ben böyle sığındım sana, böyle kuş gibi.

En başından başla
                                    

"Sen ağlarsan ben ne yapacağım?"

Düşündüklerimle birlikte çaresizce sorduğumda birkaç saniye aynı pozisyonda bekledi. Burnunu çekti, yüzünü iyice sildi ve derin nefesler aldıktan sonra bana döndü yeniden. Kıpkırmızı gözlerine baktığım an bir defa daha ağlamaya başladım.

"Sen ağlarsan ben ne yapacağım? Hiç karşılaşmadım ki bununla."

"Şşhhh,"

İyice dibime girince küçük elleri yüzümde, yaralarıma dikkat ederek yaşlarımı silmek için dolaştı. Dudaklarıma da dokunduğunda kendimden iğrendiğim için geri çekildim. Tavrımın sebebini, kırgınlığıma bağladı.

"Bir şeyler oluyor."

Uykusuzluktan değil de ilk defa ağladığı için kızarık gördüğüm gözlerini gözlerime dikti, uzunca bir süre de çekmedi. O bir şeylerin ne olduğunu sormamı bekliyormuş gibi garip bir ısrarla birkaç saniye beni izledi. Karnıma kaygılı bir ağrı birikmişti. Sanki az önce gözyaşlarımla birlikte akıtmayı başardığım tüm kaygılar gelip yeniden bedenime yerleşti.

"Bir şeyler oluyor, sana açıklayamadığım bir şeyler. Söz veriyorum, bir gün hepsini, tek tek anlatacağım."

Öyle ciddi söylemişti ki o an, açıklayamadığı şeyler ne kadar korkunç olursa olsun anlattığında ona hak vereceğimi anladım. Çok kırılacağımı ama hak vereceğimi, onu affedeceğimi... Ama şimdi yapamıyordum. Bana net bir şeyler sunmuyordu çünkü. Gelecek zaman ekiyle konuşması bir işe yaramazdı. Ben şimdi ona çok kırgındım ve bu, uzunca bir süre geçeceğe benzemiyordu.

Korkmuştum. Ardına sığındığı sebepler, belirsiz de olsa korkutmuştu beni. Karnıma koyduğu isimsiz sancıyı da onunla birlikte öteleyebilirmişim gibi yüzümdeki ellerini bileklerinden yakalayıp onu ittirdim. Burnumu okul gömleğime sildiğim sırada titriyordum. Hayatımda ilk defa neler olduğunu, nerede neler yaptığını sormaktan bu kadar çok çekiniyordum. O şey, kapsadıklarıyla birlikte ödümü koparıyordu. Jimin'i en önemli günümde benden uzak tutacak, ilk defa ben sormadan bana sebepleriyle getirecek kadar ciddiydi demek ki. Ya da belki de Jimin, beni yüzüstü bırakmış olmasının ihanetini bir yalanla örtüyordu.

Emin olamadım. Onu affetmiş değildim, onu affedebilmem için bundan fazlası lazımdı. Öyle kendinden emin konuşup verdiği sözlerin hiçbirini tutmamıştı. İçimde zaten, hep bahsettiğim, kollarını bana sarsın, beni öpsün, her şeyi silip kendini affettirsin diye bekleyen çok aciz, çirkin bir çocuk vardı. Söylediklerine tutunmak istemiyordum.

Onu öyle, belirsiz sözlerle affetmek istemiyordum.

"Hiçbir şey söyleme bana." dedim, "Jungkook." dedi, ağlamaklı sesine alışamadığımdan yeniden titremiştim. "Lütfen yapma böyle."

Bir saniye daha konuşsa onu affedeceğimi bildiğim için susmasını istedim. Üzerimi değiştirmem gerektiği halde kolumu bile kaldıramayacak kadar yorgun olduğumdan öylece yanından geçip duşa girecektim ama kapı çaldı. Aynı anda yerimizden sıçradık. Jimin, sorar gibi yüzüme bakarken yarım aklım geri döndü ve bana Taehyung'u hatırlattı.

Bakışlarındaki soruyu duymazdan gelerek zorla yürüdüm ve gidip Taehyung'a kapıyı açtım. Elinde bir dolu ilkyardım malzemesi, omuzunu pervaza dayamış bekliyordu. Bir şey söylemeden geri çekildiğimde ayakkabılarını çıkarıp içeri girdi.

"Senin yaralarına pansuman yapayım, ben benimkileri yurtta da-"

Salona doğru yürürken konuşmasını yarıda kesen, biraz öncekinden daha toparlanmış görünen Jimin'in yoluna çıkmasıydı. Taehyung da tıpkı salonun ortasında ayakta dikilen Jimin gibi durduğunda tek kelime etmeden ona baktı. Jimin birazdan, beni ikinci kez şaşırtan bir şey yaptı ve "Hoş geldin." dedi Taehyung'a. Taehyung ona cevap vermeden bana dönüp "Yalnız değilmişsin." diye mırıldandı. "Ben gidebilirim istersen."

Anılardan Anılara İnce Çizikler °JikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin