YASAK DENEY

By iremtopan

168K 16K 12.9K

Tarih boyunca sadece birkaç kez cesaret edilen ve eşine az rastlanan, insanlık dışı bir yöntemle yapılan dil... More

Bölüm 1|• "Kurtarma Emri."
Bölüm 2|• "Vahşiler Yatakhanesi."
Bölüm 3|• "Garip Bir Ekip."
Bölüm 4|• "Yara İzleri."
Bölüm 5|• "Yasak Deneyler Laboratuvarı."
Bölüm 6|• "Kayıp Ruhlar Mezarlığı."
Bölüm 7|• "Bedeni Büyük, Ruhu Çocuk Kadın."
Bölüm 9|• "Her Şey."
Bölüm 10|• "Denek: 113."
Bölüm 11|• "Saat ve Kan Damlası."
Bölüm 12|• "Gece Yarısı Nöbeti."
Bölüm 13|• "Ne Zamandır Sendeyim."
Bölüm 14|• "Yaşam Köksal."
Bölüm 15|• "Ecza Deposu."
Bölüm 16|• "Gizli İttifak."
Bölüm 17|• "Sessiz Prenses ve Kara Şövalye."
Bölüm 18|• "Sözlerin Gözlerinde."
Bölüm 19|• "Sarpa Saran Sert Rüzgarlar."
Bölüm 20 |• "Yaşatma Operasyonu."
Bölüm 21|• "Pişmanlığın Adı."
Bölüm 22 |• "Cehenneme Düşen Kar Taneleri."
Bölüm 23 |• "Eski Dost, Can Düşman."
Bölüm 24|• "Tenha."
Bölüm 25|• "9 Aralık."
Bölüm 26|• "Kelimelerin Sihri."
Bölüm 27|• "Truva Atı."
Bölüm 28|• "Vicdan Mahkemesi."
Bölüm 29|• "Dinmeyen Fırtına."
Bölüm 30|• "Yeryüzünde Cennet."
Bölüm 31|• "Vadesi Dolan Sözler."
Bölüm 32| "25 Aralık Çocukları."
Bölüm 33|• "Sonun Başlangıcı."
Bölüm 34|• "Son Akşam Yemeği."

Bölüm 8|• "Gülümseme Etkisi."

6.2K 605 156
By iremtopan


4 gün sonra

Bir etki insanın üstünde bin türlü izlenim bırakabilir, bir gülüş bir gönlü ferah sularla yıkayabilir. Bir gülüş bir aklı tek başına meşgul edebilir. İşte 113'e olan tam olarak buydu. Yeni bir beden görmenin şaşkınlığını atlatmayı bırak hiçliğin en ortasında birden bire beliriveren gizemli bir yabancı ona gülümsemişti, onun yaralarını sarmış ve ona yemek vermişti. Var olduğu andan itibaren tanıdığı ve bildiği tek şey kötülüktü 113 numaralı deneğin. İyiyi tanımıyordu, bu kavram ona da aynı kaderi paylaştığı arkadaşlarına da çok uzaktı. İyiliğin, iyinin ne olduğunu bilmiyor ve onu anlamıyordu, kavrayamıyordu. Doğduğu günden beri beyaz önlüklülerden çatık kaştan, nefret dolu bakışlardan, zulümden ve işkenceden başka bir şey görmemişti. Ama ilk kez gördüğü yabancı ona gülümsüyordu. Ve gördüğü gülüş, hayatında gördüğü en güzel gülüştü. O gülüşü tekrar görmek için yapamayacağı hiçbir şey yoktu.

Ellerini yıkayıp aynadan kendine baktı, belki de yıllar sonra bir ilkti bu. Yorgun ve küskün bakan ıslak yeşilleri yıllar sonra ilk kez değmişti kendi yansımasına. Korkup kaçtığı her şey bu kez sarıp sarmalamıştı onu. Sesini kesen, onu hayata küstüren her şey bu defa bu yüzleşmeye hazırlamış ve cesareti olmuştu. Yorgundu bakışları her zamanki gibi, çünkü gece yine uyuyamamıştı. Bu sefer ağlayışları değildi onu uykusundan alıkoyan bunca yılın aksine, düşünceleriydi ve uzun zaman sonra onu kabuslara sürükleyen olayı düşünmemişti uzun ve sessiz gece boyunca. Bu durum karşısında kendisi de şaşkındı ama şikayetçi olamayacak kadar iyi gelmişti. Beynini tırmalayan sesler kesilince sessizliğin huzurunu tatmıştı. Sanki o olayı düşünmediği için vücuduna hissiyatta bir canlılık gelmişti, tazelenmişti. Kendini dinç hissediyordu uzun zaman sonra, uyumamasına rağmen zayıf ve çelimsiz vücudu yorgun değildi.

Aklını bunlardan alıkoyan şeyin saniyelik bir gülüş olması da apayrı bir konuydu. Sahip olduğumuz şeylerden yoksun olunca, tekrar kavuştuğumuz bir yenilik bize dünyanın en önemli şeyi gibi geliyordu. Kıymete biniyordu. 113 ve diğer denekler hayatında beyaz önlüklülerden hiçbir gülümseme ibaresi görmediklerinden onlar için sıradan olan bir gülüş bile yerlere göklere sığdırılamayacak kadar büyük ve özel bir anlam taşıyordu. Eğer 113'ün bir serveti olsaydı tam da şu anda tekrar o gülüşü bir saniyeliğine de olsa görebilmek uğruna feda edebilirdi.

Musluktan akan soğuk suyu yüzüne çarptı ve yüzünü güzelce yıkadı, suyla temas etmek ona iyi geliyordu. Yüzünü kuruladıktan sonra ıslanarak yüzüne yapışmış dalgalı sarı saçlarını da bir topuz yaptı. Lavabonun kapısı tekrar tıklatıldığında 113 irkildi, yorgun bakışları kapıyı bulduğunda derin bir nefes aldı ve ellerini göğüs kafesine bastırıp sakinleşmeyi bekledi. Kapı aynı şiddetiyle vurulmaya devam ederken düşmeyeceğine emin olduğu anda hemen kapıya gitti. Kapının kilidini açtığı anda karşısında sırada bekleyen 48 numaralı koyu tenli deneği gördü. 48 kollarını göğsünde kavuşturmuş oflayarak onun dışarı çıkmasını bekliyordu. 113, 48 numaranın ona söylediği aşağılayıcı sözleri umursamadan ve onun yüzüne bile bakmadan lavabodan çıkıp kendi yatağına doğru adımladı.

Koşuşturan, gülen, eğlenen, kendi geliştirdikleri dille sohbet eden akranlarına bakmadan ilerledi. Zaten onları görmüyordu artık, diğerleri de onu umursamıyordu, o yokmuş ve bir hiçmiş gibi davranıyorlardı. 113'ün böyle hissetmesi için onların sözlerine kulak vermesine ihtiyacı yoktu oysaki, kalbinin ortasındaki kendine muhalif olan tarafı ona bunları her zaman en derinden hatırlatıyordu. İçine kapanık ve utangaç bir kızdı yapı olarak. Yaşadığı olaylar ise onu tamamen dış dünyaya kapanmaya itmişti. Diğer denekler de 113'ü umursamamışlardı. O yüzden koskocaman yatakhanede bir başına kalmıştı. Zaten o da diğerleriyle olmak istemiyordu, kendi başına kalmak ona yetiyordu.

Dünyanın neresinde ya da ne durumda olursa olsunlar çocuklar çok acımasız olabiliyordu, on yıl önce 113'ün en çok yardıma ihtiyacı olduğu zaman kimse onun yanında olmamıştı, kimse onun elinden tutup onu ayağa kaldırmamış, sırtını sıvazlamamıştı. Tıpkı şimdi olduğu gibi o zaman da bir başına bırakmışlardı onu. İnsan en acı günlerini yaşarken yanında kimin olduğunu da olmadığını da asla unutmuyordu, 113'te unutmamıştı. O zamandan sonra zaten kimsenin de yanında olmasını istememişti. Bundan sonra bir arkadaşa sahip olmaya asla cesaret edemezdi, çünkü korkuyordu.

Kayıplar acıtıyordu canını.

Bu hale gelmesinde acılar etkiliydi. Onu uyutmayan, rahat bir nefes almasına bile izin vermeyen, onun kanatlarını kıran, umutlarını söndüren şey acıydı. Acı ruhunu darmaduman etmişti ve buna hala da devam ediyordu. Halbuki acı olmasa nefes alıp yaşamak da ona o kadar çok işkence etmezdi. Aklı dursaydı mesela, tüm o kötü günleri unutsaydı, kalbi daha fazla kanamasa, vicdanı artık sussa... Belki o zaman daha kolay olurdu onun için devam etmek.

Hiçbir zaman dert ettiği şey insanlarla iç içe olmak değildi, insanları kaybetmekti. Çünkü hayatımıza aldığımız herbir birey bizi yaralayabilecek güce sahipti ve onlara bu gücü veren bizdik. Onları severek yok oluşumuza giden yolda yalın ayak koşmaya başlıyorduk, o yolda ayaklarımızı kanatacak her bir engeli sevinçle karşılıyorduk. Kaybetmek bu yüzden bu kadar çok acı veriyordu. Hayat ucuz bir oyunun başrolünü sana yazmışsa o zaman her şey daha da beter bir hal alıyordu. Oynanan oyunda sana danışılmadan üstüne biçilen rol her şeyi belirliyordu.

113 düşünceleri arasında yatağına doğru ilerlerken her zaman duyduğu ama hiç aldırış etmediği o sesi ve tanıdık curcunayı tekrar işitti. Kahvaltı saatiydi ve vahşiler yatakhanesinin kapıları açılmıştı. Denekler kopardıkları yaygarayla, korku içinde bir ölüm yarışında gibi kendi yataklarına doğru koşuşturmaya başlamışlardı. Diğer herkesin aksine durdu 113. Normalde olsa bu sesi duyduğunda yatağına kapanır ve yemek yememek için uyuyor numarası yapardı ama bu sefer konu yemek değildi. Arkasına döndü ve girişe doğru baktı, aklında yer edinen gülüşün sahibini günler sonra tekrar görmek istiyordu. Günlerdir her kapı açıldığında umutla o tarafa doğru bakıyor, neden olduğunu bilmese de o adamı yeniden görmeyi umut ediyordu ama onu görmediği her seferde umutları sönüyor, umut çiçekleri büyüttüğü avuçlarında bir avuç hayal kırıklığı kalıyor ve onu kesip kanatıyordu.

Yeniden hevesle girişe doğru baktığında günler sonra ilk kez gördü kendine gülümseyen adamı. O an kendi bile derin bir nefes aldığının farkında değildi. Beyaz önlüklülerin yeniden yatakhanede olduğunu bile idrak edememişti. Bedeni tatlı bir akşam meltemiyle selamlaşmış, ferahlamış gibiydi. Korkuları susmuştu, şüpheleri duman olup uçmuştu. O merhamet, o şefkat, o gülüş... Yalnızca bir rüyadan ibaret değildi. Onun hayal gücünün bir ürünü değil, kanlı canlı bir gerçekti.

Meraklı bakışları Görkem'in üstünde dolanıyordu. Üstündeki beyaz önlüğü görmesine rağmen bunu dert etmiyordu, gördüğü gülüş ona farklı bir perspektif kazandırmıştı. Belki onlardan biri olmasına rağmen tam olarak onlar gibi değildir diye düşünüyordu. Belki de beyaz tam olarak beyaz, siyah da siyah değildir. Belki de gerçek, yalnızca basit bir illüzyondan ibarettir. İçinde tanımlayamadığı tuhaf bir his vardı, yıllar sonra gördüğü ilk insanca muamele onu bambaşka dünyalara götürmüş ve yeni bir boyuta merhaba demesini sağlamıştı.

Öylece durduğu yere çivilenmişti, o an zaman mekan algısı gitmişti ve sadece hisleriyle baş başa kalmıştı. Onun farklı biri olduğu hissi. Gözleri Görkem'in üstünde dolanıyordu ve onun her bir hareketini hafızasına kazımak istercesine büyük bir dikkatle izliyordu, anlamaya çalışıyordu daha çok. O iyi biri miydi yoksa kötü müydü? Gülümseyen biri nasıl kötü olabilir diye düşündü 113, ilk kez gördüğü birine gülümseyen kişi olsa olsa iyi biri olurdu.

Bugün bir farklılık olduğunu en başında fark etmişti, çünkü bugün daha önce hiç görmediği bir kız daha vardı Görkem'in yanında. Deneklerin önceden aşina olduğu Victoria ve Alvaro değildi gelenler. Onun yerine kısa saçlı kız Simge ve güzel gülümseyen adam Görkem vardı. Yemekler girişteki masalara konup görevliler tarafından tabldotlara servis edilirken Simge ve Görkem de yatakhaneyi hafızalarına kazımaya çalışıyorlardı, ikisi de hipnotize olmuş gibi onları izleyen kızdan bihaberlerdi. Simge, günler önce öğrenip hala sindiremediği gerçeği kendi gözleriyle görmenin hüznünü yaşayıp bunu öfkesiyle harmanlarken Görkem ise yatakhaneyi daha dikkatli inceliyor ve hafızasına kazıyordu.

O an 87 numaralı erkek denek yatağına doğru koşarken ayakta öylece duran ve beyaz önlüklü adamı izleyen 113'e sertçe çarptı ve onunla birlikte yere düştü. 113 o kadar çok odaklanmıştı ki gördüğü adamı analiz etmeye 87 numaralı deneğin yakınından geçtiğini bile yere düşüp kafasını sertçe sivri uçlu metal sehpaya çarpınca fark etti. Başı sehpanın köşesine öyle hızlı çarpmıştı ki alnında derin bir kesik oluşturmuştu. Yerle buluştuğu anda gözlerine yaşlar doldu ve elini alnına koydu. Gözyaşları canının acısıyla hızla süzülmeye başlamıştı gözlerinden. Elini başındaki kesiğe dokundurduğunda acıyla yüzünü buruşturdu. Eline kan bulaştığını görmek bile midesini bulandırmaya yetmişti. Kan görmek ona iyi gelmiyordu. 87 numaralı denek ise bu düşüşten etkilenmeyen taraftı. Hızla ayağa kalkıp kendi dilinde yerde başını tutan 113'e dikkat etmesi gerektiğine ve bunun onun suçu olduğuna dair bir şeyler bağırıyordu. 113, 87 numaranın dediklerini anlasa da onu dinlemiyordu. Gördüğü kan midesini bulandırmıştı, karnındaki kasılmalar onu mahvediyordu.

Görkem olan kazayı ve 87 numaranın bağırışlarını fark ettiği an oraya doğru yürümeye başlamıştı. Uzun boylu ve heybetli bir adam olduğundan görünüşü diğerlerine onu tehlike gibi gösteriyordu, o yüzden 87 ve 113 numaralı denekler hariç herkes korkuyla Görkem'i izliyordu. Zalim sandıklarının göğsünde hepsinin umutlarını yeşertecek bir merhamet yatıyordu ama onlar bunu bilmiyor, şefkatle onları sarıp sarmalayana karşı büyük bir korku duyuyorlardı.

87 numaralı denek 113'e bağırmakla meşgul olduğundan kendine doğru gelen adamı fark edememişti. Görkem ikisinin yanına ulaştığında onu ilk fark eden 87 numara olmuştu, onu gördüğü anda hemen sesi kesilmişti. Görkem onu gözleriyle tarayıp iyi olduğuna kanaat getirdiğinde yatağına gitmesini işaret etti. O sırada 113 yanına gelen adamın henüz yeni farkına varıyordu. Başını kaldırdı ve yeşil gözlerini kırpıştırdı, gözlerine dolan yaşlardan ötürü görüş alanı bulanıktı. Olur da o bir daha gülümserse bu anı kaçırmak istemiyordu, o yüzden hemen gözlerini avuşturdu elleriyle.

87 numaralı denek gidince Görkem de yerde meraklı gözlerle kendine bakan kıza döndü. Kızı yeniden yerde kanlar içinde görmek ona dejavu yaşatırken bir kez daha aslında ne kadar narin olduğunu fark etti. Bu kadar zayıfken iki ayağının üstünde düzgün bir şekilde bile durması mucizeydi, çünkü bir rüzgar esse kız metrelerce kuru bir yaprakmışçasına savrulacakmış izlenimi bırakıyordu onda. Eğildi ve kollarından nazikçe tutarak onu yerden kaldırdı, yeniden. Yatakhanedeki herkesin durup da onları izlediğinden tamamen habersizdi ikisi de. Görkem'in odak noktası kızın kanayan başıyken 113'ün odağı tamamen farklıydı, Görkem'in dudaklarına bakıyordu. Tekrar gülümsesin istiyordu. O an yaralı başı da, vahşiler yatakhanesinde olduğu da tamamen aklından çıktı genç kızın. Sadece inanmak istiyordu gördüklerinin doğru olduğuna, kendine bir şeyleri ispat edebilmek için buna ihtiyacı vardı.

Görkem kızın başını elleri arasına aldı ve kanayan yaraya baktı, kesik tahmin ettiğinden de kötüydü ama 113 ağlamayı tamamen kesmişti. Beklentiyle onun yüzüne bakıyordu, gülümsemesini bekliyordu. Görkem kızın kendine olan bakışlarını gördü ama bir anlam veremedi. Ellerini başından çekti ve Simge'ye baktı, başıyla kızı işaret etti. Simge gözlerini kapatıp açtıktan sonra yemeklerin dağıtılması işiyle ilgilenmeye devam etti.

Görkem 113'ü kolundan kavrayıp yürümeye başladı ama kız bu durumun çok sonra farkına vardı. Beklediği gülümsemeyi görememişti. Bu onu hayal kırıklığına uğratmıştı, gördüğü görüntünün hayal ürünü olup olmadığını merak ediyordu. Acaba aklı bir gülüşe hasret olduğundan o görüntüyü kendi mi uydurmuştu? Bunu sorgularken birlikte Vahşiler Yatakhanesinden çıkmışlardı bile. Büyük kapıya ulaştığında Görkem cebindeki kartı kapıya okuttu ve kapı açıldı. Dışarıya çıktıklarında kapının önünde bekleyen adamlar Görkem'e baktılar, biri yanına yanaştı ve kulağına ne olduğunu sordu. Görkem de kızın kanayan kafasını gösterdi onlara. Başından akan kanlar boynuna doğru yol almıştı ve sweatinin boyun kısmını tamamen leke yapmıştı. Adamlar başını salladı ve ona bir göz bandı verdiler, kızın gözlerini bağlaması için.

Görkem bandı aldı ve hala kendini izleyen kıza döndü. Bu sefer kızın yeşil gözlerinde merak değil korku vardı, yatakhaneden dışarı çıkmak onu hep korkutmuştu. Şimdi de korkutuyordu. Yanında kim olursa olsun bu değişmiyordu. Bu kapıdan çıktığında hiç iyi şeyler olmuyordu. Ya acımasızca soğuk ve karanlık bir hücreye kapatılıyor ya da ruhunu, bedenini acılarla kıvrandıran deneylere mahkum oluyordu. Kapılar ardından kapandığında Görkem kızın korkuyla kaplanmış yeşillerine, güçsüz çırpınışlarına karşın nazikçe geçirmişti siyah bandı. 113 debelenmeyi kesti, gözlerine bu bant ilk kez nazikçe geçirilmişti. Direndiği için hem dayak hem de elektroşok yemişliği vardı ve bunların hiçbiri tekrar göze alabileceği bir konu değildi. Ama yine de korku bir refleksti ve bazen her ne kadar olacakları bilse de bu reflekslere engel olamıyordu.

Direnmesine rağmen gördüğü tek muamele nazik tutuşlar olmuştu. Kırmızı ve biçimli dudakları usulca aralandı. Şaşkınlığını bile yaşayamadan bileğinde bir el hissetti 113. O elin kendini yönlendirmesiyle yürümeye başladı. Onların normalinden hayli uzak olan bir yürüyüştü bu. Çünkü diğerleri hızlıca yürüyüp gözleri kapalı denekleri de beraberinde sürüklüyorlardı. Oysa şimdi Görkem adımlarını 113'e uydurmuştu ve onu nazikçe yönlendiriyordu. Sol eliyle 113'ü tutarken sağ eliyle de önlüğünün cebinden telefonunu çıkardı. Felix'e kısaca durumu açıklayan bir mesaj attı. Felix ona hızlı bir geri dönüş yapmış ve deneği zemin kattaki bir numaralı odaya götürmesini söylemişti. Görkem telefonu kapattığında üst kata çıkan merdivenlere ulaşmışlardı. 113 bir adım atmıştı ki ayağını kaldırmadığı için dengesini kaybetti. Görkem hemen kızı tuttu, ona merdivenleri çıkmasında yardımcı oldu.

Bir numaralı odaya ulaştıklarında 113'ü sedyeye oturttu ve gözlerindeki bandı çözdü. 113 gözlerini araladığında karşısında gülüşünü düşündüğü adamı gördü. Yutkundu, onu incelerken her şeyi unutmuştu. Sızlayan yaralı başını bile. Görkem müdahale odasındaki dolapları kurcalamaya başladı. Aradığı pamuğu bulunca geri döndü 113'ün yanına. Kızın durmaksızın kendinde dolanan bakışlarına pek odaklanmıyordu. Her zaman işi birinci önceliği olmuştu onun, bir şeye odaklandığı zaman kimse onu yolundan saptıramazdı. Paketten çıkardığı pamuğu kızın başından boynuna uzanan kanı silmek için yaklaştırdığında korkuyla geriledi 113. Görkem de duraksadı ve derin bir nefes aldı. Dayanamıyordu böyle olmasına, yapılan iyilikten bile korkar olmuştu buradaki insanlar. Bunu görmek onu deli ediyordu. Sinirle dişlerini birbirine bastırdı ve kızın itirazlarını göz aradı edip pamuğu yaraya dokundurmadan kanları temizledi.

113 korkusunun gereksiz olduğunu fark ettiğinde derin bir nefes aldı ve kurtulmaya çalışmaktan vazgeçti. Tıpkı dört gün önce yemekhanedeki gibi bu adam onun canını yakmıyor, üstüne daha önce hiç görmediği bir şekilde nazik davranıyordu. O yüzden durup Görkem'in onu temizlemesine izin verdi. Çok geçmeden odanın kapısı açıldı ve içeri Felix girdi. Görkem de 113'te kapıya döndüğünde Felix şaşırmıştı gördüğü manzaraya. Daha önce ölmeye yakınlaşan deneklere bile kendi ve Benjamin haricinde kimsenin müdahale ettiğini görmemişti, kendileri bile doktor oldukları için zorunluluktan yardım ediyorlardı. Kimse 'Vahşiler' olarak nitelendirdikleri insanların yanına bile yaklaşmak istemiyordu. Burada görev yapıyorlardı çünkü hepsi de dışarıda kazanacakları paranın on katını kazanıyorlardı. Bunu onun yeni oluşuna verdi Felix, buraya ilk geldiği günlerde kendisi de fazla özenliydi çünkü.

Görkem geri çekildiğinde Felix ona bir baş selamı verdi, Görkem de onu selamladı. Felix eline eldiven giyip kıza döndü, başına baktı. Ecza dolabına gidip bir anestezi iğnesi aldı ve dikiş için gereçlerini hazırladı. 113 ise korkuyla iğnelere bakıyordu. İğne demek, acı içinde kıvranmak ve bir hayvan gibi muamele görmek demekti onun için.

Felix geri döndüğünde 113 korkuyla ayağa kalktı. Tüm gücüyle kapıya koştu ama Görkem hızlı bir refleksle önüne geçti kızın. Yeşillerinde bu kez de çaresizlik görmüştü kızın, korku görmüştü ve bu hiç hoşuna gitmemişti. Şu an onun ne düşündüğünü, ne hissettiğini tahmin etmesi hiç zor değildi. Buraya onları kurtarmak için gelmişken şimdi zarar görmelerine asla izin vermezdi. O yüzden kollarından nazikçe tutup tekrar sedyeye götürdü onu, 113 ağlamaya başlamıştı artık. Felix kızın ağlamasına sinirle ofladı, sanki kendisi haklıymış gibi korkusuna tepki gösterdi.

Görkem kızın gittikçe daha da şiddetlenen ağlayışından bir panik atağın yaklaştığını sezdiğinde direkt olarak aklına gelen şey bir an önce onu sakinleştirmesi gerektiğiydi. Çünkü kızın ağlayışları gittikçe daha da şiddetleniyor ve yeşil gözlerinden görmek istemediği türden duygular geçiyordu. O gözlerdeki ıslaklığı sevmişti ama bu sağanak yağmurdan pek haz ettiği söylenemezdi. Felix iğnesini almak için arkasını döndüğü anda bunu fırsat bilerek kıza döndü. Elini kızın omuzlarına koyup ona destek olmak için sıktı ve gülümsedi. 'Bir şey olmayacak, korkma. Güvendesin.' demek istedi bu gülümseme ile.

113 ise bu gülüşle yine dünyadan soyutlandı, şaşkınlıkla yeşillerini kırpıştırdığında kırmızı dudakları usulca aralandı. Yine geçen günkü ile aynı tepkiyi vermişti ve bu gerçekten çok sevimliydi. 113 içinde bir heyecan ve mutluluk duydu. Haklıydı, uydurmamıştı. Tekrar görmüştü o güzel ve iyilik dolu mucizevi gülüşü. Hayalinin bir oyunu değildi, karanlık hayatında açan mucizevi bir cennet çiçeğiydi. Karanlığı dağıtan küçük, cılız bir mum ışığıydı. Ve bu cılız mum ışığı karşısındaki kızın buz tutmuş küçük kalbini birkaç saniye içinde güneşin yapabileceğinden daha çok ısıtmıştı.

Bundan faydalanarak Görkem kızı sıkıca tuttu, ani hareketlerinin ona daha çok zarar vermemesi için. Felix kızın başına önce lokal anestezi uyguladı, sonra da kesiği temizleyip dikiş attı. Başına bir bant yapıştırdı ve işini bitirip dışarı çıktı. O gittiğinde Görkem de kızı bıraktı ve Felix'in ardından dışarı çıktı onunla konuşmak için. Ama 113 onun gidişini izlerken bile kendi kendine düşünceler içinde kalmıştı. Tüm sorularına yanıt bulmuştu ve mutluydu, çok uzun zaman sonra ilk kez böyle hissediyordu. Beyaz önlüklü ve gülümseyen adam iyi biriydi, incitmiyordu. Onun farklı olduğunu ilk gördüğünde anlamıştı ve artık buna olan inancı da tamdı. Onun canını acıtmıyor ve hayatı boyunca görüp tanıdığı herkesten milyonlarca kat daha iyi davranıyordu. Merhamet dolu bir kalp görüşü sınırlandırılmış bir ufka farklı boyutlardan kapılar açıyor ve karanlığa ışık tutuyordu, yarınlara umut oluyordu.

Bir gülümseme bir gönlü aydınlığa çıkaracak olan umut tohumlarını birkaç saniye içinde çorak bir kalbe ekmiş, gülümsemenin etkisi kendini hemen göstermişti.

✦✧✦

Görkem Ertuğ Değirmenci

Ortak salonda bir akşamın daha sonuna yaklaşırken herkes ayrı köşelerde vakit geçiriyordu. Atakan yorgunluktan koltukta uyuyakalmışken Simge ve Victoria yanlarına Merih'i de almış muhabbet ediyorlardı. Victoria arada yanlarına gelmem için bana ısrar etse de köşede sessizce kahvemi yudumlamak konusunda hayli kararlıydım. Serra, Felix ve Benjamin ile gerçekten güzel bir diyalog kurmuş olacak ki Victoria'nın birbirlerinden başka kimse ile iletişime geçmiyorlar sözlerinin aksine onu aralarına kolayca katmışlar gibi gözüküyorlar ve keyifle sohbet ediyorlardı. Alvaro her zamanki gibi yine ortalıklarda yoktu, Ivan ise her gün olduğu gibi akşam haberlerini takip ediyordu. Yasak deneyler laboratuvarında bir gün daha biterken başımı ovalayıp kahvemi yudumlamaya devam ettim.

Sıradan bir akşam olduğunu düşünebilirdim belki de Serra ile sürekli göz göze gelmeseydik. Sanki bana anlatmak istediği bir şey varmış gibi sürekli gözümün içine doğru bakıyor ama yanındaki adamlardan dolayı tam olarak bana odaklanamıyor gibiydi. O yüzden ben de onu daha rahat görebileceğim bir konuma geçmiştim. Şimdi göz kontağı kurmak için ikimiz de doğru açılarda olduğumuza göre tek yapmam gereken onu beklemekti. Başımdaki hiç geçmeyen ağrıyla bu işlem o kadar çekilmez ve dayanılmaz oluyordu ki artık bu ağrıdan kurtulmanın mümkün olduğunu bile düşünmüyordum. Çünkü ne yaparsam yapayım geçmemekte oldukça kararlıydı. Başım dayanılmayacak bir şiddette ağrıdığı için uyuyamıyor, uyuyamayınca vicdanımla başbaşa kalıyor ve uykusuz geçirdiğim tüm bu zamanlar da bana daha şiddetli bir ağrı olarak dönüyordu. Asla kıramayacağım türden kısır bir döngünün içinde kısılıp kalmıştım.

"Adrian." Bana seslenen kadına baktığım anda o konuşmaya devam etti. "Jess'in yaptığı kurabiyelerden tatmak ister misin? Çok lezzetliler."

Küçük bir tebessüm edip kahve kupamı kaldırarak ona selam verdim. "Ben böyle iyiyim, teşekkürler."

Victoria suratını asarak önüne döndüğünde ben de derin bir nefes alarak tekrar telefonuma odaklandım. Bir şeylerle ilgileniyormuş gibi davrandıktan sonra yeniden Serra'ya baktım. Yeniden göz göze geldiğimizde önüne düşen kıvırcık saçlarını kulağının arkasına doğru itti ve çaktırmadan saçına işaret parmağı ile iki kez dokundu. Bu, bizim gizli görevlerde kullandığımız ve kendi aramızda geliştirdiğimiz basit bir şifreydi. Bana konuşmamız gerektiğini söylüyordu. Ve bizi şu anda iletişime geçirebilecek tek şey Atakan'ın geliştirdiği YDO uygulamasıydı. Telefonumu gizli hatta geçirip uygulamaya girdim. Uygulamaya girdiğim anda beni karşılayan şey Serra'dan yaklaşık yirmi dakika önce almış olduğum mesajlardı.

Serra: Bugün Jason'ın adamları dışarıdan gizemli bir kargo getirdi. Bu kargo Felix ve Benjamin'in eline ulaştı. Adı daha önce duyulmayan ve zayıflama ürünleri satan bir marka zayıflama hapları göndermiş. İlk bakışta zararsız gibi gözüküyor ama öyle değil, hapların içeriğini inceledim ve kezzapın daha az zararlı olduğunu söyleyebilirim. Bu ilaçlar resmen kimyasal birer bomba niteliğinde. İçeriğinde çoğu ülkede kullanımı yasaklanan sibutramin, efedrin, T3 ve T4, sinefrin ve salbutamol bulunuyor.

Serra: Tek başlarına bile bu maddelerin kullanımları ani kalp krizine ve kronik hastalıklara yol açabilecek nitelikteyken hepsi tek bir ilaçta toplanmış. Eğer hap işe yararsa marka dünyanın gözdesi haline gelir, eğer başarısız olursa yasak deneyler laboratuvarındaki deneklerden biri daha ölmüş olur. Onlar açısından alınabilir, makul bir risk.

Serra: Bana bu hap bir insan vücuduna girdiğinde ne olacağını sorarsan denek ilk olarak kalp krizi geçirecek. Eğer kurtulursa, ki kurtulmasına ihtimal dahi yok, ömrünün sonuna kadar böbrek yetmezliği ve çeşitli böbrek rahatsızlıklarıyla mücadele edecek. Tiroid hormonu T3 ve T4 yüzünden tamamen devre dışı kalabilir. Bunlara ek olarak kronik kalp hastalığı, çarpıntı, tansiyon gibi bin bir çeşit hastalık türeyecek çökmüş vücudunda. Savunma mekanizması çöken bir vücut bu hastalıklarla mücadele edemeyeceği için acılı ve sancılı bir ölüm kucaklayacak onu.

Serra: Bu hapı yarın 69 numaranın üzerinde denemeyi planlıyorlar. Böyle bir şeyin olmasına asla izin veremeyiz, o insanın ölmesine müsade edemeyiz. Ve işin esas can sıkıcı kısmı da burada başlıyor, hapları değiştirmeyi düşündüm ama depodaki hapların hepsi bu ve bunun türevleri ilaçlar. Üstelik hepsinin kaydını da çok sıkı tutuyorlar. Bir tanesini dahi alsam muhtemelen birkaç dakika içinde enseleniriz. Bir de yeni gelen kargo Felix ve Benjamin'in odasındaki Titanik tablosunun arkasındaki kasada. Maalesef ki o kasanın şifresini de henüz bilmiyorum. Ortada bir sorun var ama o problemin çözümü bende yok. Şimdi ne yapacağız Görkem?

Derin bir nefes aldım. Evet durum pek parlak görünmüyordu ama bu demek değildi ki bir kenarda oturup hiçbir şeye dokunmadan duracağım. O hapları bir şekilde o kasadan alıp yok etmem ya da bir şekilde zararsız bir şeyler ile değiştirmem gerekiyordu. Bu şu anda bildiğim tek şeydi. Sıkıntıyla başımı ovaladım ve parmaklarımı klavyenin üzerinde gezdirdim.

Görkem: Merak etme, ben halledeceğim.

Telefonumun ekranını kilitleyip cebime koydum ve hızlı bir şekilde kahvemi yudumlamaya başladım. Herkesin uyumasını beklemek çok daha riskliydi çünkü Jason'ın adamları o saatlerde koridorlarda dolanıyorlardı. Burası dışarıdan göründüğünden çok daha korunaklıydı. Jason, buradaki hiç kimseye güvenmemekle birlikte tedbirlerini asla elinden bırakmıyordu. Her açıdan bizi öyle çok zorluyordu ki bir adım atmadan önce bin defa düşünüyorduk.

Burada da en çok iş Atakan'a düşüyordu. Geceleri geliştirdiği ağla uğraşırken bütün gün boyunca da Jason'ın onu test etmek için uydurduğu bir sürü ıvır zıvırla mücadele ediyordu. İstediğimiz her an kamera kayıtlarını bizim için yeniden dizayn ediyordu ve Jason gibi biri bile onun açığını yakalayamıyordu. Bu da onu daha çok sinir edecek oluyor ki Atakan'ın üstüne daha çok düşüyordu. Şimdi yorgunluktan iki dakikalığına kestirmek için uzandığı koltukta derin uykusunun birinci saatini dolduruyordu. İmrenmiyor değildim, böyle deliksiz uyumayalı epey oluyordu.

Jason ortak salona girdiğinde uykusuz kaldığı için üzüldüğüm dostum için daha çok üzüldüm, çünkü bu keçi gibi inatçı adamın bakışlarının hedefinde koltukta yorgunlukla uyuyakalmış Atakan vardı. Hiçbir şey söylemeden asker adımlarını taş rengi koltukta uzanan arkadaşıma doğru yöneltti. Kollarını göğsünde bağlayıp birkaç saniye gözlerini kısarak onu izledikten sonra tok sesini yükseltti. "Bay Chris!"

Atakan sanki Jason'ın sesine refleks kazanmış gibi irkilerek uyandı. Hızla yerinden doğrularken çıkarıp sehpaya bıraktığı gözlüklerini de alıp gözüne taktı. Sanki askermiş gibi bir baş selamı verdi elleriyle kıvırcık saçlarını düzeltirken. Dudaklarım usulca kıvrılırken uykusu ağır olduğu için sürekli Atakan'dan şikayet eden Arden onun bu halini görse ne tepki verirdi merak ettim. "Bay Jason?"

Sakin bir sesle yanıtladı Jason. "Burada ne yapıyorsunuz? İşinizin başında olmanız gerektiğini düşünüyordum."

"İşimin başındaydım her zamanki gibi ama yemekten sonra Ivan'la televizyon izlerken uyuyup kalmışım. Bu aralar fazla karbonhidrat tükettim sanırım."

"Aşırı geçerli mazeretinizi kabul ediyorum, lütfen işinizin başına dönün. Ve daha sonra bundan çok daha farklı bir konuşma yapmamamız için bunu asla tekrarlamayın."

Başını salladı Atakan. "Üzgünüm, bir daha olmayacak."

Gözlüğünü burnuna itip arkasını döndü ve odadan çıktı. Giderken attığı bakışlar ona gülmek ve acımak arasında kararsız kalmama neden oldu. Jason ellerini açık renk kot pantolonunun ceplerine yerleştirdikten sonra bizlere birer baş selamı verip ağır adımlarla Atakan'ın peşinden dışarı çıktı. Onlar gidince Victoria bir kahkaha patlattı. Felix, Benjamin ve Ivan'ın da dudaklarını bir gülümseme bürüdü. "Onu öldürmekle tehdit edip bir hücreye kapattıktan sonra bir ay boyunca tam mesai yaptırması gerekmiyor muydu?"

Victoria'nın sözleri üzerine Felix daha çok güldü. "İnsanlar değişebilir."

"Hey, neye güldünüz bu kadar?" Serra'nın sorusu üzerine karşısında kahvesini yudumlayan adam omuzlarını silkti. "Hiçbir şeye."

Kimse bu konuyu daha fazla üstelemedi. Yaklaşık on dakika kadar sonra uyuyacağımı söyleyip ortak salondan ayrıldım. Önce odama geçip Atakan'a kameraların başına geçmesi için bir mesaj yazdım, yaklaşık yarım saat sonra bana geri dönüş yaptığı anda da sessiz olmaya özen göstererek odamdan çıkıp merdivenlerden zemin kata inmeye başladım. Tam o sırada peşimden gelen adım seslerini işittim. Durup geri bakma zahmetinde bulunmadım, gelenin kim olduğunu biliyordum. Adım seslerini bile seçecek kadar iyi tanıyordum onu. "Bana refakat etmek için mi geliyorsun?"

"Hayır, her zamanki gibi arkanı kolluyorum."

"Başımızı derde sokmak için güzel bir akşam."

Merdivenlerde benimle aynı hizaya geldiğinde yumruğunu omzuma dokundurdu. "Muhtemelen."

Birlikte Felix ve Benjamin'in zemin kattaki odalarının önüne geldiğimizde cebimdeki kartı kapının kilidine okuttum. Kapı açıldığı anda içeri girdik ve ardımızdan kapıyı kapattık. Merih odanın ışıklarını açarken bense etrafı incelemeye koyuldum. Turkuazlar ve ahşap mobilyalar ile dekore edilen odanın sağ köşesinde hasır başlıklı bir abajur vardı. Büyük saksılarda çeşitli yeşil bitkiler ve rengarenk çiçekler yer alıyordu. Odada karşılıklı konumlandırılmış iki çalışma masası, ve geniş bir koltuk yer alıyordu. Kapının karşısındaki duvarda ise bir şifonyer ve onun üstünde de duvara monte edilmiş Serra'nın bahsettiği Titanik tablosu yer alıyordu. Adımlarımı o tarafa doğru yöneltmiştim ki Merih'in sesini duydum.

"Neyin var senin?"

Duvardaki tabloyu yerinden indirip duvara yaslarken ona bakmadan konuştum. "Hiçbir şeyim yok."

"Kardeşim, günlerdir oturup iki sohbet edemedik diye gözlerim de mi görmüyor sanıyorsun seni? Yüreğim hissetmiyor mu sanıyorsun sendeki değişimi?"

Derin bir nefes alıp arkamı döndüm, elimi omzuna koydum ve ona baktım. "Benim bile görmek istemediğim şeyler var. İnan bana, bazı şeyleri bilmemeniz çok daha doğru."

"Bizim kitabımızda yalnız savaşmak diye bir şey yok oğlum. Aynı sofrada doyduk, aynı yatakta yattık, aynı annenin elinden yemek yedik, birlikte büyüdük biz. Kandan öte candan kardeşiz. Sen benim gözlerimin önünde her geçen gün biraz daha kahrolacaksın da ben köşeden izlemekle yetineceğim öyle mi? Çok beklersin." Benim sağ elim onun omzundayken o da kendi sağ elini benim sol omzuma yetiştirdi. "Seni bu hale koyan her neyse söyle de birlikte kahrolalım, birlikte gelelim üstesinden."

"Sen benimle birlikte yanmayı kabul ediyorsun diye, ben de seni ateşe atmayı kabul edecek değilim."

Kaşlarını çattı. "Sana fikrini sorduğumu hatırlamıyorum."

Onun aksine ben gülümsedim. "Ne tesadüf, ben de."

Sinirle homurdanıp sağ koluyla bana sarılıp sol yumruğunu karın boşluğuma geçirdi. Karnıma aldığım darbeyle eğilmemi fırsat bilip bana daha sıkı sarıldı. "Konuşuyor musun, konuşmuyor musun?"

"Merih, aşkından iyice Mecnun oldun manyak herif. Bırak beni, yakalanacağız şimdi."

"Yakalanıp yakalanmamak senin elinde."

Uzun uğraşların sonunda beş yaşındaki çocuklar gibi güreştikten sonra onun elinden kurtulmuştum. İkimizin de dudaklarına bir gülümseme hakimdi. Onlarla görüşemiyor olmak bu karamsar yeri çok daha çekilmez bir yer haline getiriyordu, bir nebze de olsa dostlarım ile vakit geçirmek omuzlarımdaki yükü hafifletiyordu. "Gerçekten öyleymiş."

Sözlerim üzerine o gözlerini kısarken ben de bozulan saçlarımı düzeltip yeniden kasaya döndüm. Burada çözmem gereken dört haneli bir şifre vardı. Serra da henüz şifreyi bilmiyordu. O yüzden ilaçları alabilmek için ilk yapmam gereken şey şifreyi çözmekti. Masalardan birine doğru yöneldim ve klasik kasa şifresi çözme taktiğimizi uygulamak için bant aramaya koyuldum. Bu masa hayli dağınık olduğu için üstünde aradığımı bulmam hayli zor olacaktı. Tüm kağıtların, evrakların altına ve üstüne baktıktan sonra çekmeceleri de teker teker kontrol ettim. Bu masada bant olmadığına kanaat getirdiğimde diğer masaya doğru ilerledim. Ben bant ararken Merih de kasayı inceliyordu. "Uyuyamıyorsun değil mi?"

Çekmeceleri karıştırırken durdum ve başımı kaldırıp ona baktım. O da başını bana doğru çevirdi. Sessizliğim ona cevap olurken elini silah gibi yapıp bana doğrulttu. "Tam isabet." Yeniden çekmeceleri karıştırmaya devam ettiğim sırada konuştum. "Evet uyuyamıyorum, asla geçmeyen şiddetli bir baş ağrım da var."

"22 yıldır senin her haline şahit oldum ben. Bu bulguları tanıyorum." Dişlerimi birbirine bastırdım, istemsizce masayı tutan elimi fazla sıktığımı sızlayan eklemlerimden fark ettim. Kardeşime değildi bu sinirim, aklıma düşen hayatımın kabusunaydı. O adam şeytanın yeryüzündeki gölgesiydi ve benim sahip olduğum tüm güzel şeyleri, cennet gibi hayatımı bir kabusa çevirmişti. "Sorun o şerefsiz değil mi? Yine ne yaptı?"

Sinirle karıştırdığım çekmecede şeffaf bir koli bandı bulduğumda onu elime alıp Merih'in yanına döndüm. Banttan bir parça kesip kasanın tuşlarının üstüne özenle yapıştırdım. Parmaklarımla bantın güzelce yapışması için küçük baskılar uygularken belli belirsiz başımı salladım. Sorusuna verdiğim olumlu cevaba karşı sinirle mırıldandığını ve sıkıntılı bir nefes aldığını duydum. En az benim kadar nefret ediyorlardı o adamdan, en az benim kadar tiksiniyorlardı. Yeryüzünde yaşayan hiçbir canlının o adamı sevebileceğini düşünmüyordum, bu dünyadaki güzel hiçbir şeyi hak etmeyen adi bir canavardan başka bir şey değildi. Kimin elinde iyi ve güzel bir şey varsa göz diker ve göz diktiği şeyi almadan hiçbir zaman durmazdı. İstediğini elde edene kadar kendine her yolu mübah görür ve amacına ulaşana kadar kime ne kadar zarar verdiğini umursamaz, aksine hastalıklı bir şekilde bundan keyif alırdı. Sedat Değirmenci, tanıdığım en iğrenç adamdı.

Artık kaçamayacağımın farkındaydım, zaten istesem de kaçamazdım. Saklanmak için ne kadar uğraşsam da, ne kadar uzağa gitsem de hep takip edip bulurlardı beni. Belki şanssız bir hayatın içine doğmuştum ama hayatta kendim arayarak bulduğum bir sürü şansım vardı. Onlar da hiçbir zaman yanımdan ayrılmayan, sırtımın bir saniye bile boşluğa düşmesine izin vermeyen güzel dostlarımdı. Asla düşmeme izin vermez, düşsem de nerede olursam olayım tutup ayağa kaldırırlardı beni. Ben bir şeyleri saklamaya çalışsam da onlar ne yapar ne eder doğruları bulur yine de benim yanımda olurlardı. Onlar olduğu için şu yaşıma kadar kimsesiz hissettiğim anlarda bile yalnız kalmamıştım ben. Bir başıma olduğum tüm o anlarda bile hepsi sarıp sarmalamışlardı beni bir daha bırakmamak üzere. Biz kandan öte candan kardeşlerdik, birimizin kılına zarar gelse dünyayı ateşe vermekte bir saniye bile tereddüt etmezdik. Kabullenmişlikle omuzlarım düştüğünde gözlerimi kahverengi gözlerinden çekip arkamı döndüm ve kazağımın bel kısmını sıvadım. "İzin nerede olduğunu görüyor musun?"

"Sol böbreğinin üzerinde..." Kazağımın belini düzeltip arkamı döndüm ve şaşkınlıkla aydınlanan yüzüne baktım. Gözlerinde merak tohumları yeşerirler konuştu. "Yoksa Sarp'ın donörü sen miydin?" Başımı salladığımda tekrar konuştu. "İyide bundan neden bizim haberimiz yok? Bunca zaman neden olmadı?"

"Bazı parçaları ben bile yerlerine yeni oturtuyorum kardeşim. İnan bana kabul etmesi pek kolay şeyler değiller. Bunun bir ameliyat izi olduğunu Şef'le konuştuktan sonra fark ettim, o zamana kadar ben bile o adamın tenimdeki imzalarından biri sanıyordum."

"Her şeye tamam. Bu güzel bir şey olmalı değil mi? Sarp şu anda hayatta ve iyi. Peki seni bu hale getiren ne?"

"Evet Sarp şu anda hayatta ve iyi ama bunun bedeli sandığınızdan ağır oldu. Benim böbreğimi Yaşam karşılığında Şef'e sattı."

"Ne?"

Omuzlarımı silktim. Öyle şaşkınlıkla donup kalmıştı ki sanki görüntülü konuşma yapıyormuşuz da onun interneti iyi çekmiyormuş gibiydi. En sonunda kendini toplamayı başarıp güçlükle de olsa konuştu. "İyi de bundan ne gibi bir çıkarı vardı ki? Yaşam'ın denek olması ona ne kazandırdı?"

"İşte atladığınız nokta da bu. Kazanacağı hiçbir şey yoktu. O öyle bir yaratık ki insanların acılarından, çaresizliklerinden beslenir. Her zaman kazanması gerekmez, bazen istediği tek şey senin kaybetmendir."

Şaşkınlığı yerini öfkesine bırakırken içinde yükselen nefreti gözlerimle görebiliyordum. "Bu nasıl bir insan lan böyle?"

Arkamı dönüp tuşlara yapıştırdığım bandı dikkatle çıkardım. "O bir insan değil, bir yaratık. Bir hiç uğruna Yaşam'ın hayatını elinden aldı. Sadece bir hiç uğruna."

Merih öğrendiği gerçeğin ağırlığıyla yavaşça deri koltuğa oturdu. Dirseklerini dizlerine yaslayıp yere bakmaya başladı. "Düşünüyorum da... Bu adam yeryüzünde hak ettiğinden fazla nefes aldı."

"Maalesef bir masalın içinde değiliz, burası gerçek dünya. Burada iyilere yer yok."

Sıkıntıyla saçlarını karıştırdı sertçe. "Bu nasıl bir iş böyle, bu nasıl kirli bir oyun?"

Belli belirsiz gülümsedim. "Sedat Değirmenci'nin karanlık dünyasına hoş geldin."

Bantı kaldırıp ışığa doğru tuttum. Her zaman kullanılan tuşların üstünde biriken parmak izi kalıntılarını bantın üzerinde görebiliyordum, bu da bana şifrede kullanılan rakamları gösteriyordu. 2, 7, 8, 9... Şifreleri sırayla kombine etmek gibi bir şansım yoktu, bu tarz kasaların bir sınırdan sonra kilitlendiğini biliyordum. O yüzden en basitinden başlamakta fayda vardı. Bu bir doğum tarihi olabilirdi. Felix'in mi, Benjamin'in mi? Belki de her ikisinin. Sayılara baktığımda birbirine yakın birer doğum yılı türetebiliyordum. 7982 ya da 8279. İkisinin arasında birkaç yaştan daha fazla bir fark olduğunu düşünmüyordum o yüzden bunlar benim için daha kuvvetli olasılıklardı. Kasaya dönüp ilk düşündüğüm şifreyi girdiğim anda kasa açıldı. Kasanın içinde birkaç dosya, birkaç zarf ve bir de küçük, daha önce açıldığı belli olan bir kargo kutusu vardı. Serra'nın söylediği ilaç buydu. Hapı kutudan çıkardım ve şeffaf turuncu kutudaki ilacın kapağını açtım. İçindeki küçük beyaz hapların hepsini avucuma boşalttıktan sonra cebime koydum. Diğer cebimdeki ağrı kesici kutusunu açıp ağrı kesicilerin hepsini az önceki hap kutusuna doldurdum. Ağrı kesicinin üstünde bir ilaç markası yazmadığı ve şekil olarak da diğer hapa benzediği için şanslı sayılırdık, fark anlaşılmayacaktı bile.

"Az önce hiç geçmeyen bir baş ağrım var demiyor muydun? Ağrı kesicileri onlara verince sen ne yapacaksın?"

"Bu haplar kimyasal bir bomba niteliğinde. Denek bunu asla içmemeli." Kutuyu kapatıp kasayı tekrar eski haline getirdikten sonra kapağı kapattım ve Titanik tablosunu da yerine astım. "Bana bir şey olmaz."

Arkamı döndüğümde Merih de benimle birlikte ayağa kalktı. "Yaşam'ın burada olması senin suçun değil, biliyorsun değil mi? Kendini suçlamıyorsun?"

Kendimi suçluyor muydum? Emin değildim ama bu gerçeği öğrendiğim andan itibaren susmak bilmeyen bir vicdanım vardı. Susmuyordu, geceyi de gündüzü de bana dar ediyordu, aldığım nefesi bile kor gibi göğsüme düşürüyordu. "Kendimi suçlamıyorum ama büyük bir sorumluluk hissetmediğimi söyleyemem."

"Beş yaşındaydın oğlum, sadece arkadaşını hayatta tutmak isteyen dokuz veletten biriydin. Dokunuzun uyuşması da, senin üstünden yapılan pis anlaşmaların da sorumlusu sen değilsin. Aksine herkesin mahvettiği şeyi toplamak için buradayız, suçlu değilsin. Anladın mı?"

"Sağ ol, duymak iyi geldi."

Sözlerim üzerine gülümsediğinde bir anda kapının açılmasıyla yüzündeki tebessüm soldu. Onun sırtı kapıya dönükken benim yüzüm kapıya dönüktü. Gelen Jason'ın adamlarından biriydi. Saçlarını üç numaraya vurdurmuş olan adam çatık kaşlarla bize bakarken Merih birden gülmeye başladı. "Sonra dedim ki... Sahi ne dedim?" Ağzını yayarak konuşmasını tamamladıktan sonra yerinde dimdik durmaktan vazgeçip hafifçe sallandı ve hıçkırdı. Bir saniye içinde sarhoş rolüne bürünmesiyle arkamızdaki adamın çatık kaşları düzeldi. "Yardıma ihtiyacınız var mı efendim?"

"Hayır yok! Ben kendi başımın çaresine bakarım!" Merih aniden arkasını dönüp ona parmağını doğrulttuktan sonra elini ağzına bastırıp yeniden hıçkırdı. "Çok mu bağırdım? Özür dilerim."

Adam Merih'e tuhaf tuhaf bakarken konuştu. "Sorun değil."

"Gelmen çok iyi oldu, onu nasıl odasına götüreceğimi bilmiyordum." Bıkkın bir tonla Merih'in kolunu kavrayıp kapıya doğru çekiştirdim. O ise anında kolunu kurtarmaya çalıştı elimden. "Bırak, ben kendim giderim. Kimsenin yardımına ihtiyacım yok benim."

Gözümün önünde iki şişe votka bitirmiş gibi iki saniyede sarhoş rolüne bürünmüştü. Bir oyuncunun kalitesi yaptığı sarhoş taklidinden belli olur derler, Merih gerçekten bu sektöre gönül verseydi dünyayı kasıp kavuran başarılı bir aktör olurdu. Gerçekten o kadar başarılı bir şekilde sarhoş taklidi yapıyordu ki konuşmasıyla, gözlerinin sürekli kaymasıyla ve sürekli hıçkırıp aptal gibi gülmesiyle tam bir ayyaş gibi gözüküyordu. İki adım attıktan sonra sendeledi, hemen tuttum onu. "Doğru düzgün iki adım atmayı başardığında tekrar kur bu cümleyi."

"Bırak beni, seni şikayet ederim."

Bakışlarımı adama çevirdim. "Gördüğü her odaya kendi odasıymış gibi dalıyor, bir türlü onu buradan çıkaramadım. Asansöre kadar gitmemize yardımcı olur musun?"

Adam ricamı kırmadı ve Merih'in tüm itirazlarına rağmen ikimiz onun bir koluna girip Felix ve Benjamin'in odasından çıktık. Onu birlikte asansöre kadar zar zor taşıdık. Adam bizden şüphelenmeden bu noktada ayrıldı ve bu kattaki nöbetine başladı. Bizse birkaç saniye ciddi kalsak da göz göze geldiğimiz ilk an kahkaha atmadan edemedik. Günler sonra ilk kez içten bir şekilde gülerken buldum kendimi. Sırtına vurdum. "Yaramıyorsa içme kardeşim."

"Aklımda tutarım."

Asansör bizim katta durana kadar gülüp sohbet ettik, bizim kata ulaştığımızda da Merih sarhoş rolüne kaldığı yerden devam etti. Zemin kattaki adam bizim kattaki görev arkadaşlarını bu durum hakkında bilgilendirmiş olabilirdi, risk alabilecek durumda değildik. O sarhoş olmuş gibi davranırken ben onu odasına götürdüm. Bu kez bir an önce odalarımıza ulaşabilmek için rolünü fazla abartmadı. Onunla vedalaşıp ayrıldıktan sonra güzel bir uykunun hayaliyle odama geçtim. Sıcak bir duş alıp üstüme rahat bir şeyler giymiştim ki gözüme çarpan detayla kaşlarım çatıldı. Bir anda pencereye doğru ilerlerken bulmuştum kendimi. Odamın perdesi her zaman dümdüz bir şekilde dururdu, buraya geldiğim günden beri perdeleri hiç aralamamıştım ve şimdi buraya birinin elinin değdiğini söyleyebilirdim. Odama benden izinsiz biri girmişti.

Kaşlarım çatıldığında önce perdeleri aradım. Ne aradığımı bilmiyordum ama burada farklı bir şeyler olmalıydı. Birileri odama boşuna girecek değildi. Perdelerden bir şey çıkmayınca daha çok öfkelendiğimi hissettim. Daha fevri hareketlerle odayı tararken yatağımın yanındaki komodindeki abajurun ipine yapıştırılmış böceği, dinleme cihazını, fark ettim. Böceği yerinden alıp avucumun içinde sıkarken parmaklarım birbirine kenetlenircesine yumruk olmuştu. Biri benden habersiz odama girmiş ve odama dinleme cihazı yerleştirmişti. Böyle bir şeyi fark etmeyeceğimi düşünerek yapmaları zekama bir hakaretti. Elimde sıktığım küçük böceği yarısı boş olan sürahinin içine atıp imha ettim. Bunun ne anlama geldiğini de, buna kimin teşebbüs ettiğini de adım gibi iyi biliyordum. Öyle görünüyordu ki, henüz yeni başlıyorduk.

✦✧✦

Bir gülümseme nelere sebep oluyor görüyorsunuz değil mi dostlarım? Bir gülümseme yaralı bir yüreğe ne kadar iyi geliyor, anlıyorsunuz değil mi? Halbuki terslenmek, asık surat görmek de bir o kadar kötü hissettiriyor insana. Biz birbirimizi iyi etmek yerine, daha kötü etmek için uğraşıyoruz. Bazen en ihtiyacımız olduğu anlarda bile asık suratla karşılaşmak belki de o anda dünyamızı karartıyor. Biz gülümseyelim, biz sevelim birbirimizi. Varsın dünya karanlığa boğulsun, biz iyiyi bilelim, biz doğruyu seçelim. Biz insan olmayı bilelim, gerisi mühim değil.

Umarım okurken keyif almışsınızdır.

Görkem'in ağır bir hikayesi var aslında, bu hikayenin tamamını öğrenmek için önce bu operasyonu tamamlayıp laboratuvardan dışarı çıkmamız gerekiyor. İple çekiyorum, hikayenin her evresi beni heyecanlandırıyor. Ve evet, zamanı gelecek Sedat Değirmenci ile de tanışacağız.

Karakterlerime uygun cast buldukça onları yavaş yavaş sizlerle paylaşacağım. Görkem ve 113'ü beğenmeniz beni mutlu etti, umarım onları da beğenirsiniz. 👇🏻

Serra Onuk:

Merih Öner:

Victoria Moore:

Sevgilerle...💙✨

Continue Reading

You'll Also Like

775 510 7
Ailesinin normal birer ebeveyn olmadığını fark eden Güneş gece yarısı evden kaçarak tehlikeli bir kasabaya ulaşır. Kasaba da karşılaştığı gelenekler...
540 377 5
Umut mu? Sanmam Nefes mi? Kesildi Sevgi mi? Bitti Söyle bana doktor. Peki ya psikoloji?
134K 6.4K 16
Felaketlerle başlayan bir gece kaç Bedel ödettirdi? 🕯️
962K 46.8K 70
0545 *** ** **: Hanımefendi şemsiyeniz bende kalmış Siz: Pardon tanıyamadım? 0545 *** ** **: Kader Ortağın 0545 *** ** **: Ruh Eşin 0545 *** ** **: v...