yıldızların altında yanan kalp

223 18 20
                                    

Ocean - Seafret

(Birkaç kez okumadım, hata varsa pek takmayın lütfen. ^^)

*****************

Evin duvarları beni boğarken evden çıktım. Saat gece yarısı olmalıydı, bilmiyorum. Evdeki herkesin uyuyor olmasından bunu çıkarttım.
Üstüme aldığım kapşonlumun fermuarını çektim ve bir süre verandada durup öylece dışarıya baktım. Nereye gidebilirdim? Aklıma tek gelen yer park oldu. Birkaç blok ötedeki parka doğru yürüdüm.

Boş sokaklarda yürürken etrafın sessizliği, kulağıma yalnızca cırcır böceklerinin ve baykuşların sesinin dolması ruhumu dinlendiriyordu. Ne yormuştu onu bu kadar? Aklımda siyah saçlar ve mavi gözler belirdi. Yıllarımı sadece onu sevmek ile geçirdiğim mavi gözler...
Mickey Milkovich, ruhumu yoran, kalbimi her gün yakan okyanusların sahibi.

Aklımdan onunla tanışmam, anılarım geçerken parka varmıştım bile. Sabahki neşeli kahkahalar yükselen yerden eser yok, bir hüzün vardı sanki. Sahi, parklar geceleri üzülüyor mudur? Yalnızlığına ağlıyor mudur? Aklımdan geçenler dudaklarımı iki yana kıvırdı. Karşımdaki salıncağa oturdum. Ellerimi zincirlere koydum ve bedenimi geriye doğru ittim. Soğuk zincirler beni ürpertirken sallanan salıncağın çıkarttığı ses sinirlerimi bozmuştu. Ayaklarımla yere kuvvetlice basarak salıncağı durdurdum. Şimdi yeniden huzurlu sessizliğe geri dönmüştüm.

Düşüncelerimi yeniden ona çevirdim. Gerçi ne zaman onu düşünmeyi tam olarak bırakmıştım ki?

Mickey... Onunla ilk tanıştığım anı çok net hatırlıyorum. Bundan 12 yıl öncesine dönmeliyiz, yedi yaşıma. Sanırım bu yaşımı pek iyi hatırlamıyorum. İnsanlar yüzümü kaplayan çillerim, kızıl saçlarım yüzünden benim bir 'ucube' olduğumu düşünür, pek arkadaşım olmazdı. Olanlarla da belirsiz nedenlerden konuşmalarım kesilirdi. Her sabah ablam Fiona'ya gitmek istemediğimi söyleyerek ağlardım ama her sabah da elimde kese kağıdım ile gözümden düşen yaşlar ile okula giderdim.
Sınıfa girip orta sıralardaki yerime oturturdum. Sıramda tek başıma oturuyordum. Çekingen gözler ile sınıfa baktım. Eski sıra arkadaşım Will yanımdan ayrılmasının sebebi olan Ethan ile kahkahalar ile gülüyordu. Bu ilk zamanlar ruhumu paramparça etse de, küçücük yüreğim her gece bu yüzden ağlasa da, buna da alışmıştım. Zil çalıp sınıf öğretmenimiz Bayan Fisher içeriye girince defterime çöp adamlardan kocaman ailemi çizmeyi bıraktım - bu defa Frank'i elinde birası ile yerde yatarken çizmemiş, yan yana olan kardeşlerim ve benim biraz uzağımıza çizmiştim. Bayan Fisher'ın görüp bana anlamsız bakışlar atmasını istemiyordum. - ve ona baktım. Yanında çatık kaşlı, karmakarışık siyah saçlı, yaşıtlarının birkaç santim kısa bir çocuk vardı. Bayan Fisher onu tanıtırken o umursamamış, sadece yere bakmıştı. Ona boş bir yere oturması söylenince de kafasını kaldırdı ve sınıfa baktı. Birkaç boş yer olmasına rağmen bakışları beni buldu, benim yanıma oturdu. İşte o an, o an içimde minik bir kelebek hareket etti. Bu bir arkadaşım olabilecek olma ihtimalinin mutluluğuydu. Fakat hiçbir şey tahmin ettiğim gibi olmadı. Geleli günler hatta haftalar olmasına ve yanımda oturmasına rağmen benimle bir kelimeyi zor ediyor, soğuk bakışları hiç yumuşamıyordu.

Öyle filmlerdeki, kitaplardaki gibi bir olay olup da benimle arkadaş olmaya başlamadı. Sanırım bana sadece alıştı. Bana arkadaş gibi davranması haftalar sürse de, buna değmişti. Artık okula onunla gidiyor -evi sadece benden birkaç blok ötedeydi- , yemeklerimizi birlikte yiyor, beraber top oynuyorduk. O yanımdayken başka kimseye ihtiyacım olmuyordu.

Zaman geçip de büyüdükçe benim ona karşı duygularım değişmeye başladı. Çok klişe değil mi? Yeni gelen çocuk ile yıllarca yakın arkadaş ol, sonra onu sevdiğini fark et. Ne kadar klişe de olsa, bu klişe hayatımın tam merkezine düşmüştü. Kalbim onun yanında hızlanıyor, avuçlarımın onun yanında terliyordu. Fakat o asla bu aşkı fark etmiyordu. Aksine bana da birkaç gün takıldığı kızların arkadaşlarını ayarlamaya çalışıyordu.

Gallavich // one shotsWhere stories live. Discover now