"Her birine sayılarını verdim." Bulunduğumuz kata ulaşan üç şeytan Behemoth'un karşısında saygıyla eğildi. Behemoth ise geçiştirir gibi elini salladı ve konuşmasına devam etti: "Sayılarının ne işe yaradığını çözmek bazılarının zamanını alıyor gibi görünüyor. Aptalların, sırf kalabalık oluşturmak için benimle olmasına ihtiyacım yok."

Gaviel'in emrinde çalıştırdığı Drayadların sayısını düşününce, bence hiçbir şeytanı heba etmemeliydi. "Çok kolay vazgeçiyorsunuz."

Dudakları alayla kıvrıldığında farkı bir hava hissettim. Tüylerim ürperdi ve bir anlığına baş şeytanı yalnızca yakışıklı olduğu kadar kibirli bir genç adam olarak gördüm. "Beni zor kazanıyorlar."

Buraya ulaşan ilk soylu şeytanı gördüm. Bu sefer kıpkırmızı tüllerden oluşan bir elbise giymişti. Kumaş üzerinde ürpertici bir mükemmellikte duruyordu. Behemoth'un yanına indi, boynunu zarifçe eğdi. Gözleri bir anlığına Behemoth'un beyaz saçlarına takıldı ve bana döndü. Hiçbir yorumda bulunmadı. "Numaraya bakmaya gerek duymadım." Siyaha boyanmış dudakları gerildi ve değişik bir güzelliğe sahip olan gülümsemesini sundu. "Yerimi biliyorum. Zincirler için teşekkür ederim."

Gözlerini öyle hoş ve yavaş kırptı ki içimden ona hayran olmak geldi. Ardından üzerine atılarak dudaklarını parçalamak istedim. Yüzümün değişik bir ifadeye büründüğüne emindim. Mantıklı yanım mantığı engelleyen yabancıyla savaşıyordu. Behemoth bana bakmadan elini bana doğru salladı. Sanki bir şeyin kokusunu dağıtmak istermiş gibiydi. Afallayarak bir adım geriledim.

"Yardımcımla oynaman hoş değil."

Coatlicue "Aslında sanaydı." diyerek dudaklarını büktü. "Yardımcının bu kadar kolay etkilenmesine mi yoksa senin hala buna karşı gücünü koruyabilmene mi üzülsem bilemedim."

"Ben buna etkilenmek demezdim." Sahte ve abartılı bir üzüntü ekledi sesine. "Seni öldürecekti."

Coatlicue'nin dudaklarındaki gülümseme silindi; gözleri bana döndü, kısıldı. "Seninle tanışmak isterim."

Bakışlarına karşılık vereceğim sırada gözlerimin önündeki sineği fark ettim. Son anda aval aval bakmaktan kurtuldum ve Sabazios'un geldiğini fark ettim. Sessizce yanımda belirdi. Gözleri bu sefer ağırlığın yeşil olduğu renk karmaşasıydı. Sineği döne döne yakasına konduğunda soylu şeytan, Behemoth'a sırıttı. "Otuz dört. Beni sevdiklerinin arasına almandan onur duydum." Bana baktı. "Coatlicue'ninki kadar olmasa da saçını beğendim, sıradışı."

Behemoth'un gözleri etrafı tararken ona arkasını döndü. İltifatı almadı. İşaret parmağını betona vurdu.

Tiz bir ses katlarda yankılandığında zincirler şangırdadı. Öfkeli bir rüzgara maruz kalmışcasına savruldular. Kapı belirdi, açıldı ve karanlığını gösterdi. Karanlıktan Tiamat çıktı. Temizlenmişti; yarası beresi yoktu. Sağlam ve hasarsızdı. Başını kaldırdığında, Harudha'nın kanatlarının ışığı altındaki öfkeyle bilenmiş yüzü görüldü.

"Benim için Horantoth'u uyandırman oldukça hoş." dedi ve gözlerindeki ifadeye çok yabancı bir mutlulukla kahkaha attı. "Ama beni öldürmeye bir tanesi yetmez."

Bir kükreme duyuldu. Çıplak, ağır koşuş sesleri kapının içinden yankılandı ve Horantoth hızlı bir şekilde bedenini Tiamat'ınkine çarptı. Ayaklarının durduğu yerdeki zemin parçalandı, Tiamat'ın çarptığı duvar çatırdadı.

"Öldürmek mi dedi o?" diye sordu Behemoth, bana doğru. Başımla onayladım ama buna gerek olmadığını biliyordum. "Tüh, yeni kuralı açıklamayı unutmuşum."

ARMANDO BEHEMOTHWhere stories live. Discover now