Insensitive ➳ Sirius Black

By PotterCat

244K 13.5K 8.9K

[WattpadFanficsTR "Hogwarts Dünyası" okuma listesinde sizlerle!] ~"Mükemmel cadı" maskesi takan bir kızın mük... More

*1* Küçük Bir Yetim
*2* Yazlık
*3* Eğlence
*4* Eski Bir Dost
*5* Doğum Günü
*6* Saçlar
*7* Çizgiyi Aşıyorsun, Black
*8* Hogwarts
*9* Saklı Gerçekler
*10* Tüy
*11* Teklif
*12* Delirmek
*13* Patronus
*14* Sen Olmasaydın...
*15* Noel Balosu
*16* İmkansız Gerçek Oluyor
*17* Bob Ama Kısaca Bobby
*18* Broken
*19* Amortentia
*20* Köpek Kediyi Kovalar
*21* O Biliyor
*22* Bela Genellikle Beni Buluyor
*23* Sürüngenler
*24* Haber, Saldırı, Oda ve Ayna
*25* Sectumsempra
*26* Yeşil Işık
*27* Altıncı Sınıf Bitiyor
*28* Tesadüfler
*29* O Biraz Daha Baskın Gelmiş
*30* Hata
*31* Melek ve Şeytan
*Özel Bölüm*
*32* Albüm
*33* Little Hangleton
*34* Yedinci Sınıf
*35* Arzu
*36* Teorik Bilgi
*37* Hangover
*38* Genç Anka
*39* Asla Bırakma
*40* Aile Yemeği
*41* Noel
*42* Değişim
*43* Davetsiz Misafir
*44* Maske Düşüyor
*45* Ölüm Bizi Ayırana Dek
*46* Elinde Olan Bir Tek Bu Hayatın
*47* Bu Kadar Mutlu Olmamıştım
Özel Bölüm *2*
*49* Vahşi Kedi
*50* Biraz Ateşviskisi, Biraz Quidditch

*48* Yıl Dönümü

1K 80 24
By PotterCat


"Bella, o buzun içinde bir öğrenci var!"

Bella, çığlık attığımı duyduğu gibi refleks olarak sol bileğimi kavradı ama bakışlarını, benim sağ elimle işaret ettiğim yöne çevirdiğinde onun da gözleri korkuyla büyümüştü. İkimiz de minik adımlarla buzun içindeki öğrenciye yaklaşmaya başladık "Sence... Yaşıyor mu?" diye sordu Bella kısık bir sesle.

Nefes verdikçe hava, beyaz bir buhar halinde çıkıyordu "Hiçbir fikrim yok." diye cevap verdim ve buzun önüne gelince durdum "Bella, bence daha fazla yaklaşmamalıyız." dedim ama Bella'nın, beni dikkate almadan buza dokunmaya kalktığını gördüğüm gibi hızlıca üzerine atılıp onu geriye itmiştim "Ne yaptığını sanıyorsun sen?! Ne olduğunu bilmediğimiz, lanetli bir buzu ellemek mantıklı mı şu durumda?"

Bella geriye doğru birkaç adım attı "Pekâlâ, haklısın." dedi ve ben önünden çekildikten sonra asasına uzandı "O zaman hangi büyüler işe yarıyor ona bakalım."

Yüzünü, içinde öğrencinin olduğu buzdan biraz uzaktaki başka bir buza döndü ve Incendio yaptı, asasından fırlayan alevler buzla buluştuğunda onu biraz olsa da eritmişlerdi "Tamam, eğer Incendio işe yarıyorsa demek ki ciddi anlamda lanetli değil bu buz." diye mırıldandı Bella ve bana döndü "Ama onu eritmeye çalışamam, çocuğu yakabilirim."

Hızlıca onayladım "O zaman... O zaman biz de bir profesöre haber veririz, değil mi? Yani şu anda daha ne yapabiliriz ki?" diye sordum, Bella da onayladı "Sen burada bekle ve kimsenin içeriye girmemesini sağla, ben gidip bir profesör getireceğim."

Bunun ardından Bella'nın ne diyeceğini beklemeden ve arkama dahi bakmadan koşarak donmuş koridordan çıkmıştım. Tam Büyük Salon'a doğru gidiyordum ki yolda Flitwick ile burun buruna geldim –yani, o sonuçta gerçekten de çok küçüktü ve ben de önüme bakmadan deli gibi koşuyordum. Neyse ki son anda hızımı alıp herhangi bir kaza yaşanmadan durabilmiştim.

"Bayan Cain, lütfen koridorlarda önünüze bakmadan koşmayın!" diye uyardı beni Flitwick ama, büyük ihtimalle, yüzümün bembeyaz olduğunu fark edince ifadesi yumuşadı "Her şey yolunda mı?"

Başımı salladım, bir yandan da soluklanıyordum "Profesör... Buz... Lanet... Öğrenci..." konuşmaya çalıştıkça kelimeler birbirine giriyordu, bu yüzden durumu açıklamaya çalışmaktan vazgeçtim "Lütfen, beni takip edin."

Birkaç dakika sonra Flitwick ile birlikte, donmuş koridorun başında duruyorduk "Merlin aşkına... Burada ne olmuş böyle?" diye mırıldandı Flitwick bir yandan ağır adımlarla içeriye girerken. Büyük ihtimalle soğuğu hissettiği gibi ısınma tılsımı yapmıştı kendisine "Bayan Cain ve Bayan Black, buraya geldiğinizde herhangi birisini gördünüz mü?"

"Bunun dışında hayır." diye cevap verdi Bella, başıyla buzun içindeki öğrenciyi işaret ederken. Flitwick'in de beti benzi atmıştı "Yaşayıp yaşamadığını bilmiyoruz çünkü buza dokunmadık ama Incendio'yu test ettik, işe yarıyor."

Flitwick ağır hareketlerle onayladı "Anladım, teşekkür ederim. Bundan sonrasını profesörleriniz olarak biz hallederiz, siz Ortak Salonunuza dönebilirsiniz." dedi ama gerçekten de korkmuş gözüküyordu "Sizlerden tek ricam, zindanlara giden yol üzerinde karşılaştığınız bütün profesörleri buraya yönlendirmeniz."

Lanetli bir buzun Hogwarts koridorlarında yayıldığı dedikodusu elbette birkaç saat içerisinde bütün şatoda kol gezmeye başlamıştı, herkes nefesini tutmuş bir şekilde buzun içindeki öğrencinin sağ salim kurtarılmasını bekliyordu. Günün sonlarına doğru, profesörlerin yoğun uğraşlarından sonra öğrenci kurtarılmıştı ancak buzun yapısındaki özel bir şeyden dolayı bilinç kaybı yaşadığı için bir hafta boyunca Hastane Kanadında kalması gerekmişti. O süreçte de lanetli buzun hikâyesi bütün okula yayılmıştı.

Hogwarts'ta gizlenmiş olarak bulunan beş adet özel oda vardı, bunların isimleri "Lanetli Kasa" olarak geçiyordu ve beşi de özel lanetler ile korunuyorlardı. Bu kasaların kim tarafından inşa edildiği bilinmiyordu ancak ortalıkta birçok teori dönüyordu: kimi Hogwarts'ın kurucularından bahsediyordu, kimi ise paranoyak bir müdürden... Kasaların içlerinde barındırdığı şeylerle ilgili de birçok tahmin vardı: paha biçilemez hazineler, hayal edilemeyecek güce sahip büyülü nesneler ve Kara Büyü.

Bu Lanetli Kasaların varlığı da, tıpkı Sırlar Odasının da olduğu gibi, sadece bir efsaneden ibaretti; bugüne kadar herhangi bir kasanın yerini belirlemeyi kimse başaramamıştı. Ancak herkesin tahmini, buzda kalan öğrencinin ve onun en yakın arkadaşının bu kasalardan tekini bir şekilde uyandırdığı yönündeydi çünkü yayılan lanetli buza başka bir açıklama getirmek çok güçtü. Ayrıca da bahsi geçen iki öğrencinin de Lanetli Kasalarla ilgili bir geçmişi vardı.

Jacob Jenkins, buzun içinden kurtarılan öğrenci, üçüncü sınıf bir Slytherin'di ve Hogwarts'a adım attığı andan beri tek bir amacı vardı, o da Lanetli Kasaları keşfetmek. Bu konu hakkında etrafta çok sorup soruşturmuştu, bulabileceği her kitabı okumuştu ve sonunda bu takıntısı öyle bir seviyeye gelmişti ki onun döneminden sorumlu Sınıf Başkanı olarak Lucius'un, özel olarak gidip Jenkins ile konuşması gerekmişti. Hem de birden fazla kez. Bu yüzden Bella ile Ortak Salon'a dönüp olayı anlattığımızda Lucius neler olduğunu hemen anlamıştı.

Jacob Jenkins'i, Lanetli Kasa arayışında takip eden bir kişi daha vardı –en iyi arkadaşı Duncan Ashe. Ashe tıpkı Jenkins gibi üçüncü sınıfa giden bir Slyhterin öğrencisiydi ancak ilginç bir şekilde buzun yayıldığı ve Jenkins'in buzun içinde kaldığı o süreç boyunca olaylardan tamamen uzak kalmıştı çünkü önceki gece sabahladığı için pazar gününü uyuyarak geçirmişti.

Yine de, bu iki söz dinlemeyen üçüncü sınıf ve Lanetli Kasa takıntıları yüzünden Slytherin'den 150 puan silinmişti, bu da herkesin fazlasıyla sinirlenmesine neden olmuştu. Bina Kupasını bir nevi kendi ellerimizle diğer üç binaya hediye etmiştik.

Bütün lanetli buzların temizlenmesi, profesörlerin neredeyse bir haftasını almıştı, ardından da o koridor, öğrenci girişlerine tamamen kapatılmıştı. Profesörler, alınan tedbirlerin ve verilen cezaların bu Lanetli Kasa serüvenine gerekli noktayı koyacağını düşünüyorlardı ve haklı da çıktılar –yılın geri kalanında ne lanetli buz tekrardan gün yüzüne çıktı, ne de Lanetli Kasalar.

/16 Nisan Pazar, 1978/

Lanetli buz olayının da çözülmesinin ardından bir anda herkes, bundan kastım da yedinci sınıflardı, kendini tamamen derslere vermişti –öyle ki Sirius ve James'in bile katıldığı günlük kütüphane çalışmalarımız oluyordu. Elbette her gün tam kadro katılım sağlayamıyorduk çünkü genellikle ya Gryffindor'un ya da Slytherin'in Quidditch antrenmanlarıyla çakışıyordu ama bunun dışında hemen hemen her gün gerek ödev yapmak gerek FYBSlere çalışmak için kütüphanede buluşup derslerden geriye kalan bütün vaktimizi orada geçirir olmuştuk.

Bu süreçte bol bol gelecek planlarımız hakkında konuşma fırsatı da elimize geçmişti –aslında ders çalışırken bile hepimizin aklından geçen tek şey buydu, Hogwarts'tan sonra ne yapacağımız yani. FYBS konularıyla haşır neşir oldukça ister istemez herkes birer adet B ve C (hatta bazen de D) planı oluşturmaya başlamıştı.

Mart ayının sonlarına doğru, yani yedimizin de gelecek kaygısı gece uykularımızı kaçıracak düzeye geldiğinde, James ve Sirius bu duruma son noktayı koyacak şeyi söylemişti. Eğer onlar, burnumuzun dibinde duran bu kaçınılmaz çözümü öne atmasaydı büyük ihtimalle hala geceleri uyanık kalıp kariyer seçeneklerimi düşünerek kendimi delirtiyor olurdum.

"Bakın," demişti James, ders çalışma molasında konunun yine gelecek kaygısına sürüklendiği bir Mart gecesinde "Her gün oturup saatlerce kafa patlatıyoruz hatta ve hatta geceleri bile bu konuyu düşünüyoruz ama biz, sizlere çok daha önemli bir soru sormak istiyoruz."

"Gerçekten de bir kariyer yapma, bir iş seçme şansımızın olacağına inanıyor musunuz?" diye sormuştu Sirius, onu daha önce hiç görmediğim kadar ciddi bir şekilde. Elbette ilk olarak kimse, hangi konudan bahsettiklerini anlamamıştı.

"Nasıl yani?" diye sormuştu Rose "Niye olmasın ki?"

Sirius ve James'in bakışlarının bana döndüğünü gördüğüm anda konunun ne olduğunu anlamıştım "Babam..." diye mırıldanmıştım sessizce, o kadar sessizdi ki yanımda oturan Rose dışında kimse duyamamıştı. Bunun üzerine boğazımı temizlermiş gibi yapıp kısmen daha yüksek bir sesle konuşmuştum "Savaştan bahsediyorlar."

Bunu söylediğim gibi gruba fazlasıyla rahatsız edici bir sessizlik çökmüştü.

"FYBS'den hangi notu alırsak alalım, kariyer planımız ne yönde olursa olsun mezun olduktan sonra hepimizin gideceği yer Yoldaşlık olacak," diyerek sessizliği bozmuştu James "Seherbazlık Bürosu değil, Esrar Dairesi değil –Yoldaşlık."

O günden sonra konuştuklarımız hakkında düşünmek içip epey bir vaktim olmuştu ve James ile Sirius'un çok haklı olduklarını fark etmiştim –elimizde seçim şansı yoktu. Hogwarts'ın bize yarattığı koruma balonundan dışarıya adım attığımız gibi savaşmak zorunda kalacaktık. Eğer savaş biterse, eğer gerçekten de bir geleceğimiz olursa, kariyer işte o zaman bizler için bir öncelik haline gelebilirdi.

Bu farkındalığı yaşadıktan sonra kendi kendime üzerimde kurduğum Ya bütün sınavlarımdan 'Beklenenin Üstünde' veya 'Olağanüstü' alamazsam ve Seherbaz olamazsam? baskısı da yok olmuştu. Evet, hala Seherbaz olmak istiyordum ve bunun için elimden gelen her şeyi yapacaktım ama şunu da biliyordum: Hogwarts'tan mezun olduktan sonra tam zamanlı olarak Yoldaşlık'ta görev alacaktım, Seherbazlık Bürosunda değil.

Gözlemlediğim kadarıyla diğerleri de benzer duygular içerisindeydi, herkes aniden gelecek kaygısından sıyrılıvermişti.

Slytherin'deki arkadaş grubuma gelince, benim aniden gelişen yoğun ders çalışma programımdan dolayı cuma ve cumartesi akşamları dışında pek zaman geçiremiyorduk, sadece ders araları ve yemeklerde denk geliyorduk. Herkes gibi onlar da yedinci sınıfları etkisi altına alan bu inekleme rüzgârına kapılmışlardı, şaşırtıcı bir şekilde, her ne kadar insanların ortalama ders çalışma temposuna kıyasla çok az kalıyor olsa da Bella, Cissy, Lucius ve Rodolphus da ineklemeye başlamıştı.

Ve bu şekilde kışı bitirip baharı yarılamıştık –öyle ki Paskalya bile bitmek üzereydi. Bütün bu yoğunluğun içerisinde tek eğlencemiz yedinci sınıflara düzenlenen Sevgililer Günü balosu olmuştu ama o da fazlasıyla olaysız geçmişti. Yani gerçekten, konuşulabilecek hiçbir şey yaşanmamıştı –herkes eşiyle birlikte baloya gelip dans edip sonra da uyumaya gitmişti, kısacası özeti böyleydi. Büyük ihtimalle bunun nedeni de herhangi bir Amortentia vakası yaşanmaması için profesörlerin, kontrolleri çok sıkı tutmasıydı.

Genel olarak beşinci ve yedinci sınıflar dışında Paskalyayı, Hogwarts'ta geçiren yoktu –maalesef iki grubun da sınavlarına iki aydan az süre kaldığı için kimse eve dönüp rehavete kapılma riskini göze almak istememişti. Bu şekilde tatili de gayet verimli değerlendirmiştik, zaten dersler olmadığı için gün içinde ders çalışıp akşam kalan vakitte de kendi halimizde takılmıştık, ben de hali hazır son zamanlarımıza yaklaştığımız için bütün boş vakitlerimi; Slytherin'deki arkadaşlarıma geçirmeye çalışmıştım.

Yaklaşmakta olan FYBSlerin yarattığı gerginlik yüzünden pek hissedilmiyor olsa da grubumuza ciddi bir hüzün çökmeye başlamıştı –ayrılığın yaklaştığını hissettikçe herkesin keyfi birden kaçıyordu.

Tatilin son gününü, yani pazar gününü, ortak karar alarak tatil ilan etmiştik ve kimse kitap kapağı dahi açmayacağına söz vermişti. Durum böyle olunca Lucius, Rodolphus ve ben; neredeyse bütün günü antrenman yaparak geçirmiştik ki çok da verimli olmuştu çünkü vaktimizin çoğunu, beni Sopalı Denizyıldızı manevrasına alıştırarak geçirmiştik.

Yorgun bir şekilde yatakhaneye döndüğümde yatağımın üzerinde bir mektup bulmuştum, bu yüzden duşa ilerlemek yerine yüzümde meraklı bir ifadeyle yatağıma oturup zarfı açmıştım. İçinden çıkan parşömende kısa bir şey yazıyordu.

Saat yedide seni almaya gelirim, geceyi geçirmek için gerekli eşyalarını hazırlamayı unutma.

-Patiayak

Sirius'un tanıdık el yazısını görünce istemsizce gülümsemeye başlamıştım –bugün yıl dönümümüzdü ve bana, çok güzel bir sürpriz hazırladığını bu nedenle bütün geceyi birlikte geçireceğimizi söylemişti. Elbette bütün bu ders çalışma maratonuna ara verip bu geceyi Sirius'la birlikte, mutlu bir şekilde geçirme fikri beni fazlasıyla mutlu ediyordu. Bunun bana getirdiği enerjiyle neredeyse zıplayarak banyonun yolunu tutmuştum, bir yandan da Sirius'un ona özel olarak hazırladığım hediyeyi görünce nasıl tepki vereceğini düşünüyordum.

***

Özel bir şey kutlayacağımızdan dolayı klasik Natasha tarzından, yani rahat tişört ve taytlardan, uzaklaşıp süslenmeye karar verdim –bu gece için giymeyi planladığım çok özel bir elbise vardı, sanırım Hogwarts'a gelirken bavuluma yerleştirdiğim sayılı şık kıyafetlerden olabilirdi. Elbette bu elbiseyi alırken aklımdan geçen şey Ah, evet kesinlikle yıl dönümünde giymeliyim olmamıştı ama yine de bir gün ihtiyacım olacağını veya işime yarayacağını tahmin etmiştim.

Şaşırtıcı olmayan bir şekilde zümrüt yeşiliydi, zaten zümrüt yeşili veya siyah olmayan herhangi bir kıyafeti görüp İşte bunu almalıyım diyebileceğimi hiç sanmıyordum. İki ayrı kumaştan oluşuyordu: kolları tüldü, omuzdan yukarısı (yani kalın askı kısımları) ve gövdesi kadifeydi. Ve üzerinde gümüşi bir renkle işlenmiş yıldızlar vardı, eteği ise diz kapağımın aşağı yukarı on santim üstünde bitiyordu.

Elbisem gerçekten de zarifti, evet ama sorun şuydu ki benim buna uygun ayakkabım yoktu –babetlerimi doğal olarak Hogwarts'a getirmemiştim çünkü hiçbir zaman giymiyordum. Cissy, beni kendi topuklu ayakkabılarından giymeye zorlamıştı ancak üstün inat yeteneklerimi kullanarak Cissy'yi sonunda pes ettirmiştim ve o fazlasıyla şık elbisenin altına siyah Converse giymiştim.

Kombinimin son haliyle Bella'nın karşısına çıktığımda Bella kahkaha attı "Sonucun bu olacağı başından beri belliydi," dedi, bana göz kırptı ve peşimden yürüyen Cissy'ye döndü "Kendini boşuna yordun, Tasha'nın topuklu ayakkabı giydiği nerede görülmüş ki?"

Yatakhane odamızdaydık, benim süslenme sürecimde kızlar da bana yardımcı olmak istemişlerdi.

Cissy onaylamaz bir ifadeyle başını salladı "Güzelim elbiseyi rezil ediyorsun, Natasha."

Abartılı bir şekilde gözlerimi devirdim "Ya bana ne! Ben o ayakkabılarla yürüyemiyorum bile –daha yatakhaneden inemeden merdivenlerden yuvarlanırım." diye söylendim, ardından Bella'nın yatağına oturmuş olan Black kız kardeşlerin önüne –yani yatağın uç kısmına –atladım "Hadi bana makyaj yapın!"

Bunu duyan Bella'nın gözleri kocaman olmuştu, Fluffy bile sanki dediklerimi anlamış gibi Bella'nın yastığında yattığı yerden bana pörtlek gözlerle bakıyordu "Sen? Makyaj? Kendi isteğinle?" diye sordu Bella inanamayan bir ses tonuyla.

Kıkırdayarak cevap verdim "Yani, bu elbiseye makyaj yapmamak olmaz herhalde, değil mi?"

"Converse giymek oluyor ama," diye homurdandı Cissy; Bella ve benim gülmeme sebep olarak "Peki, düzgünce otur şuraya bir bakalım hangi renkler gider."

Benim, abartılı makyajlardan hoşlanmadığımı bildikleri için Bella ve Cissy ellerini olabildiğince sade tutmuşlardı –bakır rengi bir far, siyah rimel ve soluk, pudra pembe bir ruj sürmüşlerdi. Makyaj yapmayı bitirince heyecanlı bir şekilde beni aynanın önüne sürüklediler ve itiraf etmeliyim ki ortaya çıkan sonuca bayılmıştım.

"Çok güzel olmuş," diye mırıldandım aynada kendime bakarken, ardından dudaklarımda büyük bir gülümsemeyle arkamda dikilen Bella ve Cissy'ye döndüm "Çok teşekkür ederim."

Bella omuz silkti, Cissy ise gülümsedi "Mezun olmadan sana makyaj yapmayı öğretmemiz gerekiyor." dedi Cissy, Bella da onaylamıştı.

"Kesinlikle, bir günümüzü tamamen Tasha'yı makyaj eğitimine alarak geçirmemiz gerekecek."

Gözlerimi devirdim ama herhangi bir şekilde karşı çıkmadım çünkü haklıydılar "Neyse, yavaştan Ortak Salon'a ineyim ben, saat yediye geliyor." diye mırıldandım ve içerisinde pijama, diş fırçası ve diş macunu bulunan küçük çantamı da aldıktan sonra kızların peşinden Ortak Salon'a indim. Beni süslenmiş bir şekilde gören Rodolphus ve Lucius aynı anda ıslık öttürdü, ben de kısmen utandığım istemsizce bakışlarımı yere indirdim.

Regulus, Paskalyada eve dönmemişti, oturduğu yerden beni şöyle bir süzdükten sonra hiçbir tepki vermeden kucağındaki parşömene bir şeyler yazmaya devam etti.

"Birileri bu gece ışıldıyor." dedi Rodolphus, sırıtarak yanıma ilerlerken "Yıl dönümü, ha? Koca bir senedir Black'le birliktesin ve hala ondan bıkmadın, öyle mi?" diye sordu dalga geçen bir ses tonuyla.

Tek kaşımı kaldırdım "Bıkmam için bir sebep mi var?" diye sordum, meydan okuyan bir edayla. Bunun üzerine Rodolphus güldü ve bana göz kırptıktan sonra iki koltukta Bella'nın yanına oturdu.

"Çanta ne için?" diye sordu Lucius, sol omzumdaki küçük çantayı işaret ederek. Sağ elimde asam vardı.

Cissy hafifçe sırıtarak benim verime cevap verdi "Gece Black'le kalacakmış." dedi, bunun üzerine Rodolphus ve Lucius sanki anlaşmışlar gibi aynı anda uuu sesi çıkarttı.

Gözlerimi devirirken bir yandan da gülüyordum "Ben gidiyorum, yarın kahvaltıda görüşürüz."

Hızlıca Ortak Salon'un girişindeki merdivenleri tırmandıktan sonra son kez arkadaşlarıma el sallayıp dışarı çıktım; zaten ben çıktıktan hemen sonra da Sirius, İksir dersliğine bağlanan koridorda belirdi. Üzerinde kırmızı-siyah kareli gömlek, beyaz pantolon ve siyah spor ayakkabılar vardı; gömleğinin kollarını, dirseklerinin üzerine kadar kıvırıp düğmelemişti. Çok karizmatik görünüyordu, hatta fazla karizmatikti, onu gördüğüm anda nefesim kesilmişti.

Koridor, zindanların genel olarak daha az aydınlatılıyor olmasından dolayı fazlasıyla loş olsa da Ortak Salon'un girişinin hemen yanında bulunan meşale sayesinde birbirimizi, yüz ifadelerimizi ayırt edebilecek kadar görebiliyorduk.

Hayran bakışlarımı fark eden Sirius'un dudağı, sinir bozucu bir şekilde yukarı kıvrıldı "Gözlerini benden alamıyorsun, değil mi?" diye sordu alaycı bir ses tonuyla, bu da yüzümdeki büyülenmiş ifadenin anında yok olup yerini bıkkınlığa bırakmasına neden olmuştu.

Abartılı bir şekilde gözlerimi devirdim "Bir yıl oldu, Black," dedim ona doğru ilerlerken "Bir yıldır artık beni tavlamaya çalışmak gibi bir derdin yok ama şu huyundan bir türlü vazgeçemiyorsun."

"Ah, gerçekten de bir yıl oldu, sanki benden kaçtığın günler daha dünmüş gibi geliyor," dedi Sirius ve elimi tutup parmaklarımızı kenetledi –asamı da sol elime almıştım. Yürümeye başlamadan önce alnıma minik bir öpücük bıraktı "Çok güzelsin."

Ses tonu aniden derinleşmişti, bu da aynı gece içerisinde ikinci kez utanıp bakışlarımı yere indirmeme neden olmuştu. Sirius'un bunu fark edip yorum yapmasını engellemek için hemen konuyu değiştirdim "Nereye gidiyoruz?" diye sordum, bakışlarımı tekrar gözlerine sabitlerken.

Yürümeye başlamıştık, sorumu duyunca bana kısa bir bakış atıp hafifçe sırıttı "Tahminin var mı?"

"Baraka'ya, değil mi?"

Dudaklarında muzip bir gülümsemeyle onayladı "Her şeyin başladığı yere."

***

Bağıran Baraka'ya girdikten sonra Sirius, sürprizin bozulmaması gerektiğini söyleyerek elleriyle gözlerimi kapatmıştı. Bu şekilde beni yukarıya çıkarmaya çalışmasından korkuyordum ama sanırım sürpriz alt kattaydı. Ellerini çektiği zaman yavaşça gözlerimi açtım.

Karşımda özel olarak hazırlanmış bir yemek masası duruyordu. Tahminimce bütün yemek takımı yeni alınmıştı çünkü Çapulcuların, Baraka'da parlak kırmızı renk tabaklar ve tombul şarap kadehleri tuttuklarını hiç sanmıyordum. Mat siyah masa örtüsünün üzeri kırmızı gül yapraklarıyla kaplıydı ve iki adet uzun, kırmızı mum şamdanların içerisinde duruyordu. Zaten odayı da bir tek o iki mumun ışığı aydınlatıyordu.

Her şey mükemmeldi.

Dudaklarımda kocaman bir gülümsemeyle Sirius'a döndüm, o da meraklı gözlerle benim tepkimi görmeyi bekliyordu anlaşılan "Nasıl, hoşuna gitti mi?" diye sordu, üzerindeki gerginliği çok rahat hissedebiliyordum.

Heyecanlı bir şekilde onayladım ve kollarımı, Sirius'un boynuna attım "Bayıldım, Sirius, sadece bayıldım." dedim, bunu duyunca rahatlamış olacak ki duruşu hafifçe gevşedi "Her şey mükemmel gözüküyor."

Dudaklarıma minik bir öpücük kondurdu "Asıl yemeği bekle –hepsini ben yaptım."

Sirius, mutfaktan yemeği almaya giderken ben de arkasından seslendim "Sen ciddi misin?!"

Birkaç dakika sonra küçük, gümüş rengi bir servis masasını iterek yanıma gelmişti, dudaklarında küçük bir sırıtış vardı "Aynen öyle, Cain, sonunda aşçılık yeteneklerimi en üst seviyede göreceksin." dedi ve tencerenin kapağını açtı "Deniz mahsullü makarna," dedi, ardından hızlıca onun yanındaki fırın tepsisinin üzerindeki folyoyu kaldırdı "ve Somon."

Ağzım şaşkınlıkla açılmıştı "İnanamıyorum," diye mırıldandım "Bütün bunları sen tek başına yaptın –hem, deniz mahsullü makarna! Merlin, bunun için yaşıyorum işte!"

Sirius kahkaha attı "Biliyorum, güzelim, hadi sen otur ben de servise başlayayım, ne dersin?"

"Yok, önce sen otur bence," dedim, bunun üzerine yüzünde soran bir ifadeyle tek kaşını kaldırdı "Hediyeni vereceğim, hadi geçsene şöyle."

Hediyeyi duyunca yüzündeki soran ifade yerini gülümsemeye bırakmıştı, bana kendimi tekrar ettirmeden hemen masanın sağ tarafında kalan sandalyeye geçti. Ben de çantamdan, hediye paketini çıkarttım; çantayı asamla beraber masanın bana ait olan tarafına koydum ve Sirius'un yanına gittim.

"Seninki kadar büyük bir hediye değil benimki maalesef," dedim ve Sirius'un sağ bacağına oturup hediyeyi ona uzattım; bir yandan da sol kolumu, omzuna atmıştım "Ama baktıkça bu geceyi ve geçirdiğimiz çılgın ötesi ilk yılı hatırlarsın diye düşündüm. Aç bakalım."

Sirius, kutuyu açtıktan sonra içindeki kısmen büyük kar küresini sol eline alıp sağ kolunu belime doladı; bir yandan da kar küresinin içindekini dikkatli bir şekilde inceliyordu. Arka planda bembeyaz olmuş şato ve arazisi vardı, dikkatli bakınca Quidditch sahası bile seçilebiliyordu. Şatonun ön tarafında ise tek bir süpürgede beraber uçan Sirius ve ben vardık: önde Sirius oturuyordu, arkasında ise ben vardım ve sıkıca beline sarılmıştım. Uçmaya devam ederken Sirius başını arkaya çevirip beni öpüyordu, ardından tekrardan önüne dönüyordu ve bu şekilde kendini tekrar ediyordu. Ayrıca da kar küresinin içinde gerçekten de kar yağıyordu.

Hediyeyi, bu hale getirebilmek için bir sürü Tılsım kullanmam gerekmişti ama sonuçtan gerçekten de memnundum. Anlaşılan Sirius da beğenmişti çünkü dudaklarına kocaman bir gülümsemeyle bana bakıyordu; öyle ki gülümsemesi, gri gözlerine kadar ulaşıyordu.

"Tasha, bu benim hayatımda aldığım en güzel hediye."

Bunu duyunca ben de gülümsedim "Beğenmene sevindim," dedim ve öne eğilip dudaklarımızı birleştirdim. Uzunca bir süre öpüştük, eğer Sirius kendini zorlayarak geri çekilmiş olmasaydı ben durabileceğimi hiç zannetmiyordum.

"Artık soğumadan yemeği yesek iyi olacak," dedi Sirius ve beni kucağından kaldırdı, kar küresini piyanonun üzerine koydu ve tekrardan bana döndü "Şarap?"

***

Yemek gerçekten de lezizdi, artık Hogwarts'tan ayrıldıktan sonra evde yemekleri kimin yapacağını biliyordum –sanırım Sirius da aşçılık işlerinin kendisine kalmış olduğunu fark etmişti ki bunu alaycı bir şekilde ona söylediğimde karşı çıkmadı. Yemeği bitirip bulaşıkları hallettikten sonra tekrardan odaya dönmüştük, bir süre sadece ben piyano çaldım ve Sirius yanı başımda durup dinledi, ardından birer kadeh daha şarap alıp koltuğa geçtik. Birbirimize sarılmış bir şekilde otururken bir yandan şarap içip bir yandan da muhabbet ediyorduk.

"Sizin şu tarihi hoşça kal şakası ne durumda, hala gerçekten de oturup onu mu planlıyorsunuz?" diye sordum, kırmızı şaraptan bir yudum daha alırken.

Sirius onayladı "Bir şaheser hazırlıyoruz, Cain, adımızı Hogwarts tarihine altın harflerle kazıtacak bir şey hem de." dedi gururlu bir edayla "Daha önce kimsenin yapmadığı, ciddi miktarda şirinlik ve kargaşa içeren bir planımız var."

Kaşlarımı çattım "Şirinlik mi?" diye sordum anlayamayan bir ses tonuyla "Nasıl yani? Şaka nasıl şirin olabilir ki?"

"Bekleyip göreceksin, güzelim," dedi Sirius, sırıtarak "Maalesef özel kontenjanın da olsa bunu seninle paylaşamayız, Çapulcu iç meseleleri gizli kalır."

Bunun üzerine homurdandım, bir yandan da yüzüme düşen saçları geri atıyordum "Aman, sanki ben de sizin iç meselelerinizi öğrenmeye çok meraklıydım, ne haliniz varsa görün."

Tepkim Sirius'u güldürmüştü "Sinir olduğun zaman verdiğin tepkilere bayılıyorum."

"Farkındayım zaten, eline geçen her fırsatta beni delirtmeye çalışmandan belli." dedim ve tek kaşımı kaldırdım "Ama bir gün içimdeki yılan çıkıp sana şöyle bir tıslara görürsün o zaman."

"Onu da çileden çıkartırım ben, sen hiç merak etme."

Gözlerimi devirdim "Sen iflah olmazsın, Sirius."

Bir kez daha güldü, ardından dudaklarıma minik bir öpücük bıraktı "Bu aralar hiç dolaşmaya çıkıyor musun?" diye sordu ve elindeki kadehi dudaklarına götürdü.

İlk olarak dolaşmakla neyi kastettiğini anlamamıştım, jeton sonradan düşmüştü "Evet evet," dedim onaylayarak "Hazır küçük sınıflar da yokken rahat rahat panter olarak takılıyorum geceleri, en son geçen ay Yasak Ormanda bir tane ikinci sınıfa rastladığımdan beri pek çıkmıyordum."

Sirius dudaklarını büzdü "Küçük sınıflar gerçekten son zamanlarda Yasak Ormanı fazla kurcalıyorlar, Aylak ile karşılaşmamaları için her şeyi deniyoruz ama onlar böyle burunlarını sokmaya devam ederse gerçekten de tatsız şeyler yaşanacak." diye mırıldandı "Demek dün gece gördüğüm kedicik sendin. Ben de emin olamamıştım çünkü çok hızlı koşuyordun, net göremedim."

Tek kaşımı kaldırdım, sanırım mumlar son demlerini yaşıyorlardı çünkü içerisi iyice karanlık olmaya başlamıştı "Kedicik mi?" diye sordum "Pantere kedicik diyen tek parşömen beyinli sen olmalısın."

"Senin, gerinirken nasıl göründüğün hakkında bir fikrin yok, değil mi?" diye sordu Sirius gülerek "Ortak Salon'da gezen kedilerden hiçbir farkın kalmıyor, sadece birazcık daha büyüksün."

Başımı salladım "Ben hayatımda böyle saçma bir şey duymadım," dedim ve kadehimde kalan şarabı bitirip kadehi yere koydum "Konuyu değiştir."

"Pekâlâ," diye mırıldandı Sirius alt dudağını yalarken, o da elindeki kadehi yere koydu ve beni, iyice kendine çekti. Saçlarımı, sol omzumda topladıktan sonra yavaşça dudaklarını, açıkta kalan boynuma bastırdı. Birkaç saniye içerisinde başımı geriye atmış ve dudaklarımı birbirlerine bastırmış bir şekilde, resmen kedi gibi mırlamaya başlamıştım. Sirius'un sessizce kıkırdadığını işittim "Bir de kedicik deyince kızıyor."

"Seni duyabiliyorum."

Dudakları, köprücük kemiğimle buluştuktan sonra Sirius hafifçe geriye çekildi; beni, kollarının içinde döndürdü ve kucağına çekti. Her ne kadar içerisi karanlık olsa da hala yüzündeki sırıtışı seçebiliyordum "Biliyorum," diye mırıldandı ve sol eli, usulca elbisemin sırtındaki fermuarı aşağı indirirken dudakları, benim dudaklarımın üzerine kapandı.

/17 Nisan Pazartesi, 1978, saat sabaha karşı 3 suları/

Uyan.

Üzerimde bir huzursuzluk, göğsümde bir ağırlık hissederek huzursuzca yatağın içinde döndüm. Tam olarak uyanık değildim, aynı zamanda da uyuyor da sayılmazdım –hangi tarafa çekileceğimi görmeyi bekliyordum ama hissettiğim huzursuzluk arttıkça uykudan giderek uzaklaşıyormuşum gibi geliyordu.

Neden huzursuzdum ki? Sevgilimin kollarında uyuyordum, huzursuz hissetmem için bir neden yoktu.

Uyan.

Vücudumu, belli belirsiz bir ürperti ele geçerince bir kez daha yatakta döndüm; bir yandan da yorgana iyice sarılmaya çalışıyordum. Ancak ürperti hala yerli yerindeydi, dahası bir de alnımın ortasında rahatsız edici bir karıncalanma hissi belirmişti, istemsizce kaşlarımı çatmama neden oluyordu.

Sanki birisi tarafından izleniyormuşum da vücudum elinden geldiğince beni uyarmaya çalışıyormuş gibiydi.

UYAN!

Görünmez bir elin, usulca zihnimden çekildiğini hissettiğim gibi gözlerimin aniden açılması ve anlayamadığım bir şekilde gölgelere karışan siyah bir duman görmem bir olmuştu. Nefes nefese bir şekilde yatakta doğruldum, zümrüt yeşili gözlerim hala siyah dumanı gördüğüm yerdeydi.

Doğru görmüş olamazdım, değil mi?

"Natasha?"

Sirius'un fısıldayan sesini duyunca silkelenip başımı sağa çevirdim, uyku akan gözleriyle yattığı yerden bana bakıyordu "Kâbus mu gördün?" diye sordu ve yavaşça doğrulup yüzüme düşen saçlarımı geriye attı "Uykunda sayıklıyordun."

"Ben... Ben bir şey gördüğümü sandım sadece." diye mırıldandım, büyük ihtimale uyku sersemliğiyle dışarıdaki ağacın dallarının odaya vuran gölgelerini duman zannetmiştim "Sayıkladım mı yine?"

Sirius onayladı "Çok anlaşılmıyordu dediklerin ama sanki annenden bahsediyor gibiydin." dedi ve sesli bir şekilde esnedi "Yarın dersler başlıyor, bence uykunu bölmemelisin, gel hadi."

Bir süre daha siyah dumanı gördüğümü düşündüğüm yere baktıktan sonra direnmeden kendimi, Sirius'un kollarına bıraktım; birkaç dakika sonra bütün her şeyi unutup tekrardan uykuya dalmıştım bile.

/Aynı gece; Wiltshire, İngiltere açıklarında/

Koyu renk cübbeler içindeki adam, kemik rengi asasının tek bir hareketiyle Malfoy Malikânesinin heybetli kapılarını ardına kadar açtı. İçeriden belli belirsiz konuşmalar geliyordu, normalde bu saatte malikâneye ölüm sessizliği hâkim olurdu ancak bu gece, herkes heyecanla onun dönüşünü bekliyordu.

İçeriye adım attığında kendisine doğru sürünen yılanı görünce dudağının kenarı sinsi bir şekilde hafifçe yukarı kıvrılmıştı "Sonunda," diye mırıldandı Çataldilinde "Gerçeği öğrendi."

"Artık planın son aşamasına geçebiliriz, Nagini."

Selamm, umarım herkes 2020'nin son günlerini sağlıklı bir şekilde geçiriyordur :)

Sanırım maksimum üç bölüm içerisinde Hogwarts'a veda edeceğiz, hemen ardından gelecek olan I. Büyücülük Savaşı kısmını ne kadar uzun tutarım/tutabilirim hiçbir fikrim yok ama tahminimce 50. bölüm civarı hikayenin üçte ikisi tamamlanmış olur.

Lanetli Kasaları bir daha görmeyeceğiz, onları sadece Hogwarts Mystery'nin yarattığı hikayede geçtiği ve zaman olarak da aşağı yukarı Çapulcuların son yıllarına denk geldiği için ekledim -oyunu veya kurgusunu bilmeyenleriniz için de bir çeşit ön bilgi olmuş olur aynı zamanda da.

Umarım bölümü beğenmişsinizdir, oy verip yorum yapmayı unutmayın lütfen ^-^ (etkileşimler....)

Kisses :*

Continue Reading

You'll Also Like

42K 2.2K 13
"kurtarıcısına aşık kız... klişe hikaye." "komşu kızına platonik aşık çocuk mu söylüyor bunu?" ya da asi'nin şebnem'in kızı olarak doğup büyüdüğü ve...
28K 3.5K 67
Hep aynı yıldıza bakarsan yolunu asla kaybetmezsin...
12.5K 1K 36
sadece erkeklerin olduğu bir üniversitede gay yönelimin odağı ve tüm dikkati üzerine çeken Jungkook, bu durumdan sıkılan ve onu bu rahatsızlıktan ko...
14.7K 1.1K 14
Kızıl Goncalar 2. sezon itibariyle gibi düşünebilirsiniz, Zeynep gitmiş ve 3 sene sonra dönmüş, bakalım her şey bıraktığı gibi mi?