*14. BÖLÜM*

620 127 628
                                    

Medya---) ^^Güliz Özyurt^^


  "Oh, çok şükür gelebildik." dedi teyzesi bahçe kapısını açarken. Yaklaşık bir saat kadar yürüdükten sonra sonunda eve varmışlardı. Yürürken yorulmuşlar ve aynı zamanda da inanılmaz bir şekilde acıkmışlardı.

   Teyzesi bahçeye girip bavulu bıraktıktan sonra Simay'ın da girmesi için biraz yana doğru kaydı. Simay da bahçeye girdi ve o da elindeki bavulları teyzesinin bıraktığı yere bırakarak karşısındaki eve, teyzesinin evine baktı.

   2 katlı kocaman olan bu ev gerçekten de harikaydı. Üst katında genişçe bir balkonu olan bu evin her iki tarafında da dikdörtgen şeklinde olan pencerelerinden biri sonuna kadar açık bırakılmıştı. Diğer pencerenin de yarısı söğüt ağacı tarafından esir alınmış gibi görünüyordu. Bu söğüt ağacının dallarının bir kısmı yerlere kadar eğilmişti. Dalların eğilmediği yerde de kocaman bir salıncak kurulmuştu.

   Evin diğer tarafında ise bir kümes vardı. Etrafı tel örgülerle çevrilmiş bu kümesin etrafında birkaç tavuk önüne atılmış yemleri teker teker yiyorlardı.

   "Vay canına." dedi Simay kocaman gözlerle eve bakarken. "Teyze, eviniz gerçekten çok
güzelmiş."

   "Beğenmene sevindim canım."

   Simay eve şaşkın şaşkın bakarken kapısının açıldığını gördü. İçeriden sarışın, hafif tombul bir çocuk çıktı, koşarak yanlarına geldi. Ardından biri kız diğeri erkek iki kişi daha çıktı.

   "Nasılmış benim tombiş oğlum." diyerek teyzesi küçük çocuğu kucağına aldı ve yanaklarını öpüp saçlarını karıştırdı.

   "Anne, neden geç geldin, çok özledim seni."dedi çocuk annesini öperken.

   Evden çıkan diğer iki kişi de yanlarına gelip "Hoşgeldin  anne." diyerek Simay'ın teyzesine sarıldı.

   Simay, teyzesi ve çocuklarına bakarken aklına kendi ailesi geldi. Çok geçmemişti onları kaybetmesinin üzerinden ama sanki yıllardır ailesi yoktu yanında. O kadar çok özlemişti ki onları. "Keşke tek başıma değil de ailemle beraber gelseydik buraya. O zaman her şey daha güzel olurdu."diye düşündü. Teyzesinin sesiyle daldığı düşüncelerden sıyrıldı.

   "Simay'cığım, bak bu benim en küçük oğlum Efe." dedi teyzesi Efe'yi kucağından indirerek.

   Simay Efe'ye baktı. Sarışın, açık renkli gözlü olan bu çocuk kocaman bir gülümseme ile ona bakıyordu." Merhaba Efe'ciğim, nasılsın?" dedi Simay Efe'nin boyuna kadar çömelerek.

   "İyiyim." dedi Efe ve yanına gidip sarıldı. Belli ki kanı ısınmıştı ona.

   Simay Efe'yi kucağına alıp ayağa kalktı, yanaklarından öptü.

   Bak sen şu yaramaza, nasıl da sarılıyor. Simay, seni çok sevdi anlaşılan." dedi teyzesi onlara bakarken.

   "Ben de onu çok sevdim."

   "Anne, bizi tanıştırmayacak mısın kuzenimizle?" diye sordu onları karşılamaya gelenlerden biri.

   "Aaa, unuttum sizi valla. Simay, bu benim kızım Güliz."dedi teyzesi uzun boylu, esmer olan kızı göstererek."Bu da diğer oğlum Selim."

   "Merhaba."dedi Simay.

   "Öyle kuru kuru merhaba olmaz kuzen." dedi Selim ve Simay'a sarıldı. Ardından da Güliz sarıldı.

   Selim, Güliz'in aksine esmer değil kumraldı ve Güliz'den daha çok konuşkan görünüyordu. Simay'la hemen hemen aynı yaşta olmasına rağmen uzun boyuyla Simay'ın boyunu geçiyordu.

   "Anne, anlaşılan kuzenimiz çok pasaklıymış." diyerek annesine göz kırpıp dalga geçti Selim. Simay, üstünün çamur olduğunu tamamen unutmuştu. Selim'in dalga geçmesi üzerine biraz utanmıştı. Beyaz teni hafifçe pembeleşmiş, çilleri belirginleşmişti.

   "Ufak bir kaza oldu." dedi teyzesi. "Otobüs çamura saplandı, biz de yaklaşık bir saatte anca varabildik. O esnada da üstümüz bayağı bir battı. İçeri geçelim de bir üstümüzü değiştirelim, ondan sonra ayrıntıları anlatırım."

   "Tamam anne, yemek de hazırlamıştım. Siz üstünüzü değiştirelim değiştirirken ben de sofrayı hazırlarım." dedi Güliz.

   "Hadi o zaman içeri geçelim." dedi Selim bavulları alırken.

   Simay kucağında Efe ile beraber içeriye geçti.

                          *

   Simay, şimdi kendisi için hazırlamış oldukları odada oturuyordu. Çok büyük olmamasına karşın şirin bir görüntüsü vardı bu odanın. Kapıdan girildiğinde karşıdan görünün pencerenin yarısı ağaç dalları ile kaplanmıştı ve pencerenin önünde bir masa duruyordu. Yatağın üzerine serilmiş sararmış ağaç yaprağı desenli kahverengi örtü, sanki mevsimle anlaşmış gibi sonbahar havasını yansıtıyordu. Perdeler de bu havaya eşlik etmek istercesine sonuna kadar açılmış, ağaç dallarının görünmesini sağlamıştı.

   Simay, Selim'in getirdiği bavulları yatağın yanına koydu ve içinden temiz elbiseler çıkardı. Üstü başı hep çamur olduğu için kendini rahatsız hissediyordu. Özellikle yeşil ceketi kirlendiği için. Onu hemen yıkamalıydı. Çünkü o annesinin son hediyesiydi.

   Acaba ailesinden bir haber var mıydı? Bu kasabaya geldiğinden beri bu soru yakasını bırakmıyordu. Sürekli bir haber bekliyordu. İyi bir haber... Ama hiçbir haber yoktu onlardan. Telefonuna baktı ama bir mesaj bile gelmemişti. Ailesinin ölmüş olduğuna kesin gözle bakıyorlardı ama onların bir mezarı bile yoktu.

   Simay, en azından bir mezarları olsun istiyordu. O zaman mezarlığa gider; istediği kadar ağlayabilir, içindeki yalnızlığı haykırabilirdi. En azından emin olurdu öldüklerine. Ama böyle şüpheyle yaşamak daha ağır geliyordu. Sürekli 'Acaba' kelimesi beynini kemirip duruyor, ne yapacağını bilemez hale geliyordu.

   Bir yandan da hâlâ bir umut besliyordu. Kalbinin derinlerinde, yeşermeye çalışan ufacık bir umut...



14. bölümün sonuna geldik.^^

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum.

Diğer bölümde görüşmek dileği ile hoşçakalın.))^^



SEÇİLMİŞ: İŞARETWhere stories live. Discover now