biraz kalp kırıklığı, biraz hüzün

370 26 52
                                    

Arcade - Duncan Laurence

*****************

Yağmurlu bir kış sabahı başlamıştı ilişkimiz ve yine bir kış günü bitmişti. 

Dışarıdan bakılınca kavgacı, şiddete meyilli, kalpsiz birisi gibi görülen bir gençtim. Fakat olaylar hep dışarıdan görünenden farklıdır, değil mi? Bende de böyleydi işte. Tamam, birçoğu doğruydu ama bir kalpsiz değildim. Kalbimi kızıl saçlı bir oğlana kaptırmıştım ve onun paramparça etmesine izin vermiştim/veriyordum.

Ona hep iyi davrandım, ona baktım, ona tüm sevgimi verdim, onun için hiçbir insana yapmayacağım şeyleri yaptım ama o, o bir sik gibi beni arkasında bıraktı ve gitti. Hiç mi canı yanmıyordu benim gibi, hiç mi düşünmüyordu beni?

Yattığım yatağımdan kalktım ve biten bira kutumu odanın bir köşesine doğru fırlattım. Mutfaktan bir kasa birayı alıp yatağıma geri döndüm. Bir zamanlar onunla birlikte uyuduğum yatağıma... Biranın kapağını açtım, bir yudum aldım ve yeni yaktığım sigaramdan da derin bir nefes çektim ciğerlerime. Hiçbir şey onun yokluğu kadar zehirlyemezdi beni artık.

Telefonumu açtım ve her gün yaptığım gibi hesabına baktım. Ah, yeni sevgilisi ile 'mutluluk' fotoğrafları hala duruyordu. Trevor... Chicago Güney Yakası Lisesi'nin gözde çocuğu... Dışarıdan bakan herkes ona imrenir, iyilikleri karşısında onu adeta bir melek olarak görürdü. (Çünkü okul sonrasında her gün evsiz eşcinsel gençlere yardım ederdi.)

Ben mi? Ben sadece okulun uslanmaz, kalpsiz, şiddet yanlısı çocuğu Mickey Milkovich'dim. Sanırım benim kızılın bir süreliğine de olsa ilgisine çeken bu olmuştu. Sert tavırlarım... Fakat ona kalbimi açıp gerçek beni gösterince benden bıkmıştı. Ah, siktiğimin kızıl kafalı Ian Gallagher'ı... Ayrıldığımız gün hala aklımda.

Ian, bipolar hastasıydı ve bunu sadece ben bir de ailesi biliyordu. (Lisedeki diğer insanlara söylememişti çünkü ona deli gözüyle bakmalarını istemiyordu.) Bu nedenle onun üzerine daha çok düşerdim. Bazen ailesinden sıkılıp bizim eve kalmaya geldiği günler olurdu ve ben ilaçlarını alıp almadığını birlikte uyandığımız sabahlarda kontrol ederdim, kahvaltısına yaptığından emin olurdum.

Yine bizde kaldı bir okul günü sabah erkenden uyandık. İlaçlarını içti, yemeğini yedi -tabii bunları yaparken yüzü asıktı- ve evden çıktık. Boyu benden birkaç santim uzundu ve bu bana hep sevimli gelmiştir. Yan yana yürürken bir ona baktım, bir bana. O, ne kadar düzenli, iyi bir çocuk gibi görünüyorsa ben de o kadar serseri görünüyordum. Bu zıtlığa güldüm.

Yol boyunca hiç konuşmadık. Sanki yine depresif haline dönüyor gibi hissettiriyordu bu bana ama ilaçlarına alıyordu yani bu iyi olduğu anlamına geliyordu değil mi? Bilmiyorum. Okula vardığımızda o kendi sınıfına, ben kendi sınıfıma girdim. Aramızda hala hiçbir konuşma geçmemişti.

Lanet olası iki ders geçmişti (hiçbir şey anlamamış, dinlememiştim bile. Aklım hep ondaydı ve zaten normalde de çok parlak olduğum söylenemez derslerde) ne o yanıma gelmişti ne ben onun yanına gitmiştim. Üçüncü derse girerken ona mesaj attım ve arada tribünlerin altına gelmesini söyledim.

Okulda hiç kimse beraber olduğumuzu bilmiyordu. Ian, her ne kadar açık açık yaşama taraftarı olsa da ben söylemek istemiyordum.

Hangi ders olduğunu bile umursamadığım ders bitince hızlıca sahaya gidip tribünlerin altına girdim. O çoktan gelmiş, bir yere oturmuş, içeceğini içiyordu. Bira mıydı o? Hemen yanına varınca içtiği şeyin gerçekten de bira olduğunu anladım. Uyarıcı sesim ile konuştum. "Hey, hey! Onu içmemelisin adamım. İlaçlar yüzünden seni iyice sersemleti-" cümlemi bitirmeden çeneme yumruğu yemiştim.

Ağzımdan akan kanı silerken öfke ile bağırdım. "Ne sikim yapıyorsun lan!" Kaşlarını çatarak öylece baktı bana ve bağırarak konuştu. "Bıktım, senin siktiğiminin hemşiresi gibi davranmandan bıktım! Evde kaçtığım şeyleri senin de yapıyor olmandan bıktım!" Kaşlarımı çatarken konuştum, çenem hala sızlıyordu. "Ne Saçmalıyorsun?" Sorum ile sinirle güldü. "İlaçlarımı almak istemiyorum. Senin sikik bir doktor gibi beni tedavi etmeye çalışmanı istemiyorum! Benim tedavi edilecek yanım yok Mickey, ben zaten kendimdeyim! Bunu kimse anlamıyor ve ben artık anlatmak istemiyorum." Sinirle arkasına döndü. Benimse gözlerim dolmuştu bile. "Ne yani, benden ayrılıyor musun?" Yeniden bana döndü. Onun da gözlerinin kızarık oluşu kalbimi yakıyordu. "Evet, senden ayrılıyorum." İşte bu cümle, kalbimi binlerce parçaya bölen bu cümle o günden beri zihnimin içinde  takılı kalmış bir plak gibi dönüp duruyordu.

Ayrıldıktan bir ay sonra o yeni sevgilisi Trevor ile aşkını "özgürce" yaşarken babam hapisten çıktığı için ben de birkaç kız ile görüşüyordum ama onlara dokunmak bile canıma fazlasıyla yakıyordu. Zaten birkaç hafta sonra bu işten de vazgeçmiştim.

Şimdi ayrılalı dört ay oluyordu ve ben hala onu aşamıyorumdum. Etrafta öylece başıboş geziyor, onu içime gömmeye çalışıyordum. O da sevgilisiyle hayatına yaşıyordu işte.

Biten biramı da bir kenara fırlattım, bir tane daha içmek istemiyordum. Bunu bile yapmak gelmiyordu içimden artık. Yatağımda öylece yattım, gözlerimi kapattım. Şanslıysam uyuyabilir ve rüyama girmediği sürece biraz olsun rahatlatabilirdim.

Tam uykuya dalacakken birisi kapıyı deli gibi yumruklamaya başlamıştı. Sinirle yataktan kalktım. Şu hayatta bir saniye dahi huzur yoktu. "Ne sikim oluyor?" bağırarak kapıyı açtım. Karşımda ağlamaklı yüz ifadesi ile dikilen kızıl kafayı bulmayı beklemiyorum.

"Burada ne işin var?" bu cümleyi tamamen duygudan yoksun bir şekilde kurmuştum. "Ben nereye gideceğimi bilemedim. Ne yapacağımı bilmiyorum." hafif kekelemişti bu cümleyi kurarken. Ağlamaklı sesi içimi acıtsada tavrımı bozmadım. "Sevgilinin yanına gidebilirdin." gözlerinden yaşlar akmaya başladı. "Yanında olmak istediğin tek kişi sensin." kızarmış gözleri ile gözlerime baktı bir süre. Bakışları bir ok gibi kalbimi delerken sonunda pişman olmamaya dua ederek onu içeriye çektim ve dudaklarımı dudaklarıyla buluşturdum. Onu kapıya iyice yaslarken dudakları alt dudağımı esir almıştı. Nefes almak için dudaklarımı ondan çektim, kızarmaya başlamış dudakları arsızca yukarıya doğru kıvrıldı. Gülümsedim ve kendimi ona doğru yasladım. Elleri ile kalçamı sıktı ve beni hafifçe yukarıya doğru kaldırdı. Ayaklarımı sırtına sardım, ellerimle de boynundan destek aldım. O yavaş yavaş odama doğru yol alırken ben boynunu öpüyor, bazen de ısırıyordum. Memnun olduğunu belli eden sesler mırıldanırken yatak odama gelmiştik. Beni yatağa bırakırken gülerek üstümden geriye çekildi, tişörtünü çıkartırken ben de gülümseyerek tişörtümü çıkarttım.

-------------------------

Şimdi o benim çıplak göğsümde yatarken ben onun yumuşak saçlarıyla oynuyordum. Kısık sesi odanın içerisinde yayıldı ve kulaklarıma doldu. "İlaçlarımı alacağım, alıyorum da zaten, ama sen de beni bu konuda zorlama olur mu?" Dudaklarım iki yanı kırıldı ve başına öpücük kondurdum. "Sen nasıl istersen." Güldüğünü nefes alıp vermesinden anlıyordum. "Ve Mick, geçmişte olan her şey için özür dilerim. Ben tam olarak kendimde değildim ve birçok şey beni yoruyordu o sıralar." Sona doğru sesi ağlamaklı olunca kollarım ile sardım onu. "Geçti artık, geçmişin bir önemi yok." O sırada aklıma gözümün içine baka baka birlikte dolaştığı, öptüğü sevgilisi geldi ve koluna yumruk attım. Kaşlarını çatarak kafasını kaldırdı ve yüzüme baktı. "Bu siktiğiminin yumruğu ne içindi?" güldüm. "Gözümün önünde birisiyle sevgili olup bana acı çektirdiğin için. " Birbirimize bakarak güldük ve aylar sonra ilk defa huzura kavuştum.

****************
Bu tarz yazmayı cidden çok seviyorum. Önce hüzün sonra mutluluk.. :') Ve liseli Gallavich, size kalbimi bıraktım.

Belki diğer bölüm farklı bir şeyler denerim, bilmiyorum. Mesela askeri okulda Mickey ve Ian ;)))

Kendinize dikkat edin'❤

Gallavich // one shotsWhere stories live. Discover now