YASAK DENEY

By iremtopan

172K 16.2K 13.1K

Tarih boyunca sadece birkaç kez cesaret edilen ve eşine az rastlanan, insanlık dışı bir yöntemle yapılan dil... More

Bölüm 1|• "Kurtarma Emri."
Bölüm 2|• "Vahşiler Yatakhanesi."
Bölüm 3|• "Garip Bir Ekip."
Bölüm 4|• "Yara İzleri."
Bölüm 5|• "Yasak Deneyler Laboratuvarı."
Bölüm 6|• "Kayıp Ruhlar Mezarlığı."
Bölüm 7|• "Bedeni Büyük, Ruhu Çocuk Kadın."
Bölüm 8|• "Gülümseme Etkisi."
Bölüm 9|• "Her Şey."
Bölüm 10|• "Denek: 113."
Bölüm 11|• "Saat ve Kan Damlası."
Bölüm 12|• "Gece Yarısı Nöbeti."
Bölüm 13|• "Ne Zamandır Sendeyim."
Bölüm 15|• "Ecza Deposu."
Bölüm 16|• "Gizli İttifak."
Bölüm 17|• "Sessiz Prenses ve Kara Şövalye."
Bölüm 18|• "Sözlerin Gözlerinde."
Bölüm 19|• "Sarpa Saran Sert Rüzgarlar."
Bölüm 20 |• "Yaşatma Operasyonu."
Bölüm 21|• "Pişmanlığın Adı."
Bölüm 22 |• "Cehenneme Düşen Kar Taneleri."
Bölüm 23 |• "Eski Dost, Can Düşman."
Bölüm 24|• "Tenha."
Bölüm 25|• "9 Aralık."
Bölüm 26|• "Kelimelerin Sihri."
Bölüm 27|• "Truva Atı."
Bölüm 28|• "Vicdan Mahkemesi."
Bölüm 29|• "Dinmeyen Fırtına."
Bölüm 30|• "Yeryüzünde Cennet."
Bölüm 31|• "Vadesi Dolan Sözler."
Bölüm 32| "25 Aralık Çocukları."
Bölüm 33|• "Sonun Başlangıcı."
Bölüm 34|• "Son Akşam Yemeği."

Bölüm 14|• "Yaşam Köksal."

4.6K 543 256
By iremtopan


Görkem Ertuğ Değirmenci

Uykusuz geçirdiğim bir gecenin ardından nihayet güneş gökyüzüne yükselmişti ve benim de kendimle olan savaşım son bulmuştu. Yine aklıma annem düşmüştü ve ben bir türlü düşünmeye son verememiştim. Annemin o hallerini ne yaparsam yapayım aklımdan bir türlü çıkaramamıştım. Bu da beni tüm gece pişmanlıklarımın havuzunda yüzdürmüştü. Ciğerlerime derin bir nefes çektim ve banyodaki aynanın karşısında saçlarımı düzelttim. Üstümde siyah bir kazak, siyah bir kot pantolon ve deri botlarım vardı. Parfümümü de sıkıp telefonumu cebime attıktan sonra banyodan çıktım.

Gece geç saatlerde gelip Victoria'nın nöbetini devralmıştım. Benimle kalmak istediğini söylemişti fakat dinlenmem gerektiğini söylediğimde şanslıyım ki fazla diretmemişti. Geldiğimde 113 uyuyordu, geldiğimin farkında bile değildi çünkü yorgun ve bitkin vücudu o kadar dinlenmeye muhtaçtı ki vücuduna aldığı en ufak bir miktardaki ağrı kesici bile onun bebekler gibi uzun saatler boyunca deliksiz uyumasına sebep oluyordu.

Canının ne kadar acıdığını düşünmek beni bulunduğum bu durumun içinde sanki mümkünmüş gibi daha karamsar bir ruh halinin içine sürüklüyordu. Fakat öyle garipti ki, bu camı penceresi olmayan karanlık odanın içinde yaralarla kaplı küçük yüzüne bakmak içimde sahilde oturup gün batımını izliyormuşum gibi garip bir huzur hissetmeme neden oluyordu.

Sessiz tutmak için büyük bir çaba harcadığım adımlarımla sedyenin yanına yaklaşıp beyaz pikeyi kızın üstüne örttüm. Uyurken örtünmeyi sevmiyor olmalıydı ki üstünü sürekli açıyordu, bu da benim onun üstünü örtmek için daimi bir mesaiye kalmamı gerektiriyordu. Geceyi yine uykusuz geçirdiğimden bunu keşfetmiştim ve bundan memnundum. Zaten bünyesi şu an çökmüş durumdaydı, en ufak bir soğuklama bile ölümcül sonuçlanabilirdi. Tedbirli olmak yapabileceğim en iyi şeydi.

Yüzüne düşen dalgalı sarı saçlarını beyaz yüzünden geri çektim. İpeksi sarı saçlarından birkaç tel bu zayıf hareketimle bile parmaklarıma takıldığında kaşlarım çatıldı. Yeniden onun saçlarına dokundum ve bu kez elimde daha çok saç teli kaldı. Bu güzel saçların kolaylıkla ondan kopmasını sevmemiştim. Hiç güneş görmemişti, yiyebildiği tek şey grinin iğrenç bir tonundaki ne olduğu belirsiz lapaydı, bunun onların ihtiyaç duyduğu vitaminleri, mineralleri ve proteini sağladığını düşünmüyordum. Saçları en ufak bir dokunuşumda bile ellerimde kalıyordu.

Karın boşluğunda öylece duran ince elini elimin arasına aldım. Gözüme ilk çarpan şey kırılmış tırnaklarındaki beyaz lekelerdi, bu lekelerin istisnasız her tırnağında olması kalsiyum ve çinko depolarının boş olmasıyla eş değerdi. Uç kısımlarında parçalanmalar, yüzeyinde dağılmalar ve kalkmalar olan zayıf tırnakları, aşırı dökülen saçları onun ciddi bir vitamin takviyesine ihtiyacı olduğunun en büyük kanıtıydı. Sadece onun değil diğerlerinin de muhtemelen aynı şeye ihtiyacı vardı.

Elini onu uyandırmamaya özen göstererek yavaşça karnının üstüne geri bıraktım. Doğrulduğum esnada gözlerim yüzüne kaydı. Bedenindeki bu yaraları görmek onu çok üzüyordu, henüz yüzündeki yaraları görmemişti ve görmesini de istemiyordum. Uyandığında kahvaltısını yaptırmak, ilaçlarını verip kremlerini sürmek için yeniden yanına gelecektim. Büyük ihtimalle ben döndüğümde hala uyuyor olacaktı, geldiğimden, gittiğimden ve yeniden geldiğimden haberi olmayacak ve ben onu uyandırana kadar da gözlerini aralayamayacaktı. Uyumalıydı ve bedeni çabucak kendine gelmeliydi, bir an önce iyileşmeli ve yeniden tüm olanlara inat kocaman gülümsemeliydi.

Odadan çıktıktan sonra kapıyı ardımdan kilitledim. Büyük koridorun sonuna doğru yürüdüm, asansöre binip üst kata çıktım. Dün gece geç vakite kadar küçük ormanda Yaşam meselesini tartışmıştık ve gece yarısından sonra onlar odalarına ben de nöbet alanıma dönmüştüm ama bir türlü uyuyamamıştım, Merih de uyuyamamış olmalıydı ki tüm gece YDO uygulamasından mesajlaşmış ve saatlerce Serra'yla ilgili konuşmuştuk. Büyük bir panik içindeydi çünkü Serra'nın her şeyi duyduğunu düşünüyordu. Onu aksine inandıracak şeyler söylememiştim ama ben duyduğunu düşünmüyordum, kaldı ki duyduysa bile bu işte bir tuhaflık vardı.

Merih ise tüm kötü felaket senaryolarını olasılık olarak görüyor ve karamsar düşüncelerle kendini mahvediyordu. Tüm gece içi içini kemirdi, en sonunda da bununla başa çıkamayacağını anlayıp uyuyacağını söyledikten sonra konuşmamız sona erdi ama gözüne uyku girmediğini tahmin etmek hiç zor değildi. O uyuyunca ben de içimdeki sıkıntı ve ağır yükle başbaşa kalmıştım. Yine geceyi sabah edememiştim, böyle günlerde üzerime bir ağırlık çökerdi tıpkı şimdiki gibi. Kendimi olduğumdan elli yaş daha büyük hissediyordum.

Asansörden inip uzun koridoru geçtim ve ortak salonun kapısını araladım, içeri girdiğimde burnuma mis gibi krep kokusu doldu. Bunları Simge'nin yaptığını anlamam uzun sürmedi, zaten bu mutfağı ondan başka kullanan olmuyordu. Victoria, Simge krep yaparken tezgaha yaslanmış ona bir şeyler anlatmakla meşguldü, Felix ve Benjamin mutfak masasının üstüne kahvaltılıkları dolduruyorlardı, Ivan bir köşede oturmuş televizyon izliyordu, Atakan ise bir koltuğa oturmuş uyukluyordu, Serra da onun dizlerine uzanmış uyuklarken Atakan'a eşlik ediyordu, Merih henüz ortalıklarda yoktu ve olmayışından mutlu olduğum Alvaro da gözükmüyordu. "Günaydın."

Victoria'nın neşeli sesine eşlik eden uykulu sesler günaydın demişti bana hep bir ağızdan. Ben buzdolabına doğru ilerleyip kendime su alırken Victoria da hemen Simge'yi unutup arkamdaki yerini almıştı. "Geç kaldın, hasta olduğunu düşündüm."

"Uyuyakalmışım."

Kendime bir bardak çıkardım, su doldururken Simge'nin tek kaşını kaldıran bakışıyla karşılaştım. Gözlerimi 'sorun yok' manasında açıp kapattığımda derin bir iç çekti ve önüne döndü, kreplerle ilgilenmeye kaldığı yerden devam etti. Tabi ki de uyumadığımı yüzümden anlamıştı, Victoria'yı buna inandırabilirdim ama Simge inanmazdı. Çok şahit olmuştu uykusuz gecelerime, çok ortak olmuştu. Birbirimizin her halini ezbere bilirdik biz.

"Geç mi uyudun?"

Onaylar bir mırıltı çıkardım ve suyu içtim, o sırada Simge koluyla koluma vurdu hafifçe. Victoria'nın sorularının arasında çaktırmadan Simge'ye baktım. "Soğuk su içme." Diye fısıldadı bana bakmadan usta hareketlerle tavadaki krepi çevirirken.

Victoria'nın meraklı bakışları üstümdeydi. "Neden?"

"113 zor bir gece geçirdi. Uyumak için vakit bulamadım, sabaha karşı da dayanamayıp uyuyakalmışım." Bardağı tezgaha bıraktım, sonra da Simge'ye döndüm. "Yardım edebileceğim bir şey var mı?"

"Tabakları masaya yerleştirebilirsin Adrian."

Üst raftan tabakları aldım, sonra da masaya tabakları yerleştirdim. Felix ve Benjamin ise kahvaltılıkları masaya yerleştirme işlemini bitirmişler pencerenin önünde sohbet etmeye başlamışlardı. Benim yardımım üzerine Victoria da sonunda yardım etmeye karar vermiş olacak ki çatal bıçakları masaya dizmeye başladı. Simge'nin onun ardından göz devirişini ve sabır dileyişini gördüğümde küçük bir tebessüm kapladı dudaklarımı.

"Neye gülüyorsun?" Dedi Victoria merakla, tezgaha doğru ilerlerken sorusunu yanıtladım. "Önemli bir konu değil, aklıma bir şey geldi de."

"Yaa... Neymiş o? Merak ettim ben şimdi." Simge'nin bana uzattığı krep tabağını aldım. "Dikkat et." Victoria'ya ters bir bakış attı ve fısıldadı. "Yiyecek bu seni."

"Sen korursun beni." Göz kırpıp tabağı masaya bıraktım. Victoria'nın bakışlarını gördüğümde sorusunu yanıtladım. "Önemli bir şey değil, gece izlediğim filmden bir sahne sadece."

"Ne izledin ki? Ben de ne zamandır güzel bir film arıyordum."

"İsmi aklımda değil, hatırlayınca söylerim olur mu?"

O beni onaylarken Victoria'nın yanından sıyrılıp tekrar tezgaha gittim ve kendime bir kahve yapmaya başladım. "Ben seni koruyamam, bu beni de parçalar senin uğruna."

İkimizin de arkası salona dönük olduğundan rahattık. Gülüyordum ama gerçekten boğucu bir durumdu, Victoria ne kadar haz etmediğim biri olsa bile bir kadını asla incitmezdim, bundan çekinirdim. O yüzden o benimle bir yolunun olmadığını anlayana kadar biraz sabırlı olmak zorundaydım, sonsuza kadar böyle devam edemezdik neticede değil mi?

Topuklu ayakkabılarının tıkırtısı gittikçe bana doğru yaklaştığında hemen arkamdaki sesini işittim. "Bir ara birlikte film izler miyiz?"

"Bakarız. Söz vermiyorum."

Güldü. "Bunu evet olarak aldım." Kahvemi makineye koydum ve beklemeye başladım. Sohbetimizin son bulduğunu anladığında yeni bir konu bulmak saniyesini bile almadı. "Anlat bakalım, neler yapmaktan hoşlanırsın?"

Simge'nin yandan yandan güldüğünü görüyordum, bana hiç yardımcı olmuyor aksine bu halimden zevk alıyor gibiydi. Sıkıntılı nefesimi dudaklarımdan üfledim ve arkamı dönüp tezgaha yaslandım. Kollarımı göğsümde bağladım ve düşünür bir mırıltı çıkardım. "Kitap okumaktan, müzik dinlemekten, spor yapmaktan, bir şeyler öğrenmekten ve sevdiklerimle vakit geçirmekten." Sorusunu yanıtladıktan sonra nezaketen ona da aynı soruyu sordum. "Sen?"

"Ben de arkadaşlarımla bir şeyler yapmaktan, alışverişten ve tatilden."

"Biliyor musun Victoria?" Simge de yanımıza geldi, çevik bir hareketle tezgaha oturdu ve bir kolunu omzuma koydu. "Aynı şeyleri seviyoruz ama sana ek olarak ben yemek yapmayı da seviyorum."

"O leziz yemeklerin sırrı bu mu Bayan Wilson?" Soruma karşılık gülümsedi ve başını salladı. Simge buraya geldi geleli kendini normalde olduğundan daha çok yemek yapmaya vermişti, sebebini de sinirimi atıyorum diyerek açıklıyordu. Hepimizden farklı bir şekilde o sinirini insanlardan uzaklaşarak değil, yemek yaparak atıyordu. Buradaki zulmü yapan insanları doyurmaktan nefret ettiğini görebiliyordum. Arada sırada yemeklerin içine zehir katacak diye tereddüt yaşadığım doğruydu. "Öyle, Bay Dawson."

"Kahven oldu Adrian." Makineden gelen sesle birlikte Victoria kollarını göğsünde bağladı ve Simge'ye ters bir bakış attı. Başka bir şey demeden arkasını döndü ve yemek masasına doğru ilerledi. "Hadi millet, kahvaltı vakti."

"Kıskandı. Şuna bak yirmi iki yıllık arkadaşımı kıskandı benden." Simge'yle göz göze geldiğimizde ikimiz de onun bu kıskanç tavrına karşı gülmemek için zor duruyorduk. "Senin şu kara gözlerin her yerde başımıza bela oluyor." Dudaklarını birbirine bastırdı ve tazgahtan indikten sonra masaya yöneldi. Hala uyuklayan Atakan ve Serra'ya seslendi. "Chris, Lily!"

Simge onları uyandırıp masaya geçmelerini söylerken ben de kahvemi bir kupaya koydum ve masaya yöneldim. "Stefan nerede?"

"Bilmiyorum." Diye yanıtladı Ivan tıpkı diğer herkes gibi masada yerini alıp kahvaltısına başladığı sırada. "Bu sabah onu görmedim."

Serra tabağındaki salatalıkla oynarken yanıtladı. "Odasındadır."

Simge çiğnediği lokmayı yavaşlatıp yandan bakışlarla Serra'yı izlerken Atakan da başını umutsuzca iki yana salladı ve bana baktı. Herkes onun duyduğunu düşünüyordu ve ben de bundan şüphelenmeye başlamıştım ama verdiği tepki, sessizlik, hiç de Serra'ya göre bir hareket değildi ve bu benim aklıma yatmıyordu. Bu işte bir iş vardı.

"Ben bakıp geleyim." Kahvemi masaya koyup odadan çıktım. Uzun koridoru geçtim ve Merih'in odasının önünde durdum, kapıyı tıklattım ve aldığım gir komutundan sonra içeri girdim. Merih yatağında uzanmış kollarını da kafasının altında birleştirmiş bir şekilde tavanı izliyordu. Kapıyı ardımdan kapattım. "Günün aymıştır umarım kardeşim."

"Bende artık akşam oldu, güneşimi söndürdüm."

"Güneşin kahvaltı masasında uyukluyor. Kalk hadi."

Sinirle homurdandı. "Bir dertleşelim dedik, olana bak."

"Bir şey olduğu yok, Serra gelip seni dövmediyse hala bir şansın var demektir. Kaldı ki duymuş gibi davranmıyor."

"Ama farklı, hiç normal değil bu halleri. Bunun için de benden başka sebebi yok. Her şeyi duydu işte. Bana iki çift laf söylemeye bile tenezzül etmedi."

"Duyduğunu varsayalım." Yatağının kenarına oturdum. "Ne söylemesini bekliyordun ki?"

"Herhangi bir şey. En azından ne düşündüğünü bileyim isterdim. Sonra beni dinlesin ve ona hislerimi de kendimi de anlatayım isterdim."

"Duyduysa bile bir tepki vermiyor, bu da seni seviyor demek Merih."

"Ama benim onu sevdiğim gibi değil. Bu da onu kaybediyorum demek. Bir daha ne arkadaş olabiliriz ne de daha ötesi, her şeyi mahvettim. Yirmi iki yıllık arkadaşlığımızın içine ettim."

"Belki böylesi daha iyidir senin için, en azından artık söylersem ne tepki verir diye düşünmek zorunda kalmayacaksın."

Bana ters bir bakış attı. "Bugün fazla iyimsersin."

"Bardağın dolu tarafından bakmaya çalışıyorum."

"Genelde senin bardağında kaynar su olur ve onun da dolu tarafından bakmayı bırak, insanın üstüne dökersin."

"Hayat can acıtır kardeşim, ben de tatlı sözlerle avutamam seni. Varsın ben yakayım seni de iyi çıkarsa bahtına." Tebessüm ettim. "Hayat hep göktekini yerlere indirir, ben de hayat üzsün diye seni en tepeye çıkarmam. En aşağıya da indirmem, olması gerektiği gibi ortaya koyarım. Denge her zaman iyidir. Yukarı çıksan kanatlandırmaz, düşsen can acıtmaz."

"Görkem." Dün geceden beri belki de ilk kez yüzünde bir gülümseme belirdi. "İyi ki varsın hayvan herif."

"Kalk hadi, sıkma canını. Biz bir elin beş parmağıyız, bizi hiçbir kuvvet ayıramadı ve ayıramayacak da. Aşk neymiş hem, onun bizi ayırmaya gücü yeter mi?"

Derin bir nefes çekti ciğerlerine, ama oksijen değil de umuttu bedenine depoladığı. "Yetmez değil mi?"

"Yetmez." Ayağa kalktım ve kazağımı düzelttim. "Simge krep yaptı, çabuk giyin de bitmeden yetiş kahvaltıya."

"Tamam."

Elimi uzattım ona, tuttu elimi. Onu ayağa kaldırdım ama kaldırdıktan sonra midesine fazla sert olmayan bir yumruk attım. "Kahvaltıda görüşürüz hayvan herif."

Merih gülerken odasından çıktım ve tekrar ortak salona döndüm. Masadaki yerime yerleştim ve sessiz bir şekilde sohbetlerini bölmeden tabağıma kahvaltılık doldurmaya başladım. Simge ve Atakan'ın bakışlarına karşılık başımı bir sorun yok anlamında salladım. Simge derin bir nefes alırken Atakan ise kahvaltısına döndü. Serra ise ben gitmeden önce olduğu gibi tabağındaki salatalıkla oynuyordu hala. Zaten tabağına da başka bir şey almamıştı, kahvaltı etmeyi çok severdi bu iştahsızlık hiç de normal değildi. Haklıydım, bir sorun vardı ama bu sorun neydi?

Serra'yla konuşmalı mıydım emin değildim, ters tepmesinden korkuyordum. Hem Serra biriyle konuşmak isterse ilk bana gelirdi, o güne kadar ben de bu işe karışmamaya karar verdim. Bana gelmesini bekleyecektim.

Güldü Victoria. "Yirmi iki yıldır buradasın hiç mi sıkılmadın?"

"İş iştir, sıkılmaya vakit yok." İstifini bozmadan yemek yemeye devam etti Ivan. Yorgun yeşil gözleri kısıldı. "Sıkılmak için doğru yerde değilsin ufaklık."

"Burada en eski sensin o zaman?" Atakan'ın sorusuna karşılık olumlu anlamda başını salladı Ivan. "Ben o çocukların bebekliklerini bilirim."

"Gerçek bir fosilsin yani." Şakasına gülen tek kişi yine Victoria'nın kendisiydi.

"Seninle aynı yıl başlayanlara ne oldu?" Soruma karşılık yorgun ve donuk bakan yeşil gözleri bana döndü. Ortamı bir matem havası bürüdü, bana bir şeyler anlatmaya çalışıyor gibi baktı gözlerimin tam içine. "Yanlış işe bulaştılar ve bundan kurtulabileceklerini düşünecek kadar aptallardı. Buraya girdiğinde çıkış yolları tamamen kapanır evlat, kurtulmanın tek yolu ise ölümdür."

"Kurtuldular mı peki?" Başını iki yana salladı ve kelime oyunu yaptı. "Kurtarıldılar."

Buradan gitmek istediklerinde dışarıya yasak deneyleri ifşalayacaklar korkusuyla fişleri çekilmiş olmalıydı, muhtemel bir senaryoydu. Odaya hakim olan sessizliği yine Victoria bozdu, sorusunun odağı bu kez Felix ve Benjamin'di. "Peki siz ikiniz de mi hiç sıkılmadınız? Ben ve Alvaro beş yıl önce geldik, sadece beş yıldır buradayım ve şimdiden bunaldım."

"Beş yıl yine iyiymiş." Diye konuştu kendi kendine Serra, hala bakışları tabağındaydı.

"Bizim için değişen bir şey yok. Dışarıda da doktorum, burada da. Sadece maaşım yirmi katı kadar daha yüksek." Felix, Benjamin'in sözlerini destek oldu. "Bu iş bizim için çocuk oyuncağı. Çocuklar nadir hastalanıyor. Ameliyat yok, kan yok, uzun nöbetler yok. Burası bizim şansımız."

"Aileniz?" Diye sordu Atakan. "Dışarı çıkamıyorsunuz, sizi bekleyen birleri yok mu?"

"Yok." Diye yanıtladı Felix ve Benjamin, sessiz kalan Ivan'dı, daha sonra derin bir nefes alıp kendiliğinden konuşmaya başladı. "Benim bir kızım var, onu da en son on yıl önce gördüm. O Rusya'da, ben de buradan dışarı çıkamıyorum."

"Yirmi iki yıl çok uzun bir süre. Hiç izin yok mu?" Diye sordu Simge.

Victoria sinirle homurdandı. "Mantığınızın bittiği yerde Jason'ın kuralları başlıyor."

Ivan, Victoria'ya aldırmadı. "Hiç izin istemedim. Ben pek baba olabilmeyi başarabilen bir adam olamadım anlayacağınız üzere. Belki de burayı sorumluluklarımdan kaçmak için bahane ettim." Sanki havadan sudan bahseder gibi devam etti yemeğine. "Bunları fark ettiğimde de kızımla birer yabancı olmuştuk, o da benden hiç daha fazlasını istemedi."

"Peki Jason ne zaman katıldı aranıza?" Diye sordu Atakan konuyu değiştirmek için.

"On yıl oldu sanırım. Öyle değil mi?" Benjamin ve Ivan, Felix'i onayladılar. "O yıl aramıza Lucas da katıldı, ikisi geldikten sonra işler daha kolay ve güvenli ilerlemeye başladı. Gerçekten ikisi de işlerinde çok iyi ve yetenekliler, tebrik etmekten başka bir şey yapamayız."

"Öyle." Atakan alayla karışık taktir etti güçlü rakibini. "Özellikle de Jason."

"Doğru söze ne denir." Dedi Victoria. "Dünyanın en gıcık adamı ama işinde ondan iyisi yok."

"Alışverişe çıkamıyorsundur sen şimdi." Diye konuştu Simge sahte bir üzüntüyle. "Evet." Dedi Victoria, bu konu onu gerçekten üzüyor gibi gözüküyordu, öyle ki Simge'nin dalga geçen sözlerini bile fark edememişti. Masadaki herkes bıyık altından gülerken Victoria ise bu durumdan dert yakınmakla meşguldü. Simge ise bu sözü söylediğine pişman olmuştu çünkü Victoria onun gözlerinin içine bakarak konuşuyordu, yüzünde yapma bir gülümsemeyle sadece başını sallamakla yetiniyordu.

"Ivan." Dediğimde bana baktı, devam et der gibi baktı gözlerime. "Buraya ilk geldiğimizde Jason bize Bay Wright'tan bahsetmişti. Onunla daha tanışamayanların olduğundan bahsetmişti. En eski sen olduğuna göre onu tanıyorsundur. Neden buraya hiç uğramıyor?"

"En eski benim ama onu sadece iki kere gördüm, biri buraya ilk gelişimdi. Diğerinde ise bir gece nöbetteydim, Jason ile bizimle tanıştı. Onu tanımıyorum, yüzünü bile unuttum. Burada sadece Lucas ile görüşür ve gelişmelerden haber alır. O bu laboratuvarın kurucularından ve işlerini de bizim gibilere parayı vererek hallediyor. Neden sahaya inerek temiz ellerini kirletsin? Hele ki onun için kendi ellerini kirletenler varken."

Burada en eski Ivan'dı ve en çok şey bilen oydu. Onunla daha yakın olmalıydım ve her şeyi öğrenmeliydim, o benimle oynamaya çalışıyordu ben ise bu durumu tam tersine çevirebilirdim. Ayrıca söylediği sözlerinde de bir o kadar haklıydı. Düğümün Wright'ta çözüldüğünü biliyordum. Ne yapıp edip o adamı ve arkasındakileri bulmanın bir yolunu öğrenmeliydim. Dil yoksunluğu deneylerinin bu haline evrilmesinde onun büyük parmağı olmalıydı ya da kimin parmağı olduğundan tek tek haberdar olmalıydı. Bu düğümü çözebilirsek belki de çocukları buradan çıkarmak için daha fazla beklememize gerek kalmazdı.

"Onu göremeyecek miyiz?" Diye sordu Simge.

Güldü Benjamin. "Onu daha ben bile göremedim ki Jess, üstelik on beş senedir buradayım. Senin hiç şansın yok."

Bu adamın bu kadar gizli olması hiç hoşuma gitmemişti, sır gibi bir adamdı ve büyük ihtimalle buranın tüm sırlarını saklıyordu. Muhakkak onu bulmalı ya da buraya gelmesini sağlamalıydım, ortaya çıkmıyorsa çıkarmanın elbet bir yolu olmalıydı.

"Günaydın millet." Merih'in gür çıkarmaya çalıştığı yorgun sesi duyulduğunda masadaki herkesin odağı ona kaydı ve bir kişi hariç herkes onu tek bir ağızdan yanıtladı. "Günaydın."

"Erkencisin bakıyorum da." Benjamin'in ona takılmasına karşılık Merih güldü. "Hiç sorma, alarm kurmayı unutmuşum."

Üçümüz tepkilerimizi normal tutmaya çalışsak da gözlerimizin Merih ve Serra arasında mekik dokumasına engel olamıyorduk. Merih tüm ciddiyetini üstüne çekmiş büyük bir gerginlikle asla öyle olmasa da normal olmaya çalışıyorken Serra ise gözlerini tabağından bile kaldırmıyordu. Dalgın tavırları Merih'in salona girmesiyle rahatsız bir tavıra bürünürken, Merih hemen sağ yanımda kalan boşluğa Serra'nın tam karşısına oturduğunda o rahatsızlık hepimizi içine alacak kadar kuvvetlendi. Birkaç saniye durdu, bekledi. Aldığı derin nefesleri hiddetle şişen göğsünden anladım. Birkaç saniye sürdü, belki direnmeye çalıştı ama kendiyle olan savaşını kaybetti. Merih'in gelmesiyle onun ayağa fırlaması bir oldu, gülümsemeye çalıştı ama ilk kez rol yapmakta başarısızdı. "Ben doydum, sizlere afiyet olsun."

"Hiçbir şey yemedin ki, Lily."

"Bu sabah midem çok kötü Felix, biraz dinlensem iyi olacak."

Sözleri üzerine kimsenin başka bir şey demesine müsade etmeden koşar adım salondan çıktı. O gittikten sonra kahvemden bir yudum alıp rahat gözükmeye çalışarak arkama yaslandım. Merih'in tüm vücudu gerilirken tabağına kahvaltılık dolduruyordu, fark ettirmediğini düşünse bile gerginlikle sıktığı çatalı ve büyük bir yenilmişlikle çöken omuzları onu bir kitap gibi okuyan bizler için oldukça yeterliydi. İçinde fırtınalar kopsa da dışarıya sütlimandı.

Sevdiğiniz insanların ayağı taşa değmesin, rüzgar tenini incitmesin, dünya üzerinde hiçbir mesele canını sıkmasın, yolları hep aydınlık ve çiçekli olsun istiyorsunuz lakin onları kendi kalplerinin içinde olan savaştan alıkoyamıyorsunuz. Bazen canlarının yandığının farkına varsanız bile sadece izlemekle yetiniyorsunuz, çünkü başka bir şey yapamıyorsunuz.

✦✧✦

Yazarın Anlatımıyla, Bir Hafta Sonra

Günler birbirini peşi sıra adeta bir yarışa girmiş gibi kovalarken değişen tek şey sadece tarihleri gösteren rakamlardı. Yasak deneyler laboratuvarına sinen karamsar hava bu değişimden asla nasibini almıyordu. Kuru dallar aheste bir tavırla yerlerini yeşil tomurcuklara bırakırken kocaman yeşilliğin ortasında duran büyük ve kasvetli yapı doğayla tam bir tezatlık içindeydi. Bu uyumsuzluk nahoş bir görüntü oluşturuyordu.

Etrafa sessiz bir hava hakimdi, güneş dünyaya ışıklarını henüz yeni göndermeye başlamıştı. 113 hariç herkes derince bir uykudaydı. Hala kontrolde tutulduğu odadaydı ama bu kez yalnız değildi, o günden sonra her gece güzel gülüşlü adam yanındaydı. Ona kızsa da, kırılsa da bunun ve daha pek çok şey için minnettardı fakat bunu ifade edemediği için kızgındı kendine. Çünkü ilk kez normal olamamanın canını bu kadar yaktığını hissediyordu.

Cılız kollarını üşüyen bedenine sardı ve sırtını daha çok yasladı bej rengi koltuğa. Üşümesine aldırmadan adamın uyuduğu koltuğa sırtını dayayıp yerde oturmaya devam etti. Boş bakışlarla karşısındaki duvarı izlerken duyduğu düzenli nefes alışverişlerin sesi ona iyi geliyordu. Göğsünün ortasında harlanan ateş sadece arkasındaki koltukta içinde olanlardan habersiz uyuyan adamın rüzgarında sönüyordu.

Geceden beri yaptığı gibi karşısındaki duvarı izlemeye devam etti. Öyle çok ağrısı vardı ki aldığı ağrı kesici onun ağrısını dindirmeye yetmemişti, kısa süren huzursuz bir uykudan sonra vücuduna saplanan sancılarla birlikte düşünceler içinde geceyi sabah etmişti. Güneş doğmak üzereydi ama penceresiz oda, yanılsamasıyla bu durumu 113'ten gizliyordu. Koltuğun kenarına yaslanmış bir şekilde öylece otururken saatten de tarihten de habersizdi. Bir elini dağınık koyu sarı saçlarına götürdü, önüne düşen bir tutam dalgalı saçını kulağının arkasına sıkıştırdı. Küçücük bir hareketiyle parmaklarının arasında kalan saç tellerini umursamaz bir tavırla yere attı.

O günü hatırladıkça hala tüyleri ürperiyor, gözlerine yaşlar hücum ediyordu ama bu nefret ettiği anın da güzel bir getirisi olmuştu onun için. Bir haftadır geceleri küçücük odanın içinde birlikte kalmışlardı. 113 bu süre zarfında çoğunlukla uyuyor olsa da onun varlığının ruhuna aşıladığı güven uykusunun ardından bile ona huzur vermeye yetiyor, yıllarca uyuymadığı kadar uzun ve deliksiz uyuyordu. 113 eğer her şey normalken böyle bir fırsat yakalamış olsaydı mutluluktan havalara uçardı ama durum hiç de normal değildi. Hiç bilmediği bir güç tarafından ona bahşedilen bu güzel hediye bile onu mutlu etmeye yetmemişti.

O gün ruhundan öyle çok şey çalmıştı ki o anı düşünürken gözlerinden hep yaşlar süzülmüştü. Gözyaşlarını silen el ise ruhunda hiç silinmeyecek izler bırakmıştı, hafızasına kazınmıştı. O anlarda kötü kaderine binlerce kez sitem etti, bu düzende bir gariplik olduğunu en başından beri biliyordu halbuki. Diğerleriyle aynıydı ve onlar zulmedenken kendisi zulüm görendi, bunun bir son bulmasını istiyordu. Bunun bir son bulması gerekiyordu. Arkasında uyuyan kurtarıcısından bihaber, kurtulma planları yapıyordu.

Kurtulma isteğini tetikleyen ise yine Görkem olmuştu, o iyi ve güzel bir adamdı. Onunla daha farklı şartlar altında karşılaşmak isterdi ve bu artık mümkün olamayacağından şartları daha farklı bir hale getirmeye karar vermişti. Artık canını acıtmalarına göz yummak istemiyordu, bedeni hakkında söz sahibi olan son kişi olmak istemiyordu. Onu istediği zaman yaşatmalarına, istediği zaman ise öldürmelerine seyirci kalmak istemiyordu. Onu istedikleri gibi kullanmalarına, duygularını hiçe saymalarına izin vermek istemiyordu.

Başka türlüsünün mümkün olabileceğini bilmiyorken ona bambaşka bir dünyanın kapılarını aralamıştı gülümseyen adam, şimdi de aralanan kapıdan çıkmaya ve bambaşka diyarlara seyahat etmeye oldukça kararlıydı 113. Hayatta ilk kez bir şeyi gerçekten istiyordu ve onu da tüm kararlılığıyla gerçekleştirecekti, artık başka türlüsünü düşünemez hale gelmişti.

Bir haftadır gündüzleri uyanıkken Görkem'le geçirdiği vakitler onun içinde yeni bir yolun ışığını yakmıştı. O yol pürüzlü, taşlı ve dikenli de olsa ucunda ışık vardı. Bu yol tehlikeli, çetin ve karanlıktı ama sonunda aydınlığa kavuşacaksa 113 yüz yıl sürecek bir esarete bile razıydı. O yoldaki dikenleri kendi elleriyle temizleyecek, ellerine dikenler batma pahasına o yoldaki taşları kaldırıp tuzakları imha edecekti. Hiçbir şeyden haberi yokken bir savaş başlatmıştı ve bunu da kendi aklına, fikrine ve gözünün gördüğü sınırlı doğruya karşı yapmıştı. Belki tüm savaşlar zorluydu lakin meydanı insanın kendi içi olan savaşlar en çetin olanıydı. Belki en görkemlisi değildi fakat insanın kendine karşı kazandığı zafer en anlamlısıydı.

Bunca zaman boyun eğen taraf olmuştu, her şeye müsamaha göstermişti, kaybetmişti, zulüm görmüştü ve pek çok kez hayattan koparılma noktasına getirilmişti ama bu kez canına tak etmiş, bıçak kemiğe dayanmıştı. Alvaro bu konuya son noktayı koymuştu, tek bir hareketiyle günlerce acının pençesinde kıvranmasana sebep olmuştu. Artık söz hakkı istiyordu. Direnecekti, her şeye karşı.

Bir çift siyah göz, yeni güne aralandığında gördüğü ilk şey boş sedye oldu. Yerinde doğrulacağı sırada koltuğun kenarında, arkası ona dönük bir şekilde oturan kızı fark etti. Usulca 113'ün omzuna dokundu ve ona uyandığını belirtti, ani hareketlerinden korkup ürkmesin istiyordu. Bu temasla irkildi ama korkmadı 113. Görkem buradaydı ve tehlike yoktu, o varken kendine yabancı olan bir şekilde güvende hissediyordu.

Omzudaki el kaybolduğunda onun koltuktan kalktığına dair sesler duydu. Başını sola çevirdi ve odanın içinde ilerleyen uzun ve yapılı adamı izledi. Onu izlerken ne ara banyoya doğru giderken başındaki tişörtü sıyırdığını fark edememişti, yeşil gözlerini kırpıştırdı ve utançla yanan yanaklarına soğuk parmaklarını bastırdı. Gözlerini kaslı sırtından ve kollarından alamamıştı. Vücudunun mükemmel bir kas dengesi vardı, ne çok iriydi ne de zayıf. Ama duruşu öyle güçlü ve heybetliydi ki 113 bu güçlü duruş karşısında sadece sevinebiliyordu, bu güçlü adam onun tek sığınağı ve kalesiydi. O kale bu kadar sağlam oldukça zarar görmeyeceğine olan inancı tamdı.

Görkem odanın içindeki banyoya ilerlerken banyo kapısının yanındaki küçük kıyafet çantasından kendine yeni kıyafetler çıkardı ve ardından da banyoya girdi. O gittiğinde 113'te bakışlarını kahverengi kapıdan aldı ve karşısına çevirdi, vücuduna basan sıcaklık bir an olsun hafiflemezken onu düşündükçe daha da artıyordu. Soğuk parmaklarını yanaklarından boynuna kaydırdı.

Düşünmesi gereken şeylerden biri de vücudunun Görkem'e verdiği tepkilerdi. Onu gördüğünde elinin ayağının bağı çözülüyordu, öyle çok heyecanlanıyordu ki bütün vücudunu bir ateş kaplıyordu. Midesinde onu gıdıklayan kasılmalar hissediyordu, içindeki mutlulukla kanat çırpan kelebeklerden bihaberdi. Onu düşünmeyi, izlemeyi çok seviyordu ve imkanı olsa ömrünün sonuna kadar onun gülümsemesini izlerdi. Onu görmese bile varlığını hissetmeye de, onun ferahlık veren kendine has kokusuna da bayılıyordu.

Banyodan gelen su seslerini ise çok sonra fark edebilmişti, onunla burada olmak vücudundaki hasarlara olduğu kadar ruhundakilere de iyi gelmişti ve bu süre zarfında dinginleşmiş, yormayan bir hayatı tecrübe etmişti. Böyle bir hayatın varlığını bile bilmeyen bir kıza, sadece iki kişiyi kapsayan bu bir hafta adeta cennetten bir kesit gibi gelmişti.

Yerden usulca kalktı ve banyoya doğru yürüdü, Görkem buradayken yapmayı sevdiği bir şey vardı. Kapının yanındaki siyah sırt çantasının yanına çöktü ve sessiz olmaya özen göstererek yavaşça fermuarı açtı. O esnada kapıyı da kontrol ettiğinden epey bir emek harcamıştı sessiz olma işine. Çantanın içinde en üstte duran siyah tişörtü aldı ve burnuna götürdü, aynı esnada ise dudakları yukarı doğru kıvrılmıştı. Gözlerini kapattı ve ruhuna ferahlık veren o kokuyu içine çekti. Kokusu o kadar hoş geliyordu ki, 113 bu çocuksu eylemle bile mest oluyordu.

Gözlerini kapatıp kokuyu ciğerlerine çektiğinde hastalıktan zarar gören ciğerlerinin acısının uyuştuğunu hissediyordu. O kokuyu solumak sanki vücuduna ilaçlardan çok daha fazla şifa dağıtıyordu. Hele ki gözlerini kapatırsa gözlerinin önünde yıllarca hayalini kurduğu o diyarların varlığı beliriyordu. Uçsuz bucaksız bir evrenin, iyinin ve güzelin hayali onun için muhtemel kadar yakın oluyordu. Bu adam onu yarınların daha iyi ve güzel olacağına inandırıyordu.

Tişörtü burnundan uzaklaştırdığında kendi kendine güldü, yaptığı eylem ona komik gelmişti ama bir haftadır aynı şeyi yapmaktan asla vazgeçememişti. Ciğerlerini şifasından ayırmak istemese de buna bir son vermek zorunda olduğunu biliyordu. Binlerce kez kendine son kez dedikten ve binlerce kez bu söze uyamadıktan sonra tişörtün kokusunu tekrar içine çekti. Tam tişörtü yerine koyacaktı ki banyonun kapısı aralandı. Üstüne haki yeşili bir gömlek ve siyah pantolon giymiş Görkem kapının kulpunu açar açmaz kapının yanında yerde oturan 113 ile karşılaşmıştı. Kokladığı tişörtü ve ona yakalanmasıyla kocaman açtığı yeşil gözleriyle şok içinde ona bakıyordu. Kızın bu sevimli tavrına ve sevilesi mimiklerine karşılık gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı ve alnına dökülen nemli saçlarını eliyle düzeltti.

113 ise durumdan tamamen uzaklaşmış ve onun ne kadar iyi göründüğüyle ilgilenmeye başlamıştı. Alnına dökülen siyah saçlarının dağınık halinin onun nefesini kesmesi ve beyaz tenine yeşilin bu tonunun ne kadar güzel gittiği şu anda her şeyden daha önemliydi. Bu görüntü karşısında yeşil gözlerini kırpıştırdığında Görkem onun bu haline gülmeden edemedi. Banyo kapısını kapattıktan sonra eğilip siyah tişörtünü nazikçe 113'ün ellerinden aldı. 113 mahcup bir tavırla bakışlarını yere eğdi ve utançla dudaklarını dişlemeye başladı. Yanaklarına hücum eden kanı hissedebiliyordu. Hem yakalanmış olmanın hem de midesinde kanatlanan kelebeklerin etkisiyle vücudunu yeniden bir sıcaklık bastı.

Görkem tişörtü katlayıp tekrar çantaya yerleştirdi, olduğu yerde durmakta ısrarcı olan 113'ü daha fazla utandırmamak ve onu zorlamamak adına arkasında bırakıp cebinden telefonunu çıkarıp yemekhaneye istediği kahvaltı menüsünü mesaj attı. Bu kız hastaydı ve düzgün bir şekilde beslenmeye ihtiyacı vardı, tüm çocuklara kan tahlili yapılmalı ve bu doğrultuda ilaç tedavisine başlanmalıydı yoksa konu farklı bir yere gidebilirdi. Bir haftadır adamın aklını bu konu kurcalıyordu, bu konuyu en kısa zamanda çözmeyi aklına koymuştu.

Abajurdan yayılan cılız sarı ışıkla aydınlanan odanın ışıklarını açtı ve 113'e bir bakış attı. Elleri yanaklarındaydı, hala banyo kapısının önünde bekliyordu. İçine düştüğü utanç duygusunu, hislerinin saldırısını yendiğinde başını kaldırıp orada öylece ne yaptığını anlamaya çalışan bakışlarla karşılaştı ve böyle olunca yine utanarak bakışlarını kaçırmaya engel olamadı. O siyah gözlerdeki kurşuni bakışlar onu yakıyordu.

Bakışlarını Görkem'den uzak tutmak için üstün bir çaba harcadı ve gidip sedyesine oturdu. Bir hafta boyunca üstün bir başarıyla yerine getirdiği eylem sonunda büyük bir fiyaskoyla sonlanmıştı. Ona baktıkça garip hissetmek onu olduğundan daha da çok utandırıyordu. Hayatı boyunca hiçbir zaman böyle hisler düşmemişti gönlüne ve ilkin de bu kadar şiddetli oluşu onu korkutuyordu. Birini bu kadar çok sevmenin normal olup olmadığını bile bilmiyordu.

Bir süre sonra yanında bir hareketlilik hissetti. Görkem'e arkası dönük bir şekilde oturduğu için geldiğini görmemişti, siyah çantasını alıp 113'ün yanına geldi, bu süre zarfında meraklı yeşiller tarafından izlenmişti. Sedyede kızın yanındaki yerini aldığında siyah çantayı kurcalamaya başladı. Küçük bir gözden parfüm şişesi çıkardı ve onu 113'e uzattı.

113 şişeye anlamadığını açıkça belirten soru dolu gözlerle bakarken Görkem'in ona al der gibi bakan siyah gözlerine tepkisiz kalamamış ve şişeyi onun elinden almıştı. Elindeki geometrik şekilli cam şişeyi incelerken ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Yüzündeki meraklı ifadeyle şişeyi inceledi ve ince parmaklarıyla her yerine dokundu, ne olduğunu anlamaya ve algılamaya çalıştı. En sonunda güzel bir fikir üretti, içinde gördüğü sıvının içilebileceğini düşünmüştü tıpkı renksiz ve tatsız sıvı gibi. O yüzden onun ne olduğunu anlamak için önce çalkaladı. 113'ün yaptığı ise Görkem'i biraz daha gülümsetti ve merakla onun ne yapacağını izlemeye devam etti.

Şişenin ağzındaki kapağı açmış ve içmek için ağzına götürmüştü ki 113'ün elinin üstünden şişeyi tutan bir el ona engel oldu. 113 bakışlarını Görkem'e çevirdi ve onun gülen ifadesine baktı. Şişeyi onun ellerinden aldı ve parfümü havaya sıktı. 113 bu hareket karşısında anlamazca baksa da burnuna ulaşan kokuyla birlikte durumu anladı ve kendi yaptığına gülerek Görkem'e eşlik etti. Birlikte güldüler, sonra Görkem parfümünü boynuna sıkarken 113 onu büyük bir ilgiyle izledi. Gözlerinde öyle büyük bir hayranlık vardı ki sanki bir doğa harikasını izler gibiydi, nutku tutulmuştu.

Görkem onun güzel bakışlarını fark edip kızın ince bileğini tutarak parfümü sıktığında 113 sevdiği gibi kokmanın verdiği mutlulukla birlikte çocuklar gibi sevindi. Bileklerini burnuna götürdüğünde sevinci daha da katlandı, daha da büyüdü ve daha da coşkulandı. Artık o muhteşem kokuyu duymak için tişört peşine düşmeyecekti. Onu hep beraberinde taşıyacaktı, o koku sonsuza kadar onunla birlikte olacaktı.

113'ün bu sevincine tebessüm ettikten sonra parfümünü çantasına geri koydu ve çantayı da eski yerine götürdü Görkem. O sırada çalan kapı da 113'ün yüzündeki mutlu ifadeyi silip atmıştı. Yüzü aniden buz kesmişti. Yine Alvaro'nun geleceğini ve onu bu güzel andan söküp alacağını düşünüyordu. Yüzündeki dehşete düşmüş ifadeye bakan adam ise onun bu haline karşılık sinirle karışık derin bir nefes aldı, hala aklına düştükçe delirecek gibi oluyordu. Siyahları 113'ün yeşilleriyle buluştuğunda yüzündeki ifadenin onun telaşını geçirmesini bekledi ama zavallı kız öyle çok korkuyordu ki, bu ifadeyi bile anlayamadı.

Görkem kapıya ilerlediği sırada 113 korkularının yersiz olduğunu hatırladı, birlikte geçirdikleri ilk günden bu yana bu anı pek çok kez yaşamışlardı. Yemek vakti gelmişti ve korkulacak bir şey yoktu. Görkem getirilen yiyecekleri içeri sokarken olduğu yerde kendine telkinler veriyordu. Kapının tekrar kilitlendiğini görene kadar tuttuğu nefesini dudaklarından üflememişti. Görkem tepsiyi sedyenin ucunda duran tekerlekli masanın üstüne koyarken rahat bir nefes aldı.

Bu korkuyu yenmek için masaya doğru ilerledi ve titreyen elleriyle masayı koltuğa yaklaştırdı, masayı her gün Görkem'in götürdüğü yere koyduğunda ona döndü ve onay ister gibi baktı. Görkem başını sallayıp koltuğa oturduğunda 113'ün dudaklarında da minik bir tebessüm belirdi, ondan onay görmek hoşuna gidiyordu. Kendini daha az farklı biri gibi hissediyordu.

Koltuğa oturdu ve kahvaltılıklara iştahla baktı, çatalını eline aldı ve kendi tabağından yemeye başladı. Bir hafta önce aniden değişen kahvaltı menüsü ve bir anda öğün diye önünde beliren bu güzel yiyecekler onun iştahını kabartıyordu. Görkem kahvesinden yudumlarken kızın iştahla yemek yiyişine bakıyordu. Şu yedi gün boyunca yemek yemeyi ne kadar sevdiğini fark etmişti ve ilk geldiklerinde ona bu kız yemek yemiyor dendiğini. Onu en temel aktiviteden bile mahrum bırakacak şeyler yapmış olmaları onu deli gibi öfkelendiriyordu. Düşünmeyi bıraktı ve olduğu ana odaklandı. Sinirlenmek ona bir şey kazandırmıyordu, her şeyin yolunu bulması için sabırla beklemesi gerekiyordu.

Yemekhanede yemek yedikleri gün öğrendiği gibi pipetle meyve suyunu yudumlayan kızın kendine baktığını gördüğünde, 113 ona açıklama yapma gereği duydu. Elindeki kahve bardağını gösterdi ve sonra burnunu işaret edip gülümsedi. Görkem bir yudum daha almak için kupayı dudaklarına götüreceği sırada duraksayıp ani bir karar değiştirerek bardağı kıza doğru uzattı. 113 kendine teklif edilen şeyle dudaklarını meyve suyu pipetinden ayırıp şaşkınlıkla ona baktı.

Dudaklarını bardağa yaklaştırdığı sırada Görkem kızın elini tuttu ve ince parmaklarını kupaya dokundurarak sıcak olduğunu algılamasını sağladı. Parlak yeşiller keskin siyahlara döndüğünde ona minnetle baktı. Kupayı tuttu ve gülümsedi, dikkatle bir yudum aldıktan sonra yüzündeki mutlu ifade dağılırken Görkem'in gülüşü daha da büyüdü. Zaten sütsüz ve şekersiz kahvesini seveceğini düşünmemişti ama verdiği sevimli tepki hoşuna gitmişti, onun sevimli ama aynı zamanda da oldukça güzel olan mimiklerini görmeyi seviyordu. 113 yüzünü buruşturup elindeki kahve bardağını apar topar Görkem'in eline tutuştururken onun gülen ifadesine de ters ters bakmayı ihmal etmemişti. Kahvesini kaldığı yerden içmeye devam ederken yüzündeki eğlenen ifade hiç solmadı. 113 meyve suyunu tek seferde bitirirken bakışlarını ondan hiç ayırmadı.

Zamansız çalan kapı 113'ü yine korkutup bu tatlı ana bir son verirken Görkem kapıya bakmak için yerinden kalktı, kapının beş kez tıklatılışından gelenin Serra olduğunu anlamıştı, bu kendi aralarında yaptıkları basit bir kodlamaydı. Serra ona hiç yakışmayan ifadesiz yüzüyle Görkem'e bakmadan içeri girdi. Görkem ikisinin de bu halinden sıkılmıştı, üstelik Merih de normal değildi ve bu da her zaman neşeli gördüğü insanları canı sıkkın görmek demekti. Bu işte hala ortaya çıkmayan bir gariplik vardı ama kimse dillendirmediği için uzadıkça uzamıştı.

Görkem kapıdan çıkmadan 113'ü dibinde buldu, onu kolundan yakalayıp kendine çekmişti. Bu hareket karşısında kıza baktı, kapıyı gösterip başını iki yana salladı. Görkem, Serra'yı gösterdi ve anlamasını umdu. 113'ün gözleri dolduğunda kolunu tutan elini hiç istemese ve o yeşillerindeki hüzne kıyamasa da gün içindeki görevlerini yerine getirebilmesi için gitmesi gerekiyordu. Elini tutarak yavaşça kolundan ayırdı ve ona gülümsedi, ardından da son bir bakış atıp odadan dışarı çıktı. O gittiğinde 113 de peşinden gitmek istemişti ama kapıdan çıktıktan sonra Alvaro'yla karşılaşma düşüncesi ona engel oldu. Gözünden akan birkaç damla gözyaşını tutamadı, onun yanından ayrılması kendini tehlikede hissetmesine neden oluyordu ve onu her zamankinden daha fazla yanında istiyordu ama gidişine de engel olamıyordu. Gözünden akan gözyaşlarını kahverengi kapıya bakarak sildi.

Sırtında bir el hissetti, ardından da Serra ona sıkıca sarıldı. O an 113 de Serra'nın sarılışına karşılık verdi. Kendini yaşadığı binlerce hüzünlü anda hissettiğinden daha kötü hissediyordu. Bir anda her şeye sahipken tekrar hiçliğe bürünmüştü. 113, Görkem'in gidişine ağlarken Serra'da ağlamaya başladı. Öyle çok ve şiddetli ağlıyordu ki 113 bundan korktu ve geri çekildi, Serra'nın yüzüne bakıp gözyaşlarını sildi kendi gözyaşlarına aldırmadan. Görkem'in gidişinin kalbinde bıraktığı sızıyı sonra hissetmeye bırakıp Serra'nın çikolata kahvesi gözlerinden süzülen sıcak yaşları sildi ve ona tekrar sarıldı.

Serra bir süre daha ağladı 113'ün kollarında. 113, Serra'yı da seviyordu ve onun ağlayışı kendini olduğundan daha kötü hissetmesine neden olmuştu. Ona iyi davranan nadir kişilerden biriydi ve onun üzülmesini hiç istemiyordu. Serra'nın ağlayışı iç çekişlere dönüştüğünde 113 geri çekildi ve gülümseyerek Serra'ya baktı. Serra da onun bu saf sevgisine kalbindeki acıya rağmen gülümsedi ve gözlerindeki yaşları sildi, ardından da Serra kapıyı kilitledi ve birlikte koltuğa oturdular. 113 masayı geri çekti ve Serra'nın yanına oturdu.

Serra gülümsemeye çalıştı ama yine başaramadı. Gözlerinden yeniden yaşlar akmaya başladı, dirseklerini dizlerine yasladı ve yüzünü ellerine gömüp ağlamaya devam etti. 113 onun sırtını sıvazladı. Serra'nın üzüntüsünü görmek ona kendini olduğundan kötü hissettirmişti, üstelik böyle bir anda tam olarak ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Sadece iyi olmasını istedi en içten duygularıyla, zaten Görkem gitmişti üstelik bir de Serra'yı üzgün görmek onu daha da kötü ediyordu.

Serra bir anda kalbine çöken ağırlıktan kurtulmak istiyordu. Bir haftadır bu durumla olabildiğine savaşmıştı ama burası patlama noktası olmuştu, canı yanıyordu. 113 bir kolunu Serra'ya sardı ve başını onun başına yasladı, onun da gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. O da Görkem'in gidişine yaş döktü. Bir süre birlikte ağladılar, ardından tekrar kapı çalındı. 113 başını kaldırdı, içinde hem heyecan hem de korku vardı. Gelenin Görkem olabileceğini düşünüyor ve bunun için heyecanlanıyordu ama başka bir ihtimal daha vardı ve bu da onu ölesiye korkutuyordu. O da Alvaro'nun gelmiş olmasıydı.

Yerinden korkuyla doğrulmuştu. Serra da gözyaşlarını temizedi ve arkasından da yerinden kalkıp kapıya ulaştı. Kilidi açmadan önce 113'ün araftaki yüzüne de bakmıştı, kıza zarar gelmesine izin vermezdi. Yaptığı kazadan sonra formdan düşmüş olsa da hala dövüşte Alvaro'yu yere serebilecek kadar iyiydi. Ona zarar verilmesine asla izin vermezdi, eğer mecbur kalırsa tüm hünerlerini sergileyebilirdi.

Kendini buna hazırlamıştı ki kapıyı açtığında içindeki korkuları yatıştıran bir yüz gördü, gelen Atakan'dı. Serra ona gülümsese de Atakan, Serra'nın kızarık gözlerinden ağladığını hemen anlamıştı. Atakan'ın meraklı bakışlarına karşılık bir şey yok edasıyla gülümsemekle yetindi, bunun üzerine Atakan açılan kapıdan içeri girdi ve tedirgin bir şekilde koltuğun köşesine sinen kıza gülümsedi. Bu gülüş üzerine 113'te kendini zorlayarak gülümsedi. Atakan elindeki tepsiyi sol eline aldı ve kapıyı ardından kilitledi. Tepsideki üç farklı renkteki kupanın kırmızı olanını Serra'ya uzattı, siyah olan kendi içindi. 113'ün önünde durarak mavi kahve kupasını ona uzattı.

113 merakla bakarken gülümseyerek ona bakan Atakan'ın elinden kupayı aldı. Burnuna sabah duyduğu koku gelirken aklına yine Görkem düşmüştü, onun burada olmasını çok isterdi. Onu düşünmeye daldı, yine çabucak yanına gelsin istiyordu. Onunla ve gülüşüyle yalnız kalmak istiyordu. Elindeki kupayı dudaklarına götürdü. Sabah duyduğu kokuyu çok sevmişti ve o da kahve içmek istemişti ama aldığı sert ve acı tat ona ağır gelmişti. Kahveden bir yudum aldıktan sonra gülümsedi, ona gelen yumuşak ve şekerli tat onu kocaman gülümsetti.

Bir kahveye verdiği tepki Atakan ve Serra'yı gülümsetti, 113 onlarla göz göze geldiğinde pembeleşen yanaklarıyla birlikte sıcacık gülümsedi. Verdiği tepki aldığı tadı sevmesinden kaynaklıydı ama yalnızca bundan ibaret değildi. Hayata dair hiçbir şey bilmese bile bu şekerli ve sütlü kahvenin ona gelmesinin tesadüf olmadığını çok iyi biliyordu ve bu kadar ince ve zarif düşünen sadece bir adam tanıyordu.

15 saat sonra

Görkem Ertuğ Değirmenci

Yaşam meselesi olabildiğince kafamı kurcalıyordu, her zaman tarafsızlık ve adilliği savunmuştum ama Yaşam'ın kimliğini bilmek açıkça buna engel olacaktı. Yine de artık bunları düşünmek için çok geçti, Atakan şu an çoktan Jason'ın ultra güvenlikli bilgisayarından deneklerin kimliklerinin tutulduğu dosyayı hacklemiş olmalıydı. Birazdan Yaşam Köksal'ın kim olduğunu öğrenecektik.

Bir yandan saatimi kontrol ettim, ekibin gelmesine biraz daha vakit vardı. Atakan bizim olduğumuz kattaki kameraları devre dışı bırakacak ve yerine de sahte kayıtlar yerleştirecekti, yani her şey olduğundan farklı bir gerçekliğe bürünecekti.

Battaniyeyi az önce ağrı kesici aldığı için huzurlu bir uykuya yatan ve yine üstünü açan 113'ün üstüne örttüm. Gece de uyumadığı için kolay kolay uyanacağını sanmıyordum. Onu burada bırakmak istemediğim için buluşma mekanı olarak burayı seçmiştik. Tüm katlar Jason'ın adamları tarafından kol gezildiğinden böyle bir an için en doğru yer burasıydı.

İkili koltukta kollarını bacaklarına dolayarak oturan Serra'ya bir bakış attım. Öyle dalgındı ki şu anda ona adını sorsam saatlerce cevabı düşünecekmiş izlenimi veriyordu. "Bana neyin olduğunu söylememekte kararlı mısın?" Sözlerimi duymadı bile, benim zayıf sorum onun kulaklarından girip beynindeki meşguliyeti dağıtamadı. "Beni duyuyor musun?"

İrkilerek çenesini dizlerinden kaldırdı ve bana baktı. Gözlerinin altında koyu renkli halkalar oluşmuştu ve yüzü kireç gibi solgundu. Halbuki Yaşam'ın kim olduğunu öğrenmemize dakikalar varken buna en çok sevinen kişinin o olması gerekiyordu, lakin aksine büyük bir derdi varmış gibiydi. "Bir şey mi söyledin?"

"Dikkatini bu denli dağıtan konuyu diyorum, anlatmayacak mısın?"

"Dikkatim dağınık değil ki benim, sadece düşünüyorum."

"O zaman ne düşündüğünü söylemeye ne dersin?"

Omuzlarını silktikten sonra bakışlarını kaçırdı. "Yaşam'ı işte, başka ne düşünebilirim ki?"

"Bilmem, ben de sana soruyorum."

"Doğruyu söylüyorum ben." Tekrar göz göze geldiğimizde tebessüm ettim. "O zaman tavırların neden aksini bağırıyor? Lütfen karıştırma Serra, çok iyi rol yapıyor olabilirsin ama biz birlikte büyüdük. Senin her halin ezberimde benim, sakın beni kaldırabileceğini sanma. Konuşmak istemiyorsan konuşmayalım ama kendini saklanmak zorunda hissetme, unutma ne kadar uzağa saklanırsan saklan eninde sonunda seni sobeleriz. Herkesten, her şeyden kaçabilirsin ama bizden kaçamazsın, saklanamazsın. Biz kardeşiz."

Söylediklerimi dinlerken kahverengi gözlerine yaşlar doldu. "Konuşmak istemiyorum ama bir sarılmaya ihtiyacım var."

"Gel buraya." Kollarımı açıp ona baktığımda ellerini yüzüne bastırıp ayağa kalktı ve ağlayışını benden saklamaya çalışarak önümde durdu, ona canının yandığı yerden sıkıca sarılırken vücudu şiddetli ağlayışıyla sarsılıyordu. "Görkem niye böyle oldu?" Ağlayışlarının arasında nefes nefese fısıltıyla konuştu. "Niye canım acıyor benim?"

Sorularının cevapları bende yoktu, ne düşünüyor, ne hissediyor ya da ne için ağlıyor bilmiyordum. Anlamsız teselliler vermeyi hiçbir zaman beceremezdim, sırtını sıvazladım. "Ben buradayım, hep burada olacağım, sen istediğin müddetçe sana sımsıkı sarılacağım. Geçecek..."

Hep geçer.

"Ama geçmesini istemiyorum ki." Ellerini yüzünden çekip sıkıca bana sarıldı. O an bana sımsıkı tutunuşu onun bu sarılmaya ne boyutta ihtiyaç duyduğunun göstergesiydi. "Görkem ben ne yapacağım?"

"Bekleyeceksin, hazır hissettiğinde benimle paylaşacaksın ve seni bu hale getiren sorun neyse birlikte çözeceğiz." Geri çekilip yüzüne baktım. "Anlaştık mı?"

"Bu meseleyi çözmeye benim gücüm yetmiyor, senin de yetmez. Altından kalkamayız."

"Biz de bu yükün altında birlikte eziliriz ama yalnız olmaz, tamam mı?"

Gözlerinden yaşlar süzülürken başını salladıktan sonra bana sımsıkı sarıldı. Çenemi başının üstüne yerleştirdim ve derin bir nefes aldım. Düşünüyorum fakat onu bu hale getiren şeyin ne olabileceğine dair hiçbir teori üretemiyorum ama mesele ne olursa olsun arkasındayım, yanındayım ve bunu bir şekilde de çözeceğimize eminim. Bir şeyin onu derinden sarstığını biliyorum ama o şeyi bulamıyorum, canının yanmasına engel olamıyorum. O benden yardım isteyene kadar da burada duracağım, ona ihtiyacı olan desteği vereceğim. Böyle olduktan sonra çözemeyeceğimiz hiçbir konu yok. Elbet bu yağmurlar dinecek, gökte güneş açacak, kara bulutlar dağılacak...

Kapı tıklatıldığında derin bir nefes alıp geri çekildim. Serra da endişe ile hemen elleriyle yüzünü kurulamaya başladı. "Ağladığım çok belli oluyor mu?"

"Şöyle güzel bir gülümsersen hiç belli olmaz."

Sözlerim üzerine buruk bir tebessüm edip koltuğa gitti. O kendini hazır hissettiğinde kapıya gittim ve kapıyı araladığımda Simge ve Merih içeri girdi. İkisinin de yüzünde solgun birer ifade vardı, dertleştiklerini ve ortak yaraları hakkında birbirlerine sessizce destek olduklarını anlamak zor değildi.

Kapıyı kapattıktan sonra yanımdan geçerken Merih'in omzuna dostça dokundum. Bana sorun yok der gibi gülümsedi. Ona baktığımda yüzünde oluşan o kederli ifadeyi anlamak için onu tanımaya gerek bile yoktu. Serra ile aralarında çok küçük bir bakışma geçtiğinde, ateşe değmiş gibi kaçırdılar birbirlerinden aynı renkteki gözlerini. Serra koltuğa iyice sokulurken Merih de sırtını kapının yanındaki duvara dayadı ve bakışlarını da karşısına çevirdi.

Odanın içinde ilerleyip sedyenin ucuna oturdum. Simge'yle göz göze geldiğimizde bana başıyla boş gözlerle etrafa bakınan Merih'i işaret etti. Onun da Merih için üzüldüğünü görüyordum, kardeşim saydığım insanların bu denli acı çekmesi hayatta görmeyi istediğim en son şeylerden biriydi. Derin bir nefes aldım ve buruk bir tebessüm ettim, beklemek zorundaydık. Elimizden ikisi için de beklemekten başka hiçbir şey gelmiyordu.

Sessizlik git gide büyürken bizi bu anlamsız girdaptan kurtaran şey Atakan'ın çaldığı kapıydı. Merih kapıyı açtığında Atakan içeri girdi ve elindeki flash belleği gösterdi. "Bu elimde tuttuğum şey, bize buradaki tüm deneklerin ismini gösterecek. Kardeşimizi bulmaya hazır mısınız?"

"Emin miyiz hala öğrenmek istediğimizden?"

"Evet." Serra'nın Merih'e bakmadan verdiği kararlı cevapla birlikte Atakan da ortamdaki gerilimi iliklerine kadar hissetti.

"Sonuç olarak evet oyu çıktı ve şimdi öğreneceğiz Yaşam'ın kim olduğunu." Dedi durumu toplamak adına. Benim siyah çantamdan labtopumu aldı ve koltuğa ilerleyip Serra'nın yanına oturdu. Bilgisayarı açıp hızlıca dosyaları açarken bu olaya karşı tepkisiz kalan tek kişi olabilirdim.

Simge bile merakla başını ekrana doğru uzatmıştı, onu anlıyordum sonuçta Sarp'ın kardeşiydi ve bu tavrı haklıydı. Serra, Atakan'dan daha çok odaklanmıştı ekrana ve kahverengi gözleri sürekli hareket ediyor, gördüğü her detayı inceliyordu. Merih de Atakan'ın diğer yanına oturmuş dikkatle ekrana bakıyordu.

"Hadi." Simge sabırsızca söylendi. "Sadece Yaşam'a bak."

"Tamam tamam." Atakan hızlıca klavyenin üstünde gezdirdi uzun parmaklarını. Bense onların tepkilerini izliyordum. Yüzlerindeki her bir ifade giderek katlanan meraklarını temsil ediyordu. Bir anda hepsinin yüzündeki o meraklı ifade aynı anda katledildi. Yüzlerinde açmaya yüz tutan o umut tohumları kara kışın ortasında solup gitti. Hepsinin rengi atan suratlarını tanımlayacak tek bir kelime vardı yeryüzünde: Dehşet.

Serra'nın dudakları şaşkınlıkla aralandı, Merih bir ağız dolusu küfür etti sinirle, Simge yutkundu ve geri çekildi, sırtını duvara yaslayıp elini göğsüne bastırdı, Serra'nın oturduğu koltuğun kenarına çöktü, Atakan ise parmakları klavyenin üstünde hareketsiz bir biçimde dururken öylece donup kalmıştı.

"Ne oldu?" Huzursuzca yerimde doğrulup göğsümde bağladığım kollarımı çözdüm. "Ne oldu dedim!"

İlk kendini toplayan Atakan oldu. Dudaklarından nefesini titrekçe üfledi. Birkaç kez konuşmaya çalıştı ama dudaklarının arasından sesini çıkaramadı. Gözlerini birkaç saniye kapatıp derin bir nefes aldıktan sonra tekrar ekrana baktı. Hepsini bu hale getiren ve dünyamızda bir kıyamet koparan o yazıyı benim için okudu. "35 numaralı Türk denek: Yaşam Köksal, 9 Aralık 2012'de yapılan ve beş gün süren açlık deneyleri sırasında yiyeceğe ulaşmaya çalışırken diğer denekeler tarafından parçalanarak öldürüldü."

✦✧✦

Yorumlarınızı duymak için aşırı sabırsızlanıyorum. Nasıldı bölüm?

Evet, Yaşam en başından beri 35 numaralı denekti, aslında bunu pek çok yerde size dolaylı yoldan söyledim. Hatta Kayıp Ruhlar Mezarlığı adlı bölümde şöyle bir kısım yazmıştım: Derken bir kız çocuğu çıkıyor karşıma, hesap soruyor bana, on ya da on iki yaşlarında. Ölüm için de, bu işkence için de çok küçük olan bir kız çocuğuna cevap bile veremiyorum. 'Ben bunları yaşamak için çok küçük değil miydim?' Diyordu. 'Ben neyin bedelini ödedim? Yaşamı hak etmedim mi?' Denek 113 adlı bölümde de aynı şekilde şöyle bir kısım vardı: 35 öldü, inanç öldü, sevgi öldü, masumiyet öldü, çocuk öldü, hayaller öldü, yaşam öldü.

Ve lütfen onu öldürdüm diye bana kızmayın, yaşamasını ben de çok isterdim ama kurgu için bu gerekliydi. Yani Yaşam'ın hayatta kalmasının ya da onun 113 olmasının hiçbir yolu yoktu. Evet, belki Yaşam hayatta değil ama o bunca çocuğun kurtulmasının sebebi, yokken bile var. Kendi yaşamıyor olsa bile onlarca hayatta izleri var. 🥺

Ve bu bölümü tam olarak 9 Aralık 2020'de yazmışım. Bugün ise tarih 25 Mart 2022. Bu süreçte bu kitabı iki kez yayımlayıp kitabın hazır olmadığı düşüncesi ile kaldırdım, sürekli düzenledim ve elimden geldiğince geliştirmeye çalıştım. Şu anda yazmakta olduğum kurguyu seviyorum, kitabın da benim de hazır olduğumuzu hissediyorum. Bu karakterler iki yıldır sürekli benimleydi ve ben gerçek anlamda onlarla bütünleştim. Şimdi bu maceramıza ufaktan sizler de dahil oluyorsunuz. Şu anda kurguma düzenli yorum yapan iki üç kişi var, onlara minnettarım. Rakamların benim için bir önemi yok lakin gerçekleştirmek istediğim bir hayalim var, gerçekleştirmek için yanıp tutuştuğum ve sürekli uğruna emek sarf ettiğim, dualarımı süsleyen hayalim... Bunu dillendirmeyi sevmiyorum ama inşallah birgün bu hayalimi gerçekleştireceğim. Ben birgün bu hikayeyi kitap olarak kendi rafıma koyacağım, elimde tutacağım, satırlarımın altını çizeceğim... Her şeyin bir zamanı var, umarım bu zaman bizim için doğru zamandır.

Küçük bir iç döküş, kendim için motivasyon konuşmasıydı dinleyenlere teşekkürler dhslsjslsjşsks.

Sevgilerle... 💙✨

Instagram: ireemtpn

Twitter: iremtpn

Continue Reading

You'll Also Like

214K 12.5K 59
Tamamlandı;) Her şey Eski sevgilisi diye yazdığı adam Yüzbaşı çıkınca başladı 🤭
803K 51.2K 47
Yakın gelecekte öngörülebilen teknolojilerin peşine düşen ülkeler, bir güç yarışına girer. Ülkelerin tehlike getiren icatları, dünyaya sunulması konu...
399K 12.4K 51
işten eve dönerken ıssız bir ormanda duyduğu sesin peşine gitti ve bu bulunduğu yer onun hayatının değişim noktasıydı. * * * * * İLK KİTABIM OLDUĞU İ...