kayıp 1/2

140 10 24
                                    

Bu bölümden asla asla emin değilim, sadece yazdım işte. Çok takılmayın

*****************

Kızıl saçlı adam vardiyasından yeni çıkmış evine doğru yürüyordu. Kuzey yakasının sokaklarında yürürken sessizliğe gülümsedi. Başının ağrısını, yorgunluğunu daha çok tetikleyecek gürültünün olmaması onu rahatlatıyordu. Hava halen kararmamış, güneş yavaşça batarken gökyüzü en az saçları kadar kızıldı.

Kaldırımda çizgilere basmamaya çalışarak yürümeyi sürdürdü. Kendince bir oyun oluşturmuştu. Gözleri yerde, adımları hızlıca yürürken bir çocuğun ağlama sesi kulaklarına doldu. Kafasını hızlıca yerden kaldırdı ve etrafında baktı. Solundaki kimsenin bulunmadığı parkta (kış olması nedeniyle hiç çocuk yoktu) siyah beresinin altından belli olan sarı saçlı, kendine biraz büyük olan açık kahverengi montlu, elleri ile yüzünü örtmüş bir çocuğun kaydırağın sonunda oturmuş ağladığını fark etti.

İçini büyük bir endişe kapladı ve koşarak çocuğun yanına gitti. "Hey küçük adam, iyi misin? Yaralandın mı?" Ağlayan çocuk ellerini yüzünden çekti ve önünde onun boyuna gelmek için eğilen kızıl saçlı, çilli adama baktı. Mavi gözleri kızıla geçmişini hatırlatırlatmıştı. Küçük çocuk, gözlerini elinin tersi ile sildi, burnunu çekti ve bakışlarını kaçırdı. "Sanırım kayboldum. Annemin beni alamaya gelemesi gerekiyordu (tekrardan ağlamaya başladı) ama gelmedi. (Cümlerini kurarken iç çekiyor, göz yaşları güzel yüzünü kaplıyordu.) ben de eve kendim gidebileceğimi düşündüm ama hangi trene bineceğimi bilmiyorum ya da trenin nerede olduğunu."

Kızıl saçlı adam burukça güldü ve çocuğun yüzündeki yaşları sildi. Ilık elleri çocuğun soğumuş yüzündeki sıcak yaşları silerken ne kadar üşümüş olduğunu düşündü. "Benim adım Ian, aileni arayabiliriz ya da seni oraya bırakabilirim ama önceliğimiz aileni aramak. Numaraları var mı?" küçük çocuk kafasını salladı. Sırt çantasının ön gözünden küçük bir kağıt çıkartıp Ian'a verdi. "Yevgeny kaybolur ve size bu kağıdı verirse lütfen bu numarayı arayın" yazılı numarayı tuşlarken bir yandan küçük çocuğun başını okşadı. "Şimdi ulaşacağız ailene üzülme Yevgeny" küçük çocuk ıslanmış yüzüne buruk bir gülümseme yerleştirdi. Ian ise telefonun açılmasını bekliyordu.

---------------------

Mickey koltuğunda oturup birasını yudumlarken saate baktı. Tam bir saat önce 'karısı' ve oğlunun gelmiş olması gerekiyordu, (bugün onu Svetlana alacaktı) fakat beraber takıldıklarını düşünerek dert etmedi.

Sıkıntılı bir nefes aldı. İçindeki yıllardır geçmeyen acı kendini belli ediyordu. Mickey buna alışmıştı. Neşe ile oğlunun her gün ona neler yaptığını anlatırken yüzüne sahte bir gülüş koyup onu dinlemeye, yıllardır bir arkadaştan farksız olan karısı, oğlu ile yemek yerken aklında başka bir adam ile anılar geziyor olmasına da alışmıştı. Mickey her şeye alışmıştı, yalnızca onsuzluğun acısına alışamamıştı.

'Hadi ama bunu sen istedin Mickey, bu sonu sen yazdın' kendi kendine düşündükleri yine canını yakmıştı. Düşüncelerini durduran kapının açılması ve Svetlana'nın şarkılar söylerek yanındaki 'nika' denen kadın ile gelmesi oldu.

Svetlana bir süredir bu kadın ile çıkıyordu Mickey bu görüntüye şaşırmadı fakat gözleri oğlunu aradı. "Yevgeny nerede? Ayrıca sen sarhoş musun?" Mickey'nin sesi öfkeliydi. "Onu senin alman gerekmiyor muydu bugün?" Svetlana'nın içkinin etkisi ile yarım yamalak kurduğu cümle onu daha çok sinirlendirmişti. "Hayır! Bugün senin günündü! Siktir Svetlana çocuk bir saattir nerede ne yapıyor kim bilir..." ayakta bile zor duran kadını umursamadan montunu alıp dışarıya çıktı.

İçini kaplayan büyük bir endişe vardı. Ona bir şey olmaması için dua ederken tren istasyonuna giden yolda yürümeye başlamıştı bile. Evden çıkalı birkaç dakika oluyordu ki, telefonu çalmaya başladı. Bilmediği numarayı hızlıca cevapladı. "Alo?" "Merhaba bayım, numaranızı Yevgeny'den aldım. Siz ebeveyni misiniz?" boğuk gelen ses karşısında Mickey korku ile cevap verdi. "Evet babasıyım. O iyi mi? Yanınızda mı? Neredesiniz şu an?" ard arda sıraladı cümlelerini. Boğuk ses yineden duyuldu. "EMT istasyonuna yakın bir parktayız, Yevgeny gayet iyi. Fakat biraz üşümüş belli ki. Tren istasyonunda hangi durakta ineceğimizi söylerseniz onu getirebilirim. Daha fazla üşürse hasta olabilir." Mickey'nin içinde büyük bir rahatlama oluştu. "Güney Yakası'nda inebilirsiniz, ben hemen çıkışta sizi bekliyoruz olacağım."

"Pekala, orada görüşmek üzere." Mickey "Görüşürüz." diye mırıldandı ve telefonu kapattı. Hızlı adımlarla istasyonun yolunu tuttu.

------------------


"Şimdi baban ile konuştum ve bizi tren istasyonunda ineceğimiz yerde bekleyecek. Daha fazla ağlama ve babanı bekletmeyelim, olur mu?" Yevgeny usul usul gözlerindeki yaşı sildi ve ayağa kalkıp ona elini uzatan adamın elini tuttu. Ian genişte ona gülümsedi ve parktan çıktılar.


Ian'ın az önce geçtiği yollardan teker teker geçip tren istasyonuna yürürlerken bir yandan sohbet etmeye başlamışlardı. Her geçen sokakata daha da bir koyulaşıyordu sohbet. Yanlarından geçtikleri lise tribünleri (ki bu Ian'ın önünden her gün geçtiği, unutmak istediği şeyleri ona hatırlatan bir yerdi) Yevgeny'i daha da bir heyecanlandırmıştı. "Biliyor musun, bir keresinde babamla evimize yakın böyle bir yere gelmiştik..." çocuğun cümlelerini duyamaz oldu Ian. Yalnızca burukça gülüyor, hatırlamaktan kaçındığı geçmişi bir bir gün yüzüne çıkıyor, aklını düşünmek istemediği bir adam istila ediyordu. Konuşa konuşa tren istasyonuna yürüdüler.


-------------------


Mickey oğlunu bekleyeceği durağa geldiğinde banklardan birine oturdu. Arayan adam az önce trene bindiklerine dair mesaj atmış, bu da 15 dakikaları olduğunu gösteriyodu.

Mickey'nin içi hafif endişeli olmasına rağmen yine de iyiydi fakat aklını kurcalayan bir şey vardı; az önce duyduğu telefondaki boğuk ses. Aklında dönüp duran ses onu anıları içinde yüzdürüyordu. Olabilir miydi böyle bir şey?  Onun olma ihtimali var mı bu sesin? Kendi düşündüklerine güldü. İmkansız hayaller düşlediğini düşündü. Sahi, kaç sene geçmişti? 7 mi 8 mi? 8 sene, dile kolay 8 sene oluyordu onu görmeyeli, hayali ile yaşayalı.

Sıkıntılı bir nefes aldı. İçini keşkeler kapladı. Ne zaman vazgeçebilecekti ki ondan? Neden cesur olamamıştı zamanında? Basit korkuların esiri kalmış, yıllarca acısını çekmişti.

Ne ara zamanın geçtiğini, trenin gelmek üzere sesinin duyulduğunu anlayamadı. Ayağa kalktı ve inen insanlara baktı tek tek. Gözleri oğlunu gördüğüne içini büyük bir rahatlama kapladı. "Baba!" minik çocuk hızlıca babasına koşarken Mickey'nin tek odağı oğluydu.

Ian ise çoktan çivi gibi saplanmıştı yerine. Kaçmak istedi, o kendisini fark etmeden gitmek istedi fakat tek yapabildiği yerinde öylece durmaktı. Mickey oğluna sarılmayı bırakıp onu buraya getiren adama bakmak için başını kaldırdı.

Göz göze geldiği bir çift göz ile kalbi yerinden çıkacak gibi atmaya başaldı. Bu bir hayal. Aklından geçen bir tek bu oldu. Bu sikik bir hayal. Neden geçmiyor hayalse? Neden hala orada yüzündeki şaşkın ifade ile durmuş ona bakıyordu. Gözleri dolmaya başladı. Siktir, diye düşündü. Siktir, onu çok özlemişim. Yengeny babasının elinden tutup neşe ile onu Ian'a yaklaştırıyordu. "Bak baba, bu Ian! Beni buraya getirdi."

Sadece birbirlerine baktılar, bir şey söyleme umuduyla.

*********************

Aslında çok fazla devamı gelebilecek yerde bırakmışım.. Neyse, artık.

Diğer bölüm bi geçmişe gidip tekrar döneriz :')

Bu arada nasılsınız? İyi olduğunuzu umuyorum.

Bu defa kendinize çok çok dikkat edin'❤

Gallavich // one shotsWhere stories live. Discover now