YASAK DENEY

By iremtopan

171K 16.2K 13K

Tarih boyunca sadece birkaç kez cesaret edilen ve eşine az rastlanan, insanlık dışı bir yöntemle yapılan dil... More

Bölüm 2|• "Vahşiler Yatakhanesi."
Bölüm 3|• "Garip Bir Ekip."
Bölüm 4|• "Yara İzleri."
Bölüm 5|• "Yasak Deneyler Laboratuvarı."
Bölüm 6|• "Kayıp Ruhlar Mezarlığı."
Bölüm 7|• "Bedeni Büyük, Ruhu Çocuk Kadın."
Bölüm 8|• "Gülümseme Etkisi."
Bölüm 9|• "Her Şey."
Bölüm 10|• "Denek: 113."
Bölüm 11|• "Saat ve Kan Damlası."
Bölüm 12|• "Gece Yarısı Nöbeti."
Bölüm 13|• "Ne Zamandır Sendeyim."
Bölüm 14|• "Yaşam Köksal."
Bölüm 15|• "Ecza Deposu."
Bölüm 16|• "Gizli İttifak."
Bölüm 17|• "Sessiz Prenses ve Kara Şövalye."
Bölüm 18|• "Sözlerin Gözlerinde."
Bölüm 19|• "Sarpa Saran Sert Rüzgarlar."
Bölüm 20 |• "Yaşatma Operasyonu."
Bölüm 21|• "Pişmanlığın Adı."
Bölüm 22 |• "Cehenneme Düşen Kar Taneleri."
Bölüm 23 |• "Eski Dost, Can Düşman."
Bölüm 24|• "Tenha."
Bölüm 25|• "9 Aralık."
Bölüm 26|• "Kelimelerin Sihri."
Bölüm 27|• "Truva Atı."
Bölüm 28|• "Vicdan Mahkemesi."
Bölüm 29|• "Dinmeyen Fırtına."
Bölüm 30|• "Yeryüzünde Cennet."
Bölüm 31|• "Vadesi Dolan Sözler."
Bölüm 32| "25 Aralık Çocukları."
Bölüm 33|• "Sonun Başlangıcı."
Bölüm 34|• "Son Akşam Yemeği."

Bölüm 1|• "Kurtarma Emri."

24.3K 1.5K 1.1K
By iremtopan


Hiçbir yararı olmayacağını bile bile insan kalmanın çok önemli olduğunu düşünüyorsan, onları yendin demektir. ~George Orwell

Buraya başlama tarihini bırakabilirsin.

30.12.21

İyi okumalar dilerim.💙✨

✦✧✦

Görkem Ertuğ Değirmenci

İçimdeki sıkıntı aldığım yeni görevden kaynaklıydı. Sinirlerimi zıplatan şey öğrendiğim detaylardı. Öfkemi katlayan şey özgürlüğe edilen hakaretti. Gözümü döndüren şey ise adaletsizlikti. Sıkıntılı bir nefes aldım ciğerlerime ve hiddetle devam ettim yoluma. Adımlarımın zeminde bıraktığı sesler, yere düşen yağmur damlalarının zeminle buluşmasıyla süslenip tekrar bana ulaşıyordu.

Arabamdan inip ekibimle ortak yaşadığımız evime doğru yürüdüğüm kısa mesafede bile sırılsıklam olmuştum. Derdim bu değildi. Sağ elim sıktığım yumruğumun etkisiyle bembeyaz olmuştu, sol elimle ise sıkıca kavramıştım dosyaları. Eve ulaştığımda çaldım kapıyı, çok geçmeden kapı aralandı ve Merih'in yüzü göründü. "Hoş geldin."

Başımı salladım ve içeri girdim, çok da hoş gelmiş sayılmazdım. Ortak yaşadığımız büyük evimizin koridorunda yürümeye başladım. Arkamdan gelen adım seslerini duyabiliyordum. "Görkem, bir sorun mu var kardeşim?"

"Toplanın."

Toplantı odasına girip kapıyı ardımdan kapattım, şaşkınlıkla arkamda duran yüzünün haline gülecek durumda değildim. Toplantı odasının ortasındaki siyah, mat ve dikdörtgen şeklindeki masanın başına ilerledim. Elimdeki dosyaları masanın üzerine bıraktım. Üstümdeki deri ceketi çıkarıp deri kaplamalı sandalyelerden sağ yanımda durana bıraktığımda çok geçmeden kapı aralanmış ve içeri Atakan ile Simge girmişti. "Görev mi var?"

Simge'nin sorusuna karşılık belli belirsiz başımı salladım. Atakan deri sandalyelerden birine oturdu ve kıvırcık saçlarını karıştırıp gözlüğünü burnuna itti. Bakışları benim üzerimdeydi, neyim olduğunu çözmeye çalışıyor gibi bir hali vardı. O sırada Serra ve Merih de gelmişti. Hepsi yerlerine oturduğu sırada sağ elimi ıslanmış siyah saçlarımdan geçirdim ve iki elimi masaya dayayıp hafifçe eğildim. Hepsinin bakışlarını üzerimde hissederken ben bildiklerimin ağırlığı altında ezildiğimi hissediyordum. "Bu zamana kadar yapmış olduğumuz en büyük görevin teklifini aldım. Manevi anlamda. Bu görevden hiçbir şey kazanmayacağız ama çok şey kazandıracağız. Zorlu bir yolculuk, eğer tereddütünüz varsa ve karşılık alamayacağınız için görev içinize sinmediyse şimdi bu odayı terk edin. Çünkü görevi anlatmaya başladığımda geri dönüşü olmayacak."

Onaylamaz bir mırıltı çıkardı Serra. "Ne zaman seni yalnız bıraktık Görkem? Her seferinde aynı konuşmayı yapmayı bırak lütfen."

"Hepinizin fikirlerine saygı duyduğum için bu konuşmayı yapıyorum." Bakışlarımı Serra'dan alıp tüm dostlarımda gezdirdim. "Ve fikirler değişkenlik gösterir."

"Paranın hiçbir önemi yok." Konuşan Atakan'dan başkası değildi. "Hiçbir zaman o sıfırlarla ilgilenmedik, biliyorsun. Biz bir ekibiz."

"Biliyorum." Bu yüzden onlara kardeşim diyordum. Bakışlarımı Serra ve Atakan'dan alıp Simge ve Merih'e çevirdim. İlk konuşan Merih oldu. "Ben konu ölüm de olsa her zaman seninleyim Değirmenci." Bir baş selamı verdim. Bunun öylesine bir söz olmadığını bilecek kadar uzun süredir tanıyordum onu. Ama onları peşimden zorlu bir yolculuğa rızalarını almadan sürükleyemezdim. Cehenneme bile gitsem gıklarını çıkarmadan peşimden gelecek olan dört kişiden oluşuyordu ekibim. Bunu biliyordum ama en azından bir kez daha sorup onların da onayını almak istiyordum, vicdanım taşıyamayacağı bir yükü daha sırtlamak istemiyordu. "Sağ ol kardeşim." Simge'ye döndü bakışlarım, o da bana bakıyordu. "Gerçekten sormadın sayıyorum Görkem, anlat hadi. Neymiş görev?"

"Bir dakika." Atakan bana baktı şaşkınca. "Sen elden mi görev aldın?"

Doğruldum ve dosyaları elime aldım. Başımı salladım. Normalde görevleri izi sürülemeyen gizli bir e-posta adresi üzerinden alırdık. Atakan görüp görebileceğim en iyi hackerdı, onun sayesinde internet ortamında bile izimiz sürülemiyordu. Bütün bunlara rağmen kendi kimliğim ile elden görev almam hepsinin şaşkın bakışlarını üstüme çekmeme sebep olmuştu. Haklılardı da. Görevimizi gizliden sürdürdüğümüz için kimseden birebir görev almıyorduk. Bu, bu zamana kadar savunduğum her şeye tersti. "Yaşlı kurt çözmüş bizi."

"Şef'in bizden haberi var mı?" Serra'nın şaşkın tavrına karşılık sesi heyecanlı çıkmıştı. "Ne dedi Görkem?"

"Eminim normal bir zamanda olsa bizimle gurur duyardı ama durum pek normal değil." Elimdeki dosyaları, omuzlarımdaki yükü, vicdanımın ağırlığını masanın ortasına attım. "2000 yılında başlatılan proje, dil yoksunluğu deneyleri. Nam-ı değer, Yasak Deneyler. Her ülke tarafından birer çocuk bu deneylere feda edildi ve Polonya'da bir laboratuvara götürüldü. Orada yaşamdan izole edildiler ve soyutlandılar. Normalde olması planlanan bu çocukların beş ya da altı yıl sonra serbest bırakılmasıydı ama bu olmadı."

"Hala oradalar mı?" Diye sordu Atakan. "O insanlar hala-"

"Tutsak." Diyerek tamamladım sözünü. "Ve tutsaklık ile de kalmamış iş, orada illegal şeyler dönüyor ve o insanlara birer hayvan muamelesi yapılıyor. Özgürlükleri elinden alınıp mahkum edilmemişler gibi bir de işkence görüyorlar."

"Üstlerinde deney mi yapılıyor?" Simge'nin hayret dolu sorusuna karşılık başımı salladım. "Üretilen ilaçlar için, kozmetik firmaları için ve aklınıza gelebilecek daha pek çok şey için denek olarak kullanılıyorlar. Örneğin X firması bir ilaç ürettiğinde bu ilacın ilk örneği Polonya'daki laboratuvara gidiyor, orada mahkum ettikleri insanlar üzerinde deneniyor. Oradaki doktorlar tarafından test edilip gözlemlendikten sonra reaksiyona göre piyasaya sürülüyor."

"Peki denek? Deneğe ne oluyor?"

"Şansı varsa yaşıyor." Tabi buna yaşamak denebilirse o işkence gibi hayatı yaşamaya devam ediyordu. Eğer şansı yoksa dışarıdaki hayatın varlığını bilemeden, sevgi denen şeyi tatmadan, kimse ile konuşmadan, dünyayı, güneşi, ayı, yıldızları, geceyi ve gündüzü görmeden ölüp hiç var olmadan yok oluyordu. Şans ve şanssızlık kavramları bu kadar iç içeyken hangi durumun şans olarak nitelenmesi gerektiğinden emin değildim.

"Bu... Bu..." Sözlerinin devamını getirememişti Atakan. Hepsinin gözlerindeki yıkımı görebiliyordum. Hayvanlar üzerinde test yapan, onları denek olarak kullanan kozmetik markalarıyla bile tüm dünya olarak savaşmıştık ama dünyanın bir köşesinde insan muamelesi bile yapılmayan insanlar üzerinde bunun daha kötüsü de yapılıyordu. Birileri dünyanın bir köşesinde acı içinde çığlık atıyordu ama kimse duymuyordu. "Hangi zihniyet bunu yapabilir?"

"Hastalıklı ve sadist bir zihniyet." Öfkem tekrar içimde tırmanmaya başlamıştı. Sinirle dişlerimi sıktım. Öğrendikleri üzerine dağılan arkadaşlarımı yadırgamıyordum, benim bu öğrendiklerimi sindirmem tam olarak bir günümü almıştı. "Bunu yapanları bulacağız. O insanları oradan kurtaracağız. Onlara özgürlüklerini geri vereceğiz, çalınan hayatlarını yaşamaları için bir fırsat kapısı açacağız."

"Bu büyük bir iş Görkem." Dedi Merih. "206 ülke işin içinde ama kurtarma operasyonunda yalnız mıyız?"

"Aslına bakarsan kardeşim operasyonda sadece biz varız. Ülkemiz de dahil olmak üzere herkes sessizliğini koruyor. Şef sadece bizi görevlendirdi, ondan başka kimsenin bu operasyondan haberi yok. Bizimle çalışması için de bir ekip ayarlamış, sadece bunu biliyorum. Sayı olarak her halükarda çok azız."

"Komuta?"

"Bizde."

"Kim peki o ekip, tanıyor muyuz?"

"Söylemedi, yarın buluşmaya gideceğim."

"Çok riskli." Dedi Merih. "Bu iş bizi içine alıp yutabilecek kadar büyük. Yıllardır süregelen düzene, tüm dünya devletlerine beş kişi kafa tutamayız."

"Bunu biliyorum ama bunu hem orada tutsak kalmış her bir insana, hem de bizi yıllarca büyütüp gölgesini üstümüzden eksik etmeyen adama borçluyuz."

"Şef'in bununla ne alakası var?" Sorusu üzerine bakışlarım Simge'yi buldu. Derin bir nefes aldım. Onun da meraklı kahverengi gözleri benim üzerimde dolanıyordu. "Bilmeniz gereken son bir şey daha var. Türkiye'nin deneği: Yaşam. Yaşam Köksal."

Sözlerim toplantı odasına adeta bir bomba gibi düşmüş, herkesi şok etmişti. Kendini ilk toplayan, herhangi bir tepki vermeyi başaran ilk kişi Serra'ydı. "Yaşam? Yaşam doğumunda öldü Görkem, çocuktuk hepimiz. Sarp'ı kız kardeşi öldüğünde teselli etmek için ne kadar uğraştık hatırlamıyor musun?"

"Anma şunun adını." Diye sertçe çıkıştı Simge, Serra'ya.

"Sırası değil." Sözlerim üzerine ikisi de birbirlerine attıkları bakışları kesmişler ve kendi düşüncelerine dönmüşlerdi. Merih'in sesinden bazı şeyleri içinde anlamlandırmaya çalıştığı ama başaramadığı belliydi. "Şef neden kızını teslim etsin ki? Neden bir sürü çocuk varken Yaşam denek olarak verildi? Hem her şeyi geçelim, Serkan abi yapmaz öyle şey."

"Sarp, hastaydı buluyorsunuz ki. Nakil için uygun böbreğin bulunmasını bekliyordu ve bir anda listenin sonunda olmasına rağmen uygun böbrek bulundu. Sarp, küçük bir ameliyattan sonra hemen iyileşti. Yaşam da öldü, yani herkes öyle bildi."

"Böbrek karşılığında mı denek olarak verildi?" Merih'in bariz bir şekilde görünen hayreti içinde sorduğu soruya karşılık başımı salladım.

"Ülkede Şef'ten başka yeni doğmuş çocuğu olan mı yokmuş? Neden Kıdemli bir ajanın kızı denek olarak verilir ki?" Atakan'ın sorusu herkesin kafasını kurcalayan cinstendi. Dünden beri ben de aynı soruyu sorguluyordum kendi içimde, Şef'in verdiği cevaplar beni tatmin etmemekle birlikte hiç de inanacağım türden değildi. Bunu içimde tutuyordum çünkü sorgulamak için pek de iyi bir zamanda olduğumuz söylenemezdi. "O işler biraz karışık. Şef dönemin istihbarat başkanıyla anlaşamıyordu biliyorsunuz, aralarında rekabet vardı. Sorduğumda geçiştirdi, tam olarak anlatmıyor bu kısmı."

"Ve o rekabet Yaşam'a mı yansıdı?"

"Sanırım öyle."

"Bunu nasıl yapabilir? Kızının hayatını mahvetmiş." Daha çok sesli düşünüyordu Serra. Gözlerini masada sabitlemişti. Hepimize baba olup bizi büyütüp mesleğimizi öğreten, her daim arkamızda durup koruyup kollayan adamın yıllarca usta bir şekilde sakladığı sır ve ortaya çıkan gerçekler yenilir yutulur cinsten değildi. Hepimiz gündemimize bomba gibi düşen bu sırrın etkisindeydik. Önümdeki deri sandalyeyi geri çektim ve ben de oturdum. Yorulduğumu hissediyordum. Şef'ten öğrendiklerimden sonra çiftlik evine gitmiş ve öğrendiklerimi sindirmeye çalışmıştım ama başarılı olamıyordum. Sürekli beynimin içinde Yasak Deneyler dönüp duruyordu. Öfkem, vicdanım, sinirim, adalet ve özgürlük için yanıp tutuşan tarafım birbiriyle savaşıyordu. Zihnimin içinde patlak veren bu hararetli savaşı izlerken düşünme eyleminin de insanı yorabileceğini keşfediyordum. Bir kolumu masaya koydum ve elimi yumruk yapıp yavaşça masaya ritmik hareketlerle vurmaya başladım. Düşünmekten yorgundum ama bu düzeni parçalamak isteyecek kadar da dinçtim.

"Ama oğlunun hayatını kurtarmış." Sakallarını sıvazladı Atakan.

"Elbette Sarp'a uygun böbrek eninde sonunda bulunacaktı, resmen bir çocuğunu diğerine kurban etmiş." Diye atıldı Serra.

"Sarp ölebilirdi, bir çocuğun olmadığı için anlamıyorsun Serra." Merih yanında oturan kıza baktı. Serra da ona döndü. "Anlıyorum. Ama Yaşam'ın neler yaşadığını tahmin bile edemiyorum. Kim bilir ona neler yapıldı? Kim bilir o ne halde?"

Serra'nın söylediğiyle derin bir nefes aldım. Bir gün boyunca bu olayı farklı açılardan düşünmüş ve gözlemlemiştim. Ve haklı ya da haksız aramıyordum, arasam da bulamıyordum. Ortada doğru da yoktu yanlış da. Yaşamadan hiçbirimiz bilemeyeceğimiz için birilerini yargılamak değil de harekete geçmek gerektiğini düşünüyordum. Ortada kurtarılmayı bekleyen 206 insan vardı, boşa kaybedeceğimiz bir dakikamız bile yoktu. Düşündükçe kendimi kaybedecek gibi oluyordum. Bilim uğruna da olsa hiçbir insanın özgürlüğü elinden alınamazdı, kimsenin bunu yapmaya hakkı yoktu. Hayatımı iki konu üzerinde şekillendirmiştim. Özgürlük ve adalet. Bu iki konu için her şeyi yapardım, sınır tanımazdım ve hiç kimsenin bir başkasının hakkını gasp etmesine izin vermezdim. Vermeyecetim de. O gece bir yemin ettim kendi kendime, ne pahasına olursa olsun o insanların hayatını bir şekilde kurtaracağım. Ne pahasına olursa olsun.

"Biliyorum bu kabul edilmesi kolay bir durum değil. Biliyorum bu çok ağır bir gerçek ama duramayız, bir saniyeyi bile boşa harcayamayız. Bizim için burada normal geçen bir saniyede belki de o laboratuvarda denek olarak kullanılan bir insan acı çekiyor. Bu düzene bir son verecek olan da bizleriz. Ben ne olursa olsun, ucunda ölüm olsa bile gidip oradaki insanları kurtaracağım. Belki başaramayacağım, belki denerken öleceğim ama elim kolum bağlı oturmak yerine en azından onlar için bir şey yapacağım." Tek tek baktım hepsine, dudaklarımın arasından çıkan sözlerin nasıl her birinin göğsünü aşıp kalbine dokunduğunu izledim. "Bize ihtiyaçları var, gidip kurtuluşları olalım. Benimle misiniz?"

Gözlerinden akan yaşları sildi Serra. "Yolun sonuna kadar."

Güldü Simge. "Hepimiz bir gün öleceğiz. Bunun için sizin yanınızdan daha iyi bir yer de, daha güzel bir amaç da bulamam. Ölümüne seninleyim Değirmenci."

"Eh." Gözlüğünü burnuna itip kahverengi kıvırcık saçlarını karıştırdı Atakan. "Bunlar güzel sözler ama ölüm kısmını ciddiye almayalım lütfen. Sizi bilmem ama benim evde yolumu gözleyen bir karım var, ölürsem Arden diriltip tekrar öldürür beni."

Atakan'ın sözleri üzerine hepimiz bu duruma rağmen bile gülerken bulduk kendimizi. Merih keyifle konuştu. "Ölmeye değil, öldürmeye gidelim. Gidelim ve gösterelim o şerefsizlere dünyanın kaç bucak olduğunu."

Geriye yaslandım ve derin bir nefes aldım. Kardeşlerimin umutla ve inançla parlayan yüzlerine baktım. O inançla yapabilecekleri şeyleri bildiğimden içim bir nebze olsun rahatlamıştı, şimdi düşünmesi gereken onlardı. Zulmün düşmanı, zalimin eceli olmaya geliyorum. Dökülen her bir damla gözyaşı için kan kusturmaya, çektirdikleri acının içinde onlara cehennemi yaşatmaya geliyorum. Özgürlüğün önüne set çekip, masumları tutsak edenlere dünyayı dar etmeye gidiyorum. Bu bir kurtarma operasyonu ve ben an itibariyle bu operasyonu başlatıyorum.

✦✧✦

1 gün önce

"Bunun hesabı senden sorulur. Adalet elbette tecelli edecek." Yakasından tutup otelin çatısından sarkıttığım adam yüzünden süzülen kanlar eşliğinde nefes nefese konuşuyordu. Dudaklarım alayla kıvrıldı. "Ben adaletin yerini bulması için verilen hükümüm, ben yargıcım, ben kanunum." Onu otelin çatısından daha da aşağı sarkıttım. Ellerini sıkıca onu tuttuğum tek koluma sardı, yüzü korkuyla sarardı. Sertçe yutkundu, aşağı bakmaya cesaret edecek gibi oldu ama ardından gözlerini sımsıkı yumdu. "Senin gibiler için adalet, benim. Emin ol kimse senin gibi bir pislik için adalet aramaz."

"Ne istiyorsun?" Diye sordu kekeleyerek.

"Hak ettiğini bulmanı. Seni buradan aşağı bıraksam muhtemelen ölürsün ama yaptıklarına karşılık bu bir ödül olur. O kadar kolay olmayacak."

Onu geri çektim ve sertçe yere ittim. Yerle sertçe buluştuğu anda hiç durmadan sürünerek geri geri gitmeye başladı, yerde sürünürken ağlıyor ve bana onu bırakmam için deli gibi yalvarıyordu. Üzerine doğru ağır ağır adımlamaya devam ettim. Bu yavaşlık onu daha da geriyordu. Sırtı duvarla buluştuğunda ağlayışı daha da arttı. Kaçacak bir yeri yoktu, ekibim çoktan adamlarını halletmişti. Şimdi geriye sadece o, günahları ve ben kalmıştık.

"Yalvarırım bırak. Ne istiyorsan veririm. Kim sana ne teklif ettiyse iki katı."

"O kadar basit mi her şey?"

"Beş katı." Dedi hevesle, muhtemelen teklifini kabul edeceğimi düşünüyordu. "Sen ne kadar istersen, söylemen yeterli. Açık çek."

Güldüm ve cebimden bıçağımı çıkardım. Bıçağı açtığımda sivri ucu karanlığa rağmen parlamıştı. Korkuyla yutkundu, bu korku beni daha da gülümsetti. Aldığı canlar ve mahvettiği hayatlarla kendini göğe yükselten sözde insanların, gece zifiri karanlık çökünce ve başları dara düşünce başvurdukları adalet sözcüğüne sığınarak önümde eğildiğini görmeyi seviyordum.

"Anlaşabiliriz."

"Eceli olduğun masum insanları diriltebilirsen, ocağına ateş düşürdüğün ana babaların gözündeki yaşları dindirebilirsen, beyinlerini uyuşturucuyla zehirlediğin herkese panzehir de verebilirsen bırakırım seni." Başımı salladım ve önünde diz çöktüm. Bıçağı bacağına koydum ve bastırdım. Bıçağın ucu kana bulanırken bağırdı ve kaçmak için uğraştı ama diğer elimle boynunu kavradım ve sıktım. "Haklısın anlaşabiliriz ama yalnızca senin ne kadar aşağılık bir pislik olduğun konusunda."

"Bırak beni yalvarırım. Çok pişmanım." Deli gibi ağlıyordu. "Çok pişmanım, yalvarırım..."

"Sen bıraktın mı? Sen o çocukların, o masum insanların organlarını alıp onları ölümün soğukluğuna mahkum ederken onlar da yardım çığlıkları atmadı mı? Katlettiğin canlardan kazandığın miktarları gülerek harcarken sızlamayan vicdanına rağmen nasıl benimkinin senin için sızlamasını beklersin? Adalet bu demek mi?"

"Pişmanım."

"Değilsin. Olsan da ehemmiyeti yok." Bıçağı bastırarak hareket ettirdim bacağında, acıyla bağırdı. "Ülkemin gençlerini, pırıl pırıl beyinleri zehirledin uyuşturucuyla. Sayısız hayatı kararttın ve söylediğin tek söz pişmanım." Daha da bastırdım bıçağı. "Ama ben sana yapacaklarım için pişman olmayacağım. Yaktığın canlar kadar yakacağım canını, ağlattığın kadar ağlatacağım seni. Zehirlediğin kadar zehirleyeceğim. Eceli olduğun masumların ruhları huzur bulana kadar seni öldürmeyeceğim. Ama her an ölmeyi dileyeceksin. Adalet işte o zaman tecelli edecek."

"Bırak, ne olursun." Gözyaşları içinde bana yalvarıyor ama bu yakarışların boşuna olduğunu o da biliyordu. "Ölmek istemiyorum. Lütfen."

"Kimse ölmek istemez." Bıçağı kesik bırakarak kalbinin üstüne götürdüm, hafifçe bastırdım. "Yalnız değilsin."

"Kimsin sen? Bir psikopat mı? Polis mi? Bir ajan mı?"

"Hepsi veya hiçbiri, bir önemi var mı? Senin gibi pislikleri ülkemden temizleyenim. O pisliklerin kapısına gecenin zifirisi gibi dayananım. Ve Kartacalı bu kez senin için dayandı kapıya."

Gözleri korkuyla açıldı, buna karşılık biraz daha ittim bıçağı kalbine doğru. Derin derin nefes almaya başladı. "Sen." Diye fısıldadı. "Öldür beni. Sadece öldür."

Dudaklarımda bir gülüş peydah oldu. Bıçağı kalbinden kesik bırakarak karın boşluğuna kadar indirdim ve sapladım. "Öldürmekten beter edeceğim seni, yaşadığın her an ölmeyi dileyeceksin."

"Acısız bir ölüm istiyorum, lütfen."

"Acısız bir ölüm istemek için çok acılı ölümler yaşattın."

Ona hesap sordum, oluşturdukları organ ticaretinin tüm detaylarını öğrendim ve bunu durduracak olan tüm bilgileri edindim. Ameliyathanelerin yerlerini ve en önemli adamlarının isimlerini aklımın bir köşesine kazıdım. Uyuşturucu imalathaneleri, o ve onunla birlikte çalışan diğer iş adamlarının da defterini dürmek için bir sürü bilgi topladım. Bu süre onun için hayli zor geçmişti. En sonunda kulağımdaki kulaklıktan Atakan'ın sesi duyuldu. Otelin güvenlik odasındaydı, personel kılığına girmiş bir şekilde otelin kamera kayıtlarını ele geçirmişti. Birazdan izlerimizi silecek ve biz sanki hiç buraya gelmemişiz gibi gösterecekti. "Görkem, çıkmamız gerekiyor. Polisler geldi."

"Ben oyalıyorum, çabuk olun." Zemin katta, resepsiyonda otel görevlisi kılığına girmiş olan Serra'nın sesiydi kulağımdaki kulaklıktan duyduğum. Derin bir nefes aldım ve doğruldum. Bıçağı yerde acı içinde inleyen adamın kalbine sapladıktan sonra yerden kalktım. Duvara adamın kanlarıyla tek bir kelime yazmıştım. 'Kartacalı.'

Cebimdeki ses kaydedici küçük böceği de aldım ve adamın avcuna yerleştirdim. Orada yaptığı tüm pisliklerin itirafı vardı, polislerin o teşkilatı çökertmesi için gerekli bilgileri toplamıştım. Ayağa kalktım ve elimdeki deri eldivenleri çıkarıp cebime koydum. Ayakkabılarıma bulaşan kanı temizledim ve otelin çatısından ayrıldım. Saçlarımı düzelttim ve koridorda yürümeye başladım. Asansöre ulaştığımda ise yanımdan evli bir çift taklidi yapan Simge ve Merih geçti. Yanından geçerken Simge'nin elindeki küçük torbayı çaktırmadan aldım. İkisi çatıda bıraktığım her bir izi temizleyeceklerdi.

Asansöre ulaştığımda en üst kat olduğu için içeride kimse yoktu. Asansörü durdurdum. Hemen Simge'nin verdiği poşeti açtım ve üstümdeki deri ceketi çıkardım. Siyah tişörtümü beyaz bir tişörtle değiştirdim, kan lekesi bulaşan pantolonumu da bir kot ile. Poşetten parfümü çıkarıp üzerime sinen kan kokusunu gidermek için boca ettim. Kan lekesi bulaşan botlarımı ıslak mendille tekrar sildim, ellerimi de dezenfektanladım. Saçlarımı düzelttim, başıma siyah bir bere taktım ve deri ceketimi giydikten sonra asansörü tekrar çalıştırdım, birazdan Atakan bize ait tüm kamera görüntülerini otelin kayıtlarından silecekti.

"Doğu kanadına doğru yürü, oradaki kameraları beş dakikalığına devre dışı bırakacağım Görkem." Diyen Atakan'ı "Anlaşıldı." diyerek yanıtladım. Asansör zemin kata ulaşana kadar birkaç kişi daha binmişti. Zemin kata indiğimde uzaktan lobide polislerle inatlaşan Serra'yı gördüm. Benden neredeyse yüz metre uzaktaydı lakin bağırdığı için sesini bu mesafeden bile duyabiliyordum. "Bakın Memur Bey, burası saygın bir otel. Öyle her üniformalıyı içeri alsaydım işim yaştı vallahi. Arama izniniz olmadan şuradan şuraya adım atamazsınız. Katiyen olmaz!"

"Hanımefendi, önümden çekilin. Yoksa sizi devlet memurunu görevinden alıkoymaktan nezarethanede ağırlayacağım."

"Sen beni tehdit mi ediyorsun?!" Etrafına bakındığı esnada göz göze geldik. Rolüyle o kadar bütünleşmişti ki durması gereken bu noktada bile durmadı. "Duydunuz mu? Beni tehdit etti! Sizi görevinizi kötüye kullanmaktan men ederim memur bey! Dağ başı değil burası, hukuk devleti! Vatan size emanet diye rahat uyuyoruz sizin yaptığınıza bakın!"

"Bırakırsanız biz de emanetimize sahip çıkacağız. Görevimi yapmama engel olup bir de bana mı kızıyorsunuz yani?"

"Kusura bakmayın da ben neden görevinizi yapmanıza engel oluyormuşum? Burası ismi olan bir otel, işinizi yarım yapan sizsiniz. Eli boş götü yaş gelmişsiniz-"

"Polis memuruna hakaretten sizi içeri alıyorum." En sonunda çileden çıkan sivil polis belinde asılı duran kelepçeleri çıkardıktan sonra Serra'nın bileğini yakalayıp kelepçeyi geçirdi. Bunu yapması o kadar hızlı olmuştu ki Serra'nın kahverengi gözleri kocaman açılıp karşısındaki polis memuruna çevrilmişti. "Geceyi nezarethanede geçirirken sizin gibi bir kadına hiç yakışmayan sözlerinizi bol bol düşünürsünüz."

Söylediği sözü fark ettikten sonra aniden cümlesini noktalayan Serra yüzünü buruşturdu. "Ben gerçekten kurdum değil mi o cümleyi?"

"Fazlasıyla."

"Tüh, sadece aklımdan geçiriyorum sanmıştım oysaki." Kocaman güldüğünde Serra, polis kaşlarını çattı ama daha sonra dişlerini birbirine bastırıp Serra'nın diğer bileğine de kelepçeyi geçirdi. "Biraz daha konuşursanız o süre uzayacak biliyorsunuz değil mi?"

"Uzatmazsanız hatırım kalır, biliyorsunuz değil mi?"

Polis derin bir nefes aldıktan sonra Serra'yı işaret etti sağ yanında duran üniformalı polis memuruna. Gülüşünü saklamaya çalışan memurlar sivil polisin daha da sinirlenmesin sebep oldu. "Hasan, sürgün mü istiyorsun sen oğlum? İstiyorsan söyle elim değmişken seni de yollayayım."

"Yok Alp komiserim, ben şeyden şey ettim."

"Şeyden şey etme oğlum bir dahakine. Al bu hanımefendiyi de merkeze kadar eşlik et."

"Emredersiniz komiserim."

"Emir falan edemez komiserin. Ne bu, sen kölesi misin onun?"

Hasan denilen üniformalı memur kolunu tuttu Serra'nın. "Ablacığım sus artık gözünü seveyim, kendini düşünmüyorsan beni düşün."

"Abla ne be! Abla komiserin olur!"

"Götür artık şunu Hasan bu kadın benim daha çok asabımı bozmadan!"

"Asabınız bozulsa ne olur sayın komiserim?! Söyleyin de herkes duysun!"

"Hanımefendi iki gün nezarethanede kalsın Hasan!"

"Çok korktum biliyor musunuz." Kahkaha attı, Hasan denen memurla birlikte oradan uzaklaşırken bile Alp komisere kendini duyurmak için yırtınıyordu. Alp denilen polis de burun kemerini sıkıp seslerin son bulmasını bekliyordu. "Yarım saat sonra dışarıdayım. Benim arkam sağlam, duydun mu! Sen daha benim sinirli yanımı görmedin!"

"Allah'ın delisi!"

Dudaklarım usulca kıvrıldı ve onun tam tersi yönüne yürümeye başladım. Elimdeki poşeti işaretli çöpe attım. Kana bulanmış kıyafetlerimi birazdan personel kılığına giren Atakan alacaktı. Doğu kanadından çıkışa doğru yürüdüm. Otoparka girdiğimde etrafımda kimsenin olmadığını gördüğümde konuştum. Hepsi beni duyabiliyordu. "Dışarıdayım. Hiçbir iz bırakmayın."

Simge, Merih ve Atakan beni onayladı, Serra'dan ise ses gelmedi. Muhtemelen hâlâ polisleri çıldırtmak ile meşguldü, hadi Alp komiser neyse de olan Hasan'a olmasaydı bari. Cebimden telefonumu çıkardıktan sonra rehberimden kuzenimin numarasını buldum. Arama başlarken otoparka doğru yürümeye devam ettim. "İyi geceler başkomiserim."

Hattın ucundan gülüşü duyuldu. "Yine bana işin düştü değil mi hayvan herif? Başka zamanda aramazsın sen."

"Vallahi sadece halini hatırını sormak için aradım. Nasılsın?" Düşünür bir mırıltı çıkardım. "Ha unutmadan bir de Serra ziyaretine geliyor haber vereyim dedim. Çok özlemiş seni. Gidip bir Akın'ı göreyim, halini hatırını sorayım hayırsızın dedi."

"Yine ne yaptı diye sormayacağım, tahmin etmesi zor değil."

"Klasikleşen 'Yardımına ihtiyacım var.' konuşmamı yapmama gerek var mı?"

Numaradan konuştu. "Bilemiyorum, şu anda çok meşgulüm."

Serra normalde içine kapanık, hassas ve fazla duygusal bir yapıya sahip olsa da görevlerimiz boyunca bürünmesi gereken role hepimizden hızlı ve daha fazla adapte olan biriydi. Role bu kadar çabuk alışması çoğu zaman hayranlık verici olsa da rolden bu kadar zor çıkması korkutucu olabiliyordu. Akın da bunu en iyi bilen kişiydi. Onu kaç kez nezarethaneden kurtarmıştı biz saymayı bırakmıştık. "Akın, gelenin Serra olduğunun farkında mısın?"

"Başıma hep sen açıyorsun bu dertleri." Sıkıntılı bir nefes çekti ciğerlerine. "Bunu da yazıyorum kenara. Borç defterin gittikçe kabarıyor ona göre."

"Öyle olsun başkomiserim, öderiz elbet bir gün."

Gülüşünün duyulduğu sırada başkomiserim diyerek söze başlayan bir polis memurunun sesini işittim arka fonda, konuşması bittikten sonra konuştu. "Sizin iş uzayacak biraz, yetişmem gereken bir operasyon var. Baş belasını bir süre misafir edeceğiz."

"Sen yine de karakolu başınıza yıkmadan önce çıkarmaya bak, senin için söylüyorum. Bugün çok modunda."

"Anlaşıldı. Dikkat et kendine."

"Sen de öyle kardeşim, prensesi öp benim için."

"Ece de sizi sorup duruyor, bir ara ziyarete gelin. Özellikle de sen. Seni fazla özlediği için küssünüz. Benden duymadın ona göre."

İçten bir tebessüm ettim. "Ben gönlünü alırım onun, sen merak etme. Görüşürüz."

"Görüşürüz."

Telefonu kapattıktan sonra içimde oluşan rahatlıkla arabama doğru yürüdüm. Dünyayı bir pislikten daha temizlemiştim. Bunun verdiği rahatlık vardı içimde. Serra'yı düşünmeme gerek bile yoktu. Akın'a gözüm kapalı güvenirdim, Serra'yı beş dakika içinde çıkarırdı nezaretten. Derin bir nefes aldım. İyi adam mıydım, bilmiyordum. Kötü adam olmadığıma da emindim. İkisinin ortası, dengesiydim ben. Griydim. Kimileri için adalet, kimileri için ceza. Kimilerine korku salan, kimilerine ise güven veren. Kimilerine göre Kartal, kimilerine göre Yiğit Savaşçı... Hiçbiri değildim, sadece Kartacalı Barca'ydım.

Dört yıldır aynı şekilde yakalıyorduk bu toprakları kirleten iğrenç ruhları. Çok ses getiriyorduk ben ve ekibim. Kimileri birer psikopat olduğumuzu düşünüyordu ama bu eylemlerin arkasındaki gerekçeleri öğrendiklerinde herkes desteklemeye başlamıştı. Polisler bile yaptığım işlerin peşine düşmüyordu. Kimse Barca'yı, yani beni, ve ekibini görmediği için yüzümüzü bilmiyordu. Kimse bizi tanımıyordu, bu yüzden bazen karakolda işim olduğunda hakkımızda konuşulanları duyuyordum ve herkesin ne kadar minnettar olduğunu da görüyordum. Birer psikopat olduğumuzu düşünen halk artık bizi birer kahraman ilan etmişti. Şimdilerde bir şehir efsanesiydik.

Başlarda ajandık, bu ancak bir yıl kadar sürmüştü. Yaşanmışlıklar bizi uzaklaştırmıştı hayallerimizden. Biz de yeni adım attığımız sahneden çekilmiştik, kimsenin ruhu bile duymadan el altından yapmaya başlamıştık görevimizi. Hiçbir çıkar gözetmeden. Gün geçtikçe bu da işimiz olmuştu. Bu memleketteki görünmeyen sorunları yok edip geriye gerçekten güzel bir toplum bırakmak istiyor, bunun için çabalıyorduk. Bir ütopya olsa da, elbet birgün bunu gerçekleştirecektim. Belki ben, belki de doğrularımı kendi fikrinde benimseyen başka biri. Ama mutlaka bir gün iyi olmayı, hakka saygı göstermeyi, özgürlüğü dokunulmaz kılmayı bilecektik.

Adım seslerim boş otoparkta yankılanırken arabama ulaştım. Arabamın kilidini açtım ve kapının kulbunu tuttum. O sırada başıma bir silah namlusu dayandı. Soğuk metalin ürpertici yapısını hissederken tanıdık sesi işittim. "Buraya kadarmış Değirmenci. Ya da Kartacalı mı demeliydim?"

Çevik bir hareketle başıma dayanan silahı sağ elimle kavradım. Elimi hızla sağ tarafa ittim ve arkamı dönüp sol elimle adamın karnına yumruk attım. Elindeki silahı aldığı darbeyle bükülmesinden fırsat bilip aldım ve kafasına dayadım. "Tarzın hiç değişmiyor, Yaşlı Kurt."

Güldü ve doğruldu, başındaki silahı geri çektim. "Sen de gün geçtikçe değişiyorsun. İyi anlamda tabii."

Bir baş selamı verdim. "Demek sonunda buldun beni."

"Seni ben yetiştirdim aslanım, bulacağım tabi." Bu cümleyi kurarken gururla kabaran göğsü dudaklarımın kıvrılmasana neden oldu. "Dört yıl oldu abi."

Önce kaşlarını çatsa da sonra hafifçe gülümsedi. "Nasılsın Görkem?" Söylediğim sözcükleri geçiştirmek ister gibi bir havası vardı. "Hayat mücadelesi Serkan abi." Bozuntuya vermeden ona ayak uydurdum. Silahını işaret parmağımda döndürerek ona geri uzattım. "Aynı."

Silaha kısa bir bakış attıktan sonra elimden alıp beline koydu. "Serra nasıl?" Sıkıntılı tavrı gözlerimi kısmama neden olduğu esnada boynundaki bordo kravatı gevşeterek şüphelerimi daha da katladı. Onu görmek güzeldi elbette ama gecenin bu vakti bir operasyonun içinde bu hiç normal gelmiyordu. Zaten o da normal gözükmüyordu. "Uzun zaman oldu sizi görmeyeli."

"Çok şükür, şimdi daha iyi." Serra dört ay önce bir trafik kazası geçirmişti, arabası otobanda üç takla atmıştı ve hurdaya dönmüştü. O arabadan canlı çıkacağını bir an bile düşünmemiştim, hayatımda tecrübe ettiğim en kötü günlerden biriydi. Bütün ekip sefil olmuştuk o günlerde. Ama çok şükür şimdi bizimle ve iyiydi. Kazadan sonra eski formunu kaybetmişti. Tamamen iyileştiğine emin olduğumuzda onu sıkı bir kampa sokmuştuk. Hepimizle antrenman yapıyor ve çok sıkı çalışıyordu. Onu görevlere henüz sokmak istemesem de bunu kabul etmiyordu. Bize vakit kazandırmak gibi küçük detaylarda yer alıyordu, bugün de olduğu gibi. "Artık bu gereksiz şovu neden yaptığını söyleyecek misin?"

"Seninle de iki dakika sohbet edilmiyor."

"Sadece sohbet etmeye gelsen ederdik abi de, gelmediğini ikimiz de iyi biliyoruz. Gergin duruyorsun ve benden gözlerini kaçırıyorsun. Bu da benden kabul etmeyeceğimi düşündüğün bir şey isteyeceğini, aynı zamanda bana fena halde işin düştüğünü gösteriyor. Eğer öyle olmasa da bir sorun olduğunu seni uzun süredir tanıyan biri olarak görebiliyorum. Şimdi seni dinliyorum."

Güldü. "Seni iyi yetiştirdim."

Dudaklarım usulca kıvrıldı. "Hakkımı yeme, ben de senin en iyi öğrencindim."

"Öyleydin." Gülüşü yavaşça solarken ellerini yeni uzamaya başlayan sakallarının üstünde gezdirdi, tebessümü yerini ağır bir ciddiyete bırakırken yeşil gözlerini benim siyah gözlerime dikti. "Arabaya geçelim mi?"

Başımla onayladım ve ona arabayı işaret ettim. O arabanın diğer tarafına dolaşırken ben de şoför koltuğuna oturdum. Derin bir nefes aldı ve önüne bakmaya başladı. Zorlandığını görebiliyordum. Ben de bakışlarımı pencereden dışarı çevirdim. Sustu bir süre ama sonra konuşmaya başladı. "2000 yılıydı. Tüm dünyada bir kurul toplandı, dil yoksunluğu deneyleri yapılmak ve insanın ana dili diye bir halt varsa onu bulmak için. Her dünya ülkesinden bir çocuk feda edildi ve Polonya'da üst düzey yöneticiler tarafından kurulan bir laboratuvara götürüldü. Orada yıllarca hayattan izole edildiler." Elindeki deri çantadan bir dosya çıkardı ve bana uzattı. "Deneyle ilgili bilmen gereken tüm detaylar dosyada var."

Uzattığı dosyayı aldım. Kapağını kaldırdım ve kısaca göz attım arabanın penceresinden süzülen cılız ışığın izin verdiği kadarıyla. Polonya'daki laboratuvarın, bu anlaşmayı Türkiye tarafından imzalayanların ve bu kurulu toplayan kişilerin adları vardı. Serkan abinin de adı vardı. Kısaca göz gezdirirken bir yandan da onun sözlerini dinliyordum.

"Ama." Sesi titredi, başımı kaldırıp ona baktım. Onu hiç böyle görmemiştim. Dosyayı kapattım ve pür dikkat onu dinlemeye başladım, çünkü önemli bir şeyin geldiğini biliyordum. Evet, bu tek başına büyük bir hikayeydi lakin bunu daha özel kılan bir sebep de olmalıydı. Serkan abiyi bu denli yıkan bir sebep. "Bu deneylerin başladıktan beş yıl sonra bitmesi gerekirken devam etti. Bitmedi, amacından saptı ve birer işkence sistemine dönüştü. Aldığımız istihbarata göre bunlar insanlığın dayanamayacağı şeyler. O insanlara birer hayvan muamelesi yapılıyor Görkem. Bu gençleri kurtarmanı istiyorum senden. Görevi alacak mısın?" İlk kez bir şey rica edişine tanık oluyordum. Çünkü onun rica etmesine gerek yoktu, o bir şeyi için emir verirse o mutlaka yapılırdı.

Görevi tabi ki de alacaktım, en düşkün olduğum ve kırmızı çizgim olan konuydu özgürlük ile adalet. İkisinin yerini bulması içinse can alıp can verirdim. Ama onu kendimi bildim bileli tanıyordum ve kesinlikle hali hal değildi. Bu da benim içimde bir merak uyandırıyordu. Burnuma hiç de iyi kokular gelmiyordu. "Bu neden bu kadar umrunda?"

"Çünkü..." Dedi ve duraksadı, bir şey konuşmasına engel oluyor gibiydi. "Çünkü Türkiye'nin bu deneylere verdiği kurban benim kızım Görkem."

Önce yüzüne baktım, sonra güldüm. "Güzel denemeydi abi. Kızın Yaşam, doğarken ölmedi mi?"

Bana öyle bir bakışı vardı ki o an her şey yerine oturdu. Bir şimşek çaktı beynimde. "Ölmedi." Diye mırıldandım. "Onu kurban verdiğin için Zeynep abla seni terk etti, aldatmadın." Başını yere eğdi. "Ben yapmak zorundaydım. Oğlum ölecekti. Kızımı beş sene boyunca denek olarak teslim edersem Sarp'a uygun böbreği vereceklerdi. Yaşam beş sene boyunca buna dayanabilir diye düşündüm. Bilemedim oğlum, ben böyle olacağını bilemedim." Bakışları kucağında duran ellerindeydi, başı eğikti, gözünden akan yaşlarla konuşuyordu. "Benim başka çarem yoktu. Başka türlüsünü olduramadım."

Yeni çıkmaya başlayan sakallarımı sıvazladım. Yedi yaşındaydık ve hayal meyal hatırlıyordum o günleri. Nakil listesinin sonlarındaydı Sarp. Yaşam öldükten, kurban edildikten, hemen sonra böbrek nakli olmuş ve iyileşmişti. "Ama sonra bu deneyin süresi uzadı, ses etmedim. Diğer devletlerle görüştüm fakat hiçbirinden dönüş alamadım. Türkiye bile ses çıkarmıyor Görkem. Sanki o anlaşma hiç imzalanmamış gibi davranıyor herkes. Sanki o çocuklar hiç var olmamış gibi, sanki o çocukları seven, özleyen birileri yokmuş gibi, çocuğunu feda ettiği için vicdan azabından geberen birileri yokmuş gibi." Bakışlarını yüzümde hissettiğimde ona döndüm. "Bu caniliğin son bulması için gece gündüz senelerdir uğraşıyorum ama kimse yardım etmiyor, herkes önüme taş koyuyor. Artık bu işe bir dur demenin, kendi bildiğim şekilde çözmenin zamanı geldi. Yıllardır gölgelerimle yaşıyorum Görkem ve ben, beni o gölgelerden kurtarabilecek tek kişi tanıyorum. Kartacalı bu kez de benim için dayansın kapıya."

"Onun bundan haberi var mı? Sarp'ın?" Eski dostum, candan öte kardeşim; şimdilerde baş düşmanım.

"Yok. Olmayacak da. Burada söz konusu olan 206 insanın hayatı. İşkence gören ve ömrü boyunca bir kafesin içinde yaşamış 206 insan. Dil bilmeyen, hayvan muamelesi gören, hiçe sayılan iki yüz altı insan. Sarp'ın Yaşam oradan çıkana kadar kardeşinin yaşadığından haberi olmayacak."

Başımı salladım. "Kabul ediyorum. Kurtaracağım o çocukları ama benden kimseye yalan söylememi isteme abi."

"Yazık ettiniz dostluğunuza ve ikiniz de bunun farkında değilsiniz. Ama olmalısınız, bazı şeyler elinizden tamamıyla kayıp gitmeden."

Başımı iki yana salladım. "Olan oldu, maziyi karıştırmak kabuk bağlayan yarayı deşmekten farksız." Konumuz da önemli olan da bu değildi. "Ne zaman başlayalım operasyona?"

"Hemen. İş bittiğinde yüklü miktarda ödeme alacaksınız."

"İstemez. Özgürlüğün bedeli mi olurmuş?"

Gözyaşları ve acı içinde gururlu bir baba edasıyla gülümsedi cevabıma karşılık. "Seni iyi yetiştirdim ben."

✦✧✦

Eğer yolumuz bu kitapta kesiştiyse ve satırlarımı aşıp buraya kadar geldiysen sana kocaman bir teşekkür ederim. İçimde barındırdığım kocaman dünyaya hoş geldin!!

Bu bölümde Türkiye'nin deneği Yaşam Köksal'ın abisinin yaşaması için kendi babası tarafından kurban edildiğini öğrendik. Bu Serkan Köksal için zor bir karardı. İki yanında iki evladı, birinin canı diğerine bağlı. Yaptığının taktir edilecek bir yanı yok, lakin tamamen yanlış denilip asılıp kesilecek yanı da yok. Ne tarafından tutsa elinde kaldı, o da kızını beş yıllığına dil yoksunluğu deneylerine kurban edip oğluna bir yaşam hediye etmeyi tercih etti. Ama işler pek de onun umduğu gibi gelişmişe benzemiyor. Ne onun için, ne de denekler için. Burada da Kartacalı ve ekibi devreye giriyor. Görkem Ertuğ Değirmenci onu yetiştirip büyüten adama olan borcunu ödemek, yasak deneylerin masum denekleri için özgürlüğe bir bilet almak için ekibiyle yeni ve tehlikeli bir maceraya atılıyor. Ve hikayemiz tam olarak burada başlıyor.

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı ve düşüncelerinizi duymak için sabırsızlanıyorum.

Sevgilerle...💙✨

Continue Reading

You'll Also Like

7.5K 575 1
Bu kitap hiç büyüyemeyen kız çocuklarına ithafen yazılmıştır... Başlama tarihi : 07.12.2022
platonik (ÇT) By ...

Science Fiction

176K 10.1K 108
Yeni başladığın okulda kimsenin konuşmaya cesaret edemediği sadece okulun zorbalarıyla takıldığı çocuğu ilk gördüğün an aşık olup yılarca plotonik ol...
135K 6.4K 16
Felaketlerle başlayan bir gece kaç Bedel ödettirdi? 🕯️
683K 15K 23
(berdel kitabıdır) " ben evlenmem o adamla amca yere batsın töreleri" dedim kendimden emin bi şekilde " Ne demek evlenmem bu olay bugün kapanacak duy...