*46* Elinde Olan Bir Tek Bu Hayatın

En başından başla
                                    

Sirius, sol kolunu belime dolamıştı "Tasha'nın son birkaç gündür pek keyfi yok," diye açıkladı "Ama dün gece hiç böyle değildi yani belki de sen ortamdaki Ruh Emici olabilirsin, Çatalak."

Bunu duyunca ben de gülmüştüm. James ise fırsatı asla kaçırmayıp önce cübbesinin şapkasını kafasına geçirdi, ardından da dudaklarını büzüp sanki bir Ruh Emiciymiş gibi Sirius'a uzanmaya başladı. Bu manzarayı görünce daha da çok gülmeye başladım, diğer yandan da James ile Sirius'un arasına elimi uzattım.

"Hayır, Jamsie, o koca dudaklarını kendi sevgiline sakla."

Kahvaltının geri kalanı da aynı şekilde keyifli geçmişti, Sirius ve James ile beraber vakit geçirmeyi ne kadar özlediğimi yeni yeni fark ediyordum. Üçümüz bir araya geldiğimizde durum her ne olursa olsun on yaşındaki çocuklara dönmeyi başarıyorduk.

Büyük Salon'dan çıktığımızda saat ona geliyordu ve ilk bloğun bitmesine daha yarım saat olduğu için –ayrıca da ikinci blok başlamadan önce arada on beş dakikalık bir ara da vardı –Ortak Salonlara dağılmayı tercih etmiştik. Özellikle dün geceyi İhtiyaç Odası'nda geçirmiş olduğumuzdan Sirius ile çantalarımızı düzenlememiz gerekiyordu çünkü ne İksir (bir sonraki dersimiz İksirdi) kitabım yanımdaydı ne de ödevlerim.

Elbette zindanlara vardığımda Bella ile tartışmamız gözümün önünde tekrar oynamaya başlamıştı, bu da adımlarımın ağırlaşmasına ve ellerimin buz kesmesine neden olmuştu –Ortak Salon'a girdiğimde ne ile karşılaşacağımı bilmiyordum. Daha da kötüsü ise, yedi senedir evim olan bir yere gitme düşüncesinin beni bu denli germesiydi. Normalde koskoca şatoda en çok sevdiğim, bana en çok huzur veren yerdi Slytherin Ortak Salonu ve bu farkındalık gerçekten de beni rahatsız ediyordu.

Evimde bir yabancı gibi hissetmeme neden olan bu olaylar zincirinden bütün benliğimle nefret ediyordum.

"Non ducor, duco." diye parolayı mırıldandım Ortak Salon'un girişine geldiğimde, ardından ağır adımlarla içeriye girip merdivenleri inmeye başladım. Odada nasıl bir karşılamanın beni beklediğini düşünürken etrafıma bakmadan, ezberden yürüyordum ki birisinin kelimenin tam anlamıyla üzerime atlaması ile bir çığlık koyuverdim.

"Korkma, sadece benim."

Bella'nın sesi kulaklarıma dolduğu gibi zümrüt yeşili gözlerim faltaşı gibi açılmıştı: dünkü tartışmadan sonra tek kelime dahi etmemiş olmamıza rağmen Ortak Salon'a döndüğüm gibi bana sarılmıştı. Tek yaptığı şey buydu, kollarını sıkıca vücuduma dolayıp başını, omzuma yaslamıştı –aramıza on santim kadar bir boy farkı vardı.

Neler olduğunu idrak ettiğim gibi içgüdüsel olarak ben de Bella'ya sıkıca sarıldım, deri koltuklarda oturmuş bizi izleyen üçlüyü fark etmemiştim bile. Bir süre sessizce o şekilde kaldıktan sonra yavaşça birbirimizi bıraktık "Ben... Ne demem gerektiğini bilmiyorum." diye mırıldandım.

Bella ağır hareketlerle başını salladı, koyu renk bukleleri de hafifçe sallanmıştı "Bir şey demen gerekmiyor zaten, burada konuşması gereken birisi varsa o da benim." dedi ipek gibi bir sesle ve hala buz gibi olan ellerimi tuttu "Seni kaybetmeye hazır değilim, Tasha. Kız kardeşimi kaybetmeye hazır değilim."

"

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Insensitive ➳ Sirius BlackHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin