korkular da benim, umutlar da. beni bırakma.

En başından başla
                                    

"Evet," dedi, anında başını sallayarak. "Evet, bence kesinlikle konuşmanız gerekiyor."

"Ben seni kastetmiştim." dedim, yanımdan geçip dolabı yeniden açtı ve evde soya sosu olup olmadığını sorarken beni bir defa daha duymazdan geldi. "Tae!" dedim, sosu eline sertçe tutuştururken. Kaşları inanılmaz çatık, en az ilk zamanlar olduğu kadar ürkütücü soğukluğuyla "Jungkook." dedi, usulca. Anlaşılan uyandığı ilk dakikalarda ona bulaşmamak gerekiyordu.

Ben de pes edip kaderimle yüzleşmeye salona geçtim.

Jimin, avucumun içini öpüp beni gerçek bir dondurmaya çevirdiği ilk andaki gibi öylece oturuyordu. Başı koltuğun sırtlığına yaslanmış, gözleri kapalıydı. Benim kanımda yerimde durmamı engelleyecek güçte bir şeyler dolanırken ve karnımdaki o ağrı, orayı evi bilmişken Jimin'in böyle kaygısızca oturması, uyuyor olması sinirlerimi, Taehyung tarafından görmezden gelinmem kadar bozdu.

"Uyan." dedim, sertçe. Hoseok hala ortalarda görünmüyordu. Jimin'in de her zaman olduğu gibi ortalardan kaybolmasını beklerdim ama işte, buradaydı. Elimi, yasladığı yüzünden, aklım başıma gelir gelmez çektiğimden beri ki bu dakikalar almıştı, aynı yerde oturuyora benziyordu. "Uyan, Jimin."

Yerinde biraz kıpırdanırken gözlerini araladı ama kafasını koltuktan kaldırmamıştı. Suratıma dik dik bakmasını bekliyordum, bunun yerine gözlerine kadar ulaşan bir gülümsemeyle beni izlemeye başlayınca onu uyandırmamam gerektiğini anladım. Kaçmak için de çok geçti. İçimdeki enerjiye rağmen orada oturmayı başardım.

"Taehyung beni mutfaktan kovdu." dedim, belki Tae'ye sinirlenir de yüzündeki şu gülümsemeyi siler diye ummuştum. Oysa suratıma yine, beni öpmeyi çok istiyormuş gibi uzun uzun baktı. "Senin yüzünden!" diye terslendim. Kahkaha atmayı denedi, ona inanılmaz sinirli baktım, dudaklarını anında, birbirine kenetledi.

"Sadece uyumaya çalışıyordum!" diye karşılık verdi, yalandan bir şaşkınlık ve kızgınlıkla. Attığım bakışı sürdürürken "Niye öptün avucumu?" diye sordum. Kaşlarım çatıktı, ya da öyle olmalarını umuyordum. Avucumu öpmesinin beni çok mutlu ettiğini bilmesini istemiyordum. Aslında bunu kendimin de bilmesini istemiyordum. Şu affetme meselesi... İncecik bir bağ kalmıştı onu affetmediğimi söyleyen yanımla benim aramda. O kadar inceydi ki bir gülüşüne kopabileceğini düşünüyordum.

"Pisti hem ellerim, niye öpüyorsun oramı buramı?"

"İçimden geldi," diye mırıldandı. Onun da kaşları şimdi biraz çatılmıştı. Hala yaslandığı yerden doğrulduktan sonra biraz sinirliymiş gibi hissettiren bir bakış attı bana. Ama suratımda nasıl bir ifade vardıysa, o bakış anında dağıldı.

"İçinden, 'tutup şu oğlanın avucunu öpeyim' diye mi geçirdin yani?" dedim, terslenmeye çalışıyordum ama bir yandan da onu sinirlendirmeyi göze alamıyordum. Bana sinirlenme hakkı olmasa bile, her an yetti artık soruların, nazların deyip kapıyı çarpabilirmiş gibi geliyordu. Yani bir saniyeliğine öyle hissetmiştim.

"İçinden böyle şeyleri geçirmezsin." dedi, dudaklarının titrediğini gördüğümde gülmek mi üzereydi yoksa bana bağırıp çağırmak mı istiyordu çözememiştim. "O an öpmek istedim işte, ne var?"

"Ne mi var?" dedim, inanamaz bir bakışla ağzımı sonuna kadar ayırırken. Kollarımı neredeyse göğsümde bağlayacaktım. "Daha önce hiç avucumun içini öpmemiştin. Her zaman yaptığın şeymiş gibi konuşma öyle gevşek gevşek."

İçine derin bir nefes çekti, tıpkı mutfakta Taehyung'un içine çektiklerine benzeyen bir tane, sabır dilenir gibi. Bir saniyeliğine gözlerini de kapadı ve bir saniye sonra yeniden bana baktığında suratında daha önce gerçekten görmediğim bir ifade vardı. Kendini bir şeyler yapmaya zorluyormuş gibi hissettiren bir ifade. İçimde verdiğim tüm o kavgaları andıran, kendisine karşı geliyormuş gibi düşünmeme neden olan tanıdık ama üzücü bir ifade.

Anılardan Anılara İnce Çizikler °JikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin