Sabazios'ın başı anında Behemoth'a doğru çevrildi. "Kural mı? Kural mı ekledin?"

"Evet." Aşağıda ilgisini çeken bir şeyi henüz görememiş gibi ilgisi dağıldı. "Ölmek yasak."

Sabazios'un aklı karışmıştı. "Öldürmek serbest mi yani?"

Omuzları yavaşça kalkıp indi baş şeytanın. "Öldürmek, ucunu açık bıraktığım ve çelişkilerle dolmasını istediğim bir eylem. Muhtemelen Tiamat, Horantoth'u öldürmeye çalışacak. Horantoth ise çok aç. Beslenmek isteyecektir."

"Senin yaratıkların ölümden besleniyordu..." dedi Sabazios, kendinden emin değildi.

"Beni unutmuşsun, Sabazios." Parmaklarını önündeki beton korkulukta tıkırdatarak beklentili seslerden bir ritim oluşturdu. "Ben yalandan beslenirim ve bu evrende yalandan bol bir şey yok."

Sabazios hafifçe sırıttı. "Desene tek amacın kaos ve mantık yok."

Sallandığımızda, nereden bulduğunu anlayamadığım kadehini yudumlayan Coatlicue öne doğru eğildi ve aranarak aşağı baktı.

Tiamat dizlerinin üzerindeydi. Başı arkaya yatmış, ağzı tamamen açılmış haldeydi. Çok az bir hırpalanmışlık vardı ve bu beni şaşırtmıştı. Horantoth, ayaklarının üzerinde kocaman cüssesiyle Tiamat'ın karşısındaydı.

Garip bir pozisyon olduğu için anlamaya çalışmak amacıyla iyice eğildim. Gözlerimi kıstım. Tiamat'ın ağzından çıkan turuncu küçük noktalar vardı, içinde bir ateş odunları çatır çatır yakıyormuş da çıtırdayarak sıçrayan her küçük parça dışarı fırlıyormuş gibiydi. Kıvılcımlara eşlik eden bulanık bir akım da bulunuyordu.

Tiamat konuşmak istiyor, sesi alınıyordu. Hayatında, yalanlarıyla temas etmiş her kelimesi ondan sökülüyordu.

Acıya sessiz kalabilmek. Bu sizi ölümcül anlardan kurtarırdı. Bana bu öğretildi ama şu an, sessizlik Tiamat'ı öldürüyordu.

Gözlerimi kırpıştırarak bir adım geri attım yavaşça. Sabazios'la göz göze geldik. Bana alaylı bir gülümseme sundu, başını hafifçe sallayarak dilini dişlerinde gezdirdi. Tepkimden kelimenin tam anlamıyla zevk aldı. Etrafımda uçan sineği benimle alay eder gibi vızıldadı.

Yüzüm ifadesiz şekline döndü. Sineği baş parmağım ve işaret parmağımla yakaladım. Tek bir hamlemde ezilebilirdi. Bunu fark eden Sabazios anormal biçimde sırıttı. Gözlerinin rengi değişti, beyazla gri arasında neredeyse şeffaf bir şekle büründü. Hiçbir şey oldu. O anda sineğin çırpınmayı bıraktığını fark ettim. Zarar vermemiştim ama ölmüştü. Sabazios onu öldürmüştü.

Aşağısı hareketlenince sineği bıraktım. Elimi sanki kanlıymış gibi silmeye çalıştım. Eski yerime dönerken Behemoth'a kısa bir bakış attım. Neler olduğunu görmemişti, hala beklentiyle aşağıyı izliyordu.

Tiamat, gücüne karşı koymak ister gibi ellerini havaya kaldırmıştı. Ardından yavaşça indirdi. Parmaklarında, kemiklerini gölgeleyen mavi bir parlaklık belirdi. Mavi rengi bir ip gibi uzadı ve zemine saplandı. Ardından duvarlardan su fışkırdı. O kadar şiddetliydi ki önümdeki betona tutunamasaydım muhtemelen aşağıya düşecektim; ki düşenler de olmuştu.

Hala akmaya devam eden suda bir şeyler vardı. Ortada şelalenin dibi gibi bir su birikintisi oluştuğunda hafifçe öksürerek akmayı yavaşlatan suya şaşkınlıkla baktım. Neler olduğunu anlamayanlardan küfürler savruldu. Bazıları heyecandan etrafı falan kemirecekti; kıpır kıpırlardı.

ARMANDO BEHEMOTHHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin