*25. BÖLÜM*

446 100 278
                                    



   Yağmurun iri damlalar halinde pencereyi döverken çıkardığı ses, sadece şömineden yansıyan alevlerin aydınlattığı odada yankılanıyordu. Tam iki saattir aralıksız yağmasına rağmen hiç hızını kaybetmeden yağmaya devam ediyordu. Bu akşam sanki bütün kara bulutlar beyazlaşmak için birbirleriyle yarışıyor, içinde ne kadar kirlilik varsa akıtmak istiyordu yeryüzüne. Ama bütün kirlilikler yeryüzünde değil miydi zaten? Yeryüzünde yaşayan insanlar bunun nedeni değil miydi? Daha ne kadar yük binecekti yeryüzünün omuzlarına? Bu yağmur, kalpleri kararmış insanları düzeltebilir miydi, onları iyi birileri yapabilir miydi?

   Kayra'nın kalbi kararmamıştı ama bu akşam öğrenecekleri kalbindeki acıyı, intikam hırsını bir nebze olsun dindirecekti. Bu yağan yağmur kirliliğini değil, ferahlığını verecekti Kayra'nın kalbine. Bu akşam yıllardır merak ettiği soruların cevabını sunacaktı önüne.

   Kayra bu cevapları gerçekten de almak istiyor muydu bilmiyordu. Aldığı cevaplar onu tatmin etmezse? Ya istediği cevaplar bu değilse? Dedesi ona gerçekten de doğruları söyleyecek miydi? "Ben artık bir çocuk değilim." diyordu Kayra. Dedesi eğer yalan söylerse artık bütün ilişkisini bitirecekti onunla. Belki de bu kasabadan bile gidebilirdi.

   Açılan kapının gıcırdamasıyla aklındaki ikilemleri, düşünceleri, bütün soruları şöminenin yanında duran küçük kovadaki odunların yanına bıraktı Kayra. Belki de bu odunlarla beraber aklındaki bütün düşünceler de yanıp kül olacaktı birazdan. O, en azından bunu istiyordu.

   Dedesi, iki bardak çayla beraber odaya girdi. Ardından gelen soğukluğu içeri almak istemiyormuş gibi bir ayağını kaldırıp kapının kapanmasını sağladı. Bir bardağı Kayra'ya verdi, diğer bardağı da elinde tutarak Kayra'nın karşısındaki, şöminenin diğer yanında duran tekli koltuğa oturdu. "Bu soğuk havaya en iyi çayın gideceğini düşündüm." dedi dedesi sıcak çaydan bir yudum alırken.

   Kayra sadece başını salladı. Konuşsa, ağzından bir kelime çıksa sanki bütün büyü bozulacakmış da dedesi gerçekleri anlatmayacakmış gibi geliyordu ona.

   Bardağın yanındaki üç şekeri de alıp çaya attı. Şekerler hızlı bir şekilde erirken şömineden yansıyan alevlerle daha da koyu görünüyordu bardaktaki çay. Kayra, bir yudum aldıktan sonra çayı şöminenin yanına bıraktı ve dedesine baktı.

   Söyleyeceklerini kafasında tartıyormuş gibi görünüyordu dedesi. Siyah gözleri kısılmış, boş ifadelerle şöminede yanan ateşe bakıyordu. Nereden başlayacağını bulmuş gibi bakışlarını birden kendisine çevirdi:

   "Bükrek ve Sangal adlı iki ejderhayı biliyor musun?" dedi.

   "Evet, biliyorum. Bu iki ejderha yıllar önce birbiriyle savaşmışlar ve bu savaş dokuz yıl sürmüş. Yıllarca süren bu savaşı iyi olan ejderha yani Bükrek kazanmış."

   "Peki Bükrek'in kuyruğunun ucunda taşıdığı altın yelpazeyi de biliyor musun?"

   Kayra ailesine ne olduğunu öğreneceğini düşünürken dedesi neden bu efsanelerden bahsediyordu ki? Bunun ailesiyle ne gibi bir alakasının olduğunu merak ediyordu ama yine de dedesinin sorusuna cevap verdi:

   "Evet, altın yelpazeyi de biliyorum. Bükrek kazandığı savaştan sonra onu bir yere saklamış. Ama benim öğrenmek istediğim..."

   "Senin öğrenmen gereken ailenin ölümünün normal bir ölüm olmadığı." dedi dedesi Kayra'nın lafını bölerek. Elinde soğuyan çayını büyük bir yudumda içti ve boş bardağı elinde tutmaya devam etti.

SEÇİLMİŞ: İŞARETWhere stories live. Discover now