederim, ama gere-"

Yavuz'un ağır bulduğu valizine inen gözleriyle böldü onu İnci sabırsız bir telaşla.

"Aa söylemeyi unuttum, ben oteldeki mini barı valize doldurdum. Görevli çocuğa sordum ekstra ücret alınmıyormuş onlardan. İçebilirdim ama yanımda getirmeyi tercih ettim. Aşırmış sayılmam bak-"

"Tamam tamam sormadım say." dedi ve bagaja eğilip "Daha şafak sökmeden bu kadar konuşacak enerjiyi nereden bulabilir bir insan..." diye homurdandı kendi kendine.

Yavuz'un ne mırıldandığını umursamadan Efe'yi uyandırmak için arka koltuğa yürüdü İnci. Efe'nin oturduğu tarafı açıp, ikizinin sıkı sıkı sarıldığı kırlent ile hırkayı kendi kucağına aldı. Burnunu anneannesi gibi kokan hırkaya bastırırken yaşaran gözleriyle gülümsedi. Anneannesini de yanlarında getirebilmeyi ne çok isterdi...

Boğazındaki minik yumruyu yutkunarak duyumsamamaya çalışırken usulca Efe'ye yaklaştı ve "İstiridye'm, uyan geldik." dedi yumuşacık sesiyle.

İlk deneyişinde uyanmayan Efe, birkaç seferin sonunda gözlerini araladı ve yüzü ona çok yakın duran İnci'yi görerek irkildi.

"Uyandırmak için yaklaşmıştım sadece." diye fısıldayan İnci hızla geri çekilip, ikizinin inebilmesi için kapının önünden çekildi. "Hadi gel Efe'm."

"O-onları bana ver."

Efe, İnci'nin elleri arasında tuttuğu kırlenti ve hırkayı işaret edince onları hemen ikizine uzattı İnci. Anneannesinin hırkası ve İnci ile el ele tutuşmalarını sağlayan kırlenti kucaklayıp göğsüne bastıran Efe de tedirgin gözlerle indi arabadan.

"Henüz aymadı ama yine de günaydın Efe." dedi Yavuz, Efe'yi görünce gülümsemeye başlayan Yavuz.

Yavuz ile göz teması kurmadan başını salladı Efe, konuşmadı.

"Valizlere yardım edeyim."

Yavuz'un teklifine "Asansöre kadar yardım etmen yeterli." dedi İnci ve Efe'yi yönlendirmek için önden yürümeye başladı.

Üçü beraberce apartmana girdiklerinde, Yavuz taşıdığı valizleri asansörün içine yerleştirerek İnci ile Efe'ye döndü.

"Ben işe erken gidiyorum o zaman." dedi ne diyeceğini bilemeyerek İnci'de sabitlediği gözleriyle.

Efe pek ilgileniyor gibi görünmese de risk almak istemiyordu Yavuz.

"Tamam canım, hadi hayırlı işler sana." dedi İnci de yapay bir tonlamayla ve kendi kendine yüzünü ekşitti.

Çocukluğunda biraz olsun evcilik oynasaydı şimdi çok daha iyi rol yapardı muhtemelen.

"Bir şey olursa haberleşiriz."

Yavuz'un arkasına dönüp birkaç adım atmasıyla Efe'yi asansörün önünde bırakıp peşinden koştu İnci.

"Yavuz." dedi fısıldayarak ve adamın yüzünü ona çevirmesiyle minnetle gülümsedi. "Teşekkür ederim, yaptığın bu fedakârlığı hiç unutmayacağım."

Hafifçe dudakları iki yana kıvrıldı Yavuz'un ve içten bakan gözlerini İnci'ninkilere dikti usulca.

"Umarım, bundan sonra Efe ile hiç ayrılmazsınız." dedi tüm samimiyetiyle.

"Umarım."

Gülüşü genişledi İnci'nin. Gülüşü genişleyince iki yanağında beliren derin gamzeler de ayan beyan Yavuz'un gözleri önüne serildi ve adamın kısa bir an için duraksamasına, sonra da gözlerini hızla yere indirmesine neden oldu bu durum. Kızın gamzelerini görmek, içinde anlam veremediği bir huzursuzluğun peyda olmasına sebebiyet veriyordu.

"2 hafta sonra görüşürüz. Hoşça kal." diyerek İnci'ye bir daha bakmadan apartmanın çıkışına doğru yürümeye başladı.

"Hoşça kal."

Yavuz'un gidişini izleyen İnci, çok geçmeden Efe'nin yanına döndü ve asansörle 2. kata çıktılar. Kalbindeki mutlu gümbürtü, ikiziyle hayalini kurduğu hayata başlamanın verdiği coşkudan kaynaklanıyordu elbette. Uyuyan Zeynep'i uyandırmamak için eve sessizce girdiklerinde, Efe tedirgin bakışlarını yerden kaldırmadan İnci'yi takip ediyordu. Sırayla lavobaya girip ellerini yüzlerini yıkadılar ve sağa uzanan koridorun sonundaki odaya doğru yürüdüler.

"Gel İstiridye'm, uykun açılmadan uyu tekrar." diyerek Efe için hazırladığı ve birkaç gün öncesine kadar ona ait olan ferah ve geniş odaya soktu ikizini.

Gece lambasını yaktığı an, Efe'nin tedirgin bakışları merakla tavana çevrildi. İnci'nin Kayseri'de ona söylediği şeyi aklından çıkarmamıştı elbette. Laciverte boyalı tavanın üzerinde, galaksilerle yıldızları görünce alt dudağını dişleriyle ezerek gülümser gibi oldu.

"Çok güzel." dedi hayranlık dolu bir fısıltıyla ve gürültüyle yutkundu. Kalbi nadiren böyle hızlı attığından elindeki minderle hırkayı kalbinin üzerine bastırarak yineledi. "Çok güzel..."

İkizini mutlu ettiğini gören İnci, gözlerinin şükür hissiyle dolmasına mani olamadı ve huzurla fısıldadı.

"Çok güzel olan sensin asıl."

Daha sonra kardeşini pijamalarını giyip, uyuyabilmesi için odasında yalnız bırakarak Efe'nin odasının sol çaprazında bulunan kendi -yeni- odasına girdi.

Zeynep'in ders vermek için kullandığı minik oda, artık yeni mabedi olacaktı. Pencerenin sağ tarafında kalan tek kişilik yatağı, yatağının hemen sol yanında kalan kitaplığı, kitaplığının yanındaki çalışma masası ve yatağının ayak ucundaki dört kapaklı dolabı ile kutu gibiydi odası. Eşyalardan arta kalan ve ufak bir paspasın kaplamaya yettiği boş alanda aynı anda birkaç kişiden fazlası ayakta dikilemezdi. Ama İnci için sorun değildi.

İstiridye'si artık onunlaydı, ötesi var mıydı?

"Oh be!" diye kısık tutmaya çalıştığı sesiyle cıvıldayarak, midesi kıpır kıpır kendisini yatağına attı. "Oh beeeee!"

Efe'si ile hür olmanın verdiği o tarifsiz şevkle kendi kendine kıkırdayarak pikesinin altına girdi. Üstündekilerden kurtulup pijamalarını giymesi gerektiğinin farkında  olsa da bunu yapamayacak kadar mutluluk sarhoşu, umursamaz ve biraz da yorgundu.

*

Israrla çalan zil ile gözlerini güçlükle aralayan İnci, yataktan güç bela kalkıp telefonundan saati yokladı. Saat neredeyse öğlene geliyordu ve Zeynep'in sabah erken çıkacağını bildiğinden kapıyı açma görevini üstlenmek zorundaydı. Saçını minik masasının üzerinde duran kalemle toparlayarak odasından çıkıp yavaş adımlarla kapıya yürüdü.

O sırada zilden yükselen tiz ses bir kez daha evde yankılanınca Efe'nin uyanma ihtimaline sinirlenerek "Patlama be geldim!" diye söylenip aceleyle açtı kapıyı.

Kapıyı açar açmaz, karşısında bir pislik olarak nitelendirdiği babasını görmeyi beklemediğinden afalladı önce sonra da otomatikman yukarı dikildi çenesi. Adamın asla haz etmediği suratını birkaç yıldır görmemişti ve şu an yeşil gözleriyle onu izliyor oluşundan son derece rahatsızdı.

"Ne var?" diye soludu, onun için yoldan geçen bir yabancıdan farksız olan adama tahammülsüz çıkan sesiyle. "Yine para istemeye mi geldin Salih?"

Adam, birkaç yıl önce İnci'yi bulmuş ve ondan sahibi olduğu barın borcunu ödeyebilmek için Mustafa'dan para istemesini rica etmişti. En son ergenken gördüğü babasının yıllar sonra para için karşısına çıkmış olması, İnci'yi çılgına çevirmiş adamı yaka paça uzaklaştırmıştı kendisinden. O günü hatırlamak şimdi bile bedenini gerim gerim geriyordu.

"Git eski kayınpederinden ne istiyorsan iste." diyerek sinirle güldü ona bir cevap veremeyen adama ve havalanan sağ kaşıyla ekledi. "Ha, önüne kemik atacağını düşünmüyorum ama. Zira senden en son miras avcısı bir şerefsiz diye bahsediyordu."

"İnci güzel kızım." dedi adam, İnci'nin ondan almış olduğu gamzelerini gösterecek şekilde genişçe gülümseyerek.

İnci, adamın iki yanağında beliren derin gamzeleri gördüğü an kendi gamzelerinden bir kez daha nefret etti o anda. İnsanlar tarafından çocukluğundan bu yana iltifat alan gamzeleri, ona ihmalkâr babasını hatırlattığından İnci'yi asla mutlu etmiyorlardı. Bu yaşına kadar gamzelerini benimseyememişti bile.

İfadesiz bakışlarını, adamın gamzelerinden ayırıp gözlerine tırmandırdı ve "Ben senin kızın falan değilim." dedi sertçe.

"İnci, lütfen konu-"

Cümlesini tamamlamasına müsaade etmeden, kapıyı adamın yüzüne doğru ittirdi fakat Salih son anda kolunu araya uzatarak engel oldu buna.

"Bu kez aramızdaki ilişkiyi düzeltmeye geldim kızım." dedi uysal ve uzlaşmacı bir tonla. "İnci, düzelteceğim kızım."

"Var olmayan bir şeyi düzeltemezsin!"

İnci'nin sesini yükselterek söylediği şeyle adam başını iki yana salladı.

"Ruhsal problemlerim vardı İnci. Anneni kaybedince mahvoldum ve-"

Devamına duymaya tahammül edemeyecek kadar adamdan tiksiniyordu İnci.

"Bana sunacağın hiçbir mazeret umurumda değil! Derhal defol git buradan Salih!"

Salih'i var gücüyle omuzlarından itip kapıyı yeniden suratına itti, ancak adamın bu kez "Bir kardeşin olacak." demesiyle şokla donakaldı.

Çatılı kalan kaşları, adamın suratına mıhlanan gözleri ve uyuşan bedeniyle idrak edemedi bir süre duyduğu şeyi. Yavaş yavaş idrak edebildiğindeyse daha doğmamış bir bebek için yüreği sızladı. Zira hiçbir bebek böylesine duygu yoksunu, bencil ve menfaatçi bir babayı hak etmezdi. Bu adam sorumsuzluğuyla babalıktan yana sınıfta kaldığının farkında değil miydi?

"Keşke babalık ehliyete bağlanabilseydi." diyebildi İnci, acı acı gülümseyerek. "Bir kurs falan varsa ona yazıl."

"İnci..."

Adam elini uzatıp kızının eline dokunmak isteyince İnci elini geri çekti hemen.

"Ne istiyorsun, çeyrek altın takmamı falan mı?" dedi hissettiği kızgın hayretle. "Defol git, bir daha da sakın gelme buraya."

"İnci, annesi bebeği doğurmak için eski çocuklarımla aramı düzeltmemi şart koştu."

Adamın dudaklarından süratle dökülen kelimelerle beyninden vurulmuşa döndü İnci. Eski çocuklarım ne demekti? Efe ve o, eskiyecek bir mal veya eşya mıydılar? Üstelik yüzü zerre kızarmadan da onları yeni çocuğuna ulaşma aracı olarak kullanması gerektiğini söylüyordu!

"S-sen?" dedi öfkeden göğsü cehennem gibi yanmaya başlayan İnci ve titreyen ellerini adamın yakasına sararak merdivenlere doğru iteledi onu. "Haysiyetsiz pislik! Hemen defol buradan, hemen!"

"Bu vesileyle aramız düzelir İnci."

Yumruk haline gelen elini adamın yüzüne geçirmemek için dişlerini kırarcasına sıktı İnci.

"Geçmişte korktum. Annen olmadan tek başıma yapamazdım." dedi ve yüzüne yayılan iğrentiye benzer bir ifadeyle ekledi. "Üstelik Efe de hastalıklı çıkınca-"

Son duyduğu şeye dehşete kapılan İnci, içindeki yakıcı öfkeye direnemeyerek öne atılıp babasının yüzüne indirdi tokatını. Suratı yediği sert tokatın etkisiyle sola çevrilen adamsa bunun verdiği şokla sustu. Devam etmedi bir süre.

Sessiz geçen birkaç saniyenin ardından sinirle gülmeye başlarken "Annenin ailesi çok iyi yetiştirmiş seni." dedi İnci'ye imayla.

Adama tiksintiyle bakan gözlerinden taşan yaşlara aldırmadan kahkaha attı İnci.

"Merak etme, şerefsizlerle mücadele etmek için ben kendimi çok iyi yetiştirdim!" diyerek çenesini havaya dikti. "Şimdi defol buradan pislik!"

Sonra da adamı arkasında bırakıp hızla eve girdi, kapıyı gürültüyle kapatıp dizleri üzerine çöktü ve sırtını da kapattığı kapıya yasladı. Hala şoktaydı. Az önce işittikleri, kötü bir kabusu dahi kirletecek kadar çirkindi. Dizlerini karnına çekerek ufak hıçkırıklarla içli içli ağlamaya başladı. Hayal kırıklığı değildi onu ağlatan, zira hayal kırıklığı kalbine yapışan bir uzuv gibi olmuştu. Fakat Efe için kullanılan o tabiri hazmedemiyordu, adama dair uzağa ötelediği öfkesi ve nefreti gün yüzüne çıkmıştı.

"B-ben ha-hastalıklı mıyım İnci?"

O sırada Efe'nin kısık ve ürkek sesini duyunca acılı kalbi bu kez endişeyle dolarken, başını hızla kaldırıp kardeşine baktı. Efe elindeki kırlentle iki adım ötesinde dikilmiş, kafası karışmış gibi kendi ayak ucuna bakıyordu.

Şaşakalan İnci, "Ha-hayır hayır İstiridye'm." diyerek gözyaşlarını silip, ayağa fırlamayı istese de Efe'nin bu çirkin ve damgalayıcı söylemi duymuş olmasını kaldıramadığından olduğu yere mıhlandı. Omuzları sarsıla sarsıla ağlamaya devam ederken, başını iki yana sallayıp içinden atamadığı hırsıyla dudaklarını kanatırcasına dişledi. "Ha-hayır İstiridye'm..." dedi hıçkırıkları arasından inatla. "Hayır..."

İnci'nin katıla katıla ağlamasıyla kafası iyice karışan Efe, elindeki kırlente sımsıkı sarıldı önce. İkizinin ağlamasının dinmesini bekledi ayak ucundan ayırmadığı gözleriyle. Fakat yaşananları sindiremeyen İnci, sakinleşmek yerine daha çok ağlayınca birkaç kez yutkundu Efe. Sonra da sol elini kırlentten ayırıp önce burnunun sırtını ardından da sağ şakağını kaşıdı.

"İ-İnci." diye fısıldadı ikizine.

Ancak İnci'nin içi cayır cayır yandığı için kardeşinin zayıf fısıltısını duymadı. Efe ise şakağını bir kez daha kaşıdı ve bu kez kıza doğru iki adım atıp dizleri üzerine çöktü. Kırlenti İnci'ye uzattı el ele tutuşabilmek için ancak kız öyle şiddetli ağlıyordu ki fark etmedi. İnci'nin neye ağladığını kavrayamayan Efe, kendisinin hasta olduğuna inandığı için ağladığını düşündü. İçine derin bir soluk çekti ve bakışlarını İnci'nin göğüs kafesinde sabitleyerek titreyen elini ikizinin dizine yaklaştırdı. Kendi isteğiyle ilk kez hafifçe kızın dizini dürttü.

O an dizinde hissettiği dokunuşla İnci'nin hıçkırığı boğazında takılı kaldı. Ağlamaktan sırılsıklam kesilmiş olan yüzünü kaldırıp, fal taşı gibi açılan ıslak gözleriyle Efe'ye baktı. İstiridye'si ilk kez ona bu şekilde dokunmuştu. Cayır cayır yanan göğsü bu dokunuşun etkisiyle adeta serin ve berrak nehirlerde yıkanırken, mutluluk yaşları döküldü yanaklarına bu kez.

"Efe'm..." diye fısıldadı küt küt atan kalbiyle.

O anda elini hızla geri çekti Efe ve kırlentini göğsüne bastırıp onu kollarıyla sardı. Gözlerini İnci'nin göğüs kafesinden ayırmadan "A-ağlama İnci. B-ben hasta değilim." dedi, ikizinin bunun için ağladığını düşündüğünden iyice kısılan sesiyle. "Burnum akmıyor, öksürmüyorum, boğazlarım şişmedi, ateşim de yok."

Sevinçten nefesi kesilecek gibiydi İnci. Karşısında duran tertemiz genç adamın yüreğindeki yerini biliyordu İnci, fakat daha önce hiç bu kadar kuvvetli bir yere sahip olduğunu hissetmemişti. Mutlulukla soluklandı ve ellerinin tersiyle yüzünü ıslatan gözyaşlarını sildi. Sonra da elini kardeşinin sımsıkı sarıldığı kırlente uzatıp, kırlentin boşta kalan kısmını tuttu.

"Sen hasta değilsin İstiridye'm." diye fısıldadı inançla. "Hiç kirlenmemiş o güzel yüreğin sapasağlam."

Kafası yeniden karışan Efe başını önce sola sonra da sola hafifçe yatırdı.

"Ama İnci, yürek kirlenmez ki. O içimizde toz ve kir bulaşamaz ona."

Huzurla kıkırdadı İnci ve Efe'nin onun ikizi oluşuna içtenlikle şükretti. Kirlenen yüreklerin nasıl olduğunu ikizine kahvaltı ederken anlatabilirdi. Öyle de oldu. İstiridye'si ile ilk baş başa kahvaltısını yaparken ona neşe içinde kirli ve temiz yürek ayrımını anlattı.

Yeni hayatlarının ilk günü böylelikle başlamış oldu.

***

Efe bebeğim, ah seni öyle çok seviyorum ki... Şu son sahneyi yazarken Efe'nin ürkek sesini duyup, masum yüzünü görerek yazdım sanki ve gözyaşlarımı tutamadım. Yeri çok özel ve çok başka bende... 🌸🤍

Bilgi, kesit ve iletişim için;
Instagram: misahanimm
Twitter: misahanimm

Continue Reading

You'll Also Like

3.9M 239K 81
* Siz: Ay acaba lamalar uçsa nasıl olurdu? Siz: Düşünsene, kafana tıpkı martının sıçması gibi tükürüyorlar. Siz: Çok komik olmaz mıydı? ÜSĞĞDDĞSPDĞPF...
34.1K 2.9K 4
"Sana geldim Güneş. Meçhule gelir gibi geldim sana. Bana yardım et çünkü ben, senin sessizliğinde sağır oldum." Gökyüzünden firar eden feryat, Alihan...
467K 39.2K 63
Başlangıç : 07.10.2019 Final : 20.11.2020 Bugüne kadar okuduğunuz tüm hikayeleri unutun. Şayet kötü erkek ile saf, ezilen, her şeye eyvallah kadının...
1.8M 126K 29
Onların kaderi yıllar önce yaşanmış tek bir gece sayesinde birleşti. Bir anda karşısına çıkan ve peşini bırakmayan Atmanlı aşireti genç kızın bütün s...