*34.BÖLÜM*

259 60 120
                                    


Bölüm Şarkısı--> Kolpa - Yatağın Soğuk Tarafı


Keyifli Okumalar...


   "Turunç kafalım, uyan hadi."

    Karanlıkta süzülen bedenini kontrol etmeye çalışırken uzaklardan, çok uzaklardan bir ses duydu Simay. Uzaktı ama sanki bir o kadar da yakındı. Kimdi bu, tanıdık geliyordu ama kaybolan algıları hatırlamasına engel oluyordu. Üşüyordu bedeni. Titriyordu, kendini kontrol edemiyordu.

   "Hadi kardeşim uyan hadi." Bir el, sıcak bir el sol omzundan kavradı ve yavaş yavaş doğrultmaya çalıştı kendisini. Ruhu karanlıktan çekilmeye başlayınca sıcak kollar sardı bedenini. Gözlerini kırpıştırdı Simay. Gözlerinin üstündeki ağırlıktan kurtulmak istedi. Yavaş yavaş gözleri açılınca her yerin beyaz bir örtüyle kaplandığını gördü. Başını hafifçe kaldırıp kendi saran kolların sahibine baktı.

    Bir çift mavi göz şefkatle bakıyordu ona. Parlayan gözler miydi Simay'ı bu kadar ısıtan? Kıvrılan dudaklar eğilip bir buse kondurdu ıslak saçlarına. Günlerin hatta ayların hasreti vardı bu busede. Kaybettiği sıcaklık, kaybettiği mutluluk. Kapattı dakikalardır açmaya çalıştığı gözlerini. Sokuldu iyice şefkatli kucağa. Zaman dursun istedi, akmasın ve ona o kollardan ayırmasın. "Neden bıraktınız beni?" diye sordu gözlerini açmadan.

   "Bunu yapmak zorundaydık."

   "Sizi buna zorlayan kimdi ki beni tek başıma bıraktınız?" Gözlerini açıp başını kaldırdı Simay ve onu saran kolları çözüp doğruldu. "Hiç düşünmediniz mi abi?"

   Gözlerini pembe gökyüzüne çevirdi Simay'ın abisi Deniz. Bir parça hüzün konuklanmıştı mavi gözbebeklerine. Adem elması hareket ediyor, yutkunuyordu ikide bir. Titriyordu çenesi ve konuşmasına engel oluyordu. Kolay mıydı sanki kardeşini tek başına bırakıp gitmek? Kolay mıydı onu kötülüklere gebe olan dünyada savunmasız bırakmak? Bıraktıkları yer her ne kadar kötü olsa da götürecekleri yer tehlikelerle dolu bir yerdi. Belki de onu burada bırakmak kötünün iyisiydi.

   Büktüğü ayaklarını çözüp ayağa kalktı Deniz ve bakışlarını gökyüzünden alıp kardeşine çevirdi. Zayıflamıştı bedeni, çökmüştü yüzü. Aslında böyle olacağını tahmin etmişti ama elinden hiçbir şey gelmemiş, gitmek zorunda kalmıştı.

   "Yakında öğrenirsin." dedi titreyen bir sesle. Başka ne diyebilirdi ki?

   "Ne zaman?" dedi Simay oturduğu yerden titreyerek. Üşüyordu yine. Ayağa kalkıp abisine sarılmak istedi ama yapamadı. Öfkesi onu kıskaçlarının arasına almış hareketsiz bırakıyordu.

   Cevap vermedi Deniz. Sadece kardeşinin titremeyen bedenine baktı bir süre ve ardından yaklaşıp elini sol omzunun üzerinde gezdirdi. Hiçkimseye bu işaretten bahsetme, olur mu? 

   "Ne işareti?" derken omzunda aniden oluşan kızarıklığı hatırladı ama kendini kaybetmeden önce ağrımıyor muydu sol omzu? Canını yakmıyor muydu? Peki neden şimdi ağabeyinin eli üzerinde gezerken hiçbir şey hissetmiyordu?

   "Bir daha acımayacak merak etme." dedi abisi sanki aklından geçenleri okumuşçasına. 

   "Bu neyin işareti peki?"

   Abisinin cevap vermesini beklerken ellerini inceledi Simay. Bazı yerlerinde çizikler vardı ama kanamıyordu. Gözleri abisinin elinden kıyafetine kayınca abisinin neden öyle giyindiğini merak etmekten kendini alamadı. Demir bir zırh kaplamıştı yapılı bedenini. Metalik bir kemer belindeydi ve üzerinde birtakım ejderha figürleri sıralanıyordu. Göğsünün ortasına ise büyükçe bir taş oturtulmuştu. Damarlı bir yapısı vardı sanki bu taşın ve bu damarlar elbisenin en uç noktasına kadar ulaşıyor, vücudunu sarıyordu.

SEÇİLMİŞ: İŞARETWhere stories live. Discover now